Final - "Ludovico Kartalı" - Kısım I
"Ben Ludovico'yum, ben asla unutmam."
Muhteşem Güzellik
Final - "Ludovico Kartalı" Kısım I
Andreani Ludovico, buzdan bir camı andıran gözlerini siyah bir cübbeye bürünmüş kilise hukukçusu Marco'ya odaklamışken, yüzü taştan yontulmuş gibiydi. Ne bir duygu ne de bir his kırıntısına rastlamak mümkün değildi. Viberto'da tutuklanarak Castel San't Angelo'ya elleri bağlı bir şekilde getirildiğinden bu yana kaldığı küçük fakat birkaç eşya ile döşenmiş hücresinde, cinayetle yargılanmak üzere beklediği beş günün ardından öfkesi tehlikeli bir sakinliğe dönüşmüştü. Giovanni Vincenzo'nun ölümünün kendi ellerinden gelmiş olmasından ötürü bir pişmanlığı yoktu. Aylar önce Vatikan'daki ahırlarda söylediği gibi gözlerinin içine bakarken kılıcını ağır ağır içine sokmuş son nefesini verişinin tek bir anını dahi kaçırmamıştı.
Andreani, hücresinde yalnız anlarda Giovanni Vincenzo'ya kolay bir ölüm bahşettiğini dahi düşünmüştü. İçinde hala yanmakta olan öfke beş günde sönmeyecek kadar kuvvetliydi, yaşanılanları tekrar tekrar düşündükçe bu ateş katlanarak önünü alamayacağı bir şekilde büyüyordu. Lakin tüm bunların yanında günler önce ziyafette ayrı düştüğü hamile karısının yanına gidemiyor olmak kolundaki yaradan gelen şiddetli acıya dayanmaktan çok daha zorlayıcı olmuştu.
Uzun yıllardır kilisenin hukukçuluğunu yapan Marco burun kemerine yerleştirdiği tek camlı gözlüğüyle elinde tuttuğu parşömendeki Letizia Vincenzo'nun mühürlü ifadesini okudukça, Aziz Peter Taht Dairesi'ndekilerin şaşkınlık ve gerginliği, büyüyerek bir dalga gibi yayılmıştı. Yalnızca Papa Julius, birkaç basamakla yükseltilmiş kırmızının en canlı tonuna sahip kadife kumaş kaplı gösterişli tahtında otururken, yazılanlardan haberdar gibi duruyordu. Basamakların altına sıralanmış yaşlı kardinaller ve zemine döşenmiş koyu kahve tonlarındaki Papa'nın tahtına ulaşan ince yürüyüş yolunun sağında kalan birkaç Vatikan rahibi, piskopos ve soylulardan oluşan küçük topluluk, mühürlü ifadeye dikkat kesilmişti. Söz konusu durum sebebiyle Kardinal Rossini ve Kardinal Vincenzo bir adım öndeydi.
Soğuk ve kontrollü bir duruşla papanın tahtına ulaşan yolun solunda dikilmekte olan Andreani, içeri girdiğinden bu yana olduğu gibi bacaklarını geniş bir şekilde açmış uzun boyu ve geniş omuzlarıyla başı dimdik karşıya bakıyordu. Günlerce bir hücrede idam istemiyle hapsedilmiş olsun olmasın, ailesini koruduğu için eğilip bükülmek onun için söz konusu dahi olamazdı.
Taş duvarlarında, muhteşem güzellikteki süslemeler, ipek, goblenler ve Hrıstiyan manzaralarından oluşan freskler olan dairede gür bir sesle okunan Giovanni Vincenzo'ya karşı işlediği suçun neshi müdafaa olduğunu kanıtlayan Letizia Vincenzo'nun ifadesi, Papa Hazretlerine saygılarını ve bağlılığını sunarak sona ermişti. Yüksek kemerlerin çevrelediği hatırı sayılır kalabalığa derin sessizlik çökerken, parşömende yazılanları kadının ağzından bizzat dinlemiş olan Papa Julius, beyaz eldiven üzerine taktığı Petrus'un yakut yüzüğü bulunan elini hafifçe savurduğunda yeterli olduğunu işaret etmişti.
Bunun ardından kilise hukukçusu selam vererek yerine geçerken, bir adım öne çıkan Kardinal Vincenzo, yönünü Papa Julius'a dönüp konuşabilmek için izin istemişti. Aldığı sessiz onaylama üzerine boynundaki altın kolyenin ucunda kutsal bir haçın sallandığı ipekli kırmızılar ve başına taktığı kırmızı takkesiyle biraz önce kilise hukukçusunun durduğu noktaya, Papa Julius'un karşısına geçmişti. Andreani, bakışlarını yavaşça hafif bir göbeği ve uzun beyaz sakalları olan kısa boylu adama çevirmişti.
"Tüm saygımla Papa Cenapları, Giovanni'nin öfkeli bir yapısı olabilir lakin Tanrı'nın prensipleriyle yaşayan iyi bir adamdır. Bu ifadenin gerçekliğinden şüphe duyuyorum."
Kardinal Vincenzo sözlerine başlamadan önce Papa Julius'a abartılı bir reverans yapmıştı. Yüksek perdeden abartılı konuşmasına rağmen saklamakta pek de yetenekli olmadığı telaşlı halleri, Letizia Vincenzo'nun itirafının işlerini sıkıntıya soktuğunun işaretiydi. Kardinal Vincenzo'nun ardından Papa Cenapları'ndan izin isteyerek sözü alan kişi kendi dayısı ve sözcüsü olan Kardinal Rossini olmuştu. Çenesi kasılmış bir halde bu tiyatronun bir an önce sonlanmasını bekleyen Andreani, iki kardinalin karşılıklı savunmalarını izlemeye koyulmuştu.
"Acılı bir kadının kocasının ölümü üzerinden yanlış ifade vereceğini düşünmenizi anlamakta güçlü çekiyoruz Kardinal Vincenzo. Evet, Büyük Kilise'miz kendisine sadık iyi bir dostunu kaybetti lakin Ludovico ailesinin de kalpten dindarlığını hatırlatmak isterim. Onlarda nesillerdir Tanrı'nın prensipleri ile yaşarlar, zehirle doğmamış bir çocuğu ana karnında öldürmek gibi korkağın işlerine başvurdukları asla görülmemiştir."
"İnsanın kazanma hırsı için Tanrı'nın adaletini yanlış yorumlama eğilimi hep vardır. Öfke kararlarını etkileyebilir fakat Giovanni'nin zehirle işi olmazdı. Büyük Andreani Ludovico'nun bu itirafta parmağı olmalı."
Kardinal Vincenzo, havada savurduğu eliyle Andreani'nin durduğu yeri göstererek sözlerini bitirmişti. Bu sırada dişlerini sıkan Andreani, Papa Julius'un kardinalinin üzerine atlamasının kaderini olumlu bir yöne götürmeyeceğini düşünmek için kendini zorluyordu. Aslında o anlarda suçlu veya masum oluşundan çok karısı ve çocuğunun işe karıştırılarak dile düşmesinin huzursuzluğunu yaşıyordu. Papa Julius, geniş omuzları bembeyaz bir elbiseyle sarınmış halde gösterişli tahtında arkasına yaslanmışken sözü dayısı Kardinal Rossini almıştı.
"Cesur suçlamalar güçlü kanıtlar gerektirir. Giovanni Vincenzo, Andreani Ludovico ve anasının karnındaki çocuğa zehir vererek Ludovico ailesinin soyunu kurutmaya çalıştı. Nikahlı karısı Letizia Vincenzo'nun ifadesi her şeyi açıkça ortaya koyuyor. Üstelik, öldürmek gibi büyük bir suçu göze alan adam, kazdığı kuyuya düşeceğini de bilir. Kaybınız için en içten başsağlığını diliyor olsam da yeğenim Andreani Ludovico masumdur."
Andreani, sert bakışlarını salonun ortasındaki Kardinal Vincenzo üzerinden ayırdığında oldukça yavaş bir şekilde küçük topluluğa çevirmişti. Uzun boyu sayesinde kolay ayırt edilen Sandrino ile gözleri buluştuğunda, kuzeni onu sessiz bir baş hareketiyle selamlamıştı. Andreani, bu selamın anlamının ben demiştim olduğunu biliyordu. Papa'nın huzuruna getirilmek için hücresinden çıkarıldığında ilk karşılaştığı kişi Sandrino olmuştu. Ona eşlik eden iki muhafızın arasına giren adam kulağına papa ile konuştuktan sonra seni eve götürüyoruz diye mırıldanmış, Andreani şaşkınlıkla ancak nasıl diye sorabilmişti. Bunun üzerine sırıtan Sandrino sadece Clarissa demişti. Detayları ancak sonra öğreneceğini bildiğinden yalnızca başını sallamış, arkasındaki muhafızlara aldırmadan Papa Julius'un taht odasına kendinden emin adımları ile ilerlemişti. Papalık sarayına getirilişi elleri bağlı bir şekilde olmuşsa da o günden sonra hiçbir zaman bağlanmamıştı. Saray eşrafının önünde daha fazla güçsüz görünmeye tahammül edemeyecek kadar sınırlarına ulaşmıştı.
Bakışlarını kuzeninin üzerinden çektiğinde, ön sırada dikkatle konuşmaları dinleyen baba oğula odaklanmıştı. Andreani, ziyafete ev sahipliği yapan Montrella ailesine karşı duyduğu nefreti gizlemiyordu. Giovanni'nin yakın arkadaşı olan Alonso Montrella'yu şaraplarının içine karıştırılan zehirden ve ziyafet salonuna yerleştirilen suikastçılardan haberdar olduğunu bilecek kadar tanıyordu. Papa'nın huzurunda üzüntülerini sunmaları ve yaşanılan talihsizlikten haberdar olmadıklarına dair yemin etmeleri onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. Andreani, ziyafetten beri Alonso Montrella'yı gözüne kestirmişti.
O anlarda iki kardinal suçlamalarına devam ederken, tamimiyle şahsi sebeplerden idam edilmesi için direten Kardinal Vincenzo'nun sesi taht odasını doldurmuştu.
"Andreani Ludovico, Giovanni Vincenzo'nun katilidir."
Bu suçlama üzerine keskin bir kılıç gibi parlayan soğuk gözlerini ağır bir şekilde kardinalin üzerine çeviren Andreani'nin kaskatı yüzünde, suçlamasıyla ilgilenmediğini ve sıkıldığını gösteren bir ifade vardı.
