Bölüm 25 - ''Gökyüzü Kadar Mavi''
''Kendisinin olana düşkün bir adam olduğumu şimdiye kadar anlamış olman gerekirdi."
Muhteşem Güzellik
Bölüm 25 - Gökyüzü Kadar Mavi
Gün doğumu ile birlikte, dört ahşap direkli geniş yatağının içinde can acıtan bir baş ağrısı ile kıpırdandı Clarissa. Mavi yatak örtüsünün altında, yan dönüp bacaklarını kendine çektiğinde, ağrıyan başını ipekli yastığa gömüp dudaklarını ısırdı. Uzun parmaklarını saçları arasına daldırıp, acısını geçirmek adına masaj yapmaya başladı. Bununla birlikte saçlarından yayılan keskin şarabın kokusu burnuna doldu. Tüm yatağa yayılan keskin koku ağrısını daha beter bir hale sokarken, yüzünü tiksinti ile buruşturup, yumduğu yeşil gözlerini güçlükle araladı.
Bir kolundan destek alarak yatakta yavaşça doğruldu . Başı, her hareketinde daha fazla zonkluyordu. Acıyla yüzünü bir kez daha buruşturan Ludovico hanımı, şarap kokusu yayan saçlarını solgun yüzünden geriye itti. Dün gece, hayatı boyunca ilk kez böylesine körkütük sarhoş olmuştu. Dengesini bulmak için, yeşim yeşili gözlerini amaçsızca odada bulunan kaliteli ve şık eşyaların üzerinde gezdirirken dikkatini daha önce görmemi olduğu bir sandık çekti.
Soyunma odasına açılan kapının yakınına konulmuş sandığın, kapağı açıktı. Oturmakta olduğu yatağın içinde uzanıp, kıstığı yeşil gözleri ile yerdeki sandığı inceledi. İçine özenle yerleştirilmiş, kendi elbiselerini tanıması kolay olmuştu. Hali hazırda baş ağırı ile huysuz ve yeterince iyi düşünemeyen genç kadın, gördüklerini ilk aklına gelen şeye yormuştu. Beni gönderiyor! Öfkeyle soluyarak üzerindeki mavi kadife örtüyü yere fırlatıp, kendini yumuşak yatağından dışarı attı.
Soyunma odasında elbiseleri sandığa yerleştiren Berta, o öfkeyle soluyarak ince pabuçlarını ayağına geçirdiği sırada yatak odasında belirdi. Elinde tuttuğu kayısı rengi elbiseyle, hanımının baş ağrısı ile adeta deliye dönmüş halini gördüğünde şaşırmıştı. Eğdiği başını pabuçlarından kaldıran Clarissa, yeşil gözlerini ona çevirmişti. Önce hizmetlisinin elinde tuttuğu elbisesine ardından şaşkın yüzüne öfke ile bakmıştı.
"İblis herif, metresi ile daha rahat gönül eğlendirmek için beni göndermek istiyor. Sen de ona yardım mı ediyorsun Berta?!"
Acı dolu bir baş ağrısı ile mücadele eden Clarissa'nın sesi kızı paylar gibi çıkışmıştı. Soyunma odasının kapısı önünde kalan hizmetli yanlış anlaşılmayı düzeltmek için ağızını açtıysa da Clarissa, onu havada savurduğu eliyle susturmuştu. Ayağına geçirdiği pabuçları ve beyaz geceliği ile sert adımlarla ilerleyip çift kanatlı kapıyı gürültüyle açmış, kendini hole atmıştı.
Malikanenin üst katında, doğu kadının en sonundaki odaya ilerlerken sert adımları, altına serilmiş halıya gömülüyor, kumral saçları hızıyla savruluyordu. Tıpkı kendi yatak odası gibi çift kanatlı kapının önüne geldiğinde öfkesi baş ağrısını unutturmuştu. İzin alma zahmetine girmeden önündeki kapının tokmağını çevirmiş, içeri daldığında kapıyı geriye savurmuştu.
Koca bir gürültü kopararak kapanan kapının sesi, tüm malikanede yankılanmıştı. Kapının tam karşısındaki pencerenin önünde olan Andreani, tek bir kasını dahi oynatmadan yönünü ona dönmüştü. Yatak odasına, kelimenin tam anlamıyla baskın yapan karısının, bir sonraki hamlesini bekliyordu. Üzerinde uzun bacaklarını saran koyu renk pantolonu ve deri çizmeleri vardı, üstü çıplaktı.
Clarissa, aralarındaki mesafeyi öfkeli adımları ile kapattı ve adamın çıplak göğsüne iki eliyle vurduğunda dağılmış hali ile bağırdı.
"Ben hiçbir yere gitmiyorum! Beni öylece bir kenara atamazsın! Duydun mu beni?!Beni başından atıp, metresini kendi yatağına almaya niyetliysen hayal kırıklığına uğrayacaksın!"
Clarissa'nın göğsüne vurmasıyla bir adım gerilemişti Andreani. Titrek nefeslerle inip kalkan göğsü ile karşısında duran karısına bakarken, kahkaha atmamak için kendini var gücüyle sıkıyordu. Dün akşam söylediklerini ve onu bizzat yatırmış olmasını hatırlamayacağını tahmin etmişti. Bu durum ona inanılmaz bir eğlence sunuyordu. Sakin tutmaya çalıştığı sesindeki tını, içinde patlamaya fırsat kollayan kahkahasını ele veriyordu.
"Hizmetlinin hazırladığı sandığı mı kastediyorsun?"
Karşısındaki adamın gülmemek için kendini nasıl sıktığını görebiliyordu Clarissa. Bu durum, akşam içtiği onca içkinin sonucu olan baş ağrısı ile oluşan gerilmiş sinirlerine iyice dokundu. Çattığı kaşlarıyla başını sallayarak onaylamıştı. Bunun üzerine elini havaya kaldıran kocası, kendi yatağının ucundaki açık sandığı işaret ederek konuştu.
