Bölüm 7

Güzel pa-zar-lar!

Tyron'lı Ark'tan sonra sizi Kat'li yer altına götürüyorum bu bölüm. Araya geçmişe ait sırlar, yeni ortaya çıkan sansasyonel bilgiler serpiştirmeyi de ihmal etmedim elbette :)

Laboratuvar en sevilen mekan olmuş geçen bölüm. O yüzden keyifle okuyacağınızı umuyorum.

Öppücükk

E.Ç.

***

A storm is loosed upon the sea

Whose eye is stained with tears

***

BÖLÜM 7:

Kat

Küçük... çok ama çok küçük... hissettiğim buydu. Karşımda sınır tanımadan, duvarlarla bölünmeden sonsuza uzanan suyu izlerken aksine inanmak nasıl mümkün olurdu bilmiyordum zaten. Gökyüzü gibi simsiyahtı şimdi okyanus. Zaman zaman o karanlığın içinde yaşayan canavarlar suyun yüzeyinde belli belirsiz bir kıpırtı yaratıyor, yosun avcılarının motorlarının homurtusu sessizliği deliyordu. Ne de olsa dronların sokağa çıkma yasağını delmesine müsaade ettikleri bir onlar vardı. Ancak karanlık çöktüğünde yosunları hasat etmek mümkündü çünkü. Gece belli belirsiz mavi bir ışık yayardı yosun. Bu doğru anı beklemeden yaprakları kesmeye kalkarsan içindeki zehir suya karışır ve birkaç metre etrafında ne varsa yakarak yok ederdi.

Tam da bu yüzden avcılar herkes teneke evlerine çekildiğinde ortaya çıkıyor, Ark da seve seve buna göz yumuyordu. Ne yazık ki bu aynı zamanda aç deniz hayvanlarının da en çok avlandığı zamandı. Kim bilir, belki bugün de o avcılardan biri suyun içindeki kıyametten nasibini alır, kimsenin umurunda olmayan hayatı fark edilmeden sona ererdi. Ölümün kıyısında yaşayan teneke halk için çok da şaşırtıcı bir son sayılmazdı bu. Küçüktük çünkü. Bu suların karşısında, evrimleşmiş hayvanların karşısında, Ark'ın, kurallarının, silahlarının, güçlerinin karşısında... küçücüktük.

O yüzden de neden yosunun bu kadar önemli olduğunu, neden avcıların bu tehlikeye rağmen her gece aynı kadere yürüdüklerini anlıyordum. Yosun umut demekti Ark'ın duvarlarının ötesinde. En büyük para kaynağı ve en büyük takas aracıydı teneke halk için. Kötü insanların elinde lanet bir uyuşturucuya dönüşüyor olsa da aslında eşsiz bir malzemeydi ilaçlarımız için. Doğru oranlarda kullanıldığında müthiş bir iyileştiriciye dönebilir, hiçbir merhemin başaramadığı hızla açık yaraları kapatabilirdi. Ama bunun şu an suyun ortasında canı pahasına yosun toplayan adamların pek de umurunda olduğunu sanmıyordum. Tek bir gerçek vardı onlar için, o da ertesi günü görecek kadar karınlarının doyacağına emin olmak.

Sevimsiz düşünceler içimi buz gibi bırakınca omuzlarımdaki battaniyeye biraz daha sıkı sarıldım. Güya rahatlamak için çıkmıştım bu tepeye, ama kabuslarım yıldızlara da tırmansam peşimden gelecek kadar inatçıydı korkarım. Beşinci bölge istasyonunun çatısındaydım. Teneke şehirle tünelleri bağlayan, laboratuvara en yakın asansördü bu. O nedenle de tamamen Moxie'nin denetimi altındaydı. Ama her şeyden önemlisi dışarı çıkma yasağı başladığında dronlara yakalanmadan hava almak için gidebileceğimiz en uç noktaydı bu çatı. Üzerindeki metal tente Ark'ın uçan şeytanlarına karşı bizi görünmez kılmakla kalmıyor, es kaza bu saatte balık avına çıkmış yırtıcı bir kuşun pençesine takılmaktan da koruyordu.

Gün içinde aklıma bile getirmezdim buraya gelmeyi. Teneke şehrin gürültüsünü, pisliğini kuş bakışı görmekten başka işe yaramazdı onca merdiveni tırmanmak. Oysa bu saatte, tüm halk konserve kutularına çekilmişken eşsiz bir dinginliği vardı boş sokakların, uçsuz bucaksız okyanusun ve yıldızlarla kaplı gökyüzünün. Saat yediden sonra kimsenin teneke şehrin sokaklarında dolaşma izni olmamasına sevinecektim neredeyse. Yalnızca perşembe günleri yasak kalkar, market kurulur, insanlar sabaha kadar saçma sapan eğlencelerle bu sahte özgürlüğün tadını çıkarırlardı. Biz de gidiyorduk her perşembe markete. Ama bizimkisi çoğunlukla iş içindi.

Yaşananlardan sonra dünkü marketi kaçırmıştık elbette. Laboratuvarımız ağzına kadar yaralı insanla doluyken değil sokağa çıkmak, uyumak için bile zamanı yoktu hiçbirimizin. Üçer saatlik vardiyalarla birbirimizin yerini alıyor, durumu kötüleşen yaralılara müdahale edip kalanları hayatta tutmaya çalışıyorduk. Sadece Fitz ailesini kontrol etmek için hızlıca evine gidip gelmiş, Flame'se kardeşi bizim misafirimiz olduğundan birkaç saat benim yatağımda kestirip işinin başına dönmüştü.

Normal şartlarda cuma gecesi ekip yemeği demekti. Ark'tan gelen kaçak yiyecekler sadece markette satıldığından balık dışında midemize güzel bir yemek girdiği tek gündü cuma. Biraz sebze, biraz meyve, şanslıysak pirinç ya da makarna, bazen güzel bir somun ekmek, arada bir çikolata... Vagonların arasına uzun masayı kurar, Fitz'in seçtiği şarkılar ve Moxie'nin zaman zaman bulmayı başardığı şarap eşliğinde kutlama yapardık. Tam olarak neyi kutladığımıza emin değildim. Bu dünyada hayatta kalmış olmayı, yakalanmamış olmayı, o gün birkaç insana daha yardım etmiş olmayı, belki de sadece birlikte olmamızı...

Annem başımızdan geçen felakete rağmen geleneği sürdürmemiz konusunda ısrarcı olmuş, birbirimizden güç almak için buna ihtiyacımız olduğunu söylemişti. Bu sözlerine gerçekten inanıyor olsa gerek markete gitmediğimiz halde Ruby'nin bir yolunu bulup laboratuvara taze yiyecek getirmesini bile sağlamıştı. Arkadaşlarımın şu sıralar aşağıda hazırlık yaptıklarının farkındaydım. Belki çoktan kurmuşlardı bile masayı. Bense... ne yazık ki bu cuma o sofraya oturacak hiçbir neden bulamıyordum içimde.

