Bölüm 23
Merhaba sevgili NOAH okurları!
Yersiz, yurtsuz yazarınız döndü. ÇÜNKÜ SİZİ ÇOK ÖZLEDİİİİ! Hala evi yok, hala bir ton problem var başında, o nedenle ancak vakit buldukça yazabiliyor. Amaaaa öle bi bölüm yazdım ki araya giren zamanı telafi edecek :))) Şöle kalplerimiz ısınsın azıcık demi ama :)
Keyifli okumalar canlar,
E.Ç.
***
We're falling into Vertigo
Let's take it slow
***
BÖLÜM 23:
Tyron
Karanlık ve sessizlik... şu an her şeyden çok ihtiyacım olan buydu. Başımı ellerim arasına gömmüş, gözlerimi sıkıca yummuş, derin nefesler alıyordum. Bu çabamın başımdaki korkunç ağrıya hiçbir faydası olmasa da mide bulantıma iyi geldiğini söyleyebilirdim. Keşke az sonra ayağa kalkmak, kendime çeki düzen vermek ve parkura dönmek zorunda olmasaydım. Ama ekibime katılmak için başvurmuş yeni askerleri deneyeceğimiz gündü bugün ve seçimi yapmam için herkes aşağıda beni bekliyordu. Tam da böyle bir günde geceden kalmış olmam ne de güzel bir örnekti askerlerime.
Alacağın olsun Will diye düşündüm kendime kızmaktansa onu suçlamak çok daha kolay olduğu için. Onca içkiyi gırtlağımdan zorla boşaltmamıştı belki ama açılmaması gereken konuların üstünü inatla kaşıyarak beni alkol batağına sürükleyen kesinlikle oydu. Öyle iyi tanıyordu ki arkadaşını lanet olası... iki hafta türlü çeşit bahaneyle onunla buluşmaktan kaçtıktan sonra derimin altına sızması ve kendimden bile sakladığım gerçekleri söküp alması için iki kadehle birkaç doğru soru yetmişti. Günlerdir düşünmekten sakındığım, görmemek için kafamı aksi yönlere çevirdiğim ne varsa onun karşısında dilimdeydi kontrolsüzce.
Hayatım boyunca Will'den hiçbir şey saklamamış olsam da Kat'le geçirdiğim gece için bir istisna yapmaya kararlıydım aslında. Konuşsam da ne anlatacaktım ki zaten? Saçma sapandı yaşanan her şey. Yanlış anlamalar, yersiz çıkarımlar, tamamlanamamış konuşmalar, başka başka insanlar... Onu öptüğüm için pişman olduğumu sanıyordu Kat. Kendince bunu Jess'e bağlamış, kafasında kurmuş, yapabileceğim tüm açıklamaları boğazıma dizmişti. Oysa benim gördüğüm tek bir problem vardı ortada ve pişman olduğum tek şey o pis sürüngenin ağzını burnunu bir güzel kırmamış olmaktı.
Eve dönsem de ilk birkaç gün kendime gelememiştim. Hala o laboratuvarda, tünellerde, Kat'in odasındaydım sanki. Yaratıklarla tekrar tekrar mücadele ediyor, aynı diyalogları baştan yaşıyor, her defasında kendimi aynı çıkmazın içinde buluyordum. Anlamlandıramadığım kadar büyük bir öfke vardı kalbimde. Yakmak, yıkmak, yok etmek istiyordum. Ama kimi, neyi, ne için?
Bazı zamanlar Kat'ti bu kızgınlığın sebebi. Beni Jess için suçluyordu ya... asıl kendiydi Ace'in hayatına bu kadar müdahale etmesine müsaade eden. Bir defa beni öptü diye diğer herkesi unutmasını beklemiyordum ondan tabii ama... neden dinlemek zorundaydı ki o çocuğu? Hem de o anda, o odada, benimleyken, benim kollarımdayken... Neden sadece o telsizi kapatıp yanıma dönmemiş, neden benimle olmayı seçememişti?
Sonra kendime dönüyordu öfkem. Adam gibi konuşamadığım, derdimi anlatamadığım ve yaşadığımızın bir hata olduğunu söylediğim için... Ne aptal ne salakça bir kelime seçimiydi o öyle... Jess'le ilgili türlü çeşit açıklama yapabilir, Kat'in aklındaki tüm soruları o odada bitirebilirdim. Oysa susmuş, oyunu tamamlamasına izin verilmeyen bir çocuk gibi küsmüş, çabalamadan mağlup olmuştum.
Elbette bir de Ace vardı. Uykusuz gecelerimde ve gün doğumundan önce başlayan sabahlarımda bana kilometreler koşturan yangının nedeni kesinlikle oydu. Hafızamdaki tüm görüntüler onun Kat'in koluna yapıştığı anda bitiyor, kan yeniden ve yeniden beynime sıçrıyordu. Sözlerini tek tek o çocuğun gırtlağına sokup bağırsaklarından çıkarmak istiyordum. Tamam, kulağa biraz vahşice geliyordu belki bu hayalim ama... kim hak etmediğini söyleyebilirdi ki?
"Sen baya baya bu kıza kaptırmışsın kendini oğlum," demişti Will Ace'ten bahsederken hiddetimin dozu birazcık kaçınca. O bu durumdan aldığı hazzı saklamadan zevzek zevzek sırıtırken ben Ne alakası var? diye çırpınıp durmuştum. Ne alakası vardı yani? Ne alakası olabilirdi? Ben sadece... belki biraz... gereğinden fazla düşünüyordum onu.
Of...
Aksini mümkün kılmamıştı ki kedi kız... Her karşıma çıktığında bildiklerimi sarsıyor, merkezimi kaydırıyor, dengemi alt üst ediyordu. Onu öpmeden önce de yeterince kafa karıştırıcıydı varlığı. Şimdiyse... kendi odasında, herkesten sakladığı dünyasında, tüm zırhlarından kurtulmuşken onun nasıl biri olduğunu biliyordum. Kat... farklıydı işte. Tanrım... sahiden de kendimi ona kaptırmıştım korkarım.
"E ne olacak peki şimdi," diye sormuştu Will ben kafamı kadehin içine saklamış, tam olarak bu sorudan kaçmaya çabalarken. Cevabı bilsem yine de bu kadar berbat hisseder miydim acaba? Yaşananları unutup üstüne bir perde çekemiyor, gelecek için bir çözüm bulamıyordum. Tüm gece Kat'le konuşmam gerektiğini söyleyip durmuştu Will sanki bunu denememişim gibi.
Tüm bahanelerimi çoktan kullanmıştım o laboratuvara dönmek için zaten. Feci bir hayal kırıklığıydı her deneme. Değil Kat'le konuşmak bir kez olsun onu görmemiştim bile. Ace ise biriktirdiği tüm öfkeyle bana haddimi bildirmek için hazır bekliyordu. Muhtemelen Moxie bir anda başımızda bitmemiş olsa kız arkadaşından uzak durmam için tehdit edecekti beni. Ah ne de güzel olurdu onunla kozlarımızı paylaşmak, o tehdidi bir güzel ona yedirmek... Ama ben koca adamın peşinden tünellere, o ise kös kös vagonuna dönmüştü.
