Bölüm 3 - "Panzio Malikanesi"

"gücün tepesine çıkmak zordur lakin tepeden düşüş çabuk ve kolay olur."

Muhteşem Güzellik

Bölüm 3 - Panzio Malikanesi

Sizi kötülüğe teşvik eden şeytandan Tanrı'ya sığınmalısınız..

Şüphesiz Tanrı tüm sevaplarımızı, tüm günahlarımızı görür..

Kardeşi Guliano ile kilisedeki sabah ayinini dinliyordu Clarissa. Oturduğu ahşap sırada kucağında birleştirdiği ellerinin arasında, bir haç vardı. Göz ucuyla rahip cübbesi içindeki kardeşine baktı. Vaaz veren rahibi, tüm dikkati ile dinliyordu genç adam. Cübbesinin üzerinde asılı duran parlak haçı ile siyah dalgalı saçlı Guliano'nun masum yüzüne, büyük bir huzur hakimdi. Gür siyah saçları, alnına usulca düşerken Marco Virgilio'dan aldığı duru güzelliğe sahip mavi gözlerinde ruhani bir huzur parıldıyordu. Clarissa ve Rinaldo, aynı renk saç, aynı renk gözler ve biçimli yüz hatlarıyla ikiz kadar bezerken Guliano, babalarının bir yansıması gibiydi.

Kardeşine bir süre daha gururla bakan genç kız, omzuyla dürtmüştü usulca. Buz mavisi bakışları ablasına dönen genç adam, sorarcasına başını sallamıştı. Fısıltıyla konuştu genç kız.

"Dün akşam şenlikten eve döndüğümde, Rinaldo'nun köşkte olmadığını öğrendim. Bu konuda bir bilgin var mı Guliano?"

"Hayır."

Ablasının kahverengi kaşları hayretle yukarı kalkmıştı. İnanmazlık barındıran yüz ifadesi üzerine, gerilmişti genç adam. Bakışlarını tekrar rahibe çevirdiğinde, kendini ilgisiz bir tavır takınmaya zorladı. Ne var ki tavırlarındaki en küçük hareketlenmeden genç adamın ne düşündüğünü okuyan, Clarissa yalan söylediğini biliyordu. Tahta sırada biraz daha yaklaşıp üsteledi.

"Guliano, Tanrı'nın evindeyiz. Bunu benden daha iyi biliyor olman gerek. Hala yalan söylemeyi sürdürecek misin?"

Kardeşinin hassas noktasını yakaladığını bilen genç kız başlarını,genç adamdan ayırıp rahibe çevirdi. Yüzünde tatlı bir tebessüm belirirken, yeşim rengi gözlerinde kendinden emin bir ifade vardı. Bıkkın halde sessizce ablasına döndü Guliano.

"Tanrım teslim oluyorum. Hala o kadını görüyor mutlu musun? En azından benden duyduğunu söyleme."

Keyfi kaçmıştı Clarissa'nın. Evliliklerinin başından beri düşüklerle sonlanan hamileliklerin ardından ağabeyinin kendisine metres edindiğini biliyordu genç kız. Bu konuyu açmaya hiç cüret edememiş olsa da onayladığı söylenemezdi. Tanrı biliyor ya Lucrezia'yı hiç sevmiyordu lakin kadın her düşükle hastalanıp günlerce yataktan çıkmazken abisinin sürdürdüğü bu yasak ilişki onu, bir kadın olarak rahatsız ediyordu. Oğlunun doğumu ile kadını görmeyi keseceğini düşünmüştü Clarissa. Evin baş hizmetlisi Paola, uzun bir süredir geceleri köşkten ayrılmadığını söylüyordu fakat dün akşam eve geldiğinde yaşlı kadın utana sıkıla anlatmıştı. Cesare ve Clarissa'nın köşkten ayrılmasıyla bir süre yazıhanede çalışan adam ardından konaktan çıkmıştı. Sabaha karşı dönmüştü.

"Evet Lucrezia'dan haz etmiyorum. Fakat yine de bunu onaylamıyorum."

Son duanın da bitimiyle ayaklanmıştı iki kardeş. Kilisedeki insanlarla birlikte, huzurlu bir sessizlik içinde çıkışa doğru ilerlediler. Kilise mermer köşke yakındı. Yürümek istemiş olan Clarissa, faytonu almamıştı. Dün akşamın yersiz utancıyla yüzüne dahi bakamayan Berta'yı kendi haline bırakmaya karar verip yalnız gelmişti. Ablasına eve kadar eşlik etmek isteyen Guliano'yu kırmayan genç kız, kardeşinin koluna girip bozmadıkları sessizlikle Roma sokaklarında yürümüştü.

Güzel bir sabahtı. Gökyüzü masmaviydi. Hafif esen taze rüzgar Clarissa'nın açık kahve saçlarını okşuyordu. Kilise ve yürüyüşle zinde hissediyordu genç kız. Ruhu huzurla dolmuştu. Konaklarının önüne geldiğinde ayrıldılar. Guliano kiliseye dönmek için, geldiği yolu arşınlamaya başladığında büyük oymalı kapı, Clarissa için açılmıştı. Mermer köşkün avlusundan eve geçti. Geniş holde ilerleyip, odasına gitmek için merdivenlere yöneldiğinde yazıhanenin aralık kapısından bir ses duydu. Merdivenlere attığı adımını geri çekip sesin geldiği odaya yöneldiğinde, aralık kapıyı usulca ittirmişti. Rinaldo, çalışma masasının önündeydi. Dağınık masanın üzerine koyduğu iri elleri ve zar zor zaptedebildiği öfkesiyle, kesik kesik soluyordu. Saniyeler içinde sabrı taşan adam, elleriyle masaya güçlüce vurup bağırmıştı. Masadaki eşyalar, ellerinin şiddetiyle yerinden oynamıştı.

"Nario, çabuk ol be adam!"

Tedirgin yeşim rengi gözleri büyümüş genç kız, sorunun ne olduğunu anlamaya çalışırcasına çevresine bakındı. Endişeli gözlere sahip Lucrezia'nın odanın köşesinde kocasını izlediğini gördü. Kadına sorarcasına başını iki yana salladığında, fısıltıyla konuşabilmişti.

"Tahıl deposunda yangın çıkmış. Ürünlerin bir kısmı yanmış. Tam bilmiyorum."