Tüm bunlar onun gözüne, son derece lüzumsuz bir tiyatro gibi gözüküyordu. Sıkıcı bir rol üstlenerek, zorunlulukta katılmış gibiydi. Andreani, kardinaller heyetinin toplandığı bu dava yerine Papa Julius ile özel olarak konuşmanın daha hızlı sonuç vereceğine inanıyordu. Nasıl böyle bir ifade vermeye ikna olduğunu kestiremiyor olsa da Letizia Vincenzo'nun ifadesinin suçsuz bulunması için yeterli geleceğini biliyordu. Fakat görünüşe göre Papa Julius, bunu bir davaya dönüştürmek istemişti.
İki kardinalinin birbirine karşı nezaketinin kaybetmesinden rahatsız olan Papa Julius, ellerini koltuğunun kolçağına yerleştirdiği sırada gür sesiyle kontrolü ele almıştı.
"Yeter, günlerdir konuştuklarınızdan farklı bir şey söylemiyorsunuz. Öfkeniz kalplerinizin saflığını etkiliyor. Kimin karşınızda olduğunuzu unutmayın."
Julius'un daha fazla konuşma istemediği kasılan yüzünden ve uyarı taşıyan ses tonundan anlaşılıyordu. Her iki kardinalinin de başlarını eğip, eski yerlerine geçmesini hakimiyet esen bir duruş ve bakışlarla izlemiş, ardından tüm odayı dolduran sesiyle sözlerine devam etmişti.
"Kilisemizin dostu, Giovanni Vincenzo için her zaman dua ediyoruz. Vincenzo ailesi yıllardır yakın dostlarımız olmuştur. Tüm bu yaşananlar çok üzücü, tüm tanıdıkları için. Hepimizin acılı bir kadın olan Letizia Vincenzo'nun acısını biz Papa Hazretleri gibi anlamasını istiyorum."
Yumuşak minderler arasında oturmakta olan papanın sesindeki samimiyet ve üzüntü hissedilebiliyordu. Kısa bir süre daha Vincenzo ailesinin Kilise'ye bağlılığından bahsetmişti. Tekrar ve son kez Montrella ailesine, evlerinden yaşanılan talihsiz olay hakkında sorular sormuştu. Aynı cevap yenilendiğinde, üzerinde durmasa dahi kiliseye bir tazminat ödemeleri uygun bulunmuştu. Bunların ardından savunma yapmaya devam etmek isteyen Kardinal Rossini, çekinerek de olsa söz alabilmişti.
"Papa Hazretlerinin izniyle bir tanığın daha dinlenmesini talep ediyorum. Bir süre önce limanda, Andreani Ludovico ve Giovanni Vincenzo'nun tartışmalarında bu kişinin ifadesi sonucunda Giovanni Vincenzo'nun ölüm içerikli sözleri kesinlik kazanacaktır. Eğer bu ifade, Letizia Vincenzo'nun ifadesiyle birlikte mahkeme tarafından kabul görürse, bu konunun nefsi müdafaa olduğunun anlaşılacağını düşünüyorum."
Bu sözlerin ardından Julius, çevrelerine kırışıklar oturmuş gözlerini Kardinalin bahsettiği iri yarı tanığa ve arkasında bekleyen birkaç adama daha çevirmişti. Yüz ifadesinden sıkıldığı, çok daha önemli işleri olmasından dolayı Letizia Vincenzo'nun kocasının suçunu itiraf etmesinin yanında değersiz kalan tanıklarla vakit kaybetmesine neden olduğunu gösteren bir ifade vardı. Dinlemek istemediği gösterircesine elini havada savurup, bakışlarını Andreani'nin üzerine çevirmişti. İlk kez suçlu konumundaki eski askerine hitap ederken, sözlerinde yumuşak bir soğukluk vardı.
"Andreani Ludovico, sözcünüz olan Kardinal Rosssini'nin sözleri üzerine söylemek istediğiniz başka bir şey varsa şimdi duymak isteriz."
Bakışları Papa Julius ile buluşan Andreani, pişmanlık üzerine bir şey söylemesini istediğini hatta emrettiğini anlamıştı lakin içinde pişmanlığın kırıntısını dahi taşımıyordu. Bu durumda büyük diplomatça bir dinginlik ve kelime oyunları ile kendisine yaraşır bir şeyler gevelemesi daha uygun olurdu. Fakat Giovanni Vincenzo'nun rüşvet, yolsuzluk ve hırslarla dolu günahkâr hayatını sonlandırmanın ancak bir lütuf olduğunu düşünürken, ikisinden birini seçmeyecekti. Sonucunun ne olacağını düşünmeden zehir gibi sözlerle konuşmuştu.
"Tüm saygılarımla Papa Hazretleri, Ludovico ailesinin nesiller boyunca hep düşmanları olmuştur. Fakat bugüne kadar, hiçbir zaman zehirle öldürmek gibi alçakça bir işle karşılaşmamışlardır. Eğer kadehlerimize zehir koyacağının haberini alsaydım, Giovanni Vincenzo'yu daha önce öldürürdüm."
Bu son derece sert ve küstah tavır üzerine Papa Julius'un beyaz kaşları hafifçe yukarı kalkarken göz temasını kesmemişti. Sözleri Kardinal Vincenzo'nun üzerine çekiç gibi inmişti. Taht odasındaki küçük kalabalıktan kısık mırıltılar yükselse dahi İtalya Yarımadası'nın en parlak ve ihtişamlı isimlerinden birine sahip askerden bunları duymak pek de şaşırtıcı değildi. Kısa bir sessizliğin ardından tahtında duruşunu daha da dik hale getiren Papa Julius, verdiği karar ile sesini yükselterek konuşmaya başladığında o gün yaşanılanlara tahammül sınırının sonuna geldiği anlaşılıyordu.
"Yeterince dinledik. Yüce İsa'nın Vekili, on iki havarinin prensinin halefi, Evrensel Kilise'nin en yüksek mertebedeki ruhani lideri olarak ölümünün ardından kutsanmasını gerçekleştirdiğim Giovanni Vincenzo'nun ölümü hakkındaki bütün suçlamaların nefsi müdafaa olduğu kararına varıyoruz. Bu davayı burada kapatıyoruz."
Basamakların sol tarafına kurulmuş küçük masada oturan kâtip, tüy kalemi ile hızlı hızlı davanın tüm detaylarını kayda geçirmekteydi. Papa Julius, oturduğu yüksek tahtından sert bakışlarını önce kardinallerinin üzerine çevirip gelebilecek itirazı herhangi söze gerek duymadan bastırmış, sonrasında tekrar Andreani'nin üzerinde sonlandırmıştı.
Kendisinden istenileni anlamış olan Andreani, hürmetle başını eğmiş basamaklara doğru ilerlemeye başlamıştı. Alışkın olduğu protokol gereği dizlerine kadar çıkan uzun deri çizmeleriyle tahtın basamaklarına diz çökmüş Papa'nın uzattığı elindeki yakut yüzüğü öpmeden önce duraksayarak bakışlarını yüzüne doğru kaldırmıştı. Kilise'nin nesillerdir Ludovico ailesine duyduğu güvenin yanında diplomat ve asker olarak görev yaptığı zamanlarda edindiği fikrini özgürce söylemesine izin verilme hakkına sığınmıştı.
"Tüm saygılarımla Papa Cenapları, merhametinizle beni kutsadınız. Size verdiğim külfetten dolayı affınızı diliyorum."
Sözlerini hafifçe çattığı kaşları ile bitirmesini bekleyen papa, ani bir hamleyle başını ona doğru yaklaştırmıştı. Bu şekilde söyleyecekleri küçük kalabalık ve kardinalleri tarafından duyulmayacaktı.
"Bizden affımızı diliyormuş. Seni kırbaçlatıp, çarmıha gerebilirdim, o küstah kelleni aldırıp Vatikan tepesine ibret için astırabilirdim. Sense yalandan bir pişmanlık gösterisini bile bize çok görüyorsun. Seni küstah kartal yavrusu. Bir yıla karar vermiştik lakin, küstahlığının sebebiyle iki yıl oldu."
Kısık sesi içindeki hiddetle konuşan Julius, sözlerinin sonuna geldiğinde başını geriye çekmiş, beyaz eldivenli elini yüzüne doğru biraz daha uzatmıştı. Herhangi bir cevap vermeyen yalnızca samimi bir ifadeyle başını eğen Andreani, dudaklarını yakut yüzüğe götürerek öpmüştü. Bu sırada sesini yükselten papa, konuşmaya başlamıştı.
"Yine de Kilise'miz kendisine sadık iyi bir dostunu ve askerini kaybetmesinin senin ellerinden olması sebebiyle, Spoleto'daki tüm topraklarından iki yılda elde ettiğin gelirin tamamına el koyuyoruz."
Kilisenin hazinesini her zaman dolu tutmaya önem veren papanın isteği Andreani'nin için çoktan gözden çıkarılmış bir miktardı. Kaldı ki Vatikan'dan çıkıp hamile karısının yanına gidebilmek için II. Ludovico Asilzadesinin hazinelerine kattığı Spolete topraklarını kalıcı olarak Kilise'ye vermeye dahi itiraz etmezdi.
Andreani, ayağa kalktığında basamaklardan inip, ellerini önünde birleştirmişti. Julius, ayaklarını yasladığı alçak tabureyi gürültüyle kenara ittirip koltuğunun kolçaklarından destek alarak ayağa kalktığında, sağ elinin işaret parmağıyla havada haç işareti çizerek tüm kalabalığı tek seferde kutsamış ardından arkasındaki eşlikçileri ile salonu terk etmişti.
Papa'nın çıkmasını sabırla bekleyen Andreani arkasına döndüğünde, büyük bir hakarete uğramışçasına sinirli duran Kardinal Vincenzo'nun yüzü ile karışlamıştı. O an düşündüğü tek şey Papalık Sarayı'ndan bir an önce çıkmaktı. Umursamaz bir ifadeyle yaşlı adamı geçmiş dairenin ortasında onu bekleyen Sandrino'ya doğru ilerliyordu ki Flavio Monterella topal adımlarıyla önüne geçmişti. Yaşlı adamın tereddütlü bakışlarında, ev sahibi olduğu ziyafette Andreani ve karısının zehirlenmiş olmasının üzüntüsünü vardı. Sözlerine ailelerinin dostlukları abartılı bir dille anlatmayla başlayan adam son olarak üzüntüsünü tekrar dile getirmişti.