Sonuç, aradan geçen can sıkıcı günlerdi. İstese Kat'in bir şekilde bana ulaşabileceğini hatırlatıp duran iç sesim her gün biraz daha bozuluyordu ona. Benim laboratuvara geldiğimi duymuş olmalıydı diğerlerinden. Denediğimi biliyordu. En azından o da bir adım atabilirdi değil mi? Atmamıştı, muhtemelen de atmayacaktı. Bir anlık bir şeydi, geçti, gitti. Onun sözleriydi bunlar. Bir ben geçip gidemiyordum o andan sanırım. Ah ahmak kurt!
Son bir derin nefes alıp başımı kaldırdım ve gözlerimi ovup yeniden tabletin ekranındaki isimlere odaklanmaya çalıştım. Alfa ekibine katılmak için başvuru yapmış teneke şehirden insanların isimleriydi bunlar. Sabahtan beri beşinci kez önümdeki listeyi gözden geçirmeye çabalıyordum. Şu ana kadar birbirine geçmiş kelimelerden başka bir şey seçememişti gözlerim. Ancak şimdi fark ediyordum listenin uzunluğunu. Bedenimde kopan tüm fırtınalara rağmen bu beklenmedik gelişme yüzümü gülümsetmişti.
Yaptığımız ilk seçmede yalnızca on beş kişi vardı. Dr. L.'in verdiği isimlere tek tek ulaşsak da çağrımıza dönen neredeyse kimse olmamıştı. İkinci grup nispeten biraz daha umut vadediyordu. Teneke şehirden on yeni askeri ekibime katmayı başarmıştım. Bugünse önümdeki listeye göre elliden fazla asker adayı vardı seçilmek için bekleyen. Halkın bize olan güveni yaptıklarımızı gördükçe artıyordu sanırım. Nihayet...
Dronların ortadan kalkması ve alfa askerlerinin sokaklarda yerini alması büyük bir değişimdi zaten. Yaratıklar meydana çıktığında teneke halkı Ark'tan ayırmamış, emrime verilen robot orduyu sokaklara dağıtmıştım. Yeni gelen tıbbi malzemeyi kullanıyor, yetişebildiğimiz herkese yardım ediyor, onlara bize güvenebileceklerini göstermeye çalışıyorduk. Değişim için uğraştığımızı görmüyor olmaları imkansızdı ya yine de bize zorluk çıkaranlar oluyordu elbette. Zamanımın çoğunu Ark'tansa buradaki üste geçirmemin nedeni de buydu zaten. Özellikle işlerine çomak soktuğumuz suçluların hedefiydi askerlerim. Fiziksel şiddete başvurdukları yetmezmiş gibi bir de alfa ekibiyle ilgili yaydıkları asılsız haberlerle halkı bize karşı kışkırtmaya çalışıyorlardı. Bunların olacağını bilerek çıkmıştım bu yola. Kalıpları yıkmak bir günde olmuyordu maalesef. Ben de bir günde sıkılıp pes edecek kadar sabırsız değildim.
Acı kahvenin kalanını kafama dikip ayağa kalktım. Bu hareket bir an için midemi ağzıma getirse de aldığım derin nefes toparlanmama yardımcı olmuştu. Odadan çıkmadan yüzüme tekrar tekrar buz gibi su çarptım, kendime çeki düzen verdim ve yansımamın geçirdiğim gecenin izlerini taşımadığına emin olduğumda kapıya yöneldim. Neredeyse artık her günüm burada geçtiğinden evden farksız olmuştu üs benim için. Metal basamaklarla birbirine bağlanan asma katlar, eğitim alanları, toplantı odaları, istihbarat birimi, teçhizat deposu, revir ve robotlarla motorlu taşıtlara ayırdığımız sağ kanat... Sokaklarda, kulede ya da Krol'un huzurunda değilsem muhakkak bu bölümler arasında mekik dokuyor oluyordum tüm gün.
Bugünse istikametim doğrudan ana parkurdu. Beni gören askerlerin selamlarını kabul ederek indim basamakları ve uzun koridor boyunca ilerleyip eğitimlerin çoğunu gerçekleştirdiğimiz geniş açıklığa ulaştım. Bir yandan elimdeki tabletten listeye göz atmaya devam ediyordum. Gerçekten değişik modifikasyonlar vardı aralarında. Dr. L.'in verdiği isimlerden bazılarını önümde görünce dudaklarımın kıvrılmasına engel olamadım. Tamam, belki o kadar da berbat bir gün olmayacaktı bu.
"General Noah!"
"Sam!" diye karşılık verdim beni selamlayan askere. "Anlat bakalım ne durumdayız?"
Peşime takılıp benimle parkurun ortasına doğru ilerledi Sam. Eğitim biriminin başında o vardı.
"Elli yedi yeni aday komutanım," dedi. Sesindeki neşe yandan yüzüne bakmama neden olmuştu. "Ve gerçekten iyiler," diye ekledi bir sır verir gibi. "Yarım saattir ısınıyorlar parkurda. Bazılarının modifikasyonları gerçekten eşsiz."
Sonunda... diye geçirdim içimden. Sonunda bazı şeyler de iyi gidiyordu demek. Yaratıklar, Kat'le olanlar, baş belası kardeşim... hayat bile beni sınamaktan sıkılmıştı sanırım. Belki de kendimi içki şişelerinin dibine vurup tamamen tüketmemi bekliyordu tanrı. Öyle olsun bakalım.
"İkili gruplar halinde alacağız," diye açıklamaya devam etti Sam. Hünerlerini birbirleri karşısında gösterecekti adaylar. Favorilerini not almıştı, aralarından bazılarını eğitimle adam edebileceğimizi düşünüyordu, muhtemelen içlerinden birkaç haftaya sahaya çıkabilecek olanlar bile vardı. "Size gönderiyorum notlarımı," dedi parmakları hızla elindeki tabletin üzerinde gezinirken.
"Güzel," dedim keyifle gülümseyip. Ruh halimle birlikte midemdeki bulantı da hafiflemişti sanki. Belki de hareket etmekti bana iyi gelen. Seçimi yapacağımız köşeye kadar olan yolda attığım her adımla biraz daha toparlıyordu bedenim kendini. Adaylar görüş açıma girdiğindeyse sırıtmadan edemedim.
"Yaptırdığın antrenmanın ısınma olduğuna emin misin Sam?"
Yanımdaki asker mahcup bir tebessümle karşılık verdi. "Dayanıklılıklarını sınamadan olmazdı komutanım."
