1. Zalim

1. Zalim

Uzun zamandır kayıptım. Bu yolun beni nereye götüreceğini bilmeden yürümekten yorgundum. Belki de yere çakılmaktan korkmadığım bir uçurumdu sonu. Biliyordum, kendini kaybetmiş birini kimse aramazdı. Biri beni bulsun istiyordum artık... Beni bulsun ve bu uçurumun başından çekip alsın.

Rüzgârın savurduğu incecik yağmur taneleri vurdu yüzüme. Bir elimi arabanın açık camından dışarı uzattım ve serinliği avucumda hissettim. O an sadece gözlerimi kapatıp, toprak kokusunu içime çektim. Gün hiç olmadığı kadar sakin başlamıştı. Telsizden yükselen cızırtılı sesin, huzurumu kaçıracağına adım kadar emindim. Dört yıldır haber muhabirliği yapıyordum. Sürekli yeni olaylar kovalamaya alışmış olsam da bazen bu çetrefili kaldırmıyordu bünyem.

Ege yan tarafımda oturmuş, direksiyonu tek eliyle kavramıştı. Avucunda tuttuğu telsizi yerine bıraktı. "Şanslı günündesin. Beynam ormanına gidiyoruz."

"Duydum," diye suratımı astım. Detaylar belli değildi ama ıssız bir ormanın ortasında olumlu bir haber yakalamayı beklemiyordum.

Ege işinde oldukça başarılı bir kameramandı. Bu şehirdeki en iyi dostumdu. Ben inatçı ve gevezeydim. O ise tam tersine sakin, ağırbaşlı bir insandı. Aynı kanalda çalışıyor, bütün haberlere birlikte koşuyorduk. Her derdimi paylaşabileceğim kadar güveniyordum ona. Kalbindeki iyiliği yüzüne yansıtan sevimli bir ifadesi, kıvırcık saçları vardı. Karşısında dururken gülümsemeden durmak imkansızdı.

"Kaç senedir beraber çalışıyoruz?" diye sordu Ege.

"Üç yıl olmuştur herhalde."

"Ve sen üç senedir hiç yanılmadın."

"Nasıl yani?" dedim merakla.

"Resmen kötü olayların kokusunu alıyorsun. Ne zaman güne böyle somurtarak başlasan canımızı sıkacak bir habere gidiyoruz."

Boynumdaki gümüş kolyeme dokundum. "Sanırım içime doğuyor."

Birkaç saat içinde orman yolunu takip ederek, olayın gerçekleştiği bölgeye ulaştık. Ege arabayı yol kenarında bir yere park etti. Dışarı adım atar atmaz kendimizi garip bir karmaşanın ortasında bulduk. Polis arabaları peş peşe sıralanmışlardı. Bizim gibi birkaç gazeteci daha detayları öğrenmeyi bekliyordu. Koşar adımlarla önümüzde yürüyen polis memurunun peşine takıldık.

Ruhumdaki ağırlık git gide büyüdü. Beni dünyadan soyutlayan bir karanlığa dönüştü. Cılız bir gün ışığı yansıyınca, gözlerimi kısarak gökyüzüne baktım. Bir karganın maviliğin ortasında uçtuğunu izlerken, elimi yüzüme siper ettim. Karga uzun bir dala kondu. Simsiyah gözlerini bana dikti. İçimdeki korkuyu hissetmiş gibi gagasını ayırıp, çığlığa benzeyen bir ses çıkardı.

Derin bir soluk verdim. Ege'yi takip ederek, yürümeye devam ettim. Ormanın içine doğru ilerledikçe ayakkabılarım toz toprak içinde kalmıştı. Etrafımız meşe ve karaçam ağaçlarıyla sarılıydı. Ege'nin elinde hazır bir şekilde tuttuğu kamera, benim ise ağır bir sırt çantam vardı. Peşinden gittiğimiz polis kalabalık bir alanda durunca biz de beklemeye başladık.

Ege karşımızdaki memurun yanına yaklaştı. "Ne yaşanmış burada?"

"Cinayet," dedi memur gergin bir sesle.

"Katile dair bir ipucu bulabildiniz mi?" dedim.

"Çok soru sormayın," diye tersledi yanında dikilen diğer polis. "Zaten işimiz başımızdan aşkın."