"Clarissa, sana günler önce Roma'ya gideceğimizi söylemiştim. "
Adamın işaret ettiği yöne başını çeviren Clarissa, üste kül grisi bir ceket yerleştirilmiş kıyafetlerin olduğu sandığı bakakalmıştı. Üzerine çöken kafa bulanıklığından kurtulma çabasıyla saçlarını geriye çekti. Andreani ile Roma'ya seyahat etme konusunu konuşup konuşmadıklarını hatırlamak için zorlamıştı zihnini. Bölük pörçük olsa da hatırlayabilmişti. Düştüğü durumun utancıyla söyleyecek bir sözü yoktu. Andreani'nin eline büyük bir koz vermişti.
Karısını izleyen Andreani, sırıtan ifadesi ile bir adım atarak, iki elini kızın kollarına yerleştirmişti. Bu temasla Clarissa'nın yeşil gözleri yüzüne dönmüştü. Eğlenceli parıltılar saçan mavi gözleri ile huysuzlanan yeşil gözlerinin içine bakmış, yüzünü ona doğru eğmişti.
"Papa Cenaplarının, her yıl düzenlediği turnuva ve şenlik için Byanca ve Dante'nin köşkünde kalacağımızı söylemiştim. Bu sabah öğrendiğime göre, hizmetline eşyalarını hazırlamasını söylememişsin. Bende seni uyandırmadan hazırlamasını söyledim. Konuştuğumuz gibi kahvaltının ardından çıkacağız."
Açıkça rezil olduğunu düşünüyordu Clarissa. Gördüğü sandıkları, adamın metresiyle daha rahat gönül eğlendirmek için onu göndermek istemesine bağlaması oldukça fevri bir hareket olmuştu. Yalana başvursa dahi durumu kurtaramayacağının bilincindeydi. Sessizce yutkunurken, içinde yükselen utancı gizlemek için çabalamaya başlamıştı. Buna rağmen, Andreani'nin sırıtan ifadesi onu telaşa sürüklüyordu. Dün geceye dair hatırladığı son şey birlikte akşam yemeğine oturduklarıydı. Yemeğin sonunu veya yatağına nasıl ulaştığını hatırlamıyordu. Berta'nın yardımı ile geceyi sonlandırdığını düşünse dahi Andreni'nin sırıtışı buna inanmasını zorlaştırıyordu.
Roma'da Papa Cenapları tarafından düzenlenen turnuvaya katılmayacak olsa dahi orada olmak istemişti Andreani. Dört gün sürecek turnuva ve şenlikte Lavinia ve Sandrino'da onlara eşlik edecekti. Bu süre zarfında Roma ve Viberto arasında her gün yolculuk yapmanın zahmetli ve gereksiz olduğunu düşünmüşlerdi. Bunun yerine Byanca'nın davetini kabul ederek Martelli Köşkü'nde kalmaya karar vermişlerdi.
Sözlerini bitiren Andreani, baş parmağı ile kolunu ufak hareketlerle okşamaya başladığında Clarissa adama bakakaldığını ancak o an fark etti. Yeşil gözlerine huysuz ifadesini tekrar yerleştirip kendini toparladı ve silkinerek adamın tutuşundan kollarını kurtardı.
"Yine de bu, metresinin koynuna girdiğin gerçeğini değiştirmiyor. "
Elleri arasından kurtulan karısının aşağılayıcı bir ifadeye sahip güzel yüzüne bakıyordu Andreani. Neredeyse tüm gece uyumamış, sarhoş karısının sözlerini düşünmüştü. Şüpheci bir mizaca sahip olan adam, duyduğu sözleri defalarca kafasında evirip çevirmiş, Clarissa için ne anlam ifade ettiğini anlamaya çalışmıştı. Hala gururunun kırıldığı için bu tepkiyi verdiğini düşünmek istese dahi sözlerinin içindeki kıskançlığı açıkça sezmişti. Bu umut ışığı, onu çocukça bir sevincin içine sürüklüyordu.
Dün akşamki samimi kırgınlığı, bu sabah yerini hırçın bir kadına bırakmıştı. Fakat Andreani tüm bu çelişkili haline rağmen gördüğü umut ışığının peşinden gitmeye kararlıydı. Artık tüm bu kısır dedikodulara bir son vermek istiyordu. Yavaşça bir adım atmış, karısının dirseğine ürkütmemek istercesine usulca dokunmuştu. Başıyla, pencere önündeki karşılıklı duran iki tekli koltuğu işaret etmişti.
"Bende uyandığında, seninle bu konuyu konuşmak istiyordum. Otur, konuşalım Clarissa."
Adamın neredeyse gülecek bir tavır takınıp aynı zamanda dengeli ve kendinden emin gözükmesi Clarissa'nın gergin sinirlerine dokunuyordu. İçleri gülen mavi gözlerden bakışlarını çektiğinde, üst kısmının çıplaklığına kaydı. Andreani'yi bu şekilde daha önce görmüş olsa dahi o an adamın yatak odasında, nefes kesici derecede erkeksi ve yakışıklı görünürken yalnız kalmak iyi fikir gibi durmuyordu. Kuruyan boğazıyla yutkunarak tıpkı adam gibi dengeli ses tonu ile konuşmaya çalıştı.
"Başım ağrıyor. Metresinle olan anılarını dinleyemeyeceğim. "
Bununla birlikte, yatak odasından çıkmak için arkasını dönmüştü Clarissa. Fakat, daha bir adım dahi atamadan Andreani, tekrar kollarını kavramış onu kendine döndürmüştü. Anlayışlı fakat hiçbir itiraz kabul etmeyen sesiyle isteğini tekrarlarken, mavi gözleriyle bir kez daha koltuğu işaret etmişti.
"Clarissa, otur."
Yeşim taşı gibi parlayan gözlerini devirip, kollarını geriye çekerek ellerinden kurtulan karısının geniş arkalıklı şarap rengi koltuğu oturmasını sabırla bekledi Andreani. Nihayet öfkeli homurtuları ile yerine yerleştiğinde, hareketlenmiş yatağının önündeki divanda duran beyaz gömleğine uzanmıştı. Ellerini oturduğu koltuğun kolçaklarına yerleştirmiş, çattığı kaşları ile onu izleyen karısını gözleyerek beyaz göleğini önce kaslı kollarından geçirmişti.
