Bölüm 30 - "Kutsal Meryem"


"En karanlık geceler bile şafağa yol vermek zorundadır."

Muhteşem Güzellik

Bölüm 30 - "Kutsal Meryem"

Tüm gece huzursuz bir uykunun içinde kıvranmış olan Clarissa, rüyasında kendini Virgilio Köşkü'nün geniş holünde bulmuştu. Beyaz mermerden inşa edilmiş üç kata sahip köşkün giriş holünü, ardında odalarının bulunduğu duvarlara dayalı, rengi atmış dor sütunlardan kemer dizisiyle oluşturulmuş revak çevreliyordu. Bu revaklı düzen, geri kalan iki katta da aynı kemer dizisi ile devam ederken, kare biçimli üç kat boyunca süren hol açıkta bırakılmıştı. Oldukça yüksekte sonlanan mermer duvarları, tonoz örtülü çatı tamamlasa dahi etrafı, üzerinde bir çatı yokmuşçasına saran güçlü gün ışığı Clarissa'nın gözlerini kısmasına neden olmuştu.

İçine soluduğu kesik nefeslerinin ritmini kolayca duyabiliyorken, yalnız olduğunu biliyordu. Gözlerini güçlü ışıkla parlayan mermer duvarlarda gezdirmeye başladığında aynı zamanda hafifçe etrafında dönmeye başlamıştı. Bakışları, büyük kemerli kapının tam karşısındaki mermer duvarda duraksamıştı. Köşkün içine adım atanları karşılaması için tam karşısındaki duvara sabitlenmiş resmi aile sembolleri asılıydı; koyu sarı zeminde beyaz zambakların çevrelediği birbirine dönük kanatları açık haldeki iki kuştan oluşuyordu. Yapının inşa edildiği dönemden bu yana orada olan Virgilio arması, aydınlık holde gözün kolayca seçebildiği iki şeyden biriydi.

Dingin bir ruh hali içinde, holün tam merkezindeki ceviz ağacından yapılmış yüksek sehpaya doğru ilerlemişti. Sırma işlemli vazonun içindeki beyaz gülleri gördüğünde içini çekmiş, uzanıp taç yapraklarında parmaklarının ucunu gezdirmişti. Annesinin beyaz gülleri yıllar içinde köşkün vazgeçilmezi haline dönüşmüştü. Üzerine vuran ışıkla göz bebekleri küçülmüş, rengi berrak bir yeşile dönmüş gözlerini kaldırdığında bu kez dikkatini üst kata ulaşan geniş mermer merdivenin dayalı olduğu duvara asılı büyük tablo çekmişti.

Nesillerdir orada olan oval bir çerçeve içindeki Bakire Meryem ve kucağında tuttuğu Çocuk İsa resmi köşkün en kıymetli eserlerinden biriydi. Yüzlerine düşen altın sarısı ışığın altındaki Meryem'in derin bir anlama sahip bakışı, İsa'nın kaderinden haberdarmışçasına bir bebek olmasına rağmen dik duruşuyla annesinin kucağındaki oturuşu Clarissa'yı her zaman içsel bir hüzne sürüklerken aynı zamanda güçlü hissettirirdi. Annesinin zamansız ölümünün ardından başlayan finansal sıkıntılarda, zaman zaman köşkteki değerli eserleri elden çıkarmak zorunda kalsalar dahi Bakire Meryem Ve Çocuk İsa'nın bahsi hiçbir zaman açılmamıştı.

Çoğu zaman, yüksek duvarın önünde durarak, kucağındaki bebeğini dingin sevgiyle tutan kadının yüzünün her ayrıntısını sanki daha önce hiç görmemişçesine incelerdi Clarissa. İçine derin bir nefes çektiğinde gözlerini çevresinde gezdirerek tekrar etrafında dönmüştü. Bununla birlikte üzerindeki elbisesinin etekleri açılarak etrafında parlak bir çember oluşturmuştu. Kaliteli kumaşın mermer zemindeki hışırtısını kolayca işitebiliyor olması onu huzursuz etmişti. Gerginlikle, bakışlarını indirdiğinde, Vatikan'daki davet için seçtiği altın rengi brokar kumaştan elbisenin içinde olduğunu görerek şaşırmıştı. Hali hazırda parlak bir renge sahip olan elbisesi şimdi daha da dikkat çekici bir hal almıştı. Takılarının ve beyaz ipek pabuçlarının dahi eksiksiz üzerinde olduğunu görmüştü.

"Selam sana, Tanrı'nın en sevgili kulu Meryem."

Eğmiş olduğu başıyla elini eteğine götürdüğü sırada, kulağına çalınan sözlerle irkilmişti. Derin bir sessizliğe sahip holde duyulan sözlerin önce uzaktan gelen bir yankıdan ibaret olduğunu düşünmüştü. Fakat başını kaldırdığında biraz önce baktığı Bakire Meryem ve Çocuk İsa resminin olduğu duvarın önünde dikilen iki kişiyi gördüğünde nefesi kesilmişti. Ona sırtı dönük halde, başlarını yukarı doğru kaldırarak tabloya bakanların biri boylu uzun bir kadındı. Bir diğeri daha kısayken yaşının küçük olduğu aradaki mesafeye rağmen seçiliyordu. Genç bir kız görüntüsüne sahipti.

Köşkün içindeki göz acıtan ışık yavaşça yerini yumuşak bir parlaklığa bırakmaya başlamıştı. Uzun boylu olan kadın, zümrüt yeşili bir elbise giymiş, ensesinde topladığı saçlarının üzerindeki beyaz şalı omuzlarından dökülüyordu. Bacaklarının onu tablonun asılı olduğu duvara götürdüğünün dahi farkına varmayacak kadar şaşkına uğramıştı Clarissa. İlerlediği sırada, başını yana doğru çevirerek kendisine sırtı dönük kişilerin yüzüne bakmak istemişti. Fakat, Tanrı yardımcısı olsun ki ince bedeni için özenle dikilmiş parlak pembe bir kumaştan elbise giymiş kızın ve yanındaki kadının kim olduğunu çoktan anlamıştı. Bu gördükleri, kendi zihnini yarattığı bir düş değil beş yıl öncesine ait bir anının bölük pörçük parçalarıydı.

"Selam sana, Tanrı'nın en sevgili kulu Meryem. Tanrı seninledir, kadınların en kutlusu sensin. Aziz Meryem, İsa'nın annesi. Amin."

Yumuşak bir bulutun hakim olduğu holde, kuş seslerinin yatıştırıcı melodisini anımsatan annesine özgü ses tonunu duyduğunda, yeşil gözlerini yummuştu. Onun sözlerini tekrarlayan on beş yaşındaki halinin sesi kulağına ulaşmış olsa dahi ayırt edemeyecek kadar kendinden geçmişti. Nefesinin kesildiğini hissederek bir elini korseli elbisesinin üzerinden kalbine bastırmıştı. Olduğu yerde kalakalmış, yaşarmış gözlerini annesinin yüzünden alamazken yanında duran ellerinden birini yedi aylık karnına götüren Esta Virgilio, ona ve Rinaldo'ya miras bıraktığı yeşim yeşili gözlerini resimden çekerek kızına yöneltmişti.

"İçtenlikle dua ettin. Benimle de paylaşır mısın?"

Henüz olgunluğunu tamamlamış, genç yüzündeki utangaç gülümsemesi ile avucunun içine tuttuğu küçük haçını çevirmeye başlamıştı kızı. Tüm saçları alnından geriye doğru taranarak, bukleleri sırtına doğru özgürce bırakılmış, başına da yaşına uygun küçük bir taç yerleştirilmişti. On beş yaşına basmış genç bir kız olsa dahi oldukça küçük duruyordu. Bir eliyle pembe eteğini yana doğru açarak annesine doğru dönmüştü.

"Gelecek için."

Gözleri içindeki sevgi dolu bir tebessümle, kızının haçını tuttuğu küçük elini avuçların arasına almıştı Esta Virgilio. Tüm bunları uzaktan izleyen Clarissa'nın kalbi hüzünle dolarken, yaşarmış gözlerinin içinde buruk tebessüme parıldıyordu. Tuttuğu küçük eli okşayan kadın, küçük hokka burnu, belirgin elmacık kemikleri olan oval biçimli yüzünü kızının hizasına getirdiğinde yumuşak sesiyle konuşmuştu.

"Ben şimdi geleceğe bakıyorum. Tam karşımda duruyor. Sen gelecekte; kimsenin kalbini zehirlemesine izin vermeyecek, benim için güçlü, kendin için mutlu olacaksın."

Annesinin bu sözlerini yıllar sonra tekrar duymak Clarissa'nın gözpınarlarında biriken bir gözyaşı damlasının yanağına düşmesine neden olmuştu. Koşarak sarılmak, kokusunu tekrar içine çekmek istese dahi bunu yapamayacağını bilmek canını yakıyordu. En azından elini ona doğru uzatmak istiyordu lakin kendini olduğu yerde kalmaya zorlarken göğsüne koyduğu elini daha fazla bastırmaya başlamıştı. Yılların yaşanmışlığıyla annesinin gözlerinin kenarında belirmiş ince çizgiler ve burnunun iki yanındaki hafif kırışıklıklara rağmen şuan ki haliyle olan benzerlikleri çarpıcıydı. Clarissa, annesinin yüzüne baktıkça yıllar sonraki halini görüyordu. Tüm bu özlem ve hüzün girdabının içinde savrulurken, kulaklarını rahatsız eden bir inleme sesiyle odağı şaşmış, bakışlarını hızla köşkün üst katına çevirmişti.

Yeşil gözlerinin endişeyle, köşkün üst katlarını gösteren revaklı koridorlarda gezdirmeye başlamıştı Clarissa. Bir başka acılı inleme adeta köşkün duvarlarını delip geçerken, irkilerek yerinden sıçramıştı. Duymayı en son isteyeceği bu sesle bakışlarını yere indirdiğinde, Kutsal Meryem ve Çocuk İsa resminin önündeki görüntünün silindiğini fark etmişti. Annesine bir kez daha bakamamanın üzüntüsünü dahi yaşayamadan yüksek perdedeki bir kadın inlemesi daha duyulmuştu. Çaresizce altın rengindeki ağır eteklerini iki eliyle kavradığında, merdivenlere yönelmişti. Kaçması mümkün olmadığı acılı seslerin kaynağının neresi olduğunu oldukça iyi biliyordu. Kaldı ki anne babasına ait büyük odanın olduğu koridora saptığında sesler gittikçe şiddetlenmişti.

