Bölüm 29 - "İçinde Yaşadığın Düzen"

"Savaşa katılıp düşmanla çarpışmak, bir aile ile uğraşmaktan daha kolay."

Muhteşem Güzellik

Bölüm 29 -  "İçinde Yaşadığın Düzen"

İşleyen ustanın ahşap oymacılığındaki el becerisine hayran kalınacak bir çerçeveye sahip olan, aynanın önünde dikilmiş, yansımasına bakıyordu Clarissa. Tuttuğu nefesini yavaşça dışarı verirken, terlemiş avuç içlerini eteğine sürtmüştü. Berta, arasına kattığı altın sarısı ipek kurdele ile gür saçlarını zarifçe örmüş, oluşturduğu kalın örgüleri ensesinde dolayarak bir topuz haline getirmişti. Altın sarısı ipek, kumral saçları ile güzel bir uyum oluştururken, küçük altın rengi incilerden oluşan taç, gür saçları arasında üzerine düşen ışıkla göz kırpıyor, gözlerinin daha canlı bir yeşile dönüşmesine neden oluyordu.

Berta, elbisesini sıkı sıkıya bağlama işini bitirirken, yeşil gözlerini elbisesine indirmiş olan Clarissa, gerginliğinin yansıdığı sesiyle konuşmuştu.

"Berta, sana bu elbisenin fazla olacağını söylemiştim."

İki ucunu tuttuğu altın rengi bağı zarif bir kurdele ile sonlandıran Berta, hafif bir tebessümle başını kaldırdı ve aynadaki hanımının yansımasına baktı.

Altın sarısı brokar kumaştan dikilmiş elbisenin, sadece birkaç ton daha açık olan ipekten iç eteği üzerindeki fildişi rengi işlemeler, elbise ile zarif bir ahenk oluştururken, kolları fildişi rengi parlak kurdelelerle tutturulmuştu. Belini sıkıca sarmış, elbisenin korsesi ince hatlarını ortaya çıkartmış, kare kesimli yaka kısmı mütevazi bir biçimde bırakılmıştı. Ela gözleri içindeki hayranlıkla cevaplamıştı Berta.

"Hanımım, her zaman olduğunuz gibi, çok saygı değer bir hanım gibi görünüyorsunuz."

Berta'nın abartılı bir hayranlık içeren sözleri üzerine gerginlikle gülümsemişti Clarissa. Papa Julius'un bu akşam Vatikan'da verdiği ziyafet için, en iyi elbiselerinden birini seçmişti. Bürünmüş olduğu bu altın renklerin hakimiyetini, içten içe beğenmiş olsa dahi göz önünde olmaktan hoşlanmadığı bir gerçekti. Yansımadaki görüntüsü ise alışılmadık derecede göz kamaştırıcıydı. Neredeyse tüm Romalı asillerin katılacağı davette, açık bırakmak yerine evli kadınların tercih ettiği gibi topuzla sabitlediği saçlarına son kez göz gezdirmeye başlamıştı.

Bu sırada yanından ayrılmış olan Berta, kapağı renkli taşlarla süslenmiş  kutusundan, o akşam için seçtiği mücevherleri getirmişti. Hizmetlisinin elinden, küçük inciden oluşan küpelerini almış, birini kulağına takarken yeşim rengi gözleri genç hizmetlisinin üzerindeydi. İki gün önce tanık olduğu görüntü hakkında konuşmak istese de bunu nasıl yapacağını, nereden başlaması gerektiğini bilmiyordu. Küpelerini takmış, kolyesine uzanırken yatak odalarının kapısı açılmıştı.

"Clarissa, hazır mısın?"

Andreani'nin tok sesi, yatak odasının içini doldurmuştu. Eli havada kalmış Clarissa, çift kanatlı kapının önünde duraksayan Andreni'nin bakışlarını üzerinde hissedebiliyordu. Kolyesini almaktan vazgeçerek, bakışlarını önündeki aynaya çevirmiş, o sert mavi gözlere karşılık vermişti.

Clarissa, Andreani'nin elbisesini beğenip beğenmediğini düşünürken çift kanalı kapıyı ağır bir hareketle kapatmış, topukları üzerinden dönerek yanına doğru ilerlemeye başlamış olan kocası, gözlerini bir an olsun üzerinden ayırmıyordu. Hemen yanında duran Berta'nın elinden kolyesini alırken, başıyla çıkmasını işaret ettiği kısacık anda bakışlarını üzerinden çekmiş sonrasında tekrar gözlerini görüntüsüne çevirmişti.

Hemen arkasında durarark, aynadan onu göğsü kabarmış bir şekilde süzen Andreani, nefesini tutmuş, kıpırtısız halde durmakta olan karısının, açıkta olan pürüzsüz boynunu uzun uzun koklayarak öpmüş, kulağına fısıldamıştı.

"Tanrım, çok güzelsin."

Andreani'nin dudaklarının boynunda bıraktığı hisle huylanmış olan Clarissa, kıkırdamaktan kendini alamamıştı. Malikaneye döndüklerinden bu yana evliliklerindeki en mutlu iki günü geçirmişlerdi. Evliliklerinin olmazsa olmazı haline gelmiş, en ufak fikir ayrılıklarının dahi tartışmalara, kavgalara dönüştüğü anlardan hiçbirini yaşamamışlardı. Birlikte malikanenin bahçesinde yürüyüş yapmışlar, göl kıyısına taşıdıkları şaraplarını kır manzarası eşliğinde içmişler, iki günün büyük bir kısmını yan yana geçmişlerdi. Clarissa, bu kısa zaman diliminde Andreani'nin sıcak ilgisiyle içinde yeşeren tatlı sevince kapılıp gitmek için can atan kalbi karşısında, olduğu kadını tanımakta zorlanıyor, bir parça dehşete kapılarak, hayret ediyordu.

"Kolyemi takmama yardım edersen, çıkmak için hazırım."

"Zevkle hanımefendi."

Manalı bir gülümsemeyle karısının onaylamış Andreani, bakışlarını elinde tuttuğu kolyeye eğmişti. İki ucunu bulduğu inci dizisinin ucuna asılı haç kolyeyi karısının boynuna takarken, kıpırtısız bir halde duran Clarissa, onun kolyenin klipsinin takarken yüzünün aldığı ifadeyi seyrediyordu. Karısının teni üzerinde yerleşen yakut kolyenin ucunu düzeltmiş, gamzeli yanağına acelesiz bir öpücük kondurarak, bakışlarını kaldırmıştı genç adam.

Gözleri aynada bir kez daha buluştuğunda tebessüm etmiş Clarissa, mırıldanarak konuşmuştu.

"Teşekkür ederim."

Malikaneden ayrılma zamanları gelmiş olsa dahi kendine engel olamayarak onun güzelliğinin tadını çıkarmaya niyetlendi Andreani. Kollarını önündeki karısının beline dolarken, ince bedenini kendi bedenine çekmiş, sırtını göğsüne yaslamasını sağlamıştı. İki gün boyunca sıklıkla olduğu gibi kendini Andreani'nin kolları arasında bulan Clarissa, sahte bir huysuzlukla homurdanmıştı lakin yeşil gözleri mutlulukla parlıyordu.

"Andreani, geç kalmıyor muyuz?"

Gülümsemiş adam, başını eğmiş burnunu onun kulağına sürterken, haşin bir tavırla konuşmuştu.

"Kalıyoruz lakin umrumda değil. Hem yerinde olsam bu akşam yanımdan ayrılmazdım, "

"Neden?"

Yüzünü karısının yüzüne yaslamış Andreani, bu masum soru üzerine mavi gözlerini kaldırarak onun yeşil gözlerinin içine bakmıştı. Belindeki kollarını daha sıkı sarıp iyice bedenine yapıştırırken, şakacı fakat bir o kadar da sert ses tonuyla açıkladı.

"Çünkü bu akşam altın tanrıça gibi parlıyorsun. Bu da bende katil olma isteği uyandırıyor."

Masum ve utanmış yüzünde şaşkınlık dolu bir bakış belirirken nefesini bırakan Clarissa, gözlerini devirerek gülümsemişti. Elini Andreani'nin beline doladığı elinin üzerine koymuş, parmaklarını birbirine geçirmişti.

"Altın Tanrıça demek ? Ben su perisi olduğumu sanıyordum."

Başını eğmiş, beyaz teninin Andreani'nin yanık teni üzerindeki tezatlığı izlemeye koyulmuşken dudakları tatlı bir muziplikle kıvrılmıştı. Onun sıcak kolları arasındayken kalbi huzurla doluyordu. Ne var ki bu sırada sıcak nefesini usulca şakaklarına vurmakta olan Andreani'nin yüzüne yerleşen çapkın gülümsemesi görmemişti.

"Bana kalırsa, eğer evliliğimizi taçlandırmak için biraz daha bekleseydik su perisi veya altın tanrıça değil Vesta Bakiresi olurdun tatlım. "

Kocasının bu edepsiz sözleri üzerine bakışlarını hızla kaldırmıştı Clarissa. Dudakları hafifçe aralanırken, yeşim yeşili gözleri abartılı bir ayıplama ile Andreani'ye bakıyordu.

"Yüce İsa. Bu.. bu sözler çok.. çok-"

Andreani'nin arsız kahkahası yatak odalarında gürültü ile patlarken Clarissa, kulağının hemen yanındaki yüksek sesle yüzünü buruşturmuştu.
Hala doğru sözleri bulmaya çalışırken, huysuzlukla kolları arasından çıkmaya çalışmış fakat başaramamıştı. Tanıştıkları ilk andan beri, hoş olmayan manalı imalar yapmaktan vazgeçmemiş adamın, değişmeyeceğini bilse dahi her seferinde kendini irkilmekten alamıyordu. Kaldı ki Andreani, tüm bu şakalarından aldığı keyfi saklamaya gerek dahi duymuyor, bile isteye gözüne sokuyordu.

Andreani yüze kıpkırmızı kesilmiş karısının belindeki kollarını çözmüş, omuzlarından tutarak usta bir çabuklukla kendine çevirmişti. Gülen yüzünü onun utanmış yüzüne yaklaştırırken, bedenini tekrar kolları arasına hapsetmiş, dudaklarının üzerine doğru konuşmuştu.

"Edepsiz, ayıp, mahrem. Hangisini seçmek istersen."

Andreani'nin tutkuyla gülümseyen dudakları kendi dudakları üzerinde iç gıdıklayıcı bir his bırakırken onun başını döndüren tutkulu hallerine direnmek imkansızdı. Farkına dahi varmadan gülümsemeye başlamıştı Clarissa.

"Hepsini seçiyorum."

'' Hepsi o halde. ''

Odaya girdiği andan bu yana karısının dudaklarının tadına bakmak an kollayan Andreani, dudaklarının arasındaki kısa mesafeyi kapatmıştı. Clarissa'nın dolgun dudaklarına sert ve şehvetli bir öpücük kondurarak kollarında titremesine sebep olana dek öpmüştü.

Andreani'nin kolları arasından güçlükle çıkan Clarissa, Berta'nın yataklarının üzerine bıraktığı altın rengi uçlarında ve boyun kısmında beyaz tüylerin olduğu pelerinini üzerine geçirmiş, kol kola malikaneden çıkmışlardı. Kapısında gümüş renginde kartal armalı, siyah renk at arabası onlar için hazırlanmıştı. Arabayı çeken dört siyah at, bir an önce hareket etmek için sabırsızlıkla ayaklarını yere vurup başlarını silkeliyorlarken, Andreani'nin yardımı ile kabine yerleşmişti Clarissa. Onun ardından içeri giren Andreani, kapıyı çekip yanına oturmuştu. Elini uzatıp, onun elini avuçları içine aldığı sırada at arabası oval biçimli yoldan dönerek malikanenin sınırları içinden çıkmaya başlamıştı.

**

Güzel bir sonbahar akşamı, tüccar gemileri ve yer yer atılmış çöplerle dolu olan Tiber Nehri üzerinde uzanan baş melek Mikail heykelleri ile süslenmiş köprü, yumuşak sedef rengi ay ışığı altında parlıyordu. Biraz ötesinde, taş kaldırımlar döşenmiş ünlü Piazza San Pietro ve ilk papanın mezarının bulunduğu kilise bin yıldan daha eski bir yapıydı. Kuzeyinde ise Hıristiyan dünyasının merkezi olan Vatikan yer almaktaydı.