"Üzüntüm, sanıyorum ki hepimiz için gayet açık Ludovico. Umarım bu yaşanan talihsiz olay ailelerimiz arasındaki yakın ilişkiye zarar vermeyecektir."
Andreani, karşısındaki yaşlı adamı uzun yıllardır tanıyordu. Suikasttan haberi olmadığına inansa dahi yanında isteksizce duran Alonso Monterella dudaklarının kenarında hafif bir kıvrılmayla yüzüne bakarken herhangi bir üzüntü veya utanç taşımıyordu. Andreani, soğuk bakışlarını babasından oğluna çevirdiğinde hafif bir küçümsemeyle kelimelerinin üzerine basa basa konuşmuştu.
"Tam olarak ne konuda üzüntü duyuyordunuz?"
"Değerli dostumuz Giovannii Vincenzo'yu sizin barbarlığınıza kurban vermemizin üzüntüsünü duyuyoruz. Askerliği bırakmışsınız lakin görüyoruz ki kan ve cesetlere duyduğunuz açlık yerinde duruyor."
Andreani anladığını belirtircesine başını yavaşça sallarken, dudaklarını birbirine bastırmıştı. Karşısındaki adamın boğazını sıkmak için duyduğu şiddetli arzuya engel olmak için yumruklarını sıkıyordu. Bakışları birbirlerinin üzerindeyken aradaki gerginlik elle tutulacak bir boyuta varmıştı. Flavio Monterella'dan oğlunun sözlerini onaylamadığını gösteren bir homurtu yükselirken, ölçülü tutmaya çalıştığı sesindeki telaşla araya girmişti.
"İstemediğimiz halde bu, çok ateşli bir konuşma oldu. Hepimiz yeterince üzüntü yaşadık öyleyse neden gelecekteki dostluğumuz için bu talihsizlikleri unutmayalım ki?"
Aşağılama dışında hiçbir ifade bulunmayan sert bakışları ile Alonso Monterella'nın yüzüne bakmaya devam eden Andreani yaşlı adamın sözlerine bir karşılık vermemişti. Yaralı haldeki kolu ve omzunun acısını önemsemeden yanından geçtiği adama omuz atmış, son ana kadar tekiniz bir havaya sahip mavi gözlerini üzerinden çekmemişti.
Sandrino olduğu yerden çatık kaşlarıyla gergin konuşmalarını izliyordu. Karşısına geçtiğinde, omzuna elini yerleştiren kuzeni, dudaklarını sessiz bir tebessümle kıvırmıştı. Birlikte taht odasından çıkıp gösterişli koridorlardan geçerken Andreani, insanların başlarını çevirip kendisine baktığını fark etse dahi bir kayadan oyulmuşçasına katı ve tekinsiz ifadesindeki ilgisizliğini korumuştu.
Sarayın geniş taş basamakları inmeye başladıkları sırada, kimsenin sözlerini işitmeyeceğinden emin olduğunda, başını Sandrino'ya çevirmişti.
"Tüm bu süreçte, askerlikten emekli olduğumdan beri pas tuttuğumu fark ettim."
Basamakları inmeye devam eden Sandrino, tehlikeli bir şeyler olacağının habercisi olan bu tavır üzerine kısa bir an duraksamıştı. Yüzünde sözlerine inanmadığını belli eden bir sırıtış belirirken, asıl amacını anlamıştı.
"Benimle taş*k geçiyorsun. O zihninden ne şeytani planlar geçiyor tam olarak bilmesem de arkanda bıraktığın cesetleri gördüm ve kesinlikle paslanmış bir adamın işine benzemiyordu."
Omzunun üzerinden hinlikle parıldayan mavi gözlerini Sandrino'ya çeviren Andreani'nin kumral kaşlarından biri havaya kalkmıştı. Aklından geçenleri şeytani olarak adlandırmasına alınmış gibi durmuyordu bilakis hoşuna gitmişti. Aynı basamağa gelmelerini beklemiş, ardından kısık sesindeki alayla devam etmişti.
"Yine de öyle olup olmadığı konusunda kesin bir karara varmak istiyorum, ziyafette olayın sıcaklığı ile tam olarak anlayamadım. Yakın bir zamanda senin gözlem yeteneğine ihtiyaç duyabilirim."
"Gözlem yeteneğim.. şuna pis işlerimde yanımda duracaksın desene. Cevap olarak siktir git demeyi ne çok isterdim lakin diyemiyorum. En azından, yumuşak yatağımda hanım arkadaşımla zevkli vakit geçirecek kadar zaman bıraktığından emin ol. "
Andreani Sandrino'nun söylenmelerine, en olmadık zamanlarda yaptığı sinir bozucu şakalarına öylesine alışkındı ki sözlerini bir göz devirmesi ile geçiştirmişti. Adam ne söylerse söylensin her zaman sonsuz desteğiyle yanında olurdu. Tüm bunların yanında, tutuklanmasından beri serbest kalabilmesi için gece gündüz çabaladığını dayısı Kardinal Rossini'den dinlemişti. Taş basamaklardan indiklerinde, sağlam olan sağ kolunu uzatarak adamın göğsüne vurmuştu.
"Hayatım sıkıcı bir hal aldı diyordun, renk kattım işte minnettar olmalısın. Son bir işim daha var. Alonso Monterella'nın her şeyden haberi vardı ve bunun bedelini ödeyecek."
"Kesinlikle katılıyorum sana. Nasıl yapacağına da karar verdin mi?"
"Tiber Nehri, şişlenmiş cesetleri sever derler. Karanlık Tiber'in köhne kıyıları şişe mantarı gibi yüzeye çıkan cesetlerle doluymuş."
Duygusuz ses tonuyla konuşmuş Andreani'nin kaskatı bedeninin her noktasından tehlikeli bir karanlık buram buram yayılıyordu. Deri çizmelerinin üzerinde mermer merdivenlerinin sonuna geldiğinde yanındaki Sandrino'ya bakmıştı. Sırıtmaya başlamış sarışın adamın duyduğu fikirle gözlerinin içine neşeli parıltılar yerleşmişti. Yerinde duraksayarak koluna uzanmış, başını yaklaştırmıştı.
"Tiber'e bizde ceset atacağız, sevdim bunu."
Kalın parmaklar kolunu kavradığı ilk an yüzünü acıyla buruşturmamak için direnen Andreani, keyiflenen Sandrino'nun onu kendine çekmeye çalışmasıyla dudakları arasından bir küfür savurmuştu. Yaptığı hatanın farkına varan adam, elini hızla kolundan çekerken bir özür mırıldanmıştı.
Andreani, görmezden gelmeye çalışsa da kolunun en ufak hareketinde yarası dişlerini birbirine bastırmasına neden olacak bir şiddetle acıyordu. Giovanni Vincenzo'nun açtığı pazısındaki derin ve boylu boyunca olan kesik beş gün boyunca kabuk bağlamamak için adeta inat etmişti. Vücudunda pek çok yara izi taşımasına ve acıya alışkın olmasına rağmen dikişlerinden ısrarla kan sızdıran hekimin üzerine sardığı sargı bezlerini her defasında kana bulayan derin yaranın sebep olduğu acıyla kasılmalarına engel olamıyordu. Hekim kolunun hareket etmemesi için bir askı vermişse de Andreani kabul etmemişti. Saldırının ilk günü omzu ve kolu bandajlı bir şekilde hücresinde uyumuş olması yeterince utanç vericiyken daha fazla güçsüz görünmemekte kararlıydı. O sırada bakışlarını kasılan yüzünde gezdiren Sandrino, kısık sesiyle konuşmuştu.
"Fakat yine de bu halinle kendini zorlamana gerek yok, benim ilgilenmeme izin ver. Tiber Nehri'ne birlikte atarız."
"Senin mi karını zehirlemeye çalıştı? Ya da düzenlediği ziyafete suikastçı sokup öldürmeye mi çalıştı?"
Sözlerinin ardından yürümeye devam eden Andreani, sarayın ahırların olduğu bahçeye açılan koridora doğru saptığında arkasından gelen Sandrino, ısrar etmişti.
"Beraber yapalım."
Mavi gözlerinin içindeki kararlı ifadeyle yüzünü yanında ilerleyen Sandrino'ya çevirdiğinde, başını yavaşça iki yana sallamıştı. Bu konudaki kararından onu hiçbir şey vazgeçiremezdi. Yalnızca tek kolla, iri yarı bir adam olan Alonso Monterella'yı nehrin taş korkuluklarına kaldırmakta güçlük çekeceğini düşünmüş, bu konuda kuzeninin yardımını istemeye karar vermişti.
"Mertlik bunun neresinde kalır? Ya da işin keyfi çıkar mı? Ben yapacağım, yalnızca Tiber Nehri'ne atarken yanımda olmanı istiyorum. "
Sandrino, ifadesini izlerken pes ettiğini gösterircesine ellerini alayla havaya kaldırmıştı. Andreani'yi ne zaman ikna edip ne zaman edemeyeceğini iyi bilirdi. O an karşısındaki, kayayı andıran sert surat ve mavi gözlerinin içinde hala sönmemiş ateş ikna edilemeyecek boyutta bir öfke taşıdığını açıkça ortaya koyuyordu.
"Tamam, dediğin gibi olsun."
Her ikisi de bakışlarını birbirinin üzerinden çektiklerinde adımlarını hızlandırmışlardı. Papalık sarayının büyük ahırlarına ulaştıklarında, seyislerin onlar için atları eyerlemelerini beklerlerken taş duvarlara yaslanmış etrafı seyrediyorlardı. Sandrino, öne çıkardığı çenesiyle tıpkı onlar gibi saraydan ayrılmayı bekleyen Flavio ve Alonso Monterella'yı göstermişti.
"Flavio Monterella'ya acıyorum. Zavallı yaşlı adam oğlunun pisliklerini kapatmak için günlerdir çırpınıp duruyor, benimle bile gelip konuştu. Üstü kapalı bir şekilde, yaşanılanları unutman için seni ikna etmemi istedi. Ne yazık ki, seni ikna etmeyi denemeyi düşünmedim bile."
O sırada, uşaklardan birinin hücresinden getirdiği deri eldivenleri kolundaki yarasından yayılan acıya rağmen giymekte olan Andreani'nin sert ve karanlık suratında kibirli bir sırıtış belirmişti. İşini bitirdiğinde hafifçe yan eğdiği başını, Sandrino'nun gösterdiği yöne çevirip kısa bir süre ikiliye göz atmıştı. Seyisler eyerlenmiş atlarla onlara yaklaşırken, yaslandığı duvardan doğrulmuştu. Ludovico ahırlarındaki gece karası onun için özenle eğitilmiş atlarını sürememenin hoşnutsuzluğu ile doru ata ilerlerken soğuk parıltılar esen mavi gözlerini yanındaki Sandrino'ya çevirmişti.
