Bölüm 9 - ''Harabeler''

"Eğer kalbini bana verirsen Clarissa, Tanrı şahidim olsun pişman olmayacaksın."

Muhteşem Güzellik

Bölüm 9 - Harabeler

Clarissa, odasının balkonunda, ellerini önündeki mermer tırabzana yerleştirmiş önünde sıralanan aşina olduğu evlerin çatılarını izliyordu. Hafif hafif esen rüzgar genç kızın omuzlarından beline dökülen saçlarını okşarken, Roma'nın hareketli sokaklarının neşeli sesleri geniş balkonundan odasının içini doluyordu. Sokaklardan kulağına çalınan hayat dolu seslerin aksine Clarissa, o balkonda adeta bir heykel gibi dikilmiş bedenine usul usul çarpan rüzgarın her kırıntısını hissetmek ister gibi kıpırtısızdı.

Babası ile yaptığı konuşmanın ardından dört koca gün geçmişti. İfadesiz yüzünün aksine, zihnindeki düşüncelerin arasında kaybolmuştu. Güzel bir uykunun ardından sabah uyanmış, günler sonra ilk kez kahvaltı masasındaki yerini almıştı. Lucrezia ve Guliano büyük bir sessizliğin içine gömülmüşken, ağabeyi Rinaldo'nun endişeli bakışlarını göz ardı ederek kahvaltısını yapmak üstün bir çaba gerektirmişti.

Geleceğinin koca bir kabusun içine sürüklendiğini hisseden Clarissa, Andreani'nin evinden elinde yüzük kutusu ile çıkarken, o dört gün hiç geçmeyecek gibi hissetmişti. Adamdan kurtulduğuna sevinmiş, ağabeyinin verdiği evlilik izninin kendisi için hiçbir anlam ifade etmediğini ve kendine bankanın batmasının onun sorunu olmadığını söylemişti. Sonuçta, Rinaldo evlilik iznine attığı imza ile onun geleceğini düşünmemişti. Clarissa'nın da ağabeyinin geleceğini düşünmemesi gerekirdi.

Ne var ki o gece, genç kızın kalbine zalim bir sızı düşmüştü Atalarının emek emek kurduğu bankanın batma gerçeği canını sıkıyordu. Üç yıl önce büyük dedelerinin kendi eliyle yaptırdığı şehir dışındaki av köşklerini satmışlardı. Şimdi ellerindeki tek gayrimenkul Roma şehir merkezindeki mermer köşktü. Ağabeyinin verdiği evlilik kararının kendine düşen kısmını yerine getirmez ve Ludovico ile evlenmezse, mermer köşkü satmak zorunda bile kalabilirlerdi. Hesap defterlerindeki açığın bilincinde olan Clarissa, durumlarının iyiye gitmediğini Andreani bahsetmeden önce de biliyordu. O gece genç kız, evlenmeyi reddetmesi durumunda ailesinin çöküşünde payı olduğunu bilerek hayatına devam edip edemeyeceğini uzun uzun zihninde tartmıştı.

Zihnini kemiren düşüncelerle tükenmiş hisseden Clarissa, ailesi ile konuşmayı reddetmişti. Tekrar derin bir sessizliğin içine gömüldüğünde, babası ile yaptığı konuşmayı defalarca zihninde evirip çevirmiş uzun uzun düşünmüştü.

Dünya'daki yerini bulman gerektiğini düşünüyorum.

Böyle demişti babası. Kararsızlık içinde kıvrandığı dört gün içinde, kendini ne kadar zorlasa da üzerine rahibe kıyafetlerini ve manastır yaşantısını da geçirememişti. Rahibe olmak ve manastırda yaşamak belki kendi durumunu çözerdi fakat ailesinin çekeceği sıkıntıları çözmezdi. Clarissa, ailesine arkasını dönüp manastır da hayatını sürdürürken ailesi yine bankayı kaybederdi.

Gergin geçen kahvaltının ardından verdiği kararı sorgulamaktan çekinen Clarissa, tek başına kalmak istememişti. İçi içini yerken yalnız kalıp düşüncelerine dönmekten kaçabildiği kadar kaçmak niyetindeydi. Lucrezia'nın sorgulayıcı bakışları altında sabahın geri kalan kısmını yeğeni Alberto ile geçirmişti. Lucrezia genç kızdaki donuk ifadenin sebebini ve aklından geçen düşünceleri bilmek istercesine mavi gözleriyle uzun uzun süzmüştü kendisini. Günlerdir Rinaldo ve Lucrezia ile konuşma zahmetine girmeyen Clarissa ise karı kocanın çekingen ama endişeli bakışlarının üzerinden bir an olsun ayrılmadığını hissedebiliyordu. Fakat onları geleceklerinin belirsizliği içinde kıvranırken görmek hoşuna gidiyordu.

Alberto dadısı ile uykuya geçerken, saatin öğlene geldiğini fark eden Clarissa ise kaçınılmaz buluşma için isteksiz adımlarla odasını bulmuştu. Titreyen elleri, gergin ruh haline öfkelenen genç kız yaklaşık yarım saattir sakinleşmek adına odasının balkonunda kıpırtısızdı. Berta ise arkasındaki odanın içinde bir o yana bir bu yana giderek hali hazırda gergin olan kızı daha çok germekteydi. Gözlerini kapatıp bir müddet daha içine derin bir nefes çekti Clarissa. Bu aptal gerginlik hissiyle savaşması gerekti. Andreani'nin karşısına kesinlikle bu şekilde çıkamazdı. Arkasına dönüp, meşe ağacından yapılma dolabının önünde, elbise seçmeye çalışan Berta'ya döndü.

"Berta, Tanrı Aşkına birini seç artık. Abartılı bir şeye ihtiyacım yok. Korsesiz olanlardan bile seçebilirsin."

Bununla birlikte Berta utangaç ifadesi ile başını önüne eğmiş, hızlı bir tutumla elbiseleri tekrar karıştırmaya başlamıştı.

Odaya geri dönen Clarissa, aynanın önünde korsesiz önden bağlamalı elbisesinden kurtulurken, Berta da eline aldığı elbiseyle yanını bulmuştu. Olağan zamanın aksine sessiz kalıp, Berta'nın onu giydirmesine izin verdi. İçliği ile kaldığında üzerine geçen elbiseyi boş gözlerle incelemişti. Korsesinin iplerini tüm gücüyle sıkan Berta'ya huysuz bakışlarını sakınmadan göstermiş fakat çıkışmamıştı. Elbisesi ile aynı renk lavanta rengi taşlı tokayı üstünü topladığı saçlarına yerleştiren Berta, boynuna da gül kokulu misklerinden sürdüğünde kesinlikle hazırdı. Clarissa buruşturduğu yüzüyle görüntüsüne karşı hoşnutsuzluğunu gösterirken, Berta ise eseri ile gurur duymakla meşguldü.

Genç kız homurdanarak odasındaki koyu pembe saten işlemeli tekli koltuğuna geçtiğinde Berta ise odanın içinde dağılan eşyaları toplamakla meşguldü. Göz ucuyla hanımına bakan kız, gergin yeşim taşı rengi gözlerin nereye kitlendiğini açıkça görmüştü. Yatağın baş ucundaki komodinin üzerinde duran parlak kare kutu.

Dört gün süresince defalarca açıp baktığı, kutu öylece karşısında duruyordu. Yeşil renk safir yüzük güneş ışığıyla göz kamaştırıyordu. Defalarca kutunun içindeki yüzüğe göz gezdirmesine rağmen eline almaya bir türlü cesaret edememişti. Her seferinde kutuyu açıp, kendini alıştırmak istercesine uzun uzun yüzüğü inceliyor ve her seferinde hırsla kapağını geri kapatıyordu. Dört gün içerisinde bu manasız ritüel hiç şaşmamıştı. Takmamayı bile geçirdi içinden Clarissa. Tüm cesaretini toplayıp pek hâlükârda adamın karşısına boş parmağı ile dikilebilirdi. Lakin içine düştüğü girdap, bu yaptığıyla daha beter bir hal alırdı. Emindi buna.