Bir çırpıda konuşmuştu Lucrezia. Aldığı haberin şokuyla, ağzı açık kalan Clarissa'nın bir eli göğsüne gitmişti. Tüm bedenine yayılan endişeyle abisine döndüğünde, muhasebecileri titrek elleriyle deri kaplı defteri abisine uzatmıştı. Yaşlı adamın elindeki defteri hızla alan Rinaldo, seri adımlarla çıkışa doğru ilerledi.

Kendine daha fazla şaşırma izni tanımadı Clarissa. Hızla avuçladığı menekşe rengi etekleriyle, koşarak abisine yetişirken aynı anda uşaklarına bağırdı.

"Ivan atımı hazırla bende gideceğim."

Sıkı sıkıya kavradığı dosya ile, sert ve uzun adımlarla köşkün çıkışına ilerleyen Rinaldo, başını bir an kardeşine döndürüp hızla konuştu.

"Clarissa, hızlı süreceğim. Ayak bağı olursun."

"Hayır olmam. Geleceğim hesap defterleri konusunda yardımım dokunabilir."

Çenesi gerginlikten kasılmış halde olan adam, cevap vermemişti. İnatçı kardeşinin söz dinlemeyeceğini biliyordu. İlerlemeye devam ettiğinde, konağın avlusunda atını daha çabuk getirmeleri için gür sesiyle bağırmıştı.

Evin çıkışında hazır tuttukları pançolardan birini hanımına getiren Poala'nın elinden pelerini kaptı genç kız. İplerini göğsünün üzerinde bağladığında hazırdı. Rinaldo'ya koşarak yetişti. İki kardeşin atının gelmesiyle, Rinaldo hızla kahverengi atına yerleşip konağın gösterişli büyük kapısından çıkmıştı. Uşakları Ivan'ın yardımıyla çok sevdiği beyaz atının üzerine yerleşti genç kız. Üzerinde elbise olmasına rağmen eyerdeki yerini sağlamlaştırdığında, kamçıları sıkıca eline kavradı. Çoktan yola çıkmış Rinaldo'ya yetişmek için atını hareketlendirmişti.

Roma'nın kalabalık sokaklarında hızını düşürmek zorunda kalmış, Rinaldo'nun yüzünde öfkeli ve sıkkın bir ifade vardı. Elinden gelen en hızlı şekilde şehrin çıkışına yakın olan ambarlara doğru yol alıyordu adam. Sıkkın yüzü gerginlikten adeta kararmıştı. O an her ihtimali kafasında detaylıca tartıyordu adam. Bahsettikleri tüm tahıllar yangına kurban gitmişse, büyük bir mal kaybı olurdu. Bu da hali hazırda zar zor ayakta duran bankanın, en fazla bir buçuk yıl içinde batma noktasına gelmesiyle sonuçlanırdı. İçinden bir küfür savuran adam nehrin üzerindeki köprüden geçerken atın yularlarına daha sıkı asıldı. Büyük büyük dedesinin yıllar önce kurup yükselttiği bankayı batıran Virgilio erkeği olmak istemiyordu. İçinde taşıdığı bıkkınlık ve tükenmişlik hissi o kadar yoğundu ki yirmi beş yaşında, henüz baba olmuş adam bankayı ayakta tutmaya çalışmakla bir ömür yaşlanmış gibi hissediyordu.

Küçük bir kızken babası tarafından ata binmeyi öğrenen Clarissa, kalabalık sokaklardan geçip abisinin hemen arkasında ilerlemeye başlamıştı. Bir an uzanıp abisinin sıkkın yüzüne bakan genç kız üzülmüştü durumuna. Son beş yıldır Rinaldo'nun çoğu kez tökezlediğini görmüştü. Bu durum da, onlardan biriydi ve her zaman yaptığı gibi abisine destek olmaya hazırladı kendini. Eğer ambarın durumu kurtarılamayacak kadar kötüyse, Rinaldo hissettiği yetersizlik hissi ile kızgın bir asit misali köpürecek ve çevresinde bulunan her şeyi yakıp yıkacaktı. Yıllardır süre geldiği gibi, acı içindeki adamı sakinleştirmek ise kız kardeşine kalacaktı. Adamın peşinden gelmesinin sebebi hesap dosyaları değildi. Rinaldo'nun öfkeden kendini kaybetmesinden korkuyordu Clarissa.

Ne var ki sancılı endişelere gark olmuş iki kardeş, atlarıyla Tiber Nehri'nin üzerindeki köprüden geçerken izlendiklerinden haberdar değildi.

Kol kola girmiş Byanca ve Dante'nin yanında yürüyen Sandrino ve Andreani, güneşin cömertçe sunduğu parlayan açık havanın keyfini çıkarmak için yürüyüşteydi. Andreani'nin kız kardeşi Byanca ve kocası Dante, Roma'da yaşıyorlardı. Kendisi gibi asilzade olan Dante, aynı zamanda Andreani'nin çocukluk arkadaşıydı. Kız kardeşi ile evlenmiş olan adam, karısı ve iki yaşındaki oğluyla şehirdeki Martelli Malikanesinde ikamet ediyorlardı.

Byanca, İspanya'da geçen üç yılın ardından abisinin Roma'ya dönmesiyle büyük bir mutluluk yaşıyordu. Oldukça düşkün olduğu abisine karşı, içinde büyük bir özlem barındıran genç kadının yüreği mutlulukla dolup taşsa da Papa Cenapları'nın verdiği büyük şenliğin sonunda abisinin ailelerinin toprakları olan San Lorenchi'ye döneceği gerçeği ile içten içe üzülüyordu. Abisini kendi evinde ağırlayan kadın, kısıtlı zamanlarını en iyi şekilde değerlendirmek konusunda oldukça hassastı.

Kuzeni Sandrino ise Andreani ile birlikte şenlik sonunda Vibertoya'ya kendi ailesinin yaşadığı Panzio topraklarına dönecekti. Adamların Roma'daki son günlerini dışarıda geçirmelerini istemişlerdi. güneşli Roma havası bunun için iyi bir fırsattı. Sandrino, Roma topraklarına dönmesinin şerefine, geçirdiği zevk dolu gecenin keyfi içindeyken, Andreani arkasında birleştirdiği elleriyle düşünceli ruh halindeydi. Dante ve Byanca'nın lüks içindeki malikanesinde güzel ağırlanıyor olsa da kendi aile evine dönmek için saatleri sayıyordu. Kırdaki sessizlikle bezeli malikanesinin huzurunu özleyen Andreani için Roma'nın hareketli yapısı tam bir karmaşaydı.

