XXII
y/n: Bu hikayeyi yazmaktan kendimi alıkoyamıyorum!!! Bu arada medyadakiler kral edward ve eşi kraliçe omega
Louis,
Bu kağıt parçasında yazılanlar, aslında sana yıllar öncesinde söylenmesi gereken şeylerdi. Ama hayat bizi korkunç şeylerle karşı karşıya getirir. Bunu sen de bilirsin. Sen daha 15 yaşındayken seni ailenin elinden aldığım o kanlı günü hatırlıyor musun? Hem anneni, hem de ağabeyini kaybettiğimiz gün. O gün, Jolanka kollarımda son nefesini verirken, sana iyi bakacağımın sözünü vermiştim.
Kafan çok karıştı değil mi? Ne kadar büyük bir karmaşıklığa sebep olacağımızın farkında değildik ikimiz de, o zamanlar gençtik ve birbirimize delice aşıktık. Ama Jocasta, güzeller güzeli annen, birkaç sene sonra İngiltere elçisinin oğlu Mark'la evlendirilecekti. Gençken hayal kurmak kolaydır. Onun benim olacağını ümit etmiştim sadece.
Yıllar sonra, Jolanka öleli yıllar olduğunda ve sen bu saraydan gittiğinde, yardımcın Hank, boşaltılan evinizde Jolanka'nın eski mektuplarını bulmuş. Mektupların biri sayesinde aslında senin benim oğlum olduğunu öğrendim. Jolanka bunu benden saklamıştı. Ben öğrendiğimde ise, her şey çok geçti. Seni bile bile kurtların sofrasına yolladığım için kendimi asla affetmeyeceğim.
Sen bu kağıdı okuduğuna göre ben bu diyardan çoktan göçüp gittim. En başta baban olarak senin affına sığınıyorum. Sen beni affetsen bile ben kendimi asla affetmeyeceğim. Bu diyarlar artık senin, Clementine'ye iyi bak. Kral olduğunda onu göz ardı etme. Ne de olsa eski Kraliçe Omega ve karnında erkek kardeşini taşıyor. Eminim ki benden daha iyi bir baba ve kral olacaksın.
- Kral IV Willheim Auistin
~
Sabah güneşi, perdelerin arasından ince bir çizgi şeklinde odanın içine sızıyordu. Şöminedeki ateş çoktan sönmüştü. Tüm gece uyumamış ve sabaha kadar okuduğu mektubun etkisinden kurtulmaya çalışmıştı. Mektubu okumak için tam 3 ay beklemişti ve o aylar boyunca Louis, kendini toparlamaya çalışmak dışında hiçbir şey yapmamıştı.
"Dün gece uyuyamadın mı?" Yemek masasında hep beraber yemek yerken, sorgulayan ses Clementine'e aitti. Louis konuşmak yerine oturduğu baş köşede sadece başını salladı. İstemiyor da olsa formaliteden krallık yapmaya başlamıştı. Bu durum Clementine'in şimdiden ağrına gidiyordu çünkü karnında taşıdığı alfanın hisleri çoktan annesine geçmişti. Yine de Clementine kendi hislerini çoğunlukla bastırıyor ve Louis'in öyle şeylerde gözü olmadığını bildiğinden kendini bir şekilde rahatlatıyordu.
Hank büyük salona girene kadar bir süredir ortalıklarda gözükmemişti. Büyük kapı gürültülü bir şekilde açıldığında Louis'in kız kardeşleri hızla oraya döndü. "Louis seninle konuşmalıyız."
Hank, geldiği gibi Louis'i de hızla salondan çıkarttığında, Clementine ve kızlar salonda birbirlerine bakarken içlerinden kötü bir şey olmamasını diledi.
"Omegayı evlendirdiklerini duydum."
Louis yumruğunu öyle sıkmıştı ki, eklemlerinin bembeyaz oluşu Hank'in gözünden kaçmadı. "Kiminle?"
"Savaş Birliklerinin Komutanıyla, diye duydum." Hank, tepkisinden korkarak tuttuğu nefesini verdi.
"Bir şeyler yapmak zorundayım. Bana sakın engel olma." Louis hızla ayağa kalkıp kapıya yürüdüğünde, Hank da peşinden gitti.
"Aylardır ben de bunu söylüyorum."
