Şiirsel Işığı Aramak

Ruhunu şiirlerde taçlandıran tüm kullanıcılarımıza Ağustos ayından merhaba!

Bu ay edebiyatın usta şairlerinin tavsiyeleri öncülüğünde, şiir yazmaya yeni başlayan heyecanlı kalemlerimiz için bir rehber oluşturduk. Elbette her şair, kendi şiir yolunu yüreğiyle bulur ve şiir, her yürekte kendine farklı bir anlam doğurur. Yine de bazen, sadece başlamak için deneyimli kalemlerin önerilerinin ruhunuza ilham katabileceğine inanıyoruz.

Şiir yazmadan önce şiirin ne olduğu üzerinde durmak gerekir. 

Her kişi, kendi düşüncelerinin derinliklerinde, kendi hislerinin izleriyle bir tanım yükler şiire. İyi bir şiir yazabilmek ise kalıplaşmış tanımların aksine cesaretle kendi anlamını bulmaktan geçer öncelikle. 

Göğe bakan şairimiz Turgut Uyar için ise esas kavram şiiri anlamak değil, 'şiirden tat almak'tır. Şiirden tat almaya başlayan bireylerin şiiri ve esas anlamını kavrayabileceğini savunur. Bu sebeple iyi bir şair, okuduğu ve yazdığı şiiri seven, ona duygularını katan, ona bir meta gözüyle bakmayan kalemlerden oluşur. Turgut Uyar, herkesin şiirden anlayabileceğine inanır; özel bir uzmanlık gerektirmediğini düşündüğü bu sanatı bu inançla beraber kutsal sayar.

Bununla beraber Uyar için esas önemli olan şiiri anlamak değil, şiirde bulunan bireysel anlamdır.

"Başarılı kurulmuş bir biçim bile, tek başına bir anlam değil midir? Ozanının bütün 'anlamsız olma' kaygısına rağmen bir anlam değil midir? Bugün anlamsız şiiri savunanlar, acaba en güzel şiirlerinin, en azından sağlam kurulmuşlukları yüzünden bir anlama, daha yatkın deyimiyle havaya bağlanmaları yüzünden güzel olduklarını fark etmiyorlar mı? Üstelik ozanın bütün anlamsız olma gayretine rağmen okuyucu, okuduğu şiirde, nasıl olursa olsun bir anlam vehmetmeyecek midir? Okuyucunun bir şiiri saçma bulması bile, sonunda bir anlama bağlama işlemi değil midir? Saçma da 'anlam' kategorilerinden biri değil midir?"

Edebiyatın bel kemiği hayattır ve tüm yazım türlerinde olduğu gibi şiirde de gerçekçiliği kullanmak kalbe dokunmanın özünü oluşturur. 

İyi bir şiir yazabilmek için hayatı tam anlamıyla anlamak gerektiğine inanan Cemal Süreya şu cümlelerle tavsiye verir genç adaylara.

"Şiir hayatın köpüğüdür. Çağın, hayatın, bütün bilgilerin... Şiir için hayat deneyimi gerek, düşünce, iletişim gerek; her şeye uzanmak gerek. Hayatın güncelliğidir, hayatın gazetesidir şiir. (...) Bence şiir ve aşk; bunların ikisi de gayrı-meşrudur. Meşru duruma gelince ikisi de biter. Mutluluğun şiiri yazılamaz. Masallarda bile sevgililer birleşince masallar biter. Şiir, temizler ve arıtır. Kendisi de biraz kirlidir. Son derece temiz duygularla şiir yazanlar bence bir temizlik işlemi yapıyorlardır o kadar."

Tüm yazı dallarında olduğu gibi şiir de kendi ahengini hayatın akışına uydurup bulmalıdır. Soyut değerlerden önce somutluğu ele alan bir şiir, kendisini okuyan kalbe hissettirecek ve ona ışık tutacaktır. Neticede yazma eylemi, anlamak denilen bir yolun üzerinden geçer usul usul. 

Hayatı anlamanın insanı anlamak manasına geldiğine katılan İsmet Özel'in ise şu dizeleri birçok şey anlatacaktır. 

"Ben, şair olmayı en değerli uğraşı saymış, kafası insanı keşfetmekle meşgul biriyim."

