Bölüm 17
Güzel geceler canlar,
Araya biraz daha uzun zaman girse de yeni (ve bomba gibi bir) bölümle buradayım :) Hayatımda çok fazla şey oluyor, o nedenle önümüzdeki haftalarda ne kadar görüşürüz bilemiyorum. Ülke değiştirmek, ev değiştirmek, iş değiştirmek derken yazmak çok zorlaştı. Yine de elimden geleni yapacağım.
Sizi seviyorum ve keyifli okumalar diliyorum :)
E.Ç.
***
How did it feel when it came alive and took you, out of the black
***
BÖLÜM 17:
Kat
Panikten uzuvlarının fazla, elini sokacak ceplerin yetersiz geldiği anlar vardır ya, işte bu onlardan biriydi. Silahımı boşaltıp tekrar doldurmuş, botlarımın, ceketimin gizli bölmelerinin, bacağımdaki ve göğsümdeki askıların içine tek tek bıçaklar sokuşturmuştum. Sanki hareket ederek zamanın akışını hızlandırabilecek bir hamstermışım gibi laboratuvarın bir köşesinden diğerine, vagondan vagona, bir arkadaşımın yanında ötekine mekik dokumaya devam ediyordum. Ve saate son baktığımdan bu yana sadece beş dakika geçmişti. Hayır, dört dakika, 32 saniye...
"Biraz fazla mı heyecanlıyız kedicik," diye takıldı Fitz yeniden güvenlik vagonuna dönüp kendimi onun yanındaki sandalyeye bıraktığımda.
Sözlerini duymazdan gelip sanki çok anlıyormuşum gibi kodlarla kaplı ekrana diktim gözlerimi. "Bir hareket var mı?"
Fitz bıyık altından halime gülse de günlerdir yeterince benimle dalgasını geçtiği için daha fazla uzatmamıştı. "Oh, evet, fazlasıyla hareket var," dedi keyifle. Klavyede dans eden parmakları karşımızdaki görüntüleri teker teker değiştirmiş, önce büyük harita, sonra da teneke şehirden görüntüler yansımıştı ekranlara. Dördüncü bölgenin daha birkaç hafta öncesine kadar enkaza dönmüş çehresine bakıyorduk şimdi. Oysa o felaket resminin yerinde bambaşka bir manzara vardı artık. Üstelik tüm bu değişim sadece dört haftada yaşanmıştı.
Dört hafta...
Noah kardeşlerin basın açıklamasının üzerinden geçen süre buydu. Tyron'ın markette karşıma çıkıp anneme verdiği sözü tutacağını söylemesinin üzerinden de... İlk on gün derin bir sessizlik takip etmişti bu büyük vaatleri. Ne resmi kaynaklardan ne de teneke şehirdeki casuslarımızdan gelen bir haber vardı. Ya atılan adımlar Moxie'nin duvarın ötesindeki kaynaklarının bile ulaşamayacağı kadar gizli tutuluyordu ya da çok büyük oyuna getirmişti bizi Noah'lar.
O soyadını taşıyan kimseye güvenmemem gerektiğini biliyordum elbette. Yine de... korkarım bazen gerçek olamayacak mucizelere inanmak istiyordu insan. Bekleyiş devam ettikçe o gece markette içime dolan umuttan da bu kadar saf olduğum için kendimden de nefret etmiştim. Neyse ki Ace ve Ruby başta Flame'e, sonra da ümitlenmiş biz diğer zavallılara salaklığımızı hatırlatma görevini üstlenmişlerdi bu süre boyunca.
Hiç olmadığı kadar gergin bir hava vardı laboratuvarda. Neyi beklediğimizi bile bilmeden bekliyorduk resmen. Rutin görevlerimize devam ediyor, vizitelere çıkıyor, ameliyatlar yapıyor; ama adı konmamış, ortak bir iç buhranla yaşıyorduk. Annemin muhteşem profesyonelliğine rağmen moralinin bozuk olduğunu anlamak mümkündü. Benim kadar kandırılmış hissediyordu o da kendini muhtemelen. Ace'e gelince... Çukurdaki hareketinden sonra zaten aramız berbat olduğundan bir de üstüne bu moral bozucu tavırları binince koca bir öküz oturmuştu aramıza.
Fakat sonra, on birinci günde acayip bir hareket tespit etti Fitz teneke şehrin girişinde. Kamera görüntüleri Ark'tan şehre giriş yapan büyük tırlar kaydetmişti. Duvarın ötesinden gelen haberler takip etti bu garipliği. Moxie'nin casusları aynı anda Ark'ın üç yerinde başlayan inşaat çalışmalarının haberini ulaştırmıştı bize. Ve oradan buradan uçan havadisleri resmi kaynaklardan yapılan açıklama takip etti o gece. Leroy Noah ana karada, Tyron Noah ise yüzen şehirde projelerine başlamışlardı.
Söz konusu başkanın oğulları olunca kullanılan teknoloji de hız da problem olmuyordu belli ki. Yepyeni bir deneyim merkezi kuracağını ilan edişinin üzerinden üç hafta sonra, geçtiğimiz pazartesi ilk mekanlarını büyük bir kutlamayla açmıştı Lee. Günlerce televizyonlarda dönen reklamlardan sonra onlarca insanın merkezlerin önünde kuyruk olmasına şaşırmamak lazımdı belki, yine de ağzımız açık izlemiştik Ark'lıların bu yeni, alternatif eğlence batağına düşüşünü. Yüzlerce insan kullanmış olmalıydı merkezleri geçtiğimiz son üç günde. Üstelik Leroy sahiden de dediğini yapıp markette çalışan modifikasyoncuları ekibine katmayı başarmıştı.
Kardeşini sadece birkaç gün geriden takip ediyordu Tyron. Leroy gibi kameralar önünde bizzat boy göstermese de onun kurduğu yeni güvenlik sisteminin de bolca haberini yapmıştı televizyonlar. Bugün itibariyle dronlar teneke şehirde kullanımdan kalkacak, alfa askerleri sokakları korumaya başlayacaktı. Ama bu kadar değildi Tyron'ın yaptıkları. Yüzen şehrin güvenliğini halka bırakacağını söylediğinde hiç kimse onun buraya bir askeri üs inşa etmesini beklememişti elbette. Oysa bu girişimi için özellikle dördüncü bölgeyi seçmiş, moloz yığının ortasında yepyeni bir merkez yaratırken etrafına da sıfırdan bir yaşam alanı kurmuştu. Günler önce yıkık duvarların arasında yaşayan halk yepyeni evlerindeydi artık. Resmen koca bir bölgeyi iki haftada baştan yaratmıştı Ark'ın mimarları ve onların emirindeki robotlar.
