XXIX

y/n: çoook uzun bir aradan sonra merhabaa
artık bu hikaye, thirdperson pov(yani tanrısal bakış açısı) olarak yazılacaktır, her ne kadar hikaye içerisinde pov değişikliği yapmayı sevmesem de, açıkça buna mecbur kaldım:( umarım bu bölümü beğenirsiniz... tabi okuyan ya da bekleyen hala kaldıysa




Büyük tahta parçalarından yapılma iki kapının ardında, ülkenin asıl yöneticisinin odası bulunuyordu. Nesillerdir, tahta kim geçerse, sarayın en özel yerindeki bu büyük oda ona devredilirdi. Belki de oda kelimesi bu büyük alan için yanlış bir kelime olurdu. Birbirine bağlı 4 odacıktan oluşuyordu. İlki, kraliyet üyesinin büyük yatağını bulunduran odaydı. Yatak büyük camların tam karşısına konumlandırsa da koyu kadife perdeler her zaman kapalı olurdu. Yatağın hemen sağında büyük mermer bir şömine vardı. Duvarlarda atalarından kalma insanların portreleri bulunurdu ve zaman zaman değişirdi bu tabloların yeri. Yatağın ilerisinde ise, iki geniş koltuk ve odanın her bir köşesine konumlandırılmıştı büyük mumlar. Geniş yatağın dört tahta direğine bağlanmış koyu renk perdeler, fazla eski modaya aitti. Artık İngiltere'de kimse, evlenen kraliyet aile üyelerinin gerdek gecesinde yanlarında olmaya ihtiyaç duymuyordu. Kimse de böyle bir şeyi istemezdi zaten.

Yatak odasında üç ayrı kapı daha vardı. Bunlardan biri büyük banyoya gidiyorken, diğeri büyük giyinme dolabının, aynaların ve kraliyet ailesi üyelerine ait takıların olduğu giyinme odasına açılıyordu. Bir diğer oda ise, kral ya da kraliçenin çalışma odası olacak şekilde masa ve sandalyeyle doldurulmuştu. Ayrıca burada büyük bir kitaplık da vardı. Kütüphane yalnızca, kralların erişebileceği kitaplara sahipti. Buradaki perdeler asla çekilmezdi, güneş ışığını her zaman tam alırdı. Tüm bunlardan ayrı olan beşinci oda ise, yemek odası olarak sayılabilirdi. Uzun bir masa ve etrafına dizilmiş sandalyeler dışında, hiçbir şey yoktu.

Harry bu odaya babasının ölümünden neredeyse bir ay sonra gerçek anlamda taşınabilmişti. Onu kendi elleriyle öldürdüğü zamanları hatırlıyordu, yatmak üzere olduğu yatağa baktıkça. Oysa ki, öldürürken bir an bile tereddüt etmemişti. Sonuçta babası onu hiçbir zaman sevmemişti, Edward en başından beri alfa Harry'i sevmişti. Omegayı değil. Bu yüzden, bu oda, asla onu iyi hissettirmiyordu. En azından alışıncaya dek. Bunun için odadaki eşyaları değiştirtmiş, yatağı başka bir renge boyatmış ve kraliyet rengi olan lacivert çarşafların rengini değiştirmişti. Artık, bordo çarşaflar seriliydi. Perdelerin de aynı renk olmasını istemişti. Kraliçe Harry, -aslında herkes ona Kral ya da majesteleri derdi, Louis dışında, kraliçeyi yalnızca o kullanırdı- yeni hak ettiği odasına tüm bunlar sayesinde birkaç ay içinde alışmayı başarmıştı.

Görevlerini layığıyla günün her saati yerine getiren, kapıda bekleyen beta ve alfa asker de aynı şekilde alışmışlardı. Gerçi, Alfa Prens William, ne zaman kendisine kötü kötü baksa, kendini köşeye sıkışmış hissederdi. Ama onun görevi yalnızca her daim Kral'ını korumaktı. Bir de, o odasındayken kapısında beklemek ve içeriden gelen tüm sesleri duymak zorunda kalmaktı. Tabii, bu görev listesinde hiçbir zaman yazmazdı.