"Çünkü beni iyi tanıyorsun Sandrino. Ben Ludovico'yum, ben asla unutmam."
**
Devasa bir kubbeyi andıran karanlık gökyüzünde sedef renginde parlayan dolunayın aydınlattığı yolda, dizginleri tek eliyle kavrayarak atını sürmek zorunda kalan Andreani, malikânesinin geniş topraklarını çevreleyen taş duvarlardan geçtiğinde gözlerini pencereler üzerinde gezdirmişti. Ağır pirinç kapılarının üzerinde, altı ayrı temadan oluşan her birinde farklı bir tarihi kahramanlık hikayesinin yer aldığı ortasında kanatlarını açmış siyah bir kartalın olduğu hanedanlıklarının ünlü arması bulunan malikanenin, bazı panjurları kapalıydı lakin aralıklardan altın rengi mum ışıkları dışarı sızıyordu.
Yolculukları boyunca yokluğunda yaşanılanların en önemli kısımlarını Sandrino'dan dinlemiş olan Andreani, içeri girdiğinde büyük bir kalabalıkla karşılaşacağını biliyordu. Fakat karanlık Viberto kırsalında atını dörtnala sürerken, görmek için sabırsızlandığı tek kişi Clarissa'ydı. Hamileliği hakkında içinde sayısız korku ve endişe taşıyan karısının, bu zorlu süreçte yıprandığını Sandrino'nun anlattıklarına gerek duymadan dahi hissedebilmişti. Taş basamaklarının iki tarafında ve bahçenin belirli noktalarında titreşen meşale ışıklarının olduğu bahçeye ayak bastığında koşarak yanlarına gelen muhafızlardan birine atın eyerini fırlatmıştı. Çevik adımları ile basamakları çıkmaya başlamıştı. Onu görmenin sevinciyle yüksek kapıyı açan Tobia'nın gözlerinin dolduğunu görmeyecek kadar acelesi vardı.
İçeri girdiğinde, henüz kalabalıkta bakışlarını gezdirmeye fırsat bulamadan kız kardeşi Byanca adını haykırarak hızla yanına koşmuştu. Kollarını sıkıca boynuna dolamış, parmak uçlarında yükselip yüzünü boynuna gömmüşken ağlamamak için içini çekiyordu.
"Ağabey! Çok korktum Tanrım, çok korktum."
Sağlam olan kolunu kız kardeşinin beline dolayan Andreani, onu kendine çektiğinde sarı saçlarının arasına sevgi dolu bir öpücük bırakmıştı. Kulağına iyi olduğunu fısıldayıp, bir süre daha kendisine sarılmasına izin vermiş sonrasında kibarca elini kardeşinin koluna yerleştirip kendinden uzaklaştırmıştı. Mavi gözlerinin derinliklerine, önlerindeki kabalığa göz attığı sırada Clarissa'yı görememiş olmanın huzursuzluğu çökmüştü. Rosia Hala'nın yanına ulaşıp elini omzuna yerleştirdiği fark etmişse de bakışlarını yüzüne çevirmemişti. Hala eli Byanca'nın kolunda dururken, sabırsızlıkla sormuştu.
"Clarissa nerede?"
Sorusu ile birlikte Byanca'nın mavi gözleri donuk bir hal alırken biraz önce onu görmesiyle aydınlanan yüzüne yavaşça hüzün yerleşmeye başlamıştı. Gözlerini ondan kaçıran kadın, Rosia Hala'ya bakmıştı. Yaşanılanları anlatacak kelimeleri bulmakta zorlandığını görebiliyordu. İki kadın arasındaki gergin bakışmayı izleyen Andreani'nin sabırsızlığı yerini koca bir korku almaya başlamıştı.
"Karım nerede dedim! Biriniz cevap versin!"
Byanca ağabeyinin sert sesiyle irkilirken Rosia Panzio'nun dik duruşunda en ufak bir değişiklik olmamıştı. Serinkanlı olarak konuyu en doğru şekilde anlatmak için Andreani'nin koluna dokunmuş kadın, yüzünü kendisine dönmesini sağlamıştı.
"Clarissa, Vincenzo Villası'ndan ayrıldığında at arabasında fenalaşmış. Ağabeyi Rinaldo, baygın bir şekilde buraya getirdi. Hem-"
Yüzü korkuyla gerilmiş, alabileceği kötü haberler zihninde çoktan yer edinmeye başlamışken kadının sakin sesi Andreani'nin sinirlerini bozmuştu. Bakışlarını Byanca ve Rosia Hala'nın üzerinde gezdirirken sert sesiyle sözlerini kesmişti.
"İyi mi değil mi?! Sakın bana, karıma bir şey olduğunu söylemeyin sakın! Bebek mi? Gitti mi?!"
Rosia Panzio, onun telaşlı sorularından hoşlanmadığını belirtircesine kaşlarını çatmıştı. Sağlam olan koluna yerleştirdiği parmaklarıyla pazısını hafifçe sıkarken, sakinleşmesini istediğini gösteriyordu. Başını hafifçe iki yana salladığı sırada, bizzat getirttiği ebe ve hekimin söylediklerini anlatmaya başlamıştı.
"Düşündüğün gibi değil. Clarissa iyi, yatak odanızda uyuyor. Hemen ebe ve hekim çağırdık, ebe şimdi başında bekliyor. Andreani, karın at arabasında kasıklarındaki ağrıyla ağlamaya başlamış sonrasında da bayılmış. Ebe de hekim de kontrol etti. Ateşi yok, hafif bir kanaması olmuş o kadar. Ebe hamileliğin ilk aylarında üzüntüden leke gelmesi normal sayıldığını söyledi lakin yine de düşük yapmasından endişeleniyorlar. Bir süre önce uyandı, hekimin sorularını yanıtladı lakin sonrasında tekrar uykuya daldı. Rahatsızlığının hafiflediğini umuyoruz ama henüz çok erken. Sabaha kadar durumunun nasıl gittiğini görmek için ebe başında bekleyecek. Hekim içinde malikanede bir oda ayarladık. Beklemekten başka elimizden bir şey gelmiyor."
Karşısındaki halası sakin sakin sözlerini sürdürürken Andreani'nin omurgasından aşağıya bir soğukluk hissi yayılmıştı. Mavi gözlerinin içine acı dolu bir pişmanlık çökmüştü. Benim yüzümden diye düşünmüştü, yanında değildim, söz verdim ama yanında değildim. Andreani, o an hali hazırda hamilelik hakkında travmaları olan karısının düşük yaptığı taktirde ruhunun ne kadar büyük bir yara alabileceği ile daha çok ilgileniyordu. İçine düştüğü donukluktan sıyrılırken, yavaşça Rosia Hala'nın elini üzerinden çekmiş aralarından sıyrılarak üst kata çıkmak için hareketlenmişti.
"Clarissa'ya bakacağım."
Andreani, donuk sesiyle konuştuğunda Rosia Hala'nın omzuna hafifçe dokunarak yanından geçmişti. Büyük hole yayılmış, endişeli bakışlarla onu izleyenleri fark etmişse de ilgilenmemişti; bir an önce Clarissa'yı görmek istiyordu. Holün karşısında, zarifçe kıvrılarak üst kata ulaşan taş merdivenlere doğru bir adım atmıştı ki Byanca, ani bir hamleyle elini tutmuştu. Büyük elini kendine çeken kız kardeşi kibar sesiyle adını mırıldanmıştı.
"Andreani?"
"Daha ne var?"
Yanında olmasına ihtiyaç duyan karısına ulaşmasının engellenmesini huysuz bir nefesle karşılayan Andreani, arkasına döndüğünde sert sesiyle çıkışmıştı. Kardeşinin ağzından çıkacak her ne olursa olsun artık daha fazla canını sıkamayacağını düşünüyordu. Her neyse bir an önce söylemesini ardından da Clarissa ile rahat bırakılmasını istiyordu. Kız kardeşinin hüzünle gölgelenmiş yüzüne bakarken söze başlaması için uyaran bir ifadeyle canlı mavi gözlerinin üzerindeki kaşlarını havaya kaldırmıştı.
"Biz Clarissa'ya söyleyemedik, senin söylemen daha iyi olacaktır. Hekim ve ebe fikir birliği ettiler. Düşüğün gerçekleşmemesi durumunda bebeğin sağlığı için Clarissa'nın hemen lohusa dönemine girmesi gerektiğine karar verdiler. Bebek en az sekiz aylık olana kadar. Bu kasılmaların, hamileliğin zorlu geçeceğine hatta erken doğum olacağına işaret olduğunu söylüyorlar."
Bu beklenmedik açıklama Andreani'nin yüzünü şaşkınlıkla buruşturup, olduğu yerde başını geriye çekmesine neden olmuştu. Bir süre duyduklarına anlam veremeye çalışmıştı. Yavaş bir biçimde elini Byanca'nın parmakları arasından çekerken, ciddi olup olmadıklarını anlamak için başını Rosia Hala'ya çevirmişti. Kadın, Byanca'nın sözlerini onaylarcasına dudaklarını birbirine bastırıp başını sallamış onun buna onay vermeyeceğini gördüğünde eliyle üst kata ulaşan merdivenleri göstererek sert ama sağduyulu bir ses tonuyla konuşmuştu.
"Yukarı çık, beş günde hem ruhen hem de bedenen ne kadar solduğunu kendi gözlerinle gör. Sonra da sabaha kadar başında daha kötüsünü yaşamamız için dua edersin. Tanrı izin verir de sabahı görürsek, hekim ve ebeyle konuşursun eminim bizden daha ikna edici olacaklardır."
Andreani, gözlerini kısa bir an için kapatırken içine çaresiz bir nefes çekmiş, gürültüyle dışarı bırakmıştı. Hamilelik konusunda çok bir birikime sahip olmasa dahi bildiği kadarı bile sinirlenmesi için yeterli gelmişti. Söz ettikleri lohusa dönemi, annenin hamileliğinin neredeyse tamamını yatağında ve odasında dinlenerek dış dünyadan soyutlanmış şekilde geçirdiği son derece zorlu bir süreçti. Andreani, sırf çocuğunu doğurması için Clarissa'yı bu duruma sokmalarına müsaade etme fikrinden adeta tiksinmişti. Katı sessizliğini bozduğunda, mavi gözlerini Byanca ve Rosia Hala'nın aralarında gezdirirken çıkışmıştı. Sözlerinin sonuna geldiğinde herhangi bir cevap vermelerini beklemeden arkasına dönmüş, taş merdivenlere yönelmişti.
