Bölüm 31- "Aile Toplantısı"

''Ludovico-Panzio ailesi olarak birlikte çözeriz."

Muhteşem Güzellik 

Bölüm 31 -  "Aile Toplantısı"

Nesillerdir boyunca Ludovico ailesinin sahip olduğu San Lorenchi toprakları ve hemen komşusu olan Panzio toprakları boyunca süren eşsiz bir kır manzarasına sahip yolda, kara atını sürmüş Andreani, büyük Panzio malikanesinin bulunduğu araziye girdiğinde yularlarını gevşettiği atını yavaşlatmıştı. İri bedenini zahmetsizce taşıyan atının üzerinden çevik bir hareketle inmiş, koşarak yanına ulaşan genç seyise yularını teslim etmişti. Önderlik ettiği at arabasından inen kuzeni Lavinia ile malikanenin içinde girdiklerinde, evin kahyası Rosia Hala ve Juan Panzio'nun yatak odasından beklendiklerini bildirmişti. İlerleyen yaşıyla birlikte zaman zaman gutu azan Juan Panzio, günlerdir yatakta istirahat ediyordu. Yaşanılan sarsıcı olayı, ailenin babasının önünde konuşmak için büyük yatak odasında toplanılmasına karar verilmişti.

Geniş holün ucundaki büyük taş kemerli yüksek kapının önüne geldiklerinde duraksamıştı Andreani. Evlerinden çıkarken, üzerine geçirdiği uzun siyah pelerini ve dizlerine kadar uzanan parlak siyah çizmeleri üzerindeydi. Eldivenli eliyle, uçlarında altın renginde şeritler olan pelerininin eteğini geriye çekerken, geniş omuzlarının üzerinden Lavinia'ya göz atmıştı. Hemen bir adım arkasında olan genç kızın içine titrek bir nefes çektiğini izlemişti. Kalın pencerelerden vuran gün ışığının aydınlatmakta zorlandığı loş holün dahi parlaklığını söndüremediği mavi gözlerini tekrar önüne çevirdiğinde, altından büyük tokmağa koyduğu eliyle kapıyı ittirerek açmıştı.

Lavinia ile iki yana açılan kapıda gözüktüklerinde, odadaki tüm gözler yavaşça onlara dönmüştü. Abanoz ağacından yapılmış, kakmalı altın yaldızlı oldukça yükseğe uzanan bir başlığa sahip geniş yatağın tam ortasında, ayaklarını öne uzatarak sırtını yumuşak beyaz yastıklarla desteklemişti Juan Panzio. Kocasının hemen yanı başında bedeninin yarısı arkasındaki pencereye dönük olan Rosia Panzio, yüzüklerle bezeli ellerini sıkıca önünde kenetlemiş, yan bir bakışla kızını süzmüştü. Görünüşüne her zamanki özeni gösteren kadın son derece özenli bir şekilde kehribar rengi bir elbiseye bürünmüş, aralarında gümüş grilikler olsa dahi göz alıcılığını hala kaybetmemiş sarı saçlarını ensesinde toplayarak elbisesi ile aynı renk bir şalı üzerine tutturmuştu. Ailelerini sarsan bir haber almış olsa dahi gücünü simgeleyen kusursuz görüntüsünden ödün vermemişti. Fakat her kusursuzluğun saklı bir yanı olduğu gibi Rosia Panzio'nun da mavi gözlerinin altındaki koyu halkalar buzdağının arakasındaki hayal kırıklığı ve siniri ele veriyordu.

Büyük yatağın solunda, üzerinden gümüş bir şamdanın olduğu taş duvara dayalı konsola belini yaslamış Sandrino Panzio ise uzun çizme geçirdiği bacaklarını öne doğru uzatarak bileklerini çaprazlamıştı. İki yanındaki elleriyle arkasındaki konsolun kenarlarını kavramış bir halde dururken, gerilen kol kasları üzerine geçirdiği ceketinden dahi kolayca kendini belli ediyordu. Sarışın dalgalı saçlarının çevrelediği yüzü, nadir görülen bir ciddiyete sahipti. Bakışlarını açılan kapıya çeviren genç adam, tüm odadakileri diken üstüne getiren alaycı bir tınıyla mırıldanmıştı.

"Aile Toplantısı."

Odadaki gergin havayı iliklerine kadar hisseden ve hak veren Ludovico Asilzadesi, bir baş selamı verdiğinde vaftiz babasının yattığı yatağa ilerleyerek durumunu sormuştu. Mevsim geçişlerinde azan gutundan dolayı hekimin yatak istirahati verdiğini ve yakında ayağa kalkacağı söylemiş olsa dahi Sandrino'nun ailenin resmi olarak başına geçeceği günlerin uzak olmadığını görebiliyordu. Bunun üzerine geri çekilerek, dikkat çekmeden koyu renk taşlarla örülmüş büyük şömineye doğru yürümüş ve rafına kolunu dayayarak sessizce izlemeye koyulmuştu.

Sandrino'nun kaba bir baş hareketiyle arkasındaki kapıyı kapatmasını işaret etmesi üzerine, titreyen elleri ile kapının kilidini yerine oturtan Lavinia, önüne döndüğünde tekrar ailesi ile yüzleşmişti. Odanın içine doğru yürümeye cesareti olmayan kızını aşağılayan bir bakışla uzun uzun süzen Rosia Panzio, daha fazla bakmaya tahammülü yokmuşçasına yüzünü yana çevirirken birbirine kenetlediği parmaklarını var gücüyle sıkıyordu. Sıkılı dişlerinin arasından çıkan bıçak kadar keskin sesiyle konuşmuştu.

"Tanıyamıyorum seni. Seni, ben yetiştirmiş olamam. Benim doğurup yetiştirdiğim kız bu olamaz."

Annesinin odada patlayan sözleri, kendini bırakmamak için bedenini tüm gücüyle kasan Lavinia'nın küçük suratına bir tokat gibi inerken Sandrino, gözlerini önce annesine ardından kız kardeşine çevirmişti. Ailesini ezip geçmesini hazmedemese dahi kızın titreyen dudaklarını birbirine bastırmasını ve gözlerinde biriken gözyaşlarını engellemeye çalışmasını izlerken sert yüz ifadesi bir an gölgelenmişti. Bunun üzerine bakışlarını kız kardeşinden çekmişti genç adam.

Yatakta uzanan Juan Panzio, şarap rengindeki kadifeden yatak örtünün üzerine, damarları belirginleşmiş elini koyarken karısına kıyasla daha düz bir tonla konuşmuştu.

"Bu skandal ortaya çıkarsa ne olacağını hiç düşündün mü? Toplum tarafından dışlanacaksın, hiçbir davete, toplantıya davet edilmeyeceksin. İnsanlar seni gördüğünde yüzünü çevirecek. Artık soylu sayılmayacak, sıradan bir insan olarak muamelesi göreceksin. Doğuştan gelen tüm haklarını arkanda bıraktığının farkında mısın?"

Bu sözler üzerine ıstırapla içini çekmiş Lavinia, avuç içlerini eteğine sürtmeye başlamıştı. Duyguları üzerindeki zayıf kontrolünü kaybetmeye başladığını gösteren inatçı bir gözyaşı damlası yanağına düşmüştü. Onun zayıf hallerini hor gören bakışları ile izleyen Rosia Panzio'nun bir diğer patlaması daha da ağır olmuştu.

"Saygınlığını, geleceğini, hayatını mahvettin. Ailemizin adına leke sürdün! Utanıyorum şu halini gördükçe!''

Kadının sözleri yatak odasında buz gibi bir rüzgar estirirken, her birinin bedeninde soğuk bir ürperti geçmesine sebep olmuştu. Şömine rafına koyduğu kolunu çekerek bu kez geniş sırtını yaslayan Andreani, halasının içinde yatan acımasız kadını ilk kez görmüyor olsa dahi dikkatle izlemekten kendini alamıyordu. Tüm bu tiksintiyle başını yana çevirmeler, bedenin aldığı dik duruş, hor gören buz mavisi bakışlar ona yakından tanıdığı birini hatırlatmıştı. Gerektiği zaman ölümlülere özgü his beslemeyi kenara bırakmakta bir an dahi zorlanmayan babasının adeta kadın kopyasıydı halası Rosia Panzio. Bu, ona aynı acımasızlığın kendinde de var olup olmadığını düşündürmeye başlarken, bakışlarını Sandrino'ya çevirmişti.

Öne uzattığı uzun bacaklarını huzursuzca kıpırdatan Sandrino, işaret parmağına taktığı altından büyük yüzüğünün olduğu elini açmış, ilgisizce baş parmağını üzerinde gezdiriyordu. Genç adamın yüzünden anlam çıkarmak güçtü. Rosia Hala, ismini lekelemiş olması üzerine bir kez daha çarpıcı bir konuşma yapmaya başlamıştı.

Sözlere katlanmakta güçlük çektiği her halinden belli olan Lavinia, titremeleri arasında güçlükle başını kaldırarak annesine bakmış, sözünü kesebilmek için sesini yükseltmek zorunda kalmıştı.

"Benim isteklerimin hiç önemi yok mu? Bizim yaptığımız tek şey aşık olmaktı."

"Aşkmış! Görüyorum ki, sana yıllarca hiçbir şey öğretememişim! Senin aşk dediğin şey uçar gider, hiç kimse ailenin önüne geçemez. Sen soylu bir aileden geliyorsun sen! Dilediğine aşık olma lüksün var mı sanıyorsun? Yok! Hiçbirimizin yok! Ailene fayda sağlayacak bir evlilik yapmakla yükümlüsün sen!"

Rosia Hala'nın bağırmasıyla yerinde sıçrasa dahi birkaç adım ileriye çıkmayı başarmıştı Lavinia. Titreyen küçük ellerini güç almak istercesine önünde birleştirdiğinde birbiri ardına akan gözyaşları ile ıslanan yüzünü havaya kaldırarak çenesini havaya dikmeyi başarmıştı.