"Dün akşama dair hiçbir şey hatırlamıyorsun değil mi?"
Gömleğini geniş kaslı göğsüne yavaş hareketlerle geçiriyordu Andreani. Önce adama meydan okumak istercesine bakışlarını kaçırmamıştı Clarissa. Şimdi ise kendi isteği ile izlemeye başlamış, gözlerini bedeninden alamıyordu. Fakat adamın manalı ses tonu ile kalbinde hissettiği esrarengiz ürpertiyle yeşil gözlerini önünde oturduğu pencereye çevirdi.
"Hatırlamam gereken bir şey mi var?"
Sorusu Andreani'yi keyifle gülümsetmişti. Gömleğinin önündeki bağlara gelişigüzel bir düğüm attığında ilerlemiş, Clarissa'nın karşısındaki tekli koltuğa oturmuştu. Uzattığı eliyle karısının küçük çenesini tutmuş, yüz yüz bakmalarını sağlamıştı. Ardından dirseklerini koltuğun kenarlarına dayayan adam, büyük ellerini önünde birleştirmişti. Geniş bedeni tam Clarissa'nın önündeydi, gözleri ise karısının yeşil gözlerin kenetlenmişti.
"Kabul ediyorum, senden önceki hayatımda pek çok tatsız hikaye var. Çünkü geçmişte hiçbir zaman kimsenin ne dediği umursamadığım gibi ne istersem onu yaptım. Geçmişimi değiştiremem Clarisaa. Fakat hepsinin senden önce olduğunu bilmen gerekiyor. Seninle Roma'daki şenlikte karşılaştığımızdan bu yana hiçbir kadınla görüşmedim. Görüşmeyeceğim de. Kavgamızın sonunda söylediğim o söz kızgınlığımın bir ürünüydü. Sana çok öfkeliydim, kabul ediyorum canını yakmak istedim. Fakat ben seni aldatmadım. Sözlerimi gerçekleştirmeyi bir an olsun düşünmedim dahi. Giu-"
Karısının dün akşam, Giulia'nın adını kullandığında verdiği tepkiyi hatırlayan Andreani, ani bir şekilde duraksadı. Ne öfke ne de kırgınlık içermeyen Clarissa'nın boş gözlerine bakarak kendini düzelttiğinde devam etti.
"Evet o kadını görmeye gittim. Fakat, durum Roma'da konuşulduğu gibi değil. Onu evliliğimizden uzak durması için uyarmam gerekiyordu. Konuşulanların hepsi büyük bir yalan, insanlar dedikodu yapar biliyorsun. Ben sadece öfkeliydim. Kabul ediyorum, bu durum fazlasıyla uzadı. Eve uğramadığım akşamlar seni yalnız bıraktım, yapmamam gerekirdi. Her ikimize de zaman vermek istedim. Bu kadar. Clarissa, bana inanmalısın ben seni aldatmadım."
Clarissa, boş gözlerle ona bakmaya devam ederken, Andreani önünde kenetlediği ellerini çözerek karısına doğru elini uzatıp dizine elini koydu. Clarissa, bu temasla birlikte gerilse dahi kendini geri çekmemişti. Adamın mavi gözlerinin içine sakinlikle bakıyor, onu inceliyordu. Dün akşam ürkütücü bir sarhoşluğa bürünen karısının bu sakin tavrı Andreani'yi endişelendirmeye başlıyordu.
"Clarissa, sana söz veriyorum bundan sonra böyle dedikodularla karşılaşmayacaksın. Hata benim, yeterince dikkatli değildim. Fakat gerçek olmayan bir şey için kendini daha fazla sıkıntıya sokmanı istemiyorum. "
Tekrar tepki alamayan adam, bu kez oturduğu koltuğun ucun gelerek bedenini ona daha fazla yaklaştırmıştı. Elini üzerine koyduğu dizini, hafifçe hareket ettirirken bir tepki almayı amaçlıyordu.
"Clarissa, bir şey söyle."
Yeşil gözlerini adamın üzerinden ayırmamış Clarissa, içine derin bir nefes çekmişti. Bunca sözün ardından artık ağzından bir şeyler dökülmeliydi. Fakat bu kez gerçek hislerini bir maskenin ardına saklamayacak, durumu tüm çıplaklığı ile dile getirecekti. Oturduğu koltukta, güçlü karakterini simgeleyen çenesini dik tutmak için var gücünü harcıyordu. Lakin konuştuğunda sesi ile titriyor, yeşil gözleri öfkeli bir kırgınlıkla parlıyordu.
"Beni, hizmetçilerin, ailemin, ailenin ve tüm Roma ve Viberto'nun gözü önünde küçük düşürdün. İki kez."
"Clarissa, doğru olmadığını söyledim. Be-
Adamın dizinde duran elini kavramış Clarissa, ürkütücü bir biçimde kibar davranarak tuttuğu büyük eli onun dizine bırakmıştı. Sesi, takındığı o keskin sakinliğe sahipti.
"Ne fark eder ki ? Gerçek ya da değil. O kadınla birlikte olmadığını söylediğin için sana teşekkür etmeyeceğim. Bugün Roma'ya gittiğimizde, insanların yüzüme gülümseyip arkamdan konuşmayacağını söyleyebilir misin? Hayır. Çünkü konuşacaklar. Ben insanların ne söylediğine bakarım."
Andreani, Clarissa'nın sözlerinin doğrulunu fark ettiğinde, yüz hatları mahcup bir ifadeye bürünmüştü. Bakışlarını kısa bir an kaçıran Ludovico asilzadesi, güçlükle tekrar karısına çevirmişti. Onun aksine Clarissa, tereddütsüz bakışlarını bir an olsun üzerinden çekmemişti.