Olmazdı tabii. Olmamıştı da belli ki. Artık Sam onlardan neler yapmalarını istediyse çocukların her biri bir köşede, kan ter içindeydi. Ellerinde su şişeleri, omuzlarında havlular... Başlarında nöbet duran askerlerden biri bizi fark edene kadar bu hallerine gülümsemeye devam ettim. Ama onun verdiği komutla bir anda tüm ilgi üzerimize çevrilmiş, ortalık arı kovanı gibi hareketlenmişti. Sam sağ olsun, beni gördüklerinde ne yapacaklarını ezbere biliyordu tüm adaylar. Onlar oturdukları yerlerden ayağa fırlayıp karşımda hizaya geçene kadar ben de yüzümdeki neşeyi katı bir ifadeyle değiştirmiştim.
Şimdi tam karşımda üç sıra asker adayı vardı. Müthiş bir sessizlik içinde ve bariz bir merakla gözlerimin içine bakıyordu her biri. Konuşmak için acele etmeden onları süzdüm. Kadın, erkek, uzun, kısa, genç, daha genç... Birbirinden tamamen farklı elli yedi yüz, ama tek bir ortak amaç... Buradalardı, çünkü benim gibi değişimi kovalıyorlardı onlar da. Belki henüz inanmadıkları halde düşmüşlerdi bu yola. Belki onları asla inandıramayacaktım. Ama şu an, sıfır noktasında, bakışlarındaki heyecan ihtiyacım olan her şeydi. Yeni bir dünya için umut ettikleri sürece o dünyayı birlikte kurabilirdik. Ne kadar imkansız görünürse görünsün...
"Ben Tyron Noah," dedim önlerinde ağır adımlarla ilerlemeye başlayıp. "Kara Kuvvetleri özel Alfa birliğinin başı. Size uzun uzun bizi anlatacak değilim. Buraya kadar geldiğinize göre kim olduğumu da ekibimi de biliyorsunuz demek. Kalmaya hak kazanırsanız neyi doğru neyi yanlış bildiğinizi kendiniz öğrenirsiniz." En sondaki oğlanın burnunun dibinde durdum. "Ama bir şeyi baştan benden duymanızda fayda var. Eğer bunun bir ayrıcalıklılar kulübü olduğunu düşünüyorsanız şimdi arkanızı dönüp çekip gidin buradan. Macera aramaya, gösteriş yapmaya geldiyseniz kapı orada!"
Yürümeye devam ettim. İkinci sıra boyunca dört beş kişi daha geçip bu kez bir kızın önünde durmuştum. Gözlerine baktığımda yakınlığımdan rahatsız olup başını eğdi.
"Diğerlerinden özel olduğunuzu sandığınız için buradaysanız ekibimde yeriniz yok. Çünkü alfa askerleri tek bir beyinle hareket eder. Gücümüz bizi farklı değil, bütün yapar. Ve o gücün bir lüks değil daha büyük sorumluluk demek olduğunu biliriz. Her gün, her an, aldığımız her nefeste bu yükle yaşar, ona göre davranırız."
Biraz daha ilerledim. "O yüzden... birazdan rakibinizin karşısına çıktığınızda o çok özel güçlerinizi kendinize saklayacaksınız. Hangi inanılmaz modifikasyonunuz olduğuyla ilgilenmiyorum. Henüz değil! Önce bana özünüzdeki savaşçıyı göstereceksiniz. Genlerinizden önce aklınıza güvendiğinizi, yolunuzu kaybettiğinizde kalbinizi dinlediğinizi, içgüdülerinizle hareket edebildiğinizi..."
Şimdi üçüncü sıradaydım. Çok daha fazla bakış yere çevrilmişti ben önlerinden geçerken. Pek çoğunun içlerinden sözlerime küfrettiğini biliyorum. Koca egolarıyla kendini ispatlamaya gelmiş olanların suratları düşmüştü bile. Güzel! diye düşündüm. Oyunun kurallarını baştan bilmelerinde fayda vardı. Bencilliğinden sıyrılamayan nice yenilmez askerin kendi takımına nasıl zarar verebildiğine defalarca kez şahit olmuştum. İhtiyacımız olan kendini beğenmişler ordusu değil, birbirinden güç alacak bir birlikti.
"Önce birebirde sonra ikili gruplar halinde karşı karşıya geleceksiniz," diye açıkladım yürümeye devam edip. "Bu sayede hem bireysel yeteneklerinizi hem de ekip içinde nasıl hareket ettiğinizi göreceğiz. Hayatınızı zorlaştırmak için bir adım ötenizde olacağım. O yüzden gözünüzü dört açın. Sizden çeşitli silahlar kullanmanızı isteyebiliriz. Bakalım düşündüğünüz kadar iyi miymişsiniz?"
Sıranın ortasındaydım artık neredeyse. Son on kişi kalmıştı önünden geçmediğim. "Sorusu olan?" diye seslendim kimsenin ağzını açmayacağına neredeyse emin olduğum halde. Oysa aynı anda kal gelen, ağzı bir karış açık, olduğu yerde dona kalan bendim. Beynim iflas etmişti tüm hayati fonksiyonlarımla birlikte. Şüphesiz ki gerçek değildi gördüğüm ama... aldığım alkol müydü bu halüsinasyonun nedeni, yoksa fazla düşünmek kalıcı hasar mı yapmıştı sinirlerimde?
Adaylar beni, ben karşımdaki görüntünün silinmesini beklerken çıt çıkmıyordu parkurda. Zaman akıp gitse de hala tüm gerçekliğiyle kaskatı karşımdaydı imkansız hayal. Başını hafifçe bana doğru çevirmiş, yeşil gözlerini yüzüme dikmişti Kat. Burada! dedi bir ses çığlık çığlığa içimde. Kalbimdi sanırım konuşan, çünkü şimdi öyle hızlı atıyordu ki göğüs kafesimi delip geçecekti sanki. Kat... buradaydı. Karşımda, benim mekanımda... Nasıl onu fark etmemiştim bu ana kadar? Nasıl her şeyden iyi tanıdığım kokusunu alamamıştım içeri girer girmez? Kanımdaki alkol düşündüğümden de fazla olmalıydı ki duyularım bu kadar körleşsin.
Nasıl gelmişti? Neden gelmişti? Kafamın içi hala bir panayır yeri gibiydi ya onun diğer askerlerin arasında dikilmesinin hayra alamet olmadığını düşünebilecek kadar kendime gelmiştim. Bana bir mesaj göndermek için bu yolu seçmesi çok mantıksızdı. Fitz türlü farklı yöntemle sahip olduğum tüm cihazlara aynı anda sızıp o mesajı saniyeler içinde iletebilirdi bana. Oysa doğrudan bana gelmişti Kat. Gerçekten ekibime katılmak için burada olamayacağına göre geriye tek bir alternatif kalıyordu. Benimle kendi konuşmak istemişti. Kendi... burada...benimle... benimle... benimle...
Düşünce bir gaz gibi beynimin kıvrımlarına yayılırken neredeyse şapşal bir kahkaha kaçıyordu dudaklarımdan. Herkes bir şey dememi, bir şey yapmamı, en azından hareket etmemi beklerken hiç doğru olmazdı bu. Kendimi Kat'e doğru ilerlemeye zorladım. Bunca insanın önünde ona neden burada olduğunu soramaz, onu kolundan tutup dışarı çıkaramazdım. Hangi askerime, nasıl açıklayacaktım böyle bir durumu? Teneke şehrin kedi kızı... yine nasıl bir durumun içine soktun beni böyle? Ve ben neden hala delice sırıtmak istiyordum?