Ağaçların arasında derin bir çukur kazılıydı. Etrafına sarı şerit çekilmişti. Beyaz tulumlu olay yeri inceleme ekipleri yere eğilmiş, titizlikle ayak izi örnekleri alıyorlardı. Tam bir saat boyunca beklememize rağmen çukurda ceset olduğundan başka bir şey öğrenememiştik.

Polis köpekleri uzak bir alanda iz bulduklarına dair havladılar. Bütün polisler ve muhabirler o yöne doğru dağıldı. Harekete geçmenin tam zamanıydı çünkü şeridin başında sadece iki polis kalmıştı. Sırt çantamı yere bıraktım. İçinden fotoğraf makinemi çıkartıp boynuma astım.

"Hişt... Ne yapıyorsun?" diye fısıldadı Ege.

"Sen şu polisleri oyala. Çukura biraz daha yakından bakacağım."

Ela gözlerini devirdi. "Çıldırdın mı Ahu?"

"Belki birkaç kare yakalayabilirim," dedim. Bir tilki kadar sessiz ilerledim. Ege bir şeyi kafama koyunca mutlaka yapacağımı bildiğinden üstelemedi. İki çaylak polisin olduğu yöne gidip, onlarla sohbet etmeye başladı.

Güçlü bir gök gürültüsünün sesi yankılandı ormanda. Gri bulutlar seyrek bir yağmur döküyordu. Damlalar ağır ağır saçlarıma kondu. Fotoğraf makinemi boynuma astım. Temkinli adımlarla hedefime doğru yürüdüm. Hafifçe eğilerek sarı şeridin altından geçtim. Bu deli cesaretimin nereden geldiğini bilmiyordum ama içimden bir ses bana devam etmem gerektiğini söylüyordu.

Çürümüş et kokusu yayılmıştı etrafa. Derin bir şekilde kazılmış çukurun başında adımlarımı durdurdum. Tek gözümü kapatıp, fotoğraf makinemin vizöründen baktım aşağıdaki korkunç görüntüye. Kan vardı her yerde. Genç bir kadın gözleri açık bir hâlde çukurdaydı. Tabutu olmayan bir ölüydü. Sinekler başına üşüşmüştü.

Her yıl cinayete kurban giden yüzlerce kadından biriydi. Gözü, yaşayamadığı hayallerine açık gitmişti. Hiç kimse böyle bir ölümü hak etmezdi. Gözümden göğsümdeki sancıya doğru süzülen bir damla yaş aktı. Fotoğraf makinemi tutan ellerim titriyordu. İşaret parmağımla deklanşöre bastım.

O sırada, "Kıpırdama!" diye bağırdı gür bir ses.

Başımı geriye çevirdiğimde, bana doğru koşan bir adamla göz göze geldik. Telaştan ne yapacağımı bilemedim. Sadece kaçmak istedim. Ayağım yalpalayınca geriye doğru düştüm. Sanki biri ayağıma bir halat dolamış, beni çukurun içine çekmişti.

Bir anda kendimi cesedin yamacında boylu boyunca uzanırken buldum. Kadının açık kalan iri gözleri yüzümün hizasındaydı. Dudaklarına sürülmüş, yanaklarının ortasına kadar taşan kırmızı rujla bana gülümsüyordu adeta. Bir kâbusun tam orta yerindeydim. Dizlerimin bağı çözüldü. Tüm vücudum krize girmişçesine sarsıldı.

Büyük bir çığlık kopardım. "İmdat!"

Yerimde doğrulmaya çalıştım. Ama çukur o kadar dardı ki, kıpırdayabilmem için cesetle temas etmem, üzerine basmam gerekti. Üstelik boyumu aşacak kadar derindi. "Kimse yok mu?" diye çırpındım.

Çukurun başında bir adam belirdi. "Sakin ol," dedi.

Başımı havaya kaldırdım. "Kurtar beni!" dedim yakarır gibi.

Adam çevik bir hareketle toprağa uzandı. Bir kolunu aşağıya doğru uzattı. "Elimi tut."