"Saygıyı bir kenara bırakmayacağım Andreani. Asla. Bana hayatım boyunca hiç kimseden duymadığım kadar ağır sözler söyledin, bana el kaldırdın, aşüften ile beni küçük düşürdün. Üstelik sonuncusunu iki kez yaşadım. Daha fazlasına katlanmayacağım. Hakkettiğim saygıyı elde edene kadar, yanında durup ideal bir eş gibi davranacağım. Fakat senin adını o kadınla birlikte duymaya devam ettiğim sürece benden daha fazlasını göremeyeceksin. "
Beyaz geceliği, dağılmış saçları ve akşamdan kalma haliyle bile Clarissa Virgilio, soylu kişiliğinin kalıntılarını kolayca gözler önüne serebiliyordu. Düşüncelerini vakur bir duruşla sürdürmüştü. Canı yanmıştı ve daha fazlasına katlanmamakta kararlıydı. Sözlerinin sonuna geldiğinde, oturduğu koltuğun kenarlarına duran ellerinden destek alarak, ayağa kalkmak istemişti.
"Her ikimizde kendimizi ifade ettiğimize göre, artık Roma için hazırlanmak istiyorum."
Ne var ki Andreani, konuşmalarının bittiğini düşünmüyordu. Büyük ellerini çevik bir hamleyle uzatıp kollarını kavramış, karısını yumuşak deri kaplanmış şarap rengi koltuğa oturtmuştu.
"Andreani, odama gideceğim. Kollarımı bırak!"
"Hayır. Konuşmamız henüz bitmedi."
"Benim için bitti!"
Tutuşundan kurtulmak için çırpınan Clarissa'nın sözlerini umursamamıştı Andreani. Dün akşamın ardından geri adım atmaya niyetli değildi. Onu şaşkına düşürecek bir hızda ellerini kollarından çekmiş, kulplarını kavradığı tekli koltuğu kendine yaklaştırmıştı. Koltuğun, taş zeminde sürtünme sesi tüm odada yankılanırken, Clarissa dengesini kaybetmişti. Yeşil gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Karşılıklı oturdukları koltukların arasında hiçbir mesafe kalmadığında artık dizleri Andreani'nin bacakları arasında kalmıştı.
Clarissa'nın koltuğunun kenarlıklarına yerleştirdiği ellerini çekmemişti Andreani. Karısını, koltukta kolları arasında sıkıştırmıştı. Sinirli bir ifadeyle adama bakmaya devam etse de kaçacak bir yeri kalmadığının farkına varmıştı Clarissa. Bedenini olabildiğince geri çekmişti fakat yüz yüze olmalarını engelleyememişti.
Ne var ki, kısa bir farkındalığın ardından siniri yerini meraka bırakmıştı. Andreani'nin yüz hatları Clarissa'nın daha önce deneyimlediği bir ifadeye bürünüyordu. Başını önce önüne eğmiş, ardından tekrar onunla yüz yüze geldiklerinde karşısında, yakındığı o karanlık adam yoktu.
"Kabul ediyorum, hata ettim. Seninle o şekilde konuşmamam, el kaldırmamam gerekirdi. Hatalıyım. Yaptıklarımdan gurur duymuyorum. Fakat şimdi sana şerefim üzerine söz veriyorum. Bir daha asla sana el kaldırmayacağım, Seninle o şekilde konuşmayacağım. Asla. "
Bir elini koltuktan çeken Andreani yavaşça onu dinleyen karısına uzatmıştı. Omuzuna düşen hayran olduğu kumral buklelerden birine dokunmuş, sözlerine devam etmişti.
"Clarissa, tanıştığımız andan itibaren sana saygı duyuyorum ben. Evet, içimde öfkeli bir adam var. Tekrar öfkelenmeyeceğimin, bağırmayacağımın garantisini veremem. Fakat bir daha asla o kadar ileri gitmeyeceğimin sözünü verebilirim. Geçmişimi ya da olduğum adamı değiştiremem. Elimden bir tek daha anlayışlı olmak gelir, o konuda da elimden geleni yapacağım. Ben hala mutlu bir evliliğimiz olsun istiyorum. "
Elinin arasındaki kumral saç tutamını usulca bıraktı Andreani. Bu kez çıkık elmacık kemikleri, pürüzsüz teni ve dolgun dudaklarının olduğu yüzüne uzanmıştı. Elinin sırtıyla yavaşça solgun yanağını okşamış, alnına düşen bir tutam saçı kaldırırken Clarissa'nın tepkisini gözlemliyordu. Yemyeşil gözler şaşkın ve masum bakıyordu.
Clarissa ellerini kucağında birleştirmiş, parmaklarını bir açıp bir kapatırken gözleri adamın üzerindeydi. Andreani'ye bu kadar yakın olmasının, onunla yüz yüze oturmanın, ellerini bedeninde duyumsamanın verdiği sıcak hisle baş etmeye çabalıyordu. Clarissa, adamın öfkesine alışmıştı fakat bu anlayışlı yumuşak tavrıyla mücadele etmesi zordu. Öfkesi ve kibrinden yakındığı adamın neredeyse bir özrü andıran bu sözlerine kesinlikle hazırlıklı değildi.
Tüm o anlayışlı sözlere cevap veremeyecek kadar kendini uyuşmuş hisseden Clarissa, istemsizce adamın son cümlesine odaklanmıştı. Aklına beş hafta önce söylediği şeyler geldi; "Bizi boşatacak güce sahip değilim fakat bundan sonra sana hiçbir sorun çıkarmayacağım. Bitti bu evlilik." O gün Andreani'nin bu sözleri ruhuna sert bir tokatmışçasına çarpmış canını yakmıştı. Bu gün ise adamın mutlu bir evlilik isteyen yumuşak sesinin tınısı zihninde hafif bir esintiyle yankılanıyordu.
"Evliliğimizin bittiğini söylemiştin."
Bu sözleri duyduğunda ciddi olup olmadığını anlamak için gözlerini kısarak karısını inceledi Andreani.
"Sen de buna inandın mı?"
Yeşil gözlerin içinde, haftalar önceki sözlerine inananmış kadını gördüğünde başını arkaya attı ve erkeksi bir kahkaha patlattı. Nihayet kahkahası sona erdiğinde Clarissa'nın onu izleyen huysuz bakışlarını ve kızarmış yüzünü gördü. Bu haline aldırmadan, gülümseyerek yanağına elini yerleştirdi.