"Başlıyoruz," diye seslendim kendimi zorla toparlayıp.
Kat'in önünde oyalandığım birkaç saniye biraz daha uzasa mantığım tamamen devre dışı kalacaktı muhtemelen. En başta alamadığım koku şimdi burnuma yapışmış benimle hareket ediyordu. Alkol bir anda kanımdan çekilmiş, bedenimin her köşesine adrenalin pompalanmıştı. Koşmak istiyordum, zıplamak, uçmak... Yaşadıklarımı unutup önüme bakmak için tekrarlayıp durduğum mantıklı sözler bir çift yeşil gözün içinde ne de güzel eriyip gitmişti. Al sana tokat Tyron!
Sam ilk isimleri okurken köşeye geçip bakışlarımın Kat'e kaymasına engel olmaya çalıştım. Eğer onunla bir an önce konuşmak istiyorsam bu seçim işini olabildiğince hızlı bitirmem gerekiyordu. Neredeyse bu kadar insanın başvuru yaptığına üzülecektim. Neredeyse... İki genç oğlandı mücadele edecek ilk ikili. Arkamdaki masanın üzerindeki silahları taradım dikkatimi işime verebilmek için. Uzun bir sopayı elime alıp adayların yanına geçmiştim az sonra.
Çocuklar Sam'in verdiği komutla birbirlerine atağa geçtiklerinde bir süre müdahale etmeden ikisini de izledim. Sarışın olan çekingen başlasa da aldığı ilk darbeleri güzel savuşturmuş, rakibinin açığını yakaladığı an indirdiği yumrukla onu sersemletmişti. Kesinlikle daha saldırgandı karşısındaki çilli oğlan artık. Zekasını kullanmak yerine fevri hareketlerle kontrolsüzce atak yapıyor ve bu sadece sarışın çocuğun işine yarıyordu. İki dakika geçmeden taktığı çelmeyle çilli oğlanı yere yatırmıştı bile.
"Ayağa kalk," dedim muhtemelen şansının tükendiğini düşünerek endişeyle yüzüme baktığında. İlk olduğu için bir şansı hak ediyordu. Ya da belki şu an gerçekten kendimi mutlu hissettiğim için. "Baştan alıyoruz," dedim elimdeki sopayla kafasına dokunup. "Ve bu kez burayı kullandığından emin ol."
Çocuk parlayan gözlerle bana baktı. Az sonra yeniden pozisyon almış, dövüşmeye başlamışlardı. Hala onu zayıf bırakacak kadar heyecanlıydı hareketleri, ama en azından şimdi düşünerek hareket ediyordu. Çok daha dengeli bir mücadele vardı karşımda. Bu da işleri biraz daha kızıştırmanın zamanı gelmiş demekti.
Sopayı gelişi güzel çevirerek ağır ağır etraflarında daire çizdim. Onları izlediğimi düşündüklerinden beni bir tehlike olarak görmüyorlardı. Test de tam olarak buydu zaten. En beklemedikleri anda ikisinin ortasına dalıp yere çöktüm ve sopayı bir tur etrafımda çevirdim. Sarışın tam zamanında yaptığımı fark edip zıplayarak darbeden kaçmış, çilli oğlansa bir kez daha minderi boylamıştı.
Sam'le bakıştık kısaca. Ne düşündüğümü zaten biliyordu. Oğlanlara yerlerine geçmelerini söyleyip yeni bir çift çağırmıştı. Baştan başladı böylece her şey. Çiftler gelip gidiyor, ben farklı silahlarla, farklı şekillerde onlara müdahale edip canlarını sıkıyordum. Artık benim yapabileceklerimi bildiklerinden hepsi daha temkinliydi, ama bu her defasında tuzağa düşmelerine engel olmuyordu. Neyse ki birden fazla fikrim ve bolca sabrım vardı. Her boşlukta gözlerim Kat'e kaymıyor olsa çok daha verimli bir seans geçireceğimize emindim ama...
Derin bir nefes alıp ortaya çıkan yedinci çifte vermeye çalıştım dikkatimi. Minyon bir kız ve onun neredeyse iki katı büyüklüğünde bir oğlandı ortaya gelen ikili. İşte bunu izlemek ilginç olacaktı. Çocuğun yüzündeki ukala sırıtışa bakılırsa oyunu kazandığına zaten emindi. Merakla kıza baktım. En ufak bir korku ifadesi taşımaması dudaklarımın yukarı kıvrılmasına neden olmuştu. Ama sonra ismi Arch olan çocuk çenesini kaldırdı ukala bir tavırla.
"Sahiden bir kızla mı dövüştüreceksin beni general? Bilsem kızımın elbiselerinden biriyle gelirdim seçmeye."
Adaylardan birkaçı kıkırdadığında gözüm seğirdi sinirden. Bakışlarım anında üzerlerine kaymış, bu da salonu yeniden sükunete boğmuştu. Kat'le göz göze geldiğimde tırnaklarını çoktan çıkardığını fark ettim. Ah ne de güzel olurdu Arch'ı Kat gibi bir kızdan dayak yerken izlemek. Ama herkesten önce bu şeref hakaret ettiği rakibinin hakkıydı.
"Ona cevap vermek ister misin Ashley?" dedim minik kızın arkasına geçip.
Kız küçük suratına dünyanın tüm kararlılığını sığdırmıştı. "Evet efendim, hem de çok!"
Yeniden sırıttı oğlan. O dişlerini hemen şimdi ağzının içine dökmemek için bir adım geriledim ve onların dövüş pozisyonu almalarını izledim. Ve bir an sonra hücuma geçmişlerdi. Oğlanın fiziksel üstünlüğü tartışılmazdı, ama kızın tekniği kesinlikle çok daha iyiydi. Böyle dövüşmeyi hangi sokak arasında, ne tip berbat bir nedenle öğrenmek zorunda kalmıştı bilmiyordum. Ama kesinlikle harika bir asker olacaktı bu ekipte. Gözünün pekliği ve cesur atakları Arch'ı öyle sersemletmişti ki bir yerden sonra koca kütlesiyle etrafında dönüp duruyordu sadece. İstemsizce Kat'e baktığımda onun da kollarını önünde bağlamış keyifle bu şovu izlediğini fark ettim.
Keyif almamak ne mümkündü zaten. Dakikalar içinde Arch'ın yüzündeki kendini beğenmişlikten kesinlikle eser kalmadığını söyleyebilirdim. Kıpkırmızıydı artık sevimsiz suratı. Öfkelendikçe daha da güzel canına okuyordu Ashley onun. Belki de ona eve dönüp kızının bebekleriyle oynamasını söylemenin zamanı gelmişti. Fakat o an ani bir öfkeyle pençesini çıkarıp kıza doğru savurdu. İki saniye sürmüştü yanlarında bitmem, sopayla müdahalesini kesip kolunu ters çevirmem. Acıyla inleyip geri sekti Arch. Ashley'se tam zamanında sıçrayıp boynunda ince bir çizikle saldırıdan kurtulmuştu.
