Final - "Ölümsüz Ruhlarımız" Kısım II

"Sıradanlığın dışında kalan çok özel bir resim."

Muhteşem Güzellik

Final - "Ölümsüz Ruhlarımız " Kısım II

5 Ay sonra - 17 Mayıs 1508

İnsanı büyüleyen kusursuz bir düzene sahip bahar çiçekleriyle bezenmiş bahçede ilerlemekte olan Clarissa, güneşin sıcak ışıklarını teninde hissedebiliyordu. Malikanenin önünde, merkezinde gösterişli çeşme ve kaidelerin üzerinde yükselen beyaz mermer heykellerin olduğu şimşirlerle çevrili ön bahçeden geçerek nar bahçelerinin ardındaki geniş alana doğru yürürken, kat ettiği yol gözüne hiç olmadığı kadar uzun gelmişti.

Hamileliğinden önce sahip olduğu incecik kıvrımlı vücut hatları şimdilerde tombullaşmış, küçük yüzü dahi büyümüştü. Bu dönemde olması gerektiğinden daha fazla kilo almış Clarissa, durumu karnındaki bebeği neredeyse sekiz aylık olana kadar yatakta istirahat etmiş olmasına bağlıyordu. Hamileliğin sekizinci ayına bir hafta kala hekimin artık tüm günü yatakta geçirmesinin gerekli olmadığını söylemesinin ardından normal hayatına dönebileceğini düşünmüşse de öyle olmamıştı. Artık bedeninin daha da hızlı yorulduğunu, gücünün hızla bittiğini hissediyordu. Öyle ki bahçede yaptığı kaçamak yürüyüşünde en az iki kez dinlenmiş, nefeslerini düzenlemek zorunda kalmıştı.

Elini büyümüş karnına yerleştirdiğinde hafifçe esen meltemin etrafa dağıttığı yeşeren çiçek ve toprak kokusunu içine çekmişti. O gün tüm toprak ana, bir başka mutluluk müjdeliyordu sanki. Gözlerinde yalnız başına bahçede yürüyüş yapabilmenin huzurunu taşırken kasığına saplanan bir ağrı ile irkilmiş, olduğu yerde donakalmıştı. Eliyle ovmaya çalışarak bir süre geçmesini beklemişti. O gün kahvaltıdan kalktığından beri ara sıra tekrar eden kasılmaları gizlemeye çalışıyordu. Bir süre daha çakıl yolda ilerlemiş, aradığı kişiyi bulduğunda, karşısında durduğu manzarayı izlemeye koyulmuştu.

Belirli aralıklar verilerek yerleştirilmiş ince tahta yükseltilerden birinin önünde olan Andreani, kalın deriden eldiven giydiği sağ elinin üzerinde kahverengi tüylere sahip bir şahin tutuyordu. Bir müddet eğitim verildikten sonra kusursuz bir şekilde evcilleştirilen hayvanın kuyruğu oldukça yuvarlak, gagaları cengel yapıda ve tamamen kıvrıktı. Eldiven olmayan elinin sırtıyla şahinin göz alıcı derece parlak olan tüylerini okşarken, yanında dikilen Tommasso ve şahinlerin eğitiminden sorumlu adam ile sohbet ediyordu.

Clarissa belli bir mesafeden Andreani'yi incelediği sırada, adamları dinlerken başını ara sıra sallayışı bir elinde ustaca tuttuğu kanatlarını açan şahinle gerçekten insanı ürkütecek derecede sarsılmaz bir kendine güven ve ulaşılmaz bir kişiliğe sahip olduğunu bir kez daha görmüştü. Onunla evli ya da karnında çocuğunu taşıyor olması gerçeği değiştirmiyordu. Bir adım geriye çıkıp uzak bir gözden baktığında pek az kişinin elde edebileceği güçlü bir aileden gelen ayrıcalıklı yaşamının parlak getirilerini kolayca görülebiliyordu. Bu ona neredeyse bir yıl önce Andreani'yi Roma meydanının karşısında gördüğü anı anımsatmıştı. Gece karası atından inmiş küçük birliğini karşılamaya gelen kardinallere selam vermesinin ardından kırmızı pelerinini ucunu tutarak ona meydanın karşısından omuz hizasında bir reverans yapmıştı. Clarissa, o an hissettiği utancı şimdi hatırladığında tebessüm etmekten kendini alamıyordu.

İzlenildiklerini ilk fark eden kişi Tommasso olmuştu. Hala elinde şahini tutmakta olan Andreani, sağ kolunun bakışlarını takip ettiğinde onu fark etmişti. Sert yüz hatları onu gördüğünde değişime uğrarken, başını tekrar önüne çevirmişti. Elinin üzerindeki şahinin kanatlarını son kez okşayıp Tommasso'ya devretmişti.

Clarissa, ifadesiz tutmaya çabalamasına rağmen beğenisini gizleyemediği bakışlarını ona doğru yaklaşmakla olan Andreani'den ayıramamıştı. Biraz önce oldukça otoriter ve ulaşılmaz görünen adamın ona baktığında gözünün içindeki ifadenin değişmesine hala alışabildiğini söyleyemezdi. Gökyüzü mavisi gözleri canlanıyor, onu sanki dünyanın en değerli şeyiymiş gibi hissettiriyordu. Aralarında az bir mesafe kalmışken Clarissa, bakışlarıyla Tommasso'nun uçurmaya hazırlandığı şahini göstermişti.

"Senden şahin yerine kartal beklerdim."

Karşısına geçtiğinde ellerinden birini koluna yerleşmiş Andreani'nin yüzündeki ifade ağır ve mükemmel bir şekilde kibre bürünmüştü. Yüzünü kısa bir an yana çevirip gösterdiği yöne bakmıştı.

"Kartalı eğitmek şahini eğitmek gibi kolay yapılan bir şey olmadığı gibi daha zahmetli ve tehlikeli bir iştir. Ayrıca, yüksek dağların dik yamaçlarında yaşadıkları için özgürlüklerine daha düşkündürler. "

Dolgun dudaklarını zarif bir tebessümle kıvıran Clarissa, karşılık olarak hafife başını sallamıştı. Ceketinin kolunu düzelmek için başını eğmeden önce gök mavisi bakışlarının nasıl da gururla parladığını fark etmemesi olanaksızdı. Sessiz bakışları ile Andreani'nin ceketine yapışan bir tüyü alıp yere bırakışını izlemişti. Üzerine giydiği siyah pantolonu gümüş brokar kollarıyla aynı tonda ipliklerle işlenmiş mavi ceketi içinde o güne özenli bir şekilde hazırlanmıştı.

İşini bitirdiğinde avucunun içine aldığı Clarissa'nın elini koluna takmış Andreani, nazik lakin kararlı bir şekilde yönlerini malikaneye doğru çevirmişti. Adımlarını dikkatle hamile olan Clarissa'nınkilere uydurmaya çalışırken merakla sormuştu.

"Sen nasıl geldin buraya?"

"Hala yürüme yetimi kaybetmiş değilim."

"Clarissa."

İsmini üzerine bastırarak sitemle söylemiş olsa da Andreani'nin ifadesi anlayışlıydı. Kolunun üzerine yasladığı parmaklarını diğer eliyle okşarken ilgili bakışları üzerinde dönüyordu. Fakat Clarissa, dolgun dudaklarını huysuz bir şekilde kıvırarak söylenmeye devam etmişti.

"Ne? Çok sıkıldım bundan tamam mı? Ne kiliseye gidebiliyor, ne bahçede uzun uzun yürüyüş yapabiliyor, ne de Roma'ya gidebiliyorum. Yatakta resim yapmak da zevkli değil hemen uykum geliyor. Üstelik bir de sırf beni doğurtmak için bekleyen birkaç ev ötemizde bir ebe ve hekim var."

"Tamam seni anlıyorum. Hamile olmayı sevmiyorsun."

"Ve Lavinia, Byanca, Lucrezia hepsi sürekli katıldıkları davetleri anlatıyorlar. Bak fark ettiysen ben davet sevmem, o kadar sıkılmış durumdayım. Sense burada sevgili sağ kolun ile şahin uçuruyorsun."

Sözlerini büyük bir sabırla dinleyen Andreani, oldukça sakin bir tavırla yaklaşıp şakağına küçük bir öpücük bırakmıştı. Lohusa döneminin ilk aylarında oldukça uysal olan Clarissa'nın yatakta geçirdiği günler ilerledikçe sabrı azalmış, alıngan bir kadına dönüşmüştü. Bu halleriyle yalnızca soğukkanlılığını koruyarak başa çıkabiliyordu. İlk andan beri yokluğunu fark ettiği en sevdiği refakatçisinin neden yanında olmadığını bilmek istemişti.

"Yokluğumda Berta seni eğlendirecekti. Onun en büyük görevi bu değil mi?"

"Bilmiyorum, sanırım midesini üşütmüş. Çok solgundu bende gönderdim."

Andreani başını sallamakla yetinmişti. Bir süre daha bahçede ilerlediklerinde nar bahçelerinin önündeki çakıl yolda duraksamışlardı. Clarissa'nın soluklanmasını beklerken elini sekiz aylık olmuş büyük karnına yerleştirmişti.

"Peki benim küçük kartalım bugün nasıl?"

"Hareketli. Bence o da en az benim kadar malikanenin duvarları arasında olmaktan sıkılmış durumda."

Kasıklarındaki hafif ağrıyı dile dökmemiş Clarissa, bakışlarını karnındaki Andreani'nin büyük eline indirmişti. Ebe kadının doğum yaklaştıkça kasılmalarının artacağından bahsettiğini hatırlıyordu. Sıklaşan kasılmalarının bunlardan biri olduğunu bilse dahi söylediği taktirde Andreani'nin endişeleneceğini üstelik bununla kalmayarak bugün verecekleri aile içindeki ziyafeti iptal edeceğinden çekiniyordu. Lohusa dönemi boyunca onu boğmamaya, üzerine fazla düşmemeye çalışmışsa da becerebildiğini söyleyemezdi. Onun gibi aylardır düşük tehlikesi ile yaşayan Andreani hiç olmadığı kadar gergindi.

Annesinin karnındaki çocuğunu hissetmek isteyen Andreani, elini yavaşça karnında gezdirmeye devam ederken gözlerinin içindeki gurur bu kez çok daha çarpıcıydı. Yaklaşıp Clarissa'nın alnından öptüğünde yavaşça geri çekilmişti.

"Güzel karım, sırf sen sıkılmayasın diye tüm sülaleyi buraya çağırdık ya. Biraz sonra istemediğimiz kadar insan burada olacak."

Andreani ile birlikte güzel bir bahar gününde bahçede yürüyüş yapabilmenin sarhoşluğunu içinde olan Clarissa, bu sözlerle asıl geliş sebebini hatırlamıştı. Karnının üzerindeki eli tutup kendinden uzaklaştırdığında dudaklarındaki tebessümü hızla silip atmıştı. Hamileliği ile birlikte tombullaşan yüzünde ruhunun bir parçası olan soğuk hava belirirken gözlerinde yemyeşil bir alev parlamaya başlamıştı.

"Gözümün önünde istediğim kişilerle oynayabilirsin Clarissa. Sözlerinin altındaki anlam bu. Sen kendini çok zeki sanıyorsun biliyorum ama beni de hafife almamanı öneririm."

Esen meltemin yüzüne getirttiği bir tutam saçı hışımla geriye itmiş Clarissa, aynı anda biraz önce Andreani'nin yaptığı gibi avucunu geniş karnının üzerine yerleştirmişti. Bazı şeyler değişmediği gibi gelecekte de değişmeyecekti. Clarissa bunu uzun süre önce kabul etmişse de her seferinde Andreani'nin işleri oldu bittiye getirmesine karşı sert tavrını devam ettirmekte kararlıydı. Andreani emrivakilerden ne kadar zevk alıyorsa o da aynı şiddetle nefret ediyordu.

"Sözlerimin altındaki anlamı çözmeye vakit harcamak yerine sorunu söylemeyi denesen sevgilim?"

"Söylemeyeceğim, göstereceğim."

Clarissa, çattığı kumral kaşlarının altındaki yeşim rengi gözleriyle Andreani'yi hor gören bir bakış atarken elbisesinin koluna sıkıştırdığı parşömeni ortaya çıkartmıştı. Üzerinde yatak odalarındaki yeni çalışma masasında bizzat elleriyle mühürlediği kırmızı balmumu mührü parçalanmış mektubu havada tehditkâr bir edayla sallarken konuşmuş, sözleri bittiğinde Andreani'nin göğsüne çarpmıştı.

"Üç gün önce Bruno Palmiro'ya gönderdiğim mektup, daha doğrusu gönderdiğimi sandığım mektup. Tanıdık gelmiş olmalı, çünkü mührünü kırıp okumuşsun."

Eline geçirdiği mektubu kayıtsızca çevirmeye başlamış Andreani'nin yüzüne yerleşen kurnaz ve eğlenen ifade insanı çileden çıkartacak derecede rahatsız ediciydi. Ne bir pişmanlık ne de mahcubiyet kırıntısına rastlamak mümkün değildi. İkiye katlanmış haldeki parşömeni açmaya dahi gerek duymamıştı. Bu görüntüye daha fazla seyirci kalamayan Clarissa, homurdanarak arkasına dönmüştü. Elbisesinin eteğini geriye çekerek nar bahçesinin içine adım attığı sırada Andreani'nin aynı ölçüde kayıtsız sözlerini işitmişti.

"Birileri çalışma odamı karıştırmış. Senin gibi bir kadına yakıştıramadım doğrusu. Ne bulmayı umuyordun?"

Her zaman olduğu gibi suçlu olduğunu kabul etmenin yanından dahi geçmeyen üzerine onu suçlu gösteren Andreani'nin bu rahat tavrı Clarissa'yı şaşırtmamışsa da kocasının çalışma odasını gizlice karıştıran bir kadın olarak anılmak hoşuna gitmemişti. Omzunun üzerinden soğuk mağrur bir bakış fırlatmıştı.

"Hiç utanma, suçluluk duygusu yok mu sende? Bir kez olsun suçlu olduğunu kabul edemez misin?"

"Suçlu olduğumu düşünseydim belki edebilirdim lakin suçlu değilim."

Clarissa, tekrar önüne döndüğünde her iki elini de karnının üzerinde koymuş, ipekli pabuçları üzerinde çakıl yolda ilerleyerek ısrarla aralarını açmaya devam etmişti.

Çiçek açmış nar ağaçlarına doğru ilerleyen karısını izleyen Andreani, elindeki mektubu buruşturup cebine tıkarken bakışlarını üzerinden çekmemişti. Güneş ışığı altında parıldayan gür saçlarının üst kısmını fileyle toplayarak örgü haline getirdiği uzun saçlarını çevresine sarmış, alt kısmı kalın bukleler halinde omuzlarına ve sırtından beline dökülüyordu. Gözleriyle uyumlu orman yeşili ipekten ve incecik çağla yeşili brokardan yapılmış elbisesinin kolları altın sarısı kurdelelerle birbirine tutturulmuştu. Fakat görünüşünün en büyüleyici olan tarafı göğüslerinin altından bollaşan elbisesinden açıkça kendini gösteren büyük karnıydı. Andreani, bu eşsiz görüntüyü anlamlandıramadığı bir şekilde Clarissa'ya yakıştırıyordu. Bir zamanlar insanların donuk bir mizaca sahip olduğunu konuştuğu karısının değiştiğini söyleyemezdi kimi zaman soğuk ve mesafeli haline kolayca bürünebiliyordu. Fakat çevresine ördüğü kalın duvarları arasına onu uzun zaman önce kabul etmişti. Yaşadıkları son zehirlenme olayının ardından ise hiç olmadığı kadar yakınlaşmışlar, adeta bir bütün haline gelmişlerdi.