O kız atmayan kalbiyle masada kaldığında zamanın en sevimsiz iki saniyesi arasına sıkışıvermiştim sanki. Devam edemiyordum. Neydi beni bu kadar sarsan? Neden böyle imkansızdı yaşadıklarımı atlatmak? Daha önce de pek çok insanın ölümüne şahitlik etmiştim. Sefalet, acı, kayıplar... benim değil, içinde yaşadığım dünyanın gerçeğiydi hepsi. Önüme bakmalı, kalanları düşünmeli, şu ana kadar devam etmemi sağlayan gücü aramalıydım kalbimde. Ama... bir şey değişmişti işte. Önce o kurt çocuğun karşıma çıkması, sonra yaşanan saldırı ve en sonunda da ölen kız... Zincirleme bir reaksiyonla tüketmişti hayat ruhumu.

Tyron...

Onun görüntüsü şimdi bir kez daha tüm diğer düşüncelerin üstündeydi zihnimde. Sırf varlığı bile ne kadar çabalarsam çabalayayım başarılı olamayacağımı gösteren bir tokat gibiydi. Hayır, sadece Dr. Noah'nın oğlu olduğu için değil... Lee de o adamın kanını taşıyordu sonuçta. Ama Tyron... Dr. Noah'nın yarattığı, büyüttüğü, savunduğu yozlaşmış sistemin vücut bulmuş haliydi. Çok güçlüydü. Muhtemelen eşsizdi. Yenilmezdi. Ve... akıl almaz derecede bencildi. Gözleriyle babasının yol açtığı kıyameti görmüş, o insanların kanı eline bulaşmış, yine de arkasını dönüp gidebilmişti. Bir kez Ark'a döndükten sonra duvarın ötesindeki yaşamı hatırlayacağını bile sanmıyordum. Oysa biz onların kristal kulelerinden saçtıkları dehşeti yaşamaya devam etmek zorundaydık.

Sinirden bağırmamak için battaniyenin kenarlarını dişledim. Peki ya anneme ne demeliydi? O çocukları öylece serbest bırakmış olması... hem de bize danışmadan, fikrimizi sorma gereği bile duymadan... Noah sülalesine duyduğum öfke yetmiyormuş gibi bir de hayatta en güvendiğim insan delirtmeyi başarmıştı beni. Şimdi ben çatının tepesinde karalar bağlamayıp ne yapacaktım Allah aşkına?

"Kat?"

Aniden aşağıdan gelen sesle yerimden sıçradım. Düşüncelerime öyle dalmış olmalıydım ki birinin merdivene tırmandığını fark etmemiştim bile.

"Seni burada bulacağımı biliyordum," dedi annem kalan iki basamağı da tırmanıp yanıma sıçradığında.

Ters bir bakış attım ona. "Çünkü Flame'le konuştun, o da sana nerede saklandığımı anında ispiyonladı."

Annem dudağını büzdü. "Evet aslına bakarsan öyle oldu." Ben gözlerimi devirip yüzümü yeniden okyanusa döndüm. Oysa yanıma oturup ayaklarını boşluğa sarkıtmıştı. Bir süre sessizliği dinledikten sonra "Hımm..." dedi tebessüm edip. "O kadar da fena değilmiş burası."

"Sen bir de sabah gel. İnsan neye şükredeceğini şaşırıyor."

Annem sözlerimdeki sevimsiz imayı yakalamıştı elbette. İçine binlerce düşünce ve zeka pırıltısı sakladığı o bilmiş tebessümüyle bana baktı yandan. "Sanırım bu, anne şu an sana çok kızgınım, o yüzden etrafımdaki her şeyden nefret ediyorum demenin başka bir yolu."

"Hayır anne," dedim sinirle ona dönüp. "Her şeyden değil; sırlardan, nedenini anlatmadan aldığın kararlardan, bana hala bir çocuk gibi davranmandan nefret ediyorum! Ve evet, sana çok kızgınım!"

"O kadarını tutturdum en azından," diye mırıldandı annem kaşlarını kaldırıp. Sadece durumu yumuşatmaya çalışıyordu, biliyordum. Yine de dudaklarındaki tebessüme sinirlenip bir hışım ayağa kalktım. Sırtımdaki battaniyeyle çatıda ileri geri yürürken şımarıklık yapan küçük bir kız çocuğu gibi göründüğüme emindim. Umurumda değildi. Annem bir süre beni izleyip sonunda ayağa kalkana kadar inatla somurtmayı ve volta atmayı sürdürmüştüm.

"Kat," dedi sonunda annem beni durdurup. "Madem bu seni bu kadar rahatsız ediyor, o zaman beni iyi dinle. O gün size haber vermeden laboratuvardan ayrıldım, çünkü Ark'a geçmem gerekiyordu. İşlerin ters gitmesi halinde senin ya da diğerlerinin arkamdan bir delilik yapmayacağınıza emin olmamın tek yolu bunu sizden saklamaktı. O yüzden sadece Ruby'yi yanıma aldım. Moxie de giriş ve çıkışta bize yardım etti."

Ark'ı duyduktan sonra annemin dediği hiçbir şeyi dinleyememiştim. "Ana karaya mı geçtin?" diye sordum dehşetle. "Neden?"

Annem başını salladı. "Lee'yi eve göndermeden önce tamamen iyileştiğinden emin olmam gerekiyordu."

"Ama bu..." diye başladım aklıma gelen şeyin doğru olamayacağını bildiğim halde. Oysa annem "Evet," demişti beni durdurup. "Lee'nin genlerinde yeniden mutasyon olmayacağını garanti edebilmek için Zenith'e ihtiyacı vardı Kat. Tek çözüm buydu, biliyorsun."

"Anne bunu yapmış olamazsın!" diye bağırdım nerede olduğumuzu unutup. Zenith Ark'ın bilim insanları tarafından geliştirilmiş kimyasal bir mutajendi. Annemin onu formülize eden ekipte olduğunu biliyordum, ama biz Ark'tan kaçtıktan sonra defalarca iyileştirme yapılmıştı onun üzerinde. Genetik mucizeler yaratabilen yegane kaynaktı Zenith. DNA'da yol açtığı mutasyonu taklit edebilen bir ikinci madde daha yoktu. Biz de kendi laboratuvarımızda denemiştik aynı formüle ulaşmayı elbette. Ama doğru koşulları sağlayabilecek kalitede bir ekipmanımız yoktu. Ve Ark'a yapılan hiçbir akınla Zenith'e yaklaşmak mümkün değildi. Sağlık enstitüsünde üretiliyor ve muazzam bir güvenlikle korunuyordu Zenith. Gel gör ki annem, Dr. L. bunun için ana karaya gitmişti.

"Ne düşündüğünü biliyorum," dedi annem suçlu bir tebessümle. "Oldukça büyük bir risk aldım. Ama buna değdi Kat. Geri kalan tüm malzemeleri zaten hazırlamıştık. Formüle Zenith'in girmesiyle ilaç tamamlandı ve gitmeden Lee'ye verdim. O artık iyi olacak."