Damarlarımı kavuran alevlerle Arch'ı yakasından yakalayıp kendime çektim. "Modifikasyonlarınızı kullanmayacaksınız dediğimde bunun neresini anlamadın?" diye tısladım dişlerim arasından. Onu o dişlerle lime lime edebilirdim şu an.
Kendini elimden kurtarıp geriledi. Burnundan soluyordu. "Buraya çoluk çocukla oyun oynamaya değil, yeteneklerimi göstermeye geldim ben!"
"Öyle mi?" diye sordum tek kaşımı kaldırıp. Sopayı bir tur çevirip tam karşısına geçmiştim. Madem öyleydi... "Göster o yetenekleri hadi!"
Kırmızı fişeklerin Arch'ın gözlerinde parladığını gördüm. Beklediği şova kavuşmuştu sonunda. Sahne ışıklarının uzun süre üzerine parlamayacak olması ne yazıktı. Neredeyse hiç hareket etmeden ilk birkaç hamlesini savuşturdum. Elim, kolum, dirseğim ya da sopam en doğru anda en doğru şekilde onu durduruyordu her defasında. Kendini iyice rezil etmesine izin verdim bir süre, ama asıl yaptığım onun hangi genlerine güvendiğini anlamaktı. Bir ayının izlerini taşıyordu hantal hareketleri. Ama kesinlikle Dr. L.'in elinden çıkmamış, kötü bir modifikasyondu sahip olduğu.
Pençesini bir kez daha üzerime doğru salladığında önce onu yere eğilmeye zorladım, sonra da yetişemeyeceği bir hızla sağa kayıp darbeyi sırtına indirdim. Mindere kapaklandığında hemen yüzünü bana dönse de üzerine çöküp dizimi gırtlağına bastırmıştım.
Arch nefes alabilmek için altımda çırpınırken "Kural bir," diye seslendim diğer adaylara. "Asla rakibinizi küçümsemeyin!" Dizimi çekip ayağa kalkmış, ama bu kez de sopamı onun göğsüne bastırmıştım. "Kural iki, herkesin bir zayıf noktası vardır. Ne kadar kendini beğenmiş olursa olsun... Ayılar iyi göremez. Özellikle de ayakta olmadıkları sürece. Boyun manevraları yavaş ve zordur. Onun görüşünü kısıtlar ve kör noktasından saldırırsanız işte böyle olur."
Kimseden çıt çıkmıyordu şimdi. Sinirle sopayı Arch'ın yanına fırlatıp arkamı döndüm.
Sam bana bir bakış atıp "Sıradaki çift..." diye başlamıştı sözüne ki iç güdülerim anında arkama dönmeme neden oldu. Sopayla üzerime gelen Arch'ı tam zamanında gırtlağından yakalayıp yere çarpmış, elindeki sopayı dizimde kırıp sivri kısmını boğazına bastırmıştım.
"Defol git buradan!" dedim sabrımın son zerresiyle. "Yoksa yemin ederim elimde kalacaksın!"
Sopayı bastırdığım yerden süzülen kan mıydı sonunda onun aklını başına getiren yoksa gözlerimde gördüğü nefret miydi bilmiyordum ama sonunda onu bıraktığımda geriledi Arch. Birkaç adım sonra da arkasını dönüp çıkışta bekleyen askerlere doğru gitmişti. Sıkıntıyla nefes verip yeniden köşeme geçtim. Bu seansın hızlı gitmesiyle ilgili hayalim kesinlikle bu değildi.
Sam kaldığı yerden isimleri okurken Kat'e baktım yeniden. Gülümsüyordu. Belli belirsiz, belki başkasının anlayamayacağı kadar görünmez. Yine de... benim için yeterliydi. Dudaklarımdaki kıpırtıyı saklamak için başımı öne eğdim. Yeni bir çift vardı ortada şimdi. Sonra bir tane daha, bir tane daha... Çok daha profesyonel ilerliyordu karşılaşmalar artık. En azından Arch'ın çıkardığı sorun diğer adayların işi ciddiye almalarına yardımcı olmuştu sanırım.
Ve sonunda sıra Kat'teydi. Sahte bir isim kullandığından başımı tabletten kaldırdığımda onu görmeyi beklemiyordum. Ama kuyruğunu da sakladığı düşünülürse buradakilerin onu tanımasını istemiyor olmalıydı Kat. Neyin peşindesin kedi kız? Bir an için bakışlarımız buluşsa da benden çok daha büyük bir başarıyla gözlerini rakibinin üzerinde tutmayı başarmıştı o. Karşısındakinin tipine bakarak doğrusunu yaptığını söyleyebilirdim. Bela diye bağırıyordu ismi Charles olan adamın her köşesi. Modifikasyonları vücudunda öyle köklü değişiklikler yapmıştı ki sarı gözleri bir timsahınkiyle birebir aynı, derisi yakından pul puldu.
Diğer adayların tam şu an şansları için tanrıya şükrettiklerine emindim, oysa Kat azıcık bile etkilenmişe benzemiyordu onu bekleyen mücadeleden. Aklından geçenleri gözlerinde çakan yeşil kıvılcımlarda görebiliyordum. Bir yanım -mantığımı kesinlikle dinlemeyen kör olası yanım- müdahale etmek, müsabakayı başlamadan bitirmek istiyordu. Charles ağzını açıp sivri dişlerini sergilediğinde bu istek tüm diğer gerekçeleri silecek kadar kuvvetliydi. Modifikasyonlarını kullanamayacağını kendime hatırlatıp rahatlamayı denediysem de hala fiziksel olarak üstündü Kat'ten. Pisti, pisleşeceği sırıtışından belliydi. Yüzündeki derin façaları herhangi bir sokak kavgasında kazanmadığına emindim.
Kahretsin Sam! Eşleştirecek başka adam kalmamıştı sanki.
Elbette şu an müdahale edemezdim yarışa. O bir savaşçı! diye tekrarladım içimden. Birden fazla kez şahit olmuştum Kat'in kendini nasıl savunduğuna, nasıl dövüştüğüne. Şimdi nereden çıkıyordu ki bu gereksiz korumacılık? Aklını başına topla Tyron! Kendimi kontrol etmeye çalışsam da Kat bir kedi gibi gerilip saldırıya hazırlandığında benim de bedenimdeki tüm kaslar kaskatı olmuştu.
Ve işte koşuyordu kedi kız. Modifikasyonlarını kullanabilse sekerek tepesine çökerdi Charles'ın, emindim. Bunun yerine son anda kendini yere atıp minderde kaymış, rakibinin ayak bileklerine sağlam bir darbe indirip onu yere sermişti. Öyle hızlıydı ki kaçacak vakti olmamıştı Charles'ın, ama düştüğü yerden saldıracak kadar atikti. Kat yüzüne inen yumruğu görse de kafasını zamanında çevirememişti.