Andreani uzun adımları ile yürüyüp Clarissa'nın arkasına geçtiğinde kaskatı kollarını bedenine sarmış, sırtını göğsüne yaslayana kadar kendine çekmişti. Kumral saçlarını kenara çekip, kokusunu içine çekebilmek için yüzünü boynunun girintisine gömerken, ellerini Clarissa'nın karnında duran ellerinin üzerine yerleştirmişti.

"Andreani, ellerini üzerimden çek. Bana bir açıklama borçlusun."

Birçok tartışmalarını bu şekilde geçiştirmesine katlanamayan Clarissa, Andreani'nin kollarında dimdik adeta tahta gibi duruyordu. Yaratmaya çalıştığı tensel büyünün içine çekilmemekte kararlıydı. Büyük karnıyla becerebildiği ölçüde bedenini saran kollardan kurtulmaya çabalarken yerinde kıpırdanmış, başını öteye çevirmişti.

"Ben kocasının çalışma odasını gizli gizli karıştıracak bir kadın değilim. Buna inanıyorsan, daha nasıl bir kadınla evli olduğunu anlayamamışsın demektir. Bruno Palmiro'nun mektubuma bir cevap gönderip göndermediğini Tobia'ya sordum, adam karşımda eğilip büküldü gözlerini kaçırdı. Aynı mahcubiyete o kadar çok tanık oldum ki işin içinde senin parmağın olduğunu anlamak benim için hiç zor olmadı. Günlerdir gönderdiğimi sandığım mektubum tahmin ettiğim gibi çalışma odanın çekmecesinde çıktı."

"Yalnız güzel iz sürmüşsün, seni tebrik etmeme izin ver. "

Andreani, konuştuğu sırada kulağına sıcak nefesini kasıtlı bir şekilde bırakmıştı. Clarissa eğer yüzünü çevirirse dudaklarının onun dudakları ile karşılaşacağını biliyor, taş gibi bir tavırla önünde uzanan büyük nar bahçesinde gözlerini gezdirmeye devam ediyordu. Tekrar huzursuzca yerinde kıpırdanmış, ciddi ifadesiyle devam etmişti.

"Andreani, beni geçiştirmen işe yaramayacak. Hem söylesene, yazdığım tüm mektuplar önce sana geliyor, hepsini tek tek okuyup aralarından onay verdiklerin mi gönderiliyor? Gönderilecekler ve gönderilmeyecekler diye guruplara da ayırıyor musun? Benim mührümü kırdığın için göndermeden önce tekrar mühürlemen de gerekiyordur, artık mühürlerimiz aynı olduğundan senin için zor olmasa gerek."

Andreani Clarissa'nın anlattığı abartılı tabloyu gözünde canlandırdığında keyifle gülmüştü. Bir an düşündüğünde söyledikleri kulağına oldukça mantıklı gelmişse de üzerinde durmamayı seçmişti. Yapabileceklerinin herhangi bir sınırı olmadığını kendi de kabul ediyor, üstelik bundan zevk bile alıyordu. Kendinin tutamayıp alaycı bir tonda karşılık vermişti.

"Tüh, ben bunları hiç düşünemedim. Bundan sonra öyle yaparım."

"Andreani!"

Birbirine kenetlenmiş parmakları bir hışımla ayırmış Clarissa'nın çıkışı ani olmuştu. Dirseğini karnına geçirirken sinirine hâkim olmayarak çıkışmıştı. Bunun üzerine Andreani, omuzlarından tutarak onu nazikçe kendine çevirmişti.

"Senin gözünde böylesine baskıcı bir adam mıyım ben?"

Andreani'nin oldukça ciddi bir tavırda sorduğu bu soru Clarissa'ya gülünç gelmişti. Israrla gözlerinin içine bakan adamdan gözlerini kaçırmamıştı lakin bastırmaya çalıştığı gülüşüyle tombul yüzü şekilden şekle giriyor, gözlerinde kahkaha parıltıları oynaşıyordu. Dudaklarını dişlerinin arasına almış, biraz önceki ciddi tavrını tekrar kazanmaya çalışırken muzip sesiyle gerçeği söylemişti.

"Yapmadığın şey değil."

Bu cevabı duyduğunda Andreani yüzünü buruşturup kaşlarını çatmışsa da üzerinden durmayacak kadar olduğu adamla barışıktı. Tanıştıklarından beri yaptığı her şeyin onun açısından bakıldığında mantıklı gelecek nedenlerini bir bir sayabilirdi. Sağ avcunu Clarissa'nın yanağına yerleştirdiğinde anlatmaya başlamıştı.

"Geçmişi deşme. Mektubun benim Roma'ya gidecek mektuplarım arasına koyulmuştu. Kendi yazdığım mektuplarımdan birini ararken dikkatimi çekti. Lohusa döneminden beri adamı çağırmıyorduk, ne yazdığını merak etmek hakkım. Üstelik sende bana ressama mektup yazdığını söylemedin. Buraya çağırdığını okuduğumda, yazıklarının gönderilmesine gerek görmedim."

"Gerek görmedin, sebep?"

"Çünkü Clarissa, bugün yeterince ayakta kalıp yorulacaksın. Yarın benim birkaç saatliğine dışarı çıkmam gerek, bu şekilde aklım sende kalmamış olacak. Başka bir gün çağırırsın, yarın olmaz."

Clarissa, bıkkın bir şekilde içini çekerek yüzündeki eli kenara itmişti. İnatçı kişiliği bu yaptığının öylece unutulmasına razı gelmiyordu.

"Yine sinir bozucu emrivakilerinden birini yapmak yerine gelip benimle konuşabilirdin."

"Sorun edilmeyecek kadar basit bir meseleydi."

"Bruno Palmiro, benim ressamım. Kafana göre gelip gelmeyeceğine karar veremezsin, bana da sormalısın."

Bu sözler üzerine Andreani'nin yüzünde rüzgâr gibi bir sinir gelip geçmişse de kısa zaman içinde tekrar keyifli ifadesine geri dönmüştü. Clarissa, onun hamileliğinden özellikle de düşük tehlikesinin ortaya çıkmasından beri çabuk öfkelenen sinirli ve otoriter davranışlarını yatıştırmak için çabaladığını fark edebiliyordu. Bu hallerini izlemek içten içe hoşuna gidiyor, zalimce bir zevk alıyordu. Fakat Andreani konuştuğunda sözlerindeki hafif nobranlık fark edilmeyecek gibi değildi.

"Resmini yaptığı kişi de benim karım. Karnındaki çocuğun da babasıyım. Bu durumda kocan olarak karar hakkı benim. Ben de kararımı verdim."

Sözlerini bitirmesini beklemiş Clarissa, herhangi bir yumuşak başlılık göstermeyecekti. Dudaklarını manalı bir tebessümle kıvırırken, yukarı kaldırdığı elini Andreani'nin omzuna yerleştirmişti. Diğer elini büyük karnına koyup, omzundan destek alarak güçlükle parmak uçlarına yükseldiğinde yanağına küçük bir öpücük bırakmıştı. Geri çekildiğinde kararlı ses tonuyla konuşmuştu.

"O ressam en kısa zamanda buraya gelecek. Sen davet edeceksin."

Andreani, yüzünde engel olamadığı hayranlık ifadesiyle donup kalmıştı. Açıklayamadığı bir merak ve şaşkınlıkla mavi gözlerini kısmış karısının son zamanlardaki hallerini anlamaya çalışırken, aklından geçenleri dillendirmişti.

"Biliyor musun sen eskiden benden korkardın. Yine cesur laflar eder, keskin dilinle meydan okurdun ama bu şekilde emir vermeye cesaret edemezdin. Roma sokaklarındaki görüntüm dahi etrafımdaki insanları titretmeye yeterken senin bu hamileliğinden beri artan korkusuzluğun tuhaf bir şekilde ilgimi çekiyor. Tabi başarılı olduğun konusu tartışılır lakin bir değişim var görebiliyorum. "

Bunları duyan Clarissa'nın küçük omuzları keyifli bir gülüşle sarsılmıştı. Sözlerin altında hem huzursuzluk hem de taktir gizliydi. Geniş omzundaki elini dört ay önce yaralanan şimdilerde arkasında derin bir yara izi bırakmış pazısına doğru indirdiğinde meydan okuyan bakışlarıyla karşılık vermişti.

"Andreani, azıcık bile üzülmeyerek söylüyorum ki ben senden hiçbir zaman korkmadım. "

Ne kadar zaman geçmiş olursa olsun hala büyük bir farkındalık eksikliği olan karısının bilinçli yapmamış olsa dahi cilveli bir tavır takınması Andrean'nin uzun süredir bastırdığı arzularını harekete geçirmişti. Hızına kendinin bile şaşırdığı ani bir hareketle dolgun dudaklarının üzerine kendi dudaklarını kapatmadan önce tutku dolu bir sesle konuşmuştu.

"Clarissa, bu konuyu sen bebeğimizi doğurduğunda tekrar masaya yatıralım. Baş başa, uzun uzun değerlendiririz."

Bahçede, her an biri onları görebilecekken yakınlaşmalarının uygun olmadığı konusundaki düşüncelerini hala savunan Clarissa, daha fazlasına izin vermek niyetinde değildi. Kısa bir an öpmesine izin verdiğinde kendini geriye çekmişti. Kaldı ki mektubunu okuyup, gönderilmesine engel olduğu Andreani'ye istediği öpücüğü vermeyerek bir şekilde intikamını almak istiyordu. Hızlı davranıp yanından geçerken, yan bir bakış atmıştı.

"Sen koca bir belasın, gerçekten. Sen benim hayatım boyunca başıma gelen, bir türlü kurtulmayı başaramadığım en büyük belasın."

Andreani bu görünürde sevgisiz sert ifade karşısında boğuk sesindeki alaycılıkla gülmüştü. Uzaklaşmasına izin vermeden kolunu omzuna dolayarak Clarissa'yı kendine çekmişti. Sözleri, naif ve her zaman doğruyu yapmak isteyen karakterine tamamen aykırı olmasına rağmen sırf kocasını kurtarabilmek için Letizia Vincenzo'yu zehirleyerek tehdit etmiş kadın ile hiçbir şekilde uyuşmuyordu. Hasta yatağında gözlerini açtığı ilk an onu kaybetmekten ne kadar korktuğunu en içten şekilde sayıklamış Clarissa'nın gözlerinin en derininde gördüğü sevgi kalbine kazınmıştı. Söylediklerine inanmadığını gösterircesine kaşlarını yukarı kaldırarak başını iki yana sallamıştı. Mavi gözlerinin içindeki zafer ışıltısıyla burnunu onun küçük burnuna sürtmüştü.

"Kabul et, bu belasız yaşayamazsın. Seviyorsun beni."

Andreani geri çekildiğinde, omzundaki elini çenesinin altına ulaştırıp gözlerine bakmaya zorlayarak başını yana doğru çevirmişti. Yüzüne bir parça teslimiyet yerleşmiş olsa da Clarissa, inadını elden bırakacak gibi durmuyordu.

"Mektubumu okumuş bununla da kalmamış bir de gönderilmesine engel olmuşsun, şu an sevmiyorum."

Bu sözler sonucunda Andreani, başını hafifçe öne eğerek şu an sevmiyormuş diye mırıldanırken boğuk sesiyle küçük bir kahkaha atmıştı. Onun kendisiyle eğlenişini çatık kaşları ile izleyen Clarissa, eliyle omzuna vurup, gülmemesini söylemişse Andreani, başını kaldırdığında bu kez karşı çıkamayacağı bir kararlılıkla onu kendine yaklaştırmıştı. Büyük karnının izin verdiği şekilde aralarındaki mesafeyi kapatmaya çalışmıştı. Dudakları boynuna küçük öpücükler bırakmaya başladığında Clarissa, omzuna yerleştirdiği elleriyle onu itmeye çalışıyordu.

"Andreani, bahçedeyiz. Üstelik karnım aç, yemek masası hazırdı bırak beni."

"Bende açım. Aylardır açım."

Söylenmelerini veya kendini geriye çekme çabalarını umursamadan dudaklarını yukarıya doğru kaldırmış olan Andreani, dudağının kenarına bir öpücük bıraktığı sırada cevap vermişti. Kendini tutamayıp kıkırdamış Clarissa, gözlerini kapatmamak için yükselen arzusuna karşı büyük bir savaş veriyordu. Yanağını, dudağının kenarını uzun uzun öperek kokusunu içine çeken Andreani'ye karşı koymak her an daha da güçleşiyordu.

"Gerçekten açız biz. Bu çocuk içimi kemiriyor, anlamazsın sen hamilenin halinden."

Bu söylerken dudakları onun kulağının altında olan Andreani, kalın sesiyle gülmüştü. Ellerinden birini boynuna doğru çıkartmış parmaklarıyla usul usul okşarken yanağına bir öpücük bırakıp yeşil gözlerinin içine bakarak kısık sesiyle konuşmuştu.

"Bu bebek doğsun, uzun bir süre yenisini yapmayacağız. En az beş yıl. "

"Öyle söylemiyordun ama. En son beş taneden bahsediyordun. Benim tüm karşı çıkmalarıma rağmen."

"Artık söylüyorum. Hadi öp artık beni."

Clarissa, omuzlarına koyduğu elleriyle Andreani'yi geriye itmeye çalışıyordu lakin elleri kendiliğinden koyu kahve saçlarına doğru kayıp gidiyordu. Tüm iradesini kullanıp kendine hâkim olmaya çabalıyor, Andreani yaptığı emrivakiye rağmen istediği tutkulu öpücüğü verip zafer kazanmasına engel olmaya çalışıyordu. Aklına gelen fikirle yeşil gözlerinde kurnaz parıltılar oynaşmaya başladığında, ellerini telaşla Andreani'nin saçlarından çekmiş karnına doğru götürürken dikkatini çekmeyi amaçladığı bir sesle konuşmuştu.

"Andreani, lütfen. Aaa hareket ediyor. Hareket ediyor."

"Nası-

Bununla birlikte Andreani, geri çekilmiş ellerinin Clarissa'nın tuttuğu kısma koyarak annesinin karnındaki bebeğini hissetmek istemişti. Fakat sırtındaki ellerden kurtulmuş Clarissa, eteğini yukarı kaldırarak büyük karnına rağmen ani bir hareketle kaçmayı başarmıştı. Şaşkınlık içindeki Andreani'yi arkasında bırakıp gülerek malikaneye doğru yürümeye başladığında, ağaçlara tünemiş küçük kuşları dahi yerinden sıçratan huysuz sesi işitmişti.

"Gel buraya!"