Clarissa, huysuz yeşil gözleriyle karşısındaki kutuya düşmanca bakışlar atarken odasının kapısı çalınmıştı. Berta'nın gelinmesini söylemesiyle baş hizmetlileri Paola içeri girdi.

"Hanımım, istediğiniz üzerine at arabası hazırlandı. Ivan sizi bekliyor."

Gözlerini deviren Clarissa, oturduğu koltukta aman ne güzel diye mırıldandığında onu kimse duymamıştı.

"Tamam, siz çıkabilirsiniz. Geliyorum."

Sözü üzerine Berta ve Paola'nın odadan çıkmasıyla, ayaklanmıştı Clarissa. Kararlı adımlarla yatağının yanı başındaki komodine ilerledi. Uzanmadan önce bir müddet durup tepeden kutuya baktı. Kendini cesaretlendirecek büyük bir nefes alıp gözlerini kapattı. Yeşil gözlerini açtığında, bakışlarında tereddütten eser yoktu. Hiç düşünmeden kutuyu açıp yüzüğü eline aldı. Oval kesim yüzük, göz kamaştıracak kadar ihtişamlı ve büyüktü. Duraksamadan parmağına taktı.

Merdivenlere ulaştığında salonun açık kapısından onu izleyen Lucrezia'nın meraklı bakışlarını hissedebiliyordu. Başını çevirmemişti. Kadına öfkesi dinmediği gibi meraklı hallerini görmek öfkesini körüklüyordu. Aldırış etmeden eliyle tuttuğu eteğiyle merdivenleri indi. Vakit öğleni geçmişti. Zamanı belirleyen kişi Andreani'ydi. Adam bir gün önce oldukça otoriter bir mektup göndermişti. İçinde sadece zaman ve yer yazılıydı. Clarissa, son yaşanan mektup vakasından sonra bu kadarının bile büyük bir nimet olduğunu düşünmüştü. Sonuçta adam bir önceki buluşmalarında resmen kendisini kaçırmıştı. Bu kez nezaket kurallarına uymuş zamanı ve yeri kısaca bildirmişti.

Alt kata indiğinde vakit kaybetmeden köşkün çıkışına ilerleyip onun için hazırlanan at arabasına, Ivan'ın yardımıyla binmişti. Clarissa arabanın kabinine yerleştiğinde, kapıyı örtmüştü yaşlı adam. Kısa bir an semerlenmiş atlar Virgilio konağının küçük avlusundaki taş yolu dövmüş, ardından Roma'nın kalabalık sokaklarına dalmışlardı.

Buluşmalarının insanların içinde olacağını düşünen Clarissa, Andreani'nin mektupta Via Aurelia Harabelerinde buluşmak istediğini yazdığında yadırgamıştı. Lakin sonrasında adamın, huzur içindeki sakin evim olarak adlandırdığı topraklarından ne kadar hayranlıkla bahsettiğini hatırlamıştı. Adamın, Roma'nın kalabalık hareketli yapısını sevmiyor olduğu konusunda karar kılmıştı. At arabası şehrin içinde bir süre ilerleyip kararlaştırdıkları yere vardığında, kapıyı Ivan yerine Clarissa'nın görmek isteyeceği son kişi açmıştı. Tommasso yüzündeki her zamanki rahatsız edici gülümsemesiyle elini uzattığında, Clarissa hoşnutsuzluğunu saklama gereği duymamıştı. Adamın elini kısa bir an tutmuş ayağı yere basar basmaz hızla çekmişti.

Andreani'nin onu nerede beklediği bilen genç kız ilerlemeden önce başını kaldırıp önündeki masallardan kalma şato görüntüsü olan harabelere hayran hayran bakmıştı.

Kalıntı halindeki terk edilmiş yapı, nehrin kenarında doğaya kucak açmış küçük bir cennet varyasyonu gibiydi. Birçok insanın aksine Clarissa buraya hiçbir zaman terk edilmiş kasvetli bir yer olarak görmemişti. Manzara onu büyülüyordu. Kalıntılar geniş bir alana yayılırken bazı bölümlerin yalnızca temelleri kalmış yanlarında ise süslü başlıkları olan taş sütunlar dikiliydi. Harabelerin ayakta olan kısmına çevirdi bakışlarını. Kesme taştan yapılmış duvarda sivri kemerlerle sıra sıra açıklıklar vardı. Karşılıklı koridor işlevi gören duvar sivri kemerlerle açılmış, ardındaki nehir rahatça göz önüne seriliyordu. Tümüyle taştan yapılmış yapının ayakta kalan yüksek duvarında kırılmış bir rozas pencere sarmaşıklarla dolanmıştı. Aynı şekilde sarmaşıklar yapının geri kalan duvarlarını da sarmış, doğaya ile bütünleşmiş gibiydi.

Harabelere yaklaştığında eteğini önündeki taşlara takılmamak için kaldırmıştı. Sivri kemerin içinden geçerken aynı zamanda boştaki eliyle duvara tutunmuştu. Düz zemine ayağını bastığında, biraz ilerisindeki kemere omzunu yaslamış arkasına dönük Andreani'yi gördü. Yüzü nehre dönük olan adam, geldiğinin farkında değil gibiydi.

Olduğu yerde kıpırdamadan adamı izlemeye başlamıştı Clarissa. Geniş omuzları vardı; giydiği lacivert ceketinin altındaki kollarının kalınlığı açıkça belli oluyordu. Normale göre uzun sayılan Clarissa'dan en az on karış daha uzundu. Aynı şekilde kalın bacakları vardı; lakin hantal ve kaba durmuyordu. Başını biraz yana yatıran Clarissa, uzun boyunun avantajları diye geçirdi içinden. Güneş vurduğunda ışıldayan parlak kahverengi saçları ensesinde küçük dalgalara dönüşüyordu.

Clarissa, daha önce dikkatini çekmemiş olan detaylara dalmışken Andreani yönünü ona dönmüştü. Ona bakan derin mavi gözlerle karşılaşan genç kız, kıpırdamadan durmaya devam ediyordu. Clarissa'nın tedirginliğini fark eden Andreani belli belirsiz gülümsemişti. Bir eli arkasında olan adam boştaki eliyle yanına gelmesini işaret ettiğinde Clarissa, gözlerini devirmeden edemedi. Tekrar sessiz gülümsemesini gösteren Andreani, kahverengi kaşlarının havaya kaldırmasıyla, homurdanan Clarissa isteksizce yanını bulmuştu.

Sabırsızlığını saklamaya gereği duymayan Andreani, Clarissa'nın uzanabileceği kadar yaklaşmasıyla elini kavramıştı. Ani hareketle şaşıran genç kız hiçbir şey söylememiş olduğu yerde kalmıştı. Parmağındaki yüzüğü gören adamın, yüzünde keyifli bir ifade oluşmuştu. Dudaklarına götürdüğü elin üzerine küçük bir öpücük bıraktığında, elini geri alabilmişti Clarissa. Andreani'nin tavrından rahatsız olan genç kız, bakışlarını nehre çevirmişti. İçinden adama çıkışmak gelse de konuşmaya niyeti yoktu. Oralı olmayan Andreani, bir müddet huysuzlanan genç kızı izledikten sonra arkasında tuttuğu kese kağıdından torbayı havaya kaldırmıştı.

"Bu nedir ?"

"Zeytin dalı."

Andreani'nin sözlerine anlam veremeyen Clarissa, kaşlarını çatmıştı. Tereddütle adamın önünde salladığı kese kağıdını eline aldı. Uzun parmaklarıyla kesenin ağzını açarken bir an karşısında onu izleyen, Andreani'ye bakmıştı. Gözleri üzerindeydi. Kesenin ağzının açıp bakışlarını içine çevirdiğinde gördüğü şey karşısında şaşırmıştı. İçi çok sevdiği şekerlemeler ile doluydu. Ne var ki Clarissa, Andreani'nin aralarını yumuşatmaya çalıştığının ve parmağındaki yüzükle bu sakin tavrı aldığının farkındaydı. Onun aksine, içindeki aksi kız aralarının yumuşamasına kati şekilde karşıydı. Konuşmaya gönlü yokmuş gibi ifadesiz ve kısık sesiyle konuşmuştu.