Geride bıraktığımız bir ay boyunca yaşadığımız gelgitler düşünülünce hala imkansız geliyordu dördüncü bölgenin bu yeni haline bakıyor olmak. Arasında dolandığım enkazın üzerinde yepyeni bir yaşam yükseliyordu şimdi. Sırf bu görüntü bile gece gözüme bir damla uyku girmemiş olmasını açıklamaya yeterdi ya, bugünün başka bir önemi daha vardı. Bugün, Tyron'ın anneme verdiği sözü tutacağı gündü. Bugün, hayatımızda ilk kez kovalamadan, saldırmadan, canımızı tehlikeye atmadan ihtiyacımız olan malzemeye ulaşacağımız gündü. Sabahın yedisinden beri laboratuvarın bir köşesinden diğerine koşturmam bundandı işte. Ya da ne kadar denesem de ciğerlerime yeterli hava girmemesinin sebebi...
Tam bir hafta önceydi Olly'nin koşarak laboratuvara girmesi. Elinde bir kağıtla içeri daldığı gibi doğrudan yanıma koşmuş, yukarıdan bana bir mesaj getirdiğini söylemişti. Öyle heyecanlıydı ki olanları anlatırken ancak onuncu denemesinde tam anlayabilmiştim neler döndüğünü. Tünellerde nöbet tutan çocuklardan birine verilmişti bu kağıt. Bir askerdendi. Gerçek bir alfa askeriymiş! diye altını çizmişti Olly gözlerini kocaman açarak. Notu okuyana kadar bunun çocukların hayal gücü olduğuna emindim. Oysa kağıdı açtığım an aptal bir ifade yerleşmişti yüzüme.
Fitz beni nerede bulacağını biliyor.
T.
Notta yazan tek şey buydu ve bir başkası, hatta Fitz'in kendi için bile hiçbir şey ifade etmeyeceği ortadaydı. Bense marketteki geceye dönüvermiştim bir anda. Onca yol varken sahiden de planını bir hacker'ın eline bırakmayı seçmişti Tyron Noah. Buna gülmeyip de ne yapacaktım. Gülmüştüm elbette. Maalesef... Sonrası Ace'in suçlayıcı bakışları altında durumu ekibime izah ettiğim dakikalardı. Neyse ki konunun önemi benim markette bir başıma Tyron'la neden muhabbet ettiğim sorusunun önüne geçmişti.
Haritanın üzerinde en stratejik buluşma noktasını arayarak, operasyonu kurgulayarak ve Fitz'den adresi Tyron'a nasıl ulaştıracağıyla ilgili anlamadığımız teknik detayları dinleyerek harcamıştık sonraki iki saati. Trafiğin en yoğun, dikkatin en dağınık olduğu perşembe günü şüphesiz ki en ideal zamandı böyle bir buluşma için. Bir kez yükü teslim aldığımızda laboratuvara taşımak için normalde hasta transferi yaptığımız treni kullanacak, tünelleri Moxie'nin elemanlarıyla doldurup kendimizi güvene alacaktık.
Her şey kusursuz duruyordu kağıt üstünde. Yine de Fitz'in mesajı Tyron'ın telefonuna ulaştırdığını görene kadar bunca planı boşuna yaptığımız gibi bir kaygım olduğu doğruydu. Ama... Ekibimizin dahisi şüphelerimi bana yedirmekle kalmamış, bir de Tyron'dan gelen cevabı hepimizin gözüne sokmuştu.
Böylece geriye bir tek malzemeleri karşılamaya gidecek ekibi seçmek ve buluşmayı beklemek kalıyordu. Kolumu kaldırıp ben, ben, ben! diye zıplamak istediğim doğruydu ya abartılı heyecanımı içimde tutmayı başarmıştım. Annemin bir bahane bulup beni geride bırakacağına emindim zaten. Ama hayat beni bir kez daha şaşırtmış, Moxie notun direk bana geldiğini hatırlatıp teslimatta olmam gerektiğini söyleyince diğerlerine diyecek pek bir söz kalmamıştı. Ace'in homurtuları ve Ruby'nin zorla kendini yanımıza yamaması dışında elbette... Sonuçta bugün, saat 16.00'da buluşmak üzere anlaşmış oluyorduk kurt çocukla.
"Son yarım saat kedicik," diye hatırlattı Fitz sırıtarak. "Dur da seni olayın merkezine götüreyim!"
Klavyede birkaç tuşa basmasıyla dördüncü bölgenin yerini yeraltı görüntüleri almıştı. Şimdi farklı açılardan tünellere bakıyorduk. Fitz "Malzemeleri hangardan çıkarıyorlar," dediğinde kalbim göğüs kafesimde sekti sanki. Konuşamıyordum. O sırada vagona giren Flame'se boğazıma düğüm olan heyecanı neşeli bir çığlıkla ortaya sermişti.
"Sahiden geliyor mu yani?" dedi ellerini birbirine çarpıp. İki adımda Fitz'in başında bitip kollarını onun boynuna dolamıştı. Çenesini omzuna yaslayıp dikkatle görüntüleri inceledi. Ben de öne eğilmekten alamamıştım kendimi. Heyecanlı bir spor müsabakası izleyen fanatikler gibiydik şu halimizle. Ama tarihi bir andı tanıklık ettiğimiz. İmkansız yaşanıyor, kendimi bildim bileli köşe bucak kaçtığım, karşısında durduğum, hakkımı almaya çalıştığım Ark bize yardım gönderiyordu. Tamam, yardımı yapan tam olarak Ark'ın kendi sayılmazdı ama... yine de...
Gülüşüm Flame gibi tüm yüzümü kaplayamadan dişimi dudağıma geçirip kendimi durdurdum. Emin olmadan havaya girmemem için uyarıyordu mantığım tekrar ve tekrar. Bir de... o sırada vagona dalan Ruby'ye ağzım kulaklarımda yakalanmak isteyeceğim son şeydi. Bu operasyonla ilgili içimizde en kuşkucu olan oydu ve Ace'le birlikte ilk günden bu ana kadar sürdürdükleri moral bozma aktiviteleri notun bana ulaşmasından bu yana katlanılmaz bir hal almıştı. Yine ters bir şeyler söyleyip heyecanımızı kursağımızda bırakacağına emindim ki annem girdi içeri hemen ardından. Ve en sonda da Ace.
"Evet, haber var mı?" dedi annem hızlı adımlarla yanımıza gelip başımıza dikildiğinde.
"Hem de ne haber!" diye şakıdı Flame neşeyle.