"Bastiano Maurilio ile evlenemezdim, istemiyordum. Ben Cesare'yi seviyorum. Tüm saydıklarınız mutlu bir gelecek için ödeyeceğim bedeller. Bana başka seçenek bırakmadınız."

"Senin istememenin bir önemi yok!"

Annesinin sesindeki hor görmeden kaçınmak için gözlerini yuman Lavinia'nın gözpınarlarına dolan gözyaşları damlalar halinde kızarmış yanaklarından aşağıya yuvarlanmıştı. Tekrar yerinden sıçramamak için var birbirine bastırdığı ellerini var gücüyle sıkarken, titremelerini kontrol altına almaya çalışıyordu. Fakat tüm bunları umursamayacak kadar kendini sert doğasına kaptırmış olan Rosia, yatağın yanından ayrılarak kızının üzerine doğru yürümeye başladığında tekrar söylenmeye başlamıştı. Lakin hemen yanından geçmekte olduğu Sandrino, başını ona doğru çevirerek, ciddiyetle sözünü kesmişti.

"Anne, daha fazla üzerine gitmen yaşanılanları değiştirmeyecek. Bence yeterli."

Zihninden geçen öfkeli sözlerin yarısını dahi dillendirmemiş olsa dahi oğlunun uyarısıyla duraksayan Rosia Panzio, bembeyaz kesilmiş yüzünü zarafetle yana doğru eğdiğinde eski sarsılmaz ifadesine bürünmüştü. Bakışlarını kocası ve oğlu üzerinde çevirmeye başladığında konuşmuştu.

"O halde ne yapacağız? Papa Julius'dan bu anlamsız evliliğin feshini istesek? Belki kiliseye yeterince bağış yaparsak ikna edebiliriz."

"Bu söylediğini yapamayacağımızı biliyorsun Rosia."

Sözlerin sahibi olan kocasına çevirmişti bakışlarını kadın. Düşüncelere dalmasına fırsat tanımadan bir elini yeni tıraş ettiği biçimli çenesine götüren oğlu sözü almıştı.

"Kontrol isterler. Ayrıca kilisenin feshettiği evliliklerin sayısı son on yılda bir elin parmağını dahi geçmez. Hem dediğin gerçekleşse bile tüm İtalya bu skandalla çalkalanır. Bu da istediğimiz son şey. "

Rosia Hala'nın sanki hakarete uğramış gibi yüzünü yana doğru çevirerek arkasına dönmesini ve pencereye doğru ilerleyişini izleyen Andreani içinden çıkılmaz bir duruma düştüğünü görebiliyordu. Evliliğin fes edilmesi tamimiyle işe yaramaz bir fikirdi. Tıpkı Sandrino'nun dediği gibi gizli evlilik haberi ortaya dökülürse Panzio ailesinin itibarı zedelenirdi ve bu isteyecekleri en son şeydi. Sandrino bizzat yaşanılanların dilden dile geçmemesi için nikahı kıyan papazdan Cesare ve Lavinia'nın kaçışını öğrenen malikanenin hizmetlilerine kadar hepsinin, para ve tehdide başvurarak konuşmamalarını garanti altına almıştı.

Kısa bir anlığına büyük odaya çöken sessizlikten yararlanan Lavinia, artık bacaklarının onu taşıyamadığını düşündüğünde kapının yanındaki kanepeye çökmüş, ellerini usulca kucağına bırakmıştı. Pencereden malikanenin bahçesini izlediği sırada aklına dolanan düşüncelerle tekrar önüne dönmüştü Rosia Panzio.

"Bu ailenin soyu, nesillerdir asil kandan gelen kişiler üzerinden devam etti. Şimdi siz benim tek kız çocuğumun basit bir tüccarla evlendiğini ve elimden bir şey gelmediğini söylüyorsunuz!"

"Bu doğru değil. Cesare Virgilio, basit bir tüccar değil."

Lavinia'nın alçak sesiyle yaptığı itirazı bir baş hareketiyle savuşturmuştu Rosia. Hissettiği çaresizlik, öfkesi ile harmanlanırken bu kez bakışlarını şömine önünde duran oğlu saydığı yeğenine çevirmişti.

"Karın da Virgilio. Başta onunla evlenmeni istemediğimi biliyorsun bunu açıkça yüzüne söylemiştim. Hatta sana vazgeçmen için başka seçenekler sundum, inatla kabul etmedin. Bende sonunda istediğine razı geldim. Nedenini bilmek ister misin? Çünkü o kadındı. Çeyizi olmaması ve soylu aileden gelmiyor olmasını görmezden gelebilirdik lakin Lavinia öyle değil!"

Andreani'nin soğukkanlı mavi gözlerin üstündeki kaşlardan biri kalkarken, yaslanmakta olduğu rafın önünde doğrularak iri bedeni ve güçlü omuzları ile dimdik bir hal almıştı. Yumuşak tutmaya çalıştığı ses tonu, karısı hakkındaki tatsız konuşma devam ederse sert bir hal alacağının habercisi gibiydi.

"Bu konuşmanın gittiği yönden memnun değilim Hala."

"Sözlerimi bitirmemi bekle. Kabul ediyorum, Clarissa beni şaşırttı. Karşıma fırsatçı bir kadın çıkaracağından emin olsam da öyle olmadı. Yine de öğütlerime aldırış etmeyen, keskin dilli; itaatkar bir eşte bulunması gereken meziyetleri bile isteye kullanmıyor olsa dahi günün birinde evlatlarına iyi bir anne olacağından şüphem yok. Fakat her şeye rağmen sen onunla aynı değilsin. Gerçekler değişmiyor. Tıpkı karının kuzeninin kızımla gizlice evlenmesi gibi."

Halasına saygısından ötürü tavrını ölçülü tutmaya çalışsa dahi bu sözlerle Andreani'nin yüzü bir anda soğuk ve katı bir hal almıştı. Clarissa ile evleneceğini söylediği kadının zaman verdiği tepkiyi oldukça iyi hatırlıyordu. Genç adam bunu hiç umursamış, Clarissa ile halasının zamanla ortak bir yol bularak anlaşmaya başlayacaklarını düşünmüştü. Şimdiye dek öyle de olmuştu, aralarında bir sorun olduğunu düşünmüyordu. Halasının, kızının rızasını almadan evlenmiş olmasının acısıyla bu sözleri sarf ettiği bilse dahi Clarissa'yı bu durumun sebeplerinden göstermesine ve canını sıkmasına müsaade etmeye hiç niyeti yoktu. Sert mizacına özgü kararlı bir ifadeyle konuşmaya başladığında ses tonu alçaktı lakin geniş odada yankılanmışı.

"Rosia Hala, seni en az annem kadar sevdiğimi biliyorsun. Fakat karıma hiç kimsenin söz söylemesine izin vermem. Clarissa, bu konunun dışında kalacak. Bu konu hakkında bir söz veya ima hatta herhangi bir konu hakkında karıma karşı yapılan saygısızlığı kendime yapılmış sayarım. ''

"Karına karşı herhangi bir kin, öfke beslemiyorum oğlum. Ludovico Hanımı olarak hakkettiği saygıyı tabi ki de görecek."

İçinde güçlü bir ateşin yandığı şöminenin önünde dik duruşu ile dikilen Andreani, halasının sıkıntıyla içini çekerek, büyük bir özenle sarı saçlarına tutturulmuş şalını düzeltişini izlemişti. Tereddütsüz mavi gözlerini üzerinden çekmemekte kararlıyken, başını hafifçe yana eğerek bakışlarını öteye çeviren kadın kendi dilinde konuşmadan çekildiğini göstermişti. Fakat bakışları öfkesinin asıl muhatabı olan kızını bulduğunda tekrar sert ifadesine bürünmüştü.

"Lakin Virgilio ailesine kızımı verecek de değilim."

O ana kadar başını önüne eğmiş, sıkıntıyla eteğinin işlemelerini çekiştiren Lavinia, bozulması mümkün olmayan gerçeği tane tane konuşarak dillendirdi.

"Ben Cesare Virgilio'nun karısıyım."

"Karısıymış! Se-"

Kızının cüreti karşısında sinirlerini kontrol altında tutmayı başaramayan Rosia, bağırdığında koltukta oturan kızına doğru eteklerini savurarak yürümeye başlamıştı Bunun üzerine gürültülü bir biçimde yerinden doğrulan Sandrino, annesinin arkasından sesini yükseltmişti.

"Yeter. Anne yeter. Yeterince uzadı, bu işi olması gereken tek şekilde çözeceğiz."

Sandrino'nun sert çıkışına hazırlıksız yakalanan kadın duraksamıştı. Arkasına dönerek kararlı yüzüne baktığında anlam vermekte zorlanıyordu.

"Sen ne dediğinin farkında mısın? Benim buna iznim yok!"

Sandrino, bu sözleri Rosia'nın hiç beklemediği bir kayıtsızlıkla karşıladı. Yatağında doğrulan babası, odanın öbür ucunda kollarını arkasında birleştirmiş Andreani, ve ıslak gözleri ile başını kaldıran Lavinia'nın sessiz merakları eşliğinde annesine doğru yürüdü. Tam karşısında geçtiğinde, annesini telaşa düşürecek derecede bir sakinlikle harmanlanmış kararlılığa sahipti.

"Günler önce, babamın hastalığı sebebiyle aileyi onun adına yönetmem konusunda anlaşmamış mıydık? Ben de şimdi diyorum ki; bu konu ortaya dökülmeyecek. Kimsenin, habersiz bir evlilik olduğunu bilmesine gerek yok. Rızamız olduğunu bilecekler. Bu şekilde Lavinia'nın itibarı da elinde kalmış olacak."

Oğlunun tüm itirazlarına rağmen evliliğe onay vermiş olması Rosia'yı derin bir şaşkınlığın içinde bırakmıştı. Sözlerine inanmayı reddederek duraksamış, kıstığı mavi gözleriyle yüzünü dikkatle süzmüştü. Sandrino'nun ona destek çıkacağına dair olan inancı öylesine kuvvetliydi ki bir süre kendine gelememişti. Şaşkınlığından nihayet sıyrıldığında yardım için kocasına dönmüştü.