Sandrino, İspanya'da geçen keyifli anılarını anlatmaya devam ederken Byanca kuzenini ilgiyle dinliyordu. Kocasının koluna yerleştirdiği zarif elinin üzerine koyduğu diğer eliyle yanındaki kuzenine dönmüştü genç kadın. Konuştukça konuşan sarışın adamın yüzünde aşina oldukları çapkın sırıtışı vardı. İlgili görünmeye çalışan Andreani'nin bakışları kuzeni ve kız kardeşinin üzerinde kısa bir süre oyalandığında, puslu mavi gözleri ilerideki hareketliliğe takılmıştı.

Roma'nın iç sokaklarından, hızla sürdüğü atla çıkan bir kız, önündeki atlı adama yetişmeye çalışıyordu. Pırıl pırıl parlayan genç kızın at üzerindeki muhteşem duruşu ve kendinden emin hali oldukça dikkat çekiciydi. Dudaklarının kenarında beliren inceden bir gülüşü ile izlemeye koyulmuştu adam. Çevresine ışık saçan genç kızı nerede görse tanırdı. İçinde zıtlıkları barındıran Clarissa Virgilio'dan başkası değildi.

Gün ışığı, açık kahve saçlarının pırıl pırıl tutamlarını ve omuzlarının iki yanında dalgalanan buklelerine vuruyordu. Bir ara pançosunun başlığı düşmesiyle tek eline aldığı yularlarla, boştaki elini başlığına götürüp kafasına geçirmişti genç kız. İnatçı başlık tekrar düştüğünde, yüzünde hoşnutsuz bir ifade belirmişti. Pes etmişti. Ellerindeki kamçıları hızla vurmasıyla köprüden geçmekte olan adama yetişmişti. Genç hanım uzanıp, önünde ilerleyen adama endişeyle bakarken, Andreani'nin kahverengi kalın kaşları merakla havalanmıştı. Bastırmaya çalıştığı ilgisi ile köprüden geçen iki atlıyı izlerken, yüzüne ifadesiz bir tutum hakimdi. Ne var ki içinin derinliklerinde yankılanan meraklı soruları, Sandrino tarafından dile getirilmişti.

"Anlaşılan, güneşli Roma havasının keyfini çıkaramayanlar da var."

Alaycı ifadesiyle konuşmuştu Sandrino. Sakin sokakların aksine, hızla yol alan iki atlı dikkatini çekmişti adamın. Elini tıraşlı çenesinde gezdirdiğinde, şöyle bir süzmüş ardından kuzenini Byanca'ya dönmüştü.

Kocasının kolunda ilerleyen Byanca, özenle taranmış altın sarısı saçlarının üst kısmını kırmızı bir fileyle toplamıştı. Saç filesiyle aynı renk, haç kolyesi, kare yaka göğüslerinin üst kısmını açıkta bırakan zarif elbisesi ile kıstığı mavi gözleriyle karşısındaki köprüden geçen ikiliye bakmıştı.

"Virgiliolar değil mi hayatım?"

Karısının sorusu ile kömür karası gözlerini köprüden çeken Dante, başıyla onaylamıştı.

"Roma'nın köklü banker ailelerinden. Büyük büyük dedeleri, banka kurup aileyi yükseltmişler. Küçük bir işletmeden büyüdükleri söyleniyor. Büyük başarı doğrusu fakat gücün tepesine çıkmak zordur lakin tepeden düşüş çabuk ve kolay olur. Son yıllarda, ailenin servetini hiç ettiği söyleniyor. Şuan başında Rinaldo Virgilio var. "

Sözlerinin bitiminde başıyla usulca at üzerinde giden, kahverengi saçlı mavi ceketli adamı göstermişti Dante. Dante, Byanca ve Sandrino yürüyüş esnasında zararsız bir muhabbet yaptıklarını düşünürken, gözlerini karşıya kitlemiş Andreani duyduklarını zihninde çeviriyordu. Dik tuttuğu başı ve, buğulu gözleriyle ilerlemeye devam etti adam.

Tekrar söze giren Byanca, sesindeki ayıplama ile konuşmaya devam etti.

"Kadınlar arasında adamın metresi olduğu konuşuluyor. Ne büyük kayıp, üstelik soylu bir karısı var."

Narin dudakları hoşnutsuzluk içinde kıvrılmıştı genç kadının. Mavi gözlerini uzaklaşan adamdan ayırdığında at üzerinde, açık yeşil elbisesi ve siyah pelerini ile ilerleyen kalın bukleli genç kızı bulmuştu.

"Arkasındaki kız kardeşi Clarissa Virgilio. Kızın donuk bir mizacı olduğunu duydum. Kendi halinde kimse hakkında pek bir şey bilmiyor. Fakat sanatla yakından ilgilendiğini ve oldukça dindar olduğunu duymuştum. Yaşıtlarından farklı, hoş zaten tüm yaşıtları evli. Evde kaldığı konuşuluyor."

Tüm sohbet boyunca sessiz ve ilgisiz tavrını sürdüren Andreani, kardeşinin son sözleri ile koruduğu tavrını devam ettirememişti. İçinden neden evde kalmış? diye geçirdi. Roma'nın dedikodularının büyük ölçüde abartıdan ibaret olduğunu bilecek kadar çok deneyimi olmuştu Andreani'nin. Kendisinin de içinde olduğu bir çok uydurma ve abartılı dedikodulara tanık olan adam için söylenenler geçici eğlencelerden ibaretti. Fakat bu duyduğu yarım yamalak sözler, içinde hararetle yanan merak kıvılcımlarını besliyordu adeta. Meydanda gördüğü ilk andan beri genç kıza karşı önleyemediği bir meraka kapıldığını, kabul ediyordu. Yeşim taşı gibi parıldayan, gözleri, saten parlaklığındaki pürüzsüz cildi, zarif vücut dili ve her an belirmek için yanıp tutuşan gamzeleri ile kabul etmeliydi ki oldukça güzel bir kadındı Clarissa Virgilio. Andreani hiçbir zaman bir kez konuştuğu güzel, zarif, ve bir çift gamzeye sahip bir kadının peşinde koşacak bir adam olmamıştı. Bir çok kadınla tanışmış; hatta uzun bir dönem metresi bile olmuştu lakin bu yeşil gözlü mağrur duruşlu genç kız, içindeki merakı her an daha körüklüyordu.