"Kafayı sıyırmışlar. Bulduğunuz hekim de ebe de kafaya sıyırmış bir ahmak. Sırf çocuğumu doğurması için Clarissa'yı yatağa hapsetmelerine izin verecek değilim. Ebenin de hekiminde yenisini bulurum."
**
Meşe ağacından yüzeyinde zarif oymalar bulunan yatak odalarının çift kanatlı kapısının önüne gelen Andreani elini kapının tokmağına yerleştirirken, başını hafifçe öne eğip içeriye kulak kesilmişti. Kötüye yoracağı herhangi bir işaret duymadığında ses çıkarmamaya özen göstererek, süslü tokmağı çevirip içeri girmiş ve arkasından kapatmıştı. Çıplak ayakları ile taş zeminde yürürken her şey kısa bir süre önce bıraktığı gibiydi. Geniş yataklarının, uçlarında altın rengi püsküllerin sallandığı tül cibinlik sonuna kadar çekilmiş, Clarissa yana dönmüş bir şekilde uyuyamaya devam ediyordu. Yatağın yanı başına çektiği ahşap sandalyenin üzerinde, uyuklayan ebe yaklaştığında yana düşen başını kaldırmıştı. Telaşlanan bakışları önce uzun kumral bukleleri beyaz yastıkların üzerine dağılmış göğsü küçük nefeslerle kalkan Clarissa'ya çevrilmiş, sandığı gibi bir durum olmadığından emin olduğunda onun varlığını ancak fark edebilmişti.
Andreani, malikaneye geldiğinde onu karşılayan Byanca ve Rosia Hala ile yaptığı konuşmanın ardından Clarissa'nın yanına çıkmıştı. Günlerdir görmediği karısını yataklarında zayıf ve soğuk bir şekilde görmek göğsüne koca bir ağırlık çökmesine neden olmuştu. Bir süre yataklarının baş ucunda öylece dikilmiş, ebenin anlattıklarını düşünürken yüzündeki sıkıntılı ifade ile Clarissa'yı izlemişti. Hareket edebileceğini hissettiğinde tül cibinliği geçerek karısının yanına oturmuştu. Gecenin ıssızlığı ve karanlığı pencerelerden odaya süzülürken uzun bir müddet, odada kalmak konusunda ısrar eden ebe ile yarı baygın bir uyku içerisinde olan Clarissa'yı izlemişti.
Vakit gece yarısını geçmişken yanını bulan Byanca'nın ısrarlı kişiliğine karşı koyamamış, Clarissa'yı ebe ve Lucrezia'ya emanet ederek yatak odalarından çıkmıştı. Aynı katta olan bir başka odada Tobia'nın hazır ettiği küvette hızlı bir şekilde yıkanarak, üzerindeki hücre kokusundan kurtulmuştu. Hekimin bir gün önce pansumanını yaptıktan sonra üzerini kapattığı sargı bezleri dikişlerinden sızan kana bulanmış haldeydi. Normal zamanda boylu boyunca inen dikişlerin oluşturduğu kanlı görüntüden çekinecek narin bir yapıya sahip olan kız kardeşi Byanca hiç kimseye bırakmadan pansumanını özenle yapmıştı.
Andreani'nin kalbi, Clarissa'nın yanında olmadığı tüm o anlarda endişe ve korkuyla karışık bir hisle çarpamaya devam etmişti. Yakasındaki ipleri bağlama zahmetine girmediği beyaz gömleğinin altına siyah pantolonunu giydiğinde, çizme giymeye bile gerek duymadan odadan çıkmıştı. Önce uyuyan hekimi uyandırarak, duyduklarını bir kez de ondan dinlemiş ardından Clarissa'nın yanına dönmüştü.
Gök mavisi gözlerini cibinliğin ardındaki karısından aldığında yavaş adımlarla yanına yaklaşan Rinaldo Virgilio'nun soylu bir aileden gelen karısı Lucrezia Virgilio ile karşı karşıya gelmişti. Kızıl bukleleri şöminenin ateşinde atlaslar gibi parlayan kadın, bir zamanlar Clarissa'nın nefret ettiği kişiler listesindeyken şimdi en yakınlarından biri konumundaydı. Bu aklına, ağabeyi ile gizli evlilik anlaşması imzaladığını öğrendiğinde Clarissa'nın onu listenin en başına yerleştirdiği zamanları getirmişti. Öfke ve nefretin en büyük payı onun üzerine düşmüşse de Clarissa, uzun bir süre evlilikleri için anlaştığı ağabeyi Rinaldo ve onu destekleyen Lucrezia'ya da tavır almıştı.
Karşısındaki kadın, kısık tutmaya çalıştığı sesiyle Clarissa'nın durumunda bir değişiklik olmadığını, bunu iyiye yorabileceklerini söylemişti. Yavaşça başını sallayan Andreani, gözlerini Lucrezia ve ebe arasında gezdirmiş ardından isteğini söylemişti.
"Clarissa ile yalnız kalmak istiyorum."
Lucrezia, anlayışlı ifadesiyle selam verip, eteklerini tuttuğunda yanından geçerek kapıya yönelmişti. Oturduğu taburesinden kalkmış, bir erkeğin başında beklemesinin uygun olmayacağını söyleyen ebenin bakışlarını fark eden Andreani, karşı konulamayacak bir otoriteyle ondan önce davranmıştı.
"Söyleyin, size bu katta bir oda verilsin. Bir sorun olduğunda çağırabileceğim mesafede olun."
Ellerini önünde birleştiren ebe başını eğmiş, Lucrezia'yı takip ederek kapıya doğru yürümeye başlamıştı. Yatak odalarının kapısı kısık bir tak sesiyle kapandığında, Andreani son beş günden bu yana ilk kez Clarissa ile birlikte yalnız kalabilmişti. Çaresizlikten doğan korku ve endişeli bir yalnızlıktı bu.
Yatak odaları daha önce gözüne hiç bu kadar kasvetli görünmemişti. Tamamen som gümüşten dövülerek yapılmış altı kollu şamdanın üzerinde yanan mumlar dahi kör bir ışık yayıyordu. Büyük bir sıkıntıyla ellerini koyu kahve saçlarının arasında gezdiren Andreani, yavaş adımları ile Clarissa'ya yaklaşmıştı. İnce tülü yana çekmiş, yataklarının kenarına oturduğunda bir süre herhangi bir şey yapmadan, karnının üzerine çekilmiş kalın mavi yatak örtüsü ve beyaz çarşaflar arasındaki karısını izlemişti. Çıkık elmacık kemiklerini gölgeleyen gür kirpikleri yanaklarına doğru kapanmış, her baktığında içini eriten yeşim taşını andıran yeşil gözleri gözkapaklarının ardında saklıydı. Oval biçimlere sahip yüzünün hatlarını daha da ortaya çıkartan pürüzsüz teni solgun, elmacık kemiklerinin üzerinde her daim bulunan pembelik yok olmuştu. Mutlu ve huzurlu olduğunda pırıl pırıl bir parlayan, canını sıkan bir durum veya kişi olduğunda mesafeli bir soğukluğa bürünen küçük yüzünü böylesine cansız görmek Andreani'nin bıçak yarası gibi göğsünde sızlıyordu.
Uzattığı elini yanağında geceliğini açıkta bıraktığı gerdanında ve alnında gezdirirken ateşini olup olmadığını kontrol etmişti. Beklenilenin aksine ateş veya terleme yoktu. Fakat hekim ve ebenin sözleri hiç durmadan kulağında çınlamaya devam ederken bunlar yüreğinin yatışması için yeterli gelmiyordu. Andreani karşında sabah için ümitli konuşmaktan kaçınan hekim ve ebeyi dinlerken çenesinde tüm kaslar gerilmiş, her ikisini tartaklayarak topraklarından kovmamak için kendine güçlükle engel olmuştu. Fakat içten içe yaşanılanların tek suçlusunun kendisi olduğunu düşünüyordu. Clarissa onu cinayet suçundan aklayabilmek için koştururken, karnında çocuğunu tehlikeye atmıştı.
Andreani, Clarissa'nın yüzündeki karışmış açık kumral tutamları şefkatle geriye itmişti. Solgun yüzüne doğru eğildiğinde önce şakağına küçük bir öpücük bırakmıştı. Bununla birlikte karısının onu her defasında sarhoş etmeyi başaran kendine has gül kokusu içine dolmuştu. Kendini teninden ayırmamış, kokusunu daha fazla içine çekmek için boynunun kıvrımına yüzünü yaslamıştı. Saçlarından öpüp, çekinerek yalnızca parmaklarının ucuyla tuttuğu yatak örtüsünü biraz daha yukarı çekmişti. Ebenin bahsettiği gibi acıyla inleyerek uyanmasından ölesiye korkuyordu. Solgun yanağına bir öpücük bırakıp elini avcunun içine aldığında ancak geriye çekilebilmişti. Yataktaki yerini değiştirip, sırtını karyolanın başlığına dayayarak elini tutmaya devam etmişti.
Andreani bebeğini kaybetmenin eşiğinde olan Clarissa'yı izleyip sık sık ateşini kontrol ederken, derin düşüncelere dalmıştı. Karnındaki bebeğe şimdiden isim dahi bulmuş, tüm umut ve hayallerini üzerine kurmuşsa da rahminden çıkıp giden bebeğin Clarissa'nın ruhunu da yanında götürmesi belki de en çok korktuğu şeydi. Hali hazırda travmaları olan karısının toparlanmayacağından endişe ediyordu. Bu bebek onun veya Ludovico hanesi için değil, yalnızca Clarissa için hayata tutunmak zorundaydı. Andreani hayatı boyunca ilk kez bu kadar güçsüz hissediyor, Clarissa'yı olası yıkımın altından çıkarabilecek güce sahip olmadığını düşünüyordu.
Çaresizlikle elini yüzüne götürüp ovarken, bakışlarını pencereye çevirmişti. Issız ve kasvetli gece bir tülü bitmek bilmemiş, gökyüzü tıpkı yüreği gibi hala karanlıktı. O sırada Clarissa'nın onun eve döndüğünden haberdar olmadığını düşünüyor, bunu öğrenmek için sabahı beklemenin iyi ve kötü yönlerine kafa yoruyordu. Anlık bir kararla, yatakta yönünü tamamen ona dönmüştü. Hekim, durumu kötüleştiği taktirde acıyla uyanacağını, uyumaya devam etmesinin ise iyiye yorulması gerektiğini söylemişse de Andreani, böyle bir durumda moralin iyi etki edeceğine karar vermişti.