"Juan!"

Karısı ile gözleri keşişsen adam, sırtını tekrar arkasındaki yumuşak ipekli yastıklara usulca yaslamıştı. Gözleri, kızı ve karısını üzerinde gidip gelmiş, son olarak annesinin hemen karşısında dimdik duran oğlunun üzerinde duraksamıştı.

"Olay gece yaşandığı için fazla tanık olmasa da susturulmaları gerek. Duyulmayacağından emin olmalısın. Bastiano Maurilio ile konuşman gerek. Karlı bir iş anlaşması yaparsan belki gelinsiz kalmasını telafi etmiş olursun. Bu, hayatın boyunca karşına çıkacak sorunların sadece ilki çocuk, eline yüzüne bulaştırmamaya bak. Çünkü bu senin tarihin olacak."

Sözlerini bitirdiğinde içini çeken adam, başını yastıklara gömerek yataktaki yerine iyice yerleşmişti. Babasının desteğini alan Sandrino'nun dudaklarının kenarında yardım bir gülüş belirirken ilerleyerek yatağın ayak ucunda durmuştu. Bir elini yatağın kalın direğine koyduğunda tam karşısındaki babası ile göz gözeydi.

"Çoktan susturuldular. Bastiano Maurilio ile de ortak bir yol bulurum. Elime yüzüme bulaştırmayacağım."

Memnuniyetle başını sallayan Juan, dudakları arasından güzel diye fısıldamıştı. Kendisine destek çıkmasını beklediği son üstelik en güvendiği kişinin de yanında olmamasını çattığı kaşları ile izlemişti Rosia. Sandrino'nun ailenin başına geçmesini gönülden istiyordu lakin Lavinia'nın evliliği konusunda hemfikir olmamaları hoşuna gitmemişti. Juan ve Sandrino'nun otoritesine isteksiz olsa dahi baş eğmeye karar verdiğinde, eteklerini tutarak geniş yatağın diğer köşesinde durmuştu.

"Tamam. Babanın sözü üzerine başka laf söylemeyeceğim. Dilediğiniz gibi olsun, evlendirin tek kızımı o tüccarla."

Yatak odasındaki tüm gözler üzerine çevrilmişken sözlerini bitirdiğinde bir anda sessizleşivermişti Rosia. Tam karşısında olan Sandrino, yönünü tamimiyle ona döndüğünde sırtını alaylı bir rahatlıkla yatağın kalın ahşap direğine yaslamıştı. Bir elini dalgalı sarı saçlarına götürürken sessiz bir tebessüm içindeydi. Rosia Panzio'nun en kritik anlarda bir anda sessizleşmesi; cebinde bir başka silahın olduğunun göstergesi olduğu çok iyi bilinirdi. Kadın bağırıp, itiraz etmenin anlamsızlığını gördüğünde kurnazlıkla işini halletmeyi seçerdi. Çenesini kaldırarak duruşunu ayarlayan kadın, son memesini büyük bir asaletle serbest bırakmıştı.

"Dediğin gibi ailenin reisi olmaya niyetliysen, Panzio ailesine yakışır soylu bir gelin bakmaya başlayacağım. En kısa zamanda nikahını yapalım. ''

Annesinin ciddi tavrına alaylı bir tebessümle karşılık vermişti Sandrino. Geriye attığı başını, ahşap direğe yaslandığında, hayret içinde bir kahkaha atmıştı. Omuzları sarılmaya devam ederken, direğe bağlı kadife perdelere göz gezdirmiş ardından alaycı olsa dahi oldukça net bir tavır çizerek kararını bildirmişti.

"Her ne kadar ömrümün sonuna dek bekar kalmak cazip bir hayat biçimi gibi görünse de evlenmem gerektiğini kabul ediyorum. Fakat beni damızlık gibi eşleştirmene iznim yok anne. Evleneceğim kadını kendim seçeceğim. Bu kişi, ister soylu ister değil, ister bir ay sonra ister iki sene sonra olsun tamimiyle benim kararım olacak."

Şaşkına dönmüş bir sükûnet içerisinde kalmıştı Rosia. Oğluna çıkışmak istese dahi bunu yapacak gücü kendinde bulamamıştı. Bir gün içinde yaşadığı acı dolu hayal kırıklığı ömründen koca bir on yıl götürmüş olsa dahi mavi gözlerinin içindeki bakış kaybolmamıştı. Yavaş bir hareketle önce ölümcül bakışını kocasına ardından kızına, Andreani'ye ve oğluna fırlattığında odadan dik duruşu ile çıkarken söylenmeyi ihmal etmemişti.

"Nesillerdir varlığını sürdüren aileleri yönetmek istiyorsanız işin içine duygularınızı katamazsınız. Duygular zayıflıktır. Sonunda, iki aileyi de başımıza yıkacaksınız!"

Halasının çıktığı aralık kapıya çattı kaşları ile bakan Andreani, sözlerine şaşırmayacak kadar kadını iyi tanıyordu. Buna rağmen ailelerini başlarına yıkmayacaklarından emindi, buna ne o ne de Sandrino izin vermezdi. Kuzeninin yanını bulduğunda destekleyen bir ifadeyle elini omzuna koymuştu. Bakışlarını ona doğru çeviren Sandrino ile göz göze geldiklerinde anlamlı bir sessizlik oluşmuştu, kelimelere gerek duymayacak kadar birbirlerini iyi tanıyorlardı. Juan Panzi'yu bir reveransla selamladıklarında, ağabeyine mahcup bir ifadeyle ard arda üç kez teşekkür ederek sarılan Lavinia'nın yanından geçerek koridora çıkmışlardı.

Sert adımları çakıl zeminde yankılanan iki adamın atları seyisler tarafından hazırlanmıştı. Büyük malikanenin birbirine geçmiş koridorları boyunca Sandrino'ya ilişmemiş olan Andreani, zaman tanıyarak sessizliği bozmamıştı. Fakat eğer atlarına binerlerse Roma'ya kadar dörtnala süreceklerini ve aralarında bir konuşmanın geçmeyeceğini biliyordu. Bunun üzerine, omzuyla hemen yanında yürüyen Sandrino'nun omzuna vurduğunda içerideki sözlerini tekrarlayarak söze başlamıştı.

"Demek evleneceğin kadını kendin seçeceksin. O halde, müstakbel eşinle ne zaman tanışıyorum?"

Andreani'nin bu muzip sözleri ile adımlarını yavaşlatmıştı Sandrino. Yeşilin koyu bir tonuna sahip pelerini dizlerine dek uzanırken, alt alta sıralanmış deri bağları sıkıca bağlamıştı. Geniş omuzlarından dökülen kumaş tüm bedenini sarmıştı. Bu tek renk, mavi ve yeşilin mükemmel bir uyumuna sahip olan gözlerini daha fazla öne çıkarmıştı. Parlayan gözlerini Andreani'ye çevirdiğinde, eglenceli mizacına yakışmayan huysuz bir ifadeyle konuşmuştu.

"Mümkünse hiçbir zaman. Evlilik ilmiğinin boynuma mümkün olan en uzun zamanda dolanması için fakirlere sadaka dağıtacağım. Hatta aşevlerine, düşkünlerevine, manastırlara.. hepsine bağışta bulunacağım."

Kuzeninin evliliği, bir idam mahkumunun boynuna geçirilen ilmiğe benzetmiş olması üzerine erkeksi bir kalınlığa sahip sesiyle küçük bir kahkaha atmıştı Andreani. Atlarını zapt eden seyislerin şaşkın bakışlarına aldırmayacak kadar eğleniyordu kuzeninin evlilik korkusundan. Elini uzatıp Sandrino'nun omzuna sertçe vurup, sıktığında mavi gözlerindeki alayla konuşmuştu.

"Daha iyi fikrim var kuzen. Rahip ol. Kendini Kutsal Ruh'a ada. Tüm dünyevi zevklerden vazgeç. Evlilikten ölene dek kurtulursun."

Önerisi üzerine açık bir şekilde irkilen Sandrino, yüzünü buruşturarak bir adım gerilemişti. Hayatının büyük bir bölümünü tüm dünyevi zevklerin tadına sınırsızca bakmakla geçiren bir adam için rahip olup nefsini köreltmek imkansızdan da öte bir yaşam biçimiydi. Kuzeninin zihninden neler geçtiğini oldukça iyi bilen Andreani, yapmış olduğu öneriden aldığı keyifle Sandrino'yu orada bırakarak atının yanına ilerlemişti. Yularını bırakması için eldivenli elini seyise doğru uzatırken, yan bir bakışla Sandrino'yu süzüyordu.

''Hadi ama sert çocuk, daha Roma'ya gidip bir çok iş halledeceğiz. Senin aksine ben evliliği seviyorum. Evde beni bekleyen güzel bir karım var.''

Andreani'nin gür sesi ile kendine gelen Sandrino, insanların aşina olduğu alaycı ifadesini nihayet yüzüne yerleştirirken, atının parlayan boynunu okşayarak ona gülen kuzenine karşılık vermişti.

"Tanrı'yı severim ama şuan ki metresim çok güzel. Güneş sarısı saçlar, camgöbeği renginde mavi gözler.. her yönden güzel bir vücut. Tanrı'nın yarattığı güzelliğin tadını çıkarıyorum, bırakırsam yazık olur."

Çevik bir hamleyle atına yerleşen Andreani, gülümseyerek haklısın yazık olur diye mırıldanmıştı. Aylar önce bir haydut edasıyla elinden aldığı mükemmel güzellikteki kestane rengi atın üzerine yerleşen kuzenini izlerken, elini geriye atamış pelerinin başlığını takmıştı. Yularını tuttuğu kara atını çevirerek Sandrino ile malikanenin arazisinin dışına doğru ilerlemeye başladıklarında başını yana çevirdiğinde, hızlanmadan önce son kez konuşmuştu.