Tamamıyla beyaz renk mermerden inşa edilmiş, anıtsal bir büyüklüğe sahip papalık sarayının yüzeyi meşalelerin ışıkları ile ihtişamla parlıyordu. Uşaklar ellerinde taşıdıkları meşalelerle at arabalarını karşılıyor, asillere saraya ulaşan yüksek merdivenlere kadar eşlik ediyorlardı. At arabalarının kapısını açan, üniformalı uşağa, eşliğe gerek duymadığını bir baş hareketi ile belirtmiş Andreani ile kol kola merdivenleri geçerek içeri girmişti Clarissa.

Günler süren büyük turnuvanın ardından Vatikan'da verilen ziyafet için Palazzo Santa Maria'nın büyük revaklı alanı seçilmişti. Pelerinini onları karşılayan hizmetçilerden birine bırakmış, Andreani'nin yönlendirmesiyle iki kat çıkarak büyük salona doğru ilerleyen Clarissa, etrafına göz gezdirdikçe nefesinin kesildiğini belli etmemek için büyük bir çaba harcıyordu. İlk kez sarayın içini görme fırsatı bulmuştu ve hayatı boyunca hiç bu kadar yoğun renklerin ve süslemelerin bolluğuna tanık olmamıştı. Büyük revaklı salon tıpkı sarayın geri kalan kısmı gibi görkemliydi. Mine ve altın yaldızlarla süslenmiş kubbeli tavandan sarkan üzerinde yüzlerce mumun yandığı dev kristal avize tüm salona hakimken, som altından şamdanların her bir kolunda yanan ince mumlar ona eşlik ediyordu. Kalabalık salonun kubbeye uzanan duvarlarına azizlerin hayatını gösteren freskeler çizilmişti. Bu freskleri altınla çizilmiş çerçeveler ayırıyordu. Tüm salon, zengin kırmızılar, parlak sarılar, zümrüt yeşillerinden kadifelerle donatılmıştı. Davetlilerin rengarenk elbiseleri ve kardinallerin kırmızı satenden ve din adamlarının siyah cübbeleri ile salon yoğun bir renk cümbüşü sunuyordu.

İçine girdikleri salonun duvarlarına dikkat çekmeyecek bir çabuklukla göz gezdiren Clarissa'nın adımlarının yavaşladığını fark eden Andreani, kolunun üzerinde duran ince parmaklarını diğer eliyle kapatarak fısıldamıştı.

"Hoşuna gitti değil mi?"

Sersemlemiş bakışlarını Andreani'nin yüzüne çevirmişti Clarissa. Her ne kadar dikkatli davransa da görgüsüzlük yapmış olabileceği endişesiyle dudaklarını sıkmış, duruşunu kontrol etmişti. Fakat kısık tuttuğu sesindeki hayranlığı kocasına karşı gizleme gereği duymamıştı.

"Evet. Tanrı'yı onurlandıran güzellikler takdir edilmelidir."

Karısının yeşim yeşili gözlerinin içindeki ışıltıya bakmakta olan Andreani, düz tondaki sesinin içine gizli bir ilgiyle konuşmuştu.

"Birçoğunun yeni olduğunu duymuştum. Fakat, Papa Cenapları'nın geçen yıl mimar Donato Bramante'ya temelini attırdığı Aziz Petrus Bazilikası'nın çok daha görkemli olacağını söyleyenler var."

Kocasının bu konulara olan ilgisizliğini iyi bilen Clarissa, bir an duraksamıştı. Hafif bir şaşkınlıkla yüzünü onun yüzüne doğru kaldırmış, cevap verirken belli belirsiz gülümsemişti.

"Böyle konularla ilgilenmediğini sanırdım."

Kahverengi kaşlarını hafifçe havaya kaldırmıştı Andreani. Bu gece için seçtiği siyah kadife kumaştan ceketinin üzerine taktığı kalın altın zincirin duruşunu kontrol ederken cevaplamıştı.

"Papa ilgileniyor. Duyduğuma göre uzun yıllar hatırlanacak bir yapı olmasını istiyormuş. Hadi, Papa Cenaplarını selamlayalım, sonra da bizimkileri buluruz."

Daha fazla konuşmaması gerektiğini bilen Clarissa, onu hafif bir baş eğmesi ile onaylamıştı. Kol kola kalabalık salonun içinde ilerlemeye başladıklarında bir gerçekliğin farkına varmıştı. Bu onun Andreani ile katıldığı ilk büyük davetti. Evliliklerinden önce adamın aile dostları ile ve Byanca'nın onlar için verdiği davete katılsa dahi hiçbiri bu geceki kadar görkemli ve kalabalık değildi. İlerlediği sırada kalabalığa bir göz gezdiren genç kadın, tüm Roma asilzadelerinin burada olduğuna kanaat getirmişti. Salonun ucunda müzik yapan müzisyenlere rağmen kalabalığın uğultusu oldukça baskındı. Önlerindeki insanlar onlara yol vermek için çekilirken, bakışların uzun uzun üzerlerinde gezdirdiklerini görse dahi bunu umursamayı öğrenmeye başlamıştı Clarissa. Tüm geleneklere karşı gelerek, yüklü bir çeyizi olmayan ve asil soydan gelmeyen bir kadınla evlenmiş olan asilzadenin evliliğinin sıra dışı bulunduğunu ve bu yüzden meraklı bakışların odağı olduklarını anlayabilecek kadar deneyime sahipti artık. Tüm bunların yanında genç kadın, insanların başka bir manayla baktıklarını sezer gibi olduysa da bu konuya kafa yormaya fırsat bulamadan altın taht önüne çıkıvermişti.

Papa Julius'un İtalya'daki en güçlü kardinallerin iki yanına sıralandığı altın tahtına vardıklarında önce davranan Andreani tahtın merdivenlerine diz çökerek papanın uzattığı Petrus'un yakut yüzüğünü öperek geri çekilmişti. Tuttuğu etekleri ile ilerleyen Clarissa, tıpkı Andreani gibi papaya saygılarını sunduğunda tekrar kol kola kalabalığa karışmışlardı.

Yanlarından geçmekte olan uşaktan iki kadeh şarap alan Andreani, birini Clarissa'ya uzatırken, başıyla onlara gülümseyerek bakan Rosia Hala'yı işaret etti. Kendisi gibi yaşı geçkin arkadaşlarının yanından kibar bir şekilde ayrılan Rosia, iki adım atmış onları beklemeye koyulmuştu. Üzerinde parlayan mücevherleri, şarap rengi elbisesi ve dinç duruşu ile kendine duyduğu güveni açıkça gözler önüne seriyordu.

Kendisine doğru ilerledikleri süre boyunca genç çifti yeterince inceleyerek bir kanıya varmış olan Rosia, yüzüklerle bezeli olan elini yeğeninin koluna yerleştirerek sevgiyle okşamıştı.

"Ah, sizi böyle görmek beni çok mutlu ediyor. Işık saçıyorsunuz."

Halasına sıcak bir tebessümle bakan Andreani, elini onun koluna koyduğu elinin üzerine koymuş, yumuşak bir şekilde sıkmıştı.

"Senin kadar değil Rosia Hala. Bu akşam yine güzelliğinle büyülüyorsun."

Bu sözler üzerine aceleci bir tebessümde bulunan kadın, elini savurarak yeğenini geçiştirmişti. İki elini zarafetle önünde birleştirirken, ilk andaki sıcak ifadesini değiştirmişti. Sarı kaşlarını hafifçe yukarı kaldırmış, hayal kırıklığına uğramış bir kızgınlıkla önündeki çifte bakmaya başlamıştı.

"Aslında size kırgınım. Üstelik, buraya gelirken aranızda bir sorun olduğunu düşünüyordum ve sizin aranızı düzeltmeye niyetliydim. Lakin şimdi bana oldukça mutlu göründünüz."

Boş bir kafa karışıklığı ile Andreani'nin yanında dikilmeye devam eden Clarissa'nın alnı kırışmıştı. O sukut içinde konuşmanın devamını beklerken Andreani, bozmadığı keyifli ifadesi ile halasına tebessüm ederek karşılık vermişti.

"Bize kırgın mısın? Ve sana aramızda bir sorun olduğunu düşündüren nedir Rosia Hala ?"

"Bilmiyormuş gibi davranma. Yaşlı olabilirim ama bunak olmadığımı iyi bilirsin. Dedikoduları tasvip etmesem dahi kulağıma gelir. Üstelik evliliğinizin ilk haftasında, seninle yaptığımız konuşmanın üzerinden aylar geçti. Bana o gün güvence vermiştin lakin beklediğim o güzel haberi henüz alabilmiş değilim. "

Bir hışımla konuşmuş olan Panzio Hanımı, bakışlarını hor gören bir ifadeyle evli çiftin üzerinde gezdirmekten geri kalmıyordu. Halasının sözlerinin ardındaki anlamın farkına varmış Andreani sırıtmadan edemezken, Clarissa sorularla dolu gözlerini ona çevirmiş, kolundaki elini konuşmasını istercesine sıkmıştı. Fakat Andreani'nin omuzları hafif hafif sarsılırken bir cevap alamayacağını anlayarak, çaresizlik içindeki yeşil gözlerini Rosia Hala'ya çevirmişti.

"Rosia Hala, beklediğiniz haberin ne olduğunu bildiğimden şüpheliyim."

Nefesini bıkkınlıkla dışarı veren kadın birbirine kenetlediği parmaklarını hoşnutsuzlukla kıpırdatmaya başlamıştı. Başını hafif bir eğimle yana çevirerek acıyan bir ifadeyle bakışlarını Clarissa'nın masum yüzünde gezdirmiş, ardından tekrar Andreani'ye çevirmişti. Fakat yeğenine kenetlenmiş bakışları, açık bir hor görmeyle bezeliydi.

"Ah.. zavallının daha neden söz ettiğimden dahi haberi yok. "

Ciddiyetini korumak istese de yüzündeki muzip bir sırıtışa engel olamıyordu Andreani. Tam anlamıyla hazırlıksız yakalanmıştı. Halası yerinde bir başkası olsa bu konuda konuşmayı rededer, konuyu sertçe kapatırdı lakin karşısındaki Rosia Panzio belki de dünya üzerinde ona bu denli çıkışabilecek tek insandı. Bir an Clarissa'nın bu konu hakkında güceneceğini düşünse dahi evliliklerini yoluna koydukları için sorun etmeyeceğini düşünmüştü Andreani.

"Rosia Hal-"

Halasını yatıştırmayı amaçlayan Andreani'nin sözlerini kesmiş olan Rosia Panzio, sert sesiyle yeğenine çıkışmaya devam etmişti.

"Sözümü bitirmedim. Bu kez beni o tatlı kelimelerinle geçiştiremeyeceksin. Sana o gün bir varis beklediğimi açık açık söylediğimi sanmıştım lakin görüyorum ki yeterince iyi anlaşılamamışım. Üstelik yeniyetme bir delikanlı olsan kocalık görevlerini ihmal ettiğini anlayabilirdim lakin bir varise nasıl sahip olunacağını bildiğine de şüphem yok. Yani aylardır beni bekletiyor olman hiçbir şekilde kabul edilemez."

"Yüce İsa."

Ağzı hayretle açık kalmış olan Clarissa, utanç içinde inlemişti. Yüzünün alev aldığını hissedebiliyordu. Halasının son sözleri karşısında huzursuz olsa dahi rahat tavrını bozmayan Andreani, destek olmak istercesine karısını iyice yanına çekmiş, tekrar kolunda duran parmakları üzerine elini koyarak parmaklarını birbirine kenetlemişti. Rosia Hala'nın bu tatlı sert mizacına zamanla alışacağını umuyordu.

Bakışlarını utançla kıvranan Clarissa'ya çeviren Rosia, yumuşak tuttuğu sesi ile konuşmuştu.

"Tatlım sen canını sıkma, benim tüm derdim bu söz dinletemediğim oğullarımla. Tabi son günlerde kızımın da itaatkar bir evlat olduğu söylenemez lakin Tanrı'ya şükür ben hepsini yola getirecek enerjiye sahibim. "

Rosia Hala'nın bu ani saldırısı karşısında şaşkınlık ve utanç duyguları arasında boğulan Clarissa, allak bullak olmuştu. Ona hitap eden kadına ancak beceriksiz yarım bir tebessüm sunabilmişti. Vatikan'daki akşamları öylesine hareketli başlamıştı ki davetin sonunu getirebileceğinden şüphe duyuyordu. O, günlerdir tek bir damla su içmemişcesine, elinde tuttuğu kadehinden koca bir yudum alırken sözü Andreani devalmıştı.

