XXI

Y/n: Şu zamana kadar Louis' POV'du şimdi third person's POV  (aslında tanrısal bakış açısı ama detaylara inmeyelim zxnshjf) Umarım değişiklikten rahatsız olmazsınız ama mecbur gibi bir şeydim iki taraf da birbirinden kopuk çünkü.

Bir de oylar okuma sayısıyla ters orantıda oluyor. Neden okuyanlar oy vermiyor? Bölümü beğenmiyorsanız lütfen bunu belirtin eleştirilmek için hepimiz buradayız... Hepimizin emeğinin karşılığını alması önemli bir şey sonuçta :)

Gerçekten her şeye sahip olmasına ramak kalmıştı. Hepsi sadece kısa bir süre içerisinde, elinden kayıp gitti ve Louis ise olanları sadece izledi. Hiçbir şey yapamamış olmak bir tek sinirini bozmuyordu. Kendisini toparlayabilmesi için ne kadar süreye ihtiyacı vardı bilmiyordu. Ya da kendisini toparlayıp toparlayamayacağını.

Geçmişe baktığında, ne kadar çok zamanı boşa harcadığını fark edip üzülüyordu ve bu hiçbir işe yaramıyordu.

Ona sorulsaydı eğer, o sarayın içinde hak ettiği gibi ölmeyi seçerdi. Ama Clementine, hissettiği şeylerin gerçekleşmesinin ardından, bir umutla salona indiğinde Louis'i görmüş ve salona girdiği yerden genç alfayla birlikte geri çıkmıştı. Sarayın en gizli yerlerini ve kapılarını biliyordu, çünkü kendisinin de söylediği gibi, sarayı büyükbabası yapmıştı.

Yıllar sonra asıl gerçek babasını kaybetmişti. Tıpkı yıllar sonra karşısına çıkan gerçek aşkını, gerçek eşini, omegasını kaybettiği gibi ve bazı şeylerden öyle pişmanlık duyuyordu ki. Ne zaman gözlerini kapatsa onu mühürlemediği için Harry'nin gözlerinde oluşan hayalkırıklığı önüne geliyordu.

Şu an neredeydi? Yaşıyor muydu? Elbette yaşıyordu, o hala bir prensti ve krallığının varisiydi. Ama ne durumdaydı?  Belki de Louis'in öldüğünü düşündüğü için canı çok yanıyordu. Bir an bile onu düşünmeden duramıyordu.

Clementine onun hayatını kurtardıktan sonra, eski bir saraya geçmişlerdi. Burada yaşayan lordlar aileleri de o akşam yemekte oldukları için, sarayın kalabalık olduğunu söylenemezdi. Alman Krallığı, ülkesinin kralını ve tüm soylu üst sınıfını tek akşamda kaybetmişti. Herkes İngilizlerin geri gelip ülkeyi işgal edeceğini konuşuyordu. Bunlara Clementine de dahildi.

Sallanan sandalyesinde, camından gözüken küçük göleti izliyordu. Eli karnındaydı. Aslında belli bile değildi ama bebeği onu teselli eden tek şeydi. Birkaç gece yemekte kendini tutamayıp ağladığına şahit olmuştu Louis.

Onu izlerken, saraydan ayrıldıklarından beri aklından asla çıkartmadığı, göğsündeki cebinde sakladığı kağıdı tekrar eline aldı. Okumaya cesareti yoktu. Babasının ona daha başka neleri itiraf edeceğini bilmiyordu ve Louis hazır değildi. Bu yüzden kralın kanı bulaşmış ruloyu hiç açmadan ceketinin iç cebine tekrar yerleştirdi.

Elini, onu ürkütmemeye çalışarak Clementine'in omzuna yerleştirdi. Sandalyesi yeterince yavaş sallanmasına rağmen onu daha da yavaşlattı ve yavaşça elini, Louis'inkinin üstüne koydu. "Verdiği kağıdı okudun mu?"

"İçinde ne yazdığını biliyor musun?"

"Hayır, sadece yazarken çok zorlandığını biliyorum."

Odanın içerisindeki yatağın ucuna oturdu. "Okumak istemiyorum. Tanrım, inanamıyorum diye bağırmak istiyorum sürekli."

Clementine, eteklerini toplayarak sandalyesinden kalkıp yanına geldiğinde, Louis onu izliyordu. "Hank birkaç güne burada olacak."

"Teşekkür ederim Clementine, hayatımı kurtardığın için."

Gözleri tekrar dolmak üzereydi ki, kollarını genç adamın etrafına sardı ve çenesini boynuna dayadı. Sarılması karşılık bulduğunda, Louis'in algıladığı bu koku, kuşkusuz ona kendi Omega'sını hatırlatmıştı.