Histerik bir kahkaha kaçtı dudaklarımdan. "Ekipten kimsenin artık Ark'a gitmeyeceğiyle ilgili kurala ne oldu peki? Hani bizim işimiz laboratuvarımızda hayat kurtarmaktı? Hani bir akında kaybedilemeyecek kadar önemliydi hayatlarımız? Sadece ana karaya geçmemiş, bir de enstitüye girmişsin anne!"

"Elbette enstitüye girmedim," diye itiraz etti annem. "Onu bana getirecek kişiyle güvenli bir yerde buluştum."

Hayretle ona bakıyordum. "Anne sen herhangi biri değilsin. Biz neyse, ama sen... Nasıl Ark'a gitmeyi göze alırsın? Ya fark edilseydin? Ya seni yakalasalardı?"

Annemin omuzları iyice düşmüştü. "Bence..." dedi bezgince. "Bu son iki gün bazen kuralları esnetmek gerektiğini yeterince gösterdi bize Kat."

Sustum. Ah... annemin bu kadar zeki olmasından nefret ediyordum. Ağzımın tadıyla sinirlenemiyordum bile. Lanet olsun ki haklıydı. En çok ben esnetmiştim o çok önemli kurallarımızı şu iki günde. Flame'i eve göndermem, hasta trenini Lee'ye emanet etmem ve hatta Tyron'ı serbest bırakmam... Yumruklarımı sıkıp bakışlarımı kaçırdım annemden. Ama o çenemden yakalayıp beni yeniden kendine bakmaya zorlamıştı.

"O çocuğu o şekilde evine yollayamazdım Kat. İyileştiğini zannederken değil. Ark'a kendim gittim, çünkü birilerini gönderip depodan çalmasını isteyebileceğim herhangi bir ilaç değil bu. Onu bana verebilecek tek kişiyi bizzat görmem gerekiyordu."

Eski bir dost, bir zamanlar annemin birlikte çalıştığı bir bilim adamı, herhangi biri olabilirdi anneme yardım eden. Ama bu tek gerçeği değiştirmiyordu. "Bunu nasıl yapıyorsun?" diye sordum hayretle. "Nasıl böyle iyi olabiliyorsun anne? Lee... o adamın oğlu. Hayatını, hayatımızı mahveden o adamın... O senin çocuğunu ölüme terk etmeni istedi. Sense onunkini kurtarmak için kendi canını tehlikeye attın. Nasıl... nasıl olabilir bu?"

Annemin gülüşünde kırılan hüzün bakışlarına yansıdı. Biraz daha yanıma sokulup yanağımı okşadığında gözleri yaşlarla parlıyordu. "Ben bir insan için hayatımı tehlikeye attım Kat," dedi. "Lee yardımımız için bu laboratuvara gelmiş herhangi bir hasta olsaydı da yine elimden gelen ne varsa sonuna kadar denerdim. Tıpkı senin dün aşağıda yarattığın mucize gibi..." Kaşları alnında bir yay oldu. "Ama haklısın, Lee... benim için farklı. Onun Clara'nın oğlu olduğunu öğrendikten sonra duramazdım. Clara öldüğünde ben yanındaydım Kat. O... bana emanet etmişti çocuklarını. Ama ben orada kalıp dostumun son isteğini yerine getiremedim."

Diyeceğim ne varsa yok olmuştu kupkuru kalmış ağzımda. Kalbimdeki tüm hırçınlık annemin yanağından süzülen yaşla birlikte bedenimi terk ediyordu sanki. O elinin tersiyle çenesini silip yeniden çatının kenarına çöktüğünde ben hemen hareket edememiştim. Ama sonra, yanı başına oturdum annemin ve battaniyemi açıp onun da etrafına sardım. Bunun aramızdaki gerginliğin kırıldığı anlamına geldiğini bildiğinden gülümsedi annem. Gözleriyse hala okyanusun üstünde ve ıslaktı.

"Hamileliği boyunca Clara'nın karnına her gün iğne yapan, Lee'nin bugün bu halde olmasına neden olan benim," dedi sanki o günleri karşısındaki manzarada izler gibi. "Noah'nın muhteşem fikirlerinden biriydi fetüse müdahale etmek ve bebeği daha doğmadan güçlendirmek. Ama bu asla işe yaramadı. Leroy... doğduğu andan itibaren hasta bir çocuktu. Ve biz Clara'yı o doğumda kaybettik."

Ne? diye bağırıyordum az daha. Bu... bu nasıl hastalıklı, nasıl sapıkça bir fikirdi. "Anne ben..." diye başladıysam da boğazıma oturan yumruyu aşıp dudaklarımdan dökülememişti hiçbir kelime.

"Lee'nin onun oğlu olduğunu öğrendiğimde tüm taşlar da yerine oturdu. Hastalığı, zayıf bedeni, neden hiçbir modifikasyonun üzerinde işe yaramadığı... Onu gerçekten kurtarmak istedim Kat. O zaman başaramadığımı şimdi yapıp Lee'ye yeni bir hayat vermek istedim."

Tanrım... daha berbat hissedebilir miydim acaba? Bir de o çocukları serbest bıraktı diye annemin başının etini yemiştim. Nefretimle öyle kördüm ki... kendime acımaktan onun ne yaşıyor olabileceğini merak etmemiştim bile. Oysa hayatımızı çalan adamın olduğu kadar annemin en iyi arkadaşının da çocuklarıydı Noah kardeşler. Ve muhtemelen onlara baktığında yıkık dökük bir geçmiş ve koca bir vicdan azabı görüyordu annem.

"Anne ben çok özür dilerim," deyiverdim bir anda ona dönüp.

"Kat..." dedi annem elimi tutup. Yeniden bana çevrilen yüzünde şimdi sadece şefkat vardı. "Özür dileyecek bir şey yok. Kızdığının ben olmadığının zaten farkındayım. Seni anlamadığımı sanıyorsun, ama çok iyi anlıyorum. Ne yaşadığını görüyorum. Ne hissettiğini biliyorum. Çünkü aynı yoldan yürüdüm ben de. Bu duygularının hepsiyle defalarca kez mücadele ettim. Umudunu sarsacak milyonlarca şeyle dolu bu düzen. Evet, berbat bir dünyada yaşıyoruz. Dün burada şahitlik ettiğin şey korkunçtu. Elbette güçsüz hissediyorsun. Dışarıdaki sistem karşısında bir etkin olmadığını sanıyorsun. Ama bu doğru değil."

Şimdi tek bacağını önüne çekip tamamen bana dönmüştü annem. Uzanıp diğer elimi de tuttu. "Bana nasıl diye soruyorsun ya... Cevabı sensin Kat. Hep sendin. Bana Ark'tan kaçma gücü veren, ne olursa olsun devam etmemi sağlayan... Ve şimdi şu dönüştüğün muhteşem kadına, o kadının başardıklarına bakıyorum da... Umut etmekten başka hiçbir şey geçmiyor kalbimden."