"Canım istemiyor. Boşuna zahmet etmişsin."

Hoşnutsuzluğu belli etmek istercesine birkaç adım gerilemiş omzunu arkasındaki sivri kemerin kenarına dayamıştı Clarissa. Andreani ile arasına geniş bir mesafe koyduğunda kendini daha iyi hissetmişti. Parmağında taşıdığı yüzük ona koca bir yük olurken, adamın karşısına geçip normal bir tavır sergilemesi onu daha çok geriyordu. Nehre çevirdiği bakışlarıyla kendisini yok sayan genç kıza bakan Andreani, üstelememiş kendisi de birkaç adım geri çıktığında sırtını arkasındaki sütuna vermişti. Kollarını önünde birleştiren adam, dalgın ifadesiyle elindeki kese kağıdıyla nehre dönmüş kızı izlemeye koyulmuştu.

Andreani'nin bakışlarının üzerinde olduğunu hissediyordu Clarissa. Adam rahat ve kaygısız tavrıyla kendisini süzerken, yerinde kıpırdanmış söyleyecek bir söz aramıştı. Dakikalardır bozmadıkları sessizlik, üzerindeki bakışlarla katlanılmaz bir hal aldığında pes etmek durumunda kalmıştı. Elinde tuttuğu kese kağıdına çevirdiği bakışlarıyla söze başladığında sesi zor duyuluyordu.

"Şekerleme sevdiğimi nereden biliyorsun?"

Andreani cevap vermek yerine önce elindeki şekerlemelere bakmış kaygısızca omuz silkmişti.

"Senin hakkında pek çok şey biliyorum. Şekerleme seviyor olman, aralarındaki en küçük detaylardan biri. Papa Cenaplarının düzenlediği şenlikte seni yerken görmüştüm. Tiber nehrinin kenarında kuzeninle bir şekerleme için tartışıyordunuz. Senin için çok önemli olmalıydı ki, o takındığın soğuk halinin aksine içten kahkaha atıp yerinde zıplıyordun. Sahte değildi. Gerçekten eğleniyor gibiydin."

Andreani'nin hatırlattığı anı ile yüzünün kızarmaması için tanrıya içinden dua etmeye başlamıştı Clarissa. O anlarda gerçekten çok eğlenmişti ve keyifliydi. Fakat Cesare ile girdiği şakalaşmalarının dışarıdan izlenildiğini düşünmek onu utandırmıştı.

"Evet. Seninle ve Tommasso ile tanışana kadar, eğleniyordum."

Andreani'nin yüzünde küçük bir gülümseme belirmişti. Rahat ve kaygısız tavrını sürdürüyordu adam.

"Sen, Tommasso ile tanışa kadar. Bizim o akşam ikinci tanışmamızdı."

Clarissa şaşkınlıkla kaşlarını çatmış bakarken devam etti Andreani.

"Üç yıl önce seni ilk gördüğümde, Brando Matteo'nun oğlunun vaftiz törenindeydin. Kız kardeşim Byanca törene davetliydi. Kocası Dante, Milan'da olduğu için hamile kardeşime ben eşlik etmiştim. Üzerinde koyu mavi bir elbise vardı, kardeşinin yanında oturmuş buz gibi gözlerle töreni izlemiştin."

Andreani'nin hatırlattıkları ile bir an duraksamıştı Clarissa. Kaşları kuşkuyla çatılmış, adama bakıyordu.

"Lucrezia'nın abisi Brando'nun oğlunun vaftiz töreniydi. Hatta Lucrezia, vaftiz annesi olmuştu. O günü hatırlıyorum. Fakat seninle tanışsaydım, bilirdim."

"O kilise de tanışmadık zaten. Tüm davetlilerin yüzündeki gülümsemenin aksine donuk ifadesiz genç kız, dikkatimi çekmişti. Tören bittiğinde Byanca aileyi tebrik ederken kardeşinle konuşmana tanık olmuştum. Kimsenin seni duymadığını düşünüyordun ama ben yanınızda sütunun arkasında Byanca'yı bekliyordum. Kardeşine, bütün soyluların rollerini ustaca oynayan dalkavuklar olduğunu söylüyordun."

Andreani'nin esprili bir tavır takınıp, sohbet havasında konuşması ile Clarissa nasıl tepki vereceğine karar verememişti. Adamın anlattıkları ile meraklanan genç kız, gönülsüz bir tavır çizmekte zorlanmaya başlamıştı.

"Hatırlamıyorum fakat söylemiş olabilirim. O yıl annemin ölümünün üzerinden iki yıl geçmişti. Rinaldo Lucrezia ile evlenmişti. Ben annemin ölümünün taze olduğunu düşündüğüm için durumdan memnun değildim. Üstüne Matteo ailesi ile akraba olmamızla katılmak zorunda olduğum davetlerden nefret etmeye başlamıştım."

Genç kızın annesinden bahsederken sesinin titrediğini fark etmişti Andreani. Sözleri dudaklarının arasından, gittikçe hüzünlü bir hal alarak dökülmüştü. Sözü hızla tekrar tanışmalarına getirdi.

"Her neyse. Seni bir sonraki görüşüm ise Matteo Konağı'nda vaftiz töreninin ardından yapılan davetti. O davette tanıştırıldık. Enzio Matteo tarafından birbirimize takdim edildik. Fakat sen yüzüme bile bakmamıştın. Basit ve hızlı bir reverans yapıp kardeşinin yanına ilerlemiştin."

Clarissa'nın gergin bedeni bununla birlikte kıpırdanmıştı. Genç kız gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken başını nehre çevirmişti. Andreani Ludovico'nun kendine duyduğu kibirli duruşu bir parça zedelemiş olmak hoşuna gitmişti.

"Konuşmamışız bile. Bu tam olarak tanışma sayılmaz. Hem beni tanımaya o an karar vermiş olamazsın."

"Evet, o an karar vermemiştim."

Andreani soğuk tavrıyla açıklamasına devam etti.

"Sen o davette soğuk tavırlarınla davetlileri süzerken bende on yedi yaşındaki bir kızın mağrur ifadesine şaşırmakla meşguldüm. Yaşıtlarına göre daha olgundun, soğuk bir güzelliğin vardı. Fakat gözlerin, tavırlarından farklıydı. İçindeki öfkeyi ele veriyordu. Seninle konuşmaya da niyetlenmemiştim çünkü mağrur ifadene rağmen içinde ürkek bir kız olduğunu düşünmüştüm. Daha kırılgan, daha hassastın ve insanlarla arana mesafe koyuyordun. Soylular hakkındaki düşüncelerini de göz önüne alınca uzaktan izlemekle yetinmiştim."

O yılı hatırlıyordu Clarissa. Annesinin yokluğu ile yaşamayı öğrenmeye başladığı yıldı. Genç kız o yıl annesinin ardından daha fazla ağlamayacağına ve annesini gururlandıracak bir evlat olacağına yemin etmişti. Clarissa, tüm hayatının başrolü olan annesi Esta Vigilio gibi zarif ve güçlü bir hanımefendi olacaktı. Tüm bu acı dolu anıları hatırlamış olmasına rağmen on yedi yaşının aksine duygularını gölgelemekte ustaydı Clarissa. Dik duruşunu bir an bozmamıştı.

"Beni gözetliyordun."

"Gözetlemiyordum. Dikkatimi çeken farklı mizaçtaki bir kızı anlamaya çalışıyordum. "

"O davetten nefret etmiştim. Rinaldo beni katılmaya zorlamıştı."

Andreani'nin bakışları genç kızın yüzünde gezinirken yüzünde anlayışlı bir gülümseme belirmişti. Omuzlarını silkip, cevapladı genç kızı.