Günler artık eskisi gibi geçip gitmiyordu, geceler olmuyordu. Sabahlara kadar yatağında dönüp dururken o kadar huzursuz ve çaresiz hissediyordu ki Louis, kafayı yiyecek gibi olup son anda kendisini zorla sakinleştiriyordu. Hangisinin acısını ne denli yaşadığının farkında değildi, hangisine öncelik tanıması gerektiğini de bilmiyordu. Louis, tavanı izlerken aklındaki şey ölen babasıydı. Az kalsın onu öldürecekti, gerçeği bilmezken. Öyle bir şey yapsaydı, nasıl yaşayabilirdi ki gerçeği öğrendikten sonra? Neden bu kadar geç öğrenilmiş bir sürü gerçek vardı? Louis geçmişe dönmeyi tercih etti. Harry'le daha farklı şekillerde tanışabilirdi. Onu kaçırmak zorunda kalmazdı veya ağlamasına ve canının yanmasına sebep olmazdı defalarca.

O geceye özel giydiği kadife ayakkabısı çamura batıp çıkarken, yalnızca ayağındakilerin yumuşak kumaşına değil, elbisesinin eteğine de çamur bulaştırmıştı. Harry yolculuk boyunca tek başına kapatıldığı at arabasından indirilirken buraya, evine dönmesine rağmen hiç de mutlu değildi. Yanındaki iri kıyım şövalyenin verdiği kürkü üstüne geçirdi. Bu sayede saraydaki kimse onun kadınsı bir elbiseyle saraya geldiğini göremeyecekti.

Harry tüm bunlara karşı gelmek için çok yorgundu, neredeyse 1 hafta sonra geçtiğinde kimseyle doğru düzgün konuşmamış, yemek yiyememiş ve en kötüsüyse yaşadığı korku ve acıyla tek başına yüzleşmişti.

Nasıl dayanacağını bilmiyordu, Harry sadece tekrardan alfasının onu buradan kaçırmasını diliyordu. Onun ölmediğini umarak.

Babası Edward, annesinin ısrarı üzerine birkaç gün Harry'nin üstüne gitmemek adına onu rahatsız etmedi. Kraliçe, ne zaman onunla konuşmak için kapısına gitse, Harry herkese yaptığı gibi, onu da geri çeviriyordu.

O gün gelmişti. Harry, babasının karşısına çıktığında, birkaç gün öncesinde giydiği hayran olduğu uzun elbiseler yerine, hep burada giydiği erkeksi ayrı parçalardan oluşan kıyafeti vardı. Saçları ise geriye toplanmıştı.

Babası Harry'nin büyük yalanını, onun aslında bir omega olduğunu öğrenmişti. Bunu öğrendiğinde her şey için çok geç gibi görünüyordu. Edward hiçbir şeyi değiştiremezdi. Harry, ondan bir tokat bekliyordu, ama babası hiçbir şey yapmadı. Yavaşça çenesini kavrarken yüzünün ne kadar berbat halde olduğuna şaşırmamıştı. "Sana zarar verdi mi?"

"Senin adamların mı? Evet. Onlar sevdiğimi elimden aldı."

Kral, prensin yanağını bırakırken onu sertçe itti. "Bir hainden bahsediyorsun!"

Harry'nin tekrar gözleri dolmadan önce yumruklarını sıktı. "Neden acı çektiriyorsun? Öldür beni."

Edward bıkkınlıkla nefesini verdi. "Senin de bu duruma üzüldüğünü biliyorum ama ne yazık ki hala benim oğlumsun. Yaptığın onca şeye rağmen." Sözleri söylerken sertti.

"Bunların hiçbir mantığı yok!" Harry sinirle bağırmıştı. Edward yükselen siniriyle hızla ona döndü. "Tahta geçemem! Omegalar yönetemez!"

"Evet." Dedi Edward. "Ama bu senin suçun değil. Tahta oturacaksın, ama yöneten kişi baş şövalye alfa George olacak. Onunla evleneceksin."

Harry duyduklarıyla, arkada duran George'la göz göze geldi ve ilk kez babasını gerçek anlamda öldürmek istedi. George, Louis'i ve kral babasını öldüren, sarayı yakan, Harry'i alfasından alıkoyan adamdı. "Hayır," diye ağlamaya başladı. "Beni bu adamla evlendiremezsin."

"Yaşının da tuttuğuna göre; evet evlendirebilirim. George bana kendisinin değerini kanıtlamış oldu. Sen de böylece cezanı çekmiş olursun. Ya da ödülünü demeliydim. Seni yıllarca sürgüne yollamalıyken bir lordla evlendiriyorum."

Ayaklarına kapandı Harry, çaresizce. "Lütfen, baba! Benden başka her şeyi iste ama bunu yapamam. Kaldıramam!"

"Çekilebilirsin, Harry. Sör George ona odasına kadar eşlik et."