Elini Clarissa'nın saçlarına götürüp usul usul okşamaya başladığında, tekrar yavaşça yüzüne doğru eğilmişti. Dudaklarını kulağının üzerine ulaştırıp adını fısıldarken, küçük bir öpücük bırakmıştı.
"Clarissa."
Oldukça yavaş bir şekilde tekrar adını söylediğinde, kumral saçlarındaki elini yanağına yerleştirmişti. Baş parmağı çıkık elmacık kemiğinin zarif kıvrımını okşamaya başladığında, kapalı olan gözkapaklarının üzerine yerleştirdiği dudaklarıyla belli belirsiz bir öpücük daha bırakmıştı.
"Clarissa, gözlerini aç bir tanem. Buradayım, yanında."
Günlerdir tekrar tekrar gördüğü, sonu Andreani ve bebeğinin mezar taşları ile biten kâbusun içinde savrulmakta olan Clarissa çok uzaklardan bir yerden gelen adını işitir gibi olduysa da bilinçsizlik denizinin içindeydi. Vücudu öylesine yorgundu ki adını tekrarlanmaya devam eden sese kulak kesilmemiş, kabusunun kollarına kendini bir kez daha bırakmıştı. O an bedenini dahi hissettiği söylenemezdi, ruhu adeta havada süzülüyor gibi kendinden bağımsızdı. Fakat sonsuzluk kadar uzaktan gelen ısrarcı ses onunla konuşmaya devam ediyordu.
Clarissa, güzelim. Ben geldim, uyanman gerek.
Ses şimdi biraz daha yakından geliyor olsa da Clarissa, ağır olan gözkapaklarını kaldıramayacak kadar uyku halindeydi.
Hekim ne verdi bilmiyorum ama Clarissa uyanman gerek. Clarissa!
Yumuşak bir yatağın içinde olduğunu ancak hissedebilmeye başlamış Clarissa, bilincinin kendine gelmesi için tüm gücünü harcamak zorunda kalıyordu. Kulağının üzerine konuşan derin ve tok ses Andreani'nin sesini öylesine andırıyordu ki. Fakat tıpkı bedeni gibi zihni de bir süre önce bitkin düşmüş, gerçek ve rüya arasındaki ayrımı kaçırmıştı. Hatırladığı son şeyler Rinaldo'nun kucağında ağlarken bayıldığı ve gözlerini açtığında başında bir ebe ve hekim olduğuydu. Rosia Hala, Lucrezia, Byanca ve Lavinia'nın korku dolu bakışlarını ve her an kötü bir şey olacakmış gibi tetikte bekleyen hallerini görecek kadar ayık kalmıştı. Birkaç soruyu yarım yamalak cevapladığını hatırlıyor olsa dahi sonrasında kendini tekrar uykunun tatlı kollarına bırakmıştı. Bir ara kısık gözleriyle ancak orta yaşlarda olduğunu görebildiği hekimin içmesi için dudağına bir bardak götürdüğünün farkına varmışsa da tüm bunların gerçekliğinden emin olamıyordu.
Clarissa! Endişeleniyorum! Aç gözlerini!
Bulanık duyuları arasında omzuna dokunan bir elin hafifçe sarstığını hissetmeye başlamış Clarissa, kuruyan boğazı ile yutkunmaya çalışmıştı. Gözkapakları açılmamakta inat ediyordu. Korkunç bir şekilde sonlanan ziyafetin ardından hisleri öylesine perişan bir haldeydi ki kulağına çalınan Andreani'nin sesini günlerdir gördüğü rüyalarından biri olduğunu sanıyordu. Gözlerini araladığında, tekrar tekrar olduğu gibi yataklarında yalnız başına uyanacaktı. Israrlı ses devam ederken gözlerini daha sıkı yummuş, acıyla mırıldanmıştı.
Andreani, Vatikan'da.
Burada değil, Vatikan'da.
Rüya gördüğünden son derece emin olan Clarissa, bir süre daha uyumakla uyanıklık arasında mırıldanmalarına devam etmişti. O sırada omzundaki elin çekildiğini, çevresinden yayılan korku dalgasının üzerine vurduğunu belli belirsiz hissetmişti. Yatak hafifçe hareketlenmiş sanki biri kendini hızla geriye çekmişti. Vücudunda kalan son güç kırıntısını kullanarak yeşil gözlerini azıcık olsa bile aralamaya başarabilmişti. Fakat buğulanan gözleriyle görebildiği tek şey yatağın Andreani'ye ait olan boş kısmı olmuştu. Bunun üzerine çatlamış sesiyle yalnızca rüya diye mırıldanmıştı Göz kapakları tekrar istemi dışında ağırlaşarak inerken, yastığının üzerindeki elini yüzüne kapatmış, Andreani ile ayrı olduğu gerçekliğe dönmek istememişti.
Fakat uykusunun derinleşmesine fırsat kalmadan bir anda yüzüne kapattığı eli bileğinden sıkıca kavranmıştı. Yalnız olduğunu düşündüğü yatakta beklemediği bu somut temas ile bulanık duyuları hızla harekete geçerken istemsizce irkilmişti. Ne olup bittiğini henüz anlayamadan oldukça yakından gelen Andreani'nin gür ve telaşlı sesini duymuştu.
"Rüya falan görmüyorsun! Gözlerini aç, hemen!"
Clarissa, avucunda Andreani'nin kirli sakallarının olduğu sıcak yanağını hissetmeye başladığında, telaşlı emre itaat emişti. Gözlerini bu kez tamamen açmayı başardığında yerinde güçlükle sırtüstü dönmüştü. Gür kirpiklerini kıpıştırırken, yataklarının ortasına iri cüssesiyle oturan Andreani önce silik bir şekilde görüşüne girmiş kısa zamanda, tüm heybetiyle karşısında belirmişti. Avucunu yanağına usulca sürterken gerçekten yanında olduğunu göstermek ister gibiydi. Clarissa yattığı yerde, mavi gözleri derin bir endişe ile parlayan sert ve haşin hatlara sahip Andreani'nin yüzüne bakarken içine titrek bir nefes çekmeye çabalamıştı. Ne zaman huzursuzlansa alnında beliren ince çizgiler açıkça görülüyordu. Parmak uçlarını hafifçe yanağına bastırmış, yanında olduğunu hissetmişti.
Yataklarındaki birbirlerinin nefeslerini duyabildikleri derin sessizlik gittikçe uzarken Clarissa, ışığını kaybetmiş gözleriyle Andreani'ye bakmaya devam ediyordu. Bu sessiz bakışmaya daha fazla dayanamayan Andreani, rüya gördüğünü sayıkladığından beri aklını kemiren ihtimali korku dolu sesiyle dile getirmişti.
"Eğer şimdi bana, sen kimsin diye soracaksan hemen şimdi kalbime bir hançer saplayacağım. Tanrı ve tüm azizler adına, beni ilk kez görüyormuş gibi bakıyorsun!"
Andreani'nin sesi Clarissa'ya huzur verici bir melodi gibi geliyordu. O gerçekten buradaydı! Yanındaydı! İçine düştüğü bulanıklık gittikçe dağılırken konuşma zamanının geldiğini bilse de bunun için yeterli gücü olduğundan emin olamıyordu. Ne yaptığını bilmeden Andreani'nin yanağında duran elini yavaş bir hareketle boynuna sonrasında ensesine doğru kaydırmıştı. Birbirlerinin gözlerinin içine bakmaya devam ederlerken, ensesine baskı uygulayarak onu kendine doğru çekmeye başlamıştı. Andreani'nin şaşkınlığından faydalanırken diğer elini de kaldırmış, omzuna yerleştirerek dudakları birbirleriyle karşılaşıncaya dek aralarındaki küçük mesafeyi kapatmıştı. Yumuşak dudaklarını Andreani'nin dudakları üzerinde gezdirmeye başladığında ellerini saçlarının arasına daldırmıştı. Tamamen içgüdülerine teslim olmuş bir şekilde öpmeye devam ederken, kısa bir an dudaklarını birbirinden ayırarak mırıldanmıştı.
"Çok korktum, seni kaybetmekten çok korktum"
Konuşurken dudakları birilerinin dudaklarına değiyor, sıcak nefesi Andreani'nin dudaklarının arasına süzülüyordu. Yeşil gözlerini kapatmışken, dirseklerinden destek alan Andreani'nin büyük elleriyle yüzünü kavrayarak tamamen üzerine eğildiğini hissetmişti. Küçük bir öpücük bırakmış, tıpkı onun gibi dudaklarının üzerine fısıldayarak karşılık vermişti.
"Sen benden kolay kolay kurtulabileceğini mi sandın?"
Bu sözler Clarissa'nın içine zorlu bir nefes alarak Andreani'nin saçları arasındaki ellerini ensesinden omuzlarına sonrasında sert sırtına doğru sarmasına neden olmuştu. Dudaklarını birbirlerine değmeye devam ederken bu kez Andreani yumuşak dudaklarına kapanmıştı. Nefesi kesilen Clarissa, dudakları arasından özlem ve hüzün dolu bir inilti kaçırmıştı. O ellerinin altındaki Andreani'nin sıcak teninin kasılmalarını hissederken, Andreani ise parmaklarıyla yanaklarını ve gerdanını okşuyordu. Daha önceki öpüşmelerinin aksine elleri göğüslerine veya kalçalarına doğru sürüklenmemişti. Clarissa, çekingen dilini dudaklarının üzerinde dolaştırdığı ilk an Andreani, bu istekli dokunuşuna karşı Clarissa diyerek bir inilti koparmıştı. Öpüşmelerini daha da tutkulu bir yöne maharetle taşırken, kendi dilini onun ağzının derinliklerine daldırmıştı.
Kısa bir süre sonra öpüşmeleri Clarissa'nın gözpınarlarından düşen yaşların pürüzsüz yanaklarından süzülerek dudaklarına kadar inmesiyle son bulmuştu. Bir anda yüreğine ağır gelen düşünceler, gezindiği yumuşak bulutlardan sertçe aşağıya çekerek yeryüzüne indirmişti. Güçsüz bedeni sarsılarak ağlamaya başlamıştı. Gözlerini açmamıştı lakin gür kirpiklerinin altından bir sel gibi akan gözyaşları tüm yüzünü ıslatmıştı. Istırap içinde yüzünü buruşturmuş, titreyen dudaklarını Andreani'den ayırarak alnını onun kaygıyla kırışmış alnına dayamıştı. Sırtındaki ellerini ensesine doğru yöneltmiş, nefes nefese kalmış bir haldeyken nefesleri birbirlerininkine karışmaya devam ediyordu.