Ace'in yandan beni kestiğinin farkında olsam da bakışlarımı ekrandan çekemedim. Robotlar teker teker hangarın tünele açılan kapısından dışarı çıkarıyordu tam o sırada. Önce beş, sonra on, sonra yirmi robot saymıştım. Yük taşımak için kullanılan işçi makinalardı bunlar. Mekanik kolları arasında üst üste tutturulmuş dev koliler taşıyorlardı. Kutuların üzerindeki altın yaldızlı yonca sembolünü kameranın mesafesine rağmen hemen tanımıştım, çünkü tıbbi malzeme yüklenmiş tüm tırların üzerinde, içinden çıkan kasalarda, şişelerin etiketinde aynı logo olurdu.
"Harbiden geliyorlar," dedi Fitz kendi kendine konuşur gibi. Hayranlıkla şaşkınlık arası bir ifadeyle seyrediyordu robotların hareketini. Kurulan askeri üsten direk yer altı tünellerine bağlanan bir geçiş inşa edildiğinden yüzeye hiç çıkmadan, doğrudan onlara verdiğimiz buluşma noktasına gelebilecekti robotlar. Böyle bir geçişi hangi askeri gerekçenin arkasına sığınıp da mimari plana dahil etmeyi başarmıştı Tyron bilmiyordum. Ama olur da bugünkü sevkiyatı başarıyla atlatırsak bundan sonra aynı yolla malzeme transferi yapabileceğimiz anlamına geliyordu bu. Tamam, kurt çocuğun beni biraz şaşırttığını kabul edebilirdim belki. Sadece birazcık.
"Rota üzerindeki tüm kameraları kontrol ettiniz değil mi?" diye sordu annem gözlerini ekranlarda gezdirip.
Fitz'in parmakları anında tuşları dolaşıp çeşitli görüntüler taşımıştı karşımıza. Şimdi tüneller boyunca yerleştirdiğimiz farklı kameralardan canlı izliyorduk yeraltını.
"Tüm kameralar aktif doktor," diye tasdikledi Fitz gördüklerimizi. "Moxie'nin ekibi kontrol noktalarına yerleşti, telsiz bağlantıları yapıldı. Teslimat ekibi trenle yola çıkmak için haber bekliyor."
Robotlar hangarı terk etmiş, ilerleyişe başlamıştı o sırada. Başında, ortasında ve sonunda olmak üzere toplam altı asker eşlik ediyordu konvoya. Gözlerimin kısaca grubu taraması Tyron'ın onlarla birlikte olmadığını anlamam için yeterliydi. Yeni güvenlik sisteminin bugün hayata geçtiği düşünülürse generalin bir grup kaçağa yardım götürmekten daha önemli işleri olması normaldi sanırım. Önemi yok diye hatırlattı hemen bilge bir ses kafamın içinde. O malzeme bize geldiği sürece diğer hiçbir şeyin önemi yoktu.
"Kat," dedi robotik bir ses o an. Ben düşüncelerimden uzaklaşıp konuşanın hoparlör olduğunu anlayana kadar devam etmişti Moxie. "Yola çıkmaya hazırız. Motorların yanında bekliyorum. Ruby, sen de trene geç!"
Oturduğum yerden zıplayarak kalkmıştım resmen. Şu ana kadar nefes alamadığımı sanıyordum, şimdiyse bedenim oksijensiz solunuma geçmişti tamamen. Hayır, korku değildi her köşemin buz kesmesine neden olan. Enstitü saldırısında yaşadığım panik atakla da alakası yoktu midemde patlayan volkanların. Bu... gökkuşağının altında bir kova altın bulacağını bilerek yola çıkmaya benziyordu. Oradaydı mutlu son, ulaşabilirsem benimdi. Yine de... zaferle aramızda hala aşılması gereken karanlık bir orman olduğu gerçeğini değiştirmiyordu bu. Bir de... seyahat arkadaşım tam bir sürtüktü.
"Hadi, oyalanma," dedi çoktan kapıya ulaşmış olan Ruby.
Benim yerime gözlerini deviren Flame oldu. Onu umursamadan kollarını boynuma dolayıp "Git ve ilaçlarımızı al," diye fısıldadı kulağıma neşeyle.
"Dikkatli olun," demişti annem Flame beni bırakır bırakmaz. Eli omzumdaydı. "İşler ters giderse malzemeleri unutun ve derhal b-planına geçin."
"Biliyorum anne!" dedim kaşlarımı kaldırıp. Tyron'ın ihaneti, Noah'nın sevkiyatı öğrenmesi, asker isyanı, robot saldırısı, asilerin müdahalesi gibi çeşitli felaket senaryolarına karşı bin kez üzerinden geçtiğimiz b, c ve hatta d planlarından bahsediyordu annem. Böyle bir durumda laboratuvara dönemeyeceğimiz için yeraltındaki güvenli sığınaklardan birine saklanmamız gerekecekti yardım gelene kadar. Tanrım, lütfen işler bu kez boka sarmasın! diye geçirdim içimden kapıya yöneldiğimde. Belki de dua ederken küfretmemek daha akıllıcaydı, ama son anda gözüme takılan Ace'in tasvip etmeyen bakışları içimdeki tüm olumlu duyguların üstüne kibrit atmıştı.
Neyse ki o trene, ben motorları tuttuğumuz depoya yöneldiğimden Ruby'yle yollarımız ayrılmıştı beş adım sonra. Moxie ve ben buluşma noktasına önden gidecek, ortamı kontrol edip malzemeleri teslim alacaktık. Trense yükü toplamak için ardımızdan gelecekti. Tüm kozlarımızı bir anda Ark'ın askerlerinin önüne sermek istememişti annem. Ne diyebilirim ki, o her daim temkinli ve bilge bir kadındı. Ama ben Moxie'yle takılmayı daha eğlenceli buluyordum. Motosikletin üstünden bana attığı tek bir bakışla dudaklarım yukarı kıvrılmıştı bile. Asla belli etmeyecek olsa da bu görev için benim kadar heyecanlı olduğuna emindim. Ne de olsa işler istediğimiz gibi giderse en çok onun adamlarının hayatı kolaylaşacak, belki de bir daha tehlikeli akınlara gitmeleri gerekmeyecekti.
"Hazır mısın?" diye sordu topuğunu pedala çarpıp. Dokunuşuyla motoru kükremiş, beraberinde benim de kalbim ateşlenmişti.
"Hem de nasıl," dedim onun yanındaki motosiklete tırmanıp. Hemen sonra bana fırlattığı anahtarı havada yakalayıp deliğine sokmuştum. "Yola çıkıyoruz," dedim kulağımdaki ekibe. Her hareketimizi zaten izlediklerini bildiğim halde böylesi çok daha havalıydı. Ve sonra...
"Geride kalırsan beklemem," dedi Moxie ve bir anda öne atıldı.