"Rosia Hala, bu kez oldukça açık oldu teşekkür ederim. Sözlerini göz önünde bulunduracağıma emin olabilirisin. Lakin yine de bir varis için böyle bir konuşmaya ihtiyaç olduğundan şüpheliyim."

Hafif gücenmiş bir ifade takınarak onunla dalga geçen yeğenini görmezden gelerek başıyla savuşturmuştu Rosia. Ludovico ailesinden gelen mavi gözlerini hızla kocasının kolundaki Clarissa'ya çevirmişti.

"Hamile misin?"

"Hayır!"

Dehşet içinde cevaplamış olan Clarissa, kocasının parmaklarına geçirmiş olduğu parmaklarını daha güçlü bir şekilde sıkmaya başlamıştı. Karnına bir ağrının sapladığını hissedebiliyordu. Andreani ile evliliklerini henüz yoluna koymuşken bu kadar kısa zamanda bebek sahibi olma fikri onu tarifsiz bir şekilde ürkütüyordu. Şimdiye dek kocasının çocukları olmasını ne kadar çok istediğini defalarca dinlemişti lakin  bu isteği duymamayı, görmemeyi seçmişti. Rahatsızlık duyduğu gerçeklerden kaçmak için sıkça başvurduğu yöntemi kullanarak, kafasını adeta kuma gömmüştü Clarissa. Ne var ki artık gerçek, gözünü kapattığında kaybolacak kadar uzak bir ihtimal değildi.

Andreani'nin heyecanını paylaştığı söylenemezdi. Bu isteksizliği, onda büyük bir suçluluk duyusu hissetmesine neden oluyordu. Hamilelik söz konusu olduğunda gözü önünde gelen manzara, annesinin doğum yaparken şişkin karnı ile yatakta kanlar içinde kıvranarak son nefesini verdiği anlardan ibaretti. Hayatının en derin yarasını, şahit olduğu o gerçekleşmeyen doğumda almıştı Clarissa.

Clarissa'dan almış olduğu cevap üzerine bakışlarını tekrar yeğenine çeviren Rosia Hala'nın kaşları hala çatıktı lakin yumuşamış ifadesinden, gülümsememek için kendini kastığı belli oluyordu.

"Görüyorsun ki ihtiyaç varmış. Artık siz ikiniz hakkında duyacağım şeylerin, güzel haberlerden ibaret olmasını istiyorum. "

Dudaklarını birbirine bastıran Andreani, kalabalık davetin ortasında duruşunu korumaya çabalarken, uzanıp halasının önünde birleştirdiği elini almış, dudaklarına götürmeden önce gülümseyerek konuşmuştu.

"Pes ediyorum tatlım, beni alt ettin. Sana şimdi burada, dokuz ay sonrası için söz versek bize acır ve işkence etmeyi bırakır mısın?"

Clarissa, duyduğu derin suçluluktan sıyrılıp ani bir hareketle başını Andreani'ye doğru çevirdi. Fakat Andreani, içinde pek çok sinirli söz barındıran yeşil gözlerini görmedi.  Normal bir zamanda tatlı bir aile sohbeti gibi görünebilecek bu 'dokuz ay sonra' sözü onu panikletmişti.

Güven verici bir ifadeyle elini dudaklarının üzerine götürüp usulca öpen yeğenine açık bir şekilde gülümsemişti Rosia. Tekrar önünde birleştirdiği elleriyle hafifçe başını yana eğerek tatmin olmuş bir şekilde konuşmuştu.

"Her ikinizi de yeterince utandırdığıma ve dokuz ay sonrası için söz aldığıma göre sanırım acıyabilirim. Davetin geri kalan kısmını keyifle geçirebiliriz."

Evli çift üzerinde bıraktığı, her ikisi de birbirinden farklı duygular barındıran kafa karışıklığını zerre kadar umursamayan Rosia Panzio, zarafetle bakışlarını yana çevirdiğinde yanından geçmekte olan uşağa taşıdığı tepsi üzerindeki kadehi vermesini işaret etmişti. Andreani ve Clarissa, onu nazik bir ifade ile izlerken, eline aldığı kristal kadehinden küçük bir yudum almıştı. Mavi gözlerini öteye çeviren kadının onlara yaklaşmakta olan oğlunu gördüğünde yüzünden sıcak bir tebessüm geçmişti.

"Benim baş belası Ludovico çiftim nerede diyordum ki, işte buradalarmış."

Yolu üzerinde bitmiş olanı yenisi ile değiştirdiği kadehini taşıyan Sandrino Panzio, deri çizmeleri üzerinde çevik adımlarla yanlarına gelmişti. Annesinin yanağına küçük bir öpücük kondurmuş, sert bir hareketle Andreani'nin omzuna vururken aynı zamanda çifte göz gezdirmişti. Bir adım geri çıkmış, şakacı sözlerine devam etmişti.

"Yüce İsa, Clarisssa'nın az önce bir arı tarafından sokulmuş gibi görünen haline ve Andreani'nin o şeytani suratına bakacak olursak, annemin suyunuzu sıktığını söylemem yerinde bir tahmin olur."

O akşam için kül grisi bir ceket seçmiş, tıpkı Andreani gibi boynuna altından kalın bir zincir takmış adamın sarı saçları geriye çekilmişti. Uzun boyu ve biçimli vücudu ile annesinin yanında durmuş boştaki elini beline dayamıştı. Onun kaygısız hallerini şöyle bir süzmüş olan Andreani, sahte bir huysuzlukla selam vermişti.

"Nezaket kuralları Sandrino, halamın sana öğretmiş olduğundan eminim lakin kullanmayı tercih etmediğini görebiliyorum. Sana da merhaba."

Sarı kaşlarını umursamaz bir edayla yukarı kaldırarak dudaklarını büzmüş olan Sandrino, kadehini dudaklarına götürmüştü. Rahat bir tavırla şarabını içmiş, kadehinin üzerinden Clarissa'ya göz kırpmaktan geri kalmamıştı. Martelli Köşk'ünde gece yarısı yaptıkları sohbetin ardından ikilinin arasında tatlı bir dostluk oluşmuşu.

Bakışlarını yanında duran annesine çeviren genç adam, şakacı tavrını sürdürmüştü.

"Hayatım çiftimize ne yaptın ?"

Alaylı tavrını sürdüren oğluna sinirli bir bakış fırlatan Rosia, sert sesi ile konuyu kapatmayı amaçlamıştı.

"Sorumluluklarını hatırlattım. Tıpkı sık sık sana da hatırlattığım gibi sevgili oğlum."

Sandrino'nun ifadesi aniden onaylamayan bir hale bürünürken hoşnutsuzlukla yüzünü buruşturmuştu. Bakışlarını annesine çevirdiğinde gülümsemesinin gözleri içine ulaşmadığı görülüyordu.

"Bu sözlerine alındım doğrusu. Sende biliyorsun ki bu günlerde hayatım boyunca almadığım kadar büyük sorumlulukları üzerime almam mevzu bahis."

"Neler oluyor?"

Kuzeninin sesi içindeki ciddiyetin farkına varmıştı Andreani. Şaşkınlıkla çatılmış kaşların altındaki keskin mavi gözlerini kuzeni üzerinde dolaştırmaya başlamıştı. Sandrino'nun yeşil ve mavinin mükemmel bir uyumu olan gözleri içinde endişe hareleri oynaşıyordu. Bakışlarını annesinden çekmiş Panzio asilzadesi, onun bakışlarına karşılık vermişti.

"Daha sonra detaylı anlatırım. Bizim yaşlı adamın emekliye ayrılması söz konusu."

"Ne ? Hala ?"

Derin bir şaşkınlık içinde kalmıştı Andreani. Herkes bir gün Sandrino'nun nesiller boyunca devamlılığını sürdürmüş Panzio makamına geçeceği biliyordu lakin bunun babası henüz hayattayken olacağını düşünmemişti. Rosia, Sandrino'nun sözlerini dudaklarını sıkarak, zarif bir bağ eğmesi ile onaylamıştı.

"Sandrino anlatacaktır."

Sandrino, Rosia Hala ve Andreani arasında dönen tüm konuşma boyunca onları kah şaşkınlık kah tebessümle dinlemekte olan Clarissa, söz konusu olan Juan Panzio'yu göremediğini fark etmişti. Üstelik kısa bir konuşma fırsatı bulmayı umduğu Lavinia'da henüz ortalıklarla görünmemişti. Nazik bir hareketle boğazını temizlemiş Rosia Hala'ya hitap etmişti.

"Bay Panzio ve Lavinia'yı göremiyorum. Davete katılmayacaklar mı?"

"Juan, yolculuk ve davetin onun için yorucu olacağını düşündüğü için gelmedi. Lavinia ise bir süre davetlere katılmayacak."

Clarissa, kadının kızından bahsederken yüzünün gerildiğini görüyordu. Yüzüne faydası olmayan bir tebessümü zar zor yerleştirmişti. Fakat annesinin sözlerini devam ettiren Sandrino'nun sözleri ve ses tonu en az onun kadar kadar sertti.

"Kendisi annem tarafından cezalı. Turnuva'nın ilk günü, Bastiano Maurilio ile görüşmesinde ailesine yakışmayacak bir şekilde adamı aşağılamış. Bu itaatkarsızlık üzerine bir süre topluma karışmayacak ve yaptığı hatayı düşünecek."

Duyduklarıyla içine derin bir nefes çekmişti Clarissa. Gayret edip yüzünde asılı duran tebessümünü koruyabilmiş, kadehinden büyük bir yudum alarak, gerginlikle altın rengindeki eteğini şöyle bir düzeltmişti. Sandrino ve Rosia Hala'nın sert tavrına tanık olmak içindeki endişeleri tekrar gün yüzüne çıkartırken görüş açısına giren kişi onu inanılmaz bir şekilde mutlu etmişti. Yüzünden bir an olsun silinmeyen sıcacık gülümsemesi ile kocası Dante'nin kolunda ilerleyen Byanca küçük gruplarına katılmıştı. Kocasının kolundan çıkarak önce halasına ardından ağabeyine sıcak bir selam vermişti. Birlikte keyifli bir sohbet sürdürdüklerinde Clarissa'nın koluna girerek, onu kendi arkadaşlarının yanına çekmişti.

Ellerinde tuttukları kadehleri ile uzun bir süre Byanca'nın arkadaşları ile sohbet etmiş olan Clarissa, hamilelik konusunu zihninin bir köşesine atmayı başarmıştı. Bölümlere ayırmaya çalıştığı zihninde bu konu, gerekmedikçe açılmayacaklar arasındaydı.

Omzunun üzerinden salona kaçamak bir bakış attı Clarissa. Aradığı kişiyi kalabalıkta ayırt etmesi kolay olmuştu. Çevresi tıpkı onun gibi soylu ailelerden gelen adamlarla çevrilmiş olsa dahi birçoğundan uzun olan boyu onu kolayca ele veriyordu. Kalıplı bedeni, geniş omuzları ve dimdik duruşu ile dikkat çekici bir görüntüye sahipti. Andreani'yi İtalya'nın en güçlü ailelerine mensup adamlar arasında, rahat bir tavırla gülüp konuşurken görmek Clarissa'ya için her zaman ilginç gelmişti, izlemekten kendini alamıyordu. Kaçamak bakışları ile son kez kocasına göz gezdirmiş Clarissa, bakışlarını tam üzerinden çekmeye niyetlenmişken çevresindeki adamlarla sürdürmekte olduğu konuşmaya ara veren Andreani, mavi gözlerini ona çevirmişti. Bunun üzerine Clarissa, içinin sevgiyle titrediğini hissetmişti. Göz göze geldikleri kısa anın ardından Andreani bakışlarını tekrar çevresindeki adamlara çevirirken, iç çeken Clarissa yeşil gözlerini usulca önüne doğru çevimesiyle yüzünde soğuk bir ifade belirmesi bir olmuştu. Karşılaşmayı beklemediği bir çift mavi gözle karşı karşıya gelmişti.

Önlerindeki insan selinin arasında, Giulia Natanaele'i görmek Clarissa'nın kalbine keskin bir sızı saplanmasına neden olurken, sükûnetini korumak adına uzun tırnaklarını etine batırmaya başlamıştı. Andreani'nin eski metresinin asil bir aileden geliyor olduğunu bilse dahi bu akşam kadını görebilme ihtimalini aklına getirmemişti. Bu konuda tıpkı doğum gibi, zihninde gerekmedikçe açılmasını istediği kısımda bulunuyordu.