Derin düşüncelerinden, Sandrino'nun kendisine yönelttiği sözleri ile kopmuştu Andreani. Yüzüne hakim olan ifadesiz bakışlarını yerleştirdiğinde kuzeninin, eğlenen yeşil gözleri ile karşılaştı. Omuzuna vuran adamın sesi oldukça keyifliydi.

"Annem, yarın evde olmamı istediğini yazmış. Senin de benimle gelmeni istiyor. Hatta seni getirmeden gelmemem konusunda, kesin bir dille uyarmış. Nedenini tahmin etmek ister misin kuzen?"

Tüm bu sözler üzerine, Sandrino beyaz dişleri arasından geniş bir kahkaha patlatırken, Byanca imalı ifadesiyle kibarca kıkırdamıştı. Dante ise kollarındaki karısının kıkırdamasının aksine kömür karası gözlerinde eğlenen bir ifade olsa da tebessümle yetinmişti. Aralarında en politik tavra sahip Dante'nin dahi gözlerindeki eğlenen ifade ile huysuz bir homurtu çıkarmamıştı Andreani. Konuşmaya niyetli olmayan adam, keskin mavi gözlerini tekrar güneşli Roma manzarasına diktiğinde kuzeni Sandrino onunla aynı fikirde değildi. Yüzüne gittikçe daha çok yayılan gülümsemesi ile devam etti.

"Annem, bence bu kez bahanelerini kabul etmeyecek."

Byanca, yüzüne sevimli gülümsemesini koymuştu. Huysuz ifadesiyle, gözlerini karşısına çevirmiş ağabeyine yöneltti bakışlarını.

"Üzgünüm fakat Sandrino haklı olabilir ağabey. Halam sen gelmeden aylar önce, seçtiği iki kızın portresini çoktan getirtti. Aralarından biriyle evleneceğini umuyor."

"Kim bilir? Belki arasından biri güzeldir. Kendine el değmemiş yeni bir, siyah saç mavi göz bulursun."

Kuzeninin arsızca eski metresine yaptığı ima ile sert ve huysuz suratında tehlikeli bir sırıtış belirmişti. Parlayan mavi gözleri ile Sandrino'ya bakmıştı Andreani. İki kuzen arasında geçen sessiz konuşmanın, içeriği oldukça netti. Kız kardeşi yanında, eski metresi hakkında konuşmayacaktı adam. İspanya'ya gitmeden önce neredeyse iki yıl boyunca metresi olmuştu. Ve bu ilişki tüm Roma'nın diline dolanmıştı. Birlikteliği gizli tutmak için büyük bir özen gösterse de sıklaşan görüşmeler ve iki yıl gibi uzun süreç bunu mümkün kılmamıştı. Roma'ya dönmesi ile üç yıl önce bitmek durumunda kalan birlikteliğin, devam edip etmeyeceği büyük merak konusuydu.

Sandrino'nun neşeli ifadesi Andreani'nin sert uyarısı ile buluştuğunda yerini ufak bir tebessüme bırakmıştı. Kuzeninin neşesini kırmanın hazzı ile konuşmayı başka bir noktaya taşıdı Andreani.

"Tamam öyleyse. Halamın seçtiği kızlardan biriyle de, sen evlenirsen bende diğeri ile evlenirim. Var mısın?"

Bununla birlikte, erkeksi gür kahkahasını Roma meydanına salmıştı Sandrino. Öyle ki çevrelerindeki insanlar yürüyüş yapan dörtlüye meraklı gözlerle bakmaktan geri duramamıştı. Uzun uzun gülen sarışın adamın, kahkahası bulaşıcı bir boyut aldığında, onunla birlikte gülmeye başlamıştı Byanca. Kahkahalar eşliğinde gülen çapkın sarışın, elini göğsüne kaldırıp kahkahasının arasından zor seçilen sözleri ile konuşmuştu.

"Ben? Evleneceğim? İsa aşkına. Bu genç yaşımda?"

"Aptal herif benden sadece iki yaş küçüksün!"

Kaygısızca omuzunu silkmişti Sandrino. Ardından sert kolunu, Andreani'nin omuzuna attığında gülmekten ağrıyan ağzı ile konuşmuştu.

"Bu da demek oluyor ki, günümü gün edeceğim koca iki senem daha var. Hem annem, önce seni evlendirmeye kararlı. Senin de kısa zaman içinde evliliğe ikna olmayacağını düşünürsek, uzun yıllar rahatım kuzen."

**

Eteklerinin ucundaki çamurlara aldırış etmemeye çalışan Clarissa, her adım attığında pabuçlarının içine girmiş çamurları hissetmesiyle yüzünü buruşturmadan edemiyordu. Ambarın önü çamur içinde kalmıştı. O an bunu sorun etmeyen genç kız, abisiyle tüm gününü ambarda geçirmişti. Elinden gelen tüm yardımı yapmıştı. Ambarın içindeki ürünlerin neredeyse yarısı yanmıştı. Rinaldo tüm gün etrafta, kızgın bir boğa gibi dolanmış önüne gelen tüm görevlileri azarlamış, öfkesinden yanına yaklaşılmamıştı. Akşam olmak üzereyken Clarissa'nın yalvaran ısrarları sonucunda evlerine dönmek için yola çıkmışlardı. Abisinin öfkesinin yıkıcılığını bilen genç kız adamla gerekmedikçe konuşmuyordu. Tamimiyle kendi haline bırakmıştı.

Mermer konaklarının içine bir fırtına gibi giren Rinaldo, çamur bulaşmış deri çizmelerine aldırmadan yazıhaneye yönelmişti. Onun arkasından eteklerindeki çamurlarla yorgun Clarissa, girmişti içeri. Lucrezia, omuzlarına aldığı kırmızı şalıyla evin girişinde karşılamıştı onları. Endişeli gözlerini görümcesine çevirmiş, bir açıklama bekliyordu. Kısık ses tonuyla konuştu genç kız.