Harry'nin odasına alışmasının üzerinden neredeyse iki yıl geçmişti. Tıpkı kapı askerleri de neredeyse her gece ve sabah aynı seslere alıştığı gibi. Buna rağmen her defasında, onlar için farklı oluyordu tabii. O sabah, erken saatlerde ilk önce omeganın kıkırtısını duydular. İkilinin gözleri buluştuysa da, sessizce görevlerini yapmaya devam ettiler. Sonra, içeride birinin koştuğunu duyar duymaz alfa asker tedirginlikle elini kılıcına götürdü. Sonra içerideki alfanın sesi duyuldu, hem de ta kapının öteki tarafından. "Kaçabileceğini sanıyorsan yanılıyorsun minik yaramaz!" Ama Almanca söylediği için, askerler anlamamıştı. "Gel ve yakala." Ancak bunu, kendi dillerinde rahatlıkla anladıklarında alfa olan, Kral'ın kışkırtıcı ve şehvetli sesiyle derin bir nefes aldı. Sonrasında, her zaman ezberledikleri aynı sesler başlamıştı.

Louis onu halıya yatırmış bir halde gıdıklarken, Harry nefes nefese kalmıştı ve alfasından kurtulmak için çabalıyordu. Louis hiç de yorulmamıştı. Altında iki yana kaçmaya çalışan omegasına baktıkça hoşnut oluyordu. Dışarıdaki alfaların her şeyi duyduklarını biliyordu ve kıskanmak yerine tatmin oluyordu. Özellikle de, kıskandığı alfaya karşı. En başından beri onu gözü tutmamıştı sonuçta. "Hazırlanmalıyım. Bugün yapılacak o kadar çok şey var ki."

Mührünün üzerine derin bir öpücük bıraktıktan sonra, Kraliçesinin kıkırtısını yeniden kazanmıştı. Louis yerde kollarının üstünde durmayı bırakıp tamamen ayağa kalktı ve bulundukları çalışma odasından yatak odasına ilerledi. Burada giyindikten sonra, çok da kullanmadığı ona verilmiş odaya geçip yıkanması gerekiyordu. Ya da, burada kalıp Harry'nin yıkanmasını bekleyebilirdi, ki bu genelde her zaman çok uzun sürerdi. Bu yüzden üstünü giyindikten hemen sonra odanın büyük kapılarını kendisi açtı. Kapıda bekleyen iki asker hemen Prens'e yol verdiler. Louis her sabah alfa asker Oliver'ın suratında oluşan o üzgün, mor rengini andıran ifadeyi seviyordu. Sadistççe zevk aldığı bile söylenebilirdi.

Harry içi sıcak su dolu küvetinden çıkmadan önce beta ve omegalardan oluşan yardımcıları odasına çoktan doluşmuştu bile. Harry hepsini arkadaşı gibi görmekten asla çekinmezdi. Saçlarını tarayıp omuzlarına masaj yapan omega Scarlett'i ayrı bir severdi çünkü aralarında eli en yumuşak ve nazik olan oydu. Saçları yapıldıktan sonra, Harry ne giyeceğini seçerdi. Bazen, dantelli gömlekler ve kumaşları renk renk işlenmiş ceketler giymeyi severdi. Elbise giyme konusunda ise oldum olası tutkuluydu. O gün için kendisine sade, krem renginde ve aynı renkte tülleri olan bir elbise seçti. Üstüne ise siyah, arkası yere kadar uzanan kadife kabanını seçti. Kıyafetini giymesine yardımcı olduktan sonra bir beta, kabanın önündeki sık işlenmiş minik düğmeleri iliklemeye başlamıştı zaman kaybetmeden. Harry, bugün saraydan dışarı çıkacaktı. Halkı kendi gözleriyle görmek istiyordu.