Ataol Behramoğlu ise bir röportajında şiirin insana kattıklarını, ters bağlam yoluyla bakacak olursak insanın da aslında şiire katabileceklerini şu cümleleriyle özetler:

"Hayat dediğimiz şey bir süreç. Bunun bir formulü de yoktur. Derinleşmek önemlidir. Yaşamın daha anlamlı olması gerekiyor. Her yeni doğan daha güzel bir dünyaya gelmeli. Heyecan duymalı varoluşdan. Derinleşmek ölüm korkusunu azaltabilir. Şiir duygularda, sezgilerde derinleşmedir. Kendini ifade etmede zenginleşmedir."

Can Yücel ise şiirin hayatın kendisinden geldiğine inanan şairlerdendir.

"Şiir, hayattan çıkar. Ama günü birliğine çıkan bir olay vardır, bir durum vardır. Sizi etkiler. O zaman öyle hisseder, öyle yazarsınız. Şiirin temelini tabii ki yaşadıklarımız oluşturur."

 ❧ Bireyselliğe dönmüş bir dünyada, herkes kendini bir nebze yalnız hissederken toplumu taşımak dizelere, bir ışık yakma görevini üstlenir kendi içinde. Şiir ne kadar halkla, toplumla bağdaşmışsa o kadar çağının ötesine uzanır.

Çünkü şiir sadece duygulardan değil; zamandan, dönemin sosyolojik ve psikolojik bakış açısından, insanla beraber insanlıktan ve nicesinden parçalar taşır.

Vâlâ Nureddin'in hatıraları arasından bize ulaşan Mustafa Kemal Atatürk'ün Nazım Hikmet'e verdiği öğüt, genç kalemlerin mürekkebine güç katacaktır.

"Bazı genç şairler, modern olsun diye mevzusuz şiir yazmak yoluna sapıyorlar. Size tavsiye ederim, gayeli şiirler yazınız."

Bir yazıya güç katan yegane şey onun anlamını derinden hissetmekten geçer. Sizin dünyanızda sizin için önemli olan her ne ise bu konuda yazmak ufkunuzu açacaktır. İlgi alanlarınızı, değer verdiğiniz meseleleri belirlemek ve bunun üzerine yoğunlaşmak ilhamınızı bulmanızı sağlar. 

İlhan Berk'in bu konuda kendisine belirlediği yolu anlatan cümleleri, sizin de yolunuzu bulmanız için değerli bir maden görevi görebilir belki.

"Dünyada gördüğüm, ilgimi çeken her şeyi yazmak istiyorum. Özellikle de bir kıyıya atılmış, bir şey olanlarla, bir şey olmayanları uykularından uyandırmak, kaldırmak, dünyada olduklarını duyurmak istiyorum. Dünyada anlamsız bir şey yoktur. Her şey anlam yüklüdür. Dünya dediğimiz böyle bir yerdir. Bu bilinsin diyorum. (...) Ben çamura, çamur diye bakmam; her şeye bir anlam verdiğim gibi, ona da bir anlam veririm. Onu dünyamızın bir kulu gibi görürüm."

Şükrü Erbaş ise sanatın anlamını -daha çok şiirle- dünyayı yorumlamak, topluma yön vermek, söylenmemiş olanı söylemek, kaosu biçimlendirmek ve her insanın yine insanı kendi merkezine oturtmasıyla varlığını keşfetmek olarak görür.

Şiir özgün bir sanat dalı olsa da, biçim bilgisi yazıyı kolaylaştırır ve dizelere farklı bir anlam katar.

Biçim denilince akla ilk olarak söz sanatları, kafiye, redif, uyak ve hece ölçüsü gelmelidir elbette. Çoğunlukla genç şairlerimiz biçime önem vermeyerek şiir yazarken düz yazıya kayabiliyor ve başladıkları yerle sonuna ulaştıkları yerde mürekkep şekil değiştirebiliyor. Şiirin özü kadar biçimini önemli addeden Memduh Balaban şu şekilde düşüncesini açıklamıştır:

"Biçim, özün süsüdür, ama gerekli bir süsüdür; yani iğreti değildir, özle içselleşmiştir. Çağlara göre biçimlerde değişiklikler oluyorsa, özde de değişiklikler oluyor da onun için. [...] Bir şiiri değerlendirirken onu biçimiyle birlikte özüne göre değerlendirmek zorundayız. [...] Bir şiire kendi gerçekçilik, düşçülük anlayışımıza göre anlam verip de o şiiri severek ya da sevmeyerek değerlendirmek başka; şairin anlatmak istediğini ne biçimde verebilmiş olduğuna göre değerlendirmek başkadır."

