Bölüm 8 -"Su Perisi Daphne"

"Dünyadaki yerini bulman gerektiğini düşünüyorum."

Muhteşem Güzellik

Bölüm 8 - Su Perisi Daphne

Clarissa her an içine ağır ağır saplanmaya başlayan korku kıvılcımlarını ile gözleri faltaşı gibi açılmış iri yarı sarışın adama bakıyordu. Tommasso sapkın gülüşüyle kıza şöyle bir bakmış ardından kolunu tutup onu dışarıya çıkartmıştı. Adamın cüreti karşısında büyük bir şaşkınlık yaşayan Clarissa, adamın tutuşundan kurtulmak için var gücüyle çırpınmaya başlamıştı. Lakin iri yarı adam oralı değildi. Zorlanmadan genç kızı taş sokakta kendiyle birlikte sürüklemeye başlamıştı. Kolu acıyan Clarissa ayaklarıyla zeminden güç alıp ilerlemekte inat ettiğinde siyah, delici bakışlarını ona çevirdi Tommasso.

"Eğer kolunuzu kırarsam, efendim aynı şeyi benim üzerimde de uyarlayacaktır. O yüzden rahat durun."

Adamın kaygısız sözleriyle, histerik bir kahkaha atmıştı Clarissa. Öfkesi korkusunun önüne geçtiğinde, serbest olan eliyle adamın omzuna vurdu.

"Sen benim kolumu nasıl kır-"

Sözlerini tamamlayamadan bir başka at arabasının kapısının açılmasıyla, içine ittirilmişti genç kız.

Dengesini kaybeden Clarissa arkasındaki koltuğa düştü. Yaşadığı şok ve kolundaki acıyla kalakalmışken at arabası hareketlenmişti. Bir elini acıyan koluna götürdüğünde, karşısındaki koltukta tüm sakinliğiyle onu izleyen Andreani'yi gördü. Parıldayan mavi gözleriyle, karşısındaki dağılmış kızı baştan aşağıya süzüp perdesi aralık camdan dışarıyı seyretmeye başlamıştı.

Beyninden vurulmuşa dönen Clarissa, bir an ne yapacağına karar verememişti. Çıldırmış gibi etrafına bakınıyordu. Nereye götürüldüğünü bilmeyen genç kızın içinde korku, gittikçe artmaya başlamıştı. Büyümüş yeşil gözlerini, karşısında oturan adama çevirdi.

"Nereye gidiyoruz?!"

Duruşunu bozmadı Andreani. Yüzü taştan oyulmuş gibi kaskatıydı.

"Andreani, resmen kaçırdın beni. Nereye gidiyoruz tanrı aşkına?!"

Sessizlik dolu duvara çarptı bir kez daha Clarissa. Adam onu duymuyor gibiydi.

"Andreani!!"

Bu kez de cevap gelmeyeceğini anlayan genç kız, iki yanındaki perdeleri açıp baktı. Roma'nın çıkışına doğru ilerliyorlardı. O ana kadar korkusunu ve paniğini dizginlemeye çalışmıştı fakat Roma'nın dışına çıktılarını gördüğünde tüm kontrolünü kaybedip büyük bir panik dalgasıyla tekrar adama döndü.

Tüm sakinliğiyle dışarıyı izliyordu. Yüzünde tek bir ifade yoktu. Clarissa'nın varlığını adeta reddediyordu. Önce sakinleşmek için derin bir nefes aldı. Ardından Andreani'nin karşısına oturduğunda ses tonunu sakin tutmak için var gücüyle savaşmıştı.

"Andreani, nereye gidiyoruz?"

Saklamaya çalıştığı panikle ona bakan nişanlısının yüzüne çevirdi bakışlarını Andreani. Zarif kumral kaşlarının altında kristaller kadar berrak olan korkudan irileşmiş gözlerin hakim olduğu yüz, duru güzelliğe sahipti. Kibirli, mağrur duruşunu kaybolmuş kız, cevap almak umuduyla gözlerinin içine bakıyordu. Ne var ki bu itaatkar hallerin sahte olduğunun farkında olan Andreani, umursamaz edasıyla kızın yüzünü inceledikten sonra tekrar kızı yok saymaya devam etti.

Üzerine yönelen dipsiz mavi gözlerle tüm bedeni diken diken olan Clarissa, titrememek için kendini zor tutmuştu. Mavi gözler o kadar derindi ki yutkunmak zorunda hissetmişti. İnatçı gururunu kırıp bir kez daha denemeye karar verdi.

"Andreani?" bu kez ses daha sakindi.

Bakışlarını dışarıdan çevirmeden konuştu adam.

"Sonunda adımı öğrenebilmiş olman güzel Clarissa."

Kızı yerinde sindirmek istercesine mavi, gözlerini ona döndürdüğünde devam etti.

"Nereye gittiğimizi söylemeyeceğim. Gidince göreceksin. Bilmen gereken tek şey, uzun bir konuşma yapacağımız. Bir saatlik yolumuz var. O süre zarfında sesini duymayacağım."

Sözlerini bitiren Andreani bir anda hiç konuşmamış gibi sessizleşiverdi.

"Andreani beni kaç-"

"Clarissa! Sesinin duymayacağım!"

Andreani taş gibi hareketsiz duruşuyla adeta konuşmamış, kükremişti. Kocaman olmuş gözlerle oturduğu koltukta adama bakan Clarissa, istemsizce yerinden sıçramıştı. Fakat Roma sokağında adeta bir çuval gibi sürüklenerek Andreani'nin at arabasına atılmasıyla uğradığı küçük düşürücü durum canını sıkıyordu. Yeşil gözleri farkına varmadan at arabasının küçük kapısına dönmüştü. Genç kız, kapıya uzanıp uzanmamak konusunda büyük bir kararsızlığın içindeyken Andreani'nin tok sesini duydu.

"Bu arabanın içinden çıkabileceğine gerçekten inanıyor musun?"

Bu dakikadan sonra daha fazla konuşma cesaretini göstermedi. Dilinin ucuna gelen iğneleyici sözleri kovmaya çalıştı. Bu kez ona yakışmayan bir pes edişle kucaklayacaktı durumu. Tutuğu etekleriyle at arabasının içinde adamdan en uzak noktaya oturup ölüm sessizliğine dahil oldu.

Sessizlik içinde geçen yolculukla düşüncelerini toplamayı başarmıştı Clarissa. Andreani'nin kendisine zarar vermeyeceği konusunda kendini uzun uzun teskin ederken bir süre daha huzursuzca oturmuş ardından kendine acıkmaktan sıkılmıştı. Göz ucuyla heykel gibi kıpırtısız adama baktığında, aynı şekilde karşılık vermeye karar vermişti. Küçük kabinin içinde birbirlerinin nefes alış verişlerini duymak dahi zorlaşmıştı. Toprak yolda ilerleyen at arabasının sesinden başka ses yoktu. Bir ara perdeyi aralayan genç kız, batmakta olan güneşi izlemeye başlamıştı. Korkusu, paniği yok olmuştu. Biraz düşündüğünde kendisinin de Andreani'nin ile konuşmak yüzleşmek istediğini bile fark etmişti.

Bir saatlik yolculuğun ardından at arabası biraz olsun yavaşladığında, yanındaki küçük perdeyi tekrar araladı Clarissa. Taş duvarların ortasına yerleştirilmiş, kemerli demir kapı yaklaşmalarıyla açılmıştı. İhtişamlı, yüksek ağaçların olduğu bahçeye girdiklerinde taş yolda ilerlemeye başlamışlardı. Nefes kesici kır manzarasının ortasına konumlanmış iki katlı beyaz renk taştan bir malikane vardı.