"Yakıştı ama."

"Ne yakıştı?"

Ciddi bir havaya bürünen mavi gözleri ile yanında at süren Sandrino'ya bakmaya devam ediyordu Andreani. Kendisinden sadece iki yaş küçük olan adam, her zaman sahip olmak istediği erkek kardeşiydi. Kumral kaşlarını hafifçe yukarı kaldırarak sorusunu cevaplamış sözlerini bitirdiğimde Sandrino'yu sözlerinin bıraktığı şaşkınlık etkisiyle yalnız bıkarak atı Kara Ateş'i dört nala sürmüştü.

"Ailenin reisi rolü, tabi ki. Hepimiz, bu günün elbet geleceğini biliyorduk. Ayrıca eline yüzüne bulaştırmayacağından eminim. Ama illaki bulaştırmak istersen de bulaştır. Ludovico-Panzio ailesi olarak birlikte çözeriz."

**

Virgilio Köşkü'nün açık renkli taşlarla kaplanmış ön avlusuna ayak basan Clarissa, at arabasından inmesine yardımcı olan emektar kâhyaları Ivan'a teşekkür maiyetinde belli belirsiz bir tebessümde bulunmuştu. Arabadan uzaklaşarak bir adım öne çıktığında, omzunun üzerinden yeşim yeşili gözlerini köşkün ön avlusuna göz gezdirmişti. Endişeyle herhangi bir hareketlilik seçmeye çalışırken, zihninde sıraya dizilmiş onlarca soru vardı. Ludovico armalı at arabasının ahırların olduğu bölüme doğru hareketlenmesiyle iç çekerek önüne dönmüştü. Ivan'ın ani gelişine şaşırdığını fark etmiş olsa dahi bunu umursamayacak kadar merak içerisindeydi. Eldivenli elliyle eteğini kavradığında, vakit kaybetmeden Virgilio muhafızlarının onun için açtığı taş kemerli yüksek kapıdan geçmişti.

Rüyasındaki gözlerini yakan güçlü ışığın aksine mermer köşkün içine dingin bir sonbahar ışığı hakimdi. Sadece on adım mesafelik giriş koridorunda ilerlediği sırada henüz görüş açısı sağladığı geniş kare biçimli holü süzmeye başlamıştı. Tıpkı bahçede olduğu gibi merakını giderecek bir yüz veya bir durumla karşılaşmayı umurken, köşkün mutfağına açılan kapıdan çıkarak önünde beliren Paola ile karşılaşmıştı. Uzun yıllar köşkün baş hizmetçiliğini yapan kadının yüzü, onu gördüğünde saklamayı başaramadığı bir sevinçle aydınlanmıştı.

"Bayan Ludovico. Hoş geldiniz."

Gözlerini gönülsüzce, kütüphaneye, Rinaldo'nun çalışma odasına ve ön bahçeye açılan kapılardan alarak, kırışıklıkların çevrelediği sıcacık bakan kahverengi gözleriyle karşısında duran kadına dönmüştü. Kalın beline bir önlük bağlamış Paola, her zaman olduğu gibi saçlarını sımsıkı geriye doğru toplayarak bir filenin içine almış, onu izliyordu. Kadının bakışları altındaki anlamı çıkaramayan Clarissa, gülümseyerek pançosunun iplerine uzanmıştı. Aynı zamanda tekrar yeşim taşı rengi gözlerini boş olan holde gezdirmeye başlamıştı.

"Paola, ağabeyim, Cesare, Guliano köşkteler mi?"

"Ön bahçedeler efendim."

Duyduklarından memnun bir tebessümle karşılık veren Clarissa, pançosunu almak için uzanan kadına yardımcı olabilmek için hafifçe dizlerini kırmıştı. Çıkardığı eldivenlerini de uzattığında, uzun parmaklarını eteğine götürmüş, beyaz ipliklerle gül desenleri işlenmiş eteğinin kıvrımlarını düzeltmişti. Başını kaldırdığında niyeti bahçeye doğru ilerlemekti lakin Paola'nın hala onu tuhaf bakışları ile seyrettiğini gördüğünde duraksamıştı. Başını hafifçe yana eğerek kaşlarını kaldırdığında kadına cesaret verecek şekilde konuşmasını işaret etmişti.

"Paola? Bir sorun mu var?"

İçi yünlü pançosunu kolunda tutan kadın eldivenlerini de üzerine bırakmış bir halde önünde dikilirken içini çekmiş, tereddütle konuşmuştu.

"Hayır, bir sorun yok hanımım. Ben sadece haddimi aşarak, sizin ne kadar da hoş bir evli hanıma dönüştüğünüzü düşünüyordum. Evlilik haberinizi size verdiğim o günü hiç unutamıyorum. Vicdan azabından günlerce uyuyamamıştım. Lakin şimdi benim gördüğüm bu genç kadını, rahmetli anneniz de görseydi eminim çok gurur duyardı. "

Virgilio Köşkü'nde hatırı sayılır bir mevkiye sahip olan yaşlı kadının sözlerine herhangi bir tepki veremeyecek kadar hazırlıksız yakalanmıştı Clarissa. Kendini zorlasa da bu bir fayda etmemiş söyleyecek tek bir söz dahi bulamamıştı. Annesinin bahsi açıldığında kalbindeki sızı kendini hatırlatırken, kadının bir nevi evliliğin ona yakıştığını söylemiş olması tuhafına gitmişti. Bir an duraksayarak bunu düşündüğünde içinden anlam veremediği bir gülümseme geçmişti, itiraf etmekte zorlansa dahi kadının sözleri hoşuna gitmişti. Andreani ile evli olma gerçeği artık içini ısıtıyordu. Aynı zamanda kadının söz ettiği o; Rinaldo'nun Andreani ile onu gizlice sözlendiğini öğrendiği günü hatırladığında tüm kasları geriye kasılmıştı. Lakin duygularını açık etmemekte usta olan genç kadın, anlayışla uzanıp kadının pançosunu tutan eli üzerine kendi elini koyarak usulca sıkmıştı. Tam bu sırada kulağına bir çift topuk sesi çalınmış bunu ağabeyinin sesi gür sesi izlemişti.

"Clarissa?!"

Yönünü Rinaldo'ya dönen Clarissa, Paola'nın yanından geçerek ilerlemeye başlamıştı. Adamın sesindeki şaşkın ve huzursuz tınıyı fark etmesiyle yüzünü hafifçe buruşturmuştu. Şaşkın bir nida yerine daha sıcak bir karşılama beklediği açıktı. Tam karşısında durduğunda kaldırdığı ellerini kız kardeşinin kollarına koyan adam tepkisinin sebebini açıklamıştı.

"Seni bir anda köşkte görünce şaşırdım. Dün gece Ludovico en az Panzio kadar burnundan soluyordu. Ortalık bu kadar karışıkken seni göndereceğini düşünmemiştim."

Ağabeyinin düşünceli yüzüne bakan Clarissa, abartılı bir şekilde gözlerini devirdiğinde dudaklarının kenarında kurnaz bir tebessüm belirmişti. Bununla birlikte başını geriye çeken Rinaldo oval biçimli yüzündeki ifadeden anlam çıkartmaya çabalarken bahçe kapısından geçerek hole adımı atan Cesare duruma açıklık getirmişti.

"Şu küçük yüzüne iyice bak. Sence izin almış gibi duruyor mu?"

"Ha."

Onu şaşkınlığı içinde bırakarak kolları arasından çıkmış genç kadın dudakları arasından Cesare! diye çıkan bir nidayla, kendisine yakışmayacak bir şekilde eteklerini yukarı kaldırarak bahçe kapısı önünde duran kuzenine doğru koşmuştu. Adamın elmacık kemiklerinin üzerinde çürükler oluşmuş, kaşının üzerinde kan toplamış bir yara vardı. Dudaklarında ise kaşına göre daha küçük bir yara olsa dahi kenarı hafifçe morarmıştı. Boğazından bir hıçkırık kaçırmış Clarissa, elini kaldırıp dokunmak istemişti lakin acıtmaktan korkarak usulca indirmişti.

"Yüce İsa.. Cesare, acıyor mu?"

Endişeli sözlerini duymamış gibi bir ifadeye sahip olan Cesare, kaldırdığı elini usulca omzuna yerleştirdiğinde tıpkı onun gibi endişe tınısı taşıyan sesiyle konuşmuştu. Ne var ki kuzeninin endişelendiği kişi evlenmelerinden üzerinden bir gün dahi geçmeden elinden alınan karısıydı.

"Lavinia nasıl? Haberin var mı?"

"Kötü ama yine de senden daha iyi durumda. Dün gece, Andreani ve Sandrino bizim malikaneye getirdi. Sandrino ile tartıştılar sonrasında Lavinia gece bizde kaldı. Bizzat ilgilendim, ağlamaktan rengi solmuştu lakin sabah uyandığında daha iyi görünüyordu. Andreani Panzio Malikanesi'ne götürdü. Sanırım aile toplantısı yapacaklar. Bende evde duramadığım için buraya geldim, seni görmem gerekiyordu."

Cesare, herhangi bir söz söylememiş dudaklarını sıkarak başını sallamıştı. Bunun üzerine elini tekrar kuzeninin biçimli yüzüne uzatan genç kadın dokunup dokunmamak arasında kararsız kalırken, omzunun üzerinden ağabeyine bakarak konuşmuş, ardından tekrar adeta acısını kendi hissediyorcasına buruşturduğu yüzünü kuzenine çevirmişti.

"Hekim çağırdınız mı?"

Onun telaşlı sözleri üzerine hafifçe gülümseyen Cesare, yeşil safir yüzüğünün olduğu havadaki eline uzanmıştı. Yumuşak süt beyazı elini, büyük eli arasında çevirerek dudakları üzerine götürmüş, acısına aldırmadan küçük bir öpücük bıraktığında indirmişti.