Kendi zamanının şiirinin biçimi, düşünsel temelleri ve işçiliği üzerine fazlaca kafa yoran Melih Cevdet Anday şunu söyler:

"Şairlik, simyacılıktır. Nasıl ki simyacılar topraktan altın çıkarırlar, şair de dilden altın çıkarır."

Mehmet Fidan'ın bu konuyu açıklamak için yazdığı bir makaleden şu alıntı pek çok şey anlatacaktır:

"Demek ki; sadece hayat deneyimleri, yaşanılan acılar ve edinilen tecrübeler metnin şiir olmasına yetmiyor. Düzyazı bu imkânı yazara tanısa da şair için aynı durum söz konusu değildir. Şiirin kendine has yapısı ve gizi, belli bir estetiği zorunlu kılar. Çünkü şiirin kendine has bir ezgisi, ritmi ve ahengi vardır. Şiirin ezgisi de içinde taşıdığı müziğidir."

İlhan Berk'in de dediği gibi "İçerik bizimdir, biçim ise şiirin...".

Görüntü imgeleme ustası olarak anılan Ece Ayhan ise şiirde imgelemenin önemine vurgu yapmıştır:

"İster doğruyla bağlantısı içinde kavransın isterse kavranmasın, şiir imgelerin sanatıdır. Belirti ve görüntülerle ilgilidir."

Şiirde ahenge biçim kadar önem veren Şükrü Erbaş ise şair adaylarına bu konuda şöyle nasihat eder:

"Ben, şiirde ahengi, doğrudan yapının kendisi olarak düşünüyorum. Anlamdan ritme,duygudan uyağa, ölçüden sese, şiiri şiir yapan ne varsa, bunların kusursuz olarakbuluşmasıdır ahenk. Öyle bir harçtır ki, ancak aksadığında fark edilebilir. Şairin kalbi,meselesiyle birlikte çarpmaya başlar. Bu çarpıntının, bu soluk alıp vermenin durak yerlerini,meselenin ağırlığı ile birlikte kalbin bu ağırlığı kaldırma gücü belirler. Bu, çok büyük ölçüdesezgilerimizin ön aldığı bir yaratım halidir."

Şiir yazmadan önce kendi yazma alışkanlığınızı edinin. Kendi alışkanlığınızı bulduğunuzda siz ilhamı aramayacak, ilham size kucak açacaktır.

Alışkanlıklarının şiir yazmadaki etkisini açıklayan Ümit Yaşar Oğuzcan, kendi deneyimlerini şu şekilde aktarmıştır:

"Her şairin şiir yazarken birtakım alışkanlıkları vardır. Bunları zamansal ve biçimsel olarak iki bölümde toplayabiliriz. Zamansal alışkanlıkları, şairin şiirini yazmak için, seçtiği zaman kesitleri olarak tanımlanabilir. Kimi akşamı, kimi geceyi, kimi de benim gibi sabahın erken saatlerini seçer şiir yazmak için. Bu alışkanlık bende kesin değildir ama çoğunlukla geçerlidir. [...] Küçük, şekilsiz ve buruşuk kağıtlara şiir yazamamak bir alışkanlıktır bende. Mutlaka rahat bir masaya oturarak yazmayı yeğlerim. Masamın üstü sade ve düzenli olmalıdır. Şiir yazma anında en az 8-10 çeşit kalem bulundururum masamda. Genellikle rahat ve ince yazan keçe uçlu kalemleri ya da işlek bir dolma kalemi kullanırım yazarken. Seçtiğim mürekkep rengi çoğunlukla siyahtır, bazen de mavidir. [...] 

Bir başka alışkanlığım da, yazdığım dizeleri, yeni bir dize daha yazana dek sürekli olarak yüksek sesle tekrarlamaktır. Böylece; dizeler arasındaki ses ve anlam bağlantılarını daha iyi kurabileceğime inanmışımdır. Bu alışkanlığım nedeniyle, ayrı bir çaba göstermeden 42 yaşıma kadar tüm yazdıklarımı belleğimde tutabilmişimdir. Son 10 yıldır da aynı alışkanlığı sürdürmekle beraber, belleğimin zayıflaması sonucu yazdıklarımın büyük bir bölümünü tümüyle hatırlayamam. Yıllardır hiç vazgeçmediğim bir alışkanlığım da; şiiri yazmayı bitirir bitirmez, daktilo makinasında temize çekerek, birkaç kez daha okumak, gerekirse gözümden kaçmış düzeltmeleri yapmaktır. Çok faydasını gördüm bu yöntemi tüm genç şairlere öğütlerim."

