XV
Sabahın erken saatlerinde çıktığımız yolda, Harry bu sefer kendi atının üstünde gitmeyi tercih etmişti. Yolun sessizliği düşüncelerimin gürültüsünü arttırıyordu. Bir yandan Harry'i, özellikle bu sabah kollarımda uyurkenki tatlı halini, bir yandansa tüm bu yaşananlar bizi nereye sürüklediğini düşünüyordum.
En sonunda konağımızın bulunduğu araziye vardığımızda, artık kimse olmadığı için kendimi daha huzurlu hissediyordum. Harry etrafı boylu boyunca süzerken, Hank ve ben önden giderek evin kapılarını açmıştık. Buraya belki de ilk kez geliyordum. Kralımız, ben çocukken babamı lord ilan ederken burayı hediye olarak bize tahsis etmişti. Şimdi ise bomboş duruyordu. Ne insanlarımız kalmıştı, ne de bize ait anılar.
Uzun yolculuğun ardından, dinlenmek için birbirimize zaman tanımıştık. Ama ne eskiden ne de şimdi de olduğu gibi, rahat hissetmediğimden dinlenmek ya da uyumak istemiyordum. Bu yüzden köylülerden yiyecek bir şeyler bulurum umuduyla evden dışarı çıkmıştım. Döndüğümde ise, Hank uyanmış, salonun bir köşesindeki taş şömineyi yakmayı topladığı odunlarla başarmıştı. Beni görür görmez yerinden kalktı ve elimdeki ölü tavuğu ve birkaç sebze bulunan çuvalı aldı. Evin büyük mutfağına ayrılmış bölüme geçerken kendisinin halledeceğini söylemişti.
Hava karanlık olalı birkaç saat oluyordu. Mutfaktan gelen yemek kokuları tüm evi sararken, genç Omega ortalıklarda gözükmediği için, yokluğu rahatsızlık vermişti. Endişeyle odasına gittim. Kapıyı çalmadan önce aralık olduğunu fark etmiştim bu yüzden onu sessizce izlemeye koyuldum. Tozlu boy aynasının önünde dikilirken saçlarını örüyordu. Sabahın ve önceki diğer günlerin aksine daha canlı ve hareketli olduğu belliydi. Bazen onun ışığını emdiğimi düşünmekten alıkoyamıyordum kendimi. O tüm iyiliklerle içli dışlı olmuşken bense tam aksine tüm kötülükleri içimde barındırıyordum.
Düşüncelerimin bölünmesine, bana doğru dönmesi sebep olmuştu. "Ne zamandır beni izliyorsun?"
"Bilmem. Seni izlerken zaman kavramı yok oluyor."
Adımlarını bana doğru yönelttiğinde, onu izlemeye devam ettim. Önce ellerimi tuttu sonrasındaysa parmaklarının ucunda yükselip dudağıma minik öpücükler kondurdu. Bu öpücükler sanki beynimi kemiren tüm kötümser şeyleri kovalıyorcasına beni mutlu ve bir süreliğine gamsız hale getiriyordu. Yıkandığından olsa gerek, teninin mis kokusu burnuma geldiğinde vücudumda hissettiğim sıcak ateş, ona karşı bir adım daha atmama sebep olarak aramızdaki mesafeyi kapatmama yardımcı oldu. Bizi bölen şey ise, Hank'in öksürüğü olmuştu.
Beraber yemek yerken, Hank ben yokken sarayda gelişen önemli şeyleri anlatıyordu. Birkaç saat sonrasında, Harry uyumadan önce beni bekleyeceğini söyleyerek tekrar odaya geçmişti. "Ee Hank, babam ve kızlardan bahsetsene. Clementine nerede? Hala evlenmek için beni bekliyor mu?" Sorularımdan sonra Hank, birden ciddileşti. Bu aslında kötü bir şeyin habercisi gibiydi. Halimin saniyeler içinde değişmesi Hank'in gözüne takılmış olsa da, konuşmaya başladığında sessizce onu dinledim.
"Siz İngiltere'ye gittikten yaklaşık 6 ay sonra, kral sizin hakkınızdaki düşüncelerinden endişelenmeye başladı. Size yazacaktım ama-"
"Onlar öldü mü?!" Sinirle oturduğum sandalyeden kalkıyordum ki Hank, beni omuzlarımdan tuttu.
"Onları başta kuleye kapattı. Babanı ve kızları. Hepsi birbirinden aylarca ayrı kaldılar. Kral, oğlunu öldüren kişinin baban olduğunu kanıtlayan belgeler çıkardı adamlarıyla birlikte."
"Hayır! O yapmadı!" Yumruğumu masaya vurduğumda, Hank dehşetle bana baktı.
"Baban bizim bilmediğimiz sebeplerden dolayı idam edildi."
Hank'in gözlerindeki üzüntüyü görmüştüm. Bana acıdığını hissetmiştim. Ben de kendime acıyordum.