Yağmur şiddetini arttırmıştı. Bana uzanan soğuk ele sıkıca tutundum. Parmaklarım büyük avucunun içinde kaybolurken, beni yukarı çekmeyi denedi. Kollarındaki damarlar gerilmiş, gücünün yarısını benim için harcamıştı. İlk deneme başarısızdı çünkü ayağımı toprağa değdirsem aşağı kayıyordum.

Diğer elimle bileğine asıldım. Kendimi yukarı ittim. Adam güçlükle beni çukurun içinden çıkarmayı başardı. İkimiz de yere devrildik. Toprağın üstünde nefes nefese yatıyorduk. Yere çarpmayayım diye bir kolunu başımın altına uzatmıştı. Elim hızla inip kalkan göğsünün üzerindeydi.

Başını bana çevirdi. Bir çift kara göz, gözlerime kilitlendi. Yağmur taneleri yüzüne konarken, kirpiklerini hiç kırpmadı. Hareket edecek dermanım yoktu. Diz kapaklarımın üstünde doğruldum. Midem bulanıyordu. Öğürerek toprağa kustum.

Düştüğüm çukur, kötülükle beslenen bir günahkârın iniydi. Saplandığım çamur, yok yere ölmüş masum bir canın mezarı olmuştu. Korku iliklerimde dolaşırken, nefes almak bir yüktü bana. Ölüm bu kadar yakın ve yaşamak böylesine imkansızken, gördüğü bunca acıya rağmen nasıl dayanırdı insan?

Benim için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı artık.

Genç adam yerden kalktı. Üstüne başına bulaşan toprağı silkeledi. "İyi misin?"

Hâlâ tepemde dikilirken, elini yeniden bana doğru uzattı. Sabırsızlığını ele veren gergin bir ifadeyle yüzüme baktı. Konuşmak, tuttuğum nefesimi serbest bırakmama neden olacaktı. Yine kusmak istemediğim için sessiz kaldım. Bacaklarımın titremesi geçmemişti. Bana uzanan ele tutundum. Çamurlu parmaklarımla avucunu kavrayıp, ayağa kalktım.

Korkudan tırnaklarımı adamın bileğine geçirdiğimi fark etmemiştim. Aramızdaki bariz boy farkından dolayı yüzünü görmek için başımı kaldırdım. Çatık kaşlarının altında, kıstığı gözleriyle beni inceliyordu. Bakışlarında beni ürküten bir şeyler vardı. Ellerimizi aynı saniyede birbirinden uzaklaştırdık.

Bütün şüpheciliğiyle karşımdaydı. "Kimsin sen?" dedi.

Kurumuş dudaklarımı araladım. "Ahu Tekindor..."

"Ne dikiliyorsun öyle?" Çenesiyle polislerin durduğu yeri işaret etti. "Yürü hadi!"

Yerimden kıpırdamaya mecalim yoktu. Sızlayan dizlerimle yürümeyi unutmuştum. Adam şok geçirdiğimi sezmişti. Bir eliyle dirseğimden tuttu. Beni yavaşça alandan uzaklaştırdı. Eğer desteği olmasa bayılabilirdim. Sarı şeridi havaya kaldırdığında, birlikte altından geçtik. Ege'nin oyaladığı iki polis yanımıza koşturdular.

Ege hemen arkalarından geldi. "Sana oraya gitme demiştim. İyi misin Ahu?" dedi. Elinde tuttuğu su şişesini bana uzattı. "Al, biraz su iç."

Birkaç yudum su içtim. "Merak etme, ben iyiyim. Ama fotoğraf makinem kırılmış."

"Tüh ya!" diye bağırdı beni çukurdan çıkaran adam. Biraz önce beni kurtarabilmek için takındığı tavır yerini öfkeye bırakmıştı. "Çok yazık, demek fotoğraf makinen kırıldı!"

Utancımı saklamaya çalışarak başımı yere eğdim. "Beni oradan çıkardığınız için teşekkür ederim."

Histerik bir şekilde güldü adam. "Ne arıyorsun sen şeridin ötesinde?" Yüzü aniden ciddi bir hâl aldı. "Olay yerini mahvettin!"

"Ben..." diye kekeledim. "Özür dilerim. Çok üzgünüm."