"Hekime gerek yok, ben iyiyim. Hayatımda ilk kez bir kavgaya karışmıyorum. Hem suçsuz olduğum da söylenemez. Endişelenme, gerçekten iyiyim."

Sözlerine inanmakta güçlük çekiyordu Clarissa. Sandrino'nun yaptığından emin olduğu izlere baktıkça onun canı yanıyor, içi davetsiz bir öfkeyle doluyordu. Her ne kadar Sandrino ile zamanla aralarında tatlı bir dostluk filizlenmiş olsa dahi çok sevdiği kuzeninin yaşadıkları canını sıkıyordu. Üzüntüyle yeşil gözlerini aralarında kenetlenmiş ellerine indirdiğinde, onları izleyen Rinaldo'nun sinirle söylenen sesini işitmişti.

"Karşılık vermek yerine sadece kendini korumakla yetinmiş olduğun duruma kavga diyemezsin!"

Bakışlarını Clarissa'nın omzu üzerinden Rinaldo'ya doğru yönelten Cesare, sitemle başladığı sözlerini Virgilio simgesi taşıyan büyük bir yüzüğün olduğu parmağını yüzüne doğrultarak bitirmişti.

"Ne yapmamı beklerdin? Evlendiğim kadının gözü önünde ağabeyi ile ölümüne kavgaya mı tutuşmalıydım? Lavinia ile kaçarken bunun kaçınılmaz olduğunu biliyordum."

"En azından bir yumruk savurabilirdin."

Duydukları Clarissa için beklenmedik değildi. Cesare'nin Sandrino'ya karşılık vermeyi reddetmesi tam da onun karakterine uyacak türde bir tutumdu. Kaldı ki genç kadın içten içe hala kuzeninin Lavinia ile kaçarak, bekâretini almış olmasına şaşırmadan edemiyordu. Sinirlendiği, sesini yükselttiği oldukça nadir görülen adamın böyle büyük bir hamle yaptığına göre tamimiyle durumlarının içinden çıkılamaz bir hal aldığını düşünmüş olmalıydı. Rinaldo'nun sözlerindeki ailesinden olanı koruma içgüdüsüne hak veriyor olsa dahi Cesare'yi anlamak onun için güç değildi. Yutkunarak bakışlarını kaldıran Clarissa, aralarındaki anlaşmazlığın büyümemesi için Cesare'nin avucu içinden elini usulca çekerek kolunu kavramış, tereddütsüzce sarıldığında yeşil gözlerini ağabeyinin üzerine çevirmişti.

"Lütfen, şuan ikinizin tartışması en son ihtiyacımız olan şey."

Onunla aynı renk yeşil gözlerini üzerinden çekerek Cesare'ye yönelten Rinaldo, bir kolunu yana doğru açtığında üst kata ulaşan mermer merdiveni göstererek konuşmuştu.

"Haklı. Yiyecek bir şeyler hazırlamalarını söylemiştim, hadi salona geçelim. "

Hep birlikte, kırmızı bir halı serilmiş mermer merdivenden çıkarak, her iki kanadı da sonuna kadar açık olan geniş salonun kapısına ulaştıklarında Lucrezia, şömine önündeki koltuğunda oturmuş el işi yapıyordu. Guliano ise Virgilio Köşkü'nün bulunduğu nezih Roma sokaklarından birini gören kemerli pencerenin önündeki dururken, duyduğu topuk sesleriyle onlara dönmüştü.

"Yüce İsa, Clarissa'nın geleceğini kimse bana haber vermedi! Artık bu üçlü tarafından sürekli unutulmak kalbimi kırıyor."

Henüz on yedi yaşında olan kardeşinin sahte bir huysuzlukla dile getirdiği sözler üzerine gülümseyerek yüzünü buruşturmuş Clarissa, öne çıkarak ona doğru ilerlemeye başlamıştı. Ailelerinin gurur kaynağı olarak görülen kardeşinin üzerinde siyah renk rahip cübbesi ve boynunda sallanan haçı vardı.

"Seni unutmak ne mümkün. Küçük olduğun için seni sona bırakıyorum ki doyasıya sarılabileyim."

Parmak uçlarında yükselen ablasının gür ipeksi saçlarına uzattığı elinden esnek bir hareketle kurtulmuştu Guliano. Gülümseyerek birbirlerine sarıldıklarında tüm aile yemek masasına geçmişlerdi. Her biri önlerindeki yemeklerden birkaç lokmadan fazlasını ağızlarına sürmemiş olsalar da şaraplarını yudumlayarak sohbet etmişlerdi. Clarissa, yaşanılanlara dair şaşkınlığını dile getirirken Cesare'nin kaderini esen rüzgarın merhametine bırakmak yerine kendisinin yön verme kararını anlayışla dinlemişti.

Hiç kimsenin masaya serilmiş atıştırmalıklara daha fazla elini sürmeyeceğini gören Rinaldo, hizmetçilere masayı toplamalarını işaret ettiğinde yemekleri sona ermişti. Şarap kadehlerini ellerine alan Rinaldo, Cesare, Guliano birlikte çalışma odasına geçmişlerdi. Gülümseyerek onlara sonra katılacağını söylemişti Clarissa. Hizmetlilerin ses çıkarmamaya özen göstererek üzerindekileri hızla topladıkları meşe masanın yanında ayrıldığında, Lucrezia'nın oturduğu şarap rengi kumaşla kaplanmış koltuğun, tam karşısındaki bir diğer koltuğa yerleşmişti. Gözleri kesiştiğinde birbirlerine gülümsemiş, usulen hallerini hatırlarını sormuşlardı. Oldukça kısa süren sohbetlerinin sonunda Lucrezia, yemekten önce sehpanın üzerine bıraktığı gergefi alarak işlediği motifine devam etmişti.

Elinde taşıdığı gümüş tepsi ile salondan çıkan son hizmetlinin arkasından bakan Clarissa, yeşim yeşili gözlerini yavaşça önüne çevirmişti. Yalnız kalmalarını büyük bir sabırla beklemiş olsa dahi içini kemiren endişeleri nasıl söze dökeceğini bilmiyordu. Uç kısmına oturduğu koltukta şömineye doğru hafifçe dönerek, düzgünce etrafına yaydığı eflatun rengi eteklerinde parmak uçlarını gezdirmeye başlamıştı. Derin bir sessizliğin oluştuğu salonda gergefine başını eğmiş Lucrezia'nın kirpiklerinin ardından ona kaçamak bakışlar atması huzursuz kıpırdanmalarının farkında olduğunu gösteriyordu. Daha fazla bu manasız gerginliğe katlanmak istemeyen Clarissa, mağrur bir tavırla eteklerini tutarak ayağa kalktığında kadının yanına ilişmişti.

İşaret parmağı ve baş parmağı arasında tuttuğu iğnesini usulca indiren Lucrezia, çekingen bir tavırla gülümsemeye çalışmıştı. Genç kadın ile son görüşmelerinde yakın bir sohbetin içine girmiş olsalar dahi temkinli davranmak istiyordu.

"Örneğini ister misin?"

Clarissa'nın bakışları kadının ona doğru çevirdiği incelikle işlenmiş gergefe odaklandı. Dudaklarındaki kibar bir tebessümle başını iki yana sallarken reddetti.

"İstemem. Teşekkür ederim. Fakat güzel işlemişsin, ben nakış işlerinde yetenekli değilim."

Bir zamanlar katılmak zorunda oldukları öğünler ve aile toplanmaları dışında köşkte birbirleri ile karşılaşmamak için adeta köşe kapmaca oynadıkları kadına iltifat ederek kendi beceriksizliğinden bahsetmiş üstelik bununla kalmayarak biraz sonra içini açacak olması Clarissa'ya garip geliyordu. Niyetlendiği şeyden vazgeçmek için her an büyük bir istek duyarken kendine, bunu yapmazsa içinin rahat etmeyeceğini söyledi. Ortamı yumuşatmak için gülümsemeye çalıştığı sırada, Lucrezia tedirgin bir yüz ifadesine bürünmüştü. Öyle ki onunla aynı duygu karmaşasını yaşayan kadının iltifatını duyduğundaki yüzünü aldığı ifadeye bakarken gözlerini devirmemek için kendini kasmak zorunda kalmıştı.

Onun kendisine iltifat ettiği gerçeğini sindirmekte zorlanan Lucrezia, mavi gözleri içindeki şaşkınlığı gizlemeye çalışırken kısık sesi ile konuşmuştu.

"Kibar iltifatın için teşekkür ederim. Fakat eminim mübalağa ediyorsundur, istersen nakış işini de kolayca becerirsin."

Kendisine hakim olamayan Clarissa dişlerini göstererek gülümsemiş, yan oturduğu kanepede sırtını usulca yüksek kolçağa yaslamıştı. İç çekerek ellerini eteğine bıkarken gözleri kadının yüzündeydi.

"Hayır beceremem. Perspektifi kullanarak resim çizebiliyor, üç dil okuyor ve yazıyorum lakin elime gergefi aldığımda ortaya çıkan sonuç savaş meydanını andırıyor."

Lucrezia'ya aklını kurcalayan endişelerinden bahsetmeden önce en son görüştükleri zaman olduğu gibi aralarında dostane bir ilişki kurmayı amaçlayan Clarissa, başardığını görebiliyordu. Tıpkı onun gibi gülümseyerek arasına yaslanan kadın gergefini kucağına bırakmıştı.

"Son yaptığımız konuşmanın ardından bana biraz tavırlı olursun diye düşünmüştüm. Kendin hakkında konuşmaktan hoşlanmadığını biliyorum."

"Tavırlı değilim. Aslında her ne kadar bundan haz etmesem de şuan tam olarak kendim hakkında konuşma niyetindeyim. "

Şaşkın bir tavırla onun yüzüne bakakalan Lucrezia, işaret parmağını kendine doğru çevirerek konuşmuştu.

"Benimle! Peki dinliyorum."