At arabası malikaneye yaklaşırken, hala parmaklarıyla perdenin ucunu tutan Clarissa konuşamayacak durumdaydı. Taştan yapı Panzio malikanesinin iki katı büyüklüğündeydi. Yemyeşil bahçeyi kucaklayan taş yapı batan güneşin altın rengi ile göz kamaştırıcı bir görüntü veriyordu. Beyaz mermer kemerli girişi oldukça gösterişliydi. Kemerin iki yanında küçük aslan heykelleri vardı. Bahçe yemyeşil, ağaçlar o kadar canlıydı ki... Clarissa sayamayacağı kadar çok yeşilin tonuna sahip bahçe karşısında adeta büyülenmişti.

Malikanenin yüksek mermer kemerli girişinin önünde, at arabasına bakan iki hizmetliyi gördüğünde, girdiği düş dünyasından hızla çıktı. Sakinliği o an kaybolan kız hayret içinde Andreani'ye döndü.

"Sen, beni kendi evine mi getirdin?"

Cevap gelmedi. At arabasının durmasıyla yerinden kalkan adam arabadan çıkmıştı. Teklifsizce elini hala içeride oturan genç kıza uzattığında adamın elini tutmak mecburiyetinde kaldı Clarissa. Ayağı zemine bastığında, kısa taş yolun sonunda hizmetlilerle göz göze gelmişti. Hızla gözlerini kaçırdı. Genç kıza şaşırma hakkı tanımayan Andreani, kızın elini bırakmadan kendiyle birlikte ilerlemeye zorlamıştı. Onları izleyen hizmetliler karşısında sorun çıkarmak istemeyen Clarissa, can havliyle kendini adamın önüne attığında kısık ama sitem dolu sesiyle konuşmuştu.

"Andreani, beni kendi evine nasıl getirirsin?! Giremem. İsa aşkına, biraz makul olur musun? Senin evine giremem."

Ellerini yukarı kaldırıp kızın kollarını sertçe tutan Andreani'nin yüzündeki kararlı ifade keskindi.

"Bugün kilisenin önünde yaptığın rezillikten sonra makul olmak umurumda değil. Şimdi öyle ya da böyle, bu eve gireceksin. Ya kendi rızanla girersin ya da zorla içeri sokarım. Seçim senin."

Andreani'nin sakin ama karşı koyması imkansız ses tonuyla irkilmişti Clarissa. Hemen önünde dikilen adamın nefesini yüzünde hissetmek son inatçı çırpınışları da yok etmişti. Hiçbir kaçış yolu olmadığını anladığında, arkasındaki hizmetlilere rezil olmak istemediğine karar verdi. Eğer eve girmemekte inat ederse, Andreani onu sürükleyerek içeri sokardı. Yapardı.

"Tamam, lanet olası gireceğim."

Teslimiyeti adından bu kez elini daha sıkı kavrayan Andreani ile kısa taş yolda ilerleyip, malikaneye ulaşan kısa merdivenleri çıktı. Çift kanatlı yüksek ahşap kapıyı geçtiklerinde malikanenin içindelerdi. Taştan yapı göz kamaştırıcıydı, loş bir havası olmasına rağmen iyi aydınlatılmıştı. Yüksek duvarlara sabitlenmiş gösterişli avizeler küçük heykellerle süslenmiş holde duraksadıklarında, hizmetlilerden birinin nazik gülümsemesiyle karşılaştı. Boştaki eliyle pançosunun iplerini çözüp kadının almasına müsaade etmişti. Kısa duraksamalarının ardından elini bırakmayan Andreani ile geniş holde ilerleyip büyük bir salona varmışlardı.

Koyu kahve krem tonlarının hakim olduğu salon oldukça gösterişliydi. Yüksek duvarlar koyu renkteydi; büyük gösterişli bir şömine onun hemen önünde konumlandırılmış koyu yeşil koltuklar, parlak ahşap mobilyalar, tüm odaya hakim büyük camların çevresinde krem rengi yere uzanan perdeler ile Ludovico Malikanesi oldukça zevkli döşenmişti. Bu zevkin sahibini merak etmeden edememişti Clarissa.

Salonun ortasına ilerleyip genç kızın elini bıraktı Andreani. Özgürlüğünü geri almanın rahatlığıyla adamdan birkaç adım uzaklaşan genç kız ellerini önünde kenetleyip çevresine bakınmaya başladığında, biraz önce girdikleri kapıdan Tommasso içeri girmişti. Adamın elindeki rolü halindeki kağıtların Pietro'nun ona verdiği eskizler olduğunu anladığında yargılayıcı bakışlarını, Tommasso'ya çevirdi. İri yarı adam şüphesiz genç kızın şimdiye kadar gördüğü en ürkütücü adamdı. Yeşil gözleriyle adamı öldürmek ister gibi bakarken Tommasso oralı değildi. Hızlı adımlarla salonun ortasındaki Andreani'nin yanına gelip, elindeki ruloyu uzattı.

"At arabasının içinden çıktı."

Boğuk sesiyle konuşan sağ kolunun uzattığı ruloyu aldı Andreani.

Nerdeyse aynı boyda olan iki adamı izliyordu genç kız. Bakışmalarındaki ince değişimleri fark etmişti. Andreani bir emir vermiş gibi bir anda hareketlenen Tommasso topukları üzerinde dönüp arkasındaki salonun kapısına yürüdü. Çift kapaklı kapıyı tutan adam, arkasından kapatırken genç kıza sırıtmayı da ihmal etmemişti.

Olağan zamanda Tommasso'nun ona karşı takındığı küstah tavrından şikayet ederdi Clarissa. Adamın varlığını bile kendisine hakaret sayardı. Lakin kapanan kapı ile sessiz salonda Andreani ile baş başa kalmak daha büyük bir sorun haline dönüşmüştü.

Olduğu yerde kıpırdamayan genç kız, Andreani'nin kurdele ile bağlanmış ruloyu açmasını izledi. Beyaz kurdelenin yere düşmesine izin veren adam, iki eliyle tuttuğu eskizlere uzun uzun baktı. Andreani'nin eğdiği yüzünde bir mimik görmek umuduyla adamı izliyordu Clarissa. Fakat yüzünde oynayan tek bir kas bile yoktu. Önce ilk eskize bakan Andreani ardından altındakini de inceledikten sonra nazik olmayacak şekilde biraz ilerisindeki ahşap sehpaya bıraktı. Kağıtlar sehpanın üzerinde iki yana dağıldı. Arkadaşının eskizlerine yapılan saygısızlıkla huzursuzlanan genç kız tereddüt etse de bir adım öne çıkıp kağıtları işaret ederek konuştuğunda sesi fısıltı gibiydi.

"Onlar benim-"

Odanın içindeki gergin havadan huzursuz olan Clarissa, sözlerinin devamını getirmeye güç bulamamıştı. Başını yavaşça ona çeviren Andreani konuşmamıştı, yüzünde hoşnutsuz bir ifade vardı. Sehpanın üzerinde dağılmış kağıtları almak niyetindeydi Clarissa lakin Andreani'nin ve bu katlanılmaz soğuk tavırlarından açıkça çekiniyordu.