"Aslına bakarsan bende orada olmaktan memnun değildim. Byanca, bu tür davetleri çok sever. Kocası Dante, Roma'da değildi. Hamile olduğu için teklifini kıramamıştım. Zaten çok uzun kalmadık. Davet bitmeden ayrılmıştık."

"O günden sonra tekrar karşılaştık mı?"

Kısa bir an duraksamıştı Andreani. Sakin duruşuyla genç kızın yüzüne bakmış ardından ifadesiz sesiyle devam etmişti.

"O dönem İspanya görevinin kesinleşmesini beklediğim için Roma'da kalıyordum. Vaftizden birkaç hafta sonra seni Roma'daki kumaş satan bir tüccarın tezgahının önünde görmüştüm. Kısa bir andı."

"Kumaş tezgahının önünde? Ne işin vardı ki?"

Bu soru Clarissa'nın ağızından bir anda çıkıvermişti. Genç kız düşünmeden konuştuğu için kendisine öfkelenirken, Andreani usulca gülümsemişti. Ne düşünüyordu ki? Andreani, kumaş tezgahının önünde tek başına alışveriş yapacak en son insanlardan biriydi! Tullio Konağı'ndaki davette söylenenler doğru olmalıydı. Andreani'nin o zamanki sevgilisi kimse onunla olmalıydı.

"Sanırım cevap vermeme gerek yok. Anlamış görünüyorsun."

Andreani nazik tavrıyla yaptığı açıklama karşısında görünür bir tepki vermemişti Clarissa. Takındığı soğuk tavrıyla adama bakmayı sürdürürken, Andreani sözü tekrar aldı.

"Tüm bunlardan sonra, görevim kesinleşmişti. Bir hafta sonra, İspanya'ya giden geminin içindeydim. İlgimi çektiğin gerçekti fakat hem sen hazır değildin hem uzun zaman önce kabul ettiğim bir görevim vardı. Papa'yı bizzat temsil etmek için İspanya sarayına görevlendirilmiştim. Aylar önce kararlaştırılmıştı bozmam söz konusu değildi ve belirli bir zaman da verilmemişti. Döndüğümde seni görmek benim için büyük sürpriz oldu. Hatta meydanda gördüğüm ilk anda sen olduğuna dahi emin olamamıştım. Çok değişmiştin."

Omuzunu yasladığı taştan kemerin sert yüzeyi batmaya başladığında duruşunu düzelmişti Clarissa. Sırtını arkasındaki sütuna vermiş bununla birlikte karşısındaki adamla karşılıklı durmaya başlamışlardı. Gittikçe meraklanan genç kız, Andreani'yi ilgiyle dinlemeye başlamıştı.

"Değişmişsin derken ne demek istedin?"

"Artık gözlerinin içinde ürkek bir genç kız değil benim hayatım boyunca gördüğüm en güçlü ruha sahip kadın var. Tommasso'nun karşısına dikildiğin akşam anladım bunu. O akşam, geçen üç yılda evlenmiş olduğunu düşünmüştüm fakat soyadın hala Virgilio'ydu. Sonra Panzio Malikanesi'nde adeta kucağıma düştün. Sana tekrar rastlamam tesadüftü ya da kader. Bilmiyorum. Fakat minnettarım."

Clarissa, sırtını verdiği taş sütunda Andreani'yi dinlerken boğazına bir düğümcük oturmuştu. Andreani yumuşak ses tonu ile ortamı yumuşatmayı oldukça iyi beceriyordu. Duraksayan genç kız sohbetin gittiği yönü değiştirmeye karar vermişti.

"Parmağıma bu yüzüğü takmasaydım, muhtemelen bana bunları anlatmayacaktın. Önce sana boyun eğmemi..."

"Clarissa, biz seninle ilk kez tartışmadan, kavga etmeden sakin bir konuşma yapıyoruz."

Sözünü kestiği genç kızın konuşmasına izin vermemişti Andreani. Aynı kararlılıkla devam etti.

"Sana anlatmadım çünkü beni dinlemek yerine nefretini kusmakla meşguldün. Bitmek bilmeyen inadınla kendini benim tarafımdan satın alınan bir eşya gibi görüyor dikenlerini ard arda batırıyordun. Tabi bu tavırlarından vazgeçmiş değilsin. Her dakika dikenlerini batıracak an kolluyorsun."

Andreani'nin katlanılmaz derecedeki aşırı arsız ve küstah tutumu ile donakalmıştı genç kız. Adam tüm yaşananları kendi açısından değerlendirdiği gibi onu haksız çıkarmakta niyetliydi. Öfke kıvılcımları bedeninde karıncalanma yaratırken derin bir soluk verdi. Karşısındaki kendinden emin bir tavırla duran adamın yakasına yapışmamak için kendi ile savaşıyordu.

"Hayatımda gördüğüm en küstah en kaba en..."

Clarissa sözlerine devam etmek için duraksadığında, Andreani onu yüzünde bastırmaya çalıştığı gülümsemesi ile izliyordu. Adamın bu tutumu genç kızın öfkesini kamçılamaktan başka hiçbir şeye yaramıyordu.

"Peki buna cevap ver. Neden Rinaldo'ya gittin? Satın almak yerine bana bunları anlatabilirdin."

"Anlatsaydım, benimle evlenmeyi kabul eder miydin?"

Adamın rahat tavrı ile adeta öfkeden köpürüyordu Clarissa.

"Soruya soru ile karşılık veremezsin. Önce ben sordum!"

Genç adamın yüzündeki eğlenen ifade büyümüş beyaz dişleri ile gülmeye başlamıştı. Karşısındaki çileden çıkmış genç kızın, hareketleri ile eğleniyordu. Clarissa'nın daha da öfkeleneceğini bilerek cevapladı Andreani.

"Bu kez elimden kaçmana izin vermeye niyetim yoktu. Evliliğe ikna olmayacağını biliyordum. Yüzüme bizzat söylemiştin. Bende daha kesin bir yol seçtim. Ağabeyinle anlaştım."

Bununla birlikte öfke kıvılcımları Clarissa'nın tüm bedenini sarmıştı. Yeşim taşı gözleri öfkeden büyürken yanakları sinirden kıpkırmızı kesilmişti. O ana kadar elinde tuttuğu kese kağıdını hırsla yanındaki taşa bıraktığında bir adım öne çıkmıştı.

"Sen.. sen şeytanın vücut bulmuş halisin."

"Ben kilisenin askeriyim. En az sen kadar kalpten dindarım. Ve Tanrı, bu sözlerini duyuyor."

Genç kız, Andreani'nin hatırlattığı gerçeklerle duraksamak zorunda kalmıştı. Öfkeli yüzünde mahcup bir ifade belirirken, karşısındaki adamın arsızca sırıtmaya devam ettiğini gördü. Yaşadığı duygu karmaşası ile dudaklarının arasından öfkeli bir hırıltı yükseldi. Tuttuğu eteğiyle arkasına dönüp geldiği yöne doğru ilerlemeye başlamıştı ki hızla arayı kapatan Andreani kolunu kavrayıp kendine çekmişti.

"Seninle evlenmek için, ağabeyine gidip rızasını aldığım için pişman değilim. Fakat, eğer teklifimi kabul edeceğini bilseydim önce sana gelirdim. Bunu bilmeni istiyorum. Ayrıca ağabeyinle konuştuklarımızı benden duyman gerekiyordu. Özellikle uyarmıştım. Sana en düzgün şekilde, ben açıklayacaktım."

Andreani'nin parlak mavi gözleri kolları arasında tuttuğu genç kızın öfkeli yüzünde geziniyor, yumuşak ses tonuyla tekrar bir tartışma ortamı olmasını engellemeye çalışıyordu.

"Ne değişecekti ki arkamdan çoktan anlaşmıştınız. Hem seni tanıdığım ilk andan bu yana beni öfkelendirmekken başka bir şey yapmadın. Panzio Malikanesi'nde bana hakaret ettin üzerine tehdit mektubu gönderdin, Tullio davetinde peri kızları hakkında yaptığın iğrenç benzetmeni hatırlamak dahi istemiyorum. Son olarak da beni kaçırdın!"