"Ambardaki ürünlerin yarısı yanmış. Hepsinin yanmasından iyidir lakin yine de maddi olarak büyük bir meblağ"

Endişeli kadın yutkunmak zorunda kalmıştı. Durum kötüydü. Tüm gün tanrıya dua etmişti fakat korktuğu şey gerçek olmuştu. Haber köşkün ortasında bir ölüm sessizliği yaratmışken yazıhaneden güçlü bir çarpışma sesi duyulmuştu. İki kadın büyümüş gözleriyle birbirlerine baktıktan sonra hızla Rinaldo'nun olduğu odaya koşmuşlardı. Önden giren Lucrezia'nın görüşünü açmasıyla, Rinaldo'nun çalışma masasının üzerindeki eşyaları yere saçtığını gördü Clarissa. Kendinden geçmiş abisi, boğazından çıkan büyük bir kükremeyle arkasındaki şarap dolu sürahiyi de duvara geçirmişti. Lucrezia korkuyla çığlık atarken, Clarissa ise şaşkın çığlığına engel olamamıştı. Kırılan cam parçaları odaya yağmur gibi dağılırken iki kadın yüzünü korumak için arkasına dönmüştü hızla. Rinaldo hırıltıya benzer düzensiz nefesleri odada yankılanırken, Clarissa yüzünü kapattığı ellerini indirdi. Yavaşça, yanında korkmuş Lucrezia'ya baktı. Kadının zarar görmediğini anladığında, dönmüştü çıldırmış gibi odanın içinde dolanan abisine.

İnce pabuçlarının yerdeki cam kırıklarına basmaması için, dikkat ederek bir iki adam attı. Abisi, eğdiği başını, iki elinin arasına almış öfkeyle soluyordu

"Rinaldo bunun da üstesinden geleceğiz."

Kız kardeşinin ağzından çıkan, sözlerle acı dolu gülümsemişti Rinaldo. İki eliyle sertçe başını ezercesine sıktığında sesinde alay vardı.

"Hayır gelemeyeceğiz! Aptal olma Clarissa! Sende çok iyi biliyorsun ki, işler iyi gitmiyor. Batmamak için gece gündüz kıçımı yırtıyorum!"

Geçirdiği hem zihinsel hem ruhsal yorgunlukla zihni allak bullak olmuştu genç kızın. Serinkanlılığının kaybolmaya yüz tuttuğunu hissedebiliyordu. Derin bir nefes alan Clarissa, solgun gözlerini kapatıp bir müddet doğru sözleri aradı.

"Daha önce yaptık. Yine yaparız."

Dilinden küfürler savuran Rinaldo, arkasındaki geniş koltuğa çökmüştü. Dirseklerini dizlerine dayayan adam, başını tekrar ellerinin arasına aldığında hala düzensiz nefesleri duyuluyordu. Endişeli gözlerle abisinin sakinleşmesini beklemeye başlamıştı Clarissa. Aile servetini korumakta yetersiz bir adam olma düşüncesi Rinaldo'nun içine korku ve umutsuzluk salıyordu. Başını sıkıca kavradığı buz gibi titreyen ellerinin, sıcak bir dokunuş ile bir avucun içine alınmasıyla başını kaldırdı usulca.

"Banka batmayacak. Virgilio'lar hala yaşıyorken, batmayacak."

Koltukta abisinin yanına ilişen genç kız, avucunda tuttuğu buza dönmüş ellerle abisine bakıyordu. Gözlerinde yemyeşil bir saf sevgi parıldamaktaydı. Dışarıdan oldukça sakin ve soğukkanlı görünse de içinde kopan fırtınaları saklamakta iyi iş çıkarıyordu Clarissa. Ailenin yıkılmaması için aralarından birinin sağlam durması gerektiğini biliyordu. Tüm gücüyle, dik duruşunu korumaya çalışıyordu.Yangın batmalarına neden olmasa da zaten zor durumda olan bankanın durumunu daha da zora sokacağını biliyordu Clarissa. Bu durumdan nasıl çıkacakların dair hiçbir fikri yoktu. Yine de o an abisine, güven verici bir tutum sergilemek en doğru seçenekti.

Bir müddet aynı renk yeşim yeşili gözlerle birbirlerine bakmıştı abi kardeş. Üzerine çöken karanlık bulutları biraz olsun bertaraf ettiğinde zihni, unuttuğu görüşmeyi hatırlatmıştı Rinaldo'ya.

"Yüce İsa! Yarın Juan Panzio ile görüşmem var fakat ambarı bu şekilde bırakamam."

Abi kardeşin birbirlerine destek olduğu anları uzaktan izleyen Lucrezia, içinde büyüttüğü kıskançlık hissine engel olamıyordu. Tüm gün kocası ve ailelerinin gelecekleri için endişelenen kadın, Rinaldo ve Clarissa'nın birbirlerine duyduğu yoğun sevgiye bir kez daha şahit olduğunda, endişesi yerini kıskançlığa bırakmıştı. Rinaldo ile anlaşmalı evlilik sonucunda evlenmişlerdi lakin çocukluğundan beri kocasına hayranlık duyan Lucrezia, evliliklerinin aşk ile bağlanmasını gönülden istemişti.

Yıllar geçtikçe aralarında anlayışla örülü bir bağ oluşmuştu. Düşüklerle sonuçlanan hamileliklerinin ardından, kocası bir kez olsun sesini yükseltmemiş kalbini kırmamıştı. Tüm acı dolu anların aksine bir gün çocuk sahipleri olacaklarına olan inancını korumuştu adam. Fakat kocasının metresi olduğunun da farkındaydı Lucrezia. Karısının onurunu korumak adına ilişkisini gizli yürüten adam, oldukça titiz davranıyordu. Lucrezia ise görmezden gelmeyi seçmişti. Oğulları Alberto'nun doğumu ile Rinaldo'nun sevgisini elde edeceğine olan inancına tutunuyordu sıkı sıkıya. Rinaldo'ya varis vermişti. Virgilio ailesinin varisinin annesi olan kadın, yakında Clarissa kadar değerli olacaktı kocasının gözünde.

Dağılmış kızıl kahve buklelerini eliyle şöyle bir düzelten Lucrezia, yüzüne yerleştirdiği anlayışlı ifadesiyle yanlarını bulmuştu iki kardeşin. Rinaldo'nun yanında dikildiğinde, elini usulca kocasının omuzuna koydu destek olmak istercesine. Kısa bir an başını kaldırıp, yanında dikilen karısına baktı Rinaldo. Ardından konuşmaya devam etmişti.

"O anlaşmaya ihtiyacımız var. Prensipte anlaşmıştık imza kısmı için gidecektim. Fakat, ambarı bu şekilde bırakıp gidemem."