Ellerini kulaklarına kapatarak, bir çocuk gibi saklanma dürtüsüne karşı koysa dahi büyük odaya yaklaştığında adımları gözle görülür ölçüde yavaşlamıştı. Parlak bulut huzmesi etrafı sarmaya devam ediyordu lakin yumuşaklığını kaybetmiş, ürkütücü bir soğukluğa bürünmüştü. Aile armasının işlendiği dokuma halılar asılmış mermer duvarlar boyunca ilerlerken yeşil gözleri koridorun tam karşısındaki pencereyi bulmuştu. O tanıdık Roma şehri görüntüsünü görmek istediyse de umutları boşa çıkmıştı. Gördüğü tek şey kaskatı kesilmiş kendi yüzünün yansımasıydı.

Kısa bir zaman önce, eteklerinin hışırtısının dahi kolayca duyulduğu sessiz köşk şimdi oldukça gürültü bir haldeydi. İçerisinden altın sarısı bir ışık yansıyan çift kanatlı kemerli kapı aralık bırakılmıştı. Başını iki yana sallayarak duraksamış Clarissa, içeri girmek istemiyordu. Yaşadıkları yıllarca aklından çıkmamış olsa dahi görüntüler nihayet silikleşmişti. Tekrar yenilemek en son isteyeceği şeylerden biriydi. Bir elini destek almak istercesine duvara koyduğunda, görmeyi reddetse dahi kulaklarına dolan ses bedenini sarsmaya yeterken, silikleşen görüntüleri yerine getirmeye başlamıştı.

"Gerçekten her şey yolunda mı?"

"Hep bu kadar zor muydu? Neden bu kadar çok kan var?"

Bu sözlerle yanakları birbiri ardına düşen yaşlarla sırılsıklam olmuştu. Titremeye başlayan dizleri ayakta durmasını güçleştirirken, yere yığılmaktan korkarak tüm gücüyle avuç içini duvara bastırmaya başlamıştı. Acı dolu inlemeler devam ederken, ebenin çırpınışları, hizmetlilerin yardım sesleri kulaklarına değse dahi tüm bu karmaşanın içinde kendi küçüklüğüne ait sesi oldukça net ayırabiliyordu. Yaşadığı çaresizliği unutması mümkün değildi.

"Küçük hanım lütfen dışarıda bekleyin. Bu, siz yaşınızda bir kız için uygun değil."

"Hayır! Çıkmayacağım. Babam hala limandan dönmedi, büyükannem yok. Annemi yalnız bırakmayacağım!"

Duyduklarıyla boğazına koca bir yumru otururken, nefes almaya çalışmıştı Clarissa. Titreme nöbetine tutulmuş bedenini hareket ettirmeyi başararak bir adım atmış, kapının aralık olan kanadını tutunmuştu. Odanın içini görebilecek kadar açtığında, eşikte duraksamıştı. İçeri girmeye cesareti yoktu. Acıyla kasılmış yüzünü kaldırarak büyük odaya çabuk bir bakış atmıştı. Baş kısmına ip bağlanmış, ebenin ve hizmetlilerin etrafını çevrelediği beyaz çarşafı kana bulanmış yatağa bakmayı reddederek, bakışlarını yanan şöminenin önündeki kıza çevirmişti. İki elini de dağılmış kumral saçlarına geçirmiş, bir ileri bir geri giderek, ağlamamak için kendini sıkan kızı izlemişti. Nefesini tutmuş bir halde kapı eşiğinde, tıpkı Kutsal Meryem resminin önündeki gibi pembe bir elbise içinde olan kızın acısını paylaşırken beklemediği bir anda kızarmış yeşim yeşili gözlerini yataktaki annesinden çeken genç kız, ona doğru dönerek gözlerinin içine bakmıştı. Bununla birlikle korkuyla bir adım gerileyen Clarissa, nefessiz kaldığını hissetmişti.

**

Gördüğü rüyanın etkisiyle ani bir sıçrama ile uyanmış Clarissa, bir elini yatağa dayayarak doğrulmuştu, kendini hiç uyumamış gibi hissediyordu. Manasız bakan gözlerini bir süre yatak odasında gezdirmişti. Geniş pencerelerden süzülen güneş ışığı, tüm odayı dolduruyordu. Dağılmış saçlarını yüzünden geriye itmiş, yeşil gözlerini yatağın diğer tarafına çevirmişti. Bir kolunu yastığının altına koyarak yüzüstü yatmış Andreani, dudakları aralanmış bir şekilde uyumaya devam ediyordu. Gözlerini devirmekten kendini alamamıştı Clarissa, ne zaman tartışsalar o sabahı sabah edip tüm günü uykusuz geçirirken adam nispet yaparcasına yanında tatlı bir uyku çekiyordu. Yastığını eline geçirerek adamın uykuyla tatlı bir hal almış yüzüne bastırma istediğini görmezden gelmiş üzerindeki örtüyü usulca yana çektiğinde, yataktan çıkmıştı.

Gün doğumuna yakın, Andreani ile girdikleri kavganın sonucunda yere çarptığı sabalığını giyme zahmetine girmemiş, üzerinden atlayarak soyunma odasını bulmuştu. Kendine ait dolaplardan eflatun rengindeki işlemeli elbisesini çıkartmış, içliğinin üzerine geçirdiğinde göğüs kısmındaki bağları üzerine kürklü örtü serilmiş divana oturarak tüm gücüyle sıkarak bağlamıştı. Saçlarını oturduğu yerde taradığında, kalın bir örgü haline getirerek ucunu elbisesi ile aynı renk kurdele ile tutturmuştu. Berta'nın yardımını almak yerine kendi işini aheste aheste görmek rüyasının etkisinden çıkmasını sağlıyordu. Haç kolyelerinden birini boynuna takıp, inci küpelerini kulağına iliştirdiğinde, tekrar dolabına yönelmişti. Dün gece etekleri çamur içinde kalarak perişan bir hale bürünmüş Lavinia'nın elbisesi yerine kendininkilerden birini verecekti.

Koluna taktığı koyu mavi elbise ile yatak odasından sessizce çıkarak Lavina'nın kaldığı odaya gitme niyetindeydi Clarissa. Birkaç saat öncesinde Andreani'nin dile getirdiği kibirli sözler hala kulaklarında yankılanırken ne günaydın demeye ne de yüzüne bakmaya tahammülü vardı. Fakat büyük meşe ağacından yapılma dolabın kapağını kapatarak, yatak odasına geçtiğinde bir el bileğinden tutarak kendisine doğru çevirdi ve Andreani, bir basit bir hamleyle onu yataklarının üzerine ittirdi. Yatağın üzerinde, sırtüstü yatan Clarissa'nın yanını bularak belini kavrayıp, yüzünü onun şaşkın yüzüne yaklaştırdığında sakin tuttuğu sesiyle kelimeleri uzatarak konuşmuştu.

"Clarissa. Günaydın."

Lavinia'ya vereceği elbiseyi kolundan düşürmüş olmasını umursamayacak kadar şaşkındı Clarissa. Aniden dağılmış yatak örtülerinin üzerine düştüğünde nefesi kesilmiş, dudakları arasından çıkan hafif çığlığa engel olamamıştı. Lakin kıstığı gözleriyle, hemen önündeki canlı mavilikleri seçebildiğinde vücuduna dolan sinirle adamın göğsüne vurarak uzaklaştırmayı denemişti.

"Andreani! Yüce İsa! Ne yaptığını sanıyorsun sen? "

"Beni yatakta bırakıp, odadan sıvışacaktın. "

Aralarına mesafe koymak için göğsüne koyduğu ellerini tek eliyle bileklerinden sıkıca tutarak aralarından çekmişti Andreani. Geniş bedeni ile üzerine uzanırken, bir elini başının hemen yanına koyarak kendini desteklemiş adeta onu kıskacına almıştı. Durumunun çaresizliğini görse dahi serinkanlılığını korumayı başarmıştı Clarissa.

"Lavinia'ya elbise götüreceğim. Üzerimden kalk."

Bu soğuk tavrın üzerine dudaklarının kenarında bir tebessüm belirmiş Andreani, istediğine aldırış etmediğini gösterircesine ince belindeki elini daha sıkı kavramıştı. Israrcı hamlesi üzerine beklediği huysuzluk ve homurdanmayla gölgelenen bir güzel bir yüzle karşılaştığında gözlerinin içine bakarak sormuştu.

"Küs müyüz? "

"Çocuk olmadığımıza göre, değiliz."

Hemen altında yatmakta olan karısının manidar sözleri gülümsemesinin büyümesine neden olmuştu. Clarissa onaylamayan yeşil gözleriyle yüzünü izlemeye devam ederken, tereddütsüzce birbirine bastırdığı dudaklarına uzanmıştı. Fakat onun bu hamlesini sezmiş olan genç Clarissa, zarif bir hamleyle öpücüğünden kaçınarak başını yana çevirmiş, ve öpücüğü yanağına ulaşabilmişti. Fakat işi inada bindiren genç adam, yanağını öptüğünde boynuna da sıcak bir öpücük bırakarak geri çekilmişti. Kaldırdığı kaşları ile yüzünü yavaşça ona çeviren karısına baktığında tok sesiyle durumlarını dile getirmişti

"Fakat görünüşe göre bozuğuz."

"Başka türlüsünü beklemen sence de ahmakça olmaz mıydı? Tüm o sözlerinden sonra."

Bu kez Andreani'yi terslemekte güçlük çekmişti Clarissa. Pencereden dökülen gün ışığında, çıplak üst bedeni ile üzerine eğilmişken, geniş omuzlarına ellerini koyarak kalın kollarında ellerini gezdirmek isteyen dürtülerine karşı büyük bir savaş veriyordu. Küçük bir öpücükle dahi tüm vücudu alev alıyor, zevkle geriliyordu. Fakat hislerini belli etmeyecek kadar da sinirli ve kırgındı. Tüm o salt kibirden gelen sözlerin karşısında bir hamle yapmayı çoktan kafaya koymuştu. Virgilio adına söylenenlerden rahatsız olduğu gibi hamilelik mevzusunun da içinde gittikçe koca bir korku ve endişeye yumağına dönüştüğünü hissedebiliyordu. Tüm bunlar üzerine susmaya niyetli olmadığı gibi Andreani'yi sözlerine pişman etmek istiyordu. Her nefes aldığında içine dolan Andreani'nin kendine has kokusunu göz ardı edebilmek için yutkunmuş soğuk duruşunu korumaya devam etmişti.

Tüm bu sessiz kaldığı anlarda yüzünü dikkatle incelemiş Andreani'nin yüz hatları, uzun bir konuşmaya yapmaya hazırlanırcasına gerginleştiyse de sözlerini kısa tutmuştu.

"Seninle tartışmak istemiyorum."

"Bende istemiyorum. Şimdi üzerimden çekilecek misin?"

İçine derin bir nefes çekmişti Andreani. Uzun saç örgünü eline almış, omzuna usulca bırakmıştı. Yavaşça konuşmaya başladığında, parmakları önce çenesini bulmuş usulca okşayarak yanağına doğru sıcak bir yol izlemişti.