George, emrini başıyla onayladı ve Harry'i kaldırmak suretiyle kolundan tuttuğunda, ittirilmesine sebep oldu. Genç omega odadan tek başına hızlı ayrılırken hala göz yaşları sel olup tüm yüzünü ıslatıyordu.

Kapısını kilitledikten sonra içeride dakikalarca ağlamaya devam etti. Burada olacağına ölmeyi yeğlerdi. Louis'in onu tekrar buradan kaçırıp kurtarması için Tanrı'ya dua edebilirdi ancak herhangi bir şeye inancı kalmamıştı. Tek umudu Louis'in hala yaşamasıyken, bunu yaparken bile bir gün aksini öğrenmekten çok korkuyordu.

George'la evlenme ihtimali imkansızdan daha da uzaktı. Onunla evleneceği gün kendisini kesinlikle öldüreceği gündü. Harry kendi kendine acıyla mırıldandı.

~•~

Birkaç gün daha geçmişti. Louis her gece biraz daha geç dalıyordu uykuya. Sanki düşünmesi gereken şeyler her saat daha da artıyormuş gibiydi. Yatağından rahatsızlıkla kalktı. Camdan dışarıyı izlerken her zamanki gibi yağmur yağıyordu. Gözü masanın üstünde duran rengi kan kırmızısına çalan kağıt ruloya gitti. Belki de onu artık bekletmemeliydi. Babasının isteği üzerine okumalı ve onu anlamalıydı, yıllar öncesinden bunu yapması gerekiyordu oysa ki.

Kağıdı eline aldı. Ruloyu açarken vücudundaki titremeyi hissetti. Açmak üzereyken sarayın dışından gelen sesler yüzünden hemen geri bıraktı ve pencerenin yanına adımladı. Siyahlar içerisinde diğerlerinin önünde duran adam, atından inmeden önce başlığını çıkarttı. Gelen kişi Hank'ti. Arkada duranlarınsa kendi kız kardeşleri olduğunu anladığında Louis günlerdir ilk kez gülümsedi.

Yağmura aldırmadan en yakın dostuna ve kardeşlerine doğru koştu. Hayatta oldukları için Louis yeterince mutlu olmuştu zaten. Hank'e sarılmadan önce kız kardeşlerini teker teker yanına aldı ve onlara sıkıca sarıldı. Uzun bir kucaklaşmadan sonra, Louis onların yorgun olacağını düşünüp hazırda boştaki odalara yolladı. Hank'le baş başa kaldıklarında, Louis onun gözünün doluluğunu yeni fark etmişti.

"Hayattasınız, lordum." Cümlesinden hemen sonra Hank'e sıkıca sarılırken Louis kendi acısını onunla paylaşır gibiydi. Yağmurun ıslattığı yüzündeki gözlerini kapattı ve uzun bir süre hiçbir şey söylemedi.

Beraber Louis'in odasına geçtiklerinde, Louis o gece olan her şeyi anlattı; kendisinin aslında veliaht prensi olduğunu, babasının ve tüm sarayın öldürüldüğünü ve Louis'i her gün yaralayan gerçeği, Harry'nin kendisinden alınıp götürülmesini.

Hank hiçbir şey diyemedi. Olanları zaten duymuştu ama Louis'in ağzından dinlediğinde çok daha büyük bir acı sarmıştı bedenini, tekrar ağlamaya yakın hissediyordu. Louis oturduğu yerden, ona bakmadan yeri izliyordu çaresizce. Hank onun yıkıldığını ve çöktüğünü görebiliyordu. Onu hiç böyle görmemişti. Kendi yaşlarını silip onu kendisine getirmesi gerektiğini biliyordu. "Clementine? O nasıl? Bana mektup yollaması dışında bana hiçbir şey söylemedi."

"O da benim gibi." Dedi Louis sakince. "O da sevdiğini, karnındaki çocuğun babasını ve tahtını kaybetti."

Hank, sessiz odada dolaşmaya başladı. Şömineye yaklaşıp ateşi izlerken, elini şöminenin üst kısmındaki taşlara dayadı. Louis'in onu izlediğini bilmiyordu. Hank, hızla genç alfaya döndü.

"Sana ihtiyacımız var."

"Ne yapabilirim ki-"

Hank hızla onun yanına yürüdü ve onu ayağa kaldırdı. "Prenstin değil mi? Baban yaşarken. Artık kral sensin ve böyle olmaman gerek. Krallığın sana ihtiyacı var. İnsanlar kurtarılmaya ihtiyacı var yoksa İngilizler bizi yok edecek." Konuşurken omuzlarını tuttu dikleşmesini sağlamadan önce.

"Başarılı bir kral olduktan sonra, omeganı geri almak için önünde hiçbir şey olmayacak."

Louis, Hank'in aksine, ona umutsuz gözlerle bakmaya devam etti.

"Kral olmak istemiyorum."

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top