Bunu beni kışkırtmak için yaptığını biliyordum. Ama bu bilgi sahiden gaza gelmeme engel olmamıştı. Şakadan da olsa hiçbir iddianın altında kalmayan, lanet olası bir yapım vardı, ne yapayım. Az sonra ağırlığımı öne vermiş Moxie'nin ardından tam sürat yol alıyordum tünellerde. Kestirmeden değil, güvenliğinden emin olduğu yoldan bizi dolandırarak hedefe götürecekti Moxie. Muhtemelen onu kaybetsem de söylediği gibi beni ardında bırakmazdı ya, oyunun dışında kalmaktan korkan küçük bir çocuk gibi hırsla sürüyordum motoru.
Bir süre sonra tek boyuta inmişti etrafımdaki dünya. Tek renk, tek ses, tek koku, tek bir his... Altımdaki canavarın bir parçasıydı vücudum. Tekerlerin ezdiği zemin kaslarımda titriyor, nemli hava tenime yapışıyordu. Vay anasına! Nasıl da özlemiştim bu deneyimi... Acil durumlar ve gerçekten hızlı olmamızı gerektiren işler dışında pek kullanmazdık motorları. Yeni dünyanın uçan bisikletlerine hiç benzemiyorlardı bizim depodakiler ne de olsa. Hala çalışır durumda olmaları bile mucizeydi aslında, o yüzden de fazla hırpalamamak gerekiyordu. Ama hiçbir teknoloji yoktu ki yeri yalayan kauçuk lastiklerin verdiği şu hazzı yaşatabilsin. Ya da motordan çıkan şu iç gıdıklayıcı homurtunun coşkusunu yaratabilsin.
Daha saatlerce yorulmadan, bıkmadan, sıkılmadan sürebilirdim bu yeraltı labirentinde. Elbette Moxie yavaşlamış ve hatta az sonra tamamen durmuş olmasaydı. Telsizine dokunduğunda ben de motorumu yanına çektim. Hemen durum raporu istemişti Fitz'den. Bu da olay yerine yaklaştığımız anlamına geliyordu. Ben kendimi yolculuğun heyecanına kaptırıp fark etmemiş olsam da buluşma noktasının kıyısındaydık. Ve karşıdan gelen cevaba bakılırsa beklediğimiz misafirler de mekanımıza teşrif etmişti.
"Birkaç dakika önce geldiler," dedi Fitz kulağımıza. "Hareketsiz bekliyorlar."
Ona cevap vermek yerine bana dönmüştü Moxie. "Gözün açık olsun. Bir terslik hissettiğin an aptalca bir şey yapmadan motoruna binip gazlıyorsun, anlaşıldı mı?"
"Anlaşıldı anne," diye mırıldandım bıyık altından gülümseyerek. Ama Moxie sözlerimi duymuş, ima ettiğim şeyden hoşlanmamıştı.
"Düş önüme!" dedi o tehlikeli bakışlarından birini atıp.
Laboratuvarda ona şaka yapmak başkaydı, savaş meydanında ise bambaşka... Cepheye bu kadar yakınken benim heyecanıma ortak bir yoldaş değil, profesyonel bir askerdi artık Moxie. Yeniden yola çıktığımızda bir teker ardımdan motorunu sürdüğü halde buram buram vücudundan yayılan gerginliği hissedebiliyordum. Neyse ki beş dakikalık kısa bir işkenceydi bu yolculuk. İki sağ, iki sol ve son bir sağ dönüşün ardından ulaşmaya çalıştığımız açıklık belirmişti karşımızda.
İlk önce koca silahlarıyla konvoyun birkaç metre önünde bekleyen iki askeri görmüştüm. Alfa ekibi diye düşündüm iyice motorun hızını düşürüp. Ordunun kalanı gibi mavi değil, siyahtı tulumları. Diğer herkesten farklı olduklarını göstermek istercesine göğüslerine alfa sembolü şeklinde gümüş bir arma nakşedilmişti. Motoru güvenli bir mesafede durdurduğumda hızla ekibin kalanını dolandı gözlerim, ama hemen yeniden öndeki kıza dönmüştü istemsizce.
Onu tanıyordum. Yanlış hatırlamıyorsam Misha olmalıydı ismi. Dördüncü bölgede mahsur kaldığımız gece Tyron'ı almaya gelen ekibin başındaydı bu kız. O gün geride kalıp yol açtıkları hasarı düzeltmesini istemişti Tyron ondan. Bugünse asilere yapacağı ilk iş birliğinin sorumluluğunu ona vermişti. Kim bilir, belki de generalin sağ kolu gibi bir şeydi ve iç güdülerim konuşmamız gereken kişinin o olduğunu söylüyordu.
Yandan Moxie'ye kısa bir bakış atıp sözsüz onayını aldığımda motordan yavaşça indim ve acele etmeden askerlere doğru yürüdüm. Özellikle yanımda değil, birkaç adım arkamdaydı Moxie. Bu tünellerin her köşesi onun adamlarıyla dolu da olsa başını laboratuvara sokana kadar tedbiri elden bırakmayacaktı. Tahmin ettiğim gibi yaklaştığımı gören Misha bir lider gibi birkaç adım öne çıkmıştı. Omzuna asılı dev silahı sırtına kaydırdığında bunu barışçıl bir resim çizmek için yaptığına emindim. Aman ne cici! Belki de o silahı hiç taşımaması gerektiğini söylemeliydim ona bir ara.
"Kat?" dedi ellerini önünde kavuşturup. Kısa kesilmiş kızıl saçları, boynunun yanından yarısı görünen ejder dövmesi ve atletik vücuduyla tehlikeli göründüğünü itiraf etmeliydim. Yine de ne yüzünde ne de sesinde aksi bir tavır yoktu kızın. Hatta başımla onayladığımda belli belirsiz bir tebessüm dolanmıştı dudaklarında. "Albay Misha," diye tanıttı kendini. "Alfa ekibi, beşinci komando alayının başı."
Bir an en az onunkisi kadar havalı bir unvanla cevap vermek istedim. Yeraltında kaçak yaşadığımı, Ark'ın en çok aranan suçlularından birinin kızı olduğumu ve yaşımdan fazla yasadışı operasyona bulaştığımı ele vermeyen tek bir sıfat bulamayınca "Kat," demiştim sadece. Neyse ki kendimi kötü hissedemeden Fitz'in sesi kulağımda çınladı ve tüm dikkatimi üzerine çekti.
"Hangarda hareket var. Askeri üsten biri çıkıyor. Dikkatli olun, bir tuzak olabilir."
Kontrolümü korumam ve duyduklarımı çaktırmamam gerektiği halde kaşlarım çatılmıştı anında. Dönüp Moxie'ye bakmak için duyduğum apansız isteği tırnaklarımı avucuma saplayıp bastırdım. Ama mimiklerimdeki değişimi yakalamıştı Misha.