Şiire ruhunuzu katmaktan çekinmeyin. Her şeyden önce kendi ruhunuza çekilin, onu dinleyin ve onun kelimelerine kulak vererek kaleminizi yönlendirin.

Herkesten ve her şeyden önce kendiniz için yazın. Bu sadece şiirde değil, tüm sanat eserlerinde geçerlidir. Bir şeyi ne kadar severek yaratma peşine düşerseniz, o şey o kadar iyi olacaktır. Kendiniz için kendi hissettikleriniz ölçüsünde, içinizden geldiği gibi yazın.

Edebiyatımızdaki birçok şair için de öncü olmuş kabul edilen Rainer Marie Rilke, 'Genç Bir Şaire Mektuplar' adlı eserinde kendisine danışan genç bir şair adayına verdiği nasihat mektuplarını toplamıştır. Bu konudaki uzman görüşlerini tüm içtenliğiyle kaleme almaktan çekinmeyen usta şair, yüzyıllar sonrasındaki size de bir şeyler katacak inancındayız. İşte o mektuplardan birkaç kesiti sizlerle paylaşıyoruz:

"Hiç kimse size tavsiyede bulunamaz veya yardımcı olamaz, hiç kimse. Yapmanız gereken sadece tek şey var: Kendinize dönün. Size yazmanızı söyleyen nedeni bulun; köklerini kalbinizin derinliklerine salıp salmadığına bakın; eğer yazmaktan men edilseydiniz ölüp ölmeyeceğinizi kendinize itiraf edin. Gecenin en sessiz saatinde kendinize sorun: yazmak zorunda mıyım? Samimi bir yanıt için kendinizi iyice dinleyin. Ve eğer bu ciddi soruya kuvvetli bir şekilde 'Evet, yazmak zorundayım.' diyebiliyorsanız, o zaman yaşamınızı bu gereksinime uygun olarak kurun; tüm yaşamınız, en sıradan ve en kayıtsız saatinde bile, bu itkinin bir delili ve tanığı olmalıdır. Sonra doğaya yaklaşın. Daha önce kimse denememiş gibi, gördüğünüz, hissettiğiniz, sevdiğiniz ve kaybettiğiniz şeyleri anlatmaya çalışın. [...]

Günlük hayatın size sunduklarına dair yazın; acılarınızı ve arzularınızı, aklınızdan geçen düşünceleri ve belli bir tür güzelliğe olan inancınızı tarif edin. Tüm bunları kalpten, sakin, mütevazı bir samimiyetle yapın. Kendinizi ifade ederken çevrenizdeki şeyleri kullanın, rüyalarınızda gördüğünüz görüntüler ve hatırladığınız nesneler gibi. Eğer günlük hayatınız size yoksul geliyorsa, onu suçlamayın, kendinizi suçlayın; günlük yaşamınızın zengin yanlarını bulacak kadar şair olmadığınızı itiraf edin; çünkü yaratıcı kişi için yoksulluk yoktur, yoksul ve ilgisiz yer yoktur. Kendinizi dünyadan hiçbir sesin giremediği bir hapishanede bulsanız bile, yine de sizinle çocukluğunuz, o paha biçilemez mücevher, o hatıraların hazine dairesi, olmaz mıydı? Dikkatinizi ona verin. Muazzam geçmişin o batık hislerini yüzeye çıkarmaya çalışın; göreceksiniz, kişiliğiniz daha da güçlenecek, yalnızlığınız, ferah bir yer, diğer insanların gürültülerinin uzağında yaşayabileceğiniz bir yer haline gelecek. Ve kendi dünyanıza dalıp çıkmanızdan şiirler belirecek, sonra ise kimseye iyi olup olmadıklarını sormayı düşünmeyeceksiniz bile. [...]