**

Şarap rengi kadife örtü serilmiş uzun yemek masasında kendisine ait yere oturmuş Clarissa, arkasına yaslanmış büyük karnını okşayarak giren krampın geçmesini bekliyordu. Masanın üzerine envaı çeşit yiyecekler konulmuş, gül bahçesinden toplanmış bir demet beyaz gül mavinin tonlarının hâkim olduğu bir vazonun içine yerleştirilmişti. Aile arasında küçük bir ziyafet vermeyi Andreani ile uzun süre önce kararlaştırmışsalar da yaşanan aksiliklerden dolayı bir türlü gerçekleştirememişlerdi. Sonunda bahar aylarının gelmesi ve onun bir ölçüde normal yaşantısına dönebilmesiyle ancak isteklerini gerçekleştiriyorlardı. Küçük ziyafet için malikanelerinin nefes kesici kır manzarasını kucaklayan mermer sütunların çevrelediği geniş veranda da masa kurulmasına karar vermişlerdi.

Clarissa, nar bahçelerinden çıkarak malikaneye ulaştığında tekrar nefes nefese kalmıştı. Öyle ki Andreani'nin gelen davetlileri ön bahçede karşılamasına izin vermemesine karşı dahi çıkamamıştı. Kararlı bir biçimde baş köşenin sağında kalan sandalyeyi işaret ederek oturmasını söylemiş sonrasında Tobia'nın geldiklerini bildirdiği Byanca ve Dante'yi karşılaşmaya gitmişti. Oymalı ahşap sandalyesinde rahat edebilmek için bacaklarını havaya kaldırmış Clarissa, uzun koluyla uzanıp önündeki su bardağını almıştı. O gün bir süredir bebeğinin adeta kasıklarına yaslandığını hissediyor, bu durum sandalyede dik oturmayı hiç olmadığı kadar zorlaştırıyordu. İçtiği su bardağını masadaki yerine bırakırken, başını verandada görünen küçük aileye çevirmişti.

Andreani, simsiyah parlak saçları küçük alnına düşen dört yaşındaki yeğeni Luca'yı kucağında taşıyordu. Kız kardeşinin kocası aynı zamanda yakın dostu Dante'nin adeta küçük bir kopyası olan sevimli çocuk bir kolunu omzuna yerleştirmiş, meraklı gözlerini etrafta çeviriyordu. Bu sevimli manzarayı izleyen Clarissa, havaya kaldırdığı elini sallayarak küçük çocuğa gülümsemişti. Byanca ve Dante'yi oturduğu yerden karşılamakla yetinmişti. Yanını gelen Byanca ağabeyi ile aynı tonda mavi gözlerini büyük karnına çevirdiğinde gülümseyerek konuşmuştu.

"Tanrım, sanki son gördüğüm zamandan beri daha da büyümüş. Ben de Luca'ya hamileyken senin gibiydim, dört buçuk kilo doğmuştu. İsim düşündünüz mü?"

Clarissa, kadının sıcak kanlı yaklaşımına samimi bir şekilde karşılık vermişti. Büyük karnını eliyle okşamaya devam ederken, yerinde duramayan kıpır kıpır haldeki Luca'nın anlattıklarını dinleyen Andreani'yi işaret etmişti. En az onun kadar iyi tanıdığı ağabeyinin isim konusuna da el attığını anlatmak istiyordu.

"Sekiz aylık hamileyim, sence sevgili ağabeyin bu zaman kadar boş durmuş olabilir mi?"

"Haklısın, sormam hataydı. Tabi ki de isim konusuna da karışmıştır."

Byanca, bakışlarını ağabeyinin üzerinde çevirdiğinde kıkırdayarak konuşmuş, tekrar ona döndüğünde, çekinse dahi usulca elini uzatıp karnına dokunmuştu. Beklemediği samimi dokunuş üzerine yeşim yeşili gözlerini kadının eline indiren Clarissa, içine derin bir nefes çekmişti.

"Aslında şu an tek istediğim sağlıkla kucağıma alabilmek. Yine de kız olursa ismini ben koyacağım."

Uzun süre beklemelerine gerek kalmadan, geçtiği yerde insanın tüylerini ürperten soğuk bir esintisi bırakan Rosia Panzio aralarına katılmıştı. Clarissa, sessiz bakışları ile taş zeminde adeta süzülerek ilerleyen kadını izlemişti. Güçlü duruşuna olan hayranlığı her gün katlanarak artıyordu. Kocası Juan Panzio, geçmişte hiçbir ailede ferdinde olmamasına rağmen hanelerinin yönetimini yatağının battaniyeleri arasından takip etmeye zorlayan gut hastalığından muzdaripti. Bir zamanlar geçici süreyle oğulları Sandrino'ya verilmiş ailenin yönetimi dört ay önce, Panzio'nun düşmanları hasta Juan'ın altını oymak için çalışabilecekleri düşünülerek Sandrino'yu ailenin başına meşru halef olarak resmi bir belge ile atama kararına itmişti. Melankolik bir duruma düşmüş Juan Panzio, malikanelerinde resmi emekliliğine devam ederken Sandrino, Panzio ailesinin konumunu daha da güçlendirmek amacıyla oldukça yoğun bir şekilde çalışıyordu.

Rosia Panzio ardından ise bir gece ansızın kaçarak köy kilisesinde nikahlanmalarıyla Virgilio ve Panzio ailelerinin boğaz boğaza gelmelerine sebep olmuş çift görünmüştü. O gün için altın sarısı saçları ile mükemmel bir şekilde uyumlu uçuk pembe bir elbise giymeyi tercih etmiş Lavinia, Cesare ile el ele aralarına karışmıştı. Clarissa, mutlulukları gözlerinin içine yansıyan çifti gördüğünde karnını tutup dişlerini sıkarak ayağa kalktığında karşılaşmıştı. Cesare'nin elini bırakıp öne çıkan Lavinia sekerek ilerlemiş karşısına geçmişti. Büyük karnına bakarak gülümsemiş, dikkatle sarıldığında neşeyle kulağına fısıldamıştı.

"Birlikte büyüyecekler. Hamileyim. Henüz kimseye bilmiyor, ilk senin duymanı istedik."

"Yüce İsa, bu harika bir haber. Çok sevindim. Tebrik ederim."

Aldığı haberin mutluluğu ile yüzüne ışık saçan bir gülümseme yayılmış Clarissa, Lavinia'nın ellerini avcuna alıp tebriklerini sunarken içtenlikle sıkmıştı. Gözlerini kısa bir anlığına öteye çeviren hamilelik heyecanı içindeki kız, Rosia Panizi'nun onları hoşnutsuz bakışları ile süzdüğünü gördüğüne irkilmişti. Hali hazırda Cesare ile el ele girdiğini gördüğünde sinirlen kadın ilk olarak gelip onu görmediği için daha da huzursuzlanmıştı. Evliliklerini kabullenmek zorunda bırakılmışsa da hoşnutsuz bakışlarını üzerlerinden eksik etmiyordu.

Elbisesinin ipekten eteklerini tutan Lavinia yanlarından izin isteyerek ayrıldığında Clarissa, Cesare ile karşı karşıya kalmıştı. Her ikisi de uzanıp hiçbir söze ihtiyaç duymadan birbirlerinin ellerini tutmuş, olması gerektiğinden daha uzun süre el ele tutuşup gözlerinin içine bakmışlardı. Duygusal sessizliklerinin sonunda Clarissa, Cesare'nin baba olmasına karşı duyduğu mutluluğu ifade edecek söz bulamıyormuş gibi başını hafifçe yana eğip buğulanan gözleriyle konuşmuştu.

"Harika bir baba olacaksın, biliyorum. Bebek çok şanslı."

"Sende harika bir anne olacaksın, tüm kalbimle biliyorum. "

Clarissa, içtenlikle gülümseyip başını sallarken aynı zamanda mutluluk gözyaşlarını tutmaya çalışıyordu. Hamileliği onu duygusal bir kadına dönüştürmüş, normal bir zamanda asla üzerinde durmayacağını küçük konulara dahi kendini hüzünlenip ağlarken buluyordu. Gülümsemesinin gittikçe bozulduğunu gözpınarlarına yaşların yerleştiğini gören Cesare, elini sıkıp işi şakaya vurmuştu.

"Sanat atölyeme şimdiden yeni bir deha katılıyor diyebilir miyiz? Eli kalem tutar tutmaz gönderirsin, boyalar fırçalar eminim annesi gibi ilgisini çekecektir. Ne dersin, küçük sanatkarımızın ismini şimdiden yazayım mı?"

Clarissa'nın çocuklarını belki de Ludovico varisini sanat atölyesine göndermek istemesine karşı Andreani'nin vereceği tepkiyi çok fazla düşünmesine gerek yoktu. Gözlerinin önünde canlanan görüntüyle keyifli berrak gülüşü yüzünde yeniden belirmişti. Cesare'nin parmakları arasından çektiği elini karnına yaslarken, omuzları sarsılarak kıkırdamıştı. Kocasının öfkeli bağırışları şimdiden kulağına çınlıyordu buna rağmen bir gün denemeye değerdi. Aklındaki düşüncelerle bakışları, Rosia Hala ve Dante ile konuşurken bir elinde kadehi tutmakta olan Andreani'ye bakmıştı. Bir an sonra koluna girmiş Cesare onu taş korkuluklara doğru çekerken, kısık sesiyle konuşmuştu.

"Aslında sana teşekkürlerimi ne kadar çok sunsam az kalır. Aşktan, bağlılıktan umudumu kestiğim bir dönemde Lavinia'nın karşıma çıkmasında senin payın çok büyük. Sizin düğününüzde ilk kez onu gördüğümde hayatımda bir şeylerin değişeceğini anlamıştım."

Düğünü hatırlatıldığında Clarissa'nın yüzündeki gülümseme iğneleyici bir hale bürünmüştü. Bakışlarını devirmiş, önüne geldiği mermer korkuluğun üzerine elini yerleştirip sabit bakışlarla karşısındaki bahçeyi süzmüştü. O gün kilisenin şapeline girdiğinde, tüm davetliler Roma'nın en iyi terzilerinin elinden çıkmış gelinliğin içinde muhteşem bir gelin görmüştü lakin Clarissa, beyaz incilerin işlendiği elbisenin içinde mahkûmun zincirlere dolanmış hali gibi umutsuz hissetmişti.

"O düğünde en azından birileri mutluluğu yakalayabilmiş. Fakat teşekkürünü kabul edemem, çünkü bahsettiğin düğüne karşı son derece gönülsüzdüm. Eğer benim isteğim olsaydı, hiç tanışmamış olurdunuz."

"Doğru, söylüyorsun. Hafızam kuvvetlidir, neredeyse bir yıl önce birlikte katıldığımız şenlikteki sözlerini hala hatırlıyorum."

Gün ışığıyla parlayan açık havaya bakışlarını çevirmiş Cesare, göz ucuyla Clarissa'ya manalı bir bakış atmıştı. Bir eli tıpkı onun gibi taş zeminin üzerinde dururken, bedenin yavaşça döndürerek kalçasını mermer sütuna dayamıştı. Yumuşak lakin bilgin hale bürünen sesi geçmişi hatırlatmaya devam edeceğinin habercisiydi.

"Tam olarak ne demiştin? Evlilikler iki piyondan ibarettir Cesare, ailelerin refahı için yapılan iş anlaşması. Yıllar sonra iki mutsuz insandan ibaret oluyorlar. Buna benzer birkaç söz daha. Doğru hatırlıyorum değil mi?"

Hafif hafif esen meltem Clarissa'nın omuzlarından beline dökülen kumral saçlarını okşuyordu. Cesare'nin sözleri sorudan çok samimi bir şekilde yapılan yorumu andırıyordu. İlk anda herhangi bir şey söylememiş, başını kaldırıp masmavi gökyüzüne bir pamuk yığını gibi serilmiş bulutlara dalıp gitmişti. Cesare ile katıldığı şenlikte Tiber Nehri kıyısında yaptıkları konuşmayı oldukça iyi hatırlıyordu. Kuzeni o akşam Virgilio Köşkü'ndeki Rinaldo ve Guliano yanında olsa bile yalnız mutlu olmayacağını, onu sevecek, onurlandıracak ve değerini bilecek bir eşe ihtiyaç duyacağını söylemişti. Clarissa tüm bunların ne anlama geldiği şimdi anlayabiliyordu. Yüzüne gelen bir tutam saçı geriye itip iğneleyici bir tavırla konuşmuştu.

"Benim de hafızam iyidir ve sende bir daha aşkı bulamayacağına tamamen inanmış haldeydin. Ölene dek bekar kalmaya kararlıydın. Üstelik Alberto'yu varisin olarak göstermeyi düşünüyordun."

"Ve sonra âşık oldum."

Bir anda dile gelmiş bu itiraf Clarissa'nın hafif bir ağrı hissetmesine rağmen karnını tutup gülmesine neden olmuştu. Olduğu yerde dikilmeye devam ederken, adeta kaburgalarına bir şeyler battığını hissediyordu. Buna rağmen kendini toparlamaya çalışmıştı. Cesare'nin hissettiği sevgiyi böylesine rahatça dile getirebilmesine hayranlık duysa dahi onun yapabileceği bir şey değildi. Sahte bir alaya bürünürken gözleri kısıp yüzüne bakmıştı.

"Seni zavallı."

"Peki sen?"

Cesare'nin sesinde gerçek bir merak, gerçekleri ortaya çıkarmayı isteyen bir kurnazlık yatıyordu. Bir anda sorulmuş bu soruya hazırlıksız yakalanan Clarissa, çabuklukla verebileceği bir cevap düşünmüştü. Hafife alıyormuş gibi bir tavır içinde dudağını büzerek cevap vermişti.

"Ben mi? Ben kurbanım. Yalnızca, ailelerin refahı için yapılan iş anlaşmasının bir kurbanıyım."

Clarissa, sergilemeye çalıştığı mağrur tavra karşın sözlerini bitirdiğinde omzunun üzerinden hala Dante ve Rosia Hala ile sohbet etmekte olan Andreani'ye bir bakış atmaktan kendini alamamıştı. Nar bahçesinde, kalabalık hakkındaki tüm söylenmelerine rağmen ne kadar da keyifli olduğu yüzünden okunuyordu. Clarissa'nın uzun süre yalnız kalmaktan itinayla kaçındığı Rosia Hala ile tuhaf bir şekilde anlaşıyor kadının dilinden anlıyordu. Bunun nedeninin otoriter tavırları birbirleri ile uyuşmasından dolayı olduğunu düşünürken, Andreani halasının üzerindeki bakışlarını ona çevirip göz kırpmasıyla içi sevgi seliyle sarsılmıştı. O sırada dikkatle onu izleyen Cesare, bakışlarında geçen sıcak ifadeyi yakalamıştı.

"Gözlerinin içi çok farklı şeyler söylüyor."

"Ben senin okuduğun o resimlerden biri değilim Cesare."

Bu ani çıkışmasına karşılık Cesare, öne eğdiği başını çaresiz bir gülümsemeyle iki yana sallamıştı. Clarissa, hiçbir zaman kolay çözülen kadınlardan olmamışsa da dünya üzerinde ona böylesine ısrarla ve acımasız doğrularla yaklaşabilecek cesur kişilerden yalnızca birkaçıydı. Eğdiği başını kaldırdığında, sağa doğru taradığı kulaklarının üzerinde biten koyu kahve saçlarını eliyle düzeltmişti.

"Sende çok iyi biliyorsun ki sanat insanlara görmek istediklerini sunmaz Clarissa. Yalnızca ve yalnızca güzelliğin içindeki gerçeği gösterir."

"Gerçek? Nedir ki, güzelliğin ardında yatan gerçek?"