"Ah Clarissa.. sen hayatımda gördüğüm en zeki kadınsın. Fakat söz konusu ilişkiler olduğunda oldukça cahilsin. İnanarak söylemediğimi bilmen gerekirdi. Bu evliliğin bitmesi söz konusu dahi olamaz. Sen benimsin, karımsın. Ve benim, kendisinin olana düşkün bir adam olduğumu şimdiye kadar anlamış olman gerekirdi. Benden bu kadar kolay kurtulamazsın su perisi."
Clarissa, bu sahiplenici sözler karşısında yüzünü buruşturmuş, adamın yüzündeki elini savuşturmuştu. Kocasının son söylediği, rahatsız edici hitap şeklinin manidarlığını da kaçırmamıştı Ludovico hanımı.
"Andreani, bana o şekilde hitap etme. "
Etkileyici bir gülümseme ile başını yana eğdi genç adam. Bir süre Clarissa'nın soğukkanlılığını yitirmiş halini inceledi. Oturduğu yerde doğrularak, ellerini tekrar karısının koltuğunun kenarlarına koydu. Clarissa'yı bir kez daha kolları arasında bırakmıştı.
"Nedense, sana karşı hatalarımı kabul ettiğim bu konuşma, senin de bana karşı yaptığın hatayı aklıma getirdi. Madem evliliğimizdeki hataları konuşuyoruz, sıra sende."
Clarissa, şaşkınlıktan ağzı açık kalmış bir vaziyette adamın gökyüzü kadar mavi gözlerine bakakalmıştı. Ciddi olmadığını düşünmek istese dahi Andreani, tam önünde çok doğal bir şeyden söz eder gibi ciddiydi.
"Ciddi olmazsın! Bu işler karşılıklı olmuyor! Hiç utanma yok mu sende?"
Gözlerinin içindeki keyifli bir parıltıyla, şaşkınlıkla haykıran karısına gülümsüyordu Andreani.
"Hatanı kabul etmek ancak erdemini gösterir güzelim. İstersen sana yardımcı olabilirim: Andreani, arkandan iş çevirmem doğru değildi. Hata ettim. Söz veriyorum , artık senden hiçbir şey gizlemeyeceğim.. Buna benzer şeyler söyleyebilirsin."
Oturduğu koltukta kendini geriye çeken Clarissa'nın yüzü şaşkınlık ve hayretle tuhaf bir hal almıştı. Adamın pişkinliğine inanamayan genç kadının yeşil gözleri büyümüştü. Konuştuğunda sesindeki histeri tınısı vardı.
"Andreani, sen delirmişsin. Yüce İsa, gerçekten aklını yitirmişsin. "
"Evet. Deli olduğumu söylerler."
İçinde kabaran hayret ve şaşkınlıkla başını iki yana sallamıştı Clarissa. Adamın bu pişkinliğine belki de tüm ömrü boyunca alışamayacak ve kendini her seferinde hayrete düşmekten alamayacaktı. Pietro konusunda hata yaptığını kendine itiraf etmişti fakat adama bunu öğrenme zevkini yaşatmak istemiyordu.
"Dediğini yapmayacağım. Kibirli, utanmaz budala adam."
Dün akşamın ardından bu hakaretler Andreani'yi rahatsız etmiyordu. Bir gece önce, karşısında kenara atılmış bir pabuç gibi hissettiğini söyleyen karısına sinirlenemiyordu. Clarissa, gerçek hislerini donuk bir maske ardına saklamayı birçok insandan iyi beceriyordu. Ve Andreani artık karısının sözlerine değil, davranışlarına göre yargılaması gerektiğini öğrenmişti. Keyifli suratındaki kendini beğenmiş bir sırıtışla kasılarak bedenini Clarissa'ya yaklaştırmış, yakınlıklarından rahatsız olan karısına göz kırpmıştı.
"Clarissa, hep inat ediyorsun. Şimdi ya hatanı kabul edersin ya da .."
Andreani arsızca gülümseyen yüzünü, ağır ağır onun panikten kaskatı kesilmiş yüzüne yaklaştırması ile boğuk bir hıçkırık çıkarmıştı Clarissa. Adamın üzerine eğilmesiyle koltukta gerileyen genç kadının beline ani bir sızı saplanmıştı. Yüzünü, adamın yüzünden uzak tutmak için var gücünü harcıyordu. Panikten boğuklaşmış sesiyle sormuştu.
"Ya da ne?"
"Ya da seni öperim."
Koltuğunun maun ağacından yapılma kenarlarına yerleştirdiği elleriyle üzerine eğilmiş olan Andreani'ye bakıyordu genç kadın. Geniş omuzları, koltukta oturan Clarissa'nın neredeyse tüm bedenini kaplayacak kadardı. Tüm görüş açısını kapatmıştı. Tereddütle adamın canlı mavi gözlerinin içine baktı. Andreani'nin gözleri onun dudaklarına çevrilmişti. Clarissa'nın vücudu inanılmaz bir heyecanla sarsıldı. Ne var ki gururu heyecanını bastırmayı başardı. Başını yana çevirerek, Andreani'nin göğsüne koyduğu elleri ile onu itti. Bu reddedilişi büyük bir sakinlikle karşılayan Andreani, tekrar koltuğuna oturmuştu. Fakat aralarında mesafe olmayan koltukları yüzünden hala oldukça yakınlardı.
Adamın sıcacık nefeslerini kısa bir an önce yüzünde hisseden Clarissa, hissettiği hafif sarhoşlukla bir çırpıda konuşmuştu.
"Kabul, hatalıydım. Arkandan iş çevirmem doğru değildi. Söz veriyorum, artık senden hiçbir şey gizlemeyeceğim."
Andreani, sanki ılımlı sözleri ile hiç çelişmiyormuşçasına huysuz yüz ifadesi ile ona bakan karısına gülümsemişti. Bir elini ona doğru uzatıp, yumuşattığı sesiyle konuşmuştu.
"Teşekkür ederim. Şimdi, sol elini bana ver Clarissa."