Kendinize dönün ve yaşam kaynağınızın aktığı yerin ne kadar derinde olduğunu görün; o kaynakta yaratıp yaratmamanız gerektiği sorusuna yanıt bulacaksınız. O yanıtı, sadece size verildiği gibi, yorumlamaya çalışmadan kabul edin. Belki de bir sanatçı olmak istediğinizi keşfedeceksiniz. O zaman bunun sorumluluğunu alın, dışarıdan ne gibi ödüller gelebileceğine bakmaksızın, seçtiğiniz yolun zorluklarına göğüs gerin veya muhteşemliğinin keyfine varın. Çünkü yaratıcı kişinin kendisi bir dünya olmalıdır ve kendinde ve doğada yaşamını adadığı her şeyi bulmalıdır.

[...] Son olarak size bir tavsiyede bulunmak isterim: sessiz ve samimi bir şekilde, tüm gelişiminizle, büyümeye devam ediniz. Büyüme sürecinizi dışarıya bakmaktan ve en derin hislerinizin en sessiz bir saatinizde belki yanıtlayabileceği soruların yanıtlarını dışarıdan beklemekten daha çok rahatsız eden başka bir şey olamaz."

Evvela okuyun. Okudukça öğrenecek, gelişecek, kendinizi bulacaksınızdır ve kendinizi keşfetme serüveniniz dizelerinize de yansıyacaktır.

Melih Cevdet Anday'ın genç şair adaylarına verdiği en önemli tavsiye yazmadan önce halk şiirini ve Divan edebiyatımızı da iyice incelemekten geçer. Yalnızca Türk şiirini değil, dünya şiirini yakından tanımalarını öğütler. 

Şair Bekir Urfalı ise genç adaylara şu tavsiyede bulunur:

"Şiir yazmak isteyenlere tavsiyem çok okusunlar. Hele hele gençlerin mutlaka okumaları, teknolojiyi faydalı bir şekilde kullanmaları lazımdır. Bizim neslin bugün anlatacağı çocukluktan kalma bavullar dolusu hatıra ve anıları var. Düşünüyorum, bugünkü gençlerin yarın anlatacakları ne var? Onun için okumalarını tavsiye ediyorum. Okumak insanın ufkunu açıyor. Yeni şeyler öğretiyor insana, her bildiği kelime bir insan, her öğrendiği bir bilgi bir dünyayı açıyor, yeni kapılar açıyor. Taklitçilikten kaçınsınlar, birini taklit etmektense kendileri olmaları için çalışsınlar. Bu dünyaya bir iz bırakmaya gelmişiz hepimiz."

Son olarak şunu belirtmek isteriz ki, her şair yazıp sildikçe ve yazmaya devam ettikçe kendi şiir kurallarını kendisi belirleyecektir. Kendi yolunu seçecek ve en iyi nasıl yazdığını zamanla kendi belirlediği sınırlar çevresinde öğrenecektir.

Kuşkusuz şiir, sanat dalları arasında özgürlüğünü en iyi koruyandır. Ona bir gem vuramaz, ona bir biçim veremezsiniz. Birbiri ardından gelen bütün akımların kendini yeniden doğurması, birbirinden sonra gelen bütün şairlerin öncekine kulak vererek kendi doğasını kurması bundandır. Günümüzde zihnimize kazınmış tüm dizelerin sahipleri, kendi yaşadıkları çerçevesinde tavsiyeler verir ve bir şairin kuralının diğerinin alışkanlığına uyması zaruri değildir.

Gülten Akın'a bir röportaj sırasında genç şairlere ne tavsiye edeceği sorulduğunda, verdiği cevap kulağa küpe edilmelidir:

"Gençlerim derim ki; benim sözlerime aldırmayın. Yol sizin yolunuz, söz sizin. Şairin hası, ne yapacağını kendi bilir. Ancak şiirde estetiğin hep önde tutulması gerektiği unutulmasın."

Attila İlhan ise şöyle özetler durumu:

"Edebiyat tarihinde köşe başı olmuş isimlerin hepsine dikkat edin, kuralları kıran adamlardır. Kurallara uyan adamlardan hiç kimse önemli adam olmamıştır. Önemli adam olmak çizgisinde onlar, dipnottur. Nazım diyoruz, Necip diyoruz. Bunlar kim? Ortalığı alt üst eden adamlar!" 

Kendi kurallarını yaratmakla beraber yazmanın özünün de tamamen kırılıp atılmaması gerektiğini savunuyor Attila İlhan.