Andreani'nin kollarının arasından çıkmak için debelenmeye başlayan Clarissa, adamın göğsüne öfkeyle vurduğunda söylenmeye devam etti.

"Şimdi de beyefendi duruşuna bürünüp yaptığın kabalıkları aklamaya çalışıyorsun."

Kolları arasında debelenen yüzü kıpkırmızı kesilmiş genç kızı kendisine iyice yaklaştıran Andreani, yüzüne eğilmişti. Öfkeyle parlayan yeşil gözler, adamın mavi gözlerine bakmaya başlamıştı.

"Senin de hanımefendi duruşunun arkasında keskin dilli bir kadın var. Birbirimize karşılıklı hakaret ettik bunu inkar edemezsin. Ayrıca, seni kaçırmam haricinde sana hep asil davranmaya çalıştım. Kaçırdığım için de pişman değilim. Ben senin ağabeyin değilim Clarissa. Bazı şeylere göz yummam. Beni tanıdıkça ne demek istediğimi anlayacaksın."

Hayli bilinçli ve kararlı bakışlar karşısında adeta dili tutulmuştu genç kızın. Andreani denizin maviliğinden aldığı mavi gözleriyle meydan okur gibi konuşmuyor sesini yükseltmiyor sakin fakat otoriter bir tavır çiziyordu. Andreani ile girdiği tek taraflı kavgayla iyice çileden çıkan genç kızın isyanı dilinden öylece dökülmüştü.

"Senden nefret ediyorum."

"Biliyorum. Defalarca dile getirdin."

Sözleri Andreani için hiçbir etki etmemiş aksine adamın yüzünde bir gülümseme belirmişti. Kolları hareketlenen adam, genç kızın beline sardığı elleriyle kendi göğsüne yaslamıştı. Clarissa, yüzünde Andreani'nin ceketinin yumuşak dokusunu hissederken nefes almasıyla adamın keskin erkeksi kokusunu içine çekmiş bulunmuştu. Bir eliyle genç kızı, geniş bedenine yaslı tutan Andreani boştaki eliyle genç kızın kulağının önündeki saçları çektiğinde eğilip fısıldamıştı.

"Senin aksine ben, seni seviyorum. Üç yıl önce gördüğüm o küçük kızı, Roma'ya döndüğümde gördüğüm sarı pançolu güçlü ruhlu kadını hayatımın bir parçası yapmak istiyorum. Sen öyle düşünmesen bile, senin hissettiklerini senin sevdiğin şeyleri önemsiyorum."

Kulağında ılık nefeslerini veren Andreani, yumuşak ve şefkat dolu sesi ile kendisine sakladığı gerçekleri ani kararla bir dile getirmişti. Andreani'nin beklenmedik itirafı ile allak bullak olan Clarissa, her nefes aldığında içine dolan yoğun erkeksi koku ve adamın göğsüne yaslı halde olmasıyla doğru düşünemeyecek kadar perişan haldeydi. Ellerini Andreani'nin göğsüne koyup adamı itmiş aralarına mesafe koymaya çalıştığında sesi titremişti.

"Sana inanmıyorum. Beni sevmiyorsun. Önemsemiyorsun da. Eğer öyle olsaydı, beni seninle nişanlamaya zorlamazdın. Seninle nişanlanmak istemiyorum ama bana zorla yüzüğünü taktırdın bile. Seninle evlenmek istemiyorum fakat çoktan nişanımızı tüm Roma'ya ilan ederek beni buna zorla sürüklüyorsun."

Andreani'nin tutuşundan kurtulan Clarissa, uyumuş beyninin tekrar yerine gelmesiyle birkaç adım geri çıkmıştı. Fakat itirafının ardından böyle bir tepki beklemeyen Andreani'nin yüz hatları sertleşmiş sesindeki şefkat uçup gitmişti. Genç kızın üzerine yürüyen adam, tepeden baktığında konuşmuştu.

"Eğer seni önemsemiyor olsaydım, senin sakinleşip beni dinlemeni günlerce beklemez elimde olan evlilik izniyle bir hafta içinde rahibin önünde evlenmiş olurduk. Oysa ben, senin bunları en iyi şekilde öğrenmen ve senin de beni istemen için elimden geleni yapmaya niyetliydim. Çünkü, yatağımda bana öfke kusan bir eşe katlanmak istemiyordum!"

Tepesinde dikilen adamın hiddetiyle hızlanan soluklarını yüzünde hisseden Clarissa, öfke ile karışık şaşkınlıkla kaskatı kesilmişti. Adamın yaptığı müstehcen yorum genç kızın hoşuna gitmemişti. Mavi gözlerindeki keskin ifadeyle ona bakan adama arkasına dönmüştü. Bir kez daha gitmeye niyetlendiğinde dudaklarında isyanı çıkıvermişti.

"İğrenç adamın tekisin. Ömrümün sonuna kadar sana öfkemi ve nefretimi kucağımdan şüphen olmasın."

Andreani, kendisinden uzaklaşan kızla arayı bir kez daha kapattığında bu kez belini kavrayıp kendisine çekmiş, sırtını bedenine yaslamıştı. Genç kızın karnının etrafına doladığı sert kollarıyla tekrar kulağına eğilmişti.

"Ömrünün sonuna kadar? Bana karşı hislerinin değişmeyeceğinden eminsin yani?"

Adamın bedenine doladığı kaya gibi sert kollarından kurtulmaya çalışıyordu Clarissa. Yerinde debelenen genç kız bir adım bile kıpırdayamamış aksine her debelendiğinde Andreani'nin tutuşu daha sert bir hal almıştı. Öfkeyle soluğunda cevap vermişti.

"Evet eminim. Öfke kusan bir eş istemiyorsan bence bu evlilikten bir an önce vazgeçmelisin."

"Üzgünüm. Vazgeçmeye niyetim yok. Bu kez keşfettiğim hazineyi kendime ayırmak konusunda kararlıyım. Seni istiyorum."

Bununla birlikte Clarissa'nın dudaklarından öfke dolu bir inleme çıkmıştı. Genç kız bir kez daha adamın kollarının arasından debelenmişti. Kontrol edemediği öfkesinin dışa yansımasıydı bu tutumu. Bir müddet Clarissa'nın öfke patlamasının dinmesini bekleyen Andreani, kolları arasında esir aldığı kadının durulmasıyla el çabukluğuyla kendisine döndürmüştü. Clarissa'nın öfkeden ıslanan yeşim taşı gözleri, parlarken oval hatlarla bezeli yüzü büyük ellerinin arasına aldı. Öfkeyle soluyan ipek yumuşaklığındaki yüze eğildiğinde sesi tekrar yumuşak tonundaydı.

"Zamanla beni seveceğine inanmak istiyorum. Ve eğer kalbini bana verirsen Clarissa, Tanrı şahidim olsun pişman olmayacaksın."

Genç adamın sesi arpların en gerçeği kadar berraktı. Hemen önünde yeşim taşı parlaklığında gözleriyle ona bakan her yanından hiddet tüten genç kızın hiddetinin usulca sönüp yerine manasız bir durgunluk yerleştiğini görebiliyordu Andreani. Elleri arasında tuttuğu çıkık elmacık kemikleri, dolgun dudakları ve gözlerini çevreleyen gür kahverengi kirpiklerin hakim olduğu oval biçimli saten parlaklığındaki yüz buğulu bakmaya başlamıştı.

Öfke dolu gergin anların ardından başı her dakika daha da yoğunlaşan kör bir acıyla zonklamaya başlamıştı genç kızın. Ona bakan adamı seçememeye başladığında, gözleri kararmış kendinde ayakta duracak gücü bulamamıştı. Elleri arasındaki yüzün değişimin farkında olan Andreani hızlı davranıp kavramıştı genç kızın kollarını. Clarissa ani bir göz kararması ile sendelerken, Andreani'nin tutuşu ile ayakta kalabilmişti. Ani baygınlıkla endişeye kapılan adam, onu kendiyle birlikte hemen önlerindeki nehre bakan basamaklara oturmuştu.