"Lavinia hazır olduğunda onu Panzio Malikanesi'ne götüreceğim. Halamın nasıl olduğunu da görmek istiyorum. Ardından Sandrino'nun Bastiano Maurilio ile olan görüşmesinde yanında bulunacağım. Roma'da işlerim uzayabilir. Eve geldiğimde birlikte akşam yemeği yeriz, anlaştık mı? Görünüşe göre aramızda konuşulması gerekenler var."

Parmaklarının izlediği yol Clarissa'nın şakağında ulaşmıştı. Örgüsünden ayrılmış küçük saç tutamlarını geriye doğru çekmiş, omuzları ve kollarından geçirdiği parmaklarını elinde bitirdiğinde, kavrayarak hafifçe sıkmıştı. Yumuşak olsa dahi altındaki buyurgan tonla sözlerini bitirmişti.

"Evde, beni bekle. Dinlenirsin, yüzün çok solgun duruyor. Belki Berta ile şu evlilik konusunu da konuşursun."

Bu sözler üzerine Clarissa'nın çıkık elmacık kemiklerinin hakim olduğu oval biçimli yüzünde sıkça rastlanmayan neşeli bir gülümseme belirirken, abartılı bir coşkuyla konuşmaya başlamıştı.

"Nasıl istersen kocacığım. Bende evimizde seni beklemeyi düşünüyordum zaten. Öğlen, örgü işlerimle ilgilenir akşam içinde bizzat mutfağa girerek sana parmaklarımla hamur açarım diyordum."

Sözlerini desteklemek için bir elini Andreani'nin yüzüne doğru kaldırmış Clarissa, elini açarak parmaklarını muzip bir hareketle sallamıştı. Yeşil gözlerindeki kınayan ifade, sesindeki alaycılık ve küstahça yüzüne doğrulttuğu eliyle Andreani öylesine şaşırmıştı ki bir an kalakalmıştı. Fakat şaşkınlığı kısa bir sürede dindiğinde hala yüzü önünde sallamakta olduğu parmaklarından ikisini tereddütsüzce dişleri arasına alarak ısırmıştı.

"Pençelerini geri çek Clarissa."

Dudaklarından ahh diye bir ses yüklediğinde parmaklarını acıyla geri çekmişti Clarissa. Elini diğer elinin altında saklasa dahi yeşil gözleri içindeki meydan okuyan ifadeyi kaybetmemişti. Tekrar çenesini soğukkanlılıkla kaldırırken söylenmişti.

"Üzerimden çekil."

Daha fazla ısrarcı olmayan Andreani, son bir kez uzanıp yanağında parmaklarını gezdirdiğinde, ağır bedenini yana doğru devirerek, dağınık yataklarının üzerine sırtüstü uzanmıştı. Ellerinden birini dağılmış saçlarının arasında geçirdiğinde saçlarını geriye çekmiş, mavi gözlerini şarap rengindeki kenarları altın işlemeli cibinliğin birleşim noktasına dikmişti. Doğrularak yataklarında oturur pozisyona gelen Clarissa, duraksamıştı. Elini yataklarının üzerine koyduğunda, yanında yatan adama bakmıştı.

"Andreani?"

Herhangi bir göz teması kurmamış Andreani, büyük elini boğum boğum kasların olduğu karnının üzerine koyarken düz bir tona sahip sesiyle konuşmuştu.

"Dinliyorum."

Clarissa, elini beyaz çarşafın üzerinde ilerleterek, yönünü iyice Andreani'ye dönmüştü. Uzun kirpiklerini yavaşça kaldırdığında biraz sonra söyleyeceklerinin ciddiyetini taşıyan yeşim yeşili gözlerini bir çift göze çevirerek göz göze gelmelerini sabırla beklemiş, ancak isteğine ulaştığında söze başlamıştı.

"Sen, asil bir soya sahip ailede doğmayı seçmedin. Tıpkı Cesare'nin de tüccar bir ailede doğmayı seçmediği gibi. İnsanın hakiki asaleti, erdemden gelir. "

Omuzlarındaki kendinden emin duruşu ve sesindeki tereddütsüz tınıyla uzanan adama yukarıdan bakarak konuşmuştu genç kadın. Andreani, onu dinlediği süre boyunca mavi gözlerini üzerinden ayırmamıştı. Fakat yüzü, tek bir duygu kırıntısının dahi bulunmadığı ifadesiz bir havaya sahipti. Ne var ki Clarissa'da artık adamın mizacını tanıyor ondan bir cevap beklemiyordu. Söylemek istediğini söylemiş olmak ona yetmişti. Yatak odalarındaki sessizlik gittikçe derinleşirken, içine bir nefes çekerek önüne dönmüştü. Elbisesinin eteğini tuttuğunda, yataktan kalkmış, yerdeki elbiseyi tekrar kolun takmıştı. Kapıya ilerlediği sırada Lavinia için seçtiği elbisenin dökümlü eteklerini düzeltiyordu.

Yatak odasından çıktıktan sonra, vakit kaybetmeden dün gece Lavinia'yı yerleştirdiği odayı bulmuştu. Kakmalı altın yaldızlı kapıya vurarak içeriden bir cevap gelmesini beklemiş çok geçmeden duyulan cılız bir 'gir' sesiyle odaya süzülmüştü. Hala solgun gözükse dahi birkaç saat öncesinde bıraktığı halinden daha iyi gözüken Lavinia'ya elbiseyi vererek nasıl olduğunu sormuştu. Yatağın üzerinden endişeli bir ruh haliyle oturan sarışın kız açıkça annesi ve babasıyla yüzleşmekten korkuyordu. Bu durumda elinden ne gelirdi bilmiyordu Clarissa. Yüreği, bugün onlarla Panzio Malikanesi'ne gidip genç kıza destek olmak istese dahi yaşanılacakların önüne geçemezdi. Kaldı ki Andreani'nin onu yanında götüreceğinden de şüpheliydi. Lavinia'ya kısa zamanda kanı kaynamıştı, yakın arkadaşı gibi görüyordu. Kuzenin mutlu ediyor olması ise sevgini daha da arttırmıştı. Lakin Lavinia ve Cesare'nin seçtikleri yol oldukça zorluydu. Eğer bir gelecekleri olacaksa, önlerine çıkacak zorluklarla yüzleşmeli ve göğüs germeliydiler

Aynı zamanda Clarissa, Cesare Virgilio'nun kuzeni olarak öfkesi yatışana dek Rosia Panzio'dan uzak durmasının akıllıca olacağını düşünüyordu. Tüm bunları ötesinde, yanında olmak istediği bir başka kişi daha vardı, belki de yüreğinin en çok görmek istediği kişi; kan bağı olan biriydi.

Ağlamaktan gözlerinin altında oluşmuş morlukları ve dağılmış halini toparlayarak, yolculuk için hazırlanmasına yardımcı olacak malikanenin genç hizmetlisi Lucia'yı Lavinia'nın hizmetine vermiş Clarissa, alt kata yönelmişti. Mermer merdivenleri acelesiz bir edayla inerken, bir elini korkuluğa koyarak pürüzsüz mermer zeminde kayıp gitmesine izin vermişti. Görmüş olduğu rüyanın görüntüleri gözleri önünden geçerken, derin bir nefes çekmişti. Gözleri istediği dışında dümdüz karnına indirdiğinde yaptığı şeyin saçmalık olduğunu düşünerek hırsla bakışlarını kaldırmıştı. Rüyasının altında yatan aşamadığı korkusunu bilse dahi görmezden gelerek görüntülerden kurtulup toparlanmaya çalışmıştı.

Yanını bulan Berta ile salona girerek, şömine önündeki koltuğa yaklaştığı sırada açık kapıda beliren Tobia'nın boğazını temizleyen sesiyle duraksamıştı. Arkasına döndüğünde, yüzüne bakmış konuşmasını beklemişti.

"Efendim, dışarıda Roma'daki bir sarrafın yardımcısı olduğunu söyleyen genç bir adam var. Siparişi bizzat sizin teslim alacağınızı söylüyor. Ne yapmamı istersiniz?"

Clarissa'nın yeşil gözleri memnuniyetle parlamıştı. Roma'ya gittikleri gün şehrin en iyi sarrafının atölyesine yaptığı küçük ziyaret aklından tamamen çıkmıştı. Yaşlı kahyanın, sarrafın yardımcısının talebini uygunsuz bulduğunu gösteren bakışlarına anlayışlı bir tebessümle karşılık verirken, eteğini tuttarak kapıya ilerlemeye başlamıştı. Aynı zamanda adamın ekşitmiş suratına bakarak konuşmuştu.

"Doğru söylüyor. Bizzat ben teslim alacağım."

Başıyla onu onaylayarak peşine takılan Tobia ve Berta ile malikanenin geniş kemerli kapısından çıkarak mevsime göre cömert gün ışığının sıcaklığının hissedildiği bahçeye çıktığında Tobia'nın neden suratının ekşimiş olduğunu büyük ölçüde anlamıştı.

Seyislerden birinin atını zapt etmekte olduğu adam, ince deriden kahve tonlarında pantolonunun üzerine rengi solmuş aynı renk bir gömlek ve üzerinde birçok cep bulunduğu kalçalarının altında son bulan uzun bir ceket giymişti. Ceketin ceplerinin oluşturduğu çıkıntılardan içlerinin dolu olduğu görülüyordu, birinin dışına taşan ucun sivriltilmiş kalem fark ediliyordu. Yaş olarak Andreani'den yalnızca birkaç yaş küçük olmalıydı, ortalama bir boya ve ince bir vücut yapısına sahip olsa dahi cılız bir görüntüsü yoktu. Kıvırcık siyah saçları ensesinde kadar uzanıyordu. Birkaç saç tutamı ensesine düşerek bir erkeğe göre yumuşak hatlara sahip yüzüne sempatik bir hava katıyordu. Sabit durmakta zorlanan sabırsız bir halde, ağırlığını bir bacağından diğerine geçirirken, meraklı bakışları malikanenin taş duvarlarında geziniyordu.

Adamın dikkatinin üzerinde çekebilmek adına nazikçe boğazını temizlemek durumunda kalmış Clarissa, basamakları inerek çatıl yolda ilerlemiş, ellerini önünde birleştirerek beklemeye koyulmuştu. Nihayet bakışlarını indiren adam, karşısında onu gördüğünde reverans yapmıştı.

"Madonna Ludovico."

Yüzüne mesafeli bir ifade yerleştirmiş olan Clarissa, sözleri uzatarak konuşmuş adamın tavrına sinirlenmekle içten içe gülümsemek arasında bir noktada kalmıştı. Hafifçe başını iki yana sallayarak adamı düzeltmişti.

"Reveransa gerek yok. Bay?"