"Edebiyatta ve sanatta yenilik, tarifi bozarak olmaz. Tarifi bozunca o yenilik olmuyor, sakatlıyorsun. Çocuğun kolunu kesiyorsun. Sanat eserini sanat yapan, örneğin bir romanı roman yapan unsurlardan birini çıkarıp 'Şimdi yenilik yaptık.' dersen o sakatlanır ve ilgi görmez, beğenilmez."

Bu ay şair köşemizde sizi Ece Ayhan'ın biyografisiyle buluşturuyoruz. Keyifli okumalar dileriz.

Ece Ayhan

Asıl adı Ece Ayhan Çağlar olan usta şair ve yazar, 10 Ekim 1931 tarihinde Muğla'nın Datça ilçesinde, ailesinin ikinci çocuğu olarak hayata gözlerini açtı. 1933 yılında babası Behzat Bey, mal müdürlüğü görevinden istifa ettiğinde bir avukatın yanında arzuhalci olarak çalışmaya başladı ve Çanakkale'nin Eceabat ilçesine taşındılar. Burada 1938 yılında ilk öğretimine başlayan Ece Ayhan,  ikinci sınıfta Çanakkale İstiklal İlkokulu'na geçiş yaptı. 1940 yılında İstanbul'a taşınmaları üzerine ilk öğretimini Karagümrük'te yer alan Hırka-i Şerif İlkokulu'nda (Atikkale 19. İlkokul) tamamladı. 

Orta öğretimini Zeyrek Ortaokulu'nda, liseyi ise Taksim Lisesi'nde (sonraki isimleriyle Beyoğlu Lisesi ve Atatürk  Erkek Lisesi) tamamladı. İlk şiir deneyimlerini orta okul sıralarında tadan şair, ne istediğine daha çocuk yaşta karar vermişti. 

1953 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi'ne başladı.  Üniversite yılında okuduğu Lautreamont, Apollinaire ve Rimbaud eserlerinin orjinal metinleri şiir anlayışına yön verdi. 1954 yılında ilk şiiri "Türk Dili" dergisinde yayımlandı. Bundan sonra Türk Dili, Varlık, Yenilik, Seçilmiş Hikayeler Pazar Postası, Yeditepe dergilerinde şiirleri yer almaya devam etti. Onu Ece Ayhan olarak tanıtan şiirleri Pazar Postası'nda yayımlanan şiirleri oldu. 

1959 yılında basılan ilk şiir kitabı "Kınar Hanımın Denizleri" büyük ilgi topladı. Bu şiir kitabı, İkinci Yenilere farklı bir anlam getirmiş olarak göründü ve kendisi İkinci Yeni şairlerinden birisi olarak anılmaya başladı. Çağdaşı Edip Cansever'e göre şiirin kilit noktası olan dili anlamak için Ece Ayhan'ın şiirleri başvurulacak en iyi yoldu. Kendine has üslubuyla cümleleri ters düz ederek şiirler yazdı ve 'görüntücü imge ustası' lakabını aldı. Biçim ve içerik bakımından İkinci Yenilerin en özgün şairi oldu.

İlk şiirlerinde sürrealizmi benimseyen Ayhan karanlık bir bakış açısıyla dizelerine soluk kattı.

1959 yılında üniversiteden de mezun oldu. Aynı yıl kaymakamlık kursunu tamamlayan Ayhan, 1962-1963 yıllarında Sivas'ın Gürün ve Çorum'un Alaca ilçelerinde, 1965-66 yıllarında Denizli'nin Çardak ilçesinde, kaymakamlık ve belediye başkanlığı yaptı. Kaymakamlık görevleri sırasında 1962 yılında Deniz Hafize Hanım'la evlendi, bir yıl sonra çift Ege ismini verdikleri oğullarını kucaklarına aldı. 

1965'te "Bakışsız Bir Kedi Kara" ve 1968'de "Ortodoksluklar" şiir kitapları yayımlandı ve kendine ait şiir dili, edebiyattaki yerini kesinleştirdi. 

Hakkında açılan bir soruşturmadan dolayı, 1966 yılında kaymakamlık görevine son verildi. Görevden alınışının akabinde bir süre Meydan Larousse ansiklopedisinde çalıştı. Sinematek ve Yeni Sinema dergilerinde müdürlük yaptı. Ağaoğlu ve E Yayınlarında redaktör olarak çalıştı.