Sıkkın ifadesiyle bir süre yüzünü sıvazlayan adam, karşısındaki duvara boş gözlerle bakıyordu. Yeşil gözlerinde tereddüt hareleri oynaşırken, Clarissa'ya çevirdi başını.

"Clarissa, benim adıma gidip Juan Panzio'ya imzayı attırman gerek."

Şaşkınlık içerisinde abisine bakıyordu genç kız. Kaşları duyduklarıyla çatılmış gözleri büyümüştü. İşaret parmağını kaldırıp göğsüne dokunurken konuştu.

"Ben mi? Rinaldo işlere hakimim lakin sensiz görüşmelerde hiç bulunmadım. Yapamam."

Düşüncelerini saklamadan dile getirmişti Clarissa. Rinaldo'ya işler hakkında danışmanlık yapsa da birebir hiç görüşme tecrübesi yoktu. Bir soylu ile iş görüşmesi onun için oldukça büyük bir görevdi. Eliyle tekrar yüzünü uzun uzun sıvazladı Rinaldo.

"Guliano'nun rahip cübbesini çıkarıp gitmeyeceğine göre. Bence yapabilirsin. En azından dene."

Oturduğu koltukta iyice kardeşine dönen adam kız kardeşinin kucağında birleştirdiği zarif ellerini, ellerinin arasına almıştı.

"Lakin o kendine özgü mizacınla değil. Hiç kimse iş görüşmesinde soğuk mesafeli bir iş ortağı görmek istemez. O okuduğun kitaplarda ilgilerini çekecek mutlaka güzel hikayeler vardır."

Boğazından şaşkınlık dolu bir inleme çıktı genç kızın.

"Rol yapayım yani?"

"Ailemize hizmet etmek için." diye üsteledi Rinaldo.

"Buradan bir saat uzaklıkla Viberto'da yaşıyorlar. Öğlen yola çıkarsın, hava kararmadan da eve dönmüş olursun."

Kız kardeşine son kez öyle bir göz gezdiren adam ardından yavaşça ayağa kalmıştı. Yazıhanenin kapısına ilerlerken, ağırlığı ile tuza dönüşen, yere saçılmış cam parçaların sesleri duyuluyordu. Rinaldo güçlü adımlarla, odadan çıktığında, itaatkar adımlarla kocasını takip eden Lucrezia da arkasındaydı.

Oturduğu koltuğa iyice çöken genç kız yılgınlıkla nefesini dışarı verdi. Başını arkasındaki koltuğa yasladığında ağrımaya başlayan başını rahatlatmak için şakaklarını ovdu. Gözlerini kapattı. Henüz on beş yaşındayken evin tüm yükünü üzerine aldığında, yıllar sonra bu kadar yorgun ve tükenmiş hissedeceğini tahmin edememişti. Bazen içten içe şımarık bir kız olup çevresinde gelişen eğlencelerin keyfini çıkarmanın ne kadar kolay bir hayat biçimi olacağını düşünüyordu. Fakat bu düşünceler, daha o an kendisi tarafında çürütülüyorlardı. Çünkü Clarissa Virgilio annesi tarafından sorumluluklarının bilincinde güçlü bir kız olarak yetiştirilmişti. Pırıl pırıl parlayan genç kızın muhteşem duruşu ve özgüveni aldığı eğitimlerle ve pek çok zorlukla karşı karşıya gelmesinden kaynaklanıyordu.

Clarissa koltukta gözleri kapalı halde otururken çekinerek yanına yaklaştı Berta.

"Hanımım benden istediğiniz bir şey var mı?"

Hanımını ürkütmemek için sessizce konuşan Berta'nın sesiyle düşüncelerinden sıyrılmıştı genç kız. Yorgun yeşil gözleriyle hizmetlisine bakan Clarissa, ayağa kalkarken konuştu.

"Var Berta. Sıcak su dolu bir küvet. Ardından güzel bir yemek. Odama getirsinler."

**

Clarissa odasındaki şöminenin önündeki tekli koltuklardan birine yerleşmiş, gürül gürül yanan şöminenin içindeki odunları izliyordu. Gül kokuları eşliğinde vücudunu sıcak suyla temizlemiş, Berta'nın getirdiği yemeği iştahla yemişti. Üzerine geçirdiği uzun kollu geceliği ile şöminenin karşısına geçtiğinde, rahatlamak adına elindeki şarap dolu kadehi yudumluyordu. Aynı zamanda boştaki eliyle de buklelerinden birini elime dolamış dalgın dalgın yarın gerçekleşecek iş görüşmesini düşünüyordu. Juan Panzio ile görüşmek istemiyordu. Rol yapmak istemiyordu. Üstelik adamın iş konusunda bir kadını ciddiye alacağı konusunda da şüpheleri vardı.

Berta'nın önüne tuttuğu bir başka elbise ile dikkatini şömineden ayırdı. Kızın elindeki elbiseye döndürdü bakışlarını. Gördükleriyle dudaklarını memnuniyetsizlikle buruşturdu.

"Pembe? Hayır Berta sevmedim. Küçük bir kız çocuğu gibi görünmek istemiyorum."

Masumca gülümsemişti Berta. Önünde birleştirdiği elleri ile düşüncesini dile getirdi.

"Hanımım bağışlayın ama siz güzel bir kadınsınız. Ne giyerseniz giyin güzelliğiniz ile parlayacaksınızdır."

Yüzünde duru bir gülümseme belirmişti genç kızın. Fakat gülümsemesi neşeli olmaktan ziyade son derece gergindi.

"Parlamak istemiyorum Berta. Ciddiye alınmak istiyorum. Eminim onlar da karşılarında, güzel bir kadın değil güvenilir bir iş ortağı görmek isterler."

"Haklısınız efendim."

Geri çekilen Berta, geniş yatağa serdiği elbise yığınlarına geri dönmüştü. Kızın rengârenk elbiseleri karıştırmaya devam ettiğini gören Clarissa, yılgınca içini çekip konuştu.

"Berta bırak onları. Hiçbiri iş görmez."

Tekrar önüne dönmüştü Clarissa. Dizlerine gelen geceliğinin açıkta bıraktığı bacaklarını geniş koltuğunun yanında birleştirmişti. Hafifçe inmiş kirpiklerinin altından, düşünceli ifadesi seçiliyordu.Elindeki şarabın sonunu içerken aklına gelen fikirle yüzü ışıldamıştı genç kızın, Oturduğu koltuğun korkuluklarından destek alarak, vücudunu arkasındaki hizmetlisine döndürdü hızla.