"Lütfen sakin olun," dedi. "General Noah, Fitz'in yakaladığı görüntünün kendisine ait olduğunu bilmenizi istiyor. Halletmesi gereken işleri olduğu için bizimle gelemedi. Ama yolda. Bir de..." Gaipten gelen sesleri dinler gibi başı hafif eğilmişti Misha'nın. "Adamlarınıza saldırmamalarını söylemenizi rica etti. Durduk yere... kurşunlanmak istemiyormuş." Muhtemelen başka bir şeyler daha söylüyordu kulağındaki ses, çünkü gülmemek için neredeyse öksürecekti Misha. Ben ağzım açık onu izlerken boğazını temizleyip duruşunu dikleştirdi. "Biz bu arada sevkiyata başlayabiliriz, general mutlaka yetişecek."
Ha? dememek için zor tuttum kendimi. Dudaklarımdan dökülmeyen şaşkın ifadelerin tamamı suratıma yansımıştı büyük olasılıkla.
"Kız doğru söylüyor," diye onayladı Fitz kulağımda o sırada. "Gelen sahiden Tyron Noah ve görünüşe göre tek başına."
Fitz'in sesine Flame'in heyecanı karışmıştı bir parazit gibi. "Tanrım, o kullandığı alet nedir?"
Başımı sallayıp bir sinek gibi onları kovalamak geçti içimden. Neyse ki bu kez duygularımı içimde tutmayı başarmıştım. "Malzemeleri buraya bırakabilirsiniz," dedim Misha'ya. "Bundan sonrasını biz halledeceğiz."
Bu fikir kızın pek aklına yatmamış gibiydi. Gözleri şüpheyle pislik içindeki, loş tüneli taradı. "Malzemeler burada zarar görecektir. Robotlar güvenli bir yere taşımanıza yardım edebilir."
"Buna gerek yok," dedim hemen. "Burası yeterince güvenli."
Misha kesinlikle ikna olmamıştı. Ama gözleri bir an için sağa kaydığında kulağındaki sesin yeniden ona komut verdiğini anladım. Zaten hemen sonra derin bir nefes alıp başıyla onaylamış ve arkasını dönüp ekibinin başına gitmişti. Nedense Tyron'ın ona boşuna uğraşma, inatçı keçinin tekidir, hayatta ikna edemezsin gibi bir şeyler dediğini hayal etmek hiç zor değildi. Çok bilmiş, ukala dümbeleği kurt!
Bu arada robotlar Misha'dan aldıkları komutla kollarının arasındaki kolileri üst üste yığmaya başlamışlardı. Bir an sahiden de onca malı onların yardımıyla trene yüklemenin hayatımızı nasıl da kolaylaştıracağını düşünmeden edemedim. Elbette bu riske edemeyeceğimiz bir lükstü. Şimdi bile alfa askerlerinin bakışlarının tek tek üzerimde gezdiğini hissediyor, bekledikçe daha da geriliyordum. Sahiden güvenilirler miydi? Generallerinin bu gizli iş birliğini kendilerine saklayacaklar mıydı? Sanırım bunu da zaman gösterecekti bize.
Fazla değil, on dakika sonra robotlar taşıdıkları malzemeyi bir köşeye üst üste dizmiş, İngiliz anahtarını andıran elleriyle üzerlerindeki koruyucu zincirleri söküp çıkarmışları. Yüzünde hoşnutsuz bir ifadeyle yeniden yanımıza yürüdü Misha.
"İstediğiniz gibi malzemeleri bıraktık. Başka bir şey yoksa..."
"Teşekkürler," dedim gayri ihtiyari. Ark'lı bir askere teşekkür ettiğim gerçeğini idrak ettiğimde sonraki kelimeler boğazıma takılmıştı. Gözünü kırpmadan bizi avlayacak robotlar elleriyle laboratuvarımıza ilaç taşıyor, köşe bucak kaçtığımız askerler bize yardım ediyor ve biz düşmanımıza teşekkür ediyorduk... Bu, kıyametin kopacağı gün değildiyse neydi?
Soruma cevap verir gibi bir şimşek çaktı tünelin ucunda o an. Aniden köşeden fırlayan gölge aklımdaki tüm düşünceleri rüzgarıyla uçurmuştu. Bir... motordu sanırım gördüğüm. Ama daha önce hiç bu kadar hızlısına tanıklık etmemiştim. Tekerlekleri yoktu. Siyah parlak kasasının önünde mavi bir göz gibi parlıyordu farları. Ve üzerindeki...
"Ve general olay yerine teşrif eder," dedi Fitz'in neşeli sesi kulağımda. "Çarpışmaya beş, dört, üç..."
Son iki rakamı duyamamıştım çünkü fişek gibi ilerliyordu Tyron tünelde. Kendi adamlarını geçip kayarak önümüzde durduğunda yan yatmıştı altındaki yeni nesil motor. Botunu yere çarptığı ansa itaatkar bir at gibi duruverdi onunla. Şimdi aletin etrafına işlenmiş gümüşi kabartmaları oldukça net görebiliyordum. Tamam, bizim motosikletleri hala hiçbir şeye değişmezdim, ama bu da... bu da hiç fena sayılmazdı. Aynı işlemelerle süslenmiş kaskını çıkardı Tyron ve motordan indi. Her daim başının etrafında uçuşan dalgalı saçları şimdi her zamankinden de asiydi.
"Karşınızda Tyron Noah beyler bayanlar," dedi Fitz sanki kendisi bizzat gözlerimin önünde değilmiş gibi. Ben stresten buram buram terlerken o bas baya eğleniyordu içine düştüğümüz abuk durumla.
"Geciktiğim için özür dilerim," dedi Tyron önce bana, sonra Moxie'ye bakıp. "İşler yukarıda biraz... karışık bugün." Sahiden de öyle olmalıydı; çünkü az önceki havalı girişine rağmen yorgunluğu yüzünden belli oluyordu. Başını malzemelerin yığılı durduğu yöne çevirip yeniden bize döndü. "Malzemeleri burada bırakmamızı istiyorsunuz diye anlıyorum?"
"Evet," dedim. "Bundan sonrası bizde."
Bir an onun da Misha gibi itiraz edeceğini düşündüm, ama başıyla onaylamıştı. "Ekibe üsse dönmelerini söyle Misha," dedi kıza dönüp. "Kontrolü Simon alsın. Seninle ben biraz daha burada kalıyoruz. Konuşmamız gereken bir konu daha var."
Son sözlerini söylerken yeniden bana bakmıştı Tyron. Kız ikiletmeden askerlerin yanına koşturduğunda o da bana doğru bir adım attı. "Ben verdiğim sözü tuttum. Şimdi sıra sizde. Ne istediğimi biliyorsunuz. İçinde askerler olmadığı sürece o kurduğumuz üssün hiçbir anlamı yok. Ve doğru askerleri bulmak için yardımınıza ihtiyacım var."