"Palmiro. Bruno Palmiro. "

Bir elini yana doğru açmış, dizlerini kırarak kendini tanışmış adama bakıyordu genç kadın. Saygılı bir tavır takınmaya çalışsa dahi her hareketinde, ciddi olamayan bir karaktere sahip olduğu görülüyordu. Hemen arkasındaki Tobia'nın araya girmek için sabırsızca yerinde kıpırdandığını bilerek, konuya girmişti.

"Sanırım bana teslim etmeniz gereken bir sipariş vardı Bay Palmiro."

"Evet, evet. Ustam, siparişinizi istediğiniz gibi hazır etti. Hemen burada."

Bunu söylerken deri çizmelerinin üzerinde geri geri giderek atına yaklaşmış olan adam topukları üzerinde hızlı bir hamleyle döndüğünde atının heybesine elini uzatmıştı. İçi tıka basa dolu olan heybede aradığı şeyi bulmak için oyalanırken, aynı zamanda mırıldanmaya devam ediyordu. Ahşap kutuyu nihayet parmakları arasında hissettiğinde çekip çıkarmıştı. Fakat bu hareketi ile içinde bulunan birkaç parşömen hareketlenerek çatıl yola saçılmıştı. Sempatiyle nefesini dışarı verdiğinde daha fazlasının heybeden çıkmaması için hızla içindekileri dibine ittirmiş, deriden örtüyü üzerine kapatmıştı.

Tüm bu süre zarfında gülmemek için dudağını ısıran Clarissa, duruşunu korumaya çalışırken Tobia homurdanmış, hemen arkasındaki Berta, çareyi kıvrılan dudakları üzerine küçük elini kapatmakta bulmuştu.

"Yüce İsa.. ustam hep dağınıklığımdan şikayet eder. Fakat bu doğru değildir. Ben, hep zihnimin çok ve zamansız çalıştığı için dağınık olduğumu düşünmüşümdür. "

Esen sonbahar meltemi ile hafif hafif dalgalanan parşömenlere bakan adam, önce onları toplamak için eğilmeye niyetlendiyse de boş vermiş bir edayla boştaki elini sallayarak ilerlemiş, kutuyu Clarissa'ya uzatmıştı. Yere saçılmış parşömenlerin üzerindeki siyah tebeşir kullanılarak yapılmış çizimlere dikkat kesilmiş Clarissa, yeşil gözlerini güçlükle üzerlerinden ayırmıştı. Adamın tek işinin mücevher işlemeciliği olmadığı açıktı, çizimleri bir ustanın elinden çıkmışçasına göz alıcıydı.

"İşte buyurun, siparişiniz. Ustam size ve kocanız Bay Ludovico'ya hürmetlerini iletti. Madonna Ludovico'nun istediği gibi bir sipariş olduğunu umuyor. "

Dikkatini toplayarak cilalanmış kare biçimindeki ahşap kutuyu almıştı Clarissa. Kapağın altındaki küçük demirden klipsine parmağını götürmüşse de duraksamış, yalnız olduğu bir an bakmanın daha güvenilir olacağına karar vermişti. Tobia'nın önünde kutuyu açması, Andreani'nin önünde açmakla eşdeğerdi. Sarrafının atölyesine gittiğinde özellikle siparişin kendinden başkasına teslim edilmemesini tembihleyerek, sürprizinin ya da emrivakisinin bozulmasını büyük ölçüde engellemişti. Malikanede kendi dışında hiç kimsenin kutunun Andreani'nin eline geçmesini engellemeyeceğini biliyordu. Fakat içindekini ona ne zaman göstereceğinden emin değildi. Bugün olmayacağı kesindi, Clarissa bugün adamı mutlu etmeye hiç istekli bir ruh halinde değildi.

İç çekerek elini kutunun pürüzsüz yüzeyine koyduğunda bedenine yaklaştırmıştı. Onun kutuyu açmayacağını anlayan adam bakışlarını yere çevirerek, konuşmuştu.

"İzniniz olursa çizimleri toplamam gerek. Ve kahyanızın üzerime bir kova pis su boşaltacak gibi duran yüzüne bakacak olursam gitme zamanım da geldi."

Bu kez dudaklarında tebessümün oluşmasına engel olamamıştı Clarissa. Göz ucuyla hemen arkasında duran Tobia'ya baktığında çatık kaşlarını görmüştü. Azarlamak için ağzını açmaya yeltendiğinde Clarissa'nın bakışlarını görerek bundan vazgeçmişti. Bu sırada Bruno, yerdeki parşömenleri toplayarak bir yığın haline getirmiş tekrar ayağa kalkmıştı. Gelişi güzel bir deste yaptığı çizimleri işaret ederek sormaktan kendini alamamıştı Clarissa.

"Mücevher işlemeciliğinden başka çizim de yapıyorsunuz sanırım?"

Bakışlarını tuttuğu yığına indiren adamın gözleri zevkle açılmıştı. Yeteneğine duyduğu güveni gösterircesine kaşlarını havaya kaldırarak konuşmuştu.

"Evet, ustama mücevher tasarımlarınla yardım ediyorum. Aynı zamanda zengin kesimden sipariş aldığım birçok tablo var. Detaylarla çok uğraşır, oyalanırım lakin bitirdiğim tablolar çoğunlukla beğenilir. "

Adamın kendiyle açıkça övünmesi karşısında başını salladı Clarissa. Adamı daha fazla tutmanın doğru olmayacağını düşünerek teşekkür etmeye niyetlenmişti lakin durksamış Bruno'nun gözleri onun arkasındaki bir noktaya odaklanmıştı. Dikkat kesildiğinde, çizmesinin topuklarının çıkardığı sert sesle önce basamakları hızla inen sesi ardından çakıl yolda çıkan ezilme seslerini duymuştu. Başını hafifçe çevirerek, dönüp onlara yaklaşmakta olan Andreani'ye bakmıştı.

"Ne oluyor burada?"

Andreani'nin resmi ve soğuk bir havaya sahip gür sesi bahçede yankılanmıştı. Adamın huysuzluğuna iç geçirmemek için üstün bir güç harcıyordu Clarissa. Buzul kadar soğuk mavi gözleri Bruno'nun üzerinde geziniyordu, batan aşağı süzdüğünü saklamaya gereği duymuyordu. Hemen karşısında durduğunda Bruno, bir reverans yapmıştı.

"Asilzadeleri, ben Roma'daki altın takı ustası Massimo Moreno'nun yardımcısıyım. Bayan Ludovico'nun siparişi teslim etmeye geldim. Ustam yaşlı olduğu için teslimatları ben yapıyorum."

Kocasının bedeninden çağlayan huysuzluğu bahçedeki herkesin hissettiğinden şüphesi yoktu. Andreani'nin yüz hatlarına tehlikeli bir soyluluk ve sert çenesinde bir gerginlik yer edinmişti. Fakat durumun farkında olsa dahi Bruno cesaretini kaybedecek kadar gerilmemişti. Konuşurken rahat bir tavır çizmişti. Sözlerini bitirdiğinde kolunda tuttuğu çizimlerini bedenine bastırırken, Andreani yüzünü Clarissa'ya çevirerek sorarcasına kaşlarından birini havaya kaldırmıştı.

"Massimo Moreno, siparişimi hazırlayıp göndermiş."

Andeani'nin sipariş verdiğini duyduğunda şaşırdığını ifadesiz yüzünden okuyamasa da tahmin edebiliyordu Clarissa. Konuştuğu sırada, elinde tuttuğu ahşap kutuyu göstermişti. Bunun üzerine, tekrar bakışlarını önündeki adama vermişti. Andreani.

"Siparişi teslim ettiğinize göre, burada işiniz bitmiş. Ustanız ve size teşekkürlerimizi iletiyoruz."

Bu sert sözler üzerine, Bruno tekrar reverans yapmış, iki adım gerileyerek arkasını dönmüştü. Atına binmesine yardımcı olacak seyise bir baş selamı verdiğinde, yerine yerleşmişti. Kocasının kabalık yaptığını düşünse de üstelemeyecekti Clarissa. Yönünü malikaneye dönerek, ilerlemeye başladığında çakıl yola çarparak gittikçe uzaklaşan nalların sesini duyabiliyordu. Andreani'nin siparişini görmesi büyük talihsizlikti. Bir an önce yatak odalarına çıkıp kutuyu saklama niyetiyle adımlarını hızlandırmıştı lakin çevik adımlarla ona yetişen adamın kulağını sıyırıp geçen sesini duyduğunda bunun kolay olmayacağını anlamıştı.

"Ne sipariş verdin? Ayıca benim neden bundan haberim yok?"

Adımlarını yavaşlatmamıştı Clarissa, aynı hızla basamakları tırmanarak malikaneye girmişti. Bakışlarını kaldırarak ona baktığında oldukça önemsiz bir konudan bahseder gibi bir tavırla cevaplamıştı.

"Roma'ya gittiğimiz gün vermiştim Sana çarşıya uğradığımı söylemiştim."

"Sipariş verdiğini söylememiştin."

Andreani'nin mavi gözleri içindeki ısrarcı bakışlar ve sesindeki o kararlı ton peşini bırakmayacağını gösteriyordu. Eğer yatak odalarına şimdi çıkacak olursa daha da şüpheleneceğini görebiliyordu, bunun üzerine salona yönelmişti. Rahat görünmeye özen göstererek ağır adımları ile büyük odanın içinde ilerlemiş, arka bahçeye bakan pencerelerden birinin önünde durmuştu. Kocasının zaaflarını iyi öğrenmişti Clarissa. Bruno'yu manasızca kıskanmış olmasının yanı sıra kutunun içindeki öğrenememek onu yiyip bitirecekti. Düşündükçe içindeki göstermeme fikri, onun için bir oyuna dönüşmeye başlamıştı. Birden bire sanki önemli bir haber verircesine kocasına dönerek, tebessümle konuşmuştu.

"Sarrafın yardımcısı, Bruno Palmiro aynı zamanda ressammış. Sipariş üzerine resim yapıyormuş, oldukça iyi bir ressam gibi duruyor."

"Bruno Palmiro... herifin adını da öğrenmişsin."

Andreani, kasılmış çenesi sıktığı dişleri ile sözleri bir tıslamayı andırmıştı. Clarissa, gülmemek için dudaklarını birbirine bastırarak, bakışlarını pencereye çevirmişti. Tehlikeli sularda yüzdüğünü bilse de hoşuna gittiğini inkar edemezdi. Andreani'nin bu halleri onu eğlendiriyordu. Fakat açıldığı bu denizin her an onu yutabileceğini bilerek en masum yüz ifadesini takınarak yeşil gözlerini çevirmişti.

"Andreani, sen resmen adamı kovmuş olabilirsin lakin ben insanlara hitap ederken adlarını kullanmayı tercih ediyorum."

"Ne büyük kibarlık! Tebrik ederim seni. Bana günaydın demeden yatak odamızdan sıvışmaya karar verirken, bu kibarlığın neredeydi merak ettim doğrusu."