Hızla masadan kalkarken Hank'e arkamdan gelmemesini bağırmıştım. Belki de o an, elimin altındaki masayı üstündekilerle kırıp dökebilirdim, ama neye yarayacaktı? Annemi ve babamı geri getirecek miydi? Ne yaparsam yapayım onları geri kazanamayacaktım. Atın tepesinde geçirdiğim kısa süreden sonra, sabahleyin gördüğüm konağın yakınlarındaki gölete gelmiştim. Bulduğum taşın üstüne oturdum ve gökyüzünün suya yansımasını izlerken kaybettiğim ailemi düşündüm. Neden her seferinde bir şeyler yüzünden en sevdiğim iki insanı birden kaybetmiştim? Neden sürekli bir şeyler uğruna insanları öldürenlerin arasındaydım? Buraya gelirken aileme kavuşma sevinciyle yanıp tutuşurken, ikisini birden kaybettiğimi öğrenmiştim. Kız kardeşlerimin varlığındansa kimsenin haberi yoktu. Harry haklı mıydı? Bu dünya ne zamandırdan beri bu kadar kötülüklerle doluydu? Canım acımaz sanıyordum. Ama bir insanın nasıl acı çekebildiğini çok iyi öğrenmiştim.
Taşlara sürten eteğinin çıkardığı hışırtı sesleri, hızla arkaya doğru dönmeme sebep olduysa da, Omega'yı görmemle yutkundum. "Tek başına nasıl geldin buraya? Güvenli değil."
"Hank'ten istedim. Bağrıştığınızı duydum."
Elini omzuma koyduğu an, hafif ağırlığı sayesinde diğer omzumdaki milyonlarca acı ve kaderin tüm yükünü bir anda hissetmiştim ve bu canımı çok acıtmıştı. Bu yüzden derin bir iç çektim. Harry taştaki minik boşluğa oturdu ve gözlerini benden ayırmadan elimi sıkı sıkı tuttu. Gözlerini kapatıp omzuma yaslanmadan önce daha üzüntüden titreten bedenini hissetmiştim. "Bir hiç uğruna."
Diğer elimi de, Harry'nin narin elleri üzerine koydum.
"Bir hiç uğruna ölen annem, sonrasındaysa babam. Bir sonraki hedefi ise sendin. Seni öldürecektim çünkü kral bana şart koşmuştu. Ailemi kurtarmam için seni öldürmem gerekiyordu. Hem ailemi hem seni kurtardım sanarken, o çoktan babamı öldürmüş."
Harry bana bakmayı sürdürürken, parmak uçları beni sakinleştirmeye çalışırcasına minik minik avcumun içinde hareket ediyordu. "Sen, şu ana kadar elinden gelenin en iyisini yaptın."
"Babam bilmiyordu. Seni öldürmek için ayrıldığımı bilmiyordu. Belki ona söyleseydim, asla bunlar olmayacaktı."
Bana yaslanan bedeni, oturduğu yerde dikleşti. Elini çektiğinde şaşkınlıkla ona döndüm. "Aileni geri getirmeyecek hiçbir şey. Ama tüm bunlara son vermek için onu öldürmelisin."
Yutkundum. "Kralı mı?"
"Evet."
Göğsü dik bir şekilde benimle konuşurken, alfalık hislerimden mi bilmem, onun böyle olması tüylerimi diken diken etmişti. Üstelik, her zaman arkamda olacağının verdiği güven benim için her şeye değerdi. Gözlerinin içine bakarken, onun bana ait olduğunu, benim Omega'm olduğunu anlamam için daha fazla herhangi bir şeyin önüme serilmesine gerek yoktu. O, benim bu kötülüklerle dolu dünyadaki eşim, umudum olmalıydı.
"Şu geyiği görüyor musun? Onu vurmanı istiyorum Louis." Belki de o zamanlar, kralla birlikte avlanmak Louis'in en çok sevdiği şeylerden biriydi. Onun takdirini almak için elinden gelenin daha fazlasını yapmaya çalışırdı her seferinde. Avcı kıyafetlerinin içindeki henüz 16 yaşındaki Louis, bir şeylere acıma duygusunu yeni yeni kaybederken, bir hayvanı avlamak onun için kolay bir test olacaktı. Oku yaya koyduğunda, hedefinde her şeyden bir haber olan geyiği vurmadan önce ağaca yaslanarak kendisini izleyen Kral'a baktı. Ormanda alfaların birbirlerine attıkları bakış, kargaları kovaladı ve sürüsüyle birlikte havalanan kargalar, geyiği kaçırmasına sebep oldu. Louis geyiği kaçırdığını fark ettiğinde hayal kırıklığına uğramıştı. Kral süre tüketmeden, genç alfanın yanına geldi.
"Bu hiçbir şey değil Louis. İleride o kadar çok engel çıkacak ki önüne. Bazense birçok fırsatı kaçıracaksın. Ama gerçek her zaman ellerinde. Gerçeği asla kaybetme. Bir gün, bir geyikten daha fazlasını öldürmen gerekecek."
"Gerçek benim ellerimde mi? Yeteneğimden mi bahsediyorsunuz?"
Kral sadece gülümsedi, Louis'in saçlarını okşarken. "Gerçekler senin kanında. Bir gün ne demek istediğimi anlayacaksın."
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top