"Berta dolaptaki, üst kısmı yeşil altı krem saten kumaştan olan elbiseyi çıkar."

Hanımının bahsettiği elbiseyi biliyordu Berta. Kızın özel günler dışında giymediği elbiseydi. Dolaptan çıkarıp genç kızın önüne tuttu. Korseli elbisenin üst kısmı yeşildi. Kumaşın üzerinde altın rengi yaprak işlemeleri vardı. Beli sıkı saran elbisenin altında yeşil kumaş iki yana açılıyor ve aradaki krem rengi parlak saten kumaştan diğer etek ortaya çıkıyordu; tüm elbiseye altın rengi yaprak desenler hakimdi. Yeşim rengi gözleriyle onayladığını belli eden hanıma tebessüm etmişti sessizce. Onayı alan Berta elbiseyi odadaki paravanın üzerine bırakırken ekledi Clarissa.

"Berta elbiseye uygun takıları sana bırakıyorum. Birde aynı renk kurdele bulman gerekecek."

Ardından tekrar şömineye dönmüştü genç kız. Clarissa zihnini meşgul eden düşüncelerin arasında boğuşurken Berta, odanın içinde elbiseye uygun takı ve kurdeleyi aramaya başlamıştı bile.

Yanındaki küçük masanın üzerindeki şarap dolu sürahiye uzanıp kendine bir kadeh daha şarap doldurduğunda, zihni hareketli geçen günün ardından Pietro'ya verdiği sözü hatırlayabilmişti. Unutmuştu adamı! Bugün kiliseden sonra onunla yapacağı portre için sanat atölyesinde buluşacaktı. Tüm gününü Rinaldo ile ambarda geçirdiği için arkadaşı aklından tamamen çıkmıştı. Pietro bir gün önce eve bir mektup yollamış; eskizlerini tamamladığını gelip görmesi gerektiğini yazmıştı; cevap olarak arkadaşına bu gün için buluşma sözü vermişti Clarissa.

Hızla ayağa kalkıp yazılarını yazdığı oymalı ahşap masasına geçti. Önüne koyduğu kağıda kısa bir özür karalayıp en kısa zamanda onunla buluşacağını yazdığında mektubunu parmağındaki Virgilio arması olan yüzüğüyle mühürlemişti. Önünde duran mürekkep hokkasını, elinin tersiyle ittiren genç kız yazdığı mektubun mürekkebinin kurumasını bekledi bir süre. Kuruyan mürekkep ile mektubu rulo yapıp Berta'ya seslendi.

"Berta, bu mektubu yarın Pietro'ya gönder. Sabah biz çıkmadan halletmiş ol."

Sözlerinden sonra ahşap masaya bırakmıştı elindeki mektubu. Hanımını başıyla onayladı Berta.

İşi biten kızı gönderdikten sonra odanın içinde, çıplak ayaklarıyla dolanıp yanan mumları tek tek söndürmüştü Clarissa. Odada sadece şöminenin kavurucu kızıllığı kaldığında, kalın yorganını açıp içine girdi. Gün doğumuyla birlikte başlayacak yeni günün kendisine ne getireceğini bilmeden uykuya daldı.

**

Virgilio arması bulunan at arabası Roma'nın dışına çıkmış, toprak yolda ilerlerken içindeki sıkı korsesinin rahatsızlığı ile deri koltukta huzursuzca kıpırdandı Clarissa. Panzio malikanesinde vereceği görüntüyü önemseyen kız, korsesini normalden daha sıkı bağlayan Berta'ya sinirlense de elbisenin bu şekilde daha şık durduğunu bildiği için ses çıkarmamıştı. Ayakta olduğu sürece sorun yoktu. Fakat oturduğunda ve sürekli sallanan bir at arabasının içindeyken, nefes almakta zorlanıyordu. Bir elini, kare yakasından taşan göğüslerinin üzerine koyarak derin bir nefes aldı rahatlamak adına. Duruşunu düzeltti. Eteklerini eliyle düzeltip bir kez daha kontrol etti görüntüsünü. Diğer elindeki kitabını tekrar önüne aldığında kendini zorlayarak, kitabını okumaya devam etti.

Bir sayfa, iki sayfa.. saatlerini hatta günlerini kitap okumakla geçirebilirdi Clarissa, lakin o an değil. Yılgınca nefesini bıraktı. Kapattığı kitabı, deri koltuğa bıraktı yavaşça. Gözleri parmaklarındaki yüzüğe takıldı bir an. Annesinin özel günlerde taktığı büyük yakut yüzüktü. Kırmızı yakuttan olan yüzük oldukça gösterişliydi. Bu sabah hazırlanırken parmağına geçirmişti. Roma'da köklü bir aile olan Virgilio hanesinin, geçmişteki ünlerini göstermek için yapılmış küçük bir hamleydi bu

Yanındaki küçük perdeyi eliyle kenara çeken genç kız irili ufaklı konutları görmesiyle Viberto şehrinin kırsal kesimindeki, Panzio topraklarına girdiklerini anlamıştı. Rahatsız ve bunaltıcı geçen bir saatlik yolculuğun sonunda, içinde bulunduğu at arabasından ineceği için rahatlamıştı. Karşısında sessizce oturan Berta'ya döndü.

"Berta söylesene, zar zor ayakta duran bir bankanın temsilcisi gibi mi yoksa durumları iyi bir bankanın temsilcisi gibi mi duruyorum?"

Gülümseyen kıza dışarıdan bakıldığında sakin ve soğukkanlı görünüyor olsa da, ses tonundaki gerginlik yok sayılacak gibi değildi.

"Hanımım asaletinizle göz kamaştırıyorsunuz. Hiç şüpheniz olmasın."

Berta'nın itaatkar cevabı karşısında, gözlerini devirdi Clarissa. Gerginlikten bir eliyle yüzünü yellemeye başlamıştı genç kız.

"Tanrı'ya dua ette Berta o bahsettiğin asalet, imzayı almamıza yarasın."

Bir müddet daha Panzio topraklarında ilerleyen at arabası, büyük malikaneye yaklaşmasıyla hızı azalmıştı. Sırtını dikleştirip yüzüne küçük bir tebessüm koydu Clarissa. At arabası durduğunda, arabacıları, arabanın etrafında dolanıp kapıyı açmış hanımın inmesi için elini uzatmıştı. Yerinden yavaşça kalkan Clarissa, adamın elini tutarak küçük basamakları indiğinde, bakışlarını kaldırmıştı.