Kendini sırma işlemeli tekli koltuğa bırakan Andreani, bir bacağını diğerinin üzerine atmıştı. Kemerli pencere önüne dikilmekte olan Clarissa ile arasında az bir mesafe vardı. Çattığı kaşları ile onu izliyorken, tıpkı yatakta fark ettiği gibi yüzünün solgun olduğunu görmüştü. Bir elinde tuttuğu orta bir büyüklüğe sahip kutunun üzerine diğer elini kapattığı sırada omzunu kemere dayamıştı.

"Sen de biliyorsun ki aynı şey değil."

"Haklısın. Ben senin kocanım. Şimdi söyle bakalım ne halt etmeye herifin tekiyle işlerinin satıp satmadığını konuşuyorsun sen? Getirdiğini al, Tobia adamı göndersin. Bu kadar basit."

Adamın büyük bir hiddetle söylediği sözler üzerine Clarissa elinde olmadan gülmüş, başını eğerek bunu saklamaya çalışmıştı. Andreani homurdanmalarına devam ederken, elini hırsla kirli sakallarına götürerek sertçe ovmuştu. Tehlikeli bir karanlığa bürünmeye başlayan mavi gözleri üzerinde dolansa dahi genç kadın geri adım atmayacak kadar zevk alıyordu durumdan.

"Yüce İsa şahidim, sen normal değilsin. Kafan normal insanlardan epey farklı çalışıyor."

"Senin de eli palet ve fırça tutan birini gördüğünde tüm dengen şaşıyor. Normal tepki verdiğin söylenemez."

Oturduğu koltukta, bir elini kabaca Clarissa'ya doğrultarak çıkışmıştı Andreani. Elini indirdiğinde, koltuğun sırmalı kolçağına yerleştirerek tüm parmaklarıyla sıkıca kavramıştı. Onun parmaklarına bir süre göz gezdirmiş genç kadın, kutusunu sıkıca tutmaya devam ederken, doğal tavrını sürdürerek söylenmişti.

"Sen delisin. Adamın çizimlerinden birkaçı yere düştü. Usta bir tekniği olduğu görülüyordu. Bende kibarca sordum. Öylelikle söyledi. "

Dudaklarını büzerek kahverengi kaşlarını kaldırmış Andreani'nin söylediklerinden hoşlanmadığı açıktı. Fakat daha fazla uzatmayan adam, mavi gözlerini kutuya çevirmişti. Bununla birlikte Clarissa, yutkunmuş, Lavinia'nın nerede kaldığını merak etmeye başlamıştı.

"Ne sipariş verdin ki sen? Neden bana söylemedin?"

"O gün çarşıda bir anda aklıma geldi. Hem ne sipariş ettiğimi sana söyleyemem, üzgünüm."

Sözlerini duraksamadan bitirmiş Clarissa, ağırlığını omzunu yasladığı kemere iyice verirken gelecek tepkiyi beklemeye koyulmuştu. Beklenmedik cevabı ile şaşkınlıkla dudaklarından kısık bir kahkaha kaçırtan Andreani, diğer elini de koltuğunun kolçağına koyarak öne doğru bedenini uzatmış, keskin mavi gözlerindeki itiraz götürmeyen ifade ile üstelemişti.

"Söyleyemezsin? Öyle bir seçeneğin yok, göreceğim."

"Görmeyeceksin."

"Bahse var mısın?"

Clarissa, başını hayır anlamında iki yana salladığında kavradığı koltuğun kolçaklarından destek alarak, tam karşısında iri cüssesiyle yükselmişti Andreani. Bir an irkilecek gibi olan Clarissa, gelen panik duygusuyla omzunu kemerden çekmiş, birkaç adım gerilemişti. Gerginlikle gülümsemeye başladığında canlanan yeşil gözleri Andreani'nin üzerindeydi.

"Andreani! Senin paralarını canımın istediği gibi harcıyorum oldu mu? Kendime zümrüt bir kolye sipariş verdim."

"Güzelim bu söylediğin, herhangi bir kadın için kulağa oldukça normal gelse de söyleyen sen olduğunda hiç inandırıcı olmuyor. Hatta daha da meraklanma yol açıyor."

Andreani su götürmez bir şekilde doğru olan sözleri üzerine omuzları sarsılarak kıkırdamaktan kendini alamamıştı Clarissa. Fakat adamın gökyüzünü andıran mavi gözleri içindeki kararlı ifade gittikçe derinleşirken telaşla gerilemeye devam etmişti. Aynı zamanda sıkı sıkıya kavradığı kutuyu arkasına geçirmişti. Artık iş her ikisi içinde inada binmişti.

"Meraklanacak bir durum yok basit bir kolye!"

"Kutuyu ver. O herif ne getirdi bakacağım."

O geri geri kaçarken üzerine doğru ilerlemeye başlamış Andreani, büyük elini ona doğru uzatarak parmakları ile kutuyu vermesini işaret ediyordu. Yeşil gözlerini önce adamın eline ardından tekrar yüzüne çevirmişti Clarissa. Başını inatla iki yana sallarken reddetmişti.

"Hayır."

"Clarissa, kutuyu buraya getir."

Gülümsemesi büyümüş genç kadın, hallerinin uzaktan ne kadar gülünç gözüktüğünü umursamayacak kadar içi heyecan ve enerjiyle dolmuştu. İnce saten pabuçlarıyla gerilemeye devam ederken, neredeyse yemek masasının olduğu bölüme ulaştığını ancak fark edebilmişti. Kaçacak alanı gittikçe azalmıştı, telaşla çevresine kaçamak bir bakış atarken bir yandan da Andreani'den gelecek hamleye hazırlıklı olmaya çalışıyordu. Boştaki elini öne doğru uzatarak, ikna etmeye çalışmıştı.

"Andreani, biraz makul ol. Beni buna zorlayamazsın."

"Yakalayıp almak benim için çocuk oyuncağı."

Sözlerinin ardından kolayca iki uzun adımda aralarında mesafeyi kapatmıştı Andreani. Güçlü refleksleriyle geriye doğru sıçrayan Clarissa'nın dudakları arasından yarı korku yarı kahkaha dolu bir çığlık yükselmişti. Ucu ucuna ona doğru uzanan elden kaçıp, büyük yemek masasının etrafında dolanmıştı. Ne yaptıklarının farkına vararak, tüm dişlerini göstererek gülümsemiş, kontrol edemediği tiz sesiyle yakınmıştı.

"Andreani bu yaptığımız çok çocukça!"

Tıpkı onun gibi yemek masasının karşı ucunda hangi yöne gideceğini gözlemliyordu Andreani. Sözleri üzerine duraksayarak ellerini hemen önünde durduğu ahşap sandalyenin sırt kısmına koydu. Masanın diğer ucundaki karısının nefes nefese kalmış haline baktığında dudakları bir tebessümle ile hareketlendi. Örgülerinden dışarı taşan dalgalı bukleleri yüzünü çevreliyordu. Gül rengi dolgun dudakları aralanmış, koşturmaktan yanakları al al olmuş, solgun yüzüne renk gelmişti. Tüm bu koşturmacanın sebebi olan ahşap kutuyu tuttuğu elini hala arkasında saklıyordu. Clarissa bu şekilde gözüne tatlı ve hayat dolu gözükmüştü. Kutuya olan ilgisi dağılırken, içi onu kollarına alarak kokusunu içine çekme istediği ile yanıp tutuşuyordu.. Fakat duruşunu bozmamış, otoriteye sahip tınıyla diretmeye devam etmişti.

"Katılıyorum. O yüzden söz dinleyen bir kadın ol ve kutuyu bana ver."

Andreani'nin ısrarına gözlerini devirmiş Clarissa, yüzüne düşen kumral saç tutamlarını geriye çekmiş, boynuna ulaştırdığı eliyle yana kaymış kolyesini düzeltmişti. Nefesi biraz olsun düzene girerken bakışları Andreani'nin üzerindeydi. Hamlelerini tahmin etmeye çalışırken işaret parmağını ona doğru kaldırarak konuşmaya başlamıştı.

"Andreani, sen koca bir hödüksün. Uyumadan önce söylediğin aşağılayıcı sözlerin üzerine özür dileyip ayağıma kapanman gerekirken yaptığına bak. İşte bu yüzden kutunun içindekini göremezsin."

Özür dileyip ayağıma kapanman gerekirken dediğinde Andreani'nin ifadesinde gözle görülen bir değişim olmuştu. İrkilen adam başını geriye çekerek yüzünü buruşturmuş ardından manalı manalı gülümsemişti. Sözlerin onu eğlendirdiği açıktı. İki eliyle kavradığı sandalyeden destek alarak masanın karşısındaki karısına doğru yüzünü yaklaştırmıştı.

"Clarissa, sen benim ne zaman özür dileyip birinin ayağına kapandığımı gördün?"

Yemek masalarında karşılıklı birbirine çıkışan karı kocanın görüntüsü her ne kadar komik bir tablo çizse de Clarissa, dişlerini sıkarak sinirle inlemişti. Eğer adamın egosunu eline alıp un ufak edebilme şansı olsaydı o an tereddütsüzce yapardı. İçi inanılmaz bir hiddetle, kibrini parçalama isteği ile doluyordu. Tıpkı onun gibi bir elini önündeki sandalyenin sırt kısmına koymuş, masanın üzerinden ona yaklaşarak çıkışmıştı.

"Tahammül sınırımı aşıyorsun!"

"Hem ben seni aşağılamadım. Ayrıca ne kadar nefret etsem de yatakta kıçını dönüp yatmana da izin verdim, hatırlatırım."

Bunları söylerken, aralarındaki masanın üzerinden uzanıp yanağına parmaklarını ulaştırmıştı Andreani. Aralarında mesafeyle ancak parmaklarını ucu yanağına ulaşabilmişti. Beklenmedik temasla irkilen Clarissa, gözlerini devirerek bu beklenmedik temastan kurtularak, kendini geri çekmişti.

"Asilzadeleri çok lütufkârsınız."

Karısının iğnelemesi üzerine derin bir nefes çektiğinde gürültüyle dışarı verdi genç adam. Clarissa'nın bir süre daha bu tavırda devam edeceği açıkça görülüyordu. Kendi isteği ile kollarına gelerek onu sevdiğini itiraf etmiş olsa dahi istediği zaman çevresine gösterdiği o dik duruşlu soğuk kadına bürünmekte herhangi bir zorluk yaşamıyordu. Karısının karakterine hayret eden Andreani, gönlünü yumuşatmanın kolay olmayacağını görmüştü. Fakat uzun zaman sonra yakaladıkları mutluluğu kaybetmelerine izin vermesi söz konusu dahi değildi. Doğrularak duruşunu düzeltmiş, yumuşak tuttuğu sesiyle aklını kurcalayan şeyi sormuştu.