Clarissa, kocasının ona uzattığı eline baktı. Büyük avucunu açmış olan adam, elini içine bırakmasını istiyordu.
"Neden?"
Sorusu ile Andreani, gözlerini devirmişti. Kucağında birleştirdiği ellerini çözen Clarissa, gönülsüzce sol elini adamın büyük avucunun içine bırakırken, göz göze gelmişlerdi.
Andreani, bir eliyle karısının elini çevirip kavrarken, diğer eli pantolonunun cebine uzanmıştı. Andreani'nin kendi beyaz teniyle tezat oluşturan yanık teninden yayılan sıcacık his genç kadının içinde kıpırtılara yol açmıştı. Sessizlikle yutkunmuştu. Cebinden çıkardığı bir önceki Ludovico hanımı olan annesine ait yeşil renk yakut yüzüğü, karısının parmağına takarken kadifemsi bir tonla konuşmaya başlamıştı.
"Bu yüzüğü çıkarman hoşuma gitmiyor. Annemindi, artık senin. Aslında Ludovico hanımlarının birbirlerine ait yüzüklerle nişanlanmaları bir gelenek değildir. İlk önce sana uygun bir yüzük yaptırmayı düşünsem de annemin bana bıraktığı bu yüzüğün tam olarak seni yansıttığını fark ettim. Gözlerinle uyuyor, hem annemle tanışsaydınız eminim çok iyi anlaşırdınız. "
Clarissa, gökyüzünü andıran maviliğin derinliğinde kaybolmuş gibi Andreani'nin gözlerine bakıyordu. İnsanın içini sıcacık bir esinti ile okşayan ses tonu karşısında afallamıştı. İradesi gittikçe sarsılıyor, adama duyduğu öfkeye tutunamıyordu. Yakut yüzüğün takıldığı elini sıkıca kavrayan Andreani, bu kez uyarı içeren sesi ile Clarissa'yı etkisi altına almayı başarmıştı.
"Bana istediğin kadar öfkelenebilirsin, üzerime eşya dahi fırlatmana izin veririm. Fakat bir daha yüzüğünü çıkarmayacaksın. Her ne olursa olsun bu yüzük, bu parmaktan asla çıkmayacak. Anlaştık mı Bayan Ludovico?"
Kalp atışlarını ele geçiren adama bakarken yutkunmuştu Clarissa. Bir an sessiz kalarak kendini toparlamaya çalıştı ve mimiklerini kontrol altına tutmaya çalışarak onayladı. Öte yandan adamın, evlilik alyansını çıkarmış olmasından rahatsızdı. Fakat bu durumu çözmeyi başka bir zamana ertelemenin daha iyi olacağına karar vermişti.
"Anlaştık, Bay Ludovico."
Memnuniyetle oturduğu koltukta geriye yaslanmıştı Andreani. Bir süre her ikisi de tek kelime dahi etmemiş, koltuklarında sessizlik içinde oturmuşlardı. Ne var ki sık sık birbirlerinin üzerine düşen bakışlarına da engel olmamışlardı. Clarissa, önce adamın üzerinde dolanan bakışlarından rahatsız olsa dahi kısa bir an sonra gerginliğinin manasız olduğunu düşünerek rahatlamıştı. Çenesini zarafet ve inatçı bir ifadeyle havaya dikmiş, kaçamak bakışlarını defalarca adama yöneltmişti. Büyük sessizlik oyununu bozan kişi Andreani, olmuştu. Dirseklerini koltuğunun kenarlarına dayanan adam, hiçbir şey olmamışçasına rahat ses tonu ile konuşmuştu.
"Hediyeni beğendin mi? Atından bahsediyorum."
Clarissa, yeşil gözlerini ona gözlerine çevirmişti. Rahat tavrı ile cevaplamıştı.
"Evet, çok beğendim. Muhteşem Düş harika bir at. Teşekkür ederim. Fakat neden bana hediye ettiğini söylemedin? "
Baş seyis yerine senden öğrenmek daha çok hoşuma giderdi, diyerek sözlerini bitirmek istese de sözlerinin devamını getirmemişti Clarissa. Bunun yerine teşekkürünü pekiştiren yumuşak bir tebessümle karşılık vermeyi seçmişti.
"Atı, haftalar önce ayırtmıştım. Söyleyecektim, fakat doğru zamanı gelmedi. Havanın güzel olduğu bir gün birlikte at bineriz. Sana hepsini olmasa da sana San Lorenchi bir kısmını gösteririm. "
Andreani ile birlikte kırda at binme fikri Clarissa'nın içini anlam veremediği bir şekilde heyecanla doldurmuştu. İnce bir duyarlılığa sahip Andreani, kesinlikle eğlenceli bir arkadaş olabiliyordu. Pek çok ülke gezmiş ve her konuda fikri olan adamla sohbet etmek Clarissa'nın öğrenme şevkini besliyordu. Bu yönü oldukça nadir ortaya çıkıyordu fakat Clarissa, o an daha fazlasını istediğini fark etmişti. Kırda at gezisi kesinlikle iyi bir başlangıç olurdu.
Kaldı ki simsiyah göz alıcı atının üzerinde, uzun çizmeleri, güçlü omuzları ve rüzgarla dalgalanan kahverengi saçları ile Andreani Ludovico görmeye değer bir manzara oluştururdu. Adamın topraklarında, onun hemen yanında at binme fikri Clarissa'nın her an daha fazla hoşuna gidiyordu.
"Lavinia'nın götürdüğü çayın bulunduğu arazi çok güzeldi. San Lorenchi'nin geri kalan kısmını görmek isterim."
Andreani onu başıyla onaylamıştı. Clarissa, başını çevirip önünde oturdukları pencereden gözüken kır manzarasını seyre daldı. Baş ağrısı hafif bir sızıyla tekrar kendini hatırlatmıştı. Bu sızı, aklına Andreani'nin odaya girdiği sıradaki her an kahkahalara boğulmaya hazır halini getirmişti. Bakışlarını hemen önünde oturan adama çevirdiğinde sesi, şüpheliydi.