"Tanrı tabi ki, yarattığı her şey. Güzellik, Tanrı'dan bir parçadır ve onu keşfetmenin pek çok yolu vardır. Bazen bir kuşun kanatlarını açıp zarafetle göğe yükselişi bazen güneşin batarken aldığı göz alıcı renkleri, bazense deniz ve gökyüzünü ayıran ufuk çizgisi ve bazen de Tanrı'nın yarattığı kusursuz bir düzende çalışmaya devam eden bedenlerimiz. Bizi bir arada tutan kemiklerimiz, kaslarımız, ruhumuza şekil veren zihnin ve kalbimiz. Birbirinden farklı ruhumuz, bana kalırsa güzel olarak nitelenen her şeyin bütününde üstünde yükselen ve ona şekil veren ruh vardır. Ruh tanrısal bir şeydir ve güzelliğin belli ölçüde parçasıdır. Bundan ötürü dokunduğu ve hâkim olduğu şey güzelleşir. Ruhun elle birlikte çalışmadığı yerde, sanat olmadığı gibi gerçek muhteşem güzelliği görebilmek için de bakmayı bilen gözler gerekir."

Clarissa, tüm dikkatini Cesare'ye vermiş sözlerini bitirmeden herhangi bir tepki göstermemeye özen göstermişti. Fakat güzellik hakkındaki görüşünü dinlerken damarlarında tutku ve canlılığı yeniden ılık ılık hissetmeye başlamış, yeşil gözlerinin içi heyecanla parlamıştı. İçinden usulca bakmayı bilen gözler diye tekrarlamıştı. Cesare sözlerinin sonuna ulaştığında, uzanıp özlem dolu bir heyecanla mermerin üzerindeki elini tutup, sıkmıştı.

"Tanrım seninle konuşmayı o kadar çok özlemişim ki."

Sesindeki coşkuyu gizleyememesi Cesare'nin hoşuna gitmişti. Gözlerini kısarak gülümseyen adam cevap vermek için ağzını açtığında duraksamak zorunda kalmıştı. Bakışlarını Clarissa'nın omzunun üzerinden tam karşıya odaklamıştı. Her iki kanadı da sonuna kadar açılmış büyük pirinç kapıdan geçenleri göstermek için çenesini öne çıkarırken, manidar ses tonuyla takılmıştı.

"İşte her şeyin mimarı Rinaldo Virgilio'da aramıza katıldı."

Clarissa, gelenleri sakin ifadesi ile süzmüştü. Gümüş rengi ceketi ve geriye doğru taradığı onunla aynı renk olan kumral saçları ile oldukça şık görünen ağabeyi Rinaldo Luzrezia'nın koluna girmesine izin vermişti. Bir adım arkalarında o gün için rahip cübbesini çıkartmış, siyah pantolonu geri çizmeleri ve gömleğinin üzerine giydiği yeleği ile baştan sona siyaha bürünmüş erkek kardeşi Guliano vardı. Vaftiz annesi olduğu yeğeni Alberto'yu köşkte bakıcılarına bırakmış olmalıydılar. Yönünü ailesine doğru dönen Clarissa, bir an yanındaki Cesare'ye dönerek kısık sesiyle durumu açıklamıştı.

"Bankanın borçlarını kapatmak için Andreani ile benim üzerimden anlaşma imzaladığını unutmadım. Neredeyse tüm borçlardan bahsediyorum. Hala çok kızgınım, onu bunun için asla affetmiyorum. Fakat Rinaldo hayatımda olmadığında bir şeyler hep eksikmiş gibi hissettiriyor. Bazen keşke daha fazla iradeye sahip olsaydım diyorum."

Bu sözler Cesare için şaşırtıcı olmamıştı, Clarissa evlenerek Viberto'ya taşınmış eskisi kadar sık görüşemiyor olsalar dahi birbirlerinin gözlerinin içine bakarak düşüncelerini anlayabiliyorlardı. Clarissa her zaman sahip olmak istediği kız kardeşiydi.

Malikanelerinde öğle vakti verdikleri aile arasındaki yemeğin tüm hazırlıklarının bittiğini Tobia kısa bir sonra duyurmuştu. O ana kadar ailenin her ferdi birbirlerine mesafeli bir dostlukla yaklaşarak tek tek selamlaşmış, kibar kalmaya özen göstererek sohbet etmişlerdi. İki aileyi birleştiren en büyük etken Ludovico ev sahipleriydi. Büyük yemek masasındaki yerlerine geçmeye başladıklarında Clarissa, baş parmağı ile usul usul tuttuğu elinin avuç içini okşayan Andreani'ye doğru bakışlarını kaldırmıştı. Aralarında olmayan bir kişinin yokluğu açıkça hissediliyordu.

"Sandrino, gelmeyecek mi?"

Andreani, tıpkı onun gibi geç kalmış kuzeninin nerede olduğunu düşünüyordu. Kaşlarını çatmış kapıdan çektiği gökyüzü mavisi gözlerini Clarissa'nın yanaklarının tombullaştığı küçük yüzüne çevirmişti. Nerede olduğunu bilmediği hakkında sert bir yorum yapmaya hazırlanırken, Panzio Asilzadesi'nin neşeli sesi duyulmuştu.

"Olmuyor değil mi? Ben olmadan eğlencenin tadı çıkmıyor."

Büyük verandada kendini göstermiş Sandrino, üzerindeki şarap rengi ceketini düzelttiği sırada soğukkanlı ve neşeli bir ifadeyle konuşmuştu. Tüm masadaki bakışlarının üzerine çevrilmiş olmasını umursamamış, başıyla her birine tek bir selam verdiğinde annesi Rosia'nın yanına bularak yüzüklerle bezeli eline bir öpücük kondurmuştu. Rahat davranışlarını çatık kaşları ile izleyen Andreani'ye doğru yürürken şakacı üslubuna devam etmişti.

"Yokluğum nasıl da belli oluyor. Üstelik masanızda çok büyük bir şey eksik, söylememi ister misin?

"Neymiş o?"

Sandrino karşılarına geçtiğinde gülümseyerek Andreani'nin omzunu sıkmıştı. Sarışın adamın hayattan zevk alışı, kalbinin yüceliği Clarissa'nın her zaman hoşuna gidiyordu. O gülümsemesini kontrol etmeye çabalarken işaret parmağını kendi yüzüne doğrultan Sandrino, yakışıklı hatlarının tüm masumluğunu kullanarak açıklamıştı.

"Tanrı'nın cömert vergisi yakışıklı bir yüz."

Bu abartılı sözler karşısında Andreani'nin dudaklarından alaycı bir homurtu dökülmüştü. Biraz önce onun yaptığı gibi sertçe omzuna vurmuş sıkmıştı.

"Eğer biraz daha geç kalsaydın elimden çekeceğin vardı. O çok övündüğün yakışıklı yüzün ne hale girerdi, Tanrı bilir."

Alayla bu sözleri omuz silkerek geçiştirmiş Sandrino, omzundaki iri eli öteye itmişti. Clarissa, karşısındaki adamın sarı saçlarının uzadığını, artık kirli sakal kullandığını yeni fark ediyordu. Tüm yaşanılanları lohusa döneminde Andreani'den dinlemişti. Uzun bir süredir görmediği Sandrino, sıklıkla seyahat ediyor, kilisenin atadığı göreve çıkmadan önce bazı diplomatik misyonlarda kendini geliştirmek için İtalya şehirlerinde çeşitli yöneticilerin ruhlarını kişisel olarak deneyimliyordu. Yalnızca birkaç kez Andreani ile Roma'da vakit geçirdiklerini öğrenmişti.

Bakışlarını bu andan sonra Clarissa'nın üzerine çevirmiş Sandrino, belini hafifçe kırmış açtığı avucunu zarafetle ona uzatmıştı. Bu samimi davet üzerine Clarissa önce sağ elini Andreani'nin parmaklarından ayırmak için çekiştirmişti. Sandrino'ya inat yaparak bırakmayacağını gördüğünde çaresizce gülümseyip iri karnının üzerinde olan sol elini büyük avucunun içine koymuştu. Zümrüt nişan yüzüğünün olduğu eline bir hoş bulduk öpücüğü konduran Sandrino doğrulduğunda büyük karnı dikkatini çekmişti.

"Clarissa, sen yemek yerken yanlışlıkla bir top falan yutmadın değil mi? Bu çok büyümüş."

"İşte şimdi beni de kızdırmayı başardın."

Elini bir hışımla kendine çeken Clarissa, gülmekte olan Sandrino'ya azarlayan bir bakış atmıştı. Avuç içini tekrar karnına yaslarken sahte bir kızgınlıkla çıkışmıştı. Hamileliğini büyük bir kısmını yatağında gecelikler içinde geçirmişti. Hekimler normal hayatına dönebileceğini söylediğinde karnı hiç olmadığı kadar kendini gösteriyor üzerine yeni dikilmiş hangi elbiseyi giyerse giysin karnı direk olarak dikkat çekiyordu. İnsanların büyük kısmı zayıf bir halde bıraktıkları bedenini aylar sonra gördüklerinde kocaman bir karınla karşılaşıyorlardı, bu durum her göreni şaşırtıyordu.

Clarissa, ani tepkisine rağmen gülen bakışları ile Sandrino'ya bakmaya devam ediyordu. Suçsuz olduğunu göstermek istercesine her iki elini de yukarı kaldıran adam, beyaz dişlerini göstererek ikisine de gülümsemişti.

"Tamam bebek hakkında şaka yapmak yok. Fakat yine de huy olarak gittikçe Andreani'ye mi beziyorsun sen? Bu sert bakışlar bana onu hatırlıyor. Zalim kocan seni de kendine benzetmiş, üzüldüm."

Adamın bitmek bilmeyen muzip sözlerine gülse mi yoksa sinirlense mi bilemeyen Clarissa'nın yüzü arada sıkışıp kalmaktan tuhaf bir hal almıştı. Aynı anda hafif kasılmaları devam eden karnının okşarken Andreani, sert sesiyle kuzenine karşılık vermişti.

"Şanslısın Sandrino Clarissa'ya sözüm var, bir başka asilzadeyi öldürmeyeceğime dair söz verdim. Hakkımı beş ay önce kullanmış olsan da yine de şansını zorlama."

Elini sıkıca tutmaya devam eden Andreani, bu sözlerin ardından Clarissa'yı yemek masasına doğru çevirip gitmeye hazırlanmıştı. Fakat Sandrino, Clarissa'nın anlayamadığı bir şekilde kısık sesiyle bir kahkaha atmış, Andreani'nin omzunu kavrayarak onu bir adım geriye çektiğinde kulağına fısıldamıştı.

"Tiber'e attığımız cesetti unuttun. Ne geceydi ama, Alonso Monterella'nın cesedi bir türlü bulunamadı. Balıklar mı yedi ki, ne dersin bir fikrin var mı?"

"Ağzını kırarım. Clarissa, bunu bilmeyecek. Senin yüzünden çocuğum erken doğarsa işte o zaman Tiber'in batağına sen atılırsın."

Gözlerinin içinde kopan fırtına ile Sandrino'ya yaklaşmış Andreani, ikisinden başka kimsenin duymayacağı şekilde gazap esen sesiyle fısıldamıştı. O sinirlendikçe gözlerinin içindeki muzip ışıltılar daha da artan kuzeninin şaka yaptığını bilse dahi kendine engel olamamıştı. Son kez omzuna vurduğunda geri çekilmişti. Yemek masasında onun tam karşısındaki yerine geçerken kıs kıs güldüğünden dönüp bakmaya gerek duymayacak kadar emindi.

O andan sonra tüm konukların kadehlerine Napoli'de yetiştirilen üzümlerden yapılmış kaliteli şaraplar dökülmüş, özenle hazırlanmış çeşit çeşit ikramlıklar tadılmaya başlanmıştı. Kalın taş kemerlerin çevrelediği verandadan taşan sohbet sesleri bahçeye taşıyordu. Masanın diğer ucunda oturan Sandrino, bir anda ahşap sandalyesini gürültüyle geriye iterek ayağa kalktığında sohbet kesilmişti. Dikkatleri kolayca üzerine çekmiş adam aralarında kadeh kaldırın tek kişi olmuştu.

"Vaftiz babası olacağım Küçük Ludovico bebeği şerefine!"

Uzun masanın karşısında arkasına yaslanmış Andreani, yanı başında oturan Clarissa'ya bakarak gülümseyip kadehini onun huzurunda kaldırmıştı. Fakat şarabını içmeden önce bakışları Sandrino'ya çevirmiş, soğuk bir rüzgâr esintisine bürüdüğü sesiyle hevesini kırmayı amaçlamıştı. Masadaki konuklarının varlığının farkında olsa dahi artık her birini aileden görmek durumunda kalıyordu. Onunla her fırsatta uğraşan dolaylı ya da dolaysız şekilde sinirlerini zıplatmayı başaran Sandrino'nun kendi sinir bozuculuğunun tadına bakmasının niyetindeydi.

"Yalnız henüz vaftiz babasının kim olacağını kesinleştirmiş değiliz. Seçenekleri hala değerlendiriyoruz."

Sanrino, kısa zaman önce arkasına ittiği işkembesini öne çekerek tekrar yerleştiğinde, şarabından koca bir yudum almıştı. Yüzünden indirdiği kadehiyle dudaklarının kenarındaki sinsi sırıtışla kendisini izleyen Clarissa'yı işaret etmişti.

"Vaftiz babası benim. Clarissa uzun zaman önce kesinleştirdi."

Andreani karşısındaki adamın kendinden emin ifadesine karşı tek kaşını zarafetle yukarı kaldırmıştı. O sırada sempatiyle başını Dante'ye çevirmiş Sandrino kusura bakmamasını söylercesine omuzlarını silkmişti. Gerçek bir mahcubiyetin içinde olan Clarissa ise bakışlarını ağabeyi ve Cesare'nin üzerine çevirmişti. Gözlerindeki ifade affedilmeyi umduğunu gösteriyorken aynı zamanda Andreani ve Sandrino'nun atışmalarının oluşturduğu komik duruma karşı gülümsememeye çalışıyordu. Gökyüzü mavisi gözlerini huzursuz bir şekilde Sandrino ile arasında döndürmeye başlamış Andreani'nin sesini duyduğunda yeşil gözlerini üzerine çevirmişti.

"Öyle mi? Benim neden haberim yok?"

"Önemsiz bir konuydu. Sandrino'nun dediği gibi uzun zaman önce kesinleştirdiğim için söylemeye gerek görmedim."

Keskin dilinin ucuna kadar gelen cevabı görmezden gelmek için fazla keyifli olan Clarissa, gür kirpiklerinin altından kurnaz bir bakış atarak karşılık vermişti. Nar bahçelerinde söylediği sözleri evirip çevirip ona çevirmesi Andreani'nin hoşuna gitmişti. Uzanıp masanın üzerindeki elini tutarken, kimsenin duyamayacağı bir tonda seni keskin dilli küçük cadı diyerek fısıldamıştı. Clarissa, sözlerine karşı inatçı bir tavırda omuz silkmiş, hızla soğukkanlılığa bürünen ifadesiyle kadehinden küçük bir yudum alırken sırtını dikleştirmişti. Andreani, elini tuttuğu karısının mağrur ifadesine bürünmesini gizli bir hayranlıkla izlerken, otoriter havaya sahip sesiyle kelimelerinin üzerine basarak konuşmuştu.

"Ne kadar uzun zaman önce?"

"Senin bana minnettar olacağın kadar uzun bir zaman önce."