"Anne..." dedim gözlerimi kaçırıp. Ama o ellerimi daha da sıkıp üzerime eğilmişti.

"Bu laboratuvar, bu ekip, sen... Dünyayı değiştirecek olan işte bu! Sadece şu an bunu göremiyorsun. Ama göreceksin Kat. Birlikte neler yapacağımızı göreceksin. Çünkü ben artık yanında olmadığımda bile senin içinde güvenle yaşayabileceğin bir dünya bırakmadan hiçbir yere gitmiyorum!"

Deliceydi biliyorum. Beni üzen, kalbimi yoran, küçücük hissettiren hiçbir şey değişmemişti etrafımda. Ama annem kollarını etrafıma dolayıp sıkıca bana sarıldığında gerçekten ona inandım. Dünyayı değiştirebileceğimize, güvenle yaşayabileceğimiz bir yarın yaratabileceğimize ve bunu birlikte yapacağımıza... Öyle güzeldi ki annemden bana akan sıcaklık, aşina kokusuna karışıp içime dolan huzur... hep bu anda, bu korunaklı sığınakta kalabilirdim. Annemse benim gibi düşünmüyordu.

"Yeter bu kadar lak lak!" dedi benden uzaklaşıp. Anında ayağa fırlamış, beni de kolumdan tutup yanına çekmişti. "Tüm yemekler soğudu zaten, bari her şey bitmeden yetişelim."

Güldüm. Bugün o masaya oturmayacağıma neredeyse emindim. Oysa az sonra annemin peşinden metal merdiveni inmiş, asansörle tünelin içine ulaşmıştım. Vagonların arasına döndüğümüzde bizi ilk fark edenler Moxie'nin köpeği Çamur ve Fitz oldu.

"Sonunda dans partnerim aramıza teşrif ettiler," dedi Fitz kollarıyla beni takdim ederek. Ayaktaydı ve elindeki geniş kaseden makarna olduğunu tahmin ettiğim bulamacı herkesin tabaklarına dağıtıyordu. Bu hafta yemek pişirme sırası ondaydı demek.

"Şu önlükle ne kadar komik göründüğünü kaçırmak istemedim," diye takıldım boş sandalyeme doğru yürürken. Fitz alınmak yerine elindeki tahta kaşığı havaya kaldırmış, sonra da abartılı bir serenatla öne eğilmişti.

"Üstelik bu kez yaptıklarının çoğu yenilebiliyor," dedi Ace sırıtarak.

"Bu aptal yorumun yüzünden sana bir kaşık az veriyorum."

Ve sahiden de dediğini yapıp ikinci kepçeyi Ace'in tabağına koymadan bana geçti Fitz. Ace umursamış gibi görünmüyordu. Bakışları benim üzerimde, varlığımdan duyduğu memnuniyet dudaklarındaki tebessümdeydi. "İyi ki geldin," dedi masanın altından elime uzanıp. "Daha iyi misin?"

Parmaklarımı onunkilerin altından çekmek için duyduğum şiddetli arzuyu bastırıp gülümsedim ve önüme döndüm. "E... ne yiyoruz bugün?"

Konuyu değiştirmeme bozulduysa da bir şey diyemedi Ace, çünkü sorumu ciddiye alan Fitz çoktan saymaya başlamıştı bile. Deniz mahsullü makarna, biraz havuç, biraz patates, bolca mantar, tatlı olarak da krema içinde yüzen çilekler vardı. Ark için bir festival sayılmayabilirdi bu manzara, ama günün üç öğünü balık yediğimiz düşünülürse bizim için yeni yıl sofrası gibi bir şeydi. Üstüne bir de Moxie şarap açtığında bu ziyafetin Dr. L.'in özel isteği olduğunu anladım. Annem ekibine moral vermek istiyordu.

Tüm şarap bardaklara dağıldığında masa başındaki sandalyesinden kalkmıştı annem. "Birkaç saatliğine de olsa..." dedi elindeki kadehi havaya kaldırıp. "Bu sofranın tadını çıkartıp eğleneceğiz. Çünkü bunu en çok siz hak ettiniz. Evet, geçtiğimiz iki gün hiç kolay değildi. Evet, her biriniz tek tek beni delirtecek şeyler yaptınız. Ama..." Gülüşü iyice yayıldı yüzüne. "Aynı zamanda sizinle ne kadar gurur duymam gerektiğini hatırlattınız bana. Önümüzde daha zor günler olsa da hala birlikteyiz. Ve önemli olan tek şey bu. Hep yaptığımız gibi bu laboratuvarda mucizeler yaratacağız, çünkü biz harika bir ekibiz."

Son sözlerini söylerken özellikle bana bakmıştı annem. Çatıda benimle yaptığı konuşmanın büyük finalini şimdi ekibin karşısında yapıyordu işte. O büyük bir özgüvenle gülümsediğinde ben de kadehimi ona doğru kaldırıp karşılık verdim.

"Dr. L.'e!" dedi Ruby gururla.

"Dr. L.'e!" dedik hep bir ağızdan.

Oysa annem "Ailemize," demiş ve kadehi öyle dudaklarına götürmüştü.

Ve böylece masadaki yiyeceklere yumulduk. Fitz hiç fena bir aşçı sayılmazdı, ama eşsiz olan annemin de dediği gibi bir aile olmak, bu sofrayı, iyiyi kötüyü birlikte paylaşmaktı. Ve biz de dışarıdaki korkunç dünyaya inat keyifle yedik yemeğimizi. Sohbet ettik, güldük, Flame müziğin sesini yükselttiğinde şarkılara eşlik ettik. Şarap şişesinin hemen dibini görsek de teneke halkın vazgeçilmez içkisi kamış birasından istemediğimiz kadar çok vardı.

Tatlılarımızı bitirdiğimizde Fitz zorla annemi ayağa kaldırıp dans etmeye başlamıştı. Flame, Ace'i, o da beni çekiştirince bir süre sonra masanın etrafında tepinen küçük çocuklardan farksızdık. Umurumda değildi. Kanımdaki alkol müydü beni böyle dans ettiren yoksa annemle konuşmuş olmak mıydı, bilmiyordum. Ama içimde hapsolmuş baskıdan nihayet özgürleştiğimi hissediyordum. Bir gecelikti bu huzur. Hatta birkaç saatlik. Sonunda iş masayı toplamaya geldiğinde herkes görevinin başına döneceğini biliyordu. Yine de...