"Dün geceye dair hiçbir şey hatırlamıyorum. Hayatımda ilk kez bu kadar fazla içtim. Sızıp kaldığımı düşünüyorum. Konuştuk mu? Bilmem gereken bir şey var mı?"
Ona manalı bir gülüşle bakan Andreani, boğuk ve gülen ses tonu ile cevaplamıştı.
"Bir düşüneyim.. birinci kalite doğu işi çini vazonun heba olmuş olmasından başka bilmen gereken bir şey yok."
Bir an şaşkınlık dolu bir ifadeyle adamın kendisi ile eğlenen ifadesine bakakaldı Clarissa. Malikanenin salonundaki, beyaz zemin üzerinde lacivert, turkuaz ve kırmızı renklerin ağırlıkta olduğu çiçek desenleri işlenmiş, gösterişli büyük vazoyu hatırladı. Oldukça yetenekli bir çini ustasının ellerinden çıkan vazonun heba olmasının hayal kırıklığıyla, Andreani'nin gülen yüzüne baktı.
"Kırıldı mı? Nasıl oldu?"
Andreani, karısının anlamamış gözlerinin içindeki hüznü gördüğünde, büyük bir kahkaha patlattı.
"Bizzat sen kırdın."
Bunu cevabı duyduğunda Clarissa'nın elleri yüzünü bulmuştu. İnlemeye benzer bir ses dudaklarından döküldüğü sırada uzun parmakları ile yüzünü kapatmıştı genç kadın.
"İsa aşkına, ben o vazoyu çok severdim."
Alaycı bir gülümsemeyle oturduğu koltukta doğrulan Andreani, Clarissa'nın yüzünü kapattığı ellerini nazikçe kavradı. Karısının yüzünden indirdiği ellerini avuçları arasına almıştı. Mavi gözleri, yüzü utançla al al olmuş karısının yüzündeyken muzip bir parıltıyla parlıyordu.
"Kendinizi üzmenize gerek yok hanımefendi. Kırdığınız vazo hediyeydi fakat bu kadar sevdiyseniz yenisi için sipariş vereceğim. Fakat bu kez parasını senin harçlıklarından keseceğim. Bu da en az beş aylık harçlığın demek."
Kendini tümüyle Andreani'nin mavi gözlerinin içindeki muzip parıltıya ve kaygısız gülümsemesine kaptıran Clarissa, kumral kaşlarını havaya kaldırmıştı. Yüz ifadesi kızgınlık ve tebessüm arasında gidip geliyordu.
"Aklı sıra benimle eğleniyorsun değil mi? O vazonun parası senin için hiçbir şey."
Uzun bir aradan sonra, dün gece karısının dudaklarının tadına kısa bir olsa dahi bakmış olan Andreani, şimdi onu kolları arasına alıp, kucağına çekerek bu kez gerçek bir öpücük vermemek için kendini zor tutuyordu.
"Evet. Sinirlendiğinde, yanakların kızarıyor. O soğuk, inatçı kadın yok oluyor."
Andreani'nin kendine duyduğu kibirli güveni ve keyifli sırıtışını daha fazla izlemek istemeyen Clarissa, yatak odasından ayrılmak için ayağa kalkmaya yeltendi. Bu hareketliyle bacağı adamın kaslı bacağına sürtünmüştü.
"Sana daha fazla tahammül edemeyeceğim. Gidiyorum."
Andreani, geçmesi için bacağını kenara çekmişti. Yatak odasının içinde ilerleyen Clarissa, adamın ona seslenmesiyle olduğu yerde gönülsüzce yan dönerek yeşil gözlerini üzerine çevirmişti.
Yakışıklı yüzüne kusursuzca uyan şeytani bir gülüşle, karısına bakıyordu Andreani.
"Yine de bazı şeylerimi seviyorsun. Mesela, geniş omuzlarımı, kahverengi saçlarımı ve gökyüzü kadar mavi gözlerimi."
Clarissa, yutkunmuş tek kelime dahi edememişti. Andreani'nin sözleriyle zihninde bazı bulanık görüntüler oluşsa dahi tam anlamıyla hatırlayamıyordu. Bu bilinmezlik onu daha fazla endişelendirirken, kalp atışlarını tüm vücuda hissediyordu. Geceyi hatırlamıyordu ve Andreani'nin tavrına bakılırsa daha fazlası vardı. Ne var ki kocası dün geceye dair bir bilgi daha vererek onu iyice şüpheye düşürmüştü.
"Umarım geceliğini de beğenmişsindir. Bizzat ben seçip, giydirdim."
Adamın sözlerine daha fazla katlanacak gücü yoktu Clarissa'nın. Arkasını dönmüş, aceleci adımlarla odanın kapısını bulmuş, hızla kendini hole atmıştı. Kendi yatak odasının olduğu batı holüne ilerlemeye başlarken, başını eğmiş geceliğinin kaldırdığı yakasından bedenine bakmıştı. Geceliğinin altında içliğini gördüğünde bir anlık rahatlasa dahi Andreani'nin son sözleri kulaklarında yankılanıyordu. Elleri titremeye, kesik kesik soluk almaya başlamıştı. Kendini yatak odasına atıp sırtını ahşap kapıya dayadığında, utancından yüzü kıpkırmızı bir haldeydi.
**
Roma
Clarisaa, Martelli Köşkü'nün gökkuşağını andıran neşeli ve sıcacık salonunda, yanında Byanca ve Lavinia ile birlikte, büyük taş kemerli pencerenin önünde yerleştirilmiş sedirin üzerinde oturuyordu. Viberto'daki malikanelerinde, Andreani ile yaptıkları konuşmanın ardından Berta'nın yardımı ile yıkanıp akşamdan kalma halinden arınmış, Roma için hazırlanmıştı. Kısa süren kahvaltının ardından, onlar için hazırlanan büyük at arabasına, eşlik eden bagajlarını taşıyan bir başka at arabası ve korumalarla Roma'daki Martelli Köşk'üne yola çıkmışlardı.