Kendisinden hiçbir şeyin kaçmasına izin vermeyen, Roma'da bir kuş ölse dahi bundan haberdar olmak isteyen Andreani'nin bu sözler karşısında kaşlarının daha da yukarı kalkışını izlemişti Clarissa. İçten içe düştüğü durumla eğleniyor olsa Sandrino'ya olan minnettarlığını asla unutamazdı. Yeşim yeşili gözlerini önce kendisine göz kırpan Sandrino'ya çevirmiş ardından Andreani'ye dönmüştü.

"Söz verdim, Sandrino olacak."

Clarissa'nın anlamlı gözlerinde öyle olması gerektiğini sezen Andreani elini siyah bir pantolonun sardığı bacağına indirip, ikili ile anlaşmayı seçmişti. Tamamen Sandrino ile uğraşmak amacıyla çıktığı yolda beklemediği bir şekilde kuzeni ve karısı arasındaki dostça dayanışmayla karşılaşmıştı.

"Tamam, dediğiniz gibi olsun."

Adeta aile geleneğine halini almış Sandrino'nun sempatiyle kadeh kaldırışının ardından sohbet eşliğinde yemeklerine dönmüşlerdi. Andreani, kakmalarla süslü sandalyesinde oturmuş yemeğini iştahla yerken masada dönen sohbete dahil olmuş, Rosia Hala'nın azarlayan bakışlarına rağmen Dante Sandrino Cesare ve Rinaldo ile yemeğe politika karıştırmıştı. En çok şarap içen kişi elbette Sandrino olmuş, hizmetlilere şarap sürahisini direk olarak yanına bırakmalarını emretmişti. Vatikan kilisesinde rahiplik yapan Guliano temsil ettiği dinin getirdiği huşu içinde iyi dostlarla iyi bir aile sofrasında yaşlanılamayacağına dair hayranlık verici bir konuşma dahi yapmıştı.

Tüm o anlarda belirli aralıklarda kasıklarına saplanan sancıları avucunu karnının üzerinde usul usul gezdirerek dikkatle gizlemeye çalışmış Clarissa, dişlerini sıkmaya başladığında bakışlarını ağabeyi Rinaldo'nun yanında oturan Lucrezia'ya çevirmişti. İlk anda sancıların normal olduğunu düşünmüştü lakin geçmek yerine sıklaşmış olmalarına bakılırsa ortada yolunda gitmeyen bir şeyler vardı. Lucrezia, sessiz istediğini anlamışçasına başını hafifçe sallamıştı. Bunun üzerine Clarissa, Andreani'ye dönmüştü. Sesini yumuşak bir tonda tutmaya çalışırken, masanın üzerine yasladığı koluna kendi elini yerleştirmişti.

"Ben biraz uzanacağım, sen konuklarımızla kal."

Clarissa, Andreani'nin çattığı kaşlarını fark ettiği ilk an alacağı karşılığı beklemeden bir elini içinde huzursuzlanan bebeğinin üzerine koyup diğeri ile sandalyesinden destek alarak ayaklanmıştı. Masadakilerin telaşlanarak üzerine gelmelerini istemiyordu. Kasıklarındaki sancıyı belli etmeyen bir gülümseme ile bakışlarını hepsinin yüzlerinde gezdirmiş ardından ona elik eden Lucrezia'nın koluna girerek malikanenin içine geçmişti.

Endişeli bakışlarını acıyla buruşturduğu yüzüne çevirmiş Lucrezia, yürümesine yardımcı olurken durumu anlamaya çalışmıştı.

"Clarissa? Ne oluyor? Vakti mi geldi? "

Kasıklarındaki giren sancıyla dişlerini tüm gücüyle sıkmaya başlamış, Clarissa, bir elini beline yerleştirmişti. Hamileliğinin başındaki düşük tehlikesinden sonra erken doğum yapabilme riski taşıdığını biliyor olsa da hiçbir zaman buna inanmak istememişti. Yemek masasından kalkarken dahi inatla yatağında uzandığında geçeceğine kendini inandırmaya çalışmıştı. Fakat karnındaki bebeği onunla aynı fikirde değildi. Hissettiği acıyla, nefesi hızlanmış parmaklarıyla Lucrezia'nın kolunu sıkmaya başladığından habersiz bir şekilde konuşmaya çalışmıştı.

"Bu seferki farklı, bu sancılar diğerlerinden farklı. Lucrezia ne oluyor?"

"Sancılar ne zamandan beri var?"

"Sabah... sabah uyandığımdan beri hissediyorum."

Kadının koluna sıkıca yapışmış Clarissa elini çaresizce karnında ve belinde gezdirirken küçük yüzü kıpkırmızı kesilmiş, yeşil gözleri korkuyla büyümüştü. Doğum hakkındaki korkularını oldukça iyi bilen Lucrezia, korkutmamaya çalışarak anlayışlı sesiyle gerçeği açıklamıştı.

"Clarissa, bana kalırsa doğum başladı. Bebeğin bir ay daha beklemeye niyetli değil gibi görünüyor."

Yüzünü büyük karnına doğru eğmiş Clarissa, bunu duyduğunda aniden başını Lucrezia'ya doğru kaldırmıştı. Doğumun başladığını hissetse dahi yüksek sesle duymak irkilmesine neden olmuştu. Tüm bedeni panik içinde titremeye başlamışken sıklaşan nefesleri arasından itiraz etmişti.

"Hayır, hayır istemiyorum. Olmaz is-"

"Clarissa ?"

Mermer kemerin altındaki kapıdan geçmiş onlara doğru ilerleyen Andreani'nin endişeli sesini duyduğunda korku dolu bakışlarını olduğu yöne çevirmişti. Masada kalmasını söylemesine rağmen arkasından geldiği için sevinmişti. Lucrezia'nın ellerinden kurtulup tüm bedenine yayılan acıya rağmen birkaç adım atıp ona ulaşmaya çalışmıştı. Bunu gören Andreani uzun adımları ile aralarındaki mesafeyi kapatıp karşına geçmiş, ellerini kollarına koymaya davranmıştı lakin Clarissa erken davranmıştı. Acı ve korkuyla inleyerek kollarını boynuna doladığına alnını omzuna yaslamıştı.

"Andreani, istemiyorum. Olmaz daha erken, istemiyorum. Doğamaz. Hayır doğmasın, istemiyorum."

Ellerinden birini şaşkınlıkla Clarissa'nın saçlarına doğru yükselmiş Andreani diğer eliyle belini sarmıştı. Dişlerinin arasından güçsüz bir inleme daha çıkarken hızlanan solukları büyük holde yankılanıyorken sayıklamaya devam etmişti.

"Doğamaz. Hayır doğmasın, henüz çok erken istemiyorum."

Andreani Clarissa'yı kendine daha fazla çekerken mavi gözlerini onları izleyen Lucrezia'ya çevirmişti. Kollarında titreyerek doğurmak istemediğini sayıklayan karısının haline karşı duyduğu korku yüzünden ifadesi sertleşmişti.

"Yukarı çıkarılması gerek. Bu sancılara bakılırsa doğum başladı."

Dişleri arasından acılı bir inleme daha kaçıran Clarissa, Andreani'nin omzuna yasladığı yüzünü kaldırmıştı. İçine birkaç nefes çektiğinde dişlerinin arasından konuşmuştu.

"Olmaz dedim. Erken doğurmayacağım. İstemiyorum, bugün doğmasın."

"Clarissa, Tanrı aşkına çocuğu zorla içinde tutacak değilsin ya."

Bunun üzerine Clarissa, ağlamaya benzer bir ses çıkartmış, Andreani'nin boynuna doladığı ellerini parmaklarının boğumları beyaza dönene kadar sıkarak hafif bir şekilde inlemişti. Durumun ciddiyetinin farkına varmış Andreani fazla konuşmaya izin vermemiş, uzanıp kucağına almıştı. Arkalarında onları takip eden Lucrezia ve mutfağın olduğu holden çıkan Berta ile yatak odalarını bulmuşlardı Telaşlı adımları ile öne geçen Berta'nın açtığı kapıdan geçerek yataklarının üzerine bıraktığı Clarissa'ya baktığında gözlerini acıyla kapatmış olduğunu görmüştü. Ellerinden biriyle elbisesinin eteğini tüm gücüyle sıkarken bir eliyle onun omzunu kavramış kendisine çekerken fısıldamıştı.

"Korkuyorum."

"Korkacak bir şey yok, güzelim."

Clarissa'nın kesik kesik solukları yüzüne vuran Andreani, elinden geldiğince güven vermeye çalışmıştı. Elini iri karnına götürüp, kulağına yanında olduğunu fısıldamıştı. Fakat ani bir sancıyla tekrar yerinde kıvranan Clarissa bir anda gözlerini açmıştı. Yardım istercesine gözlerini Lucrezia'nın yüzünde gezdirirken yatak odalarının kapısı açılmıştı. Önde olan Rosia Panzio, herhangi bir daveti beklemeden yanlarına gelmişti. Onun arkasından, Lavinia ve Byanca içeri girmişti.

"Tamam endişelenecek hiçbir şey yok. Ebeyi alıp gelmesi için birini gönderdik. Birazdan burada olur. Clarissa, rahat etmen için elbiseni çıkartalım, ayağa kalkabilir misin?"

Gözpınarlarına dolmuş gözyaşları ile parlayan yeşil gözlerini yataklarının başucundaki Rosia Hala'ya çevirmiş Clarissa, ancak başını sallayabilmişti. Bununla birlikte yatağa doğru eğilen kadın kolunu tutarak bacaklarını sarkıtmasına yardımcı olmuştu. Bakışlarını bir an Berta'ya çevirip gecelik getirmesini emretmişti. Daha önce doğum yapmış Byanca dahil odadaki herkes erken doğum hakkında gerilmişken Panzio hanımı soğukkanlılıkla durumu ele almıştı.

Clarissa, titremeye başlamış dudakları arasından gürültüyle soluk alıp verirken Rosia Hala'nın sırtını sıvazladığını hissedebiliyordu. Kadın bakışlarını bu kez gittikçe panikleyen Andreani'ye çevirmişti. İlk kez baba olmaya hazırlanan yeğeninin şimdiden serinkanlılığını yitirmeye başladığını görebiliyordu. Kendisi toparlaması için dışarı yollamak istemişti.

"Andreani, aşağıya iniyorsun. Henüz ebe bile gelmedi Clarissa'nın biraz sakinliğe ihtiyacı var daha sonra tekrar gelirsin."

"Olmaz ben çıkmıyorum. Doğum yaparken Clarissa'nın yanından ayrılmam."

"Clarissa'nın hemen doğurduğu yok. Daha çok başındayız, şimdi çık sonra tekrar gelirsin."

"Clarissa güzelim?"

Rosia'nın soğukkanlılığı Clarissa'nın korkusunu biraz olsun yatıştırmışsa da ebe gelmeden rahata eremeyecekti. Hala bebeğini erken doğurmak istemiyordu lakin bir anda bacaklarının arasından boşalan su durumu çok açık bir şekilde ortaya koymuştu. Şok olmuş yeşil gözlerini yere indirdiğinde, boğazından bir hıçkırık yükselmişti. İçinden yükselen katılarak ağlama dürtüsünü engellemek için kendini sıkıyordu. Yaşanılanın farkında olan Andreani, yüzünü onun kıpkırmızı kesilmiş yüzüne doğru eğip önüne düşen saçları şefkatle geriye çekiyordu. Clarissa, bakışlarını güçlükle Andreani'nin yüzüne çevirebilmişti.

"Ebe gelsin, hemen. Git ebeyi getir."

Bu istek Andreani'nin odadan çıkması için yeterli gelmişti. Başını hafifçe salladığında elleriyle yüzünü tutmuştu. Her şeyi yakında geçeceğini söyleyerek alnından öpmüş sonrasında arkasına dönmüştü. Kapıya ilerlediği sırada bir anlığına Byanca'ya dönüp, sert sesiyle uyarmıştı.

"Aşağıda bekliyorum, beni her şeyden haberdar edeceksiniz."

Byanca ağabeyini anlayışlı bir tebessümle onaylayıp, kapıya kadar eşlik ettiğinde arkasından kapıyı sıkıca kapatmıştı. Bir süre Clarissa'nın inlemelerinin duyulduğu holde öylece yalnız kalakalmış Andreani, hissettiği karmaşık duygularla ne yapacağını bilememişti. Hareket edebileceğini hissettiğinde, aşağıda nöbet tutanların arasına katılmıştı. Fakat bütün bunların üzerinden saatler geçmiş, gökyüzü kademeli olarak kırmızıya bürünmüş yavaşça karanlığa teslim olup ay tüm görkemiyle gökyüzündeki yerini almıştı. Malikanelerine oldukça yakın bir mesafede oturan ebe çağrılmasından kısa bir zaman önce gelmiş bununla da kalınmamış Andreani'nin kararı ile bir hekim dahi hazır bekletilmekteydi.

Fakat Rosia Hala'nın bizzat seçip getirttiği ebenin değeri Andreani'nin gözünde geçen zamanla birlikte giderek azalmıştı. Anne ve bebeğin durumunu iyi olduğuna ve doğumun sorunsuz geçeğine dair güvence veren yaşlı ebeye rağmen doğum bir türlü gerçekleşmemişti. Clarissa'nın çığlıkları ile inleyen malikanede aklını kaçırma sınırına an be an yaklaşan Andreani'nin öfkesi iyiden iyiye başına vurmuştu. Onunla birlikte bekleyen Dante, Rinaldo ve Cesare sessizliğini korurken, teselli vermeye dahi cesaret edemeyecek kadar erken doğum yapan karısına bir şey olacağı korkusuna kapılmış Andreani'nin halinden ürkmüşlerdi. Vakit gece yarısına yaklaşırken Andreani, Clarissa'yı yalnızca iki kez görebilmişti, bunların her ikisi de oldukça kısa anlar olmuşken adeta kovularak çıkartılmıştı.

Ludovico Malikanesi'nin alt katında yaşanan korku dolu bekleyiş, üst kattaki yatak odasında da aynı şekilde devam ediyordu. Geniş karyolanın ayak ucundaki direğe bir elini yaslamış Clarissa, koluna dayadığı yüzünü kaldırdığında saatlerdir yaptığı gibi tekrar canı içinden çıkarcasına ıkınmıştı. Bebeğinin içinden çıkmakta nazlanması üzerine ebe bir süre önce dik pozisyonda durduğunda daha rahat ıkınacağını söyleyerek ayağa kalkmasını istemişti. Bebeğini rahminde hareket ettiğini hissetse dahi bu doğmasına yeterli gelmiyordu.

Diğer elini beline yerleştirmiş, titreyen dudakları ile gürültüyle nefes alıp verirken ıslak gözleri odanın ucunda ağlayan Berta'yı seçmişti. Ellerini ağzının üzerine kapatmış hizmetlisinin yüzü ağlamaktan sırılsıklam olmuştu. Bağırmaktan çatallanmış sesiyle çıkışmıştı.

"Yas tutmaya erken başlamışsın Berta!"

Clarissa, bir süre önce kendini tamamen korkularına teslim etmişti. Öleceğine olan inancı geçen saatlerin ardından gittikçe büyümüştü. Hissettiği acıyla adeta vücudunun ikiye ayrılmak üzere olduğunu düşünürken, karşısında ağlanmasına tahammül edememişti. Onun sert çıkışı ile panikleyen Berta gözyaşlarını silerken mahcubiyetle açıklamaya çalışmıştı.