Baş ve işaret parmaklarını burnunun direğine yasladı ama bu sakinleşmesine yetmedi. "Kimliklerinizi çıkarın!" diye gürledi.

Aklım darmadağındı. Sivil polis olduğunun farkına yeni varmıştım. Arka cebimden basın kartımı çıkarıp ona uzattım. "Gördüğünüz gibi gazeteciyiz biz."

Benim ardımdan Ege'de kartını adama verdi. "Tan TV'de muhabiriz," diye ekledi.

Adam dikkatle inceledikten sonra basın kartlarımızı bize geri verdi. "Eğer ekipler işini bitirmemiş olsaydı, seni elimden hiç kimse kurtaramazdı."

Kendimi daha fazla tutamadım. "Bana bağırmamış olsaydınız korkup çukura düşmeyecektim," dedim.

Bana doğru bir adım attı. Yüzünü yüzüme yaklaştırırken, gözlerinden ateş fışkırıyordu. "Benim hatam öyle mi?"

Boğazımda yumru olmuş korkuyu yuttum. "Hayır ama özrümü kabul etmek bu kadar zor olmamalı."

"Seni tutuklamamam için bana tek bir sebep ver," dedi tehditkâr bir sesle.

Ege çaktırmadan kolumu dürttü. "Bence buna hiç gerek yok. Zaten Ahu ne kadar büyük bir hata yaptığının farkında."

"Kelepçe takalım mı Feza komiserim?" diye sordu polislerden biri.

Polis bana doğru hamle yapınca, komiser bir elini havaya kaldırdı ve durmalarını emretti. "Şimdilik hayır."

Demek kurtarıcımın adı Feza'ydı. Sanırım genç görüntüsüne rağmen rütbesi yüksek bir komiserdi. Muhtemelen 1.90 boylarındaydı. Buğday tenine tezat, kısacık siyah saçları vardı. Koyu gri bir kazak ve kot pantolon giymişti. Belindeki deri kemerin sağ tarafında silahı asılıydı. Polis emrini dinleyip, beni tutuklamaktan vazgeçti.

"Neler oluyor burada?" diyerek bir adam yaklaştı yanımıza. Özenle taranmış açık kumral saçları, ela gözleri vardı. Lacivert bir takım giymişti.

"Bir sorun yok Gediz Savcı," dedi Feza.

Gediz çaylak bir savcıya benziyordu. Elindeki lastik eldivenleri çıkardı. "Bir cinayet mahallinde olmamız başlı başına bir sorun." Gözleriyle beni baştan aşağı süzdü. "Bunlar kim?"

"Ben Ege, arkadaşımın adı ise Ahu," diye söze atıldı Ege. "Gazeteciyiz biz." İkimiz de savcının sormasına gerek kalmadan basın kartlarımızı havaya kaldırarak ona gösterdik.

Gediz aldırışsız bir tavırla kartlara baktı. "Duyduğuma göre olmamanız gereken bir yerdeymişsiniz hanımefendi."

"Böyle olsun istemezdim..." dedim ne söyleyeceğimi bilemeden.

"Küçük bir aksilik yaşandı fakat hallettim," diyerek beni korudu Feza. "Bütün delilleri toplamıştık zaten."

Savcı başını Feza komisere çevirince, yüzüne küçümseyici bir ifade yerleşti. "Bunlar yaşanırken sen neredeydin komiser?"

"Köpekler ağaçların ilerisinde bir ize rastladılar. Oraya koşmuştuk," dedi Feza.

"Bir terslik olmaması için buradasın," diye azarladı Gediz.

Aralarında bariz bir gerilim vardı. Buna rağmen Feza komiser tepki vermedi. "Daha dikkatli davranmalıydım."

"Burada yapacak işimiz kalmadı. Gidebiliriz artık," dedi Gediz.

Savcı yanımızdan uzaklaştı. Diğer polisler onunla beraber gittiler. Feza komiser bana arkasını dönmek üzereyken, bütün cesaretimle kolunu kavradım. "Çukurun içinde gördüğüm ceset..." dedim duraksayarak. "Yıllar önce işlenen cinayete çok benziyordu."