Yutkunarak, gerginliğini gizlemeye çalışan Clarissa, yeşil gözlerini kadının yüzünden çekmemeye çalışıyordu. Kendinden bir önceki Ludovico hanımından ona geçen safir yeşil yüzüğü parmağından çevirmeye başlamıştı. Lucrezia'nın konuşmasını beklediğini görse dahi bir müddet sessiz kalarak gerginliğini yatışmasını beklemişti. Lucrezia'dan başka konuşacak kimsesi yoktu, içinden hüzünle annesinin yaşıyor olmasını geçirmişti. Derin bir nefes çektiğinde mağrur duruşunu takındı; omuzlarını geriye atarak gururla başını kaldırmıştı.

"Evli bir kadın olarak, hayatımda bazı değişiklikler olması ihtimali var. Sende evlisin, senin bazı değişikliklerin oldu."

"Değişikliği biraz daha açmaya ne dersin?"

Lucrezia'nın şaşkın sorusu üzerine takındığı mağrur ifadesi dağılmıştı. Sözlerini açmak istemiyordu lakin buna mecburdu. Koltuğa yığılıp kalırken ellerini açarak kadının ince bedenini göstermiş ve tekrar denemişti.

"Değişiklik işte! Sana olan gibi."

"Bana olan?"

Hemen yanında oturan sarışın kadının yüzündeki şaşkın ifade büyümüştü. Sözlerini anlamaya çalışırcasına buruşturduğu yüzü tuhaf bir hal almıştı. Bunun üzerine dişlerini sıkan Clarissa, çığlık atma isteğini zor bastırıyordu; bu kadar zorlanacağını hiç düşünmemişti. Karşısındaki bir kadın olsa dahi bu konuları konuşmak onun için çok zordu. Kadının şaşkınlığı aynı şekilde devam ederken, pes etmek zorunda kalmıştı. Zihnine dadanan endişeleri tutan bariyeri kaldırarak, akıl almaz bir hızla ortaya dökülmelerine izin vermişti.

"Annemin ölümü aklımdan çıkmıyor. Rüyalarıma giriyor. Nasıl öldüğünü biliyorsun. Rosia Panzio ve Andreani de çocuk diye tutturmuş durumda. Köşeye sıkışmış durumdayım. Sende üç kez düşük yaptın üstelik ikincisinde neredeyse ölüyordun. Hekimler öleceğini söylemişti, günlerce ruh gibi bembeyaz bir şekilde öylece uyumuştun. Alberto'yu doğururken de ölecek gibiydin. Paola'da bir keresinde demişti ki, annemin tüm doğumları zor geçmiş ve doğum yaparken öldüğü için benimki de zor geçermiş. ''

Clarissa, günlerdir ona adeta işkence eden endişelerini yüksek sesle söylemenin rahatlamasıyla içine derin bir nefes çekerek huzura ererken Lucrezia, kafa karışıklığıyla ona bakakalmıştı. Bir müddet sessiz sedasız kendini bu kadar açık etmekten pişman olan aynı zamanda rahatlayan genç kadının al al olmuş yanaklarına bakmış, düşüncelerini topladığında kısık sesi ile konuşmuştu.

"Anladım. Hamile misin?"

Tüm çıplaklığıyla endişelerini önüne sermesine rağmen Lucrezia'nın bu soruyu sormuş olmasına inanamayarak yeşil gözlerini devirmişti Clarissa. Kaşlarını çatarak homurdansa dahi, sözlerini sinirle tekrarlayarak cevap vermişti.

"Hamile miyim? Hayır. Olursam ne olur?"

"Andreani Ludovico'nun varisini ve VI. Ludovico Asilzadesi'ni doğurmuş olursun."

Lucrezia'nın açık sözlülüğü, Clarissa'nın sıcaklamış yüzüne bir kova soğuk suyun çarpılması ile eşdeğer bir tepki yaratmıştı. Doğuracağı bebekten, bir bebek olarak değil de unvanını vurgulayarak bahsetmiş olması hoşuna gitmemişti. Kime ne anlatıyorum ki diye söylendiğinde toparlanarak, ayağa kalkmaya niyetlenmişti. Fakat Lucrezia uzanıp dirseğini sıkıca tuttuğunda duraksamak zorunda kalmıştı. Kadının böyle bir hamle yapacağını ummayan Clarissa'nın şaşkınlığı Lucrezia'nın elini avcunun içine alarak kendine çekmesiyle daha fazla artmıştı. Mavi gözlerini onun gözleri hizasına getirerek usulca konuşmuştu.

"Paola'nın sözleri safsatadan ibaret. Buna inanıyor olamazsın. Evet, doğum tehlikeli bir iş. Acı verdiğini de inkar edemem. Senin de bu konuda mutlu anıların olmadığını çok iyi biliyorum. Rinaldo'nun dediğine göre annen ölürken baban yanınızda değilmiş, yalnız başına kalmışsın. Fakat Clarissa, anne olmak harika bir duygu.. o küçük elleri ve ayakları, melekleri andıran kokusunu içine çektiğinde inanılmaz bir duygu seline kapılıyorsun. Çektiğin acıya değiyor, ölmekten korkman da yersiz. Üstelik doğuracağın çocuk Ludovico varisi olacak. Ve kocanın bu varise ihtiyacı var."

Uzun kirpiklerini indirerek birbirine geçmiş ellerine bakan Clarissa, güçlükle yutkunmuştu. Yedi aylık hamile olan karısının erken doğum yapmasını beklemeyen babaları, o gün limana gelen ürünleri kontrol etmek için köşkten çıkmış, yaşanılan aksaklıkları kontrol edebilmek için karşı limana geçmek zorunda kalmıştı. Annelerinin çoktan doğumunun başladığı sırada, babalarının geceyi karşı limandaki handa geçireceğini yazdığı bir mektup köşke ulaşmıştı. Acilen eve dönmesi için gönderdikleri mektuplar adressiz kalırken babası annesinin vefatından yalnızca bir saat önce eve ulaşabilmişti. Adamın yaşanılanlardan haberi olmadığını bilse dahi içindeki gizli suçlama yıllardır kaybolmamıştı.

İç çekerek geçmişten güçlükle sıyrılan Clarissa, kadının bakışlarındaki şüpheyi seçmişti. Çocuğu olmasını istemediğini düşünüyordu. Bir an duraksayarak istemeyip istemediğini düşünmekten kendini alamamıştı. Kucağındaki eli isteği dışında yukarı çıkarak karını bulur gibi olduysa da buna hemen engel olmuştu. Ne var ki tüm itirazlarına rağmen Andreani'den çocuğu olma fikrini düşündükçe gözü önüne inatla gökyüzü kadar mavi gözleri olan küçük bir bebek canlanıyordu. Genç kadın eğer oğlu olacaksa, canı gönülden Andreani'ye benzemesini isterdi. Fakat çocuk fikri onu ne kadar korkutuyorsa doğum yapmak on misli korkmasına neden oluyordu. Buna rağmen Lucreazia'nın bakışlarındaki şüpheden rahatsız olmuştu.

"Bana öyle bakma Lucrezia. Çocuk doğurmak istemiyorum, demedim. Ayrıca kocamın varise ihtiyacı olduğunu oldukça iyi biliyorum, unutmama izin vermeyecek kadar çok hatırlatılıyor. Sadece baskı bende ters tepiyor."

"Bunu duyduğuma sevindim. Alınmanı istemem lakin her ne kadar sorumluluklarına bağlı bir kadın olsan dahi bazen ne yapacağın belli olmuyor. Bir an hamile kalmamak için ne yapılması gerektiğini soracağından korkmuştum."

Alnı kırışan Clarissa, kadının son sözlerine takılı kalmıştı. Normal bir zamanda bazen ne yapacağın belli olmuyor lafı hoşuna gitmez , sözlerini irdelerdi. Lucrezia ile son iki seferdir arkadaşlık anlamında olumlu adımlar atmış olsalar dahi sözlerinin üzerine düşerdi lakin o an merakı ağır basmıştı. Usulca arkasına yaslanırken, kaşlarını havaya kaldırarak sormuştu.

"Öyle bir şey var mı ki?"

Lucrezia'nın mavi gözlerinin içinde muzip bir ifade yer edinmişti. Göz alıcı bir biçimde gülümseyen kadın, sarı saçlarını geriye çekerek bir sır verircesine fısıldamıştı.

"Kadınlar arasında konuşulan bir iki şey duymuştum."

Kendini, oldukça nadir ve genellikle zorunluluktan içinde bulunduğu kadın kadına yapılan bir sohbetin içine bırakmıştı Clarissa. İçi çocuksu bir heyecana kapılırken, merakı mesafeli duruşunu kaybetmesine neden olmuştu. Yüzüne masum bir tebessüm yerleştirdiğinde Lucrezia'nın elini kendi avcu içine alıp hızla çekmiş, kadını kendine iyice yaklaştırmıştı. Fısıltıyla konuşurken sesi oldukça ilgili çıkıyordu.

"Ya.. merak ettim şimdi. Mesela durumun birkaç ay kadar daha aynı kalmasını istesem tabi sende isteyebilirsin sonuçta yeni doğum yaptın.. her neyse nasıl ayarlasın ki bunu?"

Kocasının kız kardeşinin soğuk mizacını iyi bilen Lucrezia, bu tavrın ona yakıştığını düşünmüştü. Mağrur duruşunu kaybetmemiş olsa dahi eskisine göre daha fazla gülümsüyor, duygularını daha fazla açığa vuruyordu; her an kabuğuna çekilmiyordu. Yeşil gözleri içindeki masumluğa aldanarak, dudaklarını kulağına yaklaştırmış, duyduklarını fısıldamıştı.