"Hanımım ben.. öyle değil. Sadece duygusallaştım. Çok üzgünüm efendim, bir daha olmayacak."

"Duygusallaşmakta haklısın çünkü burada gerçekten can çekişiyorum!"

Bu sözlerinin ardından belini büken bir sancı ile sarsılmış Clarissa, yüzünü aşağıya eğmiş dudaklarını kanata kadar ısırırken tüm odayı dolduran bir şekilde inlemişti. Beline kadar inen uzun saçları darmadağın olmuş, ter içinde kalmış yüzüne yapışmıştı. Soluklanmaya devam ederken Berta'nın bir adım atarak yanına yaklaştığını belli belirsiz seçmişti.

"Öyle şeyler söylemeyin lütfen size hiçbir şey olmayacak."

"Annem gibi öleceğim. Ayıca vazgeçtim yasımı tutmaya başlayabilirsin. Çünkü bu çocuk biraz daha içimden çıkmazsa öleceğim."

Yanı başındaki Rosia Hala ve Byanca'nın ölüme dair sözlerini onaylamadığını fark etse dahi bunu umursamamıştı. Tuhaf bir şekilde tıpkı Berta gibi Lavinia'da büyük bir şok içinde yaşanılanları izliyordu. Normal bir zamanda parçaları birleştirmek onun için çocuk oyuncağı olurdu lakin acıdan tamamen kendini kaybetmişken durumu anlayamamıştı. Çekinen Berta, yanlış anlaşılmamak için gerçeği açıklamak zorunda kalmıştı. Elini karnına belli belirsiz yaklaştırarak kısık sesiyle konuşmuştu.

"Ondan değil, lütfen böyle düşünmenizi istemem. Ben.. ben de yeni hamile olduğumu öğrendim. Yalnızca bu sıralar her şeye ağlıyorum."

Yeni bir sarışın dev diye düşünmüş Clarissa, cevap vermek için ağzını açtığında şiddetli bir sancı ile inlemişti. Ardından ahşap direği parmaklarını beyaza dönene kadar sıkıca kavrayıp tüm gücüyle ıkınmıştı. Bu durum bir süre daha devam etmişti. Ikınmaları arasında acıyla ağlayan Clarissa Berta'nın içeri aldığı süslü oymaları olan doğum koltuğunu gördüğünde tekrar öfkelenmişti. Çevresi gözyaşı ve terden sırılsıklam olmuş gözlerinin içindeki tiksintiyle ahşap koltuğu takip ediyorken, tüm odayı dolduran sesiyle bağırmıştı.

"Beni hiçbir güç o koltuğa oturtamaz! Asla! İstemiyorum, çıkartın dışarı!"

Rosia Hala ve Byanca'nın elbisesini çıkarttıktan sonra dikkatle üzerine geçirdiği bedenine büyük gelen beyaz geceliğinin altından bacaklarının arasına bakan ebe doğrulduğunda karşısına geçmişti.

"Rahminiz güzel bir şekilde açılmış lakin bebeğin çıkabilmesi için daha fazlası gerek, koltuğa geçerseniz daha kolay olacaktır."

Clarissa, şiddetli bir şekilde başını iki yana sallamıştı. Doğum koltukları onun gözüne her zaman ürkütücü görünmüştü.

"Hayır dedim! İstemiyorum! Doğum koltuğu istemiyorum!"

Karşısındaki kadının yardımcı olmaya çalıştığını bilse dahi Clarissa avazının çıktığı kadar bağırmaktan kendini alamamıştı. Yaşlı ebe böylesine kararlıyken onu ikna etmenin nasıl mümkün olacağını düşündüğü sırada gürültüyle açılan kapıdan Andreani gözükmüştü. Odadaki bağrışlar tüm koridoru inletirken, yaşanılanlardan haberdardı. Endişeyle kısılmış mavi gözleri önce bahsi geçen doğum koltuğunu sonrasında, cibinliği tutan ahşap direklerden birine yaslanmış Clarssa'yı bulmuştu. Kararlı adımları ile yanına yürürken, Rosia Hala'nın üçüncü kez odaya dalışı hakkında söylediklerini duyuyor gibi bir hali yoktu.

Elini sırtına koyup yavaş yavaş gezdirmeye başladığında Clarissa, gözyaşlarıyla dolu yeşil gözlerini üzerine doğru çevirmişti. Andreani, yüzüne düşen saçları nazikçe geriye itip terle ıslanmış şakağından öpmüştü. Onu bu şekilde acı içinde görmek yeterince kötüyken üstelik elinden hiçbir şey gelmiyor olması çok daha beter bir histi.

"Atlatacağız bunu, duydun mu beni bunu atlatacağız. Birlikte."

"Bitsin artık istiyorum."

Clarissa'nın tükendiğini gösteren bu içten yakarışı Andreani'nin yüreğinde soğuk bir esinti yaratmıştı. Destek olması gerektiğini bilse dahi yüzü korkuyla gerilmiş, mavi gözlerinin içi şaşırtıcı bir şekilde dolmuştu. O anlarda kocasının gelişiyle Ludovico hanımının biraz olsun sakinleştiğini düşünen yaşlı ebe, doğum koltuğuna oturmayı kabul edeceğini düşünmüştü. Rosia Hala'nın işaretiyle birlikte konuşmaya başlamıştı.

"Efendim doğum koltuğu ge-"

Yaşlı kadın doğum koltuğu dediği anda öfkeli iki çift göz bir hışımla üzerine dönmüştü. Aynı anda o kadar büyük bir sesle bağırmışlardı ki kadın geri çekilmeye dahi fırsat bulamıştı.

"İstemiyorum! Doğum koltuğumu istemiyorum."

"İstemiyorum diyorsa istemiyordur! İllaki aptal koltuğu balkondan dışarı mı fırlatmam gerek!"

Karı kocanın bağrışları yalnızca ebeyi değil odadaki herkesi yerinden sıçratmaya yetmişti. Fakat asıl ürktükleri Andreani'nin çok daha gür ve korkutucu çıkan sesi olmuştu. Odanın bir köşesinde yaşanılanları izleyen Lavinia, Clarissa ve Andreani'yi böylesine panik içinde görmesi üzerine kendini tutamamış parmaklarını dudaklarının üzerine bastırarak gülmüştü. Rosia Hala, bir an gözlerini yummuş sanki içinden sabır dilercesine mırıldanmıştı. Bir adım arkalarında olan Byanca ise tıpkı Lavinia gibi gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmıştı. İlk kez anne ve baba olacak çiftin bu hali tuhaf bir şekilde hoşuna gidiyordu.

Şiddetli karşı çıkışın ardından hiç kimse tekrar doğum koltuğunu anmamıştı. Clarissa, Andreani'nin ellerinden tutup titreyen bacakları ile yataklarına geçmişti. Başını yastıklara dayayıp, dizlerini kırdığında Andreani'de yanı başına yerleşip her iki elini de kavramıştı. Geceliğini eteğini hafifçe kaldırıp eğdiği başıyla durumunu kontrol eden ebe iyi gittiğini söyleyerek daha güçlü ıkınmasını söylemişti. Kadının bu sözleri ile rahatlamış biraz olsun umutlanmış Clarissa, üzerinden saatler geçmesine rağmen bebeğin hala doğmamış olmasıyla tekrar öleceğini sayıklamaya başlamıştı.

"Öleceğim, annem gibi öleceğim!"

Arkasına geçmiş Andreani'nin ellerini parmaklarının boğumları beyaza dönüşene dek sıkmaya devam ederken, başı öne düşmüş son bir güçle çığlık atarak ıkındığında, rengi solmuş gözlerini bu kez üzerine çevirmişti.

"Çocuğun ölmesine izin verme. Onun doğabilmesi için aylarca yerimden bile kıpırdamadım ben, sakın ölmesine izin verme. "

Artık kendinden geçmiş Clarissa, Adreani'nin elini sarsarken bağırmaktan çatlamış sesiyle konuşmuştu. Hali hazırda korku içinde olan Andreani ise bu sözleri duydukça daha fazla geriliyordu. Yüzünün aldığı ifadeyi gizlemek için uzanıp saçlarını öpmüştü.

"Clarissa saçmalıyorsun, ikinize de hiçbir şey olmayacak. Bebeğimizi birlikte alacağız kucağımıza."

Bu sözlere olan inancı büyük ölçüde azalmış Claissa, acıyla kısılmış gözlerini üzerinden çekmişti. O sırada ebenin Berta'dan daha fazla su istediğini duymuşsa da olanları takip edebildiği söylenemezdi. Bağırmaktan sesi kısılmış, adeta belinin ayrılmak üzere olduğunu düşünüyordu. Bu acıya daha ne kadar dayanabileceğinden emin değildi. Başını tekrar önüne eğmiş yüzü kıpkırmızı kesilene dek ıkınmıştı. Bunu takiben acısını kusacağı en uygun kişi olan Andreani'yi hedef almıştı.

"Yalancı, sahtekarın tekisin sen. Bana sandığımın yarısı kadar zor olmayacağını söylemiştin, yalancısın! Sandığımdan on kata daha zormuş!"

"Clarissa, birazdan bebeğimizi kollarımıza aldığımızda tüm bu yaşananlar hiç olmamış gibi olacak."

Yüzünü adeta bir pelerin gibi örten saçlarını başını hınçla iki yana sallayarak çekmeye çalışan Clarissa, aynı zamanda nefes nefeseydi.

"Hayatında kaç kere doğurdun Andreani?! Geçmiş oraya biliyormuş gibi konuşuyorsun! Annem gibi öleceğim!"

Kollarındaki Clarissa'nın sürekli ölümden bahsetmesiyle asabi bozulmuş Andreani, çattığı kaşlarıyla yüzüne eğilmişti.

"Kimse ölmeyecek! Şunu söylemekten vazgeç artık! Sadece biraz daha, yakında her şey yoluna girecek."

Yataklarında bedeninin üst kısmını doğrultmuş Andreani'ye yaslanmış bir şekilde uzanan Clarissa, bedeni çatlayacakmış gibi sancı çekerken, her şeyin yolunda gideceğini rahatça söylüyor olmasına dayanamıyordu. Uzun tırnaklarını etine acımasızca batırmış, düzensizce nefes alıp verirken titreyen sesiyle duraksayarak konuşmuştu.

"Sanki bana faydan var! Kendi çocuğumu kendim doğururum ben!"

"Kendi çocuğun öyle mi?! Tek başına mı yaptın acaba sen bunu?"

Acı içindeki solgun yeşil gözler ile öfkeli bir çaresizlikle parlayan mavi gözlerinin birbirlerine kenetlenişi izleyen Byanca, müdahale etmek durumunda kalmıştı. Yerine hareketlenip ağabeyine yaklaştığında yüksek sesiyle uyarmıştı.

"Birbirinize bağırmanız daha hızlı doğmasını sağlamaz."

Andreani, bu sözlere hak verirken Clarissa'nın gürültülü nefesleri tüm odayı doldurmaya devam ediyordu. Anlayışlı fakat kesin bir tavırla ağabeyinin omzuna elini koyan Byanca, yerinden kaldırmaya çalışırken dışarı çıkmasını istemişti. Daha öncesinde olduğu gibi önce çıkmak istemeyen Andreani, dışarıda beklemesini isteyen koca bir kalabalıkla karşılaştığında bir kez daha kapı dışarı edilmişti. Üstelik bu kez içeri dalamaması için yatak odasının kapısı kitlenmişti.

Tekrar yatak odalarının olduğu koridorda öylece kalakalmış Andreani, çattığı kaşlarıyla Clarissa'nın inlemelerinin duyulduğu kapıya tekinsiz bakışlara atarak alt ata inmişti. Şöminenin karşısındaki koltuğa oturmuş düşünceli bir tavırla şarabını yudumlayan Sandrino dahil herkes nöbete devam ediyordu. Üzerindeki ceketini uzun zaman önce çıkartmış Andreani bu kez gömleğinin kollarını yukarı sıyırmaya başladığında büyük salonun taş zeminin aşındıracak bir hızda volta atmaya başlamıştı. Gözlerini bir süre sonra karanlık gökyüzüne çevirmiş saatin gece yarısını geceli epey olduğunu düşündüğünde salonun büyük kapısına yönelmişti.

"Tommasso!!"

Büyük hole doğru gür sesiyle bağırmış Andreani'nin sesi adeta tüm malikanede sarsıcı bir etki yaratmıştı. Bu kez salonun içindekilere döndüğünde aynı şekilde devam etmişti.

"Nerede bu herif?! Normal zamanda kıçımın dibinden ayrılmaz, şimdi ortada yok!"

Andreani'nin öfkeli sorusuna karşılık veren kişi Dante olmuştu. Bir adım öne çıkan adam soğukkanlılıkla konuşmuştu.

"Ebeyi getirdiğinde buradaydı, bir süredir gözükmüyor."

Dante'nin söyledikleriyle tekrar başıyla büyük hole keskin bir dönüş yapan Andreani, bir kez daha bağırmıştı. Panikle kendini kaybetmiş halini izleyen arkadaşı sorunun ne olduğunu sorduğunda omzunun üzerinden yüzünü çevirmişti.

"Ebe getirecek. Yukarıdaki bir halttan anlamayan ahmağın teki, yenisini getirecek. Hatta bir değil iki tane."

Andreani tekrar bağırmaya hazırlanırken, soluk soluğa kalmış Tommasso gözükmüştü. Bağırmasıyla adam her neredeyse koşarak yanına gelmiş olmalıydı. Andreani, kapının önünden çekilip salona doğru ilerlediğinde sağ kolu da onu takip etmişti. Tommasso'nun yüzünün renginin duvardaki beyaz mermer kadar soluk olduğunu fark ettiğinde asabi sesiyle sormadan edememişti. Clarissa'ya bir şey olduğunu düşünüp, endişelenmişti.

"Ne bu halin senin? Ruh görmüş gibisin."

Her iki kanadı da açık kapının tam ortasında ellerini arkasında birleştirmiş uzun boyu ile dikilmekte olan Tommasso, bu sözlerle dağınık sarı kaşlarını çatmıştı. Daha o sabah karısının hamilelik haberini almıştı. Baba olma fikri, eski hayat biçimiyle taban tabana zıt bir durumken ne kadar uğraşırsa uğraşsın kendini kollarında bir bebekle hayal edemiyordu. O bir bebeğin nasıl tutulacağını dahi tutmayı bilmezdi. Tüm bunların üzerine Ludovico hanımının erken doğumu başladığından beri içinde anlam veremediği bir başka duygu onu yiyip bitirmeye başlamıştı. Huysuz sesiyle konuştuğunda ağzından kaçırdıklarına daha ilk anda sinirlenmişti.

"Bu doğum işi çok zormuş."

Tommasso o anlarda yüzünün aldığı ifadenin farkında değildi. Siyah gözlerine sert bir bakış yerleştirmeye çalışırken bocalamış, Andreani'nin bir kaşını yukarı kaldırarak yüzünü incelemesine neden olmuştu.

"Sen mi doğuruyorsun Tommasso?"

Bu soru ile birlikte adamın sersemlemiş yüzü önce şaşkınlığa sonrasında huysuz bir gerginliğe bürünmüştü. Her biri duvar gibi duyarsız ve sessiz olan sarışın devin derdinin ne olabileceğini düşünürken Sandrino, hepsini kurtararak durumu açıklığa kavuşturmuştu.

"Ben anladım. Şu yüz ifadesine bak, bunun da karısı hamile."