1968 yılında eşi Deniz Hafize Hanım, kanser sebebiyle hayatına veda etti. Bu sırada memuriyetten ayrılıp kaleminin gücüne odaklanan ve geçinmek için birçok farklı işe yönelen Ece Ayhan'ın maddi durumu pek iyi değildi. Bu kaybın da etkisiyle, küçük yaştaki oğluna bakamayacağını düşünerek Ege'nin bakımını eşinin ailesine bıraktı. 

1973 yılında, bir süredir kapıldığı sokak dili akımını, "Devlet ve Tabiat" ismiyle basılan şiir kitabıyla okuyucularıyla da tanıştırdı. 

"Kimsesizlerin, sokaklarda yaşayanların, açların ve parklarda barınanların, dışlanmışların, orta ikiden ayrılanların, kabadayıların, berduşların, kısacası tarih dışına düşürülen lümpenlerin yanında rahat ediyorum ben." diyen şair hep aykırı bir şiir adamı olarak görüldü.

1974 yılında beyninde bir tümör olduğu saplandı. Tedavisi için İsviçre'ye gitti ve birkaç kez beyninden ameliyat oldu. İyi huylu olmayan tümör, ne yazık ki birden fazla başka hastalığa karşı da bağışıklığını düşürmüştü. Sağ kulağı ileri derecede işitmesini kaybederken sağ gözü de hasara uğramıştı. Yüzünün bir yanı çarpık bir görünüme kavuşmuştu. Başarılı geçen ameliyatlar onu ölümden kurtarsa da, zarar gören diğer organlarının etkisini ömrü boyunca yaşadı.

1977 yılında ilk dört kitabından eserleri birleştiren "Yort Savul" şiir kitabı yayımlandı. 

Hastalık döneminde hayat onu yeniden maddi sıkıntılara sürüklese de Çanakkale Belediyesi Başkanlığı'ndan büyük destek gördü. Bu yıllarda sağlık sigortası yapılarak belediyenin geçici işçi kadrosuna alındı. Ancak sağlık sıkıntıları bununla bitmeyecekti.

1981 yılında "Zambaklı Padişah", 1982'de ise "Çok Eski Adıyladır" şiir kitapları yayımlandı.

1990 yılında geçirdiği kalp krizi sonucunda vücudu kısmi felç kaldı, bacakları tutmaz oldu. 

1991 yılında "Çanakkaleli Melâhat'a İki El Mektup ya da Özel Bir Fuhuş Tarihi", 1993'de "Sivil Şiirler" ve "Son Şiirler", 1994'te son olarak "Bütün Yort Savul'lar" şiir kitapları basıldı.

1995 yılından itibaren sürekli hastanelere taşındı. Bu dönemden sonra arkadaşları maddi destekçileri görevini üstlendi. 

1999 yılında  genişletilmiş ikinci baskısıyla "Bütün Yort Savul'lar" yayımlandı.

Aynı yıl Çapa Tıp Hastanesi'ne yatırıldı. İstanbul'da önce Maltepe Huzurevi'ne, daha sonrasında ise dönemin başbakanı Bülent Ecevit'in isteğiyle bakım şartları daha iyi olan Özel Acıbadem Huzurevi'ne yerleştirildi. Bu süre içinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi, Haydarpaşa, Haseki Hastanesi gibi hastanelerde de yatılı olarak tedavi gördü. Gördüğü tedaviler sonuç verdi ve Ece Ayhan tekrar ayağa kalktı. 2001 Nisan'ında Çanakkale'ye yerleşti ve geçimini telif hakkını verdiği Yapı Kredi Yayınlarının ödemeleri ile sağladı.

2002'nin Temmuzunda İzmir Büyükşehir Belediyesi Gürçeşme Huzurevi'ne yerleşti. 12 Temmuz 2002 tarihinde fenalaşarak Eşrefpaşa Hastanesi'ne kaldırıldı ve 13 Temmuz 2002 tarihinde 71 yaşındayken vefat etti. Takvimler 16 Temmuz 2002'yi gösterirken bedeni Çanakkale'nin Eceabat ilçesinin Yalova köyüne defnedildi.

Gelecek ayki sayımızda görüşmek dileğiyle hepinize ilham dolu bir ömür diliyoruz. Çalışmamızı kaçırmamak adına kütüphanenize eklemeyi unutmayın. (:

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top