"Kutunun içindekini neden göremiyorum?"

Arkasında tuttuğu kutuyu önüne almış Clarissa, kirpiklerini indirerek pürüzsüz zemininde parmaklarının uçlarını gezdirmiş ardından tekrar onu izleyen Andreani'nin masmavi gözlerine bakmıştı. Dolgun dudaklarını zarifçe büzerek omuzlarını silktiğinde, etkileyici bir bakış fırlatarak konuşmuştu.

"Çünkü, o kibirli ve kaba sözlerinden sonra hak etmiyorsun. Sana kızgınım, öfkeliyim ve bir süre daha öyle kalmayı düşünüyorum. Bu durumda içindekini göstermek doğru gelmiyor. Zamanını bekleyeceğim, belki de hiç göstermem. Bilmiyorum."

Kalbinin bir yanı yaptığının kaba olduğunu ve Andreani'yi gücendirdiğini düşünmeye başlamıştı. Kırgın bir ruh haliyle uykuya dalmış, kelimenin tam anlamıyla onu altüst eden bir rüyayla uyanmıştı. Tüm bunların sebebi Andreani'ydi ve tıpkı dediği gibi bir süre ona kızgın kalmakta kararlıydı. Fakat bazı zamanlar kalbi verdiği kararlara ihanet ediyor, dengesini bozuyordu. Yıllarca istediği zaman bütün hislerinin önüne kolayca geçebileceğini düşünen Clarissa için kalbinin sesini bastıramıyor oluşu içten içe sinirlenmesine sebep oluyordu. Bu duygu karmaşasını kendine yakıştırmayarak, sinirle onun egosu, kalbinden büyük! yaraladığım ancak egosudur, kalbine ulaşmak kolay olmasa gerek diyerek kendini azarlamıştı.

"Tamam, daha fazla ısrar etmeyeceğim. Fakat öyle yada böyle elbet içindekini göreceğim. Şüphen olmasın güzelim."

Andreani'nin rızası olsa da olmasa da içindekine bakacağını kibirle bir üslupla ifade etmesi üzerine Clarissa'nın bir an kalbine oturan pişmanlık duygusu uçup gitti. Arkasına dönerek duvara dayalı ceviz ağacından yapılmış bahar dalı şeklinde oymalarla süslenmiş dolabın çekmecelerinden birini açarak kutuyu içine bıraktı. Kapağını kapatarak arkasına döndüyse de dolabın önünden çekilmek için acele etmedi. Andreani'nin gerçekten işin ucunu bıraktığından emin olduğunda ancak masanın arkasından çıkmak için hareketlendi.

Masanın ucunda onu karşılamıştı Andreani. Çocukça kovalamacalarının ardından adamın yanında durmak Clarissa'yı istemsizce tebessüm ettirirken, Andreani koluna dokunup onu kendine çekmek için yeltenişi gülüşü soldurmuş, onu ittirerek uzaklaştırmıştı. Pes etmeyen adam bu kez örgüsüne elini götürdüğünde inatçı bir huysuzlukla tekrar elini ittirmiş, yüzsüzlüğünden yakınmıştı. Bunun üzerine Andreani, geçimsiz olduğunu söylerken kibirli karşılığnı vermişti. Aralarındaki dişime aynı şiddeti ile devam etmişti. Nihayet, her ikisi de birbirlerinden gözlerini çekip karşıya baktıklarında Lavinia'yı görmüşlerdi.

Deyim yerindeyse pamuklara sarılarak büyültmüş Lavinia, dün gece Clarissa'nın gözüne bitik bir enkaz gibi görünmüştü. Onu ilk gördüğü yer olan Panzio Malikanesi'ndeki pembe dökümlü elbisesi içindeki hali gözü önüne gelmişti. Altın rengindeki uzun düz saçları omuzlarına ve sırtına düşerken bir güneş gibi parlıyordu, Clarissa o gün içten içe kaygısız ve el üstünde tutulan kıza imrenmişti. Hayatı boyunca ilk kez o mükemmel görüntüsüne sahip olmayan genç kızın üzerinde şimdi çocukça saflığını arkasında bırakmış bir dinginlik vardı. Hayatın zorluklarını deneyimlemek bu olsa gerek diye geçirmişti içinden. Dün gece darmadağın olmuş saçlarını tıpkı onun gibi bir örgü haline getirmişti. Göz kapaklarının şişkinliği yüzünün çökmüşlüğü biraz olsun geçse de kendilerini belli ediyorlardı. Giymiş olduğu koyu mavi elbisesinin önünde birleştirdiği ellerini sıkıntıyla birbirine sürterken, kapı eşiğinde durmuş, içeri girmekle girmemek arasında bir yerde sıkışmış gibi bir hali vardı. Göz göze geldiklerinde ancak birkaç adım ilerlemişti.

"Şey... günaydın. Ben aslında geldiğimi haber verdim lakin beni duymadınız. Aslında çıkacaktım la-"

Genç kızın dün geceden kısılmış sesi kendini toplasa dahi hala çatallıydı. Sözlerinin devamını getirmek için bir an duraksadığında Andreani, rahatlatıcı sesi ile söze girmişti.

"Sorun yok Lavinia. Clarissa ile ben hep yüksek sesle konuşuruz. Öyle seviyoruz."

Bu sözler Clarissa'nın yanaklarını tekrar renklendirirken, güçlükle tebessüm ederek Andreani'yi onaylamıştı. Lakin yanındaki kocasına bakışlarını çevirdiğinde senin yüzünden rezil olduk diye mırıldanarak çıkışmaktan kendini alamamıştı. Sözlerini duymuş olsa dahi herhangi bir tepkide bulunmamıştı Andreani. Onun yanında ayrılarak Lavinia'ya doğru ilerlemiş, yavaşça kaldırdığı elini kuzeninin ince koluna koymuştu.

"Gitmeye hazır mısın? Dışarıda at arabası hazırlanmış olmalı."

"Hazırım. Çıkabiliriz."

Lavinia derin derin iç çekip, elinden geldiğince vakur bir tavır takınarak Andreani'yi cevaplamıştı. Bunun üzerine aralarında daha fazla konuşma olmamış, onları geçirmek isteyen Clarissa ile malikaneden çıkmışlardı.

Tekrar sonbahar melteminin hafif hafif estiği bahçeye çıktıklarında, Andreani'nin söylediği gibi at arabası Lavinia için hazırlanmıştı. Arabanın hemen yanında dikilen Tobia, onları gördüğünde selam vermiş, kabinin kapısını bizzat açmıştı. Bakışlarını yana çeviren Clarissa, at arabasının önünde genç seyisin eyerleyerek özenle hazır edilmiş Andreani'nin atı Kara Ateş'in yularını tuttuğunu görmüştü. Tıpkı sahibinin mizacına sahip huysuz at, ayaklarını çakıl zemine çarparak başını sabırsızlıkla silkeliyordu. Kara atın yularını tutan genç seyisin dikkatli hareketleri, adamın atının dahi ne kadar değerli olduğunu göze seriyordu.

At arabasının yanına vardıklarında, Lavinia'nın Tobia'nın arabaya binmesine yardımcı olmasına fırsat vermeden koluna uzanarak kendine çekmiş Clarissa, kollarını ince bedenine dolayarak sarılmıştı. On karşı desteğini göstermek için yaptığı hamle karşısında içini çeken genç kız, bunu beklercesine aynı yoğunlukta karışlık vermişti. Geri çekilen Clarissa, ellerini kollarına koyarak gülümsemiş Andreani'nin onları duyacağını bilse dahi umursamayarak destek veren sesiyle konuşmuştu.

"Eskiden seni kız kardeşim kadar yakın görüyordum şimdi gerçek anlamda kız kardeş olduk. Güzel geçeceğini söyleyerek seni kandırmayacağım lakin unutma en karanlık geceler bile şafağa yol vermek zorundadır. Ben yanındayım, Cesare de öyle."

Hissettiği minnettarlık duygusuyla kendini zorlayarak yarım bir tebessümde bulunmuş Lavinia, bir kez daha ona sarılarak teşekkür etmişti. Kollarını birbirlerinin bedenlerinden usulca çözdüklerinde genç kız, önce onları izleyen kuzenine bakmış, ardından arakasını dönerek Tobia'nın uzattığı elinden destek alarak, küçük kabine yerleşmişti. Cilalanmış siyah kapıyı kapatann yaşlı kahya önünde birleştirdiği elleriyle Clarissa'nın gerisine çekilmişti.

O an kadar sessizliğini koruyarak olduğu yerde iki kızı izlemekle yetinmiş olan Andreani, mavi gözlerini şöyle bir bahçede gezdirmiş ardından ellerini önünde birleştirmiş Clarissa'nın yanına yaklaşmıştı. Omuzlarından tutup çevirmiş, yüzüne bakmasını sağlamıştı

"Eğer işlerim çok uzamazsa akşam yemeğine yetişmeye çalışacağım. Geldiğimde olanları konuşuruz. O adam.. yani kuzenin için endişelendiğini biliyorum bir mektup yaz, muhafızlardan biri götürsün cevabını sana getirir. Beni bekle Clarissa, anladın mı beni?"

Eğdiği başı ile mavi gözlerini ona dikmiş adamın sakin lakin buyurgan bir tınıya sahip sesiyle söylediklerine karşı gözlerini devirmemek için kendini tutmuştu Clarissa. Kirpiklerini kırpıştırarak içindeki siniri bastırarak alayla gülümsemişti.

"İtalyanca'yı gayet iyi anlayabiliyorum Andreani. Yine de Latince de söylemek istersen seni tutmam."

Bu içinde kinaye barındıran sözler Andreani için taşım noktası olmuştu. Onu alaycı bir tebessümle izleyen karısını şaşırtacak bir hızda iki eliyle yüzünü kavrayarak alaycılığını bir öpücükle bozmuştu. Clarissa, ilk an onu ittirmek için kollarını kaldırırmış olsa da insanların önünde reddetmenin kararsızlığı ile kolları öylece havada kalmış bir halde durmaktan başka herhangi bir tepki de bulunamamıştı. Kendinde çektiği genç kadını karşılık beklemeyen ve nazik olmayacak bir öpücükle öpmüştü. İnsanların önünde utançtan kavrulan karısının dudaklarından nihayet ayrıldığında, kulağına uzanıp bu kez tıpkı söylediği gibi Latince fısıldamıştı.

"Utangaç değilimdir. Bir daha insan içinde beni terslerken bunu aklından çıkarma. Ayrıca aramıza duvar örmene iznim yok. Ezer geçerim, bu da o güzel aklından çıkarmaman gereken başka bir gerçek."