Odama girip kendimi yatağa bıraktığımda annemin sözleri dönüyordu aklımın içinde. Bu laboratuvar, bu ekip, sen... Dünyayı değiştirecek olan işte bu! Uyku sonunda beni devirene kadar o kadar çok tekrar etmiş olmalıydım ki bu düşünceyi rüyamda bir ağacın tepesinden pırıl pırıl bir dünyayı izliyordum. Annem hemen yanımdaydı. Yüzlerini seçemesem de ayaklarımın altı neşeyle koşturan insanlarla doluydu. Öyle gerçekti ki ufuktaki pembeler, turuncular gözlerimi açtığımda bir an yüzümü yalayan güneşi görebileceğimi sandım. Oysa her zamanki gibi camsız, yer altı odamdaydım. Üstelik sabah değil, gece yarısı üçtü saat.

Bir an başımı yastığa geri koyup rüyama dönmeyi düşündüm. Nasılsa vardiyama saatler vardı daha. Ama yatağın içinde debelendiğim beş dakikanın sonunda ne rüyanın ne de uykunun geri geleceğine emin olup ayaklanmıştım. Hızlı bir banyo ziyareti ve kısa bir duşun ardından laboratuvara uzanan koridordaydım yeniden. Annemin zaman planına uyup nöbetime kadar dinlenmem gerektiğini söyleyeceğini biliyordum. Yine de ana platforma dönmek garip bir enerji vermişti vücuduma. Dünyayı değiştireceksek şayet bunu uyuyarak yapmazdık değil mi?

"Anne?" diye seslendim ortalıkta kimseyi göremeyince. "Ace?"

Şu an onların vardiyası olduğuna emindim. Belki de kahve molasına gitmişlerdi. Sakince uyuyan yaralıların arasından her birine tek tek bakarak vagonlara doğru ilerledim. Ama daha fazla yürümeme gerek kalmadan aradığım herkes ve daha fazlası karşıma çıkıvermişti. Saatler önce yemek yediğimiz masanın üzeri artık boş olsa da etrafındaki sandalyelerin çoğu doluydu şimdi. Annem, Moxie, Ace, Ruby, Fitz ve ayaklarının dibinde uyuklayan Çamur...

"Ne oluyor burada?" dedim onlara doğru ilerleyip.

Sesimi duyar duymaz hepsi bana dönmüştü. Ben gelene kadar her ne konuşuyorduysalar annemin kasılan çenesinden bunu benimle paylaşmak istemediğini görebiliyordum. Ki bu durum kesinlikle bir şeyler döndüğüne emin olmamı sağlamıştı.

"Ne oluyor?" diye üsteledim. "Neden bu saatte toplandınız?"

Sesimdeki sert tondan çekinip anında cevap veren Fitz oldu. "Ark'a bir akın olacağı haberini aldım Kat! Sağlık enstitüsünü basacaklar. Saldırıda yaralananlara malzeme toplamak için... Son yılların en büyük baskını olacak diyorlar! Darbe gibi bir şey!"

"Fitz!" diye uyardı annem. Muhtemelen o konuya böyle bodoslama girmek yerine önce beni hazırlamayı seçerdi. Fitz'i azarlayan bakışları yüzüme çevrildiğinde sıkıntıyla nefes verdi ve boş sandalyelerden birini işaret etti başıyla. Oturduğum an öne eğilip masanın üstünde birleştirmişti ellerini. "Fitz yemekten sonra evine döndü," diye başladı anlatmaya. "Haberi orada duymuş. Ruby ve Moxie kendi bağlantılarından kontrol etti sonra. Gerçekten de teneke şehirdeki birkaç farklı isyancı grup birleşmeye karar vermişler. Dördüncü bölgedeki felaket yüzünden hastanenin ihtiyacı olan malzemeyi almak için Ark'a geçmeyi planlıyorlar. O kadar ilacı da enstitüden başka yerde bulamazlar."

Elbette bulamazlardı. "Ne kadar büyük bir ekipten bahsediyoruz?" diye sordum.

"Elli, belki altmış kişi..." dedi Moxie hemen. "Ama yarısı daha silah tutmayı bile bilmeyen çocuklar. Onları oraya göndermek intihar etmelerini istemekten farksız! Binaya girmeyi bırak kapısına yanaşamazlar bile."

Onun sesindeki hiddeti duymamak imkansızdı. Masanın üzerinde oradan oraya seken bakışlarına ve sıkıntıyla salladığı bacaklarına bakılırsa muhtemelen bu konuyla ilgili zaten bir planı vardı ve çoktan annem tarafından reddedilmişti.

"Moxie bu akını bizim yapmamız gerektiğini düşünüyor," diye açıkladı Ace aklımdaki soruyu duymuş gibi.

"Böyle bir şey olmayacak!" diye araya girdi annem hemen. Yerinden kalkmıştı. "Size bu ekibin neden Ark'a gidemeyeceğini defalarca kez anlattım ve sonunda bir karar verdik. Bizim işimiz bu laboratuvar! Hem... nakliye aracı basıp malzeme çalmaktan bahsetmiyoruz burada. Öyle elinizi kolunuzu sallayarak enstitüye girebileceğinizi mi sanıyorsunuz?"

"Daha önce defalarca kez içeri girdim," dedi Moxie de yerinden kalkıp. "Binayı da güvenlik önemlerini de ezbere biliyorum."

"Bundan on yıl önce girdin Mox! Hala Ark için çalışan bir askerken... Ölmeden bunu başarmış olmanın tek sebebi seni içlerinden biri sanmalarıydı! Şimdi aranan bir kaçaksın! Ve içeride senin kıçını kurtarabilecek tek bir dostumuz kalmadı!"

Annem haklıydı. O kutsal kaleye girmeyi hayal bile edemezdi kimse. Bizim malzemelerimizin kaynağı enstitüye ulaşmadan yağmaladığımız nakliye araçlarıydı. Onu da bir süredir biz değil, Moxie'nin adamları yapıyordu. Her hafta yeni üretilen ilaçlar, cihazlar, ekipmanlar fabrikalardan sağlık enstitüsüne yola çıkar, biz de gelişigüzel aralıklara, her defasında farklı bir konumda tırlardan birine saldırırdık. Bu laboratuvarı yaşatmamızı sağlayan tüm ilaçları, ekipmanları bu yolla tedarik ediyorduk.

Ama Moxie'nin bahsettiği o eski zamanları hatırlıyordum. Daha küçük bir çocuktum o annemle benim hayatımıza girdiğinde. Tam da annemin az önce dediği gibi Ark'ın askerlerinden biriydi Moxie. Zaten annemle de yolları bu sayede kesişmişti. Benim ilaca, annemin de bu yüzden Ark'a geçmesi gerekmiş, onu suç üstü yakalayan da Moxie olmuştu.

Ne yazık ki, kendi ailesini bizi yok etmek isteyen sisteme kaybetmiş, yaralı bir adamdı Moxie. Üç yaşındaki oğlu ölümcül bir hastalığa yakalandığında benim gibi onu da gözden çıkarmıştı Ark. Önce çocuğunu sonra da bu acıya dayanamayan karısını yitirmişti Moxie. Onu annemin karşısına çıkaran kesinlikle kaderdi, çünkü Dr. L.'in hikayesini dinleyip ikna olan ve kaçmasına izin veren başka bir asker olur muydu emin değilim. Oysa Moxie o gün annemin hayatını kurtarmakla kalmamış, daha sonra tünellerde annemi bulup ona yardım etmek istediğini söylemişti. Böylece bizden biriydi artık. İlk birkaç yıl Ark'taki görevine devam edip annemin bu laboratuvarı kurmasına destek olmuş, köstebekliği ortaya çıktığındaysa bizim gibi tam zamanlı kaçaklığa terfi etmişti.