Tüm bu gergin sessizliğin bir an önce bitmesi için inanılmaz istek duyan genç kız, tekrar konuşmaya karar verdi. Daha fazla yok sayılmak istemiyordu. Andreani'nin ona bakmamasını umursamayarak mağrur duruşunu takınıp söze başladı.

"Andreani konuşacak mısın? Resmen beni kaçırdın. Üstelik kendi evine. Rinaldo bunu hoş karşılamayacaktır."

"Sümsük ağabeyinin gerçekten gelip benim evimde, benim topraklarımda seni elimden alabileceğini düşünüyor musun? "

O an ağabeyinin himayesinde olduğunu düşünmek Clarissa'nın içindeki endişe ile karışık korku hislerinin yatışmasına yarıyordu. Fakat korkmuş zihnine, gerçekler bir soğuk rüzgar gibi çarptığında dudaklarının arasında alay dolu bir inleme çıktı.

"Ah.. tabi nasıl unuttum. Rinaldo değil, sen benim sahibimsin! Çünkü beni ağabeyimden satın aldın!"

Andreani'nin kaya gibi sert yüzünde çenesindeki kas seğirmeye başlamıştı. Mavi gözlerinin içinde kopan ateş fırtınası ile sakin kalmaya çalışan adam kendini tutmaya çalışıyordu.

"Kes şunu Clarissa. Seni satın almadım sadece ağabeyine evlilik anlaşması karşılığında para verdim."

"Aynı şey! İş anlaşması gibi bana değer biçtiniz! Senden nefret ediyorum. İlk tanıştığımız anda nefret etmiştim, şimdi de ediyorum."

Clarissa salonun ortasında tüm hiddetiyle dikilmiş, öfkeden köpürürken kıvrımlı yanakları sinirden kıpkırmızı kesilmişti. Bir müddet karşısındaki kıza baktı Andreani. Yeşil gözlerde hüzün kol geziyordu. Kendinin sebep olduğu bu görüntü karşısında kötü hissetmiş, öfkesi sönmeye yüz tutmuştu. Üstelememeye karar verdi. Yavaş adımlarla içkilerin bulunduğu konsola ilerledi. İki kadehe şarap doldurdu. Eline aldığı kadehlerle arkasındaki genç kıza döndüğünde onu izleyen kaçamak bakışları yakalamıştı. Clarissa mağrur ifadesine geri dönmüştü fakat gözlerindeki tedirginlik ve hüzün yerli yerindeydi. Duygularını saklamak için gözlerini kaçırmıştı.

At arabasına bindiği ilk andan beri kıza dokunmamak için kendiyle savaşıyordu Andreani. Gösterişsiz saç modeli ile oval yüzündeki çıkık elmacık kemikleri, büyüyen yeşil gözleri, al al yanan kırmızı yanakları izlemeye doyamadığı bir güzellikteydi. Mektuplarına gelmeyen cevaplarla öfkeliydi, kilisenin önünde onu bırakıp kaçtığı için öfkeliydi lakin öfkesini kusamadığı için çıldıran genç kızın hırçın halleri onda engel olamadığı bir ilgi uyandırıyordu.

Rinaldo ile görüşmesinden önceki, üç hafta zarfında yapacağı teklifin nerelere mal olacağını uzun uzun düşünmüştü. Kendisine her zaman huzurlu sakin bir hayat istediğini söylerdi. Bir gün bir kadınla evlenecekse, o huzurunu sağlayan biri olmalıydı; hayatını savaş alanına çeviren değil. Clarissa'nın huzurunu uzun bir süre kaçıracağından şüphesi yoktu. Panzio Malikanesi'ndeki tartışmalarının ardından Clarissa'yı istediğine karar veren Andreani'nin aklından metres yapmak geçse de duru güzelliğe sahip kızın parlaklığını söndürmek onun katı yüreğinin dahi sınırlarını aşıyordu.

Vazgeçmeyi defalarca düşünmüştü. Halası Rosia'nın seçtiği soylu bir kızla evlenebilirdi. Kendisiyle girdiği uzun fikir çatışmasının sonunda, Clarissa'yı tanımış olmanın lanetine uğradığına karar vermişti. Tanımamış olsaydı kolaydı; önüne rahatlıkla bakardı. Fakat Clarissa gördüğü en berrak güzelliğe sahipti; uzun kumral kirpikleri, meydan okuyan kışkırtıcı bakışları, dolgun dudakları sanki öpülmek için yaratılmıştı, gür açık kahve ve kumral arasındaki kalın bukleli saçları ellerini arasında dolaştırmak için büyük bir istek duyuyordu. Tüm bunları elinin tersiyle itemeyeceğini biliyordu Andreani. Clarissa'yı başka erkekle görmeye tahammülü yoktu. Kararını verdiğinde basit ve geri dönüşü olmayan bir plan yapmıştı. Önce Clarissa Virgilio ile evlenecek, ardından keskin dilini ve itaatkarsızlığını sabırla kendi üslubuyla törpüleyecekti. Kavuşacağı sevginin ona düz yoldan gelmeyeceğini biliyordu lakin elde etmek için çabalamaya değer olduğuna kanaat getirmişti.

Elindeki şarap kadehlerinden birini genç kıza uzattı Andreani.

"Hadi oturup, konuşalım."

Bir süre adamın uzattığı kadehe baktığında tereddüt ederek aldı Clarissa. Onu yüzündeki küçük gülümsemeyle izleyen Andreani tam karşısındaydı.

"Oturmak istemiyorum. Böyle iyiyim."

İçine derin bir nefes çeken Andreani, boştaki eliyle kolunu tutmak için hamle yaptığında bir adım geri çıktı Clarissa.

"Dokunma bana."

"O zaman şu lanet koltuğa otur. Ayakta konuşacak değiliz!"

Olduğu yerde sakin kalmak adına gözlerini kapamıştı Clarissa. Bir müddet daha kımıldamamış ardından şöminenin önündeki büyük koyu yeşil koltuğa geçmişti. Arkasından gelen Andreani ise hemen çaprazındaki tekli koltuğa yerleşmişti.

"Şu an en büyük sorun, Rinaldo ile yaptığım anlaşma sanırım."

"Beni satın aldığın anlaşma. Gerçeği gölgelemene gerek yok. Zekamla dalga geçmen hoşuma gitmiyor."

"Eğer sandığın kadar zeki bir kadın olsaydın, o anlaşmanın altındaki rakamdan daha fazla ettiğini bilirdin Clarissa."

Bunu duyduğunda ağzından "hah" diye bir ifade çıkmıştı genç kızın. Yüzündeki inanamazlık ifadesi ile konuştu.

"Dikkat edin de çürük mal almış olmayın Bay Ludovico. Sonuçta ben, keskin dilli, soğuk, mesafeli hatta evde kalmış bir kadınım."

Başını ki yana sallayarak gülmüştü Andreani.

"Clarissa, bana ismimle hitap edeceksin."

Clarissa çıkışmak için ağzını açmıştı ki elini havaya kaldıran adam tekrar konuşmaya başlamıştı.

"Anlaşmaya geri dönersek, bu tarz anlaşmalı evlilikler kötü görünse de seçkin aileler arasında sıkça yapılıyor, biliyor olman gerek. Seni satın almadım. Ağabeyinin imzaladığı yasal evlilik sözleşmesi karşısında bir miktar para verdim. Ayrıca ortada gerçekten bir tahıl ticareti var."

Sözlerinin Clarissa için bir anlam ifade etmediğini, kızın kendisine inanmadığını görebiliyordu Andreani. Yumuşak ses tonuyla devam etti.