Ve çat!
Hayır! diye bağırıyordum az daha. Çarpmanın etkisini kendi bedenimde hissetsem midem ancak bu kadar çalkalanırdı. Sağa yuvarlanıp ikinci darbeyi ekarte etmişti Kat bu arada. Ayağa fırlayıp elinin tersiyle burnundan boşalan kanı sildi. Daha kolu yanına inmeden üzerindeydi Charles. Parmakları onu boynundan yakalamaya çalıştıysa da Kat'in kusursuz tekniği atağı savuşturmuş, üstüne önce sağ kroşe sonra da sağlam bir tekmeyle Charles'ı geri püskürtmüştü.
Güzel! diye düşündüm Kat yeniden kazandığı özgüvenle onun canına okurken. Birkaç dakika boyunca parkurdaki herkes gibi nefessiz onların savaş dansını izlemiştim ben de. Kat kesinlikle çok daha iyi bir dövüşçüydü Charles'tan. Hem de içindeki kediyi zapt ettiği halde. Rakibinin kontrolsüz saldırılarını muhteşem bir serinkanlılıkla ekarte ediyor, tertemiz darbelerle ve doğru manevralarla Charles'ı hırpalıyordu. Sonunda savurduğu uçan tekmeyle onu dizleri üstüne düşürdüğünde bu iş bitmişti benim için. Kat'se son bir darbeyle Charles'ı sırt üstü mindere serip finali öyle yaptı.
"Bu kadar yeter," dedim hemen. Aldığım derin nefes sesime yansımamıştı neyse ki. "Sıradaki çifte geçebiliriz."
Diğer adaylar gibi onlara müdahale etmemiş ya da mücadelenin uzamasına izin vermemiştim belki ama kimsenin bunun nedenini sorgulayacağını ya da Kat'in üstünlüğünü tartışacağını sanmıyordum. Kedi kız kesinlikle bu turun galibiydi. Zaten sözlerimle Sam başını hemen tabletine eğmiş, sonraki çiftin ismini okumaya başlamıştı. Kat başıyla beni selamlayıp yerine geçmek için arkasına döndüğünde kalbimdeki baskının hafiflediğini hissettim.
Fakat o an Charles tam da ondan bekleyeceğim şekilde bel altı oynamaya karar vermişti. Ayağa kalkıp Kat'e saldırması saliseler aldı sadece. Yine de arkasını zamanında dönecek kadar çevikti Kat. Kolunu tam zamanında Charles'la arasına kaldırıp boynuna geçecek sivri dişlere engel olmuştu. Ama o dişler bileğindeydi şimdi. Hayır, lanet olsun hayır!
Onun parkurda çınlayan acı dolu çığlığı, beynime sıçrayan kan, Charles'ın kırmızıya boyanan dudakları... Zaman durmuştu. Akıl ölmüştü. İçimdeki hayvandı kontrolde olan artık. Profesyonelliğin canı cehenneme! diye düşündüm arkamdaki masadan elime geçen ilk silahla. Düz, sıradan bir halattı bu. Pek çok insan için hiçbir işe yaramayabilirdi. Ben öne savurduğumdaysa Charles'ın boynuna dolanıp onu nefessiz bırakmıştı. Tüm nefretimle halata asılıp onu kendime çektim ve yüz üstü mindere kapaklanmasına neden oldum. İki eliyle boynunun etrafındaki kemende asılmış kurtulmak için debeleniyordu Charles. Bu kez botumla göğsüne bastırıp onu yere yapıştırdım.
"Senin gibi bir pisliğin yaşamasına izin vermem için tek bir neden söyle!" dedim burnumdan soluyarak. Charles'ın dibine çökmüş, havasızlıktan mosmor olmuş suratının üstüne eğilmiştim. Tam şu an dişlerini tek tek söküp ona yedirebilir, gözlerini bir bir oyup eline verebilir, küçücük bir hamleyle boynunu kırabilirdim. Evet, yapmam gerekenler kesinlikle bunlardı.
Kendine gel Tyron, hemen, şimdi, derhal!
Beni aklı selim olmaya davet eden sesi duymaya çalıştım basınçtan tıkanmış kulaklarımla. Özellikle Kat'e bakmıyordum, çünkü yüzünde yakalayacağım ufacık bir acı kırıntısı geri dönüşü olmayan saçmalıklar yapmama yetecekti. Tanrım, niye bu kadar öfkeliydim? Herhangi bir pislikti Charles. Arch'tan hiçbir farkı yoktu. Onu nasıl buradan kovup seçmeye devam ettiysem yine aynısını yapabilirdim. Yapmalıydım. Ama...
Sakin ol, sakin ol, sakin ol!
Charles ciğerlerindeki son havayı da tüketmiş, titremeye başlamıştı. Şu an ellerimde ölüp gitse bile rahatlayamayacaktım sanki. Benim de dişlerim kan için kaşınıyordu ağzımın içinde. Charles'ın etinden kopardığım bir parça tüm hıncımı tek seferde almama yardım edebilirdi.
"Tyron."
Kat! diye düşündüm. Kafamın içindeki tonlarca kanlı düşüncenin arasından bana ulaşmayı başaran onun sesiydi. Beni deliliğin sınırına sürükleyenin de o uçurumun kenarından çekebilecek olanın da kendi olduğunu biliyordu sanırım. "Ty," dedi biraz daha yanaşıp. Diğerlerinin onu duyamayacağı kadar sessizdi, ama soğuk bir ırmak gibi damarlarımdaki nefretin arasına akmıştı dudaklarından dökülen ismim.
Derin bir nefesle ağzımdan püskürmeyi bekleyen alevleri yutkundum. Sonunda halatı bırakmayı da ayağa kalkmayı da başarmıştım. Bunun geçici bir öz kontrol olduğunun farkındaydım elbette. Burada kalamazdım. Eğer elimden bir kaza çıkmasını istemiyorsam tabii... Şok içinde bizi izleyen adaylara kısa bir bakış atmam ve onlara sırtımı dönmem aynı saniye içinde oldu.
"Sen devam et Sam," diye seslendim en az diğerleri kadar şaşkın olan askerime.
O başını hızla aşağı yukarı sallarken ben Kat'i bileğinden yakalayıp sürüklemeye başlamıştım. Hissedebiliyordum, ses bulmayan ama bir gaz gibi peşimden odaya yayılan sonsuz soru vardı havada. Kat kimdi, ben neden böyle bir şey yapıyordum, neden bunu onun için yapıyordum? Tam şu an durup geride kalanların bu hareketim hakkında ne düşüneceğini ve bunun olası sonuçlarını değerlendirmem çok yerinde olurdu. Maalesef aradığım mantığa ulaşılamıyordu şu sıralar. Bacaklarım kendiliğinden hareket ediyor, pençem sıkıca Kat'i tutuyordu.
