XIII

Yaklaşık 5 yıl önce,
Charlottenburg Sarayı
Berlin- Almanya

Kalın botlarının tapuklarından çıkan sesler, tüm sarayı inletirken insanlar dönüp telaşla kralın odasına giden topluluğu izliyorlardı. Neler olduğu hakkında fikir yürütenler, Tomlinson Hanesi'nin başının belaya girdiğini söylüyordu.

Bir süre sonra, kralın adamları ve o topluluk kralın odasına girmiş ve herkes sessizleşmişti. Sanki bir ölüm fermanı çıkacaktı.

"Lord Tomlinson."

"Majesteleri... Bu asılsız suçlamalara inanmıyorsunuz değil mi?"

"Senin aynı kanı, aynı soyadını taşıyan adam benim oğlumun öldürülmesinde rol oynadı!" Kral birden kılıcını çektiğinde, Lord'un muhafızları hızla onu korumak için öne atıldı. Mark Tomlinson ise, soğuk bir şekilde, dik durmaya devam etti.

"Amcamla hiçbir alakam yok. Yıllardır konuşmuyoruz. Üstelik, siz orada oğlunuzu ben ise orada eşimi, leydimi kaybettim. Böyle bir olayda beni nasıl suçlayabilirsiniz?"
Kral, Mark'ın boynundan kılıcını çekmedi. İkisinin de gözlerinden ateş fışkırıyordu. Öfkeliydiler çünkü ikisi de en sevdiği kişilerinin ölümünün acısını yaşıyorlardı. "Kılıcınızı yanlış bir kişiye doğrultuyorsunuz, majesteleri. Size karşı sadakatim sonsuzdur. Yıllardır olduğu gibi."

Kral, kılıcını kınına soksa da, yumuşamış gözükmüyordu. "Seni affedeceğim Tomlinson. Ama sadakatini sözünle göstermeni istemiyorum. Alfa oğlunu bana vereceksin. Ben de ailenin ve senin canını bağışlayacağım."

Limanda yabancı tüccarların açtığı tezgahlar doluydu. Biraz ilerideyse insanlar gemilerindeki yükleri indirip bindiriyordu. Gözüme ilk kestirdiğime giderken bunun ne kadar güvenli olup olmadığını düşünüyordum. Hank'e mektup yollayarak güvenli bir gemi ayarlamasını istersem eğer, çok zaman kaybedecektik. Bu yüzden bir an önce biraz risk alıp kendim bir gemi bulmam gerekecekti.

"Nereye gidiyor bu gemi?"  Geminin kaptanı olduğunu düşündüğüm adama sorarken, diğer insanlara göre daha normal bakışlara sahip olduğunu fark etmiştim.

"Akdeniz'den geldi. Şimdi İskandinav ülkerine doğru gidecek."

"Peki iki kişi için yerin var mı? Ben ve çocuğum için. İstediğin kadar altın vereceğimden emin olabilirsin."

Adam birden gülümseyerek elini omzuma atmıştı. Bu ukala hareketi canımı sıksa da tepki vermeden cevabını bekledim. "Evet ama geminin alt kısmında yatacaksınız. Bir de farelerin sebzeleri yememesi için kollamanız gerek."

Yavaşça kolundan kurtulup gülümsemeye çalıştım. "Ne zaman kalkacak?"

"Bu gece."

"Peki gemide başka-"

"Kralın oğlu sarayda çıkan yangında ölmüş. Tüm herkes onu konuşuyor. Sen bilgili biri gibi duruyorsun." Sertçe yutkundum.

"Evet. Duyunca oldukça üzüldüm."

"Aynı Alman kralının, piçinin öldürülmesi gibi. Çok benzemiyor mu ama? "

O an yumruklarımı sıkmış olsam  bile hiçbir şey yapamamıştım. "Evet. İlahi adalet."

"Neyse ki kraliçe ikinci bebeğini doğurdu. Benden duymuş olma ama.." Devamını getirmeden önce kulağıma yaklaştı. "Bazıları prens için kız kılıklı diyordu zaten."

                                    ~•~

Eve gitmeden önce, kapanmamış dükkanların birinden yiyecek bir şeyler aldım. Harry, evde acıkmış olmalıydı. O sırada adamın dediklerini düşündüm. Tüm herkes Harry'nin sarayda yandığını zannediyordu. Aslında sarayı yakarken ki amacım da buydu. Sadece aklımda birkaç şüphe vardı. İnsanlara bunu inandırdıysam, görevimde başarılı olduğum anlamına gelmez miydi?