**

Clarissa, ağabeyi Rinaldo'nun çalışma odasında oturuyordu. Lucrezia ile yaptıkları alışılmadık konuşmalarının ardından alt kata inmiş, kapalı olan ahşap kapıyı çalmış olsa dahi ağabeyinin içeri davet eden sesini beklemeden açtığı kapıdan içeri süzülmüştü. Yeşil gözlerini önce büyük çalışma masasının başında oturan ağabeyine sonrasında şöminenin sol köşesindeki geniş koltukta oturan kuzeni Cesare'ye çevirmiş, her ikisine de tebessüm ettiğinde tıpkı eski günlerde olduğu gibi rahat bir tavırla çalışma masasının karşında karşılıklı olarak yerleştirilmiş geniş arkalıklı sandalyelerden birine oturmuştu. Bir müddet Lavinia ve Cesare'nin geleceği üzerine tekdüze bir sohbetin içine girmişlerdi. Vakit öğleyi geçerek gün batımına yaklaşırken, masasının üzerine kollarını yerleştirerek kız kardeşine yaklaşmış Rinaldo, zihnini kurcalayan soruyu sormaktan kendini alamamıştı.

"Clarissa, alınmanı istemiyorum lakin ağabeyin olarak sormaya hakkım olduğunu düşünüyorum. Neden hala Viberto'ya dönmedin?

Ağabeyinin ilgiyle yüzünde gezinen bakışlarından huzursuz olan Clarissa, yönünü usulca ona doğru çevirirken kumral kaşlarını havaya kaldırarak karşılık vermişti.

"Kovuyor musun?"

"Tabi ki hayır. Burası senin evin. Sadece Cesare'yi de gördüğüne göre böyle hassas bir zamanda eve geç kalmak istemezsin diye düşünmüştüm. Biraz sonra güneş batacak, hem anladığım kadarıyla da kaçarak gelmişsin. Aranızda bir sorun mu var? Eminim kocan da hala Panzio Malikanesi'nde olamaz, saatler oldu."

Rinaldo'nun sorgulayan bakışlarından kaçmak isteyen Clarissa, başını çevirdiğinde önündeki sehpada duran gümüş kasenin içindeki şekerli bademlere uzanmıştı. Yeşil gözlerini bir an kapanmasıyla gözü önüne kaşları çatılmış, mavi gözleri sinirle bakan bir Andreani canlanmıştı. İçten içe adamın nerede olduğunu tahmin etmeye çalışmıştı. Yüksek ihtimalle Roma'daydı. Evden çıktığını haber alıp almadığını düşündü keyifle, Tobia mektupla mı haber vermişti yoksa eve gittiği zaman mı öğrenecekti? Eve döndüğünde öğrenmesi daha çok hoşuna giderdi. Öğrendiği zaman yüzünün aldığı ifadeyi görmeye deper olurdu. Önce duraksardı sonrasında biçimli çenesinde bir kas seğirir, yüzü sert bir maskeye bürünürken mavi gözleri sinirle parlardı. Tüm bunları düşündüğünde adamın yakışıklı yüzünü, her ne şekilde olursa olsun görmek için inanılmaz bir istek duymaya başlamıştı. Acelesiz bir edayla bademlerden birini seçmiş, tekrar arkasına yaslandığında güven verici bir tonla konuşmuştu.

"Böyle hassas bir zamanda ailemin yanında olmak istediğim için izin alacak değildim. Ayrıca Andreani'nin Roma'da işleri var. Muhtemelen hala eve gitmemiştir. Gittiği zaman da biraz şaşırsa fena olmaz. Aramızda büyütülecek bir sorun yok, her şey kontrolüm altında."

Dudakları belli belirsiz bir tebessümle titrerken, elindeki badem şekerini ağzına atarak omuzlarını silkmişti Clarissa. Her şeyin kontrolu altında olup olmadığından emin olamasa dahi bu şekilde konuşmak cesaretini yeniliyordu.

Karşısında oturan kız kardeşini dikkatle izleyen Rinaldo, güçlü ve korkusuz ruhunu iyi biliyor olsa dahi haftalardır içini kemiren konunun gerçekliğini öğrenmek istiyordu. Clarissa'nın kendini ezdirmeyecek olduğuna dair inancı tam olsa da yalnız bıraktığı için kendini suçlu hissediyordu. Arkasına yaslanırken, ciddi bir tavra bürünmüştü.

"Dediğin gibi, aranızda büyütülecek bir sorun olmadığına inanmak istiyorum. Her ne kadar duyduklarımın bana tam tersini söylüyor olsa da. "

Yüzündeki tebessüm yavaşça silinirken, tıpkı ağabeyi gibi ciddileşmiş Clarissa, ellerini kucağına bırakmıştı. Tekrar aynı konunun açılmasından duyduğu rahatsızlığa saklamaya çalışmamıştı lakin konunun kapandığını gösterircesine sesini kararlı bir tona bürümüştü.

"Neden bahsettiğini çok net anladım Rinaldo. Evet, duydukların tatsız şeylerdi lakin geçmişte kaldı. Biz Andreani ile o konuyu bir daha açmamak üzere kapattık. Seni temin ederim ki bugün burada olmamın sebebi o konu değil. "

"Dediğin gibi olsun sözlerine inanmak istiyorum. Her ne kadar evliliğinizin başında o adamın senin için doğru kişi olduğunu düşünsem de seni kırdığını görmek beni kahreder. Mutlu olmanı istiyorum."

"Andreani beni kıramaz Rinaldo. İnan bana onunla baş edebilirim."

Sözlerini bitirdiğinde, yeşim taşını andıran yeşil gözlerini öteye çevirdiğinde üstelik şuan yaptığım şey, tam olarak bu diye mırıldanmış Clarissa, dirseğini sandalyesinin ahşap kulpuna yaslamıştı. Oturduğu koltukta arkasına yaslanmış, bir bacağını diğerinin üzerine atmış Cesare, onun kısık sesini duyduğunda yüzündeki Sandrino Panzio'nun açtığı yaralara aldırmadan gülümsemişti.

Cesare'nin gülümseyen yara içindeki suratına sahte bir kınayan ifadeyle bakan Calarisa, koltuğunun yuvarlak kolçaklarından destek alarak ayağa kalktığında kuzenine takılmıştı.

''Gülmeye devam et, Lavinia'yı sevdiğini biliyorum lakin neye bulaştığının farkında değilsin. Rosia Panzio ile tanıştığın gün orada olacağımdan şüphen olmasın Cesare. İzlemesi keyifli olacak.''

İçinden, Tiber Nehri'nde boğulmak isteyeceksin diye sözlerine devam etmişti Clarissa. Rosia Hala ile tanıştığı günü anımsarken, konsolu bulmuştu. Üzerine, oyularak siyah renk desenler çizilmiş gümüş kadehin içine surahiden şarap doldurduğunda büyük bir yudum alarak tekrar yerine ilerlemeye başlamıştı. Bu sırada dağınık masanın üzerindeki parşömenleri kenara çeken Rinaldo, bakışlarını ona çevirmişti.

"Bu arada, Andreani'nin filosundaki gemilere yenilerini eklediği ve doğudan gelen yeni bir ipek üzerine anlaşma yaptığı doğru mu?"

Ağabeyinin sözleriyle yüzünü buruşturan Calarissa, yerine otururken bir fikri olmadığını ifade edercesine ince kaşlarını yavaşça havaya kaldırmıştı. Bunun üzerine Cesare, konuşmaya başlamıştı.

"Duyduğum kadarıyla Giovanni Vincenzo'da teklif vermiş. Fakat Andreani Ludovico'nun teklifi kabul edilmiş. "

Giovanni Vincenzo adını duymak dahi genç kadının tüylerini diken diken etmeye yetiyordu. Bedeninin gerilmesine engel olmadığında şarabından küçük bir yudum almıştı. Andreani'nin o adamla olabildiğince karşılaşmaması istiyordu lakin yaptıkları iş ve oldukları konum bunu mümkün kılmıyordu. Huzursuzlanan gözlerini Cesare'ye çevirerek usulca açıklamıştı.

"Andreani bana işlerinden bahsetmez. Başlarda yadırgasam da zamanla alıştım, sormuyorum. Lakin şap taşı işini diyorsanız onu biliyorum."

"Hayır. Bu günlerde konuşuluyor. Vincenzo ve Andreani'nin sözlü bir şekilde limanda tartıştığı da kulağıma geldi. "

Elinde tuttuğu kadehini telaşla önündeki sehpaya bırakmıştı Clarissa. Oturduğu koltukta kolunu kolçağa koyarak kendini Cesare'ye yaklaştırdığında bir çırpıda sormuştu.

"Ne zaman olmuş bu?"

"Turnuva'nın bittiği gün. Tabi duyduklarımız dedikodu da olabilir lakin ben sanmıyorum. Giovanni Vincenzo ve Andreani Ludovico'nun birbirlerine olan nefretleri neredeyse herkes tarafından biliyor. "

Nefesini bıkkınlıkla dışarı vermiş Clarissa, inanamayacak usulca başını iki yana sallamıştı. Yan yana geçirdikleri iki gün boyunca yalnızca bir kez malikaneden dışarı çıkmış Andreani, turnuvanın sonucunu görmek için Roma'ya gitmişti. Kahvaltının ardından yanındaki Tommasso ile evden ayrılmış, vakit gün batımını biraz geçtiğinde dönmüştü. Turnuvanın galibinden bahsetse dahi ne limana uğradığından ne de Giovanni Vincenzo ile yaptığı tartışmadan bahsetmemişti. Bunu ondan saklamasına sinirlenmiş olsa da endişeyle adamın o günkü görünüşünü gözü önüne getirmeye çalışmıştı. Yüzünde, bedeninde veya kıyafetlerinde bir farklılık hatırlamıyordu, fiziksel bir boyuta taşınmamış olmalıydı. Fakat buna sevinemiyordu genç kadın, iki adam ateş ve barut gibiydi. Birbirleri ile ne kadar az muhatap olurlarsa o kadar hayırlıydı. Daldığı endişeleri arasından kısık sesiyle konuşabilmişti.

"Andreani, anlatmadı.. sizce neden birbirlerinden bu kadar nefret ediyorlar?"