"Tamam. Bu durum senin için bu kadar can sıkıcıysa anlaşmayı geri çekerim. Rinaldo'da parayı geri vermek zorunda kalır. Fakat bilmeni istediğim bir şey var. Rinaldo o parayı alamazsa bankanız en iyi ihtimalle iki yıla batacaktır. Ben seninle her ihtimalde evleneceğim. Anlaşma olmazsa muhtemelen seni gerçek anlamda kaçırmak zorunda kalırım, fakat kararım değişmeyecek. Sen benim karım olarak rahat içinde yaşarken ailen belki yaşadığı köşkü satmak zorunda bile kalabilir. Tüm bunları öğrendikten sonra hala para konusunda rahatsızsan, yarın anlaşmayı bozacağımdan şüphen olmasın."

Oturduğu koltukta elindeki tutuğu şarap dolu kadehiyle boş gözlerle Andreani'ye bakıyordu Clarissa. Sözlerini bitiren adam arkasındaki koltuğa tüm rahatlığı ile yaslanıp onu izlemeye başlamıştı. Kibar ama üstün tavırla yapılmış konuşma tüm sinirlerini alt üst etmişti. Adamın sözleri bir çalgıdan gelen sesler gibi yankılandı zihninde bir yıla bankanız batacaktır, ben seninle her ihtimalde evleneceğim, kararım değişmeyecek..

Öfkesini saklamak niyetinde değildi. Elindeki kadehi, dik duruşunu bozmadan önündeki büyük sehpaya sertçe bıraktığında kadehteki şarap etrafa sıçramıştı. Mavi gözler bir an etrafa saçılan şaraba kaysa da tekrar kendisini bulduğunda buz gibi sesiyle başlamıştı konuşmaya Clarissa.

"Senin gibi kibirli adamla evlenmek yerine ailemle sürünmeyi tercih ederim."

"Yapamazsın. Sen iyi bir Hristiyansın. Ailenin çöküşünde payın olmasını vicdanın kaldırmaz."

"Pislik, kendini beğenmiş adi herifin tekisin! Sırf soylu ve zengin olduğun için istediğini elde edebileceğini sanıyorsun. Canın cehenneme Andreani! Beni o rahibin önüne çıkaramayacaksınız. "

Sıkılı dişlerinin arasından çıkan sözler odada soğuk bir rüzgar gibi esmişti. Birden odanın havasının buz kestiğini hissetti Clarissa. Mavi gözler hiç olmadığı kadar sert ve tehditkâr bakmaya başlamıştı. Geriye yaslandığı koltukta yavaşça doğrulup yüzünü karşısındaki genç kıza yaklaştırdı Andreani. Dik duruşunu korumaya çalışan Clarissa, geriye çekilmemek için siyah elbisenin eteklerini sıkmaya başlamıştı.

Clarissa'nın panikle nefes alışverişinin hızlandığının farkında olan Andreani biraz daha ileri gitmeye karar vermişti. Yüzünü kızın yüzüne daha fazla yaklaştırdığında nefes alışverişleri birbirinin yüzüne vuracak boyuta gelmişti.

"O keskin diline sahip çık Clarissa. Bugün kilisenin önünde yaptığın aptallıkla sana olan tüm sabrımı ve anlayışımı tükettin."

Sesindeki katıksız otorite Clarissa'yı sindirmişti. Yoğun mavi gözler altında donakalmıştı. Uyuşmuş gibi Andreani'ye bakarken adamın eli yükselip yanağını kavramasıyla ani bir şaşkınlığın içine düştü. Geri çekilmek için hamle yapmayı düşünse de kımıldayamamıştı. Andreani elinin altındaki pürüzsüz yanağın sıcaklığını hissetmesiyle derin bir soluk aldı. Önündeki ürkmüş yüzü ezberlemek ister gibi bakışlarını sürdürdü. Daha da ileri giden Andreani, baş parmağını kızın kırmızı dudaklarının üzerinde gezdirmeye başlamıştı. Nazik dokunuş karşısında içinin titrediğini hissetti Clarissa. Yüzündeki iri elin içinden adeta tüm vücuduna sıcak bir dalga yayılıyordu. Keskin sözler, öfke dolu bakışların aksine dokunuşun yatıştırıcı bir etkisi vardı.

Hızlı bir kararla geri çekilen Andreani, oturuşunu düzelttiğinde sesi boğuk fakat kendinden emin çıkmıştı.

"Anlaşma konusunu geçtiğimize göre, bir diğer sorunu duymak için can atıyorum. "

Andreani'nin dokunuşu ile adeta allak bullak olan Clarissa, adamın bir anda geri çekilip tekrar duygusuz hale bürünmesiyle büyük bir duygu karmaşası yaşamaya başlamıştı. İçini saran karmaşadan kurtulmak için bir süre konuşmadan adama bakmayı sürdürdü. Ardından insanlara göstermekte usta olduğu mağrur duruşuyla söze başladı.

"Neden sana hiçbir fayda sağlamayacak bir evliliği istiyorsun? Roma'da köklü bir aileyiz ama soylu değiliz. Eminim sana kızlarını vermek isteyecek bir çok soylu aile vardır."

"Eminim birkaç tane vardır. Fakat istediğim şey paraları yada asil kanları değil. İhtiyacım da yok."

Andreani öyle rahat ve kararlı bir duruşla rolünü oynuyordu ki, Clarissa konuşamadı. Andreani'nin dudaklarında ince bir gülüş belirmişti. Oturduğu koltukta bacaklarını üst üste attığında devam etti.

"Evlilik zamanım geldi. Benim de kaçamayacağım sorumluluklarım var. Roma'ya döndükten birkaç gün sonra aktif olarak askerlikten çekildim. Yıllarımı savaşlarda ve birçok ülkede geçirdim artık tek istediğim kendi topraklarımın keyfini dilediğimce sürmek ve bunu yaparken yanımda seni istiyorum."

"Kendi hayatını düzene sokmaya karar veriyorsun, sonra gidip bu hayatı seninle ömür boyu yaşayacak kızın rızasını alma gereği duymadan ağabeyi ile pazarlık masasına oturuyorsun. Üstüne sorunlu ailesinin eline koca bir servet veriyorsun ki itiraz etme hakları olmasın. Andreani Ludovico, gerçek bir haydutsunuz."

Clarissa'nın yeşil gözleri öfkeden parlamaya başlamış sesi daha sert bir hal almıştı fakat Andreani, oturduğu koltukta kaygısız bir ifadeyle onu süzüyordu.

"Panzio Malikanesinde bana küçük 'evlenmek istemiyorum' adlı meydan okumandan sonra mı gelip rızanı alsaydım?"

"Hayır derdim."

"Tam da bu yüzden sorma gereği duymadım."

Andreani'nin rahat tavırları karşısında genç kızın hayretten ağzı açık kalmıştı. Ne diyeceğini bilemedi oturduğu koltukta öylece kelimeleri toparlamaya çalışıyordu. Biraz daha düşündüğünde temkinli davranmanın ona bir fayda sağlamayacağını fark etti. Gözlerini adama diken genç kız, sözcükler dilinden olduğu gibi dökülmesine izin verdi.