Oldukça çekici bir zarafete sahip siyah saçlı kadın, gümüş grisi bir elbise giymişti. Giulia'nın yüzünden çekmediği bakışlarına mağrur bir tavırla, çenesini kaldırarak karşılı veren Clarissa, gözlerini kaçırmamakta kararlıydı.

Clarissa'nın bedeninden yayılan gerilimin farkına varmış Byanca, bakışlarını takip etmişti. Gülümsemesi bir parça kırılırken, kimsenin duyamayacağı bir tonla ağabeyinin eşine usulca fısıldamıştı.

"Ağabeyi Umberto Sivestro ile gelmiş olmalı. Biliyorum hiçbir kadın erkeğinin geçmişinin gözüne sokulmasından hoşlanmaz lakin burada rahatsız olması gereken kişi sen değil o. Lütfen mutluluğunuza gölge düşürmesine izin verme."

Clarissa'nın uğursuz olarak nitelediği gözlerini nihayet yanındaki dostlarına çevirmişti kadın. Bunun üzerine uzun tırnakları ile etine yaptığı acımasızlığa bir son veren Clarissa, kuruyan boğazını ıslatmak için şarabından küçük bir yudum almış, yeşim yeşili gözlerini Byanca'ya yöneltmişti.

"İzin vermeye niyetim yok Byanca."

Durumdan rahatsız olduğu bir gerçekti lakin sakinliğini korumayı başarabilmişti. Azize Agatha çeşmesinin önünde, birbirlerinin gözlerinin içine bakmış, tüm çıplaklığıyla düşüncelerini dile getirmişlerdi. Kalabalık bir davette denk gelmek katlanması daha kolay bir durumdu. Kaldı ki o gün yaptıkları konuşmanın ardından Clarissa'nın hayatından pek çok önemli anlar olmuştu.

Yine de genç kadın, dikkatini tekrar çevresini sarmış Byanca'nın arkadaşlarına verdiğinde, üzerine çevrilmiş meraklı bakışlarla irkilmeden edememişti. Biraz önce gerçekleşmiş olan bakışmadan bütünüyle haberdarlardı. Sakin yüz ifadesini bozmamaya kendini şartlamış olan Clarissa, içine bir nefes çekmişti.

Kısa bir an sonra, kalabalık salonda bulunsa dahi Andreani'nin yaklaşmakta olan varlığını kolayca hissetmişti. Aralarındaki bağ, onları birbirine çeken elle tutulabilecek bir kuvvete sahipti.

Elini karısının omzuna koymuş Andreani, Byanca'ya ve hanımlardan nazik bir baş selamı verdiğinde koluna taktığı Clarissa ile yanlarından ayrılmıştı.

"Dansa kalmak zorunda değiliz. Ne dersin? Viberto'ya dönebiliriz."

Kalabalığın içinde kısa adımlarla ilerlemekteydiler. Clarissa ilk anda, onun neden bunu önerdiğine bir anlam veremeden yüzüne bakmıştı. Nihayet anladığında ise gözlerini devirmemek adına kendini sıkmak zorunda kalmıştı. Andreani'nin düşündüğünün aksine ziyafeti terk etmek isteyecek kadar kendini kötü hissetmiyordu Clarissa. Kadının büyük bir kurnazlıkla içine ekmiş olduğu ihtimallerin gerçekleşmeyeceğini biliyordu.

Tüm bunlara rağmen kocasına mavi gözlerinin içine çekincesizce bakarak, kendine özgü mizacıyla çıkışmıştı.

"Neden ? Ünlü eski metresinle aynı davette bulunuyor olmamız hoşuna gitmedi mi?"

Bu sözler üzerine, elini üzerine koyduğu Andreani'nin kolunun kaskatı kesildiğini hissetti Clarissa. Yüzü soğuk ve can sıkıcı bir ifade almış adamın bakışları onun elinde tuttuğu kadehe odaklanmıştı.

"Kaç kadeh şarap içtin sen?"

"Sözlerim şarabın getirdiği sarhoşluğun ürünü değil Andreani."

Yüzündeki sahte gülümsemesi ile bilgiç bir tavır takınmış karısının sözleri Andreani'yi şaşırtmıştı. Bir süre sessiz kalarak onun yüz hatlarını incelemekle yetinmiş ardından sert bir hareketle şarabını yudumlamıştı.

"Sarhoş değilsin belki ama keskin dilin ortaya çıkmış."

Özenle taşıdığı mağrur ifadesiyle ona bakmayı sürdürürken, doğuştan gelen bir inatçılıkla cevap vermişti Clarissa.

"Hiç kaybolmamıştı ki. Ayrıca bir karşılaştırma yapıyor olsaydık, senin emrivakiliğin benim keskin dilimin karşısında bir hiç olurdu. ''

''Ne demeye çalışıyorsun sen? ''

''Kendin bul. ''

Bu cevap öylesine beklenmedikti ki Andreani, sinirle gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmak zorunda kalmıştı. Ne var ki sakinliğini korumaya çabalayarak, keskin bir dile sahip karısını içinden geçtiği gibi sertçe azarlamamaya gayret etse de, durumdan hiç hoşnut değildi. Clarissa'nın sinirli olduğunu görebiliyordu ve bunun nedenini eski metresine yormaktan başka bir ihtimali düşünmemişti.

İçine derin bir nefes çekerek bakışlarını kalabalığa çevirmiş şöyle bir göz atmıştı. Aradığı yeri bulduğunda yüzünü Clarissa'ya çevirmişti.

"Biraz hava alalım."

Clarissa'nın konuşmasına fırsat vermemişti. Büyük bir ustalıkla onu kabalıktan geçirip, iki yana toplanmış kadife perdelerin bulunduğu şehri kucaklayan terasa çıkartmıştı. Terası, tıpkı salonda olduğu gibi altından büyük şamdanların üzerinde yanan mumlar aydınlatmaktaydı.

Kendi kadehini mermer korkuluğun üzerine bırakan Andreani, uzanmış Clarissa'nın parmakları arasından kadehini çekip alarak kendi kadehinin yanına koymuştu. Tüm bu anlarda sessizliğini koruyan karısının önünde uzun boyu ile dikilirken bir elini korkuluğa dayamıştı.

"Clarissa, bunları aştığımızı sanıyordum. Lütfen en başa dönmeyelim."

Andreani'nin bıkkın hatlarını inceleyen Clarissa, nefesini dışarı vererek yeşil gözlerini önlerinde uzanan şehre çevirdi. Daha önce metres konusu yüzünden kıskançlık nöbetleri geçirmiş olduğunu kabul ediyor, pervasızca davranışını kendine yakıştıramıyordu. Şimdi ise tıpkı Sandrino'nun söylediği gibi kısa bir zaman önce içini kavurmuş olan kıskançlığının yerine güveni koymak istiyordu. Kaldı ki artık bu konuyu uzatmanın Andreani'ye haksızlık olduğunu düşünmeye başlamıştı. Çenesini kaldırarak tekrar yüzünü konuşmasını bekleyen kocasına çevirmişti.

"En başa dönmek gibi bir isteğim yok. Belki bundan bir hafta önce olsaydı başa dönmek için bir an tereddüt etmezdim lakin şimdi tatsız bir karşılaşma için bunu yapacak değilim."

Karısının yaşanılanları tatsız bir karşılaşmaya indirmesine memnun olan Andreani'nin dudakları kenarında hafif bir tebessüm belirirken, yönünü ay ışığı altındaki şehre dönmüştü Clarissa. İki elini önündeki mermer korkuluğa koymuş yeşil gözlerini uzaklara doğru yöneltmişti. Salondaki ani çıkışının nedenini kendi dahi çözmekte zorlanırken açıklaması imkansızdı.

Gözlerini kısmış karısının yüz ifadesini inceleyen Andreani, kısık sesi ile konuşmuştu.

"Münasebetsizin birinin sizi birbirinize taktim etmesini istemediğim için gitmeyi önerdim. Rahatsız olmanı istemiyorum."

Salondaki meraklı bakışları anımsadı Clarissa. İnsanların dedikolarına malzeme bulmayı umduğunu anlamıştı. Dik tuttuğu başını zarif bir şekilde Andreani'ye çevirdiğinde kibirli bir tavır takınarak konuşmuştu.

"Lüzumsuz bir öneri. Çünkü bizi birbirimize takdim etmiş olsalar dahi düğün kutlamasının ardından ilk karşı karşıya gelmemiz olmazdı."

Andreani'nin bir gökyüzü kadar derin mavi gözleri içinde şaşkınlık, endişe ve öfke hareleri belirdi. Tüm bedeni gerilirken korkuluğun üzerindeki elini karısının eline uzanarak, avucunun içine almıştı. Giulia'nın sözlerini esirgemeyeceğinden emindi ve karısı üzerinde sebep olabileceği acıyı tahmin edebiliyordu. Clarissa, acılarını saklamasını iyi bilirdi lakin saklıyor olması acı çekmediği anlamına gelmezdi. 

"Seninle karşına çıkma cüretini mi gösterdi?"

Kocasını tanımıştı Clarissa. Yaşanılanlardan haberdar olamadığı ve engelleyemediği için açık bir öfke hissettiğini görebiliyordu. Sakin tutmaya çabaladığı sesi içindeki gerginliği sezmişti. Soğukkanlılığını koruyarak cevap vermişti.

"Konuşmak isteyen o değildi. Bendim. "

"Clarissa, bunu neden yaptın ?"

Andreani'nin sıkı sıkıya kavramış olduğunu eline bakışlarını indirmişti Clarissa. Omzunu silkmiş, dudağını ısırmıştı. Göz ucuyla yeşil gözlerini yana çevirerek, kadife perdelerin ardındaki kalabalığa bakmıştı. Dans başlamış, salonun orta kısmı çiftler için boşaltılmıştı. Bakışlarını tekrar kocası ile buluşturduğunda hala yeterli iyi bir cevaba sahip değildi, sıklıkla yapmadığı bir yöntemi tercih ederek aklına gelen ilk şeyleri düşünmeden, söylemişti.

"Bilmiyorum, belki yapmam doğru değildi lakin yapmak istedim. Roma'ya geldiğimiz gün, sanat atölyesinden çıktığımda Aziz Agatha çeşmesinin önünde denk geldik. Dönüp gidemedim, yanına gidip konuşan bendim. Sanırım onca çıkan dedikodunun ardından gözlerinin içine bakmak, konuşmak istedim. Yine de, her ikimizin de birbirimizin niyeti anladığımızı söyleyebilirim."

"Konuşmanın içeriğini bilmek istiyorum."

Gözlerini kaçırmış Clarissa, ruhunun yorulduğunu hissediyordu. Konuların dönüp dolaşıp bir şekilde tekrar o içerideki kadına bağlanıyor olması onu tüketiyordu. Üstelik bunu, istemeyerek olsa dahi kendi de yapıyordu. Konu artık onda bir zafiyete dönüşmekteydi ve buna izin veremezdi. Bıkkınlıkla nefesini dışarı vermiş, son derece sakin hali ile söze başlamıştı.

"Bilmen gerekmiyor, bilmemelisin de. Aslında bundan sana hiç bahsetmemem gerekirdi. Andreani, ben sadece bununla baş edebileceğimi söylemeye çalışıyorum.  Demek istediğim şu; geçmişi değiştiremeyiz lakin gelecek bizim elimizde. Ve ben artık bu konuyu aramızda sorun haline getirmek istemiyorum, belki de bu konu bir daha açılmamak üzere kapması gerekiyor.''

Duraksamıştı Andreani. Ne söylemesi gerektiğinden emin olmasa da dudaklarına  memnuniyet dolu bir tebessüm ağır ağır yayıldı. Clarissa'nın tuttuğu elini dudakları üzerine götürdüğünde mavi gözleri mum ışıklarının yarı yarıya aydınlattığı Vatikan manzaralı terasta sevgiyle parlıyordu.

''Çok yerinde bir karar. Geçmişe gömelim. ''

Büyük avucunun içinde tuttuğu Clarissa'nın elini koluna takmıştı Andreani. Yönlerini davet salona dönüp ilerlemeye başladıkları sırada gözleriyle karısının diğer elinde tutmakta olduğu şarabı işaret etmiş, onu rahatlatmayı umduğu bir muziplikle takılmıştı.