Haklıydı Tyron. Hem o askerleri bulması gerektiği hem de annemin ona verdiği söz konusunda. Ben de eli boş gelmemiştim zaten. Misha yeniden yanımıza döndüğünde "Liste hazır," dedim uzatmadan. "Üsse döndüğünüzde Fitz tüm isimleri sana ulaştıracak. Biz de onların şu her yerde duyurduğunuz seçmelerinize katılmasını sağlayacağız."
Günlerdir aldığı en iyi habermiş gibi gülümsedi Tyron sözlerime. "Duydun mu Misha," dedi yandan kıza bakıp. "Sana harika bir ekip kuracağıma söz vermiştim."
"Evet komutanım," dedi Misha zoraki bir tebessümle. Generalinin kararlarını anlamadığı, muhtemelen tasvip etmediği, yine de itaat etmek zorunda kaldığı gergin yüzünün her köşesinden belli oluyordu.
"Yüzen şehrin güvenliğinden Misha'nın alayı sorumlu olacak," diye açıkladı Tyron kızın huzursuzluğunu görmezden gelip. "Buradaki askerlerin seçimi, eğitimi, görevlendirilmesi hepsi onun kontrolünde. O yüzden Fitz doğrudan ona iletebilir isimleri."
"General yakışıklı arkadaşıyla bir buluşma ayarlarsa neden olmasın," dedi Fitz kulağımda kıkırdayarak. Onu Flame'in itirazı ve annemin azarı takip etti. Ben bir şekilde yüzümün şeklini değiştirmemeyi başarsam da Tyron'ın dudakları yukarı kıvrılmıştı. Tanrım... Elbette kulağımın ötesinde onu dinleyen ekibin farkındaydı. Ve elbette bana söylenen her şeyi de duyabiliyordu.
Yüzümün kızardığını hissedince "Tamam," dedim bir an önce konuyu kapatıp bu fare kapanından kurtulmak için. "Söylediğin gibi yaparız. Şimdi... başka bir şey yoksa..."
Tyron kaçış çabama gülümseyerek karşılık vermişti. "Son bir şey," dedi. "Roxanne... markette modifikasyoncuları yönetiyormuş. Tanıyor musunuz?"
Moxie'ye bakmaktan kendimi alamadım. Zaten ben bir şey diyemeden o "Ne yapacaksın Roxanne'i?" diye sormuştu en suçlayıcı sesiyle.
Tyron "Lee..." dedi sıkıntıyla. "Kurduğu merkez için onunla iletişimde. Çalıştırdığı adamları o sayede buldu. O kadına güvenip güvenemeyeceğini öğrenmem lazım."
İşte şimdi gülme sırası bendeydi. Öyle kontrolsüzce püskürmüştü ki kahkaham panikle dudaklarımı birbirine bastırdığımda dilimi yutuyordum neredeyse.
"Rox'a güvenmek mi?" dedi Moxie tepkimi kara delik gibi yutan bir tiksintiyle. "O kadın sürtüğün tekidir! Arkanı döndüğün an seni en az üç yerinden bıçaklar, sonra da içkisini yudumlarken kan kaybından ölmeni izler."
Tyron'ın bariz şekilde beti benzi atmıştı. Bakışları bir an kafasının içindeki kötü düşünceleri kovalar gibi tünelde dolandı. Sonra sıkıntılı bir nefes vermiş ve "O halde ona arkamı dönmemem lazım," demişti. "Onu nerede bulurum?"
Moxie'nin tek kaşı havaya kalktı. "Bunu bize değil de kardeşine sorman gerekmez mi?"
Normalde ona sokulan lafın altında kalacak bir çocuk değildi Tyron. Ama söz dalaşı için bile fazlasıyla yorgun olmalıydı. "Lee'nin haberi olmasını istemiyorum," dedi dürüstçe. "Ona ulaşmama yardım edebilir misiniz?"
Tyron bir bana bir Moxie'ye baktı. Bizim laboratuvardaki karar merciinin ben olmadığımın farkında değildi herhalde. Annemin kulağımda bir şeyler söylemesini ve bize yön göstermesini bekledim, oysa konuşan Moxie olmuştu.
"Fitz bir şeyler bulabilir sanırım."
"Tabii ya," dedi Fitz kulağımda. "Fitz adres gönderir, Fitz liste gönderir, Fitz Roxane'i bile gönderir. Fitz olmasa ne yapacaksınız acaba?"
Tyron Fitz'in sözlerine gülümsedi. "Sahiden Fitz olmasa ne yapacağız?" Bana bakıyordu şimdi. Roxanne'in onun omuzlarındaki diğer yüklere eklediğini resmen gözle görebiliyordum. Onu Lee'nin peşinden bizim çöplüğümüze getiren kaygı vardı yine gözlerinde. Buna rağmen tebessümünü korumayı başarmıştı. "Teşekkürler," dedi bir adım gerileyip. "İyi bir alışveriş oldu. Doktora da teşekkürlerimi iletirsiniz. A... bir de Fitz'e elbette."
Gözleri benim üzerimde olsa da sözleri onu dinleyen ekibeydi. Başıyla Moxie'ye selam verip son bir kez bana baktı ve motosikletine yöneldi. Misha komutanını takip etmişti anında. Tyron kendi kaskını ona uzattığında bir an itiraz edecek olsa da tek bir bakış kızı ikna etmek için yeterliydi. Tyron ve Misha arkalı önlü motora yerleştiler. O an bir şarkı başladı kafamın içinde. Başardık, başardık, başardık! diyordu inliyordu sesler her notadan. Az ötede bizi bekleyen malzemelere bakarken mideme hapsolmuş kelebekler yeniden çırpınmaya başlamıştı. Derken bir anda değişiverdi bu tablo.
"Siktir!" diye bağırmıştı Fitz. "Arkanda Kat! Tünelde biri var!"
Bir tuzak! diye inledi kalbim silahımı çekerken. Bize tuzak kurdular! Her şey yalandı. Kandırıldık! Oyuna geldik! Aldatmacaymış!
Moxie de anında saldırının geleceği yöne dönmüştü, ama "Dikkat!" diye bağırdı Fitz. "Bir kişi değil, birden faz..."
Onun sesini bir çığlık kesmişti. Misha... Kızın üstüne çullanan ve onu motordan söküp yere savuran gölgeyi göz ucuyla görmüştüm; çünkü benzer bir karanlık benim üzerimdeydi. Silahımı öne uzatamadan Moxie'nin yaylı tüfeğinden çıkan ok saldırganın boynunu sıyırıp geçmişti. Yok artık! diye düşündüm dehşetle. Moxie asla hedefini şaşırmazdı. Oysa bu davetsiz misafir öyle hızlıydı ki...