Feza komiser, karmaşık bir ifadeyle yüzüme baktı. Hiç beklemediği bir cümle duymuştu sanki. Burun delikleri genişlemiş, kemikli çenesini sıkmıştı. Dudaklarını araladı fakat konuşmaktan vazgeçti. Aklına başka bir şey gelmiş gibi hafifçe omzuma dokundu. Hızlı adımlarla yanımdan uzaklaştı.

"Hangi cinayete?" diye sordu Ege.

Hâlâ Feza'nın arkasından bakmayı kesememiştim. Gözlerimi Ege'ye çevirdim. "Kızıl Karga..."

Ege söylediğime şaşırmış gibi kaşlarını havaya kaldırdı. "Ama o cani uzun zamandır sessizdi. Ortadan kaybolduğunu söylüyordu herkes."

Tüylerim ürperdi. "Sonuçta hâlâ yakalanmamıştı. Belki de geri dönmüştür."

Üniversitede gazetecilik okurken, bir proje konusu olarak ülkemizde işlenmiş en kötü cinayet haberlerini araştırmıştım. En çok etkilendiğim kan donduran haber, dört kadını öldüren bir psikopata aitti. Tıpkı gördüğüm cesette olduğu gibi kurbanlarının yüzlerini kırmızı bir rujla boyuyordu. Avuçlarına imzasını kazıyordu. Polisler yıllardır yakalayamadıkları bu caniye Kızıl Karga diyorlardı. Son cinayetinden beri epey zaman geçmesine rağmen ne bir iz ne de görgü tanığı bulabilmişlerdi.

Kalabalık bir ekip, polis köpekleriyle birlikte, bulunduğumuz alana geri döndü. Akşamki ana haber bülteni için görüntü çekmeliydik. Birkaç polisle görüştüm ama bana olay hakkında detay vermediler. Tek görgü tanığı ise çoktan gitmişti. Çamların altında duran kaya parçasının üstüne oturdum. Defterimi dizlerimin üstüne koydum. Küçük notlar alarak yayına hazırlandım.

Komiser Feza sarı şeridin dışındaki ağaca yaslanmıştı. Düşünceli bir şekilde çukura bakıyordu. Elindeki sigarayı dudaklarının arasına yerleştirip, gümüş çakmağıyla yaktı. Zehri içine çekti. Öylesine derin bir nefes verdi ki, sanki dumanına derdini yüklemişti. Çözemediği cinayetin ağırlığı omuzlarındaydı. Aklındaki karmaşa yüzüne yansımıştı.

Ansızın onu izlediğimi fark etmiş gibi başını bana çevirdi. Kara gözler üç saniyeliğine gözlerime tutundu. Belki daha kısa sürmüştü ama bana bir asır gibi gelmişti. Yeterince rezil olmuştum. Başımı eğip, elimdeki kalemle defterimi karalamaya başladım.

Tepemde dikilen Ege'ye doğru döndüm. "Ben hazırım. Yayına başlayabiliriz."

"Berbat görünüyorsun," dedi Ege. "Bu hâlde nasıl çekim yapacağız?"

"İstersen kameranın karşısına sen geç," diye homurdandım.

Ege aksi tavrıma karşı omuz silkti. "Yüzün gözün çamur içinde. Ben senin iyiliğin için söylüyorum."

Şişedeki suyu elime döktüm. Çamur bulaşmış yüzümü yıkadım. Bileğimdeki lastik tokayla saçlarımı bağladım. Sırt çantamdan kırmızı ceketimi çıkarıp, siyah bluzumun üstüne giydim. Kot pantolonuma bulaşan tozu silkeledim. Feza komiser hâlâ ağacın altındaydı. Keskin bakışları birkaç dakikadır bana odaklanmıştı. Gözlerinin hapsinde olmak bana gerçek bir şüpheliymişim gibi suçlu hissettiriyordu.