Moxie'nin bir kez daha o enstitüye giremeyeceği aşikardı. Binaya adım attığı an onu anında tanıyacak ve direkt imha edecek güvenlik sisteminin karşısında onun askeri bilgisi ve becerileri bile yeterli gelmezdi. Ama... onun bunu bile bile neden hala oraya dönmek istediğini de anlıyordum. Koca bir bölgeyi kurtarmaya yetecek kadar malzeme kaçırmaktan ve bunun için hayatlarını ortaya koyacak deneyimsiz elli çocuktan bahsediyorduk. Ölüm demekti bu tüm o akıncılar için. En ince düşünülmüş planla, Moxie ya da onun yetiştirdiği bizler için bile aşılmaz bir duvara tırmanıp kılıçların üstüne düşmek gibi bir şeydi enstitüye girmeye çalışmak. Tam şu an annemi dinleyip odalarımıza dağılmalı ve bu konuşmayı unutmalıydık. Oysa hepimizin hemfikir olduğu tüm imkansızlıklara rağmen etrafımdaki yüzlerin hiçbiri bir yere gidecekmiş gibi durmuyordu.

Kısa bir sessizliğin ardından "Güvenlik sistemlerine girebilirim," demişti Fitz. "Sizi enstitüye sokabilirim." İşte bu fitili tutuşturan ateşti.

"Moxie binayı biliyor," diye ekledi Ace hemen. "Belki binaya kendi giremez, ama içeride neye, nereden, nasıl ulaşacağımızla ilgili kusursuz bir plan yapabilir."

"Her pazartesi enstitüye sevkiyat oluyor," dedi Ruby çekinerek. Anneme ters düşmek istemediği halde kendini tutamamıştı. "On, belki on beş tır giriyor içeri. Ve sonra binadan boş çıkıyorlar."

"Aynen öyle!" diye atladı Ace heyecanla. "Fitz bizi içeri sokabilirse biz de o tırları kullanarak ihtiyacımız olan malzemeyi dışarı çıkarabiliriz. Kimse de fark etmez."

Annemin ağzı itiraz etmek için açılmıştı ki bu kez ben daldım araya. "Bir kez tırlar dışarı çıkınca da Moxie devreye girer. Ark'ın farklı bölgelerinde bekler kurduğu ekipler. Tırları bu bölgelere süreriz, sonra da durdurup malzemeyi tünellere indiririz."

Nefes nefese sözlerimi bitirdiğimde hepimiz kalbimizden taşıp gözlerimizde parlayan bir coşkuyla birbirimize bakıyorduk. Elbette annem hariç... Bir süre dehşet içinde her birimizi izledikten sonra "Kafayı mı yediniz siz?" diye bağırdı. Tanrım, uzun süredir onu böyle kızgın görmemiştim.

"Doktor..." diye araya girmek istediğinde bir füze gibi Fitz'e kilitlendi öfkesi.

"Bunu bir oyun mu sanıyorsunuz, ha? Sahiden tüm ekibimi bir intihar görevine göndermemi mi bekliyorsunuz benden?" Yutkunduk ve suçlu çocuklar gibi önümüze baktık. Annemse devam ediyordu. "O binaya girmeyi başarsanız bile güvenliği geçip depoya asla ulaşamazsınız. Bunu ancak yetkili bir enstitü çalışanı yapabilir. Gerçek bir Ark'lı! Silahlarınız olmayacak, çünkü onları da içeri sokamazsınız. Bu durumda tırları da rica ederek kaçırmayı düşünüyorsunuz herhalde."

O kadar haklıydı ki annem. Matematik denklemleriyle çalışan beyni yüzde beşten bile az hesaplamış olmalıydı başarılı olma şansımızı. Eğer onun bundan çok daha düşük bir ihtimale tutunup beni kurtardığını bilmesem tam şu an pes edip o insanları ölüme terk edebilirdim. Bunun yerine "Anne," dedim doğrudan gözlerinin içine bakarak. Cesaretim tüm başların bana çevrilmesine yol açmıştı. "Bu imkansız bir görev, hepimiz farkındayız. Ama daha bu gece yemekte sen söylemedin mi, biz imkansız olan pek çok şey başardık birlikte. Eğer yardım etmezsek bir hastane dolusu insanın hiçbir şansı kalmayacak. Ama ekip olarak hareket edersek... o zaman onları kurtarabiliriz." Sustum ve son sözlerim için derin bir nefes aldım. "Bence bu son iki gün bazen kuralları esnetmek gerektiğini yeterince gösterdi bize anne. Sence de öyle değil mi?"

Buz gibi bir sessizlik oldu. Onu kendi sözleriyle vurduğum için duyduğu öfke şimdi alev alev yanıyordu annemin gözlerinde. Kendi kadar benim de haklı olduğumu bilmese sözlerimi olabilecek en zeki cevapla bana yedirirdi, emindim. Ama suratıma bakarken aklından her ne geçiriyorduysa önce gözlerini kaçırmış, sonra da kendi kendine küfretmişti.

Bir süre kimse konuşmadı. Sonra, "Riski en aza indirelim," diye önerdi Ruby. "Fitz, Kat ve Flame burada kalsın. Ben ve Ace seçtiğimiz adamlarla içeri gireriz, Moxie de tünellerde kalıp tırlara saldıracak ekibi kontrol eder!"

"Hayır," dedim hemen. "Ben geride kalmıyorum! İçeride olabildiğince fazla eğitimli adama ihtiyacımız var. Ancak böyle şansımız olabilir."

Annem ellerini beline koyup birkaç tur attı masanın etrafında. Beyninin delice çalışıp tüm kötü ihtimalleri iyilerle çarpıştırdığını yuvalarında dört dönen gözlerinden görebiliyordum. O da en az benim kadar o zavallı insanlar için bir şey yapmak zorunda hissediyor ve bu durumun ekibini tehlikeye atmak demek olmasından nefret ediyordu. Sabırla ve sessizce onun bize bir cevap vermesini beklediğimiz dakikaların sonunda masanın başında durduğunda kaskatıydı suratı.

"Tamam," dedi sıkıntıyla. "Tamam, tek tek üstünden gidelim. Önce binaya girecek bir yol bulmamız lazım."