Parmaklarıyla yanaklarına düşen gözyaşı damlalarını silmeye başlamış Andreani, paniğe kapılmışsa da onu ürkütmemeye çalışan kısık sesiyle sorunun ne olduğunu sormuştu.
"Clarissa ben yanındayım, buradayım her şey yoluna girdi. Sorun ne? Ağrın mı var?"
Adeta tüm yüreği ile ağlamaya devam eden Clarissa, gözlerini daha güçlü yumarken dudağını dişlerinin arasına almıştı. Kanamasına sebep olacak bir güçle bastırmaya başlamışken, Andreani'yi duymuyordu. Gerçekleştiğini düşündüğü şey öylesine ıstırap vericiydi ki dipsiz kör bir kuyuya çekiliyor gibi hissediyordu. İçine titrek bir nefes çekip, rahmindeki boşluğu hissetmeye çalışırken tuhaf bir şekilde bulamıyordu. Giden bebeğinden geriye hiçbir şey hissedemiyor olması daha fazla üzülmesine sebep olmuştu. Ellerini Andreani'nin omuzlarına yerleştirip tüm gücüyle sıkarken titreyen sesiyle konuşmaya çalışmıştı.
"Gerçek oldu değil mi? Kabuslarım gerçek oldu.. gitti değil mi?"
"Clarissa-"
"Hayır, hayır, hayır..."
Andreani açıklamaya çalıştıysa da Clarissa, buna izin vermemişti. Yeşim yeşili gözlerini hızla aralarken yüzündeki büyük elleri ittirerek üzerinden atmıştı. Yatakta doğrulmaya çalışıp, kendini geriye çekerken, gözyaşları sıklaşmıştı. Titreyen dudakları arasından annem gibi, Lucrezia gibi, annem gibi, annem gibi... diye mırıldanmaya başlamıştı. Önüne düşen saçları beceriksizce geriye çekmiş elleriyle yüzünü kapatmıştı.
Korku dolu gözlerle Clarissa'nın verdiği tepkilerin gittikçe yükselerek kontrolden çıkmasına bakakalmış Andreani, onca zaman yalnızca görünen yaraya pansuman yaptığının farkına varmıştı. Asıl mesele olan içten gizli gizli kanayan yara şimdi tamamen ortaya çıkıyordu. Tanıştıkları ilk andan beri güçlü ruhu ile onu adeta büyüleyen karısını daha önce böylesine kötü gördüğünü hatırlamıyordu. Tahmin ettiği gibi rahminden düşecek bebek Clarissa'nın kaldırabileceğinden çok daha fazla bir acı demekti.
Durumunun kötüleşmesinden korkan Andreani, kendini olduğu haliyle Clarissa'ya duyuramayacağının farkına varmıştı. İçine derin bir nefes çektiğinde yatakta hareketlenmiş, mavi gözlerinin içinde yanan kararlılık parıltıları ile Clarissa'ya uzanıp, hiçbir tereddüt duymadan bileklerini kavrayarak yüzünden çekmişti. Karnındaki çocuğun kaderi pamuk ipliğine bağlı olduğunu bilse dahi ruhunun derinliklerine kadar işleyen korkuları altında ezilen Clarissa'nın aklını kaybetmesiyle daha çok ilgileniyordu. Dudaklarını kulağına yaklaştırarak, dikkatini çekecek kadar sert sesiyle konuşmuştu.
"Eğer kendini böyle hırpalamaya daha fazla devam edersen bebeği gerçekten kaybedeceksin. Kimsenin hiçbir yere gittiği yok."
Duydukları ile birlikte direnmeyi bırakmış Clarissa, bakışlarını Andreani'ye doğru kaldırdığında çatlamış sesiyle ne? diye sorabilmişti. Kollarındaki bedenin ağırlaştığını tekrar yorgunluğa teslim olduğunun farkına varan Andreani, bileklerini bırakmıştı. Yanağındaki gözyaşı damlasına uzanırken, güven verici sesiyle içini rahatlatmaya devam etmişti.
"Benden daha iyi bilmen gerek, senin içinde. Bedenini dinle."
Andreani, başını kaldırdığında eline geçirdiği yastığı yataklarının başlığına dayamıştı. Önce kendi sırtını yaslamış ardından canını yakmaktan korkarak nazikçe kendine çektiği Clarissa'yı kolunun altına almıştı. Omzuna sardığı koluyla onu iyice kendine çekerken, şakağına küçük bir öpücük kondurmuştu. Endişeli gözleri ilgiyle yüzünde dönüyordu.
"İyi misin?"
Başını önüne eğmiş beyaz geceliğinin sardığı bedenine bakan Clarissa, bakışlarını kaldırmadan yalnızca başını sallamakla yetinmişti. Kucağında birleştirdiği parmaklarıyla oynarken, yatışmış gibi bir hali olsa dahi Andreani beden dilinden hala korktuğunu görebiliyordu. Omzundaki elini oval biçimli çenesine uzatıp yukarı kaldırdığında, burnunu saçlarına sürtmüştü.
"Clarissa, güzelim bu güzel yüzünü artık daha fazla astığını görmek istemiyorum. Her şey yoluna girdi, ben sen bebeğimiz hepimiz olması gerektiği gibi bir aradayız. Gözlerindeki bir damla yaşa daha tahammülüm yok, seni üzülüp ağlaman için uyandırmadım."
"Sen gelmeden önce kısa bir süreliğine uyandığımda başımda bir hekim görmüştüm. Rosia Hala, Lucrezia hepsi buradaydı. Hekim ne söyledi, konuştun mu?"
"Anne strese girdiğinde, mutsuz olduğunda bunun bebeğe yansıdığını söyledi. Söylediğim gibi, artık bu anne yüzünü asmayacak."
Clarissa yüzünü Andreani'ye doğru kaldırmış, mavi gözlerinin içindeki ifadeyi çözmek için kısa bir süre sessiz kalmıştı. Neşeli bir tavır takınıp, avucunun içine aldığı sol elini kendine çekerken içindeki korkularını maskelediğini fark etmişti. Andreani ne kadar kurnaz ve zeki olursa olsun artık ifadelerini okuyabiliyordu. Söz konusu büyük bir heyecanla doğumunu beklediği çocukları olduğunda ses tonunun bazı noktalarda değişmesine engel olamamıştı. Clarissa, büyük avucunda kaybolan eliyle parmaklarını sıkmıştı.
"Hadi söyle."
Kaşlarını hafifçe çatmış Andreani'nin gözleri kısılmıştı lakin ne demek istediğini anlamadığını belirtircesine başını iki yana sallarken kontrolüydü. Clarissa, istemediği sürece Andreani'ye isteklerini yaptırmasının mümkün olmadığını pek çok kez deneyimlemişse de tereddütsüz bakışlarıyla konuşmasını sağlamaya çalışmıştı.
"Tamam, söyleyeceğim. Hekim dedi ki; bünyen zayıf düşmüş bol bol yemek yiyip istirahat etmeni istedi."
Clarissa, sesindeki kararsız tınıyı tekrar sezdiğinde, gözlerini devirerek elini avucunun içinden çekmişti. Olduğu yerde yönünü Andreani'ye dönmüş, ellerinden birini kirli sakallarının olduğu yüzüne uzatmıştı. Gökyüzü mavisi gözlerinin içinde oynaşan kederi görmemesi mümkün değildi. Parmaklarını yanağında usul usul gezdirirken mırıldanmıştı.
"Andreani, duymak istiyorum. İyi ya da kötü benden bir şey saklanmasından hoşlanmıyorum. Söz veriyorum ne ağlayacağım ne de yüzümü asacağım. Söyle."
Clarissa, günlerdir içini saran hüzünden her an biraz daha sıyrılırken karakterinin en önemli özelliklerinden biri olan sakin duruşunu sergilemek için kendini var gücüyle zorlamaya başlamıştı. Adeta kara bir is gibi gece gündüz peşini bırakmayan rüyalarında gördüğü şekilde kanlar içinde düşük yapmadığı ve Andreani yanında olduğu taktirde artık daha fazla zayıflık göstermek istemiyordu. O sırada ısrarcı bakışlarına daha fazla karşı koyamayan Andreani, yanağındaki elini kavradığında dudaklarına götürüp öpmüş, oldukça yumuşak bir tonda konuşmuştu.
"Düşük olmamış ama ebe ve hekim bebeğin sağlığı için lohusa dönemine girmen gerektiğine karar vermişler. Her ikisiyle de konuştum, ilk dört ayda böyle kasılmalar normal olsa da tekrarlanmaması en önemlisi düşüğün önlenmesi için gerekli olduğunu söylediler. Lohusa dönemi, e-"
"Andreani, lohusa döneminin ne olduğunu çok iyi biliyorum, Lucrezia'dan. Açıklamana gerek yok."
Konuştuğu sırada Andreani'nin sesinin gittikçe kısıldığını huzursuzlandığını hisseden Clarissa, parmakları arasından çektiği elini göğsüne koyarak sözlerini yarıda kesmişti. Anlatmak istediği durumu oldukça iyi anlamıştı ve daha fazlasını duymak istemiyordu. Lohusa dönemi hekimler aksini söyleyene kadar yatak odaları ardındaki tüm dünyanın curcunasından uzak, yatağında yalnız başına geçireceği uzun günler anlamına geliyordu. Lucrezia, düşüklerin ardından doğurduğu yeğeni Alberto'nun sağlığı için ilk dört ayını yatağında geçirmişti. Sıkıcı yalnızlığı ile baş başa kalacağı günleri düşündükçe ruhu daralıyordu. Sadece beş gün önce Andreani ile ata binmesinin sorun yaratmayacağını tartışırken şimdi belki de doğum vakti gelene kadar yatakta kalacağına şikayet etmek aklının ucundan dahi geçmiyordu.
Bu sırada gözlerinin boş baktığını, hüzünlü düşüncelere daldığını gören Andreani elini yanağına yaslamıştı.
"Mecbur değilsin. Bana kalırsa hepsi safsatadan ibaret. Seni bu yatakta yatmaya mecbur bırakacak değilim. "
"Tüm panjurları kapatıp odayı mezar gibi karartmayacaklar değil mi? Lucrezia'nın sürekli uyuyup dinlenebilmesi için öyle yapmışlardı."