Ellerini yavaşça Clarissa'nın yüzünden çekerek bir adım gerilemişti Andreani. Gözkapaklarını indirerek uzun kirpiklerini yeşim rengi gözlerine siper etmiş karısının yüzüne baktığında tekrar gülümsemişti. Onu utancı ve içinden atamadığı siniri ile baş başa bırakarak deri çizmelerinin üzerinde dönerek, sabırsızlanan atının yanını bulmuştu. Seyisten dizginleri almış, üzengiye koyduğu ayağından destek alarak, uzun boyu ve iri cüssesine uygun özel olarak yapılmış eyerin üzerine yerleşmişti. Siyah deri eldiven giydiği elleriyle dizginleri sıkıca kavradığında omzunun üzerinden Clarissa'ya bakmıştı. Eflatun renkli elbisenin önünde ellerini birleştirmiş onu izliyordu. Bakışları buluştuğunda gözlerini öteye çevirmişti. Bunun üzerine huysuz kadın diye içinden geçiren Andreani, atını harekete geçirmişti.

Clarissa, oval biçimli çakıl yoldan geçip, bahçeyi çevreleyen taş duvarların ardında gözden kayboluncaya kadar arkalarından bakmıştı. Hala olduğu yerde dururken, başını hafifçe yukarı kaldırarak gökyüzüne bakmış içine derin bir nefes çekmişti. Esen meltemle ürperdiğini hissederek kollarını yavaşça bedenine dolamıştı. Andreani'nin kendisine engel olamayacağını garantilediğini düşünerek kurnazca dudaklarını kıvırarak sessiz bir tebessümde bulunmuştu. Beklemişti çünkü onun evden çıkmasına neden olacak abartılı bir emir vermesini göze alamamıştı. Aynı zamanda onu şaşırtmak ve evlendiği kadını hatırlatmak istemişti.

Temiz havayı içine bir kez daha çektiğinde, sessizce onu bekleyen Tobia'ya seslenmişti.

"Tobia?"

"Buyurun hanımım?"

"Bir at arabası da benim için hazırlansın. Virgilio Köşkü'ne gideceğim."

Bedenine sarmış olduğu kolları ile arkasına döndüğünde, kahyanın şaşkın ve kaygılı yüzüyle karşılaşmıştı. Adamın, kocasının evde kalması dair sözlerini duyduğunu ve bunu onaylamadığını görebiliyordu. Evliliklerinin ilk zamanlarından yaşlı adama Andreani'ye sadık olduğu için bir iki kez çıkıştığı olmuştu, şimdi ise adamın sadakatini anlayabiliyordu. Tavrına anlayış gösterdiği Tobia'yı harekete geçirmek için üstelemişti.

"Tobia, ahırlara gidip benim mi arabayı hazırlamalarını söylememi istersin?"

Ahır sözünü duyan kahya, gözle görülür bir şekilde kendini toplamış, duruşunu dikleştirmişti. Bu tepkinin nedenini anlaması zor değildi genç kadının. En son ahıra girdiğinde yaşanılanları dün gibi hatırlıyordu, Andreani'nin kahyaya atı Kara Ateş'i alarak malikaneden çıkıp gitmesine seyirci kaldığı için çıkıştığından şüphesi varsa da artık kalmamıştı. Tereddütünü yüzünden silen adam, onu daha fazla bekletmemişti.

"Nasıl isterseniz, hemen hazırlatıyorum."

Tobia'nın yanından ayrılarak bir kez daha malikanenin taş duvarları arasına girmiş Clarissa'nın yeşil gözleri aradığı kişiyi kolayca bulmuştu. Onun kişisel hizmetçisi olmasıyla diğer hizmetlilerden ayrı onun için özel olarak diktirilmesini istediği bedenine tam oturan kül rengi bir elbise içinde olan Berta, küçük adımları ile yanına gelerek başıyla selam vermişti. Kızın her geçen gün ruh halinin neşeli bir mizaca büründüğünün farkına yeni yeni varıyordu Clarissa. Seyrettiği kızın ela gözleri içindeki neşeli parıltıları seçebiliyordu.

"Berta, saçımı yapman gerek. Barbar adam yaptığım örgüyü bozdu. "

Hanımının evliliğinin ilk gününden bu yana kocasına pek çok şekilde hitap etmesine artık alışmış olan genç hizmetli, isteğini uysallıkla onaylamıştı. Fakat yatak odasına çıkmak için bir adım attıysa da elinde taşıdığı deri dosyanın içine bir tomar parşömeni sıkıştırarak, çalışma odasının olduğu hole yönelen Tommasso'yu gördüğünde şaşkınlığını gizlememişti. Andreani'nin yanında göremese dahi burada olmasına şaşırmıştı. Sarışın devin kocasının peşinden ayrıldığı nadir görülürdü. Birkaç adım ilerleyerek adama hitap etmişti.

"Tommasso? Senin Andreani ile olacağını düşünmüştüm."

Elindeki deri dosyayı sıkıca tutan adam yönünü onlara dönerek, mermer zeminde birkaç adım ilerlediğinde, aralarındaki uzun mesafeyi biraz olsun kapatmıştı. Sarı dalgalı saçlarını çoğu zaman olduğu gibi gelişi güzel bir bırakmıştı lakin sakallarını kısalttığını fark ediliyordu. Bu sol kaşının üzerindeki yarayı öne çıkarıyor olsa da kısalan sakalları çene hatlarının belirginleştirmiş, tekinsiz havasını biraz olsun kırmıştı. Siyah deri pantolonu üzerine dizlerine kadar uzanan bir ceket giymişti lakin önündeki düğmelerini iliklemediği için bir pelerin gibi iki yanında uzanıyordu. İçine giydiği beyaz gömleğinin ise yakasını gevşek bırakmıştı. Kaygısızlığından ödün vermeyen adamın bu hallerini malikanedeki hiç kimse yadırgamıyordu. Andreani'den bir başkasına hesap vermediği bilindiği gibi herhangi birinin ona görünüşü veya yaptıklarına karşı söz söylemeye cesaret edebildiği de görülmemişti.

Herhangi bir selama veya toparlanmaya ihtiyaç duymayan adam gür sesi ile Clarissa'nın sorusunu yanıtlamıştı.

"Andreani'nin halletmemi istediği hesaplar var. Onları bitirmek bugün için çalışma odasında olacağım."

Düşünceli bir edayla hafif bir kavisse sahip kaşlarını havaya kaldırmıştı genç kadın. Son günlerde Andreani'nin zihnini kurcalayan yeni bir iş olduğunu sezmişti. Geçirdikleri iki gün içinde sessizleştiği anlarda ne olduğunu sorduğunda yeni bir iş olduğunu söyleyerek kısa bir açıklamada bulunmuştu. Adamın işine bağlılığına alışmış olan Clarissa, üstelememişti. Tüm bunlar zihninde dolanırken, Tommasso'nun koyu renk gözlerindeki hareketliliğini seçmişti. Uzun boyunun avantajı ile geniş bir görüş açısı olan sarışın dev, hızla arkasına göz gezdirdiğinde odağının kim olduğunu anlamıştı. Holün karşısındaki mermer merdivenlere doğru ilk adımını attığında tatlı sert bir iğneleme yapmayı seçmişti.

"Anladım. Umarım işlerin, süt kovası taşımak kadar zorlu bir değildir."

Ortaya attığı sözün bıraktığı etkiyle içten içe eğlenerek, dik tuttuğu başı ile birkaç adım atmıştı ki Berta'nın olduğu yere çakılı kaldığını ancak fark edebilmişti. Omzunun üzerinden hizmetlisine yönelttiği bakışlarını Tommasso'ya çevirdiğinde hazırlıksız yakalanmış adamın yüzünün kasıldığını görmüştü. Siyah gözleri Berta'nın üzerinde dolanıyordu. Evlerinde yaşanan, adlandırmakta zorlandığı bu duruma hala hayret etse de ilk an olduğu gibi dehşetle karşılamıyordu Clarissa. Üstelik yeni bir haberle sarsılmaktansa artık bu durumun gideceği yönü kararlaştırılmasının en doğrusu olacağını düşünmeye başlamıştı. Yeşil gözlerini tekrar hizmetlisine çevirdiğinde yüksek sesi ile seslenmişti.

"Berta, hadi. "

"He-m-en geliyorum hanımım."

Eteğini tutan Berta, telaşla yanını bulduğunda Tommasso, taşıdığı deri dosyası ile mermer duvarların arasında gözden kaybolmuştu.

**

Çift kanatlı kapının pirinç tokmağını çevirerek yatak odasına girdiğinde, hizmetlisinin utangaç hallerini görmezden gelmeye çalışıyordu Clarissa. Savurduğu etekleri ile konsolu bularak üst çekmecesini açmış, ellerinin iki yana koyarak tokaları ve saçları için ayrılmış kurdelelerine göz gezdirmişti. Berta ile günlerdir ertelediği konuşmayı yapmak için hem kendine hem de ona zaman tanıyordu. Bir sürede daha incelediğinde, elbisesiyle aynı renk taşlardan oluşan bir saç tokasını eline alarak çekmeceyi kapatmıştı. Yavaşça arkasına döndüğünde odanın ortasında bekleyen hizmetlisine gülümsemiş, yanını bularak tokayı küçük eline tutuşturmuştu.

"Virgilio Köşkü'ne gideceğim. Bu tokayı kullan."

"Nasıl isterseniz."

Clarissa, onun kirpiklerinin inmesiyle ele verdiği utangaçlığı izlerken zor duyulan sesiyle onaylamıştı Berta. Üstelemeyen genç kadın, örgüsünün ucundaki kurdeleyi çekip alarak, Berta'nın saçlarını taraması için aynanın önündeki küçük tabureye oturmuştu. Çekingen bir hareketle fildişi saplı fırçayı konsolun üzerinden alan genç hizmetli örgülerini çözüp saçlarını tararken, aynadan dikkatle onu izlemişti. Uzun yıllardır saçlarını ondan herhangi birine emanet etmemiş Clarissa, kızın ellerinin bu kadar sık birbirine dolandığını daha önce görmemişti. İndirdiği kirpiklerini bir an olsun kaldırmamış kızın saçının üst kısmını örerek verdiği tokayla tutturup alt kısmını açıkta bırakmasını sabırla beklemişti. İşini bitirdiğinde aralarında oluşan sessizliği bozmak isteyerek boğazını temizlemiş, aynanın aksinden ona doğru bakarken haberi kucağına bırakmıştı.

"Andreani, Tommasso'yu evlendirmeyi düşünüyor."

Beklediği tepkiyi almanın memnuniyetiyle kaşlarını hafifçe yukarı kaldırarak kızın yüz hatlarını incelemişti. Odaya girdiklerinden bu yana utangaçlıkla yüzüne bakmamış Berta, ela gözlerindeki gizlemekte başarısız olduğu şaşkınlığıyla başını kaldırmıştı. Güçlükle yutkunmuş, adeta kendine ait olmayan bir mırıltıyla konuşmuştu.