Ege kamerasını omzuna yerleştirdi. Baş parmağını havaya kaldırarak kayda başlamak için onay istedi. Mikrofonun dudaklarıma yaklaştırdım. Hafifçe boğazımı temizledim. "Bu sabah erken saatlerde Beynam ormanında bir ceset bulundu," diye başladım sözlerime. "Otuzlu yaşlarındaki genç kadının kimlik bilgileri henüz tespit edilemedi. Cinayetin, arka tarafta görmüş olduğunuz ormanlık alanda gerçekleştiği biliniyor. Ağaçların orta yerinde toprak derin bir şekilde kazılmış. Katil zanlısı, kurbanını bir mezara gömercesine çukurun içine atmış. Katilin yıllar evvel, dört kadını öldürüp, kayıplara karışan Kızıl Karga lakaplı cani olduğu düşünülüyor. Polis ekipleri titizlikle araştırmalarını sürdürüyor. Bu vahşeti gerçekleştiren gözü dönmüş psikopatın bir an önce yakalanmasını temenni ediyoruz."

Sesim titremeden konuşmayı başarabilmiştim. Ege yayını kapattı ve omzundaki kamerayı indirdi. Yanaklarımı şişirip dertli bir nefes verdim. Muhabirlik kariyerim boyunca yaptığım en zor haberdi. Kendimi yere yığılmamak için zor tutmuştum. Yüreğimdeki keder bedenimi ele geçirmişti. Ormandaki kalabalık dağılmıştı. Biz de geldiğimiz yönü takip ederek, yol kenarına park ettiğimiz arabaya yürüdük.

Siyah bir cipin önünden geçerken adımlarımı durdurdum. Filmli camındaki bulanık yansımama baktım. Gerçekten ekrana bu hâlde mi çıkmıştım? Ege'nin söylediği kadar berbat bir hâldeydim. Dudaklarım çatlamış, sarı saçlarım kabarmıştı. Rimelim mavi gözlerimin altına akmıştı. Şakağımdaki çamur lekesini silmeye çalıştım. O sırada arabanın camı yavaşça aşağı kaydı.

Önce üç numaraya vurulmuş siyah saçları gördüm sonra pürüzsüz alnındaki biçimli kaşlarını. Badem şeklindeki kömür gözler, yüzümün ayrıntılarında gezindi ve gözlerime sabitlendi. Arabanın içinde birinin olabileceğini hiç düşünmemiştim ama Feza komiser direksiyondaydı. Kalın dudaklarını yavaşça araladı. "Yine mi sen?" dedi.

Duyduğum tok ses beni ürkütmüştü. Bir adım geriye çekildim. "Pardon."

"Böyle bir ortamda bile nasıl göründüğünü mü önemsiyorsun?"

"İşim gereği bunu önemsemek zorundayım," dedim ona dik dik bakarak. "Senin aksine."

Arsız cevabımı beklemiyormuş gibi tek kaşını kaldırdı. "Ben nasıl görünüyormuşum?"

Kollarımı göğsümde bağladım. "Fazlasıyla kaba."

"Bugün nezarethanemize misafir olmaya oldukça hevesli gibisin."

"Beni tutuklamaya gönüllüsün galiba."

Elindeki çelik yığınını havaya kaldırıp salladı. "Kelepçeler bileklerine yerleşmeyi bekliyor."

"Hiçbir suçum olmadığı hâlde mi?"

Dirseğini cam kenarına yaslayıp, boynunu dışarı uzattı. "Bir komiserle konuşurken üslubuna dikkat etmeni öneririm. Her zaman benim kadar iyi bir adama rastlayamazsın."

Eğer benimle böyle konuşmasaydı resmiyeti atmazdım. Ona laf yetiştiremeyecek kadar bitkin olmama rağmen çenemi tutamadım. "Üslubumun gayet düzgün olduğunu düşünüyorum."

Feza bana cevap vermedi. Başını iki yana sallayarak camı yüzüme kapattı. Benden hiç haz etmediği belliydi. Siyah cip yanımdan büyük bir gürültüyle uzaklaşırken arkasından bakakaldım. "Feza'ymış..." dedim kendi kendime. Beni kurtarmasını, hatta son derece yakışıklı olmasını gözüm görmemişti çünkü içten içe sinir olmuştum ona. "Yabani ne olacak!"

Ege sabırsız bir şekilde kornaya bastı. Arabanın yanına yürüyüp, ön koltuğa yerleştim. "Beni eve bırakır mısın?" dedim arkama yaslanarak. Şu an insan içine çıkacak hâlde değildim. "Cahit Bey'e benim için bir bahane uydur."

"Tamam. Eve gidip dinlen," dedi Ege. "Zaten toplantı için ofise uğramam gerekiyor."