Louis sinirlerine hakim olamadığında, herkes onun alfalık hislerinin -sonunda- harekete geçtiğinin farkına varmıştı. Bir an olsun yerinde durmuyor ve Tanrı'ya güneş batmadan bu saraydan çıkmış olacağına yeminler ediyordu.
Ağır kadife kumaşlarından kurtulup eski kıyafetlerine benzer fakat daha ihtişamlı duran deri, genelde avcıların üniformasını andıran takımlarını üstüne geçirdiğinde Louis'in tek düşündüğü şey Harry'e kavuşma ihtimalinin ne kadar gerçekçiliğe sahip olduğuydu. Louis, başındaki demir parçasını atarcasına saçlarından çıkardığında baş köşede duran Hank birden öne atıldı. "Hey! Orada dur bakalım. Onu çıkartamazsın."
"Ne? Kötü adam mıyım yoksa bir kral mı? İkisi birden olamam."
"Bu tacı çıkartırsan yerine takacak birini bulman gerek." Louis kafasını yavaşça yana doğru eğdi Hank'e bakarken. Hank anlamadığını belirtircesine ellerini kaldırırken kaşlarını kaldırdı. "Neden bana öyle bakıyorsun?."
"Zaten bir kraliçemiz var Hank. Tacı Clementine'e vereceğim." Birden gülmeye başladığında Hank, Louis'in suratındaki gülümsemenin kaybolmasına neden oldu. "Kes şunu."
"Dalga geçiyor olmalısın."
Louis hızla devam etti. "Omegaların yönetemediğini kimse bilmiyor çünkü denenmedi! Yıllardır atalarımız da dahil tek yaptığımız şey onları her şeyden mahrum bırakmak. Clementine'in benden daha iyi yöneteceğinden eminim." Hank şaşkınca onu izlerken Louis, tacı onun ellerine bıraktı. "Al. Bunu Clementine'ye vermelisin. En başından beri olması gereken buydu."
Louis tıpkı bir buçuk yıl önce yaptığı gibi, sarayından, ailesinden ayrılıyordu. Öncekinden tek farkı, amacı Harry'i öldürmek değil, onunla evlenmekti.
İngiltere zor bir ülkeydi, Louis bunu yıllar öncesinde babası sayesinde öğrenmişti. Sonrasında hiçbir Almanın kendi başına yapamayacağı bir şeyi yapıp tek başına bir ajan olarak ülkeye hatta ülkenin yönetildiği saraya gitmişti. Her şey başta çok zor ve stresliydi aslında zaman ilerledikçe stres ve gerginlik daha da arttı fakat Louis'in kafasını karıştıracak beklenmedik bir şey, Louis'in stresini azaltıp, hayatından haz almaya başlaması sebep olmuştu. Kaçırması gereken prense başlayan yasak ilgisi her şeyi daha da ilginçleştirmişti.
Louis biliyordu ki olması gereken buydu. Büyük acılar yaşanmadan asla bir şeylerin gerçek değeri anlaşılmazdı. Louis neredeyse 21 yaşını bitirmek üzereyken, çoğu şeyi yeni öğreniyordu.
Hank ve birkaç önemli alt sınıftan olan alfa ve betalar da Louis'leydi bu sefer, ama o yalnız hissediyordu önceki yolculuğu gibi. Harry olmadığı sürece hep böyle hissettiğini ve hissedeceğini biliyordu.
~
Yağmur saatlerdir hızını kesmeden yağmıştı ve Londra sokaklarında kimseyi bırakmamıştı. Yollardaki su birikintileri dakikalar sonra küçük göletler haline gelmişti ve ortalık güzel bir şekilde toprak kokmaktan yoksundu; aksine bazı dereler taştığı için berbat bir koku vardı. Şehrin üzerinde kapkara bir bulut mesken tutmuş, sanki aylardır oradan ayrılmamıştı. Louis buradaki insanların nasıl hayatta kaldığını merak ediyordu.
Deri eldivenlerinin içindeki elleri atın halatını sıkıca tutarak geriye çekti sarayın kapısına geldiğinde. Ne Hank vardı yanında ne de başkası. Kendisi gibi ıslanmış atının eğeri üzerinde rahatsızca kıpırdandığında, kafasındaki başlığı çıkarttı. Kapıdaki muhafızlar ellerini çıkartmak için kılıçlarında bekletiyolardı.