"Seni sevmemem umurunda mı? Hiçbir zaman sevmeyecek olmam? "

Yeşil gözlerini bir an olsun adamın dipsiz bir okyanusa benzettiği mavi renk gözlerinden ayırmamıştı. Duygu değişimini görmek istiyordu. Korku ve endişe içinde bir süre adamın gözlerinin içine bakmayı sürdürdü. İşte şimdi buz gibi bir adama dönüşecek diye geçirdi içinden. Clarissa her kötü muameleye hazırlıklı olduğunu göstermek istercesine cesur bakışlarını sürdürürken beklemediği bir şey oldu.

Andreani tüm sakinliğiyle ayaklanıp yanına oturmuştu. Dizleri birbirine değiyordu. Clarissa, geri çekilmek için yeltendiğinde Andreani, elleri ellerini yukarı kaldırıp yüzünü ellerinin arasına aldığında yüz yüze bakıyorlardı. Clarissa şaşkınlık içinde nefes alış verişi hızlanmışken, yumuşak ses tonuyla söze başladı.

"Sevgiyle bakmadığını görebiliyorum Clarissa. Gözlerin çok güzel fakat nefret saçıyorlar. Defalarca da dile getirdiğin gibi benden nefret ediyorsun, istemiyorsun. Muhtemelen bu nefretini saçmayı bir süre daha sürdüreceksin. Fakat bir gün bu aklını beni sevmemeye ayırdığın kadar sevmeye, benim olan her şeyi sana sunmaya hazır olduğumu anlamaya ayıracağını da düşünüyorum."

"Senin olan her şeyi bana sunacak mısın gerçekten?"

"Ne istersen."

"Beni seninle evlenmekle yükümlü olduğum anlaşmadan kurtar o zaman. Yapabilir misin?"

Andreani'nin yüzü hızla yumuşak, anlayışlı edasından kurtulup kaskatı kesilmişti. Mavi gözlerinin içindeki kıvılcımlar gözle görülecek boyuta vardığında, Clarissa göz göze baktığı adamın duygu değişimi ile irkilmemek için kendini sıkıyordu. Andreani, sakin kalmak için bir müddet beklemiş ardından usulca genç kızın alnına şefkatten arınmış bir öpücük kondurduğunda geri çekilmişti. Bir kolunu oturdukları yeşil koltuğun sırtına attığında aralarındaki mesafe oldukça azdı.

"Ortada çoktan imzalanmış yasal bir evlilik izni var. Üzerinde bizzat abinin imzası bulunan. Bu evlilik olacak Clarissa. Bu şekilde öğrenmeni hiç istememiştim ama aptal ailen saklamayı beceremedi. Sana kendim anlatma niyetindeydim. Ama madem öğrendin, artık inatlaşmak yerine kabullenmeye başlasan iyi edersin."

Andreani'nin sözleri Clarissa'nın yüreğine koca bir yumru gibi oturuyor, ağabeyinin kendisini satmış olduğu bir kez daha kulaklarında yankılanırken hiç olmadığı kadar çaresiz hissediyordu.

"Rinaldo'ya koca bir servet verdin. Muhtemelen yarısını harcamıştır bile şimdi de benim anlaşmaya uymamı bekliyorsun."

"Olaylara kör bir pencereden bakmayı bırak."

"O pencere kör değil, gerçek! Ve ben ömrümün sonuna kadar o pencereden bakacağım!"

Andreani tekrar öfkeyle konuşmak üzereyken, konuşmasına fırsat vermeyen Clarissa hızla tekrar söze başladı.

"Konuşacağın şeyler bittiyse eve dönmek istiyorum."

Sesinin titreyeceğini bildiği için bir çırpıda konuşan Clarissa, aynı anda oturduğu koltukça gerilemiş adamla arasına hatırı sayılır bir mesafe koymuştu. Clarissa'nın sözleriyle tekrar huysuzlanan Andreani ayağa kalkmıştı. Kendine yeni bir şarap doldurmak için konsola yöneldi

"Beni bir haftadır bekletiyorsun Clarissa. Ben söyleyene kadar eve dönmeyeceksin. Bu konuyu da geçtiğimize göre, bana evlenmek istememenin sebebini söyleyebilirsin."

Arkası dönük adamın sorduğu soruyu bekletmeden yanıtladı genç kız.

"İstemiyorum."

Kadehine doldurduğu şarabından büyük bir yudum alan Andreani, ilerleyip elindeki kadehi şöminenin önündeki parlak ahşaptan sehpaya bırakmış ardından genç kızın karşısına dikilmişti. Önündeki koltukta dim dik oturan Clarissa, başını yukarı kaldırıp yeşil gözleriyle ona bakıyordu.

"Daha açık sorayım. Aşığın var mı yok mu?"

Hayretten ağzı açık kalan Clarissa, hızla ayağa kalkıp adamın önünde dikilmişti. Öfkeyle solurken, kendini adamın suratına bir tokat geçirmemek için zor tutuyordu.

"Böyle yakışıksız bir soruya cevap vermeyeceğim!"

"Pietro kim? Şu resimlerinin altında imzası olan herif?" buz gibi sesle sorulmuştu.

Ağzından çıkan şaşkınlık dolu inlemeye engel olamamıştı Clarissa. Pietro eskizlerin altına imzasını mı atmıştı? Farkına bile varmamıştı.

"Arkadaşım! Kuzenimin sanat atölyesinde resim yapıyor. Onlar benim portremi yapmak için karaladığı eskizler. İğrenç yakıştırmalarına bir son ver. Aşığım yok! Hiç olmadı. Evlenmek istememin sebebi gerçekten istememem."

Havaya kaldırdığı işaret parmağı ile adamın göğsüne vurup devam etti.

"Ne seninle, ne bir başkasıyla! "

Çileden çıkmış genç kızın karşısında başını arkaya atıp sessiz bir kahkaha attı Andreani. Tekrar bakışlarını onu sinirle izleyen kıza döndürdüğünde çenesini tutup keyifle konuştu.

"Biraz önce de söylediğim gibi, bunun sana kalmış bir karar olduğunu düşünmüyorum. Ağabeyin ile kararlaştırdığımız gibi en kısa zamanda evleneceğiz."

Andreani'nin tüm özgüven ve olağanlığıyla söylediği son söz üzerine içinde yükselen öfkeye engel olmadı Clarissa. Sözler zihninde yankılanırken, uzun kolları hareketlendi, elleri adamın göğsüne vurup aralarına mesafe koyduğunda Andreani'nin tek kelime etmesine fırsat vermeden yanağına tokadı geçirmek için eli havaya kalkmıştı.

İttirilmesiyle gerilmiş olan Andreani, hızla kendini toplayıp yanağında patlamaya hazırlanan tokadı engellemişti. Genç kızın ince bileğini elinin arasına aldığında usulca sıkmıştı. Clarissa'nın dudaklarının arasından kısa bir inleme çıktığında, tuttuğu bileği ile kızı kendine çekti. Andreani'nin ani hareketi ile dengesini kaybeden Clarissa, düşmemek için adamın koluna yapışmıştı. Yakınlıklarından rahatsız olan genç kız çırpınıp tutuşundan kurtulmaya çalıştığında bir elini de kızın beline yerleştiren Andreani, hareket etmesini iyice güçlendirmişti.

"Bunu bir daha yapmayacaksın. Eğer o elin eğer bir kez daha kalkarsa, daha sert karşılık alacağından şüphen olmasın."