"Giriş için günlük geçiş belgeleri oluştururum," dedi Fitz hemen. Bu sık sık kullandığımız bir taktikti. Ark'ta çalışmak için teneke halka verilen on iki saatlik belgelerin sahtesini yaratmak neredeyse birkaç dakikalık işti Fitz için. Bu sayede hava trenini kullanarak kontrol noktasından geçip Ark içinde hareket edebiliyordu akıncılar. Annem başıyla bu planı onaylasa da düşüncelerinde çoktan bir sonraki adıma geçtiğini görebiliyordum. Delice bir fikir bulduğu tüm zamanlarda olduğu gibi gözleri kısılmıştı.

"Enstitüye girene kadar belgeler işe yarar evet, ama ilaçlara erişmek için gerçek bir Ark'lı olmak lazım." Durdu. Parmakları zihnini açmaya çalışır gibi alnını ovuyordu. İşe yaramış olsa gerek iki dakika sonra "Ace," dedi bir anda. "Kandaki çipi manipüle edersek Ark'lı olup olmadığınızı anlayamazlar. Tarama cihazlarını atlatacak bir yöntem bulabilir misin? Belki sadece çipin okunmasını engelleyecek ya da dronların kafasını karıştıracak bir şey? Kanı etkileyecek bir serum mesela..."

"Öyle bir vaktimiz yok," dedim hemen. "Yaralıların o ilaçlara acil ihtiyacı var. Madem pazartesi sevkiyatını yakalamamız gerekiyor bu da sadece iki günümüz var demek!"

İstediklerinde Ace'in de Flame'in de mucizeler yaratabileceğini görmüştüm. Ama onlar bile Ark'ın yıllarını verip geliştirdiği biyolojik kodlama sistemini bir gecede taklit edemezdi. Üstelik, kana yapılan böyle bir müdahalenin bir insana ne yan etki yapacağını asla bilemezdik.

"E... ne yapacağız o zaman? Bir şekilde birinizi bir Ark'lıya çevirmemiz lazım ki depoya ulaşabilelim. Eğer o binada bize yardım edecek bir Ark'lı tanıdığınız yoksa tabii..."

Fitz'in sorusu annemeydi. Onun böyle bir destek bulup bulamayacağını merak ediyordu herkes. Oysa ben daha bu akına gönüllü olduğum ilk an problemin çözümünü bulmuştum. "Bunu ben yapabilirim," deyiverdim bir anda. Elbette tüm soru işaretleri bana yönelmişti bu kez. Ne önereceğimi çoktan anlamış ve başını iki yana sallamaya başlamış olan annem hariç... Her fırsatta tekrar tekrar karşısına getirdiğim, onun da gözlerinde şimşekler çakarak reddettiği muhteşem fikrimi biliyordu.

"Kat..." diye uyardı sakın deneme bile der gibi.

Onu duymazdan gelip "Benim kanım mavi..." dedim. Çünkü Ark'ta doğmuş, çipimi orada almıştım. "Onların sistemlerinde hala bir Ark'lıyım ben!"

"Onların sisteminde ölü bir Ark'lısın sen!" diye müdahale etti hemen annem. Teknik olarak bu doğruydu. Kaçarken peşinden gelen kötülüğün bana bulaşmasına engel olmak için kusursuz bir oyun oynamıştı annem. Zaten her defasında Ark'a gitmeme engel olmasının en büyük nedeni de buydu. Ya yaşadığım ortaya çıkarsa, ya beni bulurlarsa, ya ben çocukken yapamadıklarını yapıp bu kez beni ondan alırlarsa?

"İşte bunu kullanabiliriz!" dedi Fitz heyecanla öne eğilip. Annemin ölümcül bakışları sözlerini gırtlağına tıkamadan aklındakiler diline dökülmüştü bile. "Kat'in sistemde kayıtlı kimliğiyle oynayabilirim. Dronlar onu taradıklarında çocukken ölmüş Kat'i değil biz kimi istersek onu görürler!"

"Bu sayede ben de bizi depoya sokacak herhangi biri olabilirim!" diye tamamladım fırsatı kaçırmadan. "Bir doktor, bir yönetici, özel yerlere giriş izni olan herhangi biri!"

"Tüm çalışanları tarar, ihtiyacımız olan bölümlere girişi olanları listelerim."

"Bana en benzeyen kadınlardan birini seçeriz. Ona göre rolüme hazırlanabilirim ben de."

"Senin için seçtiğimiz insanı araştırır ve onun özel hayatıyla ilgili tüm bilgileri toparlarım. Hakkında her şeyi bilir, ona göre hareket edersin!"

Fitz'le karşılıklı atışmamız kanımı kaynatınca heyecanla ayaklandım. Muhteşem bir buluşa imza atmış iki mucit gibi bakıyorduk şimdi Fitz'le birbirimize. Oysa annem başta olmak üzere etrafımızdaki kimse bu coşkuyu paylaşmıyordu bizimle.

"Tüm planı Kat'in tanınmama ihtimali üzerine kuramayız," dedi Ace. "Bu fazla tehlikeli! Biz binaya girene kadar tamamen yalnız olacak. Fitz'in hack'i çalışmayabilir, yakalanabilir, başına her şey gelebilir."

Ah... beni benden bile fazla düşündüğü böyle zamanlarda Ace'i öldürmek istiyordum. Neden sadece bunun harika bir fikir olduğunu söyleyip beni destekleyemezdi ki? Şimdi daha da beyazdı annemin suratı.

"Böyle bir şey olmayacak," dedi hemen. "Çünkü bu işi başka türlü çözemiyorsak o zaman ben gidiyorum. Mavi kan gerekiyorsa benimki de mavi. Fitz benim kayıtlarımı değiştirebilir."

"Anne..." dedim hemen. "Sen Dr. L.'sin. Ark'ın en çok aranan kadını! Değil o binaya girmek kapısında yakalarlar seni. Ama benim yüzümü kimse tanımıyor! Yaşadığımı bilmiyorlar. Fitz kimliğimi değiştirdiğinde kim olduğumu asla anlayamazlar!"

"Kat..." diye başladı annem yeniden. Bulabileceği tüm açıklamalarla ve felaket senaryolarıyla beni kararımdan döndürmeye çalışacaktı. Tabii Moxie bir anda onun sözünü kesmeseydi.

"Yeter Leena!" demişti elindeki kupayı masaya vurup. Sırf annemin gerçek ismini kullanması bile sabrının sonuna geldiğini gösteriyordu. "Az önce benim o binaya girmemi delice buluyordun ve şimdi bunu kendin yapabileceğini mi söylüyorsun? Saçmalık bu!" Çamur sahibinin öfke katsayısını hissetmiş, uyuduğu köşeden fırlayıp ayaklarının dibine gelmişti. Sakinleşmek için bir an durup köpeğin başını sevdi Moxie. Derin birkaç nefes alıp başını kaldırdı. "İkimiz de Kat'ten başka kimsenin o kontrolü aşamayacağını biliyoruz. Tek bir şansımız var, o da Fitz'in dediğini yapıp Kat'i içeri onlardan biri gibi sokması. Ark'lı çalışanlar teneke halkın geçtiği güvenlik kontrolüne maruz kalmıyor. Silahları Kat'in yerine geçeceği kadının arabasına doldurup güvenliği atlatabiliriz. Ace ve Ruby içeride onunla buluşur ve diğerlerini yönlendirir."