Bir diğerinin üzerine attığı bacağını indirerek koltukta hafifçe doğrulan Cesare, bir elini alnından geriye doğru taramış ensesine kadar uzanan kahverengi saçlarına götürdüğünde bir müddet düşünmüştü. Yüzünün dağılmış haline rağmen bedeninin gücü yerindeydi. Clarissa, ona baktıkça halinin düşündüğü kadar berbat olmadığına karar vermeye başlamıştı.

"Nedeni çok basit; makam hırsı. Ludovico ve Vinzenco ailelerinin anlaştığı daha önce hiç görülmemiş. Giovanni Vincenzo ile sadece bir kez usulen konuşmuştum. Kendini büyük görmeyi seven, kaba, geçimsiz bir adam olduğu söylenir. Tabi kocanın da kendini büyük görmeyi sevdiğini atlamamak gerek. Yine de Giovanni çoğu kişi tarafından sevilmez, zengin ve nüfuslu olması kötü huylarının göz ardı edilmesine neden oluyor olsa gerek. Andreani ile ordudaki zamanlarında da anlaşmazlarmış, hatta babalarının da birbirlerini sevdikleri söylenemez. Bana kalırsa Giovanni'nin derdi; hem Kilise'de hem ordu ve hem de Viberto'da kocanın altında kalıyor olması. Dediğim gibi makam hırsı."

Bir müddet Cesare'nin sözlerini düşünmüştü Clarissa. Kaygıları artarken elinden ne geleceğini bilmiyordu. Biraz öncesine kadar Andreni'ye tavırlıyken şimdi kendini onun için endişelenir bir halde bulmuştu. Gölgelenmiş yeşil gözlerini Cesare'nin üzerinden yavaşça çektiğinde, biraz önce bıraktığı şarabına uzanmıştı. Kuruyan boğazını ıslatmak adına küçük yudumlar alırken, kadehin üzerinden nefretini kusmuştu.

"O adamdan nefret ediyorum."

Tüm açıklığıyla nefretini dile getirmiş olmasının tuhaf şaşkınlığı ile kadehini yüzünden indirmiş, gümüş kasenin içinden bir badem şekeri daha almıştı. Her zaman tatlı ile arası iyi olan Clarissa, tatlısının ardından şarabını yudumlamaya devam ederken, çalışma odasının kapısı çalınmıştı. Rinaldo, gür sesi ile girilmesini söylediğinde, kahyaları Ivan gözükmüştü. Ellerini önünde birleştiren adam, büyük bir hürmetle gelenlerin kimliklerini söylemişti.

"Efendim, Asilzadeleri Sandrino Panzio ve Andreani Ludovico buradalar. Bay Cesare Virgilio ile görüşmek istediklerini belirttiler."

Yeşil gözlerini şaşkınlıkla Ivan'ın önünde durduğu aralık kapıya çeviren Clarissa, elinde tuttuğu kadehi ile kalakalmışken, diğer eliyle sandalyesinin kulpunu kavramıştı. Andreani'nin Sandrino ile Virgilio Köşkü'ne uğrama ihtimali aklından hiç geçmemişti. Biraz sonra karşılaşacak olmalarının gerginliği ve bir miktar da korkusu ile tüm bedenini kaskatı kesmiş, sırtını sandalyesine iyice yapıştırmıştı. Bu sırada Cesare koltuğundan kalkmıştı. Rinaldo içeri alınmalarını söylemek için ağzını açmış olsa dahi buna fırsat kalmadan duvar gibi sert bir ifadeye sahip Sandrino Panzio, kısa boylu kahyalarının yanından heybetli bedeni ile geçerek odaya dalmıştı. Clarissa yaşanılanları bulanık gören gözleri ile yarı yarıya seçerken, kuzeninin hemen arkasından içeri giren tanıdık iri bedeni ile Andreani'yi seçmekte birazcık dahi zorlanmamıştı.

Parlatılmış deri çizmeleri üzerinde ilerleyen adam Sandrino'yu takip ettiği canlı mavi gözlerini çalışma odasında gezdirdiğinde, görmeyi beklemediği kişinin üzerinde duraksamıştı. Göz göze geldiklerinde adamın burada olduğunu bilmediğini sezen Clarissa, ne tepki vermesini bilemeyerek yeşil gözlerini üzerinden çekemeye cesaret edememişti. Siyah pantolonu, aynı renk pelerini, çizmeleri ve eldivenleriyle tamamıyla siyaha bürünmüşken bu görüntüyü pelerinin altındaki, kartal şekli verilmiş aile arması olan broşunu iliştirdiği şarap rengindeki ceketi bozuyordu. Şaşkına dönmüş yeşil gözlerini yavaşça yüzüne çıkarttığında, kısa sakallarının olduğu çenesinde bir kasın seğirdiğini, yüzünün sert bir maskeye dönüşerek parlayan mavi gözlerini görmüştü.

Tıpkı kuzeni gibi Clarissa'yı burada görmeyi beklemeyen Sandrino Panzio gelecek tepkiyi beklemek için sessizliğini korurken, hareketlenmişti Andreani. Rinaldo ve Cesare'ye selam verme zahmetine girmeyerek, karısının oturduğu sandalyenin önünde durmuştu. Odadakilerin bakışlarını sessizce görmezden geldiğinde, elinde asılı kalan gümüş kadehi çekerek almış, önündeki sehpaya bırakmıştı. Tekrar karısına uzanarak, itiraz kabul etmeyen sahte bir kibarlıkla yavaşça dirseğini tuttmuş, ayağa kaldırıp odanın köşesine doğru iki adım atmaya zorlayarak usulca kulağına fısıldamıştı.

"Ne işin var senin burada? Ben sana evde kal demedim mi?"

Clarissa'nın boğazı düğümlenmişti. Andreani'nin görgü kurallarından oldukça uzak bir tavırla kendini çekiştirmesi karşısında yüksek sesle çıkışmamak için kendini zor tutuyordu. Bakışları şaşkınlıktan arınarak sinirle parlasa dahi metanetli görünmeye çalışıyordu. Tıpkı onun gibi fısıldayarak cevap vermişti.

"Dedin. Ama gördüğün gibi; ben seni dinlemedim."

Karısının alay edercesine kendisine meydan okumasını çattığı kaşları ile izlemişti Andreani. Nazikçe tuttuğu kolunu biraz daha kendine yaklaştığında, soğuk bir rüzgar esintisi yaratan bir nefesle kulağına fısıldamıştı.

"Aferin sana. Burada işimiz biter bitmez eve dönüyoruz."

"Aslında ben bu gece burada kalırım diyor-"

Genç kadının isyankar benliğinin son çıpınışlarını, kolunu kavrayan parmaklarının baskısını arttırarak yarıda kesmiş genç adam, kısık olsa dahi hiddeti kolayca seçilen ses tonuyla konuşmuştu.

"Ağabeyinin önünde paralarım seni Clarissa. İsa şahidim yaparım. Bu inadın çok uzadı."

Hissettiği ani acıyla yüzünü buruşturarak eflatun rengi kumaşla kaplı kolundaki iri parmaklara bakışlarını indirmişti Clarissa. Büyük çalışma odasının ucunda, giriştikleri arbedenin kolayca seçilmediğini bilse dahi Andreani'nin cüreti karşısında şaşırmış ve utanmıştı. Kolunu hırsla çekmemek için büyük bir istekle yanıp tutuşurken, tekrar o otoriter ses kulağına ilişmişti.

"Şimdi dışarı çıkıyor, konuşmamızın bitmesini bekliyorsun. Evde, istediğin kadar inatlaşabiliriz. ''

Bu emir üzerine, bakışlarını Andreani'nin yüzüne kaldırmıştı. Sandrino'nun Lavinia ve Cesare'nin beklenmedik nikahı hakkında geldiğini tahmin edebiliyordu. Böyle bir konuşmada dışarıda bekleyerek, kendisine anlatılacaklarla yetinmektense içeride kalmak istiyordu. Üstelik bir Virgilio olarak bu odada kalması hiçte yadırganacak bir durum değildi.

"Neden? Bende kalmak istiyorum. "

Andreani'nin yoğun bakışları altından tavrını elinden geldiğince magrur bir şekle sokmaya çalışan Clarissa, çenesini kaldırarak kararlılıkla başını odadan çıkmayacağını gösterircesine iki yana sallamıştı. Fakat bu itirazını umursamayan Andreani, dişleri arasından emrini yenilemişti.

"Dışarı."

Clarissa, kızgın bir halde yeşil gözlerini ağabeyine ve Cesare'ye çevirmek istediyse de Andreani çabalarını boşa çıkartmıştı. Odadan çıkmamaktaki inadını, küçük düşürücü bir rahatlıkla tek eliyle zapt ederek onu çalışma odasının kapısına doğru çekmişti. Boştaki eliyle ahşap kapıyı açtığında, öfkeden elmacık kemiklerinin üzeri kıpkırmızı kesilmiş Clarissa'yı dışarı doğru ittirmişti. Gittikçe kızarmaya başlayan yüzüne kapıyı kapatmadan önce belli belirsiz tebessüm dahi etmiş, sonrasında kapıyı hiç de nazik olmayacak bir tavırla kapattığında onu holde öylece bırakmıştı.

Yazan; MİRENA MARTİNELL

Selamm 🙋🏻‍♀️

Bazıları için zevkli bazıları için sıkıcı bir bölümle gelmiş olabilirim 😊 Bu bölüm yan karakterlerin hikayelerini işlemek durumundaydım, Clarissa ve Andreani'nin birlikte olduğu kısım çok azdı. Yine de Rosia Hala ve Sandrino, bana kalırsa bölümün en çok dikkat çeken yan karakterleri oldu 🙃 Kendileri için ileriye dönük planlarım var ama haklarında ne düşünüyorsunuz merak ediyorum yazarsanız sevinirim 🙂

Bir sonraki bölüm tamamiyle Clarissa ve Andreani'yi yazmaya niyetliyim bence güzel olacak 😉



Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top