Önünden geçtiğim askerlerin çekingen bakışlarını bile göremeyecek kadar öfke bürümüştü gözümü. Geri dön ve o herifi öldür! diye tepiniyordu içimdeki kurt. Kat de etrafa yaydığım radyoaktif nefretle sersemlemiş olmalıydı; çünkü ben parkurun kalanını, koridoru, hatta basamakları geçerken bana direnmemiş, tek kelime etmemiş, odamın önüne geldiğimizde onu içeri çekmeme izin vermişti. Kapıyı kırarak kapatıp karşısına geçtim.
"Dur da yarana bakayım."
"Önemli bir şey değil," dedi Kat hemen kendini geri çekmeye çalışıp.
Öyle bir bakmış olmalıydım ki ona, çırpınmayı anında kesti. Kolu aramızda asılı, dudakları aralıktı hayretle beni izlerken. Kan içindeki gömleğinin kolunu sıyırırken öfkenin yeniden genzimde yükseldiğini hissediyordum. Şimdi diş izleri tüm çıplaklığıyla karşımdaydı ve Charles'ın boynunu kırmadığım için duyduğum pişmanlık diğer tüm duyguları yutacak kadar kuvvetliydi.
"Gerçekten Tyron," dedi Kat yeniden kolunu çekip. "Ben iyiyim. Konuşmamız gereken daha önemli bir şe..."
Ellerim bir anda başını iki yandan kavrayınca diyeceği ne varsa boğazına dizilmişti.
"Lütfen Kat," dedim ona doğru eğilip. "Bırak da yardım edeyim. Eğer dikkatimi hemen şimdi başka bir şeye vermezsem oraya geri dönüp o lanet herifi öldüreceğim. Gerçekten!"
"Hayır," dedi Kat hemen. Eli sanki kendimi kapıya atmamı engellemek ister gibi bileğimi tutmuştu. "Hayır, böyle bir şey yapmayacaksın! Charles zavallı bir adam Tyron. Aklınca kendini kanıtlamaya çalıştı o kadar." Gözlerimi yumup onun sözlerindeki bilgeliğe tutunmaya çalıştım. "Sokaklar onun gibilerle dolu," diye devam ediyordu Kat. "İnan tüm pislikleri öldüremezsin."
Oh, elbette öldürebilirdim. Özellikle de o pisliğin eli Kat'e uzandıysa... Kat de ona çevrilmiş bakışlarımda bu tehlikeyi görmüş olsa gerek "Tamam," dedi. "Tamam, yarama bak. Haklısın, mikrop kapabilir. Hemen temizlememiz lazım."
Birkaç santim önümde kocaman olmuş yeşil gözleriyle beni izliyordu. Ne yaptığımı anlamlandırmaya çalışır gibiydi bakışları. Ben ne yaptığımı biliyor muydum sanki ki o anlasın? Delilikti bu, saçmalıktı kontrolümü ele geçiren duygular. Gel gör ki yeniden kapıdaydı bakışlarım. Kırmak, koşmak, yakalamak, cezalandırmak istiyordum onun canını yakan herifi.
"Tyron," dedi Kat beni hipnozdan uyandırmaya çalışır gibi. "Oksijenli su lazım. Ve sargı bezi. Hadi!" Zorla ona çevirdim başımı yeniden. "Hadi!" diye üsteledi.
Elini çekmişti bileğimden, bense hemen indiremedim kollarımı. Hala kanıyordu burnu. Düşünmeden dudaklarına doğru süzülen kanı sildim baş parmağımla. Ona en son dokunmamın üzerinden iki hafta değil de saniyeler geçmişti sanki. O kadar tanıdıktı parmaklarımın altındaki teni, yumuşaklığı, sıcaklığı... Alnımı onunkine yaslayıp gözlerimi yumdum. Aldığım derin nefeslerle Kat'in kokusu ciğerlerime sızıyor, bedenimi ele geçirmiş hiddeti dağıtıyordu. Beni itebilir, kendinden uzaklaştırabilirdi. Oysa bir süre ne o ne ben hareket etmiştik. Az önce duvarları parçalamak isteyen içimdeki kurt tam bu noktaya kıvrılıp bu hislerin içinde kaybolmak istiyordu şimdi.
Ama...
Sakinleştikçe mantığım yeniden su yüzüne çıkmaya başlamıştı. Bir anlık bir şeydi, geçti, gitti, diye hatırlattı sevimsiz hafızam. Bir kez daha Kat'le yaptığımız konuşma kulaklarımdaydı. İmkansızlıklar, anlaşmazlıklar, Ace... Ne yapıyordum ben böyle? Ne yapmıştım? Yaşananlar film kareleri gibi zihnimde geri akarken ateşten kaçar gibi uzaklaştım ondan. Duygularımın kontrolünü yitirip fazlasıyla ileri gitmiştim. Kedi kızın tırmığını hala suratıma yememiş olmamın tek nedeni halime üzülmüş olmasıydı muhtemelen.
"Sen şöyle otur," dedim sandalyeyi işaret edip.
Gözlerimi kaçırıp arkamı dönmüştüm hemen. Şimdi aklım bir kez daha düzgün çalıştığından kendimi düşürdüğüm aptalca durumun iyice farkına varıyordum. Odanın en karanlık köşesine saklanma isteğine zorla direnip dolabın içindeki malzemeleri aldım ve Kat'in yanına geri döndüm. Bir kez daha ona yaklaşmaya cesaretim yoktu.
Neyse ki "Bana ver," demişti Kat ve pamukla şişeyi elimden alıp hızla yarasını temizledi. İki dakika sonra kolundaki ısırığın etrafı sarılıydı bile. Kalan temiz pamukla da yüzündeki kanı silip işini bitirmesi beş dakikadan fazla sürmedi. "Şimdi," dedi arkasına yaslanıp. "Asıl konuya gelebiliriz."
Masaya yaslandım karşısında. Ben öfke nöbetiyle kafayı yerken esas soruyu sormayı sahiden de atlamıştım. Kedi kızın benim çöplüğümde ne işi vardı?
"Sana vermem gereken bir şey var," dedi kotunun arka cebine uzanıp. Parmakları arasında gümüş bir şey parlıyordu az sonra. Sandalyesinden kalkmadan bana uzattı elindekini. Minik bir çipe benziyordu, ama çok da emin değildim.
"Nedir bu?"
Sesli bir nefes verdi Kat. Gözleri elimdeki çiple yüzüm arasında gidip geldi. Dudakları aralansa da hemen çıkmamıştı sözcükler. Hala ne diyeceğine ya da nasıl diyeceğine emin değil gibiydi. "Bu..." dedi sonunda. "Virüsü bitirecek formül."
Başım yan yattı sanki kulağım onun dudaklarından çıkan sesi yakalamak istermiş gibi. Biri vücuduma bağlı ipleri çekmişçesine masadan kalkmıştım ağır çekimle. "Nasıl?" dedim hayretle. "Siz... siz formülü mü buldunuz?" Dehşet, coşku, korku... her türlü duygu sığmıştı iki kelimeye. Kat başıyla onayladığında kontrolsüz bir kahkaha kaçtı dudaklarımdan. "O yaratıkları durduracak formül bunun içinde mi yani?" dedim avucumdaki minicik parçaya bakıp. "Emin misiniz?"