"Biz yine de bu andan sonra şarabına su karıştıralım. İçimdeki ses, içtiğin şarapların getirdiği rahatlıkla benimle açık yüreklilikle konuştuğunu söylüyor."

Bakışlarını tıpkı Andreani gibi boş şarap kadehine indirmiş olan Clarissa, gülümsemekten kendini alamamıştı. Fakat yeşil gözlerini kocasına çevirirken sahte bir huysuzlukla çıkışmayı başarmıştı.

"İçindeki ses şüpheci bir adam. Üstelik bir parça kibirli de."

Aynı zamanda emrivakiyi seven, diye içinden geçirmekten kendini alamasa da papanın verdiği davette bir tatışmaya daha tahammülü yoktu genç kadının.

Birbirilerine bakıp tebessüm ettiklerinde her ikisi de bakışlarını önlerine çevirmiş, terastan çıkarak tekrar kalabalığın arasında dalmışlardı. Byanca, Dante ve Sandrino'nun bulunduğu küçük gruba ilerlemeye çalıştıkları süre boyunca Andreani'yi selamlamak isteyenlerle sohbet etmişlerdi. Yalnız kaldıkları kısa anda, Clarissa'nın kulağına eğilen Andreani kısık sesiyle fısıldamıştı.

"Yine de eve erken dönmeyi düşünebilirsin. "

Andreani'nin bakışları manalı bir tebessümle Clarissa'nın altın sarısı elbise içindeki alımlı vücut kıvrımları üzerinde gezinmeye başlamıştı. Kocasının sesi içindeki o tınıya artık alışmış olan Clarissa, bakışlarını takip ettiğinde yüzü kıpkırmızı olmuştu. Kalbi utanç ve heyecanla çarpmaya başlarken kolundaki elini var gücüyle sıkmıştı.

"Andreani, yapma."

Clarissa'nın inlemeye benzer sesindeki utancın tadını çıkartıyordu Andreani. Onun hala utancını atamamış masum hallerinden arsız bir haz duyduğunu inkar edemezdi. Bunun yanında tüm bu kulağına fısıldadığı sözler, ona aralarında utangaçlığa ve çekingenliğe yer olmadığını göstermek için yaptığı kasıtlı hamlelerdi. Son kez karısının güzel yüzüne göz gezdiren Andreani, tebessüm ederek bakışlarını kaldırmış, kendinden emin bir ciddiyete bürünen mavi gözlerini kalabalığa çevirmişti.

O andan sonra Byanca ve Dante ve Sandrino'ya katılmışlardı. Davet tüm görkemi ile devam ederken dans edenlerden uzak bir köşeye çekilmiş, keyifle sohbet etmişlerdi. Clarissa, inkar etmiş olsa dahi şarabın tatlı sıcaklığının kanında dolaştığını hissedebiliyordu, genç kadın akşamın geri kalan kısmında daha dikkatli davranmıştı. Karısının dans için gönülsüz olacağını bilen Andreani ise onu zorlamamıştı.

Akşamın ilerleyen saatlerinde, keyifli sohbetleri üzerinde Panizo arması bunulan siyah saçlı, uzun boylu bir adamının davet salonunda belirmesi ile yarıda kesilmişti.

Napoli'den getirttirilmiş Lochrima Chris şarabının tadını çıkartan Sandrino'nun yüzü, büyük taş kemerli kapıya dönüktü. Onun tam karşısında durmakta olan Andreani, adamın ifadesindeki değişimlerini izlemişti. Dudakları üzerinden kadehi çeken sarışın adamın gözleri kendi adamının üzerine odaklanırken bir sorun olduğunu sezmiş gibi ifadesi ciddi bir hal almıştı. Hafif bir baş selamı ile küçük gruplarından ayrılarak kararlı adımlarla kendi adamına doğru ilerlemişti.

Sohbete olan ilgisini kaybetmiş olan Andreani, omzunun üzerinden Sandrino'nun adamın kolunu tutarak onu davet salonunun uzağındaki terasa çıkarışını izlerken kaşlarını çatmıştı. Bir an uzaktan izlemekle yetinmiş ortada tatsız bir durum olduğuna kanaat getirdiğinde tıpkı Sandrino gibi bir baş selamının ardından kuzeninin arkasında gitmişti. Ne var ki tüm bu yaşanılan esrar dolu anların bir başka izleyicisi daha vardı.

Clarissa, Andreani'nin uzaklaşmasını seyrederken pürüzsüz alnı şüpheyle kırışmıştı. Andreani, kadife perdeyi kenara çekip, Sandrino'nun hemen yanında durduğunda, iki adam birbirine bakmış, ardından karşılarında duran adamın sözlerini dinlemeye başlarcasına bakışlarını çevirmişlerdi. Adam her ne söylediyse Sandrino'nun yüz ifadesi Clarissa'nın daha önce hiç deneyimlemediği bir sertlik ve öfkeye bürünürken Andreani, sıkıntıyla bir elini saçlarına götürmüştü. Her iki adamında çenesi kaskatı bir hal almıştı. Bu sessiz manzarayı daha fazla uzaktan izlemeye katlanamayan Clarissa, büyük bir cesaret gösterisi ile eteklerini toplamış onların yanına doğru ilerlemeye başlamıştı.

Kalabalığın içinddn güçlükle sıyrılarak tuttuğu etekleri ile mermer eşiği geçmişti. Terasa ayak bastığında Sandrino'nun aceleci bir tavırla Andreani'ye söylediklerini duyabilmişti.

"Annemi eve göndereceğim. Onları bulmalıyım, çok geç olmadan. Seninle ahırlarda buluşalım."

Olduğu yerde öylece kalmış Clarissa, yanından büyük bir hızla geçerek kalabalığa karışan Sandrino'nun arkasından bakakalmıştı. Yeşil gözlerini nihayet uzaklaşan adamdan çekip, Andreani'ye çevirdiğinde üzerine yöneltmiş bir çift keskin mavi gözle irkilmişti. Sandrino'nun arkasından ayrılmış Panizo muhafızı onları küçük terasta yalnız bırakmıştı. Andreani, ona doğru bir adım atmış, yüzündeki sert ve uğursuz bir ifadeyle gelen haberi dillendirmişti.

"Lavinia. Kaçmış. Cesare Virgilio ile."

Tane tane adeta zehir saçarak söylenmiş sözler üzerine Clarissa'nın yeşil gözleri öylesine büyümüştü ki yerinden çıkacak bir hal almıştı. Tıpkı yüz ifadesi gibi sesi de büyük bir şaşkınlık içindeydi.

"Ne ?!"

Onun şaşkınlığını görmezden gelmeyi seçen Andreani, mavi gözlerini arkasında akıp gitmekte olan davetin konukları üzerinde gezdirmiş ardından onu kolundan tutarak kalın kadife perdenin arasına çekerek olası meraklı bakışlara engel olmuştu. Tekrar karısının önüne dikildiğinde çatık kaşları ile konuşmuştu.

"Clarissa, bana doğruyu söyle. Kendi iyiliğin için lafı dolandırmadan tek seferde cevapla. Bu rezillikten haberin var mıydı?"

Kadife perdenin arkasındaki davetin sesleri duyulsa dahi Andreani'nin sert sesiyle terasa olağanüstü ürkütücü bir sessizlik çökmüştü. Yutkunmuş, yeşil gözleri içindeki tedirgin ifade ile konuşmasını bekleyen kocasına cevap vermişti Clarissa.

"Haberim vardı."

Andreani'nin kasılmış çenesindeki bir damarın gerildiğini gördüğünde panikle uzanıp yanağına dokunmuştu. Parmaklarının ucunu yeni tıraş olmuş gergin yanağında gezdirdiğinde gözlerinin içine bakıyordu.

"Kaçacaklarından haberim yoktu. Böyle bir şeye asla destek çıkmazdım. Andreani, sadece birbirilerini sevdiklerini biliyordum. İsa şahidim, kaçacaklarından haberim yoktu gerçekten"

Andreani, onun yanağına dokunan şefkat dolu dokunuşunu görmezden gelmek istemese de kendini zorlayarak ifadesini korumuştu. Clarissa'nın yanağındaki elini uzanıp tutmuş, itiraz etmesine fırsat tanımayarak hızla terastan çıkartarak büyük salonun çıkışına doğru ilerletmişti. Büyük kapıdan geçip, geniş hole çıktıklarında kısık sesi ile davetin onlar için bittiğini belirtmişti.

"Tommasso, seni eve götürecek."

Bir eli Andreani'nin büyük elinin içinde diğer eli ise altın rengi eteğini kavramış halde onun adımlarına yetişmeye çalışan Clarissa, yüzüne bir kova soğuk su çarpmış gibi hissetmişti. Andreani'nin duyarsızlaşan tavrı ona kızdığının bir göstergesiydi. Fakat o olmadan Tommasso ile eve dönme fikri hoşuna gitmemişti.

"Sen ?"

Papalık sarayının mermer merdivenlerini inmeye başlamışlardı. Başını çevirip ona üstünkörü bir şekilde bakan Andreani, gönülsüzce cevaplamıştı.

"Sandrino'nun Lavinia'yı bulmasına yardım edeceğim. İsa'ya dua et o kuzenin olacak adam Lavinia'nın adına leke sürmemiş olsun. "

Kocasının son sözleri Clarissa'nın tüm vücuduna buz gibi bir titreme yayılmasına neden olmuştu. Basamakları inerken tökezler gibi olduysa da Andreani'nin kolundan destek alarak dengesini korumuştu. Genç kadının tüm felaket senaryoları birbiri ardında zihnine doluşmaya başlamıştı. Aklında pek çok soru vardı lakin hangi birini ilk önce sorması gerektiğini bilmediği gibi Andreani'nin bedeninden yayılan o gergin hava konuşmaması gerektiğine işaretti. Bulduğu ilk fırsatta, bu birlikteliği saklamış olduğu için onu azarlayacağından emindi.

Clarissa, derin bir endişenin içinde kaybolurken Andreani onu papalık sarayından çıkartmıştı. Hiç vakit kaybetmeden at arabalarının olduğu kısma ilerlediklerinde yeşil gözlerini kaldıran Clarissa, Tommasso'nun onları beklediğini görmüştü. At arabasının küçük kapısını arabacıya fırsat vermeden açmış Andreani, onu teklifsizce arabaya bindirmek için hamle yaptığında can havliyle adamı durdurmuştu.

"Andreani, eğer.. Cesare ve Lavinia'yı bulursanız.. Sandrino, Cesare'ye zarar verir mi?"

Ellerini göğsüne koyarak at arabasına binmemek için direnen Clarissa'nın gözlerinin içine baktı Andreani. O yeşim yeşili gözlerin içinde korku ve sevdiği biri için duyduğu endişeyi gördü. Lakin ona güven verici bir söz söylemenin yalandan ibaret olacağını biliyordu. Üstelik onun penceresinde durum; tam da katil olmalıktı. Sandrino, onun hep sahip olmak istediği erkek kardeşiydi ve ona destek çıkmaması söz konusu dahi olmazdı.

Nefesini dışarı verirken olabildiğince düz tutmaya çalıştığı sesi ile konuştu Andreani.

"Durumu ne kadar ileri taşıdıklarına ve Sandrino'ya bağlı. "

Bu sözler Clarissa'nın endişeleri için yeterli gelmemişti. Andreani'nin ceketinin yakalarını kavrarken, şansını bir kez daha denemeye niyetlenmişti.

"Andreani-"

"Clarissa, yeter artık. Eve gidiyorsun. Döndüğümde konuşacağız."

Daha fazla direnmesine izin vermemişti Andreani. Ellerini beline koyduğunda onu kolaylıkla at arabasına doğru çevirip, içeri girmesini sağlamıştı. Kendini arabanın deri koltuğunda bulmuş Clarissa, yeşil gözlerini kocaman açmış bakakalmışken,  Andreani tek kelime etmedem ahşap kapıyı kapatarak onu endişeleri ile yalnız bırakmıştı. Hüzünle sırtını koltuğa yaslamış, ne yapacağını bilmez bir halde öylece otururken Andreani'nin Tommasso'ya emir veren sesini belli belirsiz işitmişti.