Oturduğu koltukta bir bacağını diğerinin üzerine atmış Sandrino, bir eliyle çenesini ovarken alaylı sesiyle konuşmuştu. Bunun doğru olduğunun kanıtı ise Tommasso'nun normal bir zamanda asla yapmayacağı şeyi yaparak gözlerini kaçırışı sıkıntıyla elini kaldırıp sarı saçlarını geriye çekişi olmuştu.

Andreani, kendi elleriyle evlendirdiği dostu saydığı sağ kolu adına sevinse dahi üzerinde durmayacak kadar aklı ve kalbi üst katta doğum yapmaya çalışan karısındaydı. Tam adama gidip yeni ebe bulması için emir vermeye hazırlanıyordu ki kız kardeşi Byanca açık kapıda gözükmüştü. Tommasso'nun yana çekilmesiyle odanın içinde küçük adımları ile ilerlemeye başlamıştı.

"Ağabey?"

Salondaki herkes nefesini tutmuş, Byanca'nın ağzından çıkacak sözleri beklemeye başlamıştı. Kardeşinin küçük yüzündeki ifadeyi seçemeyen Andreani, adeta olduğu yere çakılıp kalmıştı.

"Söyle."

"Üst kata çıkıp oğlunla tanışmak istemez misin?"

Andreani'nin hissettikleri öylesine yoğundu ki hayatında ilk kez orada düşüp bayılabileceğini düşünmüştü. Gökyüzü mavisi gözlerinin içi duygusal bir hal almıştı. Herkes vereceği herhangi bir tepki beklerken yerinden kıpırdamamış, yutkunarak sormuştu.

"Karım nasıl? İyi mi?"

"Çok iyi. Biraz kan kaybetti lakin birkaç güne toparlayacaktır."

Gergin bedeni rahatlamış, yüzünde heyecanlı bir gülümseme belirmiş Andreani, Clarissa'yı inlerken koridorda gördüğünden beri omuzlarında yük olmuş büyük korkunun kalktığını hissetmişti. Çevik adımları ile koşarcasına ilerlemeye başladığında neredeyse Byanca'ya çarpıyordu.

"Baba oldum, çekil önümden."

Ağabeyinin haline gülümseyen kadın son anda kendini geri çekebilmiş, heybetli bedeni ile yaşanacak sarsıcı çarpışmadan kendini kurtarmıştı. Yüzündeki mutluluk ifadesi ile kıkırdayarak kocası Dante'nin yanını bulduğunda meraklı bakışlarını üzerinde gezdirenlere bebekten bahsetmişti. Sözlerine ara verdiğinde, Sandrino enerjik bir şekilde yerinden kalkıp konsola ilerlemeye başlamıştı. Keyifli bakışlarını odadakilerin üzerlerine çevirdiğinde Andreani'nin özel olarak getirttiği bir başka şarap sürahisinin işaret etmişti.

"Bu gecenin şerefine kadeh kaldırmalıyız."

Konsolun üzerine dizdiği kadehlere Byanca, Dante Cesare, Rinaldo ve Guliano için şarap doldurmuştu. Kadehlerden birini uzattığı kuzeni Byanca yorgun bir gülümseme ile ona takılmıştı.

"Sana da içki içmek için bahane olsun. Sarhoş olmak nedir bilmez misin sen?"

Son olarak kendi kadehini eline alan Sandrino, cevap verdiğinde kadehini öne uzatmış hepsi onun öncülüğünde gülümseyerek kadeh kaldırmıştı.

"Bilmem. Fakat bu kadeh kaldırmak için gerçek bir sebep. Küçük Ludovico'yu sonunda sağlıkla kucaklarına aldılar."

**

Dört Gün Sonra

Sırtını ipekli yastıklara dayamış yatağında oturmakta olan Clarissa yeşim yeşili gözlerinin içindeki hayranlıkla, kollarında usulca salladığı oğlu Marchello'nun minik yüzüne bakıyordu. Bir süre önce sütünü emmiş gazının çıkmasıyla rahat bir uykuya dalmıştı lakin bebeğini kucağında tutma zevkinden vazgeçmek istemeyerek beşiğine koymayı reddediyordu. Adeta bir ömür gibi hissettiren yatakta geçirdiği sıkıcı hamilelik döneminin sonunda bebeğini kollarına aldığında tüm o tatsız zamanlar hiç olmamış gibi gelmişti. Kucağındaki bebeği rahminde büyütebilmek için verdiği mücadeleyi yatağında kimi geceler sessizce ağladığını işittiği Andreani ve gece gündüz dua ettiği Tanrı biliyordu.

İşaret parmağını uzatıp yüzünde özenle gezdirmeye başladığında, dudaklarında sarhoş bir gülümseme vardı. Beyaz uçlarında altın rengi işlemelerin olduğu kundağa sarılmış, oğlunun yanaklarında tıpkı onunkilere benzeyen küçük gamzeler vardı. Ebenin kucağına vermesinden kısa bir süre sonra küçük gözlerini aralayarak adeta onlara merhaba demiş, sonrasında tüm gücüyle ağlamaya başlamıştı. Gözleri tıpkı babasınınkileri gibi maviydi. Seyrek kumral saçları, üzerindeki beyaz giysisi ile uyumlu uçlarında danteller olan küçük bir ipek örtü ile kapatılmıştı. Minik yüzündeki parmağını yavaşça kundağından çıkmış küçük eline götürüp usulca okşarken, eğilip uzun uzun kokusunu içine çekmişti. Clarissa, hayatı boyunca bu kokuya doyabileceğini sanmıyordu. Doğumunun dördüncü gününde olan oğluna sevgisi şimdiden yüreğine sığmıyor, kalbi göğsünden çıkacakmış gibi oluyordu.

Uyandırmamaya çalışarak mest olmuş bir şekilde kucağında oğlunu izlemeye devam ederken, kapı usulca aralanmıştı. Yatak odalarına dolan gün batımının kızıl ışıklarında yatağa yaklaşmakta olan Andreani'nin yüzünde tıpkı onun gibi sevgi dolu mutlu bir ifade vardı. Geniş omuzlarını sarmış beyaz gömleği, siyah pantolonu ve deri çizmeleriyle yatakta onun sağ yanına oturmuştu. Canlı mavi gözlerini önce onun yüzünde gezdirmiş ardından kucağında uyuyan oğluna çevirmişti.

"Nasılsınız? Oysa ki seni uyuman için bırakmıştım."

"Uyuyacaktım lakin bir anda acıktığı için ağlamaya başladı. Emzirdikten sonra da uyumak istemedim. Kucağımda uyumasını izlemek çok zevkli."

Kundağındaki oğullarına elini uzatmış Andreani, tıpkı onun gibi küçük elini okşamaya başlamıştı. O sırada bebekleri hafifçe yerinde kıpırdanmış, diğer elini de kundağın arasından çıkartmıştı. Gülümseyerek izlerken kısık sesiyle konuşmuştu.

"Ben çıkarken emzirmemiş miydin?"

"Sonra yine açıktı. Kendileri süt konusunda oldukça açgözlüler. Dudaklarını büzüp sürekli yalanıyor."

"Senin kucağında kalabilmek için rol falan yapıyor olamaz değil mi?"

Clarissa bebeklerini uyandırmaktan korkarak kısık sesiyle gülmüştü. Küçük elini başının üzerine kaldırmasıyla kendisini uyandırmasından endişelenerek nazikçe indirmiş tekrar kundağın arasına alırken uzun ve gür kirpikli pırıl pırıl yeşil gözleriyle Andreani'ye yan bir bakış atmıştı.

"Andreani, o yalnızca dört günlük."

"Ne? Kucağında kalmayı seviyor. Dört gündür adeta yapıştı sana, senin de gözünün ondan başka kimseyi gördüğü yok."

Andreani'nin yarısı gülüş yarısı ciddiyet barından yüzüne bakan Clarissa gerçekten bu duruma bozulup bozulmadığından emin olamamıştı. Gülümsemesin bastırmaya çalışırken bebeğini tekrar usulca sallamaya başlamıştı.

"Abartıyorsun."

"Abartmıyorum sevgilim. Dün yatmak için odaya geldiğimde bebekle ikiniz yatakta uyuyordunuz, yanınıza yatmak istedim sen çok dönüyorsun ezersin diye beni yatağa almadın. Ben, Andreani Ludovico kendi yatağına alınmadı. Misafir odasında yattım ve bu hiç ama hiç hoşuma gitmedi. Bundan sonra herkes kendi yerinde yatacak. Bu küçüğün yeri de beşiği. Ona özel beşik yaptırdım, ismini bile kazıttım. Orada uyuyacak, yoksa doğru bebek odasında yolarım."

Tüm bunları dinlediği sırada Marchello'yu sallamaya devam eden Clarissa'nın bastırmaya alıştığı gülüşü mutlulukla parlayan yeşil gözlerine yansıyordu. Dün geceyi buğulu parçalar halinde hatırlıyordu. Berta ile uyuttuğu bebeğini geniş yatağa yan bir şekilde yatırmış kendisi de yorgunluktan yanında adeta sızmıştı. Gümüş şamdanın üzerindeki mumların tamamen aydınlatmadığı odada belli belirsiz bir siluet halinde gördüğü Andreani tam yatağa uzanmaya hazırlanırken eliyle gitmesini işaret ettiğini ne yazık ki hatırlıyordu. Marchello için aynı katta büyük bir bebek odası hazırlanmışsa da Clarissa orada kalması için oldukça erken olduğunu düşünüyordu. Doğduğu zaman onların yatak odasına getirilmiş Andreani'nin yaptırdığı kakmalı ahşap beşik hala onların odasında duruyordu. Rosia Hala'nın bakıcı hakkındaki önerilerine kulak tıkamıştı. Berta ve Sheilah varken bir bakıcıya ihtiyacı olmayacağını düşünüyordu. En önemlisi bebeğine kendi bakacak ve kendi doğruları ile yetiştirecekti.

Yataktan kovulmak konusunda kendini savunacak hiçbir sözü yoktu lakin Andreani'nin de bebeklerini bir başka odaya göndermeyeceğini biliyordu. Kollarındaki bebeği ona yavaşça çevirmiş, küçük uykulu yüzüne bakmasını sağlamıştı.

"İkimizde biliyoruz ki yanımızdan göndermeye kıyamazsın. İlk kucağına verdiklerinde neredeyse ağlayacaktın."

Clarissa, doğumun ardından güçsüz düşüp bayılmış neredeyse yarım gün kadar bilinci kapalı yatmışsa da Andreani'nin Marchello ile tanışmasına şahit olabilmişti. Evlendiği adamı daha önce böylesine duygusal gördüğünü hatırlamıyordu. Gözleri dolmuş kendisine yakışmayacak şekilde çekingen parmağını oğlunun küçük eline götürüp bakakalmıştı. Fakat o an neredeyse ağlayacak olduğunu hatırlamak Ludovico asilzadesinin huysuzlanmasına neden olmuştu. Suratı asılmış, düzgün hatlara sahip yakışıklılığı otoriter bir hal almaya yaklaşmıştı.

"Bu ağlama mevzusunu konuşmayı yasaklıyorum. Tek kelime daha duymayacağım, unutacaksın."

Karşılık vermek yerine alt dudağını dişleyerek başını sallamıştı Clarissa. Böyle bir konuda üzerine gitmemesi gerektiğini bilecek kadar Andreani'yi iyi tanıyordu. Onlar uyuyan bebeklerini izlerken odanın kapısı çekingen bir tavırla tıklatılmış ardından ellerini önünde birleştirmiş Berta görünmüştü.

Clarissa, doğumunun ardından kendine geldiğinde kızı hakkıyla tebrik edebilmişti. Lakin zavallı kızın kocası hamilelik haberini aldığından beri adeta başka bir dünyada yaşıyorcasına sessizleşmiş, baba olacağı şokunu hala atlamamıştı. Adreani'nin gülerek anlattığına bakılırsa Tommasso, gerçek anlamda boş bakıyor anlatılanları dinlese dahi mantıklı yorumlar yapamıyordu.

"Tam zamanında. Şimdi bana veriyorsun o küçüğü."

Clarissa, Berta'nın neden geldiğini sormaya vakit bulamadan yerinde hareketlenen Andreani kucağındaki Marchello'yu ona vermesi için kollarını açmıştı. Uyuyan oğlunun huzurlu ifadesine bakan Clarissa, kumral kaşlarını çatıp başını iki yana sallamıştı.

"Neden? Uyuyor çocuk Andreani, uyandıracaksın."

"Clarissa, oğlumu ve varisimi ver."

Andreani konuştuğu sırada bakışlarıyla bebeklerini bırakmasını beklediği kollarını işaret etmişti. İçini çekmiş Clarissa, gönülsüz olsa dahi dikkatle uyuyan bebeği ona devretmişti. Bununla birlikte annesinin kollarından ayrılan Marchello açık bir şekilde huzursuzlanmıştı. Andreani, kollarında kıpırdanan oğlu üzerindeki hoşnutsuz bakışlarını onları izleyen Clarissa'ya doğru kaldırdığında bir anda ifadesi yumuşamış, birlikte sessizce gülmüşlerdi.

Kısa bir süre bebeğin tekrar dalmasını beklemiş ardından ayağa kalkmış Andreani, kokusunu içine çektiğinde yavaşça Berta'ya teslim etmişti. Kucağındaki oğulları ile bebek odasına giden Berta'nın ardından Clarissa'nın yanını bulmuştu. Teklifsizce üzerindeki örtüyü çekmiş, ellerini tutup onu kalkmaya teşvik ederken Clarissa, merakla sormaktan kendini alamamıştı.

"Aklından ne geçiyor senin?"

Gülümseyen Andreani, yumuşak dudaklarına sokulup acele etmeden uzun uzun öpmüştü. Parmaklarını uzun saçlarının içine geçirerek, yüzünü kendine doğru kaldırdığında üstü kapalı bir şekilde konuşmuş sonrasında onu serbest bırakarak yataklarının ucundaki sedirin üzerinde duran sabahlığına yönelmişti.

"Güzel şeyler. Aşağıya indiğimizde göreceksin."

Gittikçe meraklanan Clarissa, daha fazla soru sormak istiyordu lakin arkasına geçen Andreani elinde tuttuğu sarı brokar sabahlığını açmış kaşlarıyla giymesini istemişti. Omzunun üzerinden bakışlarını Andreani'nin yüzüne çevirmiş ne sakladığını öğrenmeye çalıştıysa da kurnazlıkla parlayan bir çift gözün hâkim olduğu yakışıklı bir yüzden başka bir şey görememişti. Bu onu daha da meraklandırırken, tuhaf bir heyecana kapılmıştı.

Birlikte mermer merdivenlerden indiklerinde Clarissa, nereye götürüldüğünü bilmezken Andreani parmaklarını birbirine geçirdiği eliyle onu büyük salona yönlendirmişti. Geniş holde yürüdükleri sırada kollarında renkli örtüler taşımakta olan Sheilah'ın yanlarından geçerken başıyla tuhaf bir şekilde tebessüm ederek verdiği selam dahi şüphe uyandırıcıydı. Kaşlarını çatıp meraklı bakışlarını Andreani'nin gizemli yüzüne çevirmişti. Sabırsızlığı gittikçe artarken Andreani onu salona sokmuş vereceği tepkiyi beklemek için usulca parmaklarını ayırıp ve arkalarındaki kapıyı kapatmak için arkasına dönmüştü.