İki yılda, bir hayli uzamış olan saçlarını biraz önce ören Scarlett, kraliçesine hangi tacı takacağını sorduğunda Harry yalnızca gülümsedi ve örgülü saçlarını ensesinin üstünde toplamasını istedi.

Sabahki yemeğini yer yemez, büyük kapısını kendisi açtı ve hiç vakit kaybetmeden uzun koridorda yürümeye başladı. Beta olan odayı korumakla görevliyken, alfa asker de peşinden kralını takip ediyordu. "Günaydın majesteleri." dedi Oliver.

"Günaydın Oliver, annem uyandı mı?"

"Evet majesteleri, prensle kahvaltı ediyorlar odalarında."

Harry, Oliver'a bakmadan yürümeye devam ederek annesinin odasının kapısına ulaştı. Alfa asker, görevi olan kapıyı çalma ve açma işinden sonra aynı bekleme konumunu aldığında, Harry sıkıntıyla nefesini vererek içeri girdi.

Hemen masada oturup uslu uslu yemeğini yiyen kardeşinin yanına gitti ve onu kucağına alıp sıkıca sarıldı. Charles de ağabeyine karşılık verirken, Harry annesiyle göz göze gelmişti istemsizce. "Bizlere katılmaz mısınız majesteleri?"

"Konsey toplantısından sonra şehre inmem gerekiyor. Charles'ı görmeye geldim."

Annesi suratını asarak masa başındaki yemeklere döndüğü zaman, Harry de kucağında sıkıca tuttuğu kardeşine çevirmişti başını. "Louis de seninle gelecek mi?"

"Elbette, sonuçta o ordularımızın komutanı."

"Komutan kraldan daha mı güçlüdür?" Charles'ın sorusuyla yaşlı kadın başını pişman olmuşcasına sallamaya başladı. Genç omega sinirlemişti.

"Bunları minik Charles'ın yanında konuşmak istemiyorum. Ayrıca onu yalan yanlış şeylerle zehirleyip durmaya devam edeceksen elinden alırım." Harry sertçe konuştuğunda bile halen annesi ona bakmamayı sürdürüyordu.

"Bir tek elimde o kalmıştı, onu da almakla mı tehdit ediyorsun?"

Harry iç çekerek Charles'ı kucağından indirdi ve elini bırakmadan odanın ilerisindeki duvara konumlandırılmış cama ve hemen önündeki sedire götürdü. Canı, her ne kadar annesinin söylediklerine bozulmuş gibi gözükse de, Harry'nin iki senedir canını sıkan şey tamamen bambaşka bir şey sayılırdı. O da; Louis'le asla bir çocuk sahip olamadıkları gerçeğiydi. Harry sorunun kendisinde olduğuna artık emin olmuştu. Suçlusu ise, ölen babası ve elbette o ilaçları vermesine asla engel olmamış annesiydi. Bu yüzden, annesini her ne kadar çok seviyor olsa da onu affedemiyordu. Dört yaşındaki Charles'sa, şu zamanlarda ona sürekli sahip olamadığı evlatlardan birini hatırlatıyordu. Bu konuyu ne zaman Louis'e açsa, henüz genç oldukları gerçeğini hatırlatıp kafasını buna takmış olmasından dolayı Harry'e kızıyordu. Ancak Louis haklıydı; Harry henüz on sekiz yaşındaydı, Louis ise yirmi üç. Düşünceler içerisinde dalıp giderken, kardeşinin anlattığı şeyleri tam dinleyememişti, üstelik konseydeki lordları bekletmemesi gerekiyordu.