Sırtını taş duvara yasladığı genç kızın önüne çökmüştü Andreani. Bakışlarındaki endişe açıkça seçilirken bir yandan da genç kızın solgun yüzünde ellerini gezdiriyor iyi olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Yığılmış halde oturan Clarissa'nın gözlerinin önündeki karartı geçtiğinde yüzünün hemen önündeki bir çift mavi gözü seçmişti. Andreani'nin yüzünde dolaşan parmaklarının sert aynı zamanda nazik dokunuşları ile kısa bir an sersemlemiş olsa da duruşunu dikleştirdiğinde adamı kendinden uzağa itmişti.

"Çek ellerini üzerimden! Bayıldığım falan yok! Sadece gözlerim karardı!"

Clarissa'nın ani hareketi ile kısa bir şaşkınlığın içine düşen Andreani, genç kızın inatla korumaya çalıştığı dik duruş karşısında gülmeden edememişti. Geri çıkan adam, sırtını Clarissa'nın karşısındaki taş duvara yaslanıp yönünü ona dönmüştü.

"Sen aynı zamanda nankörsün de, tutmasaydım yere yığılacaktın. Lakin sözlerimin bu kadar etki edeceğini bilseydim daha önce söylerdim. Baksana kollarımda kendini kaybettin."

Clarissa eteğini düzeltip, oturuşunu ayarladığında önündeki bakışlarını adama çevirip çıkıştı.

"Aptal adam, sadece gözlerim karardı diyorum. Senin gibi kaba ve küstah bir adamla tartışmak benim tahammül sınırlarımı aşıyor! Ayrıca sözlerinin etki etmesi için önce onlara inanmam gerek. Ve sen, kelimelerle arası iyi olan bir diplomatsın. Bende süslü kelimelere inanmayacak kadar zeki bir kadınım."

"Ben her kadına kendi ellerimle şekerleme alıp hayatımı onunla geçirmek istediğimi ve onu sevdiğimi söylemiyorum Clarissa."

Andreani ile tartışmak çok anlamsızdı. Adam tartışma yaratmamaya paye vermemek için elinden geleni yapıyordu. Tek taraflı girdiği kavgadan bitkin düşen Clarissa, cevap vermeye gönlü olmadığını göstermek istercesine yüzünü buruşturmuş bakışlarını nehre çevirmişti.

Clarissa'nın şaşkın zihninde Andreani'nin anlattıkları ile tuhaf yapbozun tüm ayrıntıları acı bir biçimde tastamam yerine oturmaya başlamıştı. Genç adam karşısında şaşkına dönmüş sükûnet içinde oturan genç kızı incelemeye daldı. Cazibesine hayret etti. Fakat onu cezbeden kızın vücudundan çok cesareti, sivri dilinin altındaki küçük kız çocuğu, duygularını saklamaktaki yoğun çabası ve ışıldayan yemyeşil gözlerinin altındaki sıcak bakışlardı. O sıcak bakışı ilk an göremezdiniz hatta kızın bakışları çoğu zaman buz gibi duygusuz olurdu lakin kızgında, utandığında kontrolü elden kaybeden genç kız bir yıldız gibi ışıldayarak gerçek benliğini size sunardı. Bu sadece bakmasını bilen gözlerin görebileceği kadar değerli bir hazineydi.

Andreani'nin bakışlarının üzerinde dolaştığının farkındaydı Clarissa. Bir müddet hiçbir şey söylememiş oralı dahi olmamıştı. Umursamaz görünmeye çalışarak, harabelerin sunduğu muhteşem güzellikleri izlemeye devam etmişti. Fakat geçirdiği öfke patlamalarıyla sinirleri iyice gevşeyen genç kız soğukkanlı edasını koruyamıyordu. Yoğun mavi gözlere döndüğünde çıkıştı.

"Bana incelemekten vazgeç. Hoşuma gitmiyor."

Clarissa'nınn huysuz sesi ile dudaklarının kenarında ince bir gülüş olmuştu adamın. Üzerinden çekmediği gözleri ile konuştu.

"Kilo vermişsin. Gözlerinin altı çökmüş. Üstelik nişanlanalı sadece bir buçuk hafta oldu. Umarım, rahibin önüne bir deri bir kemik çıkmak gibi bir niyetin yoktur."

Rahibin önüne Andreani ile çıkıp evlilik yeminini etmek Clarissa'nın içine öfke ile karşılık bir korku salmıştı. Yapmacık bir alayla geçiştirdi genç kız.

"Rahibin önüne çıkmak gibi bir niyetim yok."

Genç kızı sözlerini duymamıştı Andreani. Karşısında oturan lavanta rengi elbisesinin içindeki kıza son kez göz gezdirdiğinde yerinde doğruldu ve hala yerde oturan genç kıza elini uzattı.

"Hadi seni eve bırakalım. Yeterince yorucu bir gün oldu."

Clarissa bir müddet adamın kendisine uzattığı büyük eline bakmış ardından sakınmadığı hoşnutsuz ifadesi ile arkasındaki duvardan destek alarak ayaklanmıştı. Andreani'nin havada kalan eline oralı olmayarak geçip gitmişti. Yanından geçen kıza yüzündeki kaygısız ve keyifli gülümsemesiyle baktı Andreani. Genç kızın taşa bıraktığı kese kağıdını eğilip aldığında harabelerin çıkışına ilerlemeye başlamışlardı.

Kendisine eşlik eden Andreani ile harabelerden çıkan Clarissa, konuşmanın bittiğini ve adamdan kurtulacağı için rahatlarken gözleri uşakları Ivan'ı aramıştı. Harabelerin geçtiği yol üzerinde tek at arabası gördü. Tommasso'nun yanında durduğu Ludovico armalı cilalı at arabasından başka bir araba yoktu. Kuşku dolu gözlerini yanında ilerleyen Andreani'ye çevirdi.

"Ivan nerede? Beni o getirmişti."

"Tommasso onu gönderdi. Seni ben bırakacağım."

Derin bir iç çeken Clarissa, bıkkınlıkla nefesini dışarı verdiğinde Andreani teklifsizce elini kavramış onu Ludovico armalı at arabasına çekmişti. Arabacısına başı ile gerek duymadığını işaret eden adam, kapı önünde onu bekleyip kabine girmesine yardım etmişti. Clarissa'nın içeriye geçmesi ile yanına yerleştiğinde arabaları hareket etmişti. Atların toprak yolu dövmesi ile tekrar Roma'nın şehir merkezine ilerlemeye başlamışlardı.

Andreani'nin ile yan yana oturmaları ile huzursuzlanan genç kız oturduğu yerde küçük pencerenin önüne kayarak gözünü kalabalık Roma sokaklarına dikmişti. Bugün duyurulan nişan haberinin çoktan tüm Roma'da dillen dile konuşulmaya başladığını ve kasırga misali Roma'yı altüst ettiğini tahmin etmek genç kız için zor değildi. İçine derin bir nefes çektiğinde, artık tüm Roma biliyor diye sessiz bir şekilde yakındı. Şimdi tüm Roma nasıl tanıştıklarını, Asilzade Andreani Ludovico'nun neden asil olamayan bir gelin seçtiğini, ne zaman evleneceklerini tartışıp duracaktı. Bu da hali hazırda göz önünde olmaktan ve evliliğe gönlü olmayan genç kızın üzerindeki baskıyı daha da arttıracaktı.

Yolculuk boyunca bir daha konuşmamışlardı. Andreani'nin ısrarlı bakışlarını üzerinde hissetse dahi dönüp adama bakmamakta diretmişti Clarissa. Arabaları, Virgilio Konağı'nın önünde durduğunda Andreani'nin arabacısı kapıyı onun için açmıştı. Clarissa, inmeye niyetlendiğinde genç kızın elini nazikçe kavramıştı Andreani. Yavaşça ona dönmüştü Clarissa. Genç adamın yumuşak ses tonunun arakasında gizli olan kararlı ifade Clarissa'nın kanını donduruyordu.