Titrediğini hissediyordu Clarissa. Fakat bu korkunun getirdiği bir durum değildi. Tüm ısrarlarına rağmen onu hala ciddiye almayan adama karşı içinde büyük bir nefret uyanmıştı. Söylediklerini duymuyor, itirazlarını umursamıyordu. Tamamıyla çaresiz hissetmenin getirdiği öfkeyle, içinden etrafını içinden yakıp yıkmak geliyordu. Zihninde bu adamla evleneceği, karısı olacağı yankılandıkça çıldıracak gibi oluyordu.

Tam ağzını açmış, adama çıkışacakken Andreani, onu sertçe ittirip arkasındaki koltuğa düşmesi sağladığında şaşkın çığlığına engel olamadı. Geniş koltukta dağılmış haldeki genç kıza baktı Andreani, öfkeyle alev alev yanan yüzüyle nefes nefese kalmıştı. İnatçı tavrından bir adım bile uzaklaşmamıştı. Hala cesurca gözlerinin içine bakıyordu. Kız bir süre daha tepesinden süzüp, sindirmek ister gibi baktıktan sonra hareketlenmişti adam.

Salonun ucuna ilerleyen Andreani, büyük ahşap dolabın kapağını açtı. Eline aldığı küçük kare parlak bir kutuyla tekrar koltukta oturan Clarissa'nın yanına döndüğünde genç kızın dağılan eteğini düzelttiğini fark etti. Ensesinde yaptığı sıkı topuzundan, özgürlüğünü ilan etmiş bukleler omzuna düşmüştü. Beğeni dolu bakışlarını silip kızın yüzüne baktı. Clarissa'nın çenesi Andreani'nin artık alıştığı o kendine güvenen soğuk duruşu tekrar almıştı.

Elindeki parlak kutuyu kızın önündeki geniş sehpaya bıraktı Andreani. Ardından yanına oturduğunda başlamıştı söze.

"Dört gün. Alışman ve yaşananları sindirmen için. Dört gün içinde tüm bu, inatçı, şımarık kız çocuğu hallerinden çıkacaksın. Dört gün sonra resmi olarak nişanımızı duyuracağım ve sen, bir daha ki görüşmemizde karşıma o tanıdığım ölçülü hanımefendi olarak çıkacaksın."

Uzanıp parlak kutunun kapağını açan Andreani, kutunun kapağını sertçe masaya bıraktığında ahşap sehpadan çıkan tiz tez salonda yankılanmıştı. Öfke ile buz gibi bakışlarını kutuya çevirdi Clarissa. Kutunun içinde saten kumaşın arasında duran yeşil safir yüzüğü gördü; oval kesim safir yüzüğün çevresinde parlak taşlar vardı, oldukça gösterişli olan yüzüğü eğer Andreani vermemiş olsa sevebilirdi genç kız. Göz kamaştırıcıydı.

Clarissa'nın yüzüğe tepki vermemesi üzerine devam etti adam.

"Tüm bu 'evlenmek istemiyorum' kaprislerin bugün bu evden çıktığında son bulacak. Kendini toplaman için dört günün var. Dört gün sonra Roma'da görüşeceğiz. "

Kutuyu alıp Clarissa'nın avucunun içine bırakmıştı.

"Parmağında nişan yüzüğümüzle."

Clarissa hiç olmadığı kadar sessizdi.

"Tommasso sana evine kadar eşlik edecek. Gitmekte özgürsün."

Sehpanın üzerinde duran kapağı alıp kızın elinde öylece duran kutunun kapağını kapatan Andreani, Clarissa'nın elini kavrayıp kendisiyle ayağa kaldırdığında itiraz etmedi genç kız. Öfkesi yerini manasız bir sakinliğe bırakmıştı. Boş gözlerle önüne bakarken düşünme kabiliyetini kaybetmiş gibiydi. Boğazı kurumuş, dili pelteleşmişti. Hole çıktıklarında önünde beliren hizmetlilerden biri pançosunu elinde tutuyordu. Hizmetlinin elindeki pançoyu bizzat alıp kızın omuzlarına koyan Andreani, tüm özgüveniyle yaklaşıp kızın göğüslerinin üzerinde ince ipleri bağladığında, malikanenin dışına çıkmışlardı. Bir elinde tutuğu küçük parlak kutunun varlığının farkında bile olmayan Clarissa malikanenin taş yolunda onu bekleyen at arabasını gördü. Virgilio ailesinin at arabasından, daha gösterişli ve daha büyük olan cilalı at arabasının üzerinde büyük bir Ludovico arması vardı. At arabasından gözlerini ayıran genç kız, atının yanında ona dönük olan Tommasso'yu görmüştü, yanındaki iki muhafızla onlara bakıyordu.

Hala elini tutan Andreani'ye döndü.

"Kendim gidebilirim. Tommasso'ya gerek var mı?"

"Akşam oldu Clarissa. Sen bir arabacı ile yalnız gönderilmeyecek kadar önemlisin."

Adamın sesindeki imayı anlamıştı genç kız. Abisinin onu Panzio topraklarına tek başına göndermesine dikkat çekmiş, hoşnutsuzluğunu belirtmişti kendince. Daha fazla konuşmak istemiyordu Clarissa. Tüm gücü tükenmiş gibi hissediyordu. Bitmek bilmeyen gergin günün ardından tek istediği biraz olsun tek başına kalabilmek ve düşünmekti. Başını hafifçe salladıktan sonra adamın elini bırakıp at arabasına binmek için arkasına döndüğünde, Andreani'nin tekrar elini kavramasıyla durmak zorunda kalmıştı.

Yavaşça tekrar adama döndü.

"Dört gün sonra, parmağında yüzükle görüşeceğiz. Anlaştık mı?"

Kelimelerin her biri üzerine basa basa söylenmişti. Tepki vermedi Clarissa, adamın mavi gözlerine son kez bakıp elinde tuttuğu içinde yüzük olan kutuyla basamakları indi. Onu bekleyen arabacının açtığı kapıdan girip kendini bölmeye attığında önce hareketlenen atların çıkardığı nal seslerini duydu; bu Tommasso ve yanındaki iki muhafız olmalıydı. Ardından kendi at arabası da hareketlendiğinde, büyük Ludovico Malikanesinin çıkışına doğru ilerlemeye başlamışlardı. Yanındaki perdeyi açıp, Andreani'nin hala malikanenin önünde dikilip dikilmediğine bakmak istese de yapmadı. Arkasına yasladığı başıyla gözlerini kapattığında, tam bir işkence gibi geçen günün her can sıkıcı detayı çoktan zihnine dolmaya başlamıştı.

**

At arabası Virgilio köşkünün önünde durduğunda, kapıyı açan uşakları Ivan'ı görmek genç kızın rahatlamasına yol açmıştı. Çocukluğundan beri gördüğü tanıdık, güvenilir bir yüz.. Ivan'ın küçük tebessümü ile hanımına elini uzattığında, adamın yardımı ile arabadan inmişti. Ayağı mermer zemine bastığında, atının üzerinde onu izleyen Tommasso'nun rahatsız edici varlığını hissedebiliyordu. Bakışlarını önünden çevirmeden tuttuğu etekleriyle köşke girerken, Ludovico armalı at arabasının taş yolda dönüp uzaklaşmasının seslerini duyuluyordu.

Köşke girdiğinde onu ilk karşılaşan, arkasında birleştirdiği elleriyle geniş holde dikilen abisi Rinaldo oldu. Yorgun bedeni, huzursuz zihni ile bir başka konuşmayı daha kaldırmaya gücü yoktu Clarissa'nın. Eteğini tutup, ona bakan abisini görmezden gelerek odasında çıkmak niyetindeydi lakin Rinaldo kendisi ile yanı fikirde değildi.