Gözlerim dolmuştu. Yaşlar akmasın diye burnumu çektim. "Bugün yaşadıklarımı asla unutamayacağım."

"Bunlar hep inatçılığından başına geliyor."

"Belki de yalnızca kötü şanstır."

"Kötü şansa inanmam." Beni teselli etmek için omzuma dokundu. "Yine de sıkma canını..."

"Şu komiser..." dedim kararsız bir tonda. "Ne kadar sinir bozucuydu değil mi?"

"Bilmem, görevini yapıyordu sadece. Üstelik haklıydı. Olay yerini dağıttın. Beni dinleseydin boş yere azar işitmeyecektik."

"Sanki bana olan bakışlarında tuhaf bir şeyler vardı."

Alaycı bir şekilde güldü. "Sen kahramanından çok etkilenmiş olmayasın?"

"Saçmalama Ege," diye yüzümü ekşittim.

"Adamı iki saattir aklından atamamışsın ama."

"Ne alakası var?"

Ege arabayı öylesine yavaş kullanmıştı ki, yol bitmek bilmemişti. Karanlık çökmeden evvel oturduğum sokağa girdik. "Gerçi o da gözlerini üstünden alamıyordu. Kesin senden şüphelendiğindendir."

Aslında haksız değildi. Kurtarıcıma minnettar olmam gerekirken ona kötü davranmıştım. Sakince düşündüğümde, benim cevaplarım da pek kibar sayılmazdı. Hıncımı çıkaracak birini aramıştım. Pişman olsam bile çok geçti. Çünkü onu bir daha görmem imkânsızdı.

Aklımda bir ton karmaşayla arabadan indim. Ege'ye el salladım. "Bıraktığın için sağ ol."

"Yarın görüşürüz. Sakın geç kalma," dedikten sonra gaza bastı.

Üç katlı bir binanın ikinci katında tek başıma yaşıyordum. Apartmana girip, yorgun bir şekilde merdivenleri tırmandım. Çantamdan çıkardığım anahtarı kapı deliğine yerleştirdim. Hâlbuki anahtara gerek yoktu. Tahta kapı omzum ile itsem açılacak kadar sorunluydu. En alt kattaki komşum, altmış yaşına merdiven dayamış Gonca teyzeydi. Üst kat genelde boş olurdu. Yurtdışında yaşayan ev sahibim sadece yaz tatillerinde gelirdi evine.

İçeri girer girmez kırmızı ceketimi yere fırlattım. Banyoya koştum. Daha önce yüzlerce haber yapmış, hiç bugünkü kadar talihsiz olaylar yaşamamıştım. Sıcak suyun altında defalarca şampuan sürdüm saçlarıma. Tırnaklarımın arasına dolmuş çamuru temizledim.

Ölümle yüzleşmiştim.

Kan kokusunu solumuş, buz kesen tenine değmiştim. Gözlerine kazınan dehşeti görmüştüm. Hiç kimsenin duyamadığı çığlığı, benim dudaklarımdan sızmıştı. Canına kastedilen ben değildim fakat acısı kalbime bulaşmıştı. Hislerim bir çukurun içinde katledilmişti.

Yatağıma uzandım fakat uykuya dalabilmek mümkün değildi. Çünkü gözlerimi her kapattığımda bir cesedin yüzü beliriyordu aklımda. Başucumdaki abajuru söndürdüm. Yorganı başıma kadar çektim. Kapkaranlık bir kâbusa yumdum göz kapaklarımı...

Yazgısı değişmiyordu masumların, ellerine kan bulaşmış zalimler nefes aldıkça. 

🦢

Mum Çiçeği başladı...
Bu kitabın karanlık satırlarında dolaşırken hep birlikte aydınlığa kavuşalım diye gün sayacağız.
Ve bütün bu hüznün arasında ışığımız yalnızca aşk olacak.

Şimdiden keyifli okumalar diliyorum.

Ahu'nun kurtarıcısı yabani Feza hakkında ne düşünüyorsunuz?

Umarım ilk bölüm hoşunuza gitmiştir. Oy ve yorumlarınız benim için çok değerli, lütfen eksik etmeyin! 🩶

Twitter: alevzf

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top