San Lorenchi'den Vatikan'a uzanan yolda Andreani ile el ele yolculuk yapmıştı Clarissa. Fakat evlerine dönüş yolculuğunu, arkasında koca bir felaket bırakarak ve yalnız başına yapmak zorunda kalmak, enişelerinin daha da artmasına yol açmıştı. Neredeyse tüm yolculuk boyunca kıpırtısız bir halde kalırken gürültülü nefesleri küçük kabinin içini doldurmuştu. Ludovico at arabası yavaşlayıp, oval biçimli at arabası yolunda dönerek büyük malikanenin önünde durduğunda Vatikan'da Andreani'nin kapattığı kapıyı bu kez Tommasso açmıştı. İnmesi için uzattığı büyük eli tutarak karanlık çökmüş bahçeye adım attığında, elinde taşıdığı meşale ile geniş kemerli kapanın ardından çıkmış Tobia, yolunu aydınlatmak için hızla mermer basamakları inerek yanını bulmuştu.

Kahyalarının eşliğinde malikaneye girmişti Clarissa. Geniş holü duvarlara sabitlenmiş kandillerin üzerlerinde yanan mumlar aydınlatıyordu. Tuttuğu eteğini yavaşça bırakmış, başını yana çevirerek tıpkı kocası gibi dönüşlerini bekleyen Sheilah ile göz göze gelmişti.

"Hanımım sizi daha geç bekliyorduk. "

Pelerinin bağlarına uzandığı sırada, durgun sesiyle cevaplamıştı Clarissa.

"Öyle gerekti Sheilah. Berta nerede?"

Malikaneden kocası ile kol kola gülümseyerek ayrılmış genç kadının dönüşte, gerginlikten kaskatı bir hale bürünmüş yüzünden, endişeli bakışlarını alamayan Sheilah, yavaşça konuşmuştu.

"Müştemilata geçmişti. Hemen çağırırım."

Bedenini Viberto'ya getirmiş olsa dahi zihni Roma'da kalmış olan Clarissa, öylesine huzursuzdu ki pelerininin iplerini çözmeye çalışan parmakları beceriksizce boğuşuyordu. Başını eğmiş, gelen sinirle nefesini dışarı verirken Sheilah yumuşak bir tınıya sahip sesiyle yardım teklifini sunuştu.

"İsterseniz, ben yardım edebilirim."

İpek bağlar üzerinde hiçbir ilerleme kaydedememiş Clarissa, ellerini çekerek Sheilah'a bakmıştı. Yüzündeki duru ve içten ifadesiyle insanın içine ferah bir rahatlama yayıyor, sıcacık bakan gözleri bir anne sıcaklığını andırıyordu. Örnek aldığı annesini on beş yaşında acı bir şekilde kaybederek ve küçük bir kızken kendisini bir anda Virgilio Köşkü'nün hanımı konumunda buluvermiş Clarissa için anne sıcaklığını başka birinde bulmak oldukça şaşırtıcı bir durumken, malikaneye geldiği günden bu yana kadına ayrı bir sempati beslediğini de inkar edemiyordu.

Sheilah, yılların getirmiş olduğu sevimli buruşukluklara sahip ellerini, yavaşça pelerinin bağlarını uzatmış çözmeye koyulmuşken, onu izliyordu Clarissa.

"Bu elbiseden bir an önce kurtulmak, saçlarımdaki örgüleri de çözmek istiyorum. Berta'nın müştemilattan gelmesine lüzum yok, belki bana bu akşam için sen yardım edebilirsin."

Pelerinini hissettirmeden sırtından alarak, koluna asmış olan Sheilah onu gülümseyerek onaylamıştı. Merdivenin yanındaki küçük masanın üzerinde her daim hazır bulunan mumlardan birini yakarak yollarını aydınlatmıştı. Clarissa'ya yol vererek, birlikte mavi renk halı kaplı büyük merdivenleri çıkmış, yatak odasına ulaşmışlardı.

Altın rengindeki elbisesini Sheilah'ın yardımı ile üzerinden atmıştı Clarissa. Üzerine beyaz renk bir gecelik giymiş, beline dökülen kumral saçlarını aynasının önüne geçerek uzun uzun taramıştı. İşini bitiren Sheilah iyi uykular dileyip odayı terk etmişti lakin genç kadının bedeni yorgun olsa dahi zihni uyuyamayacak kadar canlıydı. Küçük taburesinden kalmış, ayaklarına kadar uzanan deniz yeşili kalın sabahlığını üzerine geçirdiğinde uzun yakasını kaldırarak ince beline dolanan kuşağını iyice sıkmış, saçlarını geriye attığında yatak odasından çıkmıştı. Andreani'yi malikaneye dönene kadar beklemeye kararlıydı.

Tüm geceyi gergin bir bekleyişle büyük salonda geçirmişti Clarissa. Korku ve endişe içinde kahrolurken, kollarını göğsüne kavuşturarak malikanenin ana kapısını gören tüm pencereleri tek tek gezmişti. Cesare'nin başına kötü bir şey gelebilme fikri aklına geldikçe gözyaşlarına boğulacak gibi olduysa da güçlükle yutkunmuş, yeşil gözlerini umutla tekrar pencerelere çevirmişti. Ne var ki genç kadın birbiri ardına geçen saatlerin ardından zaman kavramını yitirecek kadar uyuşmuş, kendini yorgunlukla şömine önündeki koltuğa bırakmıştı. Her ne kadar müştemilata gidebileceğini söylemiş olsa dahi onu bırakmamış olan Tobia, ara sıra gelip şömine içindeki ateşi harlayarak üşümesine engel olmuştu.

Şafağın sökmesine az bir zaman kala, başı yastığa düşerek uyuya kalmış olan Clarissa, dışarıdan gelen at nalları sesiyle yerinen sıçrayarak doğrulmuştu. Uykusuzlukla küçülmüş adeta içine küçük iğneler batan gözlerinin üzerine parmaklarını götürerek ovmuş, ayağa kalktığında salondan çıkmıştı. Tüm geceyi onun gibi uykusuz geçirmiş olan Tobia, bir elinde tuttuğu mumla dışarıya açılan geniş kapıyı açtığında Andreani Sandrino, ve Lavinia'yı görmüştü.

Gökyüzü henüz aydınlanmamış olsa da yeni bir günün habercisi olan zayıf güneş ışıklarının karanlığı böldüğü bahçede, endişeli bakışlarını yüzüne çevirdiği ilk kişi Andreani olmuştu. Karamsar sert maskeden, tam anlam çıkarması mümkün olmasa da tatsız bir durum olduğu kesindi. At arabasından inmiş kız kardeşini, hınç dolu bakışları ile izleyen Sandrino'nun omzuna vurarak eve geçmesini işaret etmişti Andreani.

Geniş kemerli kapının önünde kollarını bedenine dolayarak dikilmekte olan Clarissa, evlerine ulaşan merdivenleri hızla aşarak sert bir rüzgar gibi yanından geçen Sandrino'ya dahi açıkça bakamayacak kadar gergindi. Andreani'nin hemen önünde, eğdiği başı ile ilerleyen Lavinia'nın bedeninin şiddetle titrediğini, kolaylıkla görebiliyordu. Üstü başı damağınık, sarı saçları birbirine dolaşmış genç kızın hali nutkunun tutulmasına yol açmıştı. Clarissa, Lavinia'nın görüntüsüne kendini öylesine kaptırmışı ki önüne dikilerek görüşünü kapatan Andreani'ye ancak tekrar bakabilmişti. Salonu işaret etmiş kocasını dinleyerek onları takip edebilmekten başka bir tepki verememişti.

Salona en son giren Andreani, kapının iki kanadını da tutarak gürültüyle mandalı kilide oturttuğunda odayı elle tutulabilecek bir şiddetle sarmalayan gerginliği her biri hissediyordu. Sandrino, kız kardeşinden en uzak bir köşeye giderek ellerini yemek masasını çevreleyen sandalyelerden birinin sırtına dayamış öfkeyle solurken, yanmakta olan şöminenin önüne geçmiş Lavinia, gözyaşları ile sırılsıklam olmuş yüzünü elbisenin koluna silmeye çalışıyordu.

Sağduyusu ona sessiz kalmasını söylese dahi bu endişeli bekleyişe bir an daha dayanamayacak kadar tükenmiş olan Clarissa, yeşil gözlerini kapının önünde dikilmekte olan Andreani'ye çevirmişti. Kısık tuttuğu sesiyle tereddütle konuşmuştu.

"Lavinia'yı bulmuşsunuz. Ne oldu?"

Andreani'ye bakmakta olan Clarissa, salonun ucundaki Sandrino'nun homurtularının arttığını duydu. Bakışlarını kocasından alarak yavaşça arkasına dönerek Sandrino'ya baktı. Sandalyenin sırt kısmını sıkmaktan parmak boğumları bembeyaz olmuştu. Başını tehditkâr bir sertlikle kız kardeşine çevirmiş, öfkeli sesiyle konuşmuştu.

"Ne olduğunu sen anlatmak ister misin?"

Gözyaşlarını sildiği elbisesinin kolunu çekiştiren Lavinia, kızarmış gözleri ile ağabeyine bakıyordu. Clarissa, genç kızın bir yaprak gibi titrerken, göğsünün bir körük gibi kalkıp inişini endişe ile seyrediyordu. Bir adım ileri çıkarak ağlamaktan çatlamış sesi ile ağabeyine karşılık vermişti.

"Cesare'yi dövdün! Beni ondan zorla ayırdın!"

"Hala nefes alıyor olduğu için şanslı! O şerefsiz asil kandan gelen bir kıza el sürdü!"

"Tanrı'nın gözünde evliyiz biz!"

Lavinia'nın ağlamaklı sesi ile haykırdığı sözler Clarissa'nın şaşkınlık dolu tepki vermesine yol açmıştı. Uzun parmaklarını ağzına kapatırken göğsünden yükselen şaşkınlık dolu bir sese engel olamamıştı. Çılgına dönmüş bakışlarını, odadaki üç kişinin üzerinde gezdirdiğinde Lavinia'nın sözlerini doğrulayan bakışlarla karşılaşmıştı.

Kardeşinin haykırarak söylediği sözler üzerine bir küfür savurarak, ellerini sandalyeden hırsla çekmişti Sandrino. Öfkeli adımlarla önce yemek masanın karısındaki pencereye gitmiş yumruklarını sıkarak dışarıyı izlemeye koyulmuştu. Fakat onu çizgisinden çıkaran öfkeyi zapt etmekten vazgeçtiğinde arkasını dönerek şömine önündeki kardeşinin üzerine yürümüştü.

"Ailemize ihanet ettin Lavinia. Bana ihanet ettin!"

"Bana başka ne seçenek bıraktınız ki? Mutsuzluk içinde geçen koca bir ömre razı gelemezdim! Geldim sana, yalvardım! Başka birini sevdiğimi söyleyecektim, beni dinlemedin bile!"

Üzerinden, Cesare ve Lavinia'nın evliliklerini geri dönüşü olmayacak şekilde tamamlamış olmalarının şokunu atlatmaya çalışan Clarissa, dikkatini güçlükle salonlarında gerçekleşen aile krizine verebilmişti. Ellerini sıkıntıyla birbirine kenetlemişken, Andreani'nin hareketlendiğini seçebilmişti. Ağır adımlarla yanından geçerek, büyük şöminenin yakınında durmuştu. Sandrino'nun öfkesini kusmasını engellemeyecek olsa dahi el kaldırması durumunda araya girmek için hazır beklediğini anlayabiliyordu Clarissa.

"Ne önemi vardı ki? Annem sana çocukluğundan bu yana ailemize fayda sağlayacak bir evlilik yapman gerektiğini anlatmıştı! Görev önce gelir. Bunu biliyordun!"

Birbiri ardına akan gözyaşlarını silmekten vazgeçmişti Lavinia. Omuzları çökmüş, üzerindeki kırışık haldeki elbisesi ve darmadağınık saçları ile ayakta dahi zor duruyordu. Çaresizlikle ellerini iki yana açmış ağabeyine doğru bir adım daha atarak bağırmaktan çatallaşmış sesi ile güçlükle konuştuğu görülüyordu.

"Ailenin başına çok yakında senin geçeceğini biliyoruz. İstediğin bu mu? Kız kardeşini ömür boyu sürecek mutsuz bir hayata sürükleyerek mi yapacaksın? "

"İsmin lekeledin! Ailemizin ismini lekeledin!"