Ah...
Oktan kaçan yaratığın omzuma çarpmasıyla bir an havada, sonraysa kıç üstü yerdeydim. Düşmanın kim ya da ne olduğunu çözmeye vakit yoktu, çünkü yaratığın yüzümün birkaç santim önünde bitmesi iki saniye sürmüştü. Ağzını açtığında yaralı bir hayvan gibi acı dolu bir yakarış yükseldi. Çürümüş, sivri dişleri arasından siyah salyalar akıyordu. Bir insanı andıran hatlarına rağmen kesinlikle bir insan olamazdı. Böyle bir güç... siktir! Kolumu oynatıp silahıma ulaşamıyor, pençelerimi kullanamıyor, altında hareket bile edemiyordum.
Fakat o an koca bir delik açıldı yaratığın alnının ortasında. O sağa devrilirken kendimi hızla altından çekmiş, beni kurtaranın Tyron'ın atışı olduğunu görmüştüm. Ölmediğime emin olmak için gözleri bir saniye üzerimde oyalandı sadece. Koluna yapışan dişler dikkatini anında diğer yöne çekmişti. Avını çenesine kıstırmış aç bir aslan gibi yakalamıştı yaratık onu. Silahı düştüğünden diğer eliyle bıçağına uzanıp düşmanının göğsüne saplamak istedi Tyron. Başarılı olacağına emindim. Nasıl dövüştüğünü, ne kadar güçlü olduğunu biliyordum. Oysa dehşet verici bir hız ve idrak edilemeyecek bir kuvvetle karşı duvara savurmuştu yaratık onu. Başı sertçe yere çarptığında gözleri kapandı bir an.
Ne?
Hayır! diye bağırıyordum içimden ona doğru koşarken. Ama Misha benden daha hızlıydı. Düştüğü yerden sıçradığı gibi komutanın yanında bitmiş, indirdiği tek bir yumrukla yaratığı Tyron'ın üzerinden almıştı. Bir... kanguruydu... sanırım. Önemi yoktu. Taşıdığı koca silahı doğrultmuştu bu kez düşmanın üstüne. Ama canavarı vurmaya kalktığında duvardan duvara sıçrayıp lazerden kolaylıkla kaçtı. Olan çatırdayan betona olmuş, tünelin tavanını boydan boya çevreleyen borulardan biri patlayıp içine sıkışmış gazı serbest bırakmıştı.
Ayağa kalktığı gibi Misha'yı kenara çekip düşen parçalardan kurtaran Tyron'dı bu kez. Bir an için göz göze geldiğimizde yüzündeki şoku ve çaresizliği yakalamıştım. Moxie'nin çoktan diğer adamları yardıma çağırdığını duymuştum. Yine de kulağıma bağırdım.
"Fitz, acil desteğe ihtiyacımız var burada."
Dört kişi... askeri eğitim almış, dövüşmeyi bilen, silah kullanabilen, tam dört kişiydik. Ve yaratıkların birini zar zor öldürmüş, geriye kalan ikisini ise ancak yaralayabilmiştik. Hepimiz kan içinde ve hasarlıydık. Tyron'ın kolundaki koca ısırıktan kan geliyordu. Misha'nın başı yarılmış, Moxie'nin dizinden altı parçalanmıştı.
"Nedir bunlar?" diye bağırdı Misha nefes nefese. Tıpkı Tyron gibi, onun yüzündeki dehşet de rol olamayacak kadar gerçekti. Bu da en azından Ark'ın tuzağına düşmediğimizi kanıtlıyordu sanırım. Sorduğu soruya gelince... hiç kimsenin bir cevabı yoktu. Şu an için hayatta kalıp merakımızı sonradan gidermekten başka şansımız da... Ortada toplanıp bir sonraki saldırı için sırtlarımızı birbirine vermiştik. Yaratıklar çığlıklar atarak daireler çiziyordu etrafımızda. Olur da buradan sağ kurtulmayı başarırsak çıkardıkları sesler ve iğrenç görüntüleriyle uzun süre kabuslarıma renk katacaklardı.
"Çok hızlılar," dedi Tyron kendi kendine konuşur gibi. Olduğu yerde sağa sola dönüp yaratıkları radarında tutmaya çalışıyordu. "Kafalarına yemedikleri sürece kurşunla ölmüyorlar, lazerden kaçabiliyorlar, lanet dişleriyle ısırıyorlar."
"Ve düz duvara tırmanıyorlar," diye ekledi Misha silahıyla yaratıkları takip ederken.
Benim de iki tabancam ellerimde, hedefe doğrulmuş haldeydi. Ama Tyron'ın da dediği gibi çok çok iyi bir atış yapmadığım sürece oyuncak silah taşımaktan farksızdı bu çabam. Yine de yaratıklar yeniden üzerimize dalışa geçtiğinde reflekslerim şarjörü üzerlerine boşaltmama neden olmuştu. Bir insan gibi iki kolu ve bacağı olsa da atışımdan kaçarken çekirgeden farksızdı yaratık. Üstelik aynı anda Moxie'nin yolladığı metal okları atlatmış, pençeleriyle duvardan kopardığı bir parçayı üzerimize yollamıştı.
Bir kedi olmasam o betonun altında pestildim şu an. Son anda duvardan sekip yere kondum ve boşalmış tabancaları fırlatıp göğsümdeki bıçaklara uzandım. Aynı anda iki yana açılan kanatlarıyla diğer yaratığın üzerine uçmuştu Tyron. Onu omuzlarından yakalayıp duvarla arasına kıstırdığında İşte bu! diye tezahürat etti içimdeki ponpon kız. Kendim için aynı heyecanı taşımıyordum maalesef.
Bir kez daha başıma musallat olmuş yaratığın hedefindeydim şimdi. Kana susamış bir pirana gibi kocaman açtığı ağzıyla üzerime geliyordu. Ete açtı sanki. Onu delirtecek kadar çok aç hem de... Ama tattığı benim etim olmayacaktı. Üzgünüm pis iblis! Onun yerden sıçramasıyla benim bıçağımı savurmam bir oldu. Muhteşem bir atıştı yaptığım. Ne yazık ki düşmanım bu denli hızlıyken şakağını sıyırıp geçmişti bıçağım sadece. Yaratığın sivri dişleri omzumu kıstıramadan son anda geri sıçradım.