Harry'le kaldığımız eve girer girmez, hemen bana döndü. "Kaç saat oldu? Nerede kaldın?"

"Bir şeyler getirdim. Umarım dinlenmişsindir çünkü bu gece yola çıkacağız."

Getirdiklerime baktığında, daha önce hiç yememiş olduğu için şaşkınca incelemeye başladı. Tatlarına baktığında suratındaki gülümseme görülmeye değerdi. Ben ise, onu izlerken hala en önemli kararı verme aşamasındaydım. Onu gerçekten öldürmeli miydim? Yoksa öldürmem kişi aslında ailemi tutsak edip yıllar önce babamın boynuna kılıcını yaslayan kral mı olmalıydı?

Şömine karşısına oturduktan birkaç dakika sonra, meraklı bakışlarla yanıma geldi. "Ne düşünüyorsun? Bana da söyle."

"Hiç." Gözlerimi şöminedeki alevlerden ona çevirdim. "Zehirlenerek öldürülen kralımın oğlunu ve annemi düşünüyordum."

"Benim ailemden biri senin aileni öldürmüş, şimdi ise sen benim ailemden birini öldürerek intikamını alıyorsun. Bu dünya çok acımasız bir yermiş. Kendi başıma yaşamam mümkün değil, baksana."

Yavaşça başımı salladım. Haklıydı. Dünya onun tek başına yaşayabileceği bir yer değildi.

Hava iyice karardığında, hanın sahibine anahtarı teslim ettikten sonra geminin olduğu yere gitmiştik. Harry'nin kokusunu kimse almaması için üstünü kat kat giyinmişti. Bize nerede yatacağımızı gösterdikten sonra adam gidiyordu ki, onu güverteye çıkan merdivenlerde durdurdum. "Bizi Almanya'nın bir limanında indirirsin, değil mi?"

"Tabi, tabi."

Adam yukarı çıktığında güverte kapağını üzerimize kapattı. Harry bir köşeye sinmişti. Korktuğu belli oluyordu. Yanına gidip oturduğumda her zamankinin aksine bana sokulmamış, duvar dibine iyice sinmişti.


Harry beni uyandırmaya çalıştığında, kaç saat geçmişti bilmiyorum. "Louis. Güverteye çıkmak istiyorum. Midem bulanıyor."

Çıkmasını söylediğimde, hızlı adımlarla yanımdan kalkmış ve güverteye çıkan merdivenleri kullanmıştı. O sırada uykuma devam edecekken, kendini denize atmasından korkup aceleyle peşinden gitmiştim.

Yukarı çıktığımda, etrafıma bakarak koşmaya başladım güvertede. Onu bulduğumda, geminin soğuk demirlerine tutunmuş, aşağıya bakıyordu. Ben öyle sanmıştım. Yavaşça yaklaştığımda ise onun hüngür hüngür ağladığını fark etmiştim. Birkaç saniye sonrasındaysa gözyaşlarına hıçkırıkları eklendi. "Harry..."

Sesimi duyduğunda başını kaldırıp bana döndü. Ona bir adım daha yaklaşmıştım ki, beni var gücüyle itmeye çalıştı. Ellerini kaldırarak ona yaklaşmama engel oldu. "Git buradan! İstemiyorum! Ölmek istemiyorum. Ölmekten çok korkuyorum!"

Ellerini nazikçe tuttum söylemeden önce. "Ölmeyeceksin." Dedim yavaşça. Ölmeyecekti, onu öldürmeyecektim. Vazgeçmiştim her şeyden.

O ise ellerini hiç beklemeden geri çekti. "Üzülmemem için yalan söylüyorsun! Sana inanmıyorum."

Elleri demirleri tekrar tuttu ve renksiz gökyüzüne baktı. "Hayır. Sadece seni kaçırıyorum. Seni öldürmeyeceğim veya krala vermeyeceğim. Harry."
Yaşlarla dolu gözleri tekrar bana döndü. Ona tekrar bir adım atarak yaklaştığımda, bu sefer itmek yerine izin vermişti. Elim beline sarıldığında, bedeni bana döndü. "Ben, yapamayacağımı anladım."

"Sana nasıl inanayım?" Mırıldandı, güçsüzce.

"Hayallerindeki gibi yaşayacağın bir yere gideceğiz. Sana söz veriyorum."

Bir elim belinden onu tutarken, diğer elim boşlukta sallanan elini yakalamış ve sıkıca tutmuştum. Dudaklarına eğilip, ona güven verici öpücüğünü vermeden önce güneş, dalgaların ardından daha yeni doğuyordu.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top