"Anlattıklarımı düşün. Sana olan ilgim üç yıl öncesine dayanıyor. Bana meydan okuduğun için hırsla verilmiş bir karar değil. Seninle gerçekten bir hayatı paylaşmak istiyorum. Şimdi mutlu değilsin fakat ilerde birlikte mutlu olacağımıza eminim. Ve bunun için de elimden geleni yapmaya hazırım. Fakat senden istediğim tek bir şey var. Beni ezip geçmemen. Eğer herhangi bir şekilde arkamdan iş çevirdiğini ve evliliğin iptali için bana ihanet etmeye kalktığını hissedersem, işte o zaman tavrım hiç hoşuna gitmeyecektir."

Clarissa, korkusunu mağrur duruş ile gölgeledi.

"Bitti mi?"

Adamın keskin mavi gözleri genç kızın gözlerinde dolaşıyor kendisini anlayıp anlamadığını ölçmeye çalışıyor gibiydi. Elinde tuttuğu içinde şekerlemeler olan kese kağıdını kızın eline tutuşturduğunda otoriter sesiyle konuşmuştu.

"Bitti. Birkaç gün sonra tekrar görüşürüz. "

Elindeki kese kağıdı ile ayrılmıştı adamın yanından Clarissa. Arkasına dahi bakmamış, hızla kendini Virgilio Konağı'nın içine atmıştı. Konağın geniş kare holünde ilerleyen genç kız, üst kattan gelen tartışma sesleri ile duraksamıştı. Şaşkın bakışlarını üst kata ulaşan merdivene çevirdiğinde Berta yanında belirmişti.

"Hanımım Bay Cesare geldi. Ağabeyiniz ile nişanı tartışıyorlar."

Bıkkınlıkla gözlerini devirmişti Clarissa. Cesare, Tullio davetinin ardından Venedik'e gitmişti. Ticaret anlaşması için bir buçuk hafta süresince Roma'da olmayan adam, bugün dönecekti. Şehre döndüğünde kuzeninin Asilzade Andreani Ludovico ile nişanını duyduğunda büyük bir şaşkınlığın içine düşmüş olmalıydı.

"Anladım Berta. Sen bunu al."

Hizmetlisine içinde şekerlemeler olan kese kağıdını bırakmış, salonda tartışan ağabeyi ve kuzeninin yanına gitmek için hareketlenmişti. Fakat ani bir kararla duraksayan Clarissa, arkasında endişeli gözlerle onu izleyen hizmetlisine dönmüştü. Parmağında taşıdığı yeşil safir yüzüğü çıkaran genç kız Berta'ya uzatmıştı.

"Bunu da al. Kutusuna koyarsın."

Berta'nın eline tutuşturduğu yüzükle merdivenleri çıkmaya başlamıştı. Kuzeni Cesare, uğradığı haksızlık için ağabeyi ile tartışırken, kuzenin karşısına Andreani'nin nişan yüzüğü ile çıkmayacaktı.

Virgilio salonunun kapısının önünde belirdiği ilk an tüm gözler ona dönmüştü. Rinaldo büyük şöminenin önünde bir ayağını şöminenin demirliklerine dayamıştı. Cesare adamın tam yanında elini şöminenin geniş rafına yerleştirmiş ona bakıyordu. Guliano ise normal zamanın aksine üzerinde sivil kıyafetleri ile geniş koltukta oturmuştu. On altı yaşındaki kardeşinin gözlerindeki hoşnutsuzluk açıkça seçiliyordu. Lucrezia'nın ortalarda olmadığını gören Clarissa, sevinmişti.

Cesare, Rinaldo'nun yanından ayrılıp salonun ortasına doğru birkaç adım attığında yönünü genç kıza dönmüştü.

"Tanrıya şükür! Seni bekliyorduk. Rinaldo'nun gevelemelerinin aksine bana doğru düzgün bir açıklama yapacak mısın? Daha birkaç hafta önce bana asla evlenmeyeceğini söylüyordun. Şimdi nişanlandığını öğreniyorum. Üstelik bir yabancıdan. Kendi kuzenimin nişanını!"

Güçlükle yutkunan Clarissa, salonda ilerleyip geniş konsola narin belini dayadığında söyleyecek bir söz arıyordu. Hüznün hakim olduğu yeşim taşı gözlerini, şöminenin içinde yanan odunları izleyen ağabeyine çevirdiğinde güçlükle konuşmuştu.

"Rinaldo anlatmış olmalı. Andreani Ludovico, benimle evlenmek istediğini söylemiş Rinaldo'da evlenmemize karar vermiş."

Cesare bununla birlikte şaşkınlıkla karışık öfkeli bir kahkaha atmıştı. Kuzenini iyi tanıyan adam, genç kızın sesindeki çatlamanın ne anlamaya geldiğini biliyordu. Bunlar Clarissa'nın acı dolu sözleriydi. Kuzeni acısını saklamaya çalışıyordu.

"Bu kadar mı? Sende razı geldin."

Gözyaşlarını engellemek için arkasındaki konsolu sıkı sıkıya kavrayan genç kız, ne söylemesi gerektiğini bilmiyordu. Kuzeni Cesare, bankanın batacağını ve bunu engellemek için Clarissa'nın Andreani ile evlenmesi gerektiğini öğrendiğinde buna öylece sessiz kalmayacaktı. Fakat orta halli bir tüccar olan kuzeninin elinden ne gelirdi ki? Adamın bankayı kurtaracak kadar mali durumu olmadığını biliyordu Clarissa. Cesare belki Andreani'nin kendisi ile evlenmesine mani olmak için uğraşırdı fakat bankaların batmasına engel olamazdı.

Cesare'nin yanında durmasına minnettar olan genç kız, iki adamın arasında dönen para mevzusuna değinmeden durumu en düzgün şekilde açıklamaya çalıştı.

"Andreani Ludovico ile Papa Cenaplarının düzenlediği şenlikte tanıştık sonra Juan Panzio ile iş görüşmesine gittiğimde karşılaştık. Adamın vaftiz oğluymuş. Her neyse benim tercihim değildi. Rinaldo'nun kararı ile kendimi adamla nişanlı buldum."

Bakışlarını şöminenin içinde yanan odunlardan ayıran Rinaldo, üzerindeki ceketi hırsla düzelttiğinde salondakileri ikna etmek ister gibi gür sesiyle konuşmuştu.

"Asilzade Andreani Ludovico Clarissa için uygun bir eş. Kiliseye yakın asil bir aileye mensup aynı zamanda İtalya'nın en iyi askerlerinden. Yaşlı, çirkin, beş kuruşsuz bir adam da değil. Clarissa'yı önemsiyor ve onun olanı önüne sermeye niyetli. Ne yapsaydım? Kardeşimin rahat bir hayat sürme şansını elimin tersi ile iste miydim?"

Şöminenin demirine koyduğu ayağını hırsla çekti Rinaldo, Cesare'ye doğru birkaç adım attığında elini adama doğrultmuştu.

"Hem sana ne oluyor? Clarissa'nın ağabeyi benim. Kardeşimin rahat bir hayat sürmesine karar verdiğim için, hesap vermeyeceğim Cesare."

Üzerine yürüyen kuzenini karşılayan Cesare, birkaç adım attığında karşılıklı duruyorlardı iki kuzen.

"Aptal herif, Clarissa'nın rahat bir hayatı olmasını bende istiyorum. Fakat aynı zamanda aşık olarak evlenip mutlu bir hayat sürmesini de istiyorum. Günün birinde evlenecekse bu senin zorlamanla değil kendi rızası ile olmalıydı! Onu mutsuz bir hayata sürüklememeliydin!"