O sırada tünelde saklanan destek ekiplerinden birinin yardımımıza yetiştiğini hayal meyal seçmişti gözlerim. Havada uçan kurşunları duyuyor, ama gözlerimi beni haklamak üzere olan yaratıktan alamıyordum. Hedefine kilitlenmiş bir roket gibiydi ve yeniden sıçrayıp kaçmaya çalışmama rağmen az sonra üzerimde oturuyordu. Bacakları arasına sıkıştığımda belki de etimin tadına bakacağını düşünmeden edemedim. Ama iyi bir yanı vardı bu saplantılı açlığın. Beni parçalara ayırmayı öyle kafaya takmıştı ki Moxie'nin atışından bu kez kaçamadı yaratık. Arkasından gelen okun ucu kafatasını yarıp alnının önünden çıktığında simsiyah gözleri yüzümde asılı kaldı bir an ve sonra ağzından fışkıran zift gibi kanın içine yığıldı. Öykk! İşte bu gerçekten, ama gerçekten çok iğrençti.
Ayağa kalkmama Moxie yardım etmişti. "İyi misin?" dedi kolumu sıkıp. Ona cevap veremedim.
"Vur onu Misha!" diye haykırmıştı Tyron tünelin diğer ucunda. Duvara kıstırdığı yaratık tükürükler saçarak elinden kurtulmak için çırpınıyordu. Ceketinin kolları paramparça olmuş, yüzü ve boynu kesik içinde kalmıştı Tyron'ın. Misha'nın da dehşetle onları seyreden diğer adamların da neden ateş etmekte tereddüt ettiğini anlıyordum elbette. Tyron ve yaratık sarmaş dolaş havada debelenirken yanlışlıkla generali vurmaları çok daha olasıydı. Bunu bildiği halde bir kez daha bağırdı Tyron.
"Misha, vur!"
Sakın vurma! diye itiraz ettim içimden. Delilikti bu. Göz göre göre Tyron'ın hayatını hiçe saymak demekti. Ama beni değil, komutanını dinlemeyi seçmişti kız. Lazer tünelin içinde parladığında benim midemi delip geçti sanki. Yaratıktan korkunç bir çığlık koptuğunda bir an başarılı olduğunu sandım Misha'nın. Umut saniyelere bile uzamamıştı. Yaratığın sezileri öyle kuvvetliydi ki bir kartalın pençelerini andıran ayaklarını Tyron'ın karnına geçirdiği gibi ondan kurtuldu ve doğrudan Misha'nın üstüne hücum etti.
"Hayır!" diye haykırdığını işittim Tyron'ın. Kendi acısı için değil, askerineydi yakarışı. Moxie tüfeğine yeni bir ok yerleştirirken benim elim botumdaki bıçağa uzanmıştı. Hepsi için çok geçti. Kolunu savurduğu gibi Misha'nın elindeki silahı bir kenara savurmuştu canavar. Elleri kızı omuzlarından yakaladığında bacakları da belinin etrafına dolandı. Ama ölümcül olan bunlar değil, Misha'nın boynuna geçen dişleriydi. Kaosun ortasında bile onun köprücük kemiğinden çıkan acı dolu çıtırtıları işittim. Parçalanan damarlarından fışkıran kan öyle şok ediciydi ki bayılabilirdim şu an. Oysa bu dehşet verici görüntü Tyron'ı durdurulmaz bir yırtıcıya dönüştürmüştü.
Korkunç bir kükremeyle yaratığın sırtına indiği gibi önce pençeleri boğazını parçalamış, sonra da bıçağı kafasını delip gözünden çıkmıştı. Bir süre daha ellerinde titredi hayvan, ama Tyron'ın onunla işi bitmişti. Son darbeyi yumruğuyla indirip onu metrelerce uzağa savurdu. Ve böylece düşmanlarımızın hepsini yenmiş oluyorduk. Maalesef ki beraberlerinde Misha'yı da arafa sürüklemişlerdi. Olduğu yerde titriyor, ağzından gelen kanla boğuluyordu kız.
"Misha!" diye yakardı Tyron yanına diz çöküp. Elleri akan kanı durdurmak için askerinin boynuna bastırıyordu. Şoku atlatıp yanlarına koşmam ve kendimi yere atmam iki saniye sürdü. "Ölüyor," dedi Tyron dehşetle bana bakıp. Onu kendi hayatı tehlikedeyken bile bu kadar çaresiz görmemiştim. Maalesef ki haklıydı, ölecekti Misha. Eğer hemen, şimdi müdahale etmezsek...
"Onu laboratuvara götürmemiz lazım," dedim. "Hemen! Fitz nerede kaldı tren?"
Anında kulağımdaydı arkadaşım. "Tren... hala burada Kat," dedi çekinerek. "Güvenlik için biz..."
Gerisini dinlemedim. "Lanet olsun Fitz, hemen yollayın şu treni!"
Şimdi Moxie de yanımıza çökmüştü. Tişörtünün ucuna uzanıp bıçağını geçirdi ve boydan boya kesti. "Bunu bastır," demişti kızın parçalanmış boynuna yerleştirip.
Elleri titrediği halde onu ikiletmedi Tyron. "Treni bekleyemeyiz," dedi nefes nefese. "O kadar dayanamaz!"
Kahretsin ki yine, yeniden haklıydı. Zaten gözüm başka bir çare bulmak için etrafı taramaya başlamıştı çoktan. Ama benden daha hızlı, daha panik halde ve daha deliydi Tyron. Ne olduğunu anlayamadan Misha'yı kucağına alıp ayaklanmıştı bile.
"Onu laboratuvara ben götürüyorum," dedi öne atılmadan önce.
"Ne, dur, bekle," diyemeden havadaydı. Sonra, kanatları iki yana açılıp tüneli kapladı ve öne atıldığı an rüzgarıyla bizi geri savurdu. İki saniye sonra uzakta küçük bir noktaydı sadece. İşte o an, beni nasıl ölümden döndürdüğünü, nasıl kollarında laboratuvara taşıdığını ve neden bu işi başka kimseye bırakmadığını anladım. O, Tyron Noah'ydı. Ve o uçan bir kurttu.
***
-BÖLÜM SONU-
Ve oyuna tanımlanamayan bir canavar dahil olur ;) Size bir sürpriz yapacağımı söylemiştim. Peki bu yaratıklar ne ola, kim ola? Nereden ve niye çıkmış olabilirler? Burada epey bir komplo teorisi bekliyorum sizden :)
Olan Misha'ya oldu. Ama bizim kedi kız ve ekibi onu kurtarı diyenler buraya bir mum diksin.
Son olarak artık karakterleri baya baya tanıdığınız için bu bölüm favorilerinizi bir duyayım istiyorum. Yazın bakalım, kim gitsin, kim kalsın :)
KAT
TYRON
LEROY
FITZ
FLAME
RUBY
MOXIE
WILL
JESS
DR.L.
DR.NOAH
Bir sonraki görüşmemize kadar, kendinize çok iyi bakın!
Sizi kocuman öpüyorum
E.Ç.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top