Yeşim yeşili gözlerini heyecanla büyük dairede gezdiren Clarissa, gördüğü şeyle birlikte mutluluk çığlığı koyuvermişti. Ellerini heyecanla gögsünün üzerine koymuştu. Işıl ışıl parıldayan gözlerini hızla onu sessizce izlemekte olan Andreani'ye çevirdiğinde kendine hâkim olamayarak sesinin tonunu kontrol edemeden haykırmıştı.

"Bitmemişti? Yarım kalmıştı. Nasıl? Tanrım çok güzel olmuş!"

Clarissa, heyecandan öylesine kendinden geçmişti ki sabahlığını eteklerini toplayıp salonun ortasında bir şövale üzerine yerleştirilmiş tabloya doğru koşar adımlarla ilerlemişti. Normal bir zamanda bu hareketlerin bir hanımefendiye yakışmadığını düşünür, heyecanını gizlemeye çalışırdı lakin o an bunu yapmak içinden gelmiyordu. Hamileliğinden önce Andreani'yi güçlükle ikna ettiği tablonun lohusa dönemine girmesiyle yarım kaldığını düşünerek üzülmüştü. Yatağında geçirdiği sıkıcı zamanlarda asla tamamlanmayacağına dair umutsuzluğa dahi kapılmıştı. O an karşısında tamamlanmış halini görmenin anlamı onun için çok büyüktü. Yanına geldiğini hissettiği Andreani'ye yüzünü çevirdiğinde tekrar sormuştu.

"Ben yarım kaldığını sanıyordum, nasıl oldu?"

Andreani, herhangi bir şey söylemeden önce kollarıyla onu arkasından sarıp göğsüne çekmişti. Parmaklarını aralarındaki saçlarında gezdirmiş, nazikçe kenara çektiğinde boynunu açığa çıkartmıştı. Yumuşak sesini onun pürüzsüz teninin üzerine bırakırken yavaşça anlatmıştı.

"Sen bu tablo için onca dil dökmüşken yarım kalmasına gönlüm el vermezdi. Lohusa döneminde Bruno Palmiro'nun atölyesine gönderttim. Elindeki eskizlerimizle yapmasını söyledim. Eğer kötü iş çıkartır ve senin hayallerindeki gibi olmazsa canını almakla tehdit etmiş olabilirim. Ne diyorsun doğum hediyeni beğendin mi?"

"Gördüğüm en güzel doğum hediyesi!"

"Sevindim. Şapeli gördüğünde ne yapacaksın merak ediyorum."

Teninin üzerindeki Andreani'nin sıcak nefesi, Clarissa'nın bedenin en uç noktalarına titreşimler gönderiyordu. Şapeli duyduğunda merakla yüzünü ona doğru çevirmiş bununla birlikte dudakları iç içe geçmişti. O gülümseyerek başını geri çekmeye çalışırken Andreani, kaçmasına izin vermemişti. Sonunda dudaklarını Andreani'den ayırabildiğinde öpülmekten hafifçe kızarmış dudaklarındaki tebessümle sorusunu sorabilmişti.

"Şapel mi? Başladınız mı?"

"Evet, aile geleneği bu biliyorsun. Marchello doğduktan sonra Tommasso gidip Bruno'yu getirdi. Seninle beni nereye koyacağına karar verdi bile. Duvarın en üstüne tüm fresklere tepeden bakacak bir şekilde malikâneyi çizmeyi istiyor. Sonra bahçedeki heykelleri senin gül bahçeni ve nar bahçeleri, benim kazandığım zaferleri temsilen çizimler yapacak senin sanatseverliğin hakkında da birkaç fikri var. Birlikte konuşursunuz, daha fazlasını dinleyecek ne vaktim ne de sabrım vardı. Fresklerin sorumluluğunu tamimiyle sana bırakıyorum."

Kolları arasında yüzünü Andreani'ye dönmüş Clarissa, parmaklarını beyaz gömleğinin önündeki ince bağlarının üzerinde gezdirirken bir an sessizleşmişti. Bruno'nun bu kalabalık ve iç içe geçmiş fresklerin altından kalkacağına dair şüphesi yoktu. Islak sıva üzerine yapılacak hayatlarından kesitler geçmiştekilerle aynı sanatkarın elinden çıkmamış olacak böylelikle her neslin kendine has hikayesi, olduğu gibi üslubu da farklı olacaktı. Belki de duvarların büyüsü de tam olarak buradan geliyordu, hepsi birbirinden farklı zamanlarda yaşanmış küçük hayatlar. Clarissa içini çekmiş, yukarıdaki bebek odasında uyumakta olan oğlunun da gelecekte bir gün kendisini resmettireceğini düşünmüştü.

"Tabloyu özellikle duvara astırmadım. Nereye asmak istersen oraya asabiliriz."

Andreani aralarında oluşan küçük sessizliği bozduğunda Clarissa, düşüncelerinden sıyrılıp kollarında yan dönerek keyif ve beğeni dolu bakışlarını tablonun üzerinde çevirmişti. Dikey bir tuval üzerine yapılmış resme bakıldığında ilk dikkat çeken, aydınlık bir oda içindeki oldukça özenli ve yüz hatları incelikli işlenmiş evli çift oluyordu. Bruno, resimde merkezi perspektif ve hava perspektifini ustaca kullanmış, dikkatlerin kolayca üzerlerine çekilmesini sağlamıştı.

Uzun boyu devasa heybetiyle, son derece güçlü ve seçkin görünen Andreani'nin omuzlarından siyah bir pelerin zarafetle yere kadar uzanırken koltuğunda göz rengiyle uyumlu yeşil kadife bir elbise içinde zarif bir oturuşta olan kendisinin uyumu kalbine dokunmuştu. Ne söylediğini bilemeyecek kadar mest olmuş bir halde ne kadar da uyumlu gözüküyoruz diye mırıldanmıştı. Hayatı boyunca Cesare'nin sanat atölyesinde pek çok tablo görmüş Clarissa için karşısında durduğu bu tablo hepsinden özel ve çok daha kıymetliydi.

"Sıradanlığın dışında kalan çok özel bir tablo olmuş."

Andreani kokusunu içine çektiği kumral saçlarının arasındaki yüzünü yavaşça şakağına doğru kaydırmış, gökyüzü mavisi gözleriyle tabloya bakmıştı. Uzun kollarını beline daha fazla dolayıp kendine yaklaştırırken sesini derin kadife cazibesine bürümüştü.

"Hiçbir tablo güzelliğinin hakkını veremez lakin bu yaklaşmış."

Clarissa, bu sözlerin ardından bir anlığına gözlerini yummuş ve pürüzsüz yanaklarında bir damla gözyaşı aşağıya süzülmüştü. Elinde olmadan gülümsemiş, ilk önce parmak uçlarıyla yanaklarını silmeye çalışmıştı lakin hala duygusal olarak hassas bir dönmeden geçiyordu. Gözpınarlarındaki yaşlara engel olmayacağını hissettiğinde kollarında yönünü Andreani'ye dönmüştü. Yüz yüz geldiklerinde, ellerini ensesine uzatıp, parmaklarını yumuşacık kahverengi saçlarının arasına daldırmıştı. Onu ilk kez uyurken seyrettiğinde hayran kaldığı uzun kirpiklerinin altında tutkuyla parlayan mavi gözlerinin içine bakarken içine derin bir nefes çekmişti. Seviyorum diye geçirmişti içinden bir yıl önce evlenmemek için rahibe olmayı, ailesini fakirliğe dahi sürüklemeyi düşünecek kadar nefret ettiği bu adamın gözlerinin içine bakarken bu kez 've sonra aşık oldum' diye düşündü. Bir sene önce hayat ona ömür boyu sürecek bir karanlık gibi görünmüştü. Şimdi ise yukarıda uyuyan oğlu ve aşık olduğu Andreani'nin güçlü kolları arasında yalnızca onlara özel güzel bir resmin içinde yaşıyor gibi hissediyordu.

Clarissa, gözyaşlarının akmaması için uzun kirpiklerini kıpıştırırken duyguyla titreyen yumuşacık sesiyle konuşmaya çalışmıştı.

"Bizim güzelliğimiz Andreani. Senin ve benim. Çok eskiden bir adam bana demişti ki tuval üstündeki bir güzelliğe önümde ete kemiğe bürünmüş bir güzellik varken hayranlık duymam. O zaman bu sözlerine çok kızmıştım şimdiyse ne demek istediğini anlıyorum. "

Andreani, bir an herhangi bir söz etmeden Clarissa'nın duru güzelliğine, gözlerinde parlayan yaşlara bakmıştı. Muntazam çıkık elmacık kemiklerinin olduğu küçük yüzünü elleri arasına aldığında dudaklarını onun dudaklarına eğerek küçük sevgi dolu bir öpücük kondurmuştu. Yüzlerini birbirlerine yaklaştırıp birbirlerinin gözlerinin içine bakarken son derece kararlı bir şekilde konuşmuştu.

"Şimdi de şunu dinlemeni istiyorum, dünyanın en muhteşem resmi biziz. Bu yalnızca bizim güzelliğimiz. Ölümsüz ruhlarımız birbirimize ait. Her şey birlikte olduğumuzda, yan yana olduğumuzda daha güzel. Ellerimiz birbirine kenetliyken mutluluğun bir anlamı var. Seninle ben, biriz. "

Yüzündeki elleri tutarak indiren Clarissa, yanağını Andreani'nin göğsüne dayadığında beyaz gömleğinin altında kalbinin atışını ve sıcaklığını hissedebiliyordu. Göz pınarlarından düşen bir gözyaşı daha yanaklarına düşerken bakışlarını karşısında durdukları tabloya çevirmişti.

Yüzünden mutluluk gülümsemesi eksik olmuyordu. Öyle ki tablonun orta yerinde Andreani'nin omzuna koyduğu elinin hemen üzerinde duvara yazılmış Latince Andreani Alessandro Ludovico ve güzel eşi, aşkı Clarissa Ludovico, 1507 senesi yazısının not düşüldüğünü gördüğünde gözpınarlarını yakan yaşlara daha fazla engel olamamıştı. Böylelikle tabloları, düşlediği gibi nesiller boyunca malikanenin duvarında asılı kalacak gelecekti tüm Ludovico aile üyeleri onları tanıyacak, yüzlerini görecek ve bir zamanlar onlarında genç olduğunu hayatlarını yaşadıklarını bileceklerdi.

Ve sonra Viberto kırsalında yükselen nesiller boyunca Ludovico ailesine ev sahipliği yapmış malikanesinin kurşun pencerelerine vuran güneş ateş gibi kırmızı renkleriyle ufuk çizgisine doğru kayarken, Andreani ve Clarissa Ludovico hayatın küçük ama yalnızca onlara ait muhteşem olan bu parçasına gittikçe artan mutluluklar ve güzelliklerle devam ettiler.

Yazan; MİRENA MATİNELL

İşte finale geldik..

Hali hazırda zaten duygusal bir insanımdır, Muhteşem Güzellik'in finalini yazmak da beni çok duygulandırdı. Neredeyse üniversite birinci sınıfta kafamda kurguladığım ara sıra yazıya döksem bile ancak gerçek anlamda üzerine yoğunlaşmamın ve en önemlisi yayımlama cesareti bulmamın mezun olduğum yıla denk geldiği ilk ve kıymetli hikayem 🎈
Neredeyse bir yıl önce çıktığım bu yolculukta tahmin ettiğimden çok daha fazla şey öğrendim en önemlisi iyi kötü bir şeyler yazabildiğimi görmenin mutluluğu paha biçilemezdi. Tabi ki kimi zaman tekrara düştüğüm, klişelere yöneldiğim hata yaptığım, sizi beklettiğim bazen de karakterlere kıyamadığım olduysa da elimden geldiğince acemiliğimi göstermemeye çalıştım. Her ne kadar sürç-i lisan ettimse affola! 😇

Yazarken hep iradesine keskin diline hayran olduğum Clarissa, eğlenceli bir o kadar da sert ürkütücü bir yapısı olan Andreani, Sandrino, Cesare, Berta ve tabiki Sarışın dev Tommasso ve son olarak küçük Marchello (ona hiç ama hiç doyamadım) hepsini çok özleyeceğimi hissettim. Her biriyle tek tek vedalaşmak istediğim için hepsine yer vermeye elimden geldiğince çalıştım. Umarım sizin de hoşunuza gitmiştir ❤️

Bölüme gelirsek, ne söyleyeceğimi toparlayamıyorum ama küçük Ludovico bebeğine kıyamadığımı fark etmiş olmalısınız 😇 Gerçekten annesinin karnından düşürmeye gönlüm el vermedi. Ama hep Clarissa için zorlu bir hamilelik süreci hayal etmiştim. Siz final hakkınızdaki fikirlerini yazın son kez hikaye hakkında sohbet edelim çok isterim

--

Burada bir o kadar da kıymetli dostluklar edindim. Aslında okuyucu olarak uzun zamandır buradayım ama şimdi işin iki tarafında olmak inanılmaz zevkli bir şeymiş.

İki kişi var ki, onların hakkını asla ödeyemem. simaydefnem ve IkiArkadas hesabının sahiplerinden İlknur ❤️ Bu benim ilk hikayem olduğu için tabi ki öyle büyük bir ilgi asla beklemiyordum. Ama hevesim kırıldığında, hikayenin oy ve yorumlarını görüp umutsuzluğa kapıldığım zamanlarda onların destekleri uzun ve güzel yorumları olmasaydı, gerçekten çok zorlanır belki de bırakabilirdim bile. Kimi zaman yalnızca onların yorumları ile hikayeye devam etmişliğim var. Kendilerine özellikle teşekkür etmek istiyorum. Lütfen adını atladıklarım varsa alınmasınlar ❤️ Aynı zamanda hikayenin o güzel kapaklarını kıymetli zamanını ayırıp yapan IkiArkadas hesabından canım İlknur'a bunun içinde ayrı bir teşekkür daha etmek istiyorum ❤️ Uğraşıp kıymet vermesi benim için çok ama çok değerliydi.

Sandrino Panzio'nun hikayesini yazmak istiyorum evet ama henüz bir sonraki hikaye onun mu olur yoksa yeni bir kurgu mu yaratırım, henüz karar vermedim. Eğlenceli komik bir karakter yazmak zor olsa gerek 👀 Andreani bildiğim taraftı ☺️
Okumam gereken İtalya kültür ve siyasetini anlatan kitaplarımı bitirince ortaya bir şeyler çıkacak diye düşünüyorum.
Tabi görüldüğü üzere ben İtalya tarafında geçen ve içinde sanat olan hikayelere devam edeceğim. Sanırım bunun benim tarzım olmasını istiyorum. Yani bildiğim sularda yüzmeye devam edeceğim😉 Yine de o yarımadanın siyasi tarafı epeyce karışık önce onları hatim etmem gerek. Sonrasında görüşürüz diye düşünüyorum

Anlatacak bir hikayem vardı ve anlatabildiğim için mutluyum.
Şimdiye kadar hikayeye oy atan, yorumlayan okuyan herkese çok teşekkür ederim ❤️ Hepinize yanımda olduğunuz ve ilk hikayem de bana umut verdiğiniz için teşekkür ederim. İyi ki varsınız, sevgiyle sağlıkla ve güzellikle kalın Umarım bir başka hikayede görüşürüz, bu kızı unutmazsanız sevinirim...

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top