"Yüzde yüz. Aşı virüsün yol açtığı hasarı geri çeviriyor. Hasta olmayanları da virüse karşı koruyor."
Yeniden güldüm. Hayır kahkahaydı attığım. Metal çipi bir mucize gibi izlerken ileri geri yürümeye başladığımın farkında bile değildim. Bir an dünya kalbimde yükselen enerji için o kadar küçük gelmişti ki nereye sığacağımı, nereye uçup nereye konacağımı bilemedim. "Kat bu..." dedim sonunda yere, onun sandalyesinin dibine çöküp. "Bu kurtulduk demek, değil mi? Her şey bitti demek?"
Yeniden başını salladı Kat. Bu defa ne düşüneceğini umursamadan ona sarılmıştım. Bir anda, sorgusuzca, kalbimden geldiği gibi... Nasıl uzak kalabilirdim ki böyle bir anda ondan? Ölümleri bitirecek, insanlığı kurtaracak, dünyayı koruyacak anahtarı elime bırakıvermişti Kat. Aşıyı bulan oydu, bana getiren oydu, bana... başkasına değil, bana gelmişti. Hem de herkesten saklanarak...
Bu düşünceyle soğuk bir rüzgar esti tüm bedenimde yanan neşenin üzerine. Ondan uzaklaşıp dikkatle yüzünü inceledim. Geleceği kurtarmış biri için fazlasıyla endişeli görünüyordu Kat. Bir yanım aldırmamak, aldığım haberin mutluluğuyla sarhoş olmak istiyordu. Ama önümdeki yeşil gözler bana böyle bakarken bu bir seçenek değildi korkarım.
"Sorun nedir?" diye sordum çekinerek.
Başını yere eğdi Kat. Yeniden kaldırdığında artık bir yanlışlık olduğuna emindim.
"Sorun nedir Kat?"
Sıkıntıyla nefes verdi ve "Bu formülü benden aldığını kimse bilmemeli," dedi bir anda. "Annem burada olduğumu bilmiyor. Aslına bakarsan Fitz ve Flame'den başka kimsenin haberi yok. Formülü gizlice çıkardım laboratuvardan."
İşte bu duyduğuma anlam verememiştim. "Ama neden?" diye sordum hayal kırıklığıyla. "Hala bana güvenmiyor mu yani Dr. L.? Aşıyı başka nasıl Ark'a ulaştırmayı düşünüyordu ki?"
Dudaklarını büzdü Kat. "Sorun da bu," diye mırıldandı. "Annem aşıyı Ark'a ulaştırmayı düşünmüyor. Bunun laboratuvarın gizliliği için çok tehlikeli olduğunu söyledi. Yani... aslında haklı. Eğer bir şekilde formülü bizim bulduğumuzu anlarlarsa... bu bizim sonumuz olur."
İşte şimdi onu neyin böyle kapana kıstırdığını biliyordum. Annesine karşı gelmiş, laboratuvarlarının güvenliğini tehlikeye atmış, ona diretilen tüm kuralları çiğnemişti kedi kız. Şaşırmamalıydım aslında sözlerine. Bu tam da doktordan beklenecek hareketti. Ekibinin, özellikle de kızının güvenliğine karşılık tüm dünya... Koşullar ne olursa olsun hangi tarafı seçeceğini çok önceden göstermişti o. Zaten benim kafamı karıştıran da Dr. L'.in değil, bir başkasının seçimiydi.
"Peki sen?" dedim merakla. "Sen neden bana geldin?"
Bir an onu suçlamışım gibi baktı Kat suratıma. Ama sonra gözlerimde her ne gördüyse bakışı yumuşadı, dudakları iyice aşağı sarktı. "Bu doğru değil. Sırf biz güvende olacağız diye... Dışarıda insanlar ölüyor Tyron. Bunu durdurabileceğimizi bile bile hiçbir şey yapmadan bekleyemezdim."
Bekleyemezdi elbette. O Kat'ti. Her defasında beni yeniden şaşırtan, ayağımın altındaki zemini sallayan, doğrularıma yeni çatlaklar açan hep oydu. Ve şimdi kalbinde taşıdığı yükü ben de göğsümde hissediyordum. "Buraya nasıl girdin peki?" diye sordum.
Cevabı hazırdı Kat'in. "Tünellerden askeri üsse giremezdim. Moxie'nin, doğal olarak da annemin bundan mutlaka haberi olurdu."
"Sen de yukarıdan içeri girecek bir yöntem buldun?"
Omuz silkti Kat. "Viziteye Flame'le çıktık ki beni idare edebilsin. Fitz de kayıtlarınıza küçük bir dokunuş yaptı. Şu adaylardan biri gibi görünmem için..."
Elimde olmadan gülümsedim. Suçlu bir çocuk gibi tebessüm etmişti Kat de gülüşüme karşılık. Yine ışıl ışıldı gözleri. Onu izlerken düşünmeden edemiyordum: parmaklarım arasındaki çip mi daha mucizeviydi, içindeki formül mü, yoksa o formülü bulan, bana getiren, bunun için her yolu deneyen kız mı? Cevap öyle netti ki öne doğru uzanmıştım bile. Mantığım mantıksızlığım, doğrularım yanlışlarım hepsi bir çukura düşüp boğulabilirdi tam şu an. Tek bir arzu vardı zihnimde, ruhumda, bedenimde. Onu öpecektim. Centilmenliğin canı cehenneme! Ace'in canı cehenneme!
Kat'in tokadını yemeye bile kendimi hazırlamıştım da birinin tam da bu anda odama geleceğini hesaba katmamıştım. Ama bir kez daha ağlarını örüyordu işte kader. Kapı gıcırdayarak açıldığında ben geri çekilemeden sandalyeden sıçramıştı Kat. İkimizin de dehşetle kapıya dönüp davetsiz misafiri görmesi bir oldu.
Ve sonra, kapının eşiğindeki kız "Sevgilim?" dedi.
-BÖLÜM SONU-
Ve yazar yine en güzel anın ortasına baltayla dalar. Ama neden diye bir sorun. Acaba size şahane bir sonraki bölüm kurgulamış olabilir mi? Pek tabii olabilir. Umarım hızlıca yazıcam, yazar yazmaz da yükliycem =)
Yepisyeni, daha önce gitmediğimiz bir mekana götürücem sizi sonraki bölüm. Sürprizlere hazır olabilirsiniz.
Tabi oralara gitmeden önce kapının eşiğindeki kızı biraz konuşalım. Sevgilim diyerek içeri dalanın kim olduğunu tahmin ettiğinizi düşünüyorum. Peki şimdi ne olacak, onu tahmin edebilen var mı?
Hadi yazın bana, sizi ÇOOK ÖZLEDİMMM!
öpüyorum!!!!
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top