~

Beyaz atına binmeden önce siyah başka bir kaban daha geçirmişti üstüne. Louis atını hemen onun yanında sürüyordu saraydan çıkarken, hemen arkalarında ise Hank ve Oliver geliyordu. Bu görev gezintisine, Leydi Tlon da eşlik etmek istemiş ve elbette, Harry onun bu nazik ricasını kırmamıştı. Arkalarında çok da asker olmadan saray kapılarını geçip şehre inmişlerdi. Ancak Harry, şehrin işlek yerlerini değil, köşe mahallelerini görmek istiyordu. Bu yüzden, yolları normalden belki de biraz daha uzun sürmüştü. Şehrin arka kısımlarına yaklaştıkça, insanların tuhaf bakışları da artıyordu. Louis, onun emniyeti için kabanının başlığını takmasını özellikle istemişti. Harry insanların ona bakma şeklinden, ne çıkartması gerektiğini bilmiyordu. İnsanların arasından atlarla geçerken, Harry gözlerinin buluştuğu her insana takılmış gibi başını çevirerek bakmaya devam ediyordu. Louis tuhaflığı fark edip herkese durmasını emretmişti. "Bir şey mi oldu majesteleri?"

"Belki de yürüsek daha iyi olacak."

Harry atından indikten hemen sonra eteklerini ve üstündeki kat kat kumaşları düzeltti. Harry, Louis'in elini tutarak boş sokaklar arasında yürürken ileride bir pazar yeri görmesiyle yerdeki çamurları umursamadan koşar adımlarla yanından ayrılmıştı. Geride bıraktığı alfaları da hızlanmak zorunda kalmıştı majestelerinin bu hareketiyle. Louis hemen arkasından yürümeye devam ederken özellikle de Harry'nin yürüdüğü yakın etrafı kesiyordu. Eğer biri ona doğru bir adım atarsa bile, Louis bunu önceden hesap edip refleksle Harry'i geri çekmesi gerekebilirdi. Alfa asker Oliver ve Hank de Louis'in hemen arkasındaydı. Alfa leydi ise, kontrollü bir şekilde en arkadan onları takip ediyordu ve etrafı kesiyordu gözleriyle. Pazar yeri o kadar da insan kaynamıyordu. Harry sanki bir şey ararmış gibi bakışlarını tezgahlarda tutmaya devam etti. Bazılarında çeşit çeşit ekmekler, bazılarında şekilli taslar, bazılarında ise meyve ve sebzeler bulunuyordu.

Harry insanların halini öncekilere göre oldukça iyi gördüğü için, sevinçle dolmuştu içi. İnsanların onlara tuhaf tuhaf bakmasına aldırış etmiyordu. Belki içlerinde kraliçelerini tanıyan bile olabilirdi. Harry mutlulukla Louis'e döndüğünde, onun aksine, gergin olduğunu fark etti. "Baksana, herkes ne kadar da mutlu."

Louis'in bununla çok fazla ilgilendiği söylenemezdi. İnsanları umursamıyordu, üstelik bencil olan halkları da asla sevmezdi. Bir şey demeden etrafını kolaçan etmeye devam etti, ta ki, Harry birden durup yerde oturan yaşlı kadına doğru yaklaştığını görünceye dek. Durdurmak için adım attıysa da, alfa Leydi onu durdurmuştu. Louis sinirle hırladığında, kadın da ona tereddüt etmeden karşılık vermişti. Bu hengamede ise, Harry kadına iyice yaklaştı ve onunla konuşmak istercesine yanına çömeldi. "Neyin var? Ne-"

Kadın aniden Harry'nin havada duran elini kaptığında, gözlerini telaşla büyüttü. "Eğer buradan kaçmazsan, mutluluk sana asla uğramayacak." Bu cümleyi söyledikten sonra, kadın aynı hızda Harry'nin elini bırakmıştı. Hala aynı şok olmuş ifadesiyle çömelerek dururken, Louis Harry'i kollarından tutarak kaldırdı. "Harry, ne yapıyorsun?"

"K-kadın bana, b-bir şey sö-söyledi...-"

"Hangi kadın Harry? Yerdeki ceset mi?" Harry gözlerini tekrar kadına çevirdiğinde, gerçekten de onun çoktandır ölmüş olduğunu gördü. Neyse ki, bayılmadan hemen önce Louis'e tutunmayı deneyebilmişti.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top