"Elbisenize uyan pançonuz ve eldivenlerini getireyim."

Arkasını dönerek soyunma odasına kaçmaya niyetlenen kızın elini tutarak uzaklaşmasını engellemişti Clarissa. Utangaç ve ürkek bir yapıya sahip olan Berta'yı konuşturmasının kolay olmayacağını biliyordu. Oturduğu yerde başını ona doğru kaldırarak, diretmişti.

"Kiminle evlendirmek istediğini sormayacak mısın?"

"Benim haddim değil."

"Seninle evlendirmek istiyor."

Tuttuğu elin, söylediği sözle ani bir titremeye tutulduğunu hissetmişti. Berta'nın gözleri fal taşı gibi açılırken rengi insanı telaşa düşürecek kadar soluvermişti. Onu endişeyle izleyen Clarissa, hızla ayağa kalkarak, onu şömine önündeki koltuğa çekmeye başlamıştı.

"Hadi gel otur şuraya."

Topladığı etekleri ile oturttuğu kızın, yanına yerleştiğinde gözlerini yummuş Berta, manasız bir utancın içinde kıvranmaya devam ediyordu.

"Hanımım ben sizi hayal kırıklığına uğratacak hiçbir şey yapmadım. Yapmam. Bunu sizinle konuşmaktan dahi büyük utanç duyuyorum."

Bu sözlerin gereksiz olduğunu göstermek istercesine başını iki yana sallayarak Berta'nın her iki elini avuçları içine alarak sıkıca tutmuştu Clarissa. Kızın eğdiği başına yüzünü yaklaştırarak anlayışlı bir tınıya sahip sesi ile konuşmuştu.

"Karakterini bana karşı aklamana gerek yok Berta. Senin beni hayal kırıklığına uğratacağından hiçbir zaman şüphe duymadım, duymam. Benim asıl bilmek istediğim, bu evliliğe gönlün olup olmadığı. Senin istemediğin bir evliliğe sürüklenmene izin vermem."

Berta, onun avucu içindeki ellerine gözleri indirmiş bakarken yutkunarak güçlükle başını kaldırmıştı. Ensesinde bir fileyle sabitlediği saç modeli küçük ve sevimli yüz hatlarını öne çıkarıyordu. Ela gözleri içindeki çekingen ifade ile duraksayarak konuşmuştu.

"Hanımım, ben konuşamayacak kadar utanç içindeyim."

Gülerek, avucundaki elleri yumuşacık bir şekilde sıkmış Clarissa, geri çekilmişti. Gözlerini ondan kaçırsa dahi utancının ardındaki heyecanını güçte olsa seçebilmişti. Gönlü olduğunu itiraf etse şaşırırdı, sözlerine karşılık aldığı bu utangaç tavır tam ondan beklenecek türdendi. Duruşunu dikleştirerek arkasına yaslanmış, yeşil gözlerini şömineye çevirirken keyifle ona takılmıştı.

"Hoş evlendiğiniz taktirde Tommasso'nun seni bir sinir anında öldürmesinden de korkmuyor değilim ya. Turta olayını unutmuş değilim henüz."

Yanında oturan Berta'nın kaçırdığı gözlerini onu bulurken yüzünde şaşkın bir ifade vardı. Bir an söylediklerini düşünürken, pürüzsüz alnı kırışmış, alt dudağını dişlerinin arasına almıştı. Kafası karışmış bir halde küçük parmaklarını birbirine geçirerek sıkmış ardından uzun kirpiklerinin altından söyleyeceklerinden emin olmayan bir bakışla Clarissa'ya dönmüştü.

"Aslında.. göründüğü kadar ürkütücü değil."

Sözleri Clarissa'yı güldürmüştü. Bir süre herhangi bir söz söylememiş, yeşil gözlerini şömine içinde yanan odunlarda gezdirmişti. İlk anda bunu göremese de Berta'nın onunla birlikte ömür boyu burada yaşama olma fikri hoşuna gitmişti. Fakat hizmetlisinin doğru kararı vermesi önemliydi, gönlü olup olmadığını bilmek istiyordu. Mizacına fersah fersah ters düşen bir plan zihninde belirmeye başlarken, soğukkanlılıkla Berta'ya dönmüştü.

"Boyalarımın birçoğu bitmek üzere, yenilerinin alınması gerek. Senin bugün benimle köşke gelmene lüzum yok, gidip hangilerinin bittiğine bak sonra da çarşıya gidip yenilerini alırsın. Fakat önce içi yünlü olan pançomu ve eldivenlerimi getir. Hava güzel olsa da üşüyorum."

Bununla birlikte Berta, yanından ayrılarak soyunma odasına gittiğinde içini çekerek ayağa kalkmıştı. Büyük aynanın önüne geçerek, parmaklarının uçlarıyla usulca elbisesinin eteklerini düzeltmiş, görünüşüne göz gezdirmişti. Tüm bu gönül işlerinin onu yorduğunu hissediyordu, Lavinia, Cesare Berta, Tommasso yanı başındaki bu aşkların filizlendiğini nasıl göremediği anlayamıyordu. Andreani ile evliliklerinin sorunları arasında öylesine debelenmişlerdi ki çevresine bakacak zamanı olmamıştı. Bir kez daha iç çekerek, parmağındaki yeşil yüzüğüne bakarken, Berta istediği içi yünlü pançosu ile gelmişti. Yardımı ile pançoyu giymiş, eldivenlerini eline geçirdiğinde odadan çıkmadan önce son kez hizmetlisine dönmüştü.

"Berta, yemek masasının arkasındaki dolapta bugün gelen kutu var. Onu oradan alıp, daha güvenli bir yere koy. İstediğim zaman geri verirsin. Ayrıca sözlerimi düşün, kararını verdiğinde bana söylersin. Eğer gönlün varsa bizzat seni kendi ellerimle evlendirmek isterim."

O andan sonra aralarında herhangi bir konuşma olmamıştı. Yatak odasından çıkan Clarissa, alt kata ulaşan mermer merdivenleri indiğinde onu kahyaları Tobia karşılaşmıştı. Birlikte Roma yolculuğu için hazırlanmış Ludovico armalı at arabasına doğru ilerlemişlerdi. Bir adım önüne geçerek, kabine binmesi için arabanın kapısını açmıştı Tobia. Lakin binmek için hamlede bulunmayan genç kadın yönünü ona dönerek, son derece sakin tuttuğu ses tonuyla konuştu.

"Tobia, Berta bugün benim biten boylarım yerine yenileri almak için şehre gidecek. Kullandıklarımı ancak o biliyor, bakasına güvenemiyorum. Birinin ona eşlik etmesi iyi olacaktır, Tommasso'ya söyleyebilirsin."

"Fakat han-"

Yaptığı çöpçatanlık işini kendine yakıştırmayan Clarissa, vazgeçmeden bir an önce söyleyecekleri söyleyip kendini at arabasına atmak istiyordu. Tommasso'ya ne yapacağını söylemesini istediğinde yüzü donan kahyanın hali oldukça gülünç görünmüştü gözüne. Kararalı ifadesini bozmayarak, havaya kaldırdığı eliyle adamı susturmuş, bu kez itiraza yer bırakmayan bir tonda devam etmişti.

"Tommasso'ya git ve Berta'nın şehre boya almaya gideceğini, birinin eşlik etmesi gerektiğini ve benim onu önerdiğimi söyle. Eğer işleri öne sürerse de Andreani'nin sorun etmeyeceğini söylediğimi ekle. Bu kadar. Bunu rağmen kabul etmezse Berta'nın yanına bir başkasını verirsin. Anladın mı?"

"Evet, anladım hanımım."

Yüzüne aldığı cevaptan memnun bir ifade yerleştirerek, elini eteğine götürerek hafifçe tutmuş Clarissa, yönünü at arabasına dönmüştü. Basamaklara ilk adımını atmadan önce Tobia'nın uzattığı elinden destek alarak çıkmış, omzunun üzerinden son kez adama göz gezdirdiğinde gündelik basit bir konudan bahsedercesine sakin tuttuğu sesiyle konuşmuş sonrasında ise iç geçirerek bedeninin kadife koltuğa bırakmıştı.

"Güzel, eğer akşam malikaneye dönersem görüşürüz."

Şaşkın bir yüz ifadesiyle küçük kapıyı kapatmıştı Tobia. Kabinde yalnız kalan Clarissa, sırtını yavaşça arkasına yaslayarak, gözlerini kapatmıştı. At arabası hareketlendiğinde yolculuğunun olabilecek en kısa sürede biterek Virgilio Köşkü'ne ulaşmayı dilemişti. Cesare'nin ne durumda olduğunu kendi gözleri ile görmeden içi rahat etmeyecekti. Aynı zamanda Panzio ailesi ile Virgilio ailesinin arasında bir husumet doğacaksa bunu malikanede bekleyerek değil bizzat ailesinin yanında olarak öğrenmek istiyordu. Bir köşede uysallıkla haber gelmesini beklemek mizacına ters düşüyordu. Ne var ki tek görmek istediği ki Cesare de değildi. Gördüğü rüyanın kafa bulanıklığını yaşamaya devam ederken, Lucrezia ile küçük bir konuşma yapmayı umut ediyordu.

Ellerini iki yana kadife koltuğun üzerine bırakırken, Andreani bu yaptığını ne zaman öğreneceğini ne tepki vereceğini düşünmeye çalıştı. Zihnine dolan ihtimallerle keyiflenirken, yüzünde sinsi bir tebessüm belirdi. Tüm gün oradan oraya koşturacak adama haber vermeyeceği gibi Virgilio Köşkü'ne gelip onu alana dek Ludovico Malikanesi'ne dönmeye niyeti de yoktu. Virgilio ailesinin kızıyla evlenmiş olduğunu anlamasını istiyordu. Kadife koltuğa iyice yerleştiren Andreani'yi atlatmış olmasının keyfini sürmeye koyuldu Clarissa.

Yazan; MİRENA MARTİNELL

Selamm. 🙋🏻‍♀️

Aslında Virgilio Köşkü'nü de bu bölüm yazarım diye düşünmüştüm ama bir baktım bölüm 8200 kelime olmuş ☺️ Ne ara bu kadar uzun yazmışım anlayamadım. Ayrıca hikayemizin yeni bir kapağı var, ben epey bir beğendim. Eminim sizin de hoşunuza gitmiştir. Bir öncekini de yapan İkiArkadas hesabının sahiplerinden İlknur DUMAN'ın emeği ❤️❤️


Umarım bölüm hoşunuza gitmiştir. Okuyan, yorumlayan ve oy veren herkese çoook teşekkür ederim 🙏🏻🙏🏻
Lütfen lütfen oy verip yorum bırakın, okumaktan çok keyif alıyorum ☺️☺️
Görüşmek üzere
❤️

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top