"Lekelemedim. Tanrı'nın ve meleklerinin huzurunda evlendim. "

Bu gerçeğin üzerine bir küfür daha savurmuştu Sandrino. Ani bir hamle ile yanında durduğu koltuğu geçerek Lavinia'nın önünde belirmiş, geri çekilmesine fırsat vermeden kolunu kavrayarak onu kendine çekmişti. Bu sert hamle üzerine gözlerini Andreani'ye çevirmişti. Clarissa. Andreani, iki kardeşi çattığı kaşları ile izlerken, mavi gözlerini Sandrino'nun yüzüne kenetlemişti.

"Şimdi gidip yapmış olduğun rezilliği anneme ve babama anlatacğım. Eğer seni yanımda götürürsem annemin sana yapacaklarını biliyorsun değil mi? Parçalara ayırır. Seni almaya gelene dek burnunu pencereden dışarı çıkarmayacaksın.''

Öfkeli gözlerini kardeşinin acı içindeki solgun yüzünden çekmeyen Sandrino, sözlerini onu sarsarak bitirmişti.

''Anladın mı beni?!"

"Anladım."

Titreyen sesi ile cevap vermiş Lavinia'nın kolunu sert bir hamleyle bırakmıştı Sandrino. Bir adım geri çıkmış, kendine engel olmak istercesine ellerini arkasında birleştirmişti.

"Gözümün önünden kaybol Lavinia. Elimden bir kaza çıkmadan defol."

Sandrino, öfkeli solukları ile bakışlarını şömineye çevirdiğinde, mavi gözlerini ona çevirmişti Andreani. Kısa bir an göz göze gelmişler, ardından gittikçe titremeleri artarak sarsılan Lavinia'yı göstererek konuşmuştu.

"Clarissa, Lavnia'nın misafir odalarından birine yerleşmesine yardımcı ol."

Andreani'nin tok ses tonuyla güçlükle yutkunan Clarissa, başıyla onaylamıştı. Hareketlenerek Lavinia'nın yanını bulmuş, başını ağabeyinden öteye çevirmiş kızın kollarını nazikçe tutarak, salondan çıkmasına yardımcı olmuştu.

Kapanan kapı ile salonda yalnız kaldıklarında, bir elini sıkıntıyla altın sarısı saçlarına götüren Sandrino'nun dudakları arasından bir küfür daha dökülmüştü. Çocukluğundan bu yana oldukça başına buyruk bir karaktere sahip olmuştu. Hayatını, ona zevk veren her şeyin tadına dilediğince bakarak yaşamıştı. Her ne kadar kabul etmek istemese de artık gençlik şarabının keyfini çıkardığı günlerinin sayılı olduğunu biliyordu. Sıktığı dişleri arasından sinirle söylenmişti.

"Tanrı şahidim, savaşa katılıp düşmanla çarpışmak, bir aile ile uğraşmaktan daha kolay! En azından orada düşmanın kim emin oluyorsun. Sırtından bıçaklayan kişi ailenden biri olmuyor"

Andreani, bir müddet kendisine sırtı dönük adamı izlemiş, ardından sessiz adımları ile konsola doğru ilerlemişti. Lavinia, Cesare Virgilio ile kaçarak Sandrino'yu oldukça güç durumda bırakmıştı. Yaşlanmış olan şimdiki Panzio Asilzadeinin batırmış olduğu büyük işin sonucunda yeni ve genç bir Panzio erkeğinin ailenin başına geçme zamanı yaklaşırken kaçarak evlenme işi duyulacak olursa büyük skandala neden olurdu. Bu iş dillere düşmeden en temiz yolla bir çözüme ulaştırılmalıydı.

Andreani, Sandrino için doldurduğu bir kadeh şarapla, tekrar yanına gitmişti. Elinde tuttuğu kadehi uzatırken, destek verici bir ifadeyle konuşmuştu.

"Al, şunu iç. Halam biraz daha bekleyebilir."

**

Malikanenin üst katında, hafifçe elini sırtını koyduğu Lavinia ile ilerleyen Clarissa, çift kanatlı kapıyı açarak girmesi için kenara çekilmişti. Minnet dolu bir yüz ifadesi ile ona bakan genç kız, yavaşça içeri girmişti. Dört direkli geniş yatağa ulaştığında, kendini üzerine bırakmış, kollarını ince bedenine dolamıştı.

Yatakta oturan kıza yaklaşmış Clarissa, ürkütmemeye çalışarak yanına oturmuştu. Elini omzuna koymuş içini kemiren sormuştu.

"Lavinia, Cesare nasıl? Nerede? Durumu ne kadar kötü? Lütfen anlat."

Başını güçlükle kaldırmıştı Lavinia. Titremesi biraz olsun duran ellerini yüzünde ve saçlarında gezdirmiş, derin bir nefes çektiğinde kısık sesi ile anlatmıştı.

"Cesare'nin ailesine ait kır evinin yakınındaki bir manastırda evlendik. Manastırın rahibi kıydı nikahımızı. Cesare nikahlansak dahi İtalya'dan kaçmamamız gerektiğini düşünüyordu. O yüzden kaçmadık. Fakat Sandrino, kır evine geldiğinde bizi dinlemedi bile. Cesare'yi dövdü. Beni de buraya getirdi. Fakat biz ayrılırken Cesare yalnız değildi. Rinaldo ve Guliano kır evine gelmişti. Şuan yanında olmalılar."

Elini rahatlatmak istercesine hafifçe Lavinia'nın sırtından gezdiren Clarissa, dudaklarını sıkarak onu dinlemişti. O burada Lavinia'yı dinlerken Cesare'nin ağabeyi ve Guliano'nun yanında olması içini bir nebze rahatlatmıştı. Lakin oldukça düşkün olduğu kuzeninin durumunu gözüyle görene dek içi tam anlamıyla huzura ermeyecekti. Üstelik soylu bir aileye mensup bir kızla ailesinin rızası olmadan evlenerek başına büyük bir dert açmıştı. Clarissa, bundan sonra ne olacağına dair hiçbir fikir üretemiyordu. Yutkunmuş, duyduğu an inanamadığı şeyi sormaktan kendini alamamıştı.

"Lavinia, beni bağışla fakat nazik olmayan bir şey soracağım. Gerçekten evliliğinizi tamamladınız mı?"

"Mecburduk. Geri dönüşü olmamalıydı."

Zorlukla fısıldayarak konuşmuş Lavinia, başını eğerek bakışlarını ondan kaçırmıştı. Nutku tutulmuş Clarissa, bir süre hiçbir şey söylememiş öylece önünde oturan dağılmış kızı izlemişti. Birden anlam veremediği bir sinir boşalmasıyla dudaklarının kenarı kıvrılırken kollarını açarak, geleceği pamuk ipliğine bağlı olan kıza sarılarak onu kolları arasına çekti.

Hıçkırarak dilediğince ağlayan Lavinia, yavaşça kolları arasından çıktığında bakışlarını tereddütle ona doğru kaldırmıştı.

"Yüzkarası bir evlat olduğumu düşünüyor musun?"

Hüzünlü ifadesi ile Lavinia'ya belli belirsiz gülümsemiş Clarissa'nın yeşil gözleri içinde bir ışık belirmişti. Uzanıp kızın elini tutarken, içtenlikle cevap vermişti.

"Tanıdığım en cesur kadın olduğunu düşünüyorum."

**

Clarissa, yatak odalarına ulaşan geniş holde sessiz ve yorgun adımlarla ilerlerken geceliğinin kuşağını elinde çeviriyordu. Lavinia' ile bir süre konuşmuşlar ardından kızın bedenine yapışmış mavi elbisesinden kurtulmasına yardım ederek getirdiği kendi geceliklerinden birini giymesine yardımcı olmuştu. Onu uyuyup, kafasını toplaması için yalnız bıraktığında kaçınılmaz buluşmanın gerçekleşeceği yatak odalarına geçmeye karar vermişti.

Elini pirinç tokmağına koyduğu kapıyı yavaşça arkasından kapatan Clarissa, yavaşça arkasına dönerek yatak odalarına göz attığında şömineye çapraz bir şekilde konumlanmış tekli koltuklardan birinde oturan Andreani'yi görmüştü. Siyah renk bir pantolona bürünmüş bacağının birini diğerinin üzerine atmış olan kocası dirseklerini ise koltuğun kolçaklarına dayayarak önünde birleştirmişti.

"Clarissa."

Yarı yarıya aydınlanmış odada, manalı bir tınıyla adını söylemiş olan Andreani kıpırtısız bir halde ona bakarken, yutkunmuştu Clarissa.

"Andreani."

Ani bir hareketlenme ile yerinden doğrulmuştu Andreani. Şömine çevresindeki koltukların yanından geçerek bir panterin yürüyüşü andıran sert adımları ile Clarissa'ya yaklaştı. Ürkerek geri çekilecek gibi olduysa da kendini olduğu yerde kalmaya zorladı Clarissa. Yeşil gözlerini adamın yüzüne doğru kaldırdı.

"Bu gece Vatikan'da sana lafı dolandırmadan tek seferde sorumu cevaplamanı söylemiştin, hatırlıyor musun?"

"Evet."

"Güzel. O halde şimdi söyle, ne kadar zamandır o ikisine destek çıkıyorsun?"

Andreani'nin destek sözcüğünü kullanması Clarissa'nın irkilmesine yol açtı. Yüzüne duyduklarına inanamaz bir ifade yerleştiğinde, çıkışmıştı.

"Destek mi? Bu olay benim dışımda gelişmişti, öğrendiğimde iş işten geçmişti. Buna destek diyemezsin."

"Ne kadar zamandır?"

"Ne fark eder ki?"

Sesinin yükseltmiş Clarissa, ellerini iki yana açarak diretmişti. Güneş doğmak üzereydi ve tüm gece salondaki koltuğun üzerinde yarı uyur vaziyette bir haber almayı beklemişti. Kaldı ki tek tükenen bedeni değildi, sinirleri de gergindi genç kadının.

Önce arkasına dönerek birkaç adım atmış aradından ellerini beline dayamış tekrar yönünü ona dönmüş olan Andreani, tıpkı onun gibi gergin sinirlerini kontrol altına almaya çabalıyordu.

"Söyleyeyim. Roma'ya gittiğimiz gün bir anda sanat atölyesine gitmeye karar verdin, çünkü Cesare ile Lavinia'nın nişan konusunu konuşmak istedin. Sonra turnuva da Berta'yı Lavinia'nın yanına verdin, çünkü Cesare'nin yanına gitti. Sana hem turnuvada hem iki gün önce çalışma odasında açık açık sorduğumda beni geçiştirdin. Çünkü uzun zamandır bu rezillikten haberin var."

Tüm bunların altındaki nedenleri geçiştirebildiği kadar geçiştirmek istemişti Clarissa. Cesare ve Lavinia'nın arasında mektup dahi taşımıştı lakin bunu destek olarak adlandırmayı doğru bulmuyordu. Sanat atölyesine gittiğinde Cesare, Lavinia'nın kaçmayı teklif ettiğini söylediğinde buna karşı dahi çıkmış yapmamaları tembihlemişti. Bu umutsuz aşkın büyük bir skandala imza atabileceği aklının ucuna dahi gelmemişti.

Fakat Andreani'nin cevap verene dek üzerine geleceğini biliyordu, daha fazla direnmenin bir anlamı olmadığını bilincindeydi. Hafif tuttuğu sesiyle kabul etmişti.

"Evet var. Lavinia, pikniğe gittiğimiz gün söylemişti."

"Kaçacaklarından gerçekten haberin yok muydu?"

Andreani'nin mavi gözleri içindeki şüpheci parıltıyı seçen Clarissa, hırsla başını iki yana sallarken dudaklarının kenarında histerik bir tebessüm belirmişti. Toparlanmak için derin bir nefes aldı, sinirli bir tavırla ellerini önünde kenetleyerek hırsla sıkarken cevap verdi.

"Hayır yoktu. Öğrendiğimde her ikisi ile de konuştum evet. Lavinia'nın istemediği bir adamla zorla evlendirilmesini de istemiyordum, evet. Peki kaçıp evlenmelerini istedim mi? Hayır. Toplum tarafından dışlanacaklarını biliyordum. Ben sadece kuzeninim iyiliği için sustum."

Karısının gittikçe hiddetlenen ses tonuyla söylediklerini kaskatı ifadesiyle dinlemişti Andreani. Sözlerinin sonuna geldiğinde başını yana eğmiş,  tek kelime dahi etmeden yataklarının önündeki küçük divana oturmuştu. Uzun bacaklarını öne uzatarak çizmelerini çıkartmıştı. Ayağa kalkarak, soyunma odasına ilerlemeye başladığı sırada üstündeki siyah ceketten kurtulmuştu. Onun arkasından bir müddet öylece bakakalan Clarissa, içine derin bir nefes çektiğinde peşinden gitmişti.