Bu soru Clarissa'nın ağzından istemsiz bir şekilde çıkıvermişti. Andreani'nin yakasını açık bıraktığı beyaz gömleğini arasındaki çıplak göğsü üzerinde duran elini kucağına indirdiğinde, acı acı içini çekmişti. Onun bu tavrı üzerine dişlerini sıkan Andreani, yüzünü avuçları arasına almıştı.
"Mecbur değilsin dedim. İstemediğin hiçbir şeyi yapmak zorunda değilsin. Clarissa, ikimizde daha çok genciz, sağlıklıyız bi-
Belirgin elmacık kemiklerinin olduğu yüzü Andreani'nin avuçları arasında kalmış Clarissa'nın dudaklarında acı bir kıvrılma belirmişti. Bakışlarının içine yerleşen çaresizlikten gelen bir kabullenişle kaldırdığı ellerini Andreani'nin büyük elleri üzerine koyarak uzun parmaklarıyla kavradığında, yüzünden indirmişti. Parmaklarının birbirine geçtiği elleri Andreani'nin bacağının üzerindeydi. Tüm geçmiş yaraları en derin şekilde örselenmiş Clarissa, dudaklarını sıkarak yutkunmuş ardından sözlerine katılmadığını gösterircesine kaşlarını havaya kaldırmıştı.
"Çünkü düşük yapmaktan çok korkuyorum, kabuslarımın gerçekleşmesine katlanamam."
"Kimse odayı karartmayacak. Seni burada yalnız bırakacak da değilim. Oda yeterince büyük, ikimiz için bir yemek masası getirmelerini söyleyeceğim, yemekleri bundan sonra burada yeriz. Bir çalışma masasını koyacak kadar daha yerimiz var. Byanca, Rosia Hala, Lavinia'a da sık sık ziyaretine gelecektir."
Onu hüzün verici dünyasından koparmayı amaçlayan Andreani'nin güven verici sözleri üzerine Clarissa, biraz olsun rahata erdiğini hissetmişti. Şefkatle bakan mavi gözlerin aslında yorgunluktan küçüldüğünü altlarında koyu halkalar olduğunu yeni yeni fark ediyordu. Sözlerine karşılık olarak yalnızca başını sallamakla yetinmiş, konuşmayı uzatmamıştı.
Ellerini bileklerinden başlayarak omzuna ulaşana kadar kollarının üzerinde kaydırmaya başlamıştı ki sol kolunun pazısında oldukça belirgin olan sargı bezlerinin oluşturduğu şişkinliği yeni fark etmişti. Dikkatli bakıldığında, ince beyaz gömleğini altındaki koluna dolanmış beyaz bezler kolayca belli oluyordu, bunca zaman kolu diğer tarafında kaldığı için dikkatini yerince çekmemişti. Telaşla yerinden doğrulmuştu. Yarasını fark ettiğini anladığında kolunu geriye çekmeye çalışan Andreani'nin dirseğini yakalayıp panikle sormuştu.
"Andreani, kolun! Bu sargı bezleri hiç de küçük bir sıyrık için durmuyor."
Clarissa, yataklarında dizlerinin üzerine yükselmiş, Andreani'nin önündeki bağları düğümlemediği gömleğin yakasını tutmuştu. Bedenine bol gelen gömlek göğsündeki siyah tüyleri gösterirken, yakasını daha fazla açarak kolundaki sargı bezlerinin boyutuna bakmak istemişti. Fakat sağlam olan koluyla omzunu kavramış Andreani, onu nazik olmaya çalışsa da homurtular eşliğinde geriye çekmeye çalışıyordu. Üzerinde en ufak bir güç uygulayamayacağını bilen Clarissa, sağ avuç içini yanağına koyup başını öteye çevirmesine neden olurken engel olamazsın bakacağım dediğinde göğüslerinin biraz aşağında biten bağları tamamen gevşetmişti.
Bu sırada telaşını şakayla yatıştırmayı amaçlayan Andreani, eğdiği yüzüyle boynunu öpmüş burnunu gıdıklanmasına sebep olacak şekilde teninde sürterken boğuk sesiyle konuşmuştu.
"Clarissa, asıl amacın beni çıplak görmekse üzülerek vazgeçmeni söyleyeceğim. Karnındaki bebeği doğurana kadar sana dokunmamaya yeminliyim. Doğumdan sonra senin için zevkle soyunabilirim."
Bakışlarını kolundan ayırmayan Clarissa, boynunu dudaklarından uzağa çekerken edepsiz diye söylenmişti. Koluna sıkıca dolanmış bezlerin, omzunun üç parmak aşağısından dirseğine yakın bir mesafeye kadar indiğini gördüğünde belirgin bir şekilde irkilmişti. Ellerinden biri çıplak omzunda dururken bir süre sessiz kalmıştı. Böylesine büyük sargı bezleri kullanıldığına göre altındaki yara derin olmalıydı. Andreani'nin ölebileceği ihtimali tekrar aklına gelirken gözpınarlarına dolan gözyaşlarını zorla bastırmıştı.
"Yüce İsa! Sandrino yalnızca ufak bir sıyrık olduğunu söylemişti!"
"Öyle zaten, ufak bir sıyrık."
"Yalancı. Öyle söylemesini sen istedin. Tanrım sana inanamıyorum, eğer fark etmeseydim benden saklayacaktın."
Clarissa gömleğin yakasını incitmeden yavaşça düzeltmeye başlamışken, gür kirpiklerini gözyaşlarını engellemek için kırpıştırıyordu. Tıpkı Andreani gibi yakasındaki bağları sıkmamış, gevşek bırakmayı tercih etmişti. İşini bitirdiğinde sırtını yataklarının başlığına dayayarak bacaklarını öne uzatmıştı. Yana çevirdiği başıyla Andreani'ye bakmıştı.
"Biraz önce beni kaybetmekten ne kadar çok korktuğundan bahsediyordun şimdi yalancı mı oldum?"
Clarissa'nın endişesini rahat bir tavırla kaşlarını yukarı kardırarak karşılaşmış olan Andreani, yataklarında karşısına geçmişti. Sağlam olan kolunu uzatarak elini belinin yanına dayadığında, usul usul üzerine eğilirken söylenmişti. Hareket ettiğinde kolu kasılıyor olsa da bunu saklamakta yetenekliydi. Fakat yapmaya çalıştığı şeyin farkında olan Clarissa, elini kaldırıp göğsüne yasladığında daha fazla üzerine gelmesini engellemeye çalışmıştı. Yeşil gözleri yaralı kolundaydı.
"Çok mu derin? Acıyor mu?"
"Acıyor, çok. Ancak senin iyileştirebileceğin kadar derin. Şifalı dudaklarından gelen bir öpücükle."
Andreani, abartıdan kaçmadığı sözlerini sürdürdüğü sırada Clarissa'nın göğsüne yerleştirdiği elinin üzerini kendi büyük eliyle kapatmıştı. Parlayan mavi gözleri öylesine kendini beğenmiş bir ifadeyle bakıyordu ki Clarissa, gözlerini devirmekten kendini alamamıştı. Dudaklarının kenarında belli belirsiz bir tebessüm belirirken yüreği karşı koymakta zorlandığı Andreani'nin akımına kapılıyordu. Fakat beklediği öpücük yerine bir geçiştirme almış Andreani, huysuzlukla homurdanmıştı.
"Bekliyorum. Öpmezsen acımaya devam edecek."
Üzerine eğilmesiyle güçlü omuzları ve adaleli kolları gerilmiş Andreani, sıcacık gülüşü ile her zaman etkileyici bir adam olmuştu. Tüm bunlara rağmen aynı alaycılıkla karşılık vermek isteyen Clarissa, yüzünü ona doğru yaklaştırıp dudaklarına oldukça basit ve hızlı bir öpücük kondurduğunda tekrar arkasına yaslanmıştı.
"Öpücüğünü aldın."
"Bildiğim kadarıyla kadınlar yara izini seksi bulurlar. Bu öpücük yeterince iyileştirici değildi."
Bu sözleri duyduğunda Clarissa'nın omuzları şaşkın bir tebessümle sarsılmıştı. Kumral kaşları zarafetle yukarı kalkarken, yüz ifadesi şaşkınlıktan tebessüme sonrasında sahte bir kızgınlığa dönüşmüştü. Elini Andreani'nin göğsünden çekmeden önce ittirmişti
"Hangi kadınlar, seksi buluyormuş? "
"Sen, sadece sen. Beni ilgilendiren bir kadın var oda, sensin."
Andreani, boğuk sesiyle her kelimesinin üzerine basarak konuşurken mavi gözlerinin ifadesi değişiyor ve bakışları dolgun dudaklarına kayıyor ardından yine hayran olduğu yeşim yeşili gözlerine dalıyordu. Yüzünü onun yeterince canlı olmayan solgun yüzüne yaklaştırdığında, alına bir öpücük bırakmıştı.
"Ben bu yarayı gördüğümde sadece üzülüyorum."
"Üzülemezsin, söz verdin. Bu malikane sınırları içeresinde artık hiç kimse üzülmeyecek, ben Andreani Ludovico olarak üzülmek ve ağlamak gibi her türlü duyguyu yasaklıyorum. Ve hepiniz kendinize uygulanan bu kurala uymak zorundasınız. Konu kapanmıştır."
Dudaklarının kenarındaki gülüşle Andreani'yi dinlemiş Clarissa gülümseme yeteneğinin geri gelmesine şaşırıyordu. Yüzleri arasındaki mesafe gittikçe kapanırken, Andreani elini yüzünden boynuna sonrasında göğüslerini geçerek, örtünün üzerinden hafifçe belirgin olan karnına indirmişti. Sesi sahte bir kızgınlığa bürünürken, kaşlarını çatmıştı.
"Aynı kurallar, onun içinde geçerli. Benim ne kadar sinirli bir adam olduğumdan bahsetmek isteyebilirsin, emirlerime uyulmadığı taktirde çok ama çok sinirlenirim."
O an her ikisi de beş gün boyunca üzerlerine yerleşmiş kasvetli ruh halinden kurtulmanın huzurunu tatmaya başlıyorlardı. Gür kirpiklerini kaldırarak Andreani'ye gözlerini dikmiş Clarissa'nın muhteşem gülümseyişi dudaklarında tomurcuklanmıştı.
"Emin ol biliyoruz Andreani."
Yazan; MİRENA MARTİNELL
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top