Gördüğü en büyük malikanelerden biri olabilirdi. Tamamıyla taştan inşa edilmiş yapı oldukça bakımlı görünüyordu. Hayranlığını belli etmek istemeyen genç kız bakışlarını karşısındaki geniş kapıya çevirdi. Açık giriş kapısının önünde iki muhafız ve onları gülümseyerek karşılayan iki hizmetli gördü. Hizmetlilerden biri kibarca iyi dileklerini iletmiş ardından efendisi Juan Panzio ve ailesinin yanına kadar eşlik edeceğini söylemişti. Hizmetlilerin arkasından malikaneye girmişti genç kız.

Geniş ve gösterişli holde ilerlediklerinde, büyük salona ulaşmışlardı. Dik tuttuğu başı ve cesur ruh halini, adeta bir koruma duvarı gibi kuşanmıştı Clarissa. Önünde ilerleyen hizmetli salonun girişinde durduğunda, onu atmışlı yaşlarında bir adam karşılaşmıştı. Güler yüzüyle önünde dikilen gri saçlı uzun boylu adamı gördü. Koyu mavi ceket giymiş adamın içinde beyaz gömleği vardı. Kahverengi pantolonunun üzerindeki kemeri, renkli taşlarla işlenmişti. Gri saçları özenle taranıp geriye sabitlenmişti. Ceketinin yakasına aile armalarından oluşan geyik motifli, gösterişli broş iliştirilmişti. Yaşı olan adam oldukça dinç duruyordu. İçinden bu soylular neden hiç yaşlanmıyor diye geçirdi Clarissa. Adamın sıcak karşılaması üzerine, zarafetle gülümsemişti genç kız.

Adamın arkasında karısı olduğunu düşündüğü ellili yaşlarının sonunda olan, sarışın bir kadın ve onun yanında kızı olabilecek genç bir kız vardı. Kız, annesine benziyordu. Sarı saçları pencereden sızan gün ışığı ile parıldıyordu. Yaşlı adamın karşısına geldiğinde, kendinden emin bir şekilde gülümseyerek hızlı bir reverans yaptı Clarissa.

"Bay Panzio, umarım sizi hayal kırıklığına uğratmamışızdır. Ağabeyim Rinaldo rahatsızlandığı için onu temsilen benim sizi ziyaret etmem gerekti."

Yaşlı adam genç kızın elini dudaklarına götürürken konuşmuştu.

"Bayan Virgilio, takdir edersiniz ki her gün malikanemize böylesine güzel bir hanım gelmiyor. Şeref verdiniz."

Adamın ses tonu temkinli ve samimiydi. Kabul görmeyeceğinden endişelenen Clarissa, şaşırmıştı. Genç kızın elini koluna yerleştiren adam, Clarissa ile salonun ortasında onları izleyen karısı ve kızına doğru ilerlemişti.

"Karım Rosia Panzio ve evimizin değerli mücevheri kızım Lavinia Panzio."

İncecik ve sağlıklı görünen kadına temkinli ifadesi bakıyordu Clarissa. Kocası gibi samimi bir tavır takınıp takınmayacağından emin olmadan, gülümsemek akıllıca değildi. Sarı saçları gümüş çizgilerle bezenmiş olsa da, çizgiler onun göz alıcı güzelliğine anlam katıyordu. Sarı saçlarını ensesinde toplamıştı. Kocası gibi genişçe gülümsememişti fakat, tebessümünü de esirgememişti kadın.

Tuttuğu etekleriyle kibar bir reverans yaptı Clarissa. Kendini tanıttığında, Rosia Panzio söze başladı.

"Malikanemize hoş geldiniz Bayan Virgilio."

Lavinia ise dost canlılığını vurgulayan acık ve doğal bir tavırla selamlamıştı genç kızı. Masum ve gençliğinin başında olduğunu belli eden yüz hatları, gülümsediğinde daha göz alıcı hale bürünüyordu.

Hemen yanı başındaki Juan Panzio'nun bilinçli ifadesiyle boğazını temizlediğinde, bakışlarını iki güzel kadından çevirmişti Clarissa. Bununla birlikte, büyük salonun ucundaki iki adamı fark etti. Kendilerini izleyen iki adam, bakışların kendilerine dönmesiyle yanlarına ilerlemeye başlamıştı.

Narin omuzları ile dim dik duran genç kızın yemyeşil gözleri, sarışın genç adamın yanında ilerleyen adama dönmüştü. Andreani Ludovico elindeki şarap kadehi ile ona sinsice gülümsüyordu. Genç kıza bakarken gözlerinde öyle pervasız ve küstah bir ifade vardı ki Clarissa, serinkanlı edasını korumakta zorlanıyordu. Gözle görünür bir tepki vermemek için tüm gücünü harcıyordu o an. Gözlerinin şaşkınlıkla irileşmemesi ve gerilmemesi için kendini tüm gücüyle zorlamıştı.

İstifini bozmadı Clarissa, dik duruşunu koruyup gülümsemesinin gözlerine ulaşması için var gücüyle uğraştı. Yüzündeki küçük gülümsemesiyle yönünü gelenlere, döndüğünde yaşlı adam tanıtmıştı gelenleri.

"Oğlum, Sandrino Panzio ve eşimin yeğeni aynı zamanda vaftiz oğlum Andreani Ludovico."

Başıyla selam verdi Clarissa, iki adamın da elini uzatmamış olmasından memnun olmuştu. O an Andreani ile ellerinin birleşmesi, en son isteyeceği şeydi. Tatsız geçen şenlik akşamının ardından adamı bir kez daha görmeyeceğinden emindi genç kız. Yaşadıklarını, zevkle kafasından atmıştı. Yaşanmamış gibi davranmaya karar vermişti. Ta ki adam ailesi için son derece önemli olan iş anlaşmasının göbeğinde bitene kadar.

YAZAN: MİRENA MARTİNELL


Andreani Ludovico

Not: Andreani'yi benim hikayeye koyduğum gifler ve fotoğraflar üzerinden temel alırsak daha iyi olacağını düşünüyorum. Ben hikayeyi yazarken daha sert daha karanlık hallerini düşünerek hayal ettiğim için Sebastian Stan'in her görünüşü uymayacaktır. 


Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top