"Clarissa, konuşabilir miyiz? Abi kardeş olarak?"

Sözlerin üzerine genç kızın yüzünde alaycı bir gülümseme belirmişti.

"Abi kardeş olarak? Rinaldo, sen beni bir yabancıya sattın. Konuşacak bir şeyimiz kalmadı."

Hareketlenen adam kardeşinin önüne geçip ellerini genç kızın omuzlarına yerleştirdiğinde, kendinde taş çatlasa beş parmak kısa olan kardeşine yüzünü yaklaştırdı.

"Bugün Andreani Ludovico, senin onun yanında olduğuna dair bir mektup gönderdi. Nasıl geçtiğini bilmem gerek, saatlerdir ortalarda yoksun."

Abisinin sesindeki korumacı tavrı hisseden genç kız yutkunmak zorunda hissetmişti. İçinde kopan acı dolu fırtınaları umursamaz edasıyla gölgelemek için tüm gücüyle kendini sıkıyordu.

"Konuştuk. Biraz uzun sürdü. Şimdi beni bırakırsan odama gidip, dinleneceğim."

Rinaldo'nun yüzünde sıcak bir ifade oluşmuştu. Eğilip kardeşinin alnına öpücük koymaya yeltendiğinde geri çekildi Clarissa.

"Bu holde yüzüme attığın tokadı unutmuş olamazsın Rinaldo. Ben unutmadım."

Sıklıkla taşıdığı dik duruşuyla abisine son kez göz gezdiren Clarissa, merdivenlere yönelip odasına çıktı. Büyük ahşap kapıyı açtığında onu odasında Berta karşıladı. Bir köşede kitap okuyan hizmetli hanımı görmesiyle ayaklanmış yanını bulmuştu. Sessizlik içinde Berta'ya üzerindeki elbisenin iplerini çözdürüp içliği ile kaldığında üzerine uzun bir gecelik giydi. Tüm gün ensesinde duran topuyla, ağrıyan başını rahatlatmak için tek tek örgülerini çözüp bukleli saçlarını özgür bıraktığında, yalnız kalmak istediğini söyleyip Berta'yı odadan çıkarmıştı.

Akşam olmuş, karanlık şehrin sokaklarına çökmüştü. Odasının içinde yanan titrek birkaç mum ve şöminenin yarattığı kızıllık dışında oda fazlasıyla kasvetliydi. Başka mum yakmak niyetinde olmayan genç kız loş ışıktan oldukça memnundu. Nihayetinde yalnız kalmasının verdiği huzurla, çıplak ayaklarıyla odasının mermer zemininde ilerleyip şöminenin üzerinde duran büyük süslü haçı eline aldı. Yatağının biraz ilerisindeki konsolun üzerine yerleştirdi. Geri çekildiğinde konsolun önündeki yumuşak örtünün üzerine, bacaklarını altına alıp oturmuştu. Boynundaki haç kolyesini çıkarıp ellerinin arasında tuttuğunda ruhunu huzura kavuşturmasını dilediği dualarına başlamıştı.

Ardı arkası gelmez duaların ve yakarışların ardından dakikalar saatlere dönüşmüş, odadaki yanmakta olan büyük şamdanların üzerindeki mumlar erimeye yüz tutmuşken odasının büyük kapısı aralanmıştı. Gözleri kapalı olan genç kız kendinde arkasını dönüp içeri girenin kim olduğuna bakma gücü bulamamıştı. Yanını yaklaşan sessiz adımlar, hemen yanına birinin oturmasıyla kesilmişti. Gözlerini açıp yanına baktığında ona sevgiyle bakan kardeşi Guliano'yu görmüştü Clarissa.

Ablasının kucağındaki elini avucunun içine alan kardeşinin yüzünde anlayışlı bir ifade vardı. Sessizce birbirlerine gülümsedi iki kardeş. İstavroz çıkartan kardeşi, bir süre ablasına göz gezdirip fısıltıyla konuştu.

"Rinaldo'nun aksine tercihlerine saygı duyuyorum. Eğer gerçekten evlenmek istemiyorsan-"

Bir an duraksayan adam yutkunup devam etti

"Belki yardım edebilirim."

Oturduğu yerde kardeşine dönen Clarissa'nın yeşil gözlerinde bir ışıltı belirmişti.

"Nasıl?"

"Belki bu söyleyeceğimi sana hiç söylememem gerekiyor. Ama senin doğru kararı vereceğine güveniyorum. Lakin önce gerçekten evlenmek istemediğini bilmem gerek."

"İstemiyorum, Guliano."

Düşünmeden bir çırpıda çıkmıştı sözler. Tekrar yutkunan kardeşi devam etti.

"Tanrı'ya bağlanabilirsin. Benim gibi hayat sürmeyi deneyebilirsin."

"Kutsal Yemin'inden bahsediyorsun."

Genç kızın fısıldayan sesi, gittikçe küçülmüş duyulması zor bir hal almıştı.

"Eğer istiyorsan. Bu çok büyük bir karar biliyorsun. Geri dönüşü yok. Asla sevilmezsin, ailen olmaz, çocuğun olmaz."

Başını hüzünle öne eğen Clarissa, parmak uçlarını elindeki haçın parlak taşlarında gezdirmeye başlamıştı.

"Tanrı'dan başkasına bağlanamam."

"Rinaldo'nun kabul edeceğinden şüpheliyim lakin eğer kalpten istiyorsan yardım edebilirim."

"Rinaldo beni durduramaz."

Neşeden yoksun bir şekilde gülümsedi Clarissa. Ablasının eğik başını ellerinin arasına alan Guliano, genç kızın saçlarından öptü.

"Yalvarırım çok iyi düşün. Bu geri dönüşü olmayan bir yol. Eğer Rahibe olmayı seçersen, ömrünün sonuna kadar manastırda yaşayacaksın. Öfkeyle karar veremezsin."

Sessizlik içinde geçen dakikaların ardından, Clarissa'nın hala elindeki haçından bakışlarını kaldırmadığı gören Guliano, ablasının saçlarını öpüp sessizce odadan çıkmıştı.

Odasından tekrar yalnız kaldığında bu kez daha büyük bir duygu yoğunluğu yaşıyordu genç kız. Bir haftadır, öfkelenmiş, bağırmış, yakıp yıkmıştı ama artık kendinde o isyan etme gücünü bulamıyordu. Hissettiği acı dolu duygular yüreğine öyle bir çöreklenmişti ki, içine her nefes çektiğinde canı ölesiye yanıyordu. Abisine, ailesine duyguyu güven belki de hiçbir zaman iyileşmeyecek kadar sarsılmıştı. Kendini hep ailesi ile arasındaki bağın kutsallığına inandırmıştı. Şimdi kendini o bağın varlığını sorgularken buluyordu. Hissettiği ihanet haksızlık hissinin altında ezilen Clarissa, daha fazla duygularıyla savaşamayacağını biliyordu.. Ağlamayı, acısını belli etmeyi zayıflık, acizlik olarak niteleyen genç kız odasında tek başınayken bu zayıflığa izin vermeye karar verdi. Sırtını yatağının kenarına yasladığında, bir hafta sonra ilk kez gözyaşlarına boğularak içindeki acıyı atmayı diledi.