Seçtiği koyu mavi geceliğini altını giymiş Andreani, dağılmış saçlarını düzeltiyordu. Kapının eşiğine duran Clarissa, kendisine sırtı dönük adamla konuşmaya çalışmıştı.

"Andreani evlenmişler. Bir yolu olmak zorunda."

"Clarissa, kuzenin basit bir tüccar. Lavinia ise soylu bir ailenin kızı. Üstelik başka bir adamla nişanlanmak üzereydi. Bu yaptığı şey için Sandrino'nun Cesare'nin kellesini dahi istemeye hakkı var."

Andreani, konuşmaya başladığında bir elini kapının pervazına koymuş olan Clarissa, adamın içinde tek bir duygu dahi barındırmayan soğuk sesiyle dile getirdiklerinin tamamını işittiğinde eli şaşkınlıkla yanına düşmüştü. Donup kalmış bir müddet tepki verememişti. Onun sessizliğinden şüphelenen Andreani, bakışlarını ona çevirmişti.

Onun acımasız sözlerinin şokunu atlatamamıştı Clarissa. Cesare'nin bu yaptığıyla büyük bir suç işlemiş olduğu düşüncesi, içinde yer edinse dahi bunu dile getirmek şöyle dursun, asla kabullenmezdi. Kendinden konuşacak gücü bulduğunda bir adım ileriye çıkarak ailesinden birini savunma iç güdüsüyle konuşmaya başlamıştı.

"Andreani, Cesare bir tüccar olabilir ama fakir değil. Roma'da ve Venedik limanlarında tanınan ve saygı duyulan bir tüccar. Roma'nın en iyi sokaklarından birinde büyük bir aile köşkü var. Kırda büyük bir av köşkü ve ayrıcalıklı bir sanat atölyesine sahip. Üstelik Virgilio ailesinin kökü Roma'ya dayanıyor ve Rinaldo'nun karısı Lucrezia'da soylu. Lavinia, Virgilio ailesine gelin olan tek soylu olmayacak. Tamam, belki Lavinia'nın aile evindeki gibi sayısını bilmediği elmas ve yakutları olmayacak lakin asla fakirlikte çekmeyecek."

Sözlerini nefes nefese kalmış bir halde bitirmişti Clarissa. Andreani'nin konuştuğu anlarda mavi gözleri üzerine dönmüşse de bitirdiğinde sırtı ona dönüktü. Elinde tuttuğu geceliğinin üstünü giymek için bir an düşünür gibi duraksamış ardından sinirli bir ifadeyle dolaba bırakmıştı. Konuşmaya başladığında yanında geçerek, yatak odasına geçmişti.

"Clarissa, uyuyalım. Bu tartışma hiçbir yere varmayacak. Asla anlamadın, anlamayacaksın da."

Sözlerine aldırış etmeyen adamın hırsla peşinden gitmişti Clarissa. Yataklarının mavi örtüsünü açarak yatağın içine geçmiş olan Andreani, çattığı kaşları ile onu izlerken yataklarının ayak ucuna dikilmiş, bir elini ahşap direğe koyarak sormuştu.

"Benim anlamadığım nedir?"

Bıkkınlıkla yüzünü buruşturan Andreani, bir elini saçlarına götürmüş başını yana eğmişti. Kaskatı kesilmiş çenesini henüz farketmiş olan Clarissa, taşkın öfkesini dizginlemeye çalıştını anlamıştı. Fakat genç kadın bunu umursamayacak kadar kendini kaybetmişti. Davete gittiklerinden bu yana kabus gibi anlar geçirmişti. Bir elini ona doğru kaldıran Andreani, konuşurken aynı zamanda yatağı göstermişti.

"İçinde yaşadığın düzen! Şimdi şu lanet olası yatağa gel. Seninle b*ktan bir mevzu için kavga etmeyeceğim."

"Evliliklerine karşısın değil mi? Ne düşüyorsunuz Cesare'yi öldürüp evliliği bozmayı mı?"

"Bu kararın bana düşeceğini sanmıyorum. Sandrino yeterli olacaktır."

Clarissa, bu acımasız sözler ardından çileden çıkmıştı. Yataklarının direğini kavramış elini sıkarken parmaklarının boğumları beyaza dönmüştü.

"Sözlerin çok kaba."

Yatak örtüsünü bir kenara çekmişti Andreani. Clarissa'nın tepesinde dikilmesinden rahatsız olmuş, çıplak ayaklarını yere bastığında uzun boyu ile ayağa kalkmıştı. Vatikan'daki davetten Sandrino ile ayrıldığında Lavinia ve Cesare'yi bulmak için bir çok kapı gezerek, tüm gece at sürmüştü. Bedeni yorgunlukla ağrıyordu. Asabı yeterince bozuktu ve geceye bir sorun daha eklenmeyeceğine dair olan inancını gittikçe yitiriyordu.

"Dürüst davranıyorum Clarissa."

Ona üç adım mesafede durmuştu Andreani. Narin omuzları ve dimdik duran başını ona doğru kaldırarak baktığında adamın mavi gözleri içindeki haklılık dolu ifade sinirlerine dokunmuştu. O an hissettikleri Cesare ve Lavinia'nın sürpriz evliliklerinden çıkarak boyut atlamış, rahatsız olduğu lakin sorun çıkarmamak adına görmezden geldiği mevzuya dönüşmüştü. Davatte, Andreani'nin halasına açıkça dokuz ay sonrasına söz vermiş olması onu anlam veremediği bir şekilde rahatsız etmişti. Hala ve yeğenin tatlı atışması gibi gözüken olay Clarissa'nın içindeki hassas bir noktaya değinmişti. Hamilelik, varis konusu evliklerinin başından bu yana dile getiriliyor olsa da artık durum her an gerçeğe dönüşebilecek bir hal almıştı. Bu durum Clarissa'nın içine derin bir korku salıyordu. Yanında bu konuyu neşeli bir ifade ile konuşmuş olmaları ise korkusunu katlamasına yol açmıştı.

Tonunu kontrol etmeyi başaramadığı sesi ile Andreani'ye çıkışmıştı.

"Dürüst ? Söyle o zaman, bende soylu bir aileden gelmiyorum. Senin deyiminle basit bir banker ailenin kızı, günün birinde o çok istediğin çocuğunun annesi olacak. Benim hakkımda ne düşünüyorsun? "

Sözleri üzerine, önce ciddi olup olmadığını olmadığını anlamak istercesine ifadesini incelemişti Andreani. Ardından  dişlerini sıkmış, mavi gözlerini devirerek onu kınamıştı..

"Saçmalık. Senin soylu bir aileden gelmemen, benim hiçbir zaman umurumda olmadı bunu biliyorsun. Şimdi şu aptal inadından vazgeç."

Hırsla soluk alıp veren Clarissa, işaret parmağını kendine doğru çevirmişti. Davette yapmış olduğu emrivakinin ardından onu inatçılıkla suçluyor olmasını kaldıramıyordu.

"Ben mi inat ediyorum? Peki sen? Halana dokuz ay sonrası için bir varis sözü verdin mi vermedin mi?"

Yorgun ve öfkeli olan Andreani, son sözlerini yarım yamalak duysa da üzerine duramayacak kadar sinirliydi. Konuşmaları boyunca kendini güçte olsa bir adım geriye çekmeye zorlamıştı lakin artık kendine hakim olmaya çalışmıyordu. Yan dönmüş bir halde başını ona çevirerek, karşılık vermişti.

"Dürüst mü olmamı istiyorsun? Tamam. Zeki ve görgü sahibi bir kadınsın fakat aynı zamanda başına buyruksun ve inatçısın. Zamanında mürebbiyen her kimse işini iyi yapamamış. İnatçılığına şekil verip, karakterini kontrol edememiş. "

"Bu akşam benim doğuracağım çocuk üzerine halanla pazarlık yaptın Andreani. Ben miyim başına buyruk, inatçı?! Ayrıca sözlerin koca bir saçmalıktan ibaret."

"Hayır değil!"

"Benim sözlerimde değil!"

Mavi gözlerin içinde parlayan öfkeli kıvılcımları görmezden gelerek, tıpkı onun gibi yüzüne karşı çekincesizce bağırmıştı Clarissa. Ona arkasını dönmüş öfkeli bakışlarını sırtında hissetse dahi görmezden gelmeyi başararak konsola ilerlemişti. Ahşap konsolun üzerinde duran kadehlerden birine su doldurmuştu. Kurumuş boğazını rahatlatmak için suyunu acele etmeden içmişti. Tüm bu anlar boyunca Andreani'nin homurdanmalarını kolaylıkla işitse dahi dönüp bakmamıştı. Suyunu bitirmiş kadehini konsola bıraktığında sabahlığının kuşağını çözmeye başlarken aynı zamanda ilerlemeye başlamıştı.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?"

Ellerini çıplak belinin üzerine dayamış Andreani'nin insanın içini titreten sert sesini duyduğunda, bir an yeşil gözlerini kapatmıştı. Kuşağını çözerek sabahlığını sırtından çıkardığında hırsla yere çalmıştı.

"Uyuyacağım! Bir sakıncası mı var?! ''

Omzunun üzerinden ona bakarak çıkışmış olan Clarissa, yataklarında kendi tarafında ilerleyerek mavi örtüyü kaldırmıştı. Konunun kapanmadığını gösterircesine odanın ortasında dikilmesine aldırış etmeden yatağın içine girerek hırsla örtüyü üzerine çekmişti. Mavi gözlerini, yerde duran yeşil sabahlığa çevirmişti Andreani.

"Sana defalarca uyuyalım dedim. Ama sen şimdi uyumayı seçiyorsun. Ne sakıncası, huzurla uyu sevgili karım."

"Ne yaparsın işte? Mürebbiyem işini bu konuda da iyi yapmamış."

Hala olduğu yerde duran Andreani, gözleri kapalı bir halde ona çıkışmış Clarissa'ya çevirmişti bakışlarını. Yan dönerek, örtüyü omuzlarına kadar çekmiş yatarken, gözlerini açmamak için direndiğini, kastığı kesilmiş yüz hatlarından seçebiliyordu. Daha fazla tartışmaya gücü kalmadığını hissederek, pencereden dışarı bakmıştı. Güneş doğmaya başlamıştı. Yalnızca birkaç saat uyuyabilecek, ardından Lavinia'yı Panzio Malikanesi'ne götürecekti. 

İlerleyip yerine geçerek, biraz önce yatağın ortasına savurduğu örtüyü üzerine çektiğinde, sırt üstü uzanmıştı. Mavi gözlerini kapatmış olsa dahi aklı tartışmalarındaydı. Clarissa'nın sözlerini yeni yeni idrak etmeye çalıştığı sırada gözlerini açmış, başını çevirerek kumral saçları yastığına saçılmış karısına bakmıştı. Ona sırtını dönmüş, tıpkı evliliklerinin ilk zamanlarındaki gibi yatağın en ucuna kadar gitmiş, aralarında mesafe bırakmıştı. Bu durumdan hoşlanmamıştı Andreani. Tartışmış olsalar dahi ilk zamanlarına dönmek istemiyordu. Kolunu uzatarak omzuna dokunmuş, onu yavaşça kendine doğru çevirmeye çalışmıştı.

"Clarissa, yüzünü bana dön."

Adamın yüzsüzlüğü karşısında hayrete düşen Clarissa, omzunu onun dokuşundan kurtarmamak için öne çekerken bir kez daha çıkışmıştı.

"Neden? O mavi gözlerini oymamı mı istiyorsun?"

Cevabı karşısında gülmekle sinirlenmek arasında kalan Andreani, omzuna uzattığı elini çekmişti.  Fakat aralarındaki bu mesafeye tahammül etmeyecekti. Biraz önceki özeninin aksine bu kez sertçe kollarını uzatarak belini kavramış onu kendi bedenine çekmişti. Ani hamlesi ile şaşkına uğrayan Clarissa, çırpınmaya başladığında, ellerini üzerinden çekmesini söyleyen sözlerine aldırış etmeden kulağına doğru fısıldamıştı.

"Ben böyle uyuyacağım. Bir sakıncası varsa da kendine sakla."

YAZAN; MİRENA MARTİNELL


Clarissa Ludovico

Sandrino Panzio

Rosia Panzio

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top