"Bir kez silahları alınca benim yetkimi kullanıp depoya girebiliriz," dedim hemen.

"Ve ben de kameraları etkisiz hale getirip depoda ihtiyacınız olan zamanı size kazandırırım," diye destekledi Fitz keyifle.

Moxie bizi duyduysa da bakışlarını annemden ayırmamıştı. Asıl ikna etmesi gereken oydu sonuçta. "İki, belki üç kişi olmalı kapıyı koruyan güvenlik," diye devam etti planını anlatmaya. "Tırların şoförleri ve görevlilerle en fazla on kişi ederler. Böyle bir saldırıyı beklemediklerinden onları kolaylıkla etkisiz hale getirebilir bizimkiler. Sonra da geriye tırları doldurup o şoförlerin yerine geçmek ve binadan çıkmak kalır. Sadece girişte nakliyatı kontrol ediyorlar. Boş tırlar kimsenin umurunda değil. Bu sayede tüm tırları istediğimiz yere çekebiliriz. Tünellerde tüm yükü beş dakikada aşağı indirecek kadar eleman tutabilirim. Bunu yapabiliriz Leena. O insanları kurtarabiliriz."

Sessizlik bir kez daha esnedi, büyüdü, laboratuvarı bizle birlikte yuttu. Fakat bu defa elektrik yüklüydü hava. Konuşulmayan tüm sözlerin yerine kalplerimizdeki ortak gümbürtüyü duyabiliyordum şu an. Evet, hala korkutucu derecede olasılıksızdı enstitüye girip tırlarla ilaç kaçırdığımızı düşünmek. Ama Moxie'nin sözleriyle ilk kez, gerçek bir plan üç boyutuyla şekillenmişti ortamızda. Hepimiz merakla onu izlediğimiz halde, sanki o planı görebilirmiş gibi masaya bakıyordu annem çatık kaşlarla. Sonunda başını kaldırdığında herkes gibi ben de nefesimi tutmuş, sözlerini duyana kadar da bırakamamıştım.

"Bir dahaki sefere..." dedi annem bezgince. "Hatırlatın da size ekip olmak ve mucizeler yaratmakla ilgili nutuklar atmayayım. Maşallah, hiçbirinizin yüreklendirilmeye hiç ihtiyacı yok." Dudaklarının yukarı kıvrılmasına engel olamadığından başını öne eğmişti herkes. Ofladı annem. "İki gün..." dedi arkasına yaslanıp. "Her detayı, her ihtimali, olmayacak aksilikleri, felaket senaryolarını, iyi, kötü tüm olasılıkları birlikte çıkartacağız. O binanın her köşesini görmek istiyorum Fitz. Enstitünün çizimlerine ulaş. Tüm kat planları, kullanılan, atıl, giriş, çıkış, koridor, ne varsa hepsine tek tek bakacağız."

Fitz delice başını sallarken annem Moxie'ye dönmüştü. "Ark'a göndermeyi düşündükleri şu elli adam kimmiş bir incele Mox, içlerinden işine yarayan çıkar mı bak. Belki modifikasyonlu birileri vardır. Tüm isimleri en son birlikte belirleyeceğiz."

Sıra Ruby'deydi. "Tırlar," dedi annem. "Nerede durduracağız, tünele en yakın noktalar neresi çalışmaya başla Ruby. Silah envanterini de çıkar. Elimizde ne var, oraya neyle saldıracağız görmemiz lazım. Ace," İsmini duymasıyla sandalyesinde öne kaymıştı Ace. "Git, Flame'i getir. Benim odamda uyuyordu. İmkansız da olsa şu çip işini denemenizi istiyorum. Elimizde ne kadar çok Ark'lı olursa o kadar iyi."

"Hemen," deyip Flame'i bulmak için fırladı Ace. Ve böylece sıra bana gelmişti. Annemin üzerime çevrilen bakışları sen kaşındın diyordu sanki.

"Madem o enstitüde çalışan biri olacaksın, seni gerçek bir doktora dönüştürmemiz lazım. Fitz'in çıkardığı isimlere bakıp yerini alacağın kişiyi birlikte seçeceğiz. Sonra da orada çalıştığım yıllarda öğrendiğim her şeyi iki günde sana öğreteceğim."

Kesinlikle gülünecek hiçbir şey yoktu duyduklarımda. Hatta korkmalı, paniklemeli, dehşete düşmeliydim. Yine de dudaklarımın yukarı kıvrılmasına engel olamamıştım. Annem'in çatıda yaptığı konuşma umut etmek için bir adımsa, bu plan o umudun hayata geçmiş haliydi. Kanım oturduğum yerde kaynamaya başlamıştı bile. Sonunda... gerçekten bir işe yarayacağımı hissediyordum. Ark'ın kalelerinden birine girmek, onların bizden esirgediği adaleti sökerek ellerinden almak ve başarılı olup yüzlerce insanı kurtarmak...

"O ilaçlar hastaneye girene kadar uyku yok hiçbirimize." dedi annem düşüncelerime meydan okur gibi. "O yüzden kahvelerinizi alıp işe koyulmak için on dakikanız var."

On dakika... diye düşündüm alt dudağımı ısırıp. Deliliğe adım atmadan önce sahip olduğumuz son anlardı bunlar. Ve ben o dakikaların, sonraki saatlerin, iki günün hemen bitmesini istiyordum. Hayır, küçük değildim ben. Bunu kabul etmeyecek, dünyaya da öyle olmadığımı ispatlayacaktım.

Beni bekle Ark diye geçirdim içimden. Çünkü geri dönüyordum.

***

-BÖLÜM SONU-

Bekle bizi Ark, çünkü sonraki bölüm sana geliyoruz!

Bu bölüm Dr.L'i ve ekibini biraz daha tanıyalım istedim. Dr.L'in Noah kardeşlerle bağını artık biliyoruz. Moxie'nin geçmişini de ilk kez öğrenmiş olduk.

Tahmin edeceğiniz üzere sonraki bölüm azıcık aksiyon dolu olacak :) Bu çılgınca, delice, manyakça planı sahiden gerçekleştirebilir mi bizimkiler dersiniz? Her şey kusursuz gitmeli ki o ilaçlarla eve dönebilsinler. Neler olabilir enstitüde? Hadi biraz spekülasyon yapalım. Sizin yaratıcı fikirlerinizi duymak isterim.

Ve sonra, artık laboratuvar ahalisini iyice tanıdığınıza göre yer altının en sevilen karakterini seçelim:

KAT

DR.L

ACE

RUBY

FITZ

FLAME

MOXIE

Şimdilik benden öppücükleeer

Size ne kadar hızlı bölüm yazdığımı umarım fark ediyorsunuzdur ;)

Kendinize çok iyi bakın!

E.Ç.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top