Yatağından yavaşça doğruldu Clarissa. Uzun bir süre odasının zemininde hıçkırıklarla ağlayan genç kız gözleri yanıp, boğazı acıdığında uzanmıştı yatağına. Bir süre manasızca odasının tavanını seyrettikten sonra acıyan boğazını rahatlatmak için su içmek istemişti. Ayağa kalkıp odasının içinde dolaştığında, odada su olmadığını fark etti. Ayağına pabuçlarını geçirip, üzerine kalın şalını sardı. Odasındaki yanmakta olan mumluklardan birini yanına alarak odasından çıktı.

Saat gece yarısını çoktan geçmişti. Ayaklı şamdanların üzerilerindeki mumların aydınlattığı koridordan geçip, merdivenleri indi. Herkesin uyuduğu konak hiç olmadığı kadar sessizdi. Köşkün alt katındaki kare büyük hol karanlıktı, elindeki mumlukla büyük mutfağa geçen genç kız kendine bir bardak su doldurup içtiğinde odasına çıkmak yerine, üstündeki şala sıkıca sarılıp avluya çıktı. Avlunun köşesinde beyaz demirden masa ve sandalyeler vardı. Elindeki mumluğu masaya bırakıp, sandalyelerden birine oturduğunda dizlerini kendine geçip ellerini birleştirmişti.

Clarissa yukarıya kaldırdı bakışlarıyla ayın muhteşem dinginliğini izlerken, kendiyle birlikte sürüklediği beyaz demir sandalyeyi kızının yanına bırakıp üzerine yerleşti Marco Virgilio. Clarissa'a babasının yanına koyduğu sandalyeyle bir an şaşırsa da çabuk toparlanmıştı. Marco Virgilio, nadir duyulan sesiyle konuşmaya başlamıştı.

"Doğduğun günü, dün gibi hatırlıyorum."

İlgiyle kaşları havaya kalkmıştı genç kızın. Devam etti babası.

"Hiç kıza benzemiyordun."

Bunu duymayı beklemeyen Clarissa buruk bir tebessüm göstermiş, Marco Virgilio ise ağlamaktan gözleri kızarmış kızına şefkatle bakmıştı.

"Ebe kucağıma verdiğinde, dudakların çok şişti, saçların yoktu. Lakin gözlerin, hayatımda gördüğüm en cesur bakan gözlerdi. Kısa kirpiklerinin ardındaki yeşim taşı gibi parlayan gözlerin ışıldıyordu. İçimin titrediğini hissetmiştim. Annenin kucağına verdiğimde, ikimizde kızımızın bize bakan gözleriyle mest olmuştuk.

Yıllar sonra babası ile bu kadar uzun ve duygu dolu bir konuşma yapan Clarissa'nın konuşmaya cesareti yoktu. Babasının onunla konuşması için ömrü boyunca susmayı yeğlerdi genç kız. Öyle çok özlemişti ki, babasının yumuşak, sevgi dolu sesini...

"Yıllar geçti, bir çok şey yaşadın. Ama o gözlerin hiç değişmedi. Hala cesur ve parlak. Tıpkı geleceğinin de öyle olacağı gibi."

Dolan gözlerine engel olamamıştı genç kız. Babasının gözlerine baktığında adamın da ona hüzünle baktığını gördü. İçinden gelen sarılma duygusuna engel olamıyordu. Yüzünü adamın göğsüne gömüp, kollarını beline dolamıştı. İçine düştüğü karanlıkta tek sığınağı babasıydı o an.

Clarissa'nın bu tavrı karşısında şaşırmıştı Marco Virgilio. Yıllar sonra bedenine dolanan kolların sıcaklığı ile ürpermişti. İnsanlardan uzak duran, konuşmaktan dokunmaktan kaçınan adam bir an öylece kalkakaldı. İçine girdiği buhran durumunun en yakın şahitlerinden biri olan kızının bu davranışını, yaşananların gerçekten ona acı verdiğine yordu. Elini yavaşça kaldırıp saçlarına götürdü. Tereddütlü elliyle şöyle bir okşamış, sonrasında geri çekilerek kızının gözyaşlarından ıslanan yüzünü meydana çıkarmıştı.

Babasının şefkatiyle sarmalanan genç kız, zihninin kontrolünü kaybetmişti. Tüm gece yatağında tavanı izlerken, aklından çıkmayan düşünce, yaşlı gözleriyle dilinden dökülüverdi.

"Su perisi Daphne gibi."

Kızının boğuk sesiyle söylediklerinden bir anlam çıkaramayan Marco Virgilio kaşlarını çatıp sözlerin devamını bekledi.

"Apollon'dan kaçan Daphne. Evlenmemeye yemin etmiş su perisiydi. Ormanın derinliklerinde yalnız dolaşmayı çok severdi. Fakat Apollon kendi aşkına karşılık vermesini istiyordu. Onu kovalayan Appollon'dan kaçarken gücünün bittiği yerde Toprak Ana'ya onu saklaması için yalvardı. Yakarışını duyan Toprak Ana'da onu defne ağacına çevirdi."

Babasının yüzünde sevgi dolu bir gülümseme vardı. Kızına uzun uzun bakmıştı yaşlı adam.

"Hikayeyi biliyorum lakin ne demek istediğini anlamadım? Daha açık konuşmak ister misin"

Gözlerini kapatıp devam etti Clarissa.

"Rahibe olabilirim."

Sözler dilinden uçup gitmişti sanki. Gözlerini açtığında babasının endişeli yüzüyle karşılaştı. Önce kızının ciddi olup olmadığını anlamak için bir süre endişeyle bakan Marco Virgilio, boğazını temizleyip hazırlandığında sesi sakindi.

"Harika bir hristiyansın Clarissa. Lakin çok güzelsin. Hayat dolu, renkli bir ruha sahipsin. Manastırın rutubetli duvarları arasında solup gitmeni istemem. İnan bana, annende istemezdi."

Annen... boğazından çıkan ağlamaklı hıçkırık köşkün karanlık avlusunda yankılanmıştı. Elleriyle üstündeki şalı daha sıkı saran Clarissa, tekrar ağlamamak için kendini var gücüyle sıkıyordu.

"Baba, evlenmemi istiyor musun?

Duraksadı Marco Virgilio, kızının ağlamaklı ifadesini görmek içini acıtıyordu.

"Dünya'daki yerini bulman gerektiğini düşünüyorum. Ruhu çok uzun zaman önce diğer dünyaya göçmüş bu yaşlı adama güven, gençliğini yalnızlıkla heba etme."

Dudağına ıslaklık değdiğinde ağladığını henüz anlamıştı Clarissa. Bununla birlikte yüzünde sarsak bir gülümseme oluştu. Uzun parmaklarıyla yüzündeki gözyaşlarını silerlerken, baba kız birbirlerine şefkat dolu gülümsemeleriyle karşılık verdiler.

"Hadi birazdan sabah olacak uyumalısın."

Marco Virgilio'nun son sözüydü bu. Birlikte karanlık avludan çıkıp sessizlik içinde merdivenlere çıktıklarında kızını odasının önünde bırakan yaşlı adam, loş koridorda kendi odasına gitmek için gözden kaybolmuştu. Babasıyla paylaştığı anın mutluluğuyla yüzünde engel olmadığı gülümsemesiyle odasına girdi genç kız. Üstündeki şalı yatağının önündeki küçük koltuğa bırakırken biliyordu, babası ile belki de uzun yıllar tekrarlanmayacak kadar değerli bir anı paylaşmıştı.

YAZAN; MİRENA MARTİNELL

Guliano Virgilio

Clarissa Virgilio

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top