"Ben Alman Kralı Dördüncü Willheim Austin'in oğlu Louis William Austin. Kral Edward'la konuşmak için geldim. Amacım barış yapmaktan başka bir şey değil."
Ellerini o anda, balkonun sınırındaki trabzanlarına koydu ve saraydaki birden gelişen hareketliliğin sebebi olan, kapıdaki insanı görmeye çalıştı. Aklına ilk gelenin, o olmasını umdu. Parmak eklemleri soğuk ve ıslak mermeri sıkıca tutarken birden bıraktı. Kendine kızarak içeri geçti kim olduğunu merak etmemesi gerektiğini kendine tembihlerken.
"Öncelikle atından in. Üstündekilerin hepsini yere bırak."
Louis, kapı muhafızlarının dediklerini uygularken sabırlıydı. Son kez üstünü aradıktan sonra, muhafızların biri tehditkar bir şekilde kılıcı arkasından doğrultmaya devam etti yürüyüş boyunca, diğeri ise kontrollü bir şekilde Louis'e yolu gösteriyordu.
Tabi ki de, aptallık edip onu kralın odasına götürmeyeceklerdi. Ona ne yapacaklarını karar verene kadar zindana götürdüklerinde, Louis hiç de şaşırmamıştı. Kalın demir kapı sertçe arkasından kapandığında, hücresinde yalnız olduğuna sevinmişti belki de.
Kralın adamları hızla Edward'ın odasında bittiler, başta George olmak üzere hepsi Louis'in kendi elleriyle gelip teslim olmasını konuşuyordu. "Bu bir tuzak olabilir. Teke tek görüşmeniz çok tehlikeli." George kalın sesiyle öne atıldığında, Edward oturduğu yerden gözlerini devirdi.
"Bu odadaki hiç kimse aksini düşünmüyordu zaten! Onunla konuşma gereği bile duymuyorum!" Edward sinirle bağırdı. "Oğlumu çalan ve bir saray insanımızı yakan bir haine merhamet gösterecek değilim!"
"Sen de onun bir saray dolusu insanını ve ülkesinin kralını öldürdün." Arkadan, Omega'nın sinirli sesi duyulduğunda, eskisinin aksine kimse ona gülmemiş, birkaç adım geri çekilerek ona yol açmışlardı. "Barış yapmak için burada olduğunu söyledi."
"Kralın varken sana konuşma hakkı düşmez Harry." George, kollarını birleştirerek azarlarcasına konuştu. Harry, sinirle belinde taşıdığı hançerin kabzını kavrarken ona kötü bakışlarını belirtti.
"Daha kötü bir kral mı olmak istiyorsun? O zaman onu öldür! Tarih sayfalarına en zalim ve işe yaramaz kralı olarak sayfalara kazın."
Harry, büyük bir öfkeyle odadan çıktığında, odada kalan diğer alfalar ve betalar parlementosu, kendi aralarında neyin daha doğru olacağını tartışmaya başlamıştı.
Akşam olduğunda, siniri hala dinmemiş bir şekilde odadaydı. Gönderilen yemeği yedikten sonra, annesinin ve babasının daha iyi bir gelecek için içmesi gerektiğini söylediği ilaçları içti. Bunlar, hormonsal ilaçlar gibiydi. Harry biliyordu. Kendisindeki değişimi biliyordu ama engel olmuyordu. Hatta daha güçlü hissettiğini düşünüyordu. Louis yokken, çok güçsüzdü ve bu ilaçlar hayatta kalmaya yetecek kadar onu güçlü yapmışlardı. Bunun bedelini ise omegalık hormonlarını ve yeteneklerini günden güne kaybederek ödüyordu.
Şifonyerin üzerinde duran el aynasını kendine çevirdi. Üstü buğulanmıştı. Kenarda duran mendille buğuyu sildikten sonra görüntüsüyle karşı karşıya geldi. Louis gelmek için neden 3 ay beklemişti tanrı aşkına? Harry yaşananlar yüzünden birçok şeye lanet etti.
Aylar sonra, aynı saraydaydılar ve Harry onu görmekten korkuyordu. Sanki ona olan hisleri ona zarar veriyordu ve onu görmesiyle birden acı artacaktı. Omega korkuyordu, ağlamak istiyordu eskisi gibi hıçkırıklarını tutmadan. Ama kullandığı ilaçlar ağlamasına engel olmakta oldukça başarılıydı.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top