Cesare'nin sözleri genç kızın yüreğine adeta yaralayıcı hançerler gibi saplanıyordu. Belini dayadığı konsolda kımıldamadan kuzeni ve ağabeyinin kendi geleceği hakkında tartışmasını izleyen genç kız kendinde araya girecek gücü bulamamıştı. Ne var ki iki adamın da muhatapları kendisi değil birbirleriydi.

"Aşk! Aptal olan sensin Cesare! Aşk diye bir şey yoktur. Aşk dedikleri şey, basittir anlıktır. Gelip geçici bir hevesi gözünüzde çok büyütüp ona ad takmaktır. Sizin gibi aptalların inandığı peri masallarından ibarettir!"

Öfkeli ağabeyinin ağızından çıkan sözlerle bakışlarını yerden kaldırmıştı Clarissa. Endişeli gözleri Cesare'yi bulduğunda ağabeyinin yaptığı gafın kuzeni üzerindeki etkisini açıkça görebiliyordu. O an kendi acısını unutan genç kız hızla yerinden doğrulmuş, iki adamın arasına girmişti. Cesare'nin göğsüne koyduğu elleriyle kuzenini Rinaldo'dan uzak tutmaya çalışıyordu. Fakat Cesare'nin yüz rengi çoktan kırmızıya çalmıştı. Ellerinin altındaki bedenin, kaskatı kesildiğini hissedebiliyordu Clarissa. Guliano'da ayaklanmış endişeli gözlerle olan biteni izliyordu.

Birkaç adım geri çıkan Rinaldo'nun sesi öfkeli halinden eser kalmamıştı. Ellerini havaya kaldıran adam, suçsuzluğunu dile getirdi.

"Cesare, onu kastetmemiştim. Aklıma dahi gelmemişti."

Kuzeninin yaşadığı acı kaybın en yakın şahitlerinden biri olan Clarissa, endişeli gözlerle adama bakıyordu. Yara eskisi kadar can yakmasa da ara ara kendini hatırlatmaktan geri kalmıyordu. Hafifçe düşmüş bakışların ardındaki hüznü görüyordu genç kız. Cesare'nin konuşmaması üzerine tekrar açıkladı kendini Rinaldo.

"Tamam. Bu konudaki hassasiyetini biliyorum fakat Clarissa'nın durumu aynı değil."

"Cesare, hadi biz köşkün bahçesine çıkıp hava alalım."

İyi niyetli ağabey rolünü hakkıyla oynadığını düşündüğü adama onaylamayan ifadesi ile bakmıştı Clarissa. Yıllar boyunca ağabeyine karşı cömertçe sevgisini sakınmayan genç kız o an aralarında kilometrelerce uzaklık olduğunu düşünüyordu. Annesinin vefatıyla hayatının merkezine koyduğu ağabeyinden gözlerini aldığında, Cesare ile köşkün bahçesine çıkmışlardı.

İki kuzen birlikte köşkün beyaz demirden masa ve sandalyelerin olduğu köşeye geçmişlerdi. Karşılıklı oturduklarında Clarissa söze başlamıştı.

"Rinaldo'ya ben de kızgınım fakat onu kastettiğini sanmıyorum. Kaybına hepimiz büyük bir saygı duyuyoruz."

Hissettiği hüznü bir kenara bırakan Cesare, anlayışlı ifadesi ile gülümsediğinde kuzeninin gözlerinin içine bakmıştı.

"İyi olacak mısın? Mutsuzluğa sürüklenmeni istemiyorum. Belki yasal olarak değil ama bende en az Rinaldo kadar ağabeyin sayılırım. O adamla konuşabilirim. Rinaldo'dan daha sert bir duruş çizeceğimden eminim."

Yeşim taşı gözler acı dolu bir minnetle bakıyordu. Cesare'nin yanında olduğunu hissetmek genç kıza iyi geliyordu. Fakat Cesare'nni elinden bir şey gelmeyeceğini bilen Clarissa, Andreani ile karşı karşıya gelmelerini istemiyordu.

"Hayır, Buna gerek yok. Aranızın gerilmesini istemiyorum. Senin benim yanımda olup, desteğini sunman yeterli."

"Clarissa, sen o adamdan korkuyor olamazsın değil mi? Sen yalnız, kimsesiz değilsin. Onun kadar asil ve zengin olmayabilirim ama kuzenimi üzmesine de göz yummam."

Kuzeninin sevgisi ile kendini daha güçlü hissetmişti Clarissa. Kendisine şefkatle bakan adama tüm gücüyle sarılmıştı. Düştüğü karanlık bulutun ortasında, kuzeninin sözleri ile güneşin tekrar kendisini gösterdiğini düşünmeye başlamıştı. Adamın kollarından çıktığında yüzünde kendine daha güvenen bir ifade vardı.

"Andreani'den korkmuyorum. Bence o korkmalı. Geleceğinden. Çünkü hayatının içine zehir saçmakta oldukça kararlıyım."

Bununla birlikte Cesare'nin yüzünde gülümseme belirmişti. Kuzeninin inatçı ve keskin dilli ruhunu iyi bilen adam genç kızın sözlerini uygulayacağından emindi.

"Eminim yaparsın."

Yüzünde küçük bir tebessüm oluşmuştu genç kızın. Durumun karanlık gerçeklerini bilmeyen Cesare, biraz olsun rahatlamıştı fakat Clarissa'nın yorgun zihni karmaşa içindeydi.

"Sanırım, yarın sanat atölyesine uğramalıyım. Pietro, nişan haberini duyduğunda şaşıracaktır. Ona da bir açıklama borçluyum."

Başını olumsuz anlamda sallamıştı Cesare.

"Pietro, Roma'da değil. Venedik'e gitmiş."

Clarissa'nın duyduklarıyla kaşları çatılırken dudakları arasından 'nasıl' diye bir şaşkınlık nidası çıkmıştı.

"Venedik limanındaki mal getiren gemilerde sorun çıkmış. Babası üç gün önce onu gemileri kontrol için Venedik'e yollamış. Sanırım bir süre orada kalması gerekecekmiş. Fakat sana mektup bırakmış. Micho, gitmeden önce seni göremediği için çok üzgün olduğunu bu nedenle mektup yazdığını söyledi. Bende bugün buraya geleceğimi söylediğimde, Micho mektubu bana verdi."

Bununla birlikte Cesare ceketinin iç cebinden çıkarttığı mektubu genç kıza uzatmıştı. Arkadaşının mektubunu alan Clarissa, yanındaki masanın üzerine bıraktığında yerinden kalkmıştı Cesare.

"Gitmem gerek. Roma'ya ayak basar basmaz önce sanat atölyesine sonra buraya geldim. Tükenmiş durumdayım. Şimdi gidiyorum fakat ihtiyacın olduğunda yanındayım."

Kuzeninin yüzündeki sıcak gülümseye karşılık veren Clarissa, içtenlikle gülümsemişti. Eğilip genç kızın alnından öpen Cesare, Virgilio Konağı'nın renkli bahçesinde ilerlemiş ardından gözden kaybolmuştu.

Beyaz demir masaya bıraktığı mühürlenmiş mektubu eline aldı Clarissa. Mührü kırdığında beyaz parşömenin üzerine işlenmiş keskin hatlı el yazısını okumaya başlamıştı. Pietro, büyük bir kibarlıkla Venedik'e gitmesi gerektiğini uzun uzun anlatmış ardından üzülerek portrenin bitme tarihinin uzayacağından söz etmişti. Bir arkadaşın başka arkadaşına yazdığı olağan samimi bir mektuptu bu. Fakat, mektubun son satırlarına gelen Clarissa arkadaşının yazdıklarıyla meraklanmıştı.

"Venedik'ten döndüğümde seninle konuşmak istediğim önemli bir konu var. Tanrının güzelliğinin kırıntısını yakaladığımı düşünüyorum Clarissa."

Pietro Serio.

YAZAN; MİRENA MARTİNELL

Okuduğunuz için teşekkür ederimmm. Oylarsanız çook sevinirim :) Ayrıca yorumlarınızı okumaktan da keyif alırım.

Keyifli okumalar, bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top