Ludovico armalı at arabasının tekerlekleri, köşkün önünde durduğu ilk an, Byanca muhafızların açtığı ağır ahşap oymalı kapıdan neşe içinde çıkarak ağabeyi ve eşini karşılaşmıştı. O sabah, denizkızlarını andıran uzun sarı saçları ve ağabeyi ile aynı renk parlak mavi gözleriyle göz alıcı görünüyordu. Sıcacık sevgi dolu bir karşılaşma sunan kadın her ikisine de sıkıca sarılmıştı. Hemen arkasında, Dante ve üç yaşındaki tatlı oğulları Luca vardı. Luca, Andreani ile göz göze geldiğinde gülümsemiş, tombul elinde tuttuğu ahşaptan küçük bir kılıçla yanlarına ilerlemişti. Siyah parlak saçları ve büyük bir ciddiyetle elinde tuttuğu küçük kılıcıyla Dante'nin minyatür bir kopyasıydı. Annesinden aldığı tek özelliği canlı mavi gözleriydi. Clarissa, gülümseyerek küçük oğlana bakarken Andreani eğilmiş, yeğenini kucağına almıştı. Minicik elinde tuttuğu tahta kılıcını Andreani'ye göstererek, heyecanla kılıcını kimin yaptığını anlatmaya başlamıştı Luca. Hep birlikte köşkün salonuna ilerledikleri sırada Clarissa, tüm ilgisini yeğenine vermiş, küçük çocuğun anlattıklarına ciddiyetle cevaplar veren Andreani'yi büyülenmiş gibi izlemişti.
Kısa bir zaman sonra, Sandrino ve Lavinia da Martelli Köşkü'ne ulaşmışlardı. Tıpkı ağabeyi eşini karşıladığı gibi kuzenlerini de kapıda karşılaşmıştı Byanca. Ne var ki bu kez neşe içindeki tavrına aynı şekilde karşılık alamamıştı. Her iki misafirinin de yüzleri hiç olmadığı kadar asıktı. Sandrino, eğlenceli mizacını hala taşıyor olsa dahi normal zamandan daha durgundu. Lavinia ise açıkça mutsuz ve ağlamış görünüyordu. Endişeli bir sessizlik içinde, köşkün üst katındaki salonda onları bekleyenlere katılmışlardı.
Kenarları altın yaldızlarla çevrelenmiş mermer şöminenin çevresine yerleştirilmiş, lavanta rengi kumaşlar kaplanmış yumuşak koltuklarda yerlerini aldıklarında Sandrino, durumu açıklamıştı. Lavinia'nın yakın zamanda Bastiano Maurilio ile nişanlanacağını haberini vermişti. Clarissa'nın hemen yanında oturan Lavinia, ağabeyini hayal kırıklığı içinde dinlemişti. İki aile arasındaki nişan görüşmeleri bittiğinde, duyurmayı planladıklarını söylemişti. Roma'da düzenlenen şenlikte, Lavinia'nın eşlikçileri ile birlikte yakında nişanlanacağı adamla görüşmesine karar vermişlerdi. Annesi Rosia Panzio'nun bizzat onayladığı bu görüşmenin bahsi tekrar açıldığında Sandrino ve Lavinia arasında yeni bir tartışmanın fitili ateşlenmiş olsa da Andreani ve Dante adamı turnuva için köşkten çıkarmayı başarmışlardı.
Clarissa, arkasına sıra sıra lavanta rengi ve krem tonlarından oluşan yumuşak yastıkların dizildiği sedirde, Byanca ile ortalarında oturan Lavinia'nın ağlamaklı yüzüne bakarken iç geçirdi. Biraz sonra, yakında nişanlanacağı adamla görüşmeye gidecek kıza baktıkça, Cesare'nin ne halde olduğunu düşünmekten kendini alamıyordu.
"Lavinia, hepimiz Rosia halamın bazen sert kararlar aldığını biliyoruz. Fakat belki de Bay Maurilio, sandığın kadar kötü bir adam değildir. Bakarsın ileride seversin. Lütfen, kendini böyle yıpratma. En karanlık geceler bile şafağa yol vermek zorundadır. Sandığının aksine mutlu olabilirsin."
Byanca, ağlamamak için dudaklarını var gücüyle birbirine bastıran Lavinia'nın ellerini avuçlarının arasın almış sevgiyle okşuyordu. Kuzeninin bir aşığı olduğunu bilmeyen kadın, sonuca ulaşmayacak bir teselli verme çabasındaydı. Fakat Lavinia, onun her yapıcı sözüyle başını usulca iki yana sallıyor, kibarlığını korumaya uğraşıyordu. Tüm bu durumun farkında olan Clarissa, onları hüzünlü gözleri ile izlerken konuşacak durumda değildi.
"İstemiyorum. O adamla mutlu olmam imkansız. Tüm bu acıları yaşamaktansa fakir bir ailede doğmuş olmayı yeğlerdim. O adamla evlenmek istemiyorum. O adamla görüşmek dahi istemiyorum."
Her an tekrar gözyaşlarını bırakmaya hazır bir halde olan kuzenini anlayışla dinlemişti Byanca. Kadın bu durumda ne yapacağını ne söyleyeceğini bilemiyordu. Gülümsediğinde yüzü güneş gibi parlayan, hayat dolu kuzeninin bu hali içini acıtıyordu. Uzanıp, sırtına ve omuzlarına pelerin gibi dökülen sarı saçlarını okşamış, şakağından usulca öpmüştü. Geri çekildiğinde sesi yumuşacıktı.
"Lavinia, sen çok zeki ve görgülü bir genç kızsın. Hiçbir bahanen olmadan görüşmeye gitmemek bir hanımefendiye yakışmaz. Hem, Sandrino'nun dediğine göre görüşmeniz kısa sürecekmiş. Hadi, izin ver seni hazırlayalım. Bu şekilde gidemezsin."
Lavinia'nın görüşmeye gitmemesi halinde Rosia Hala'nın saklı olan gerçeği daha hızlı öğreneceğinden şüphesi yoktu Clarissa'nın. Bu işin nasıl sonuçlanacağını kestiremiyordu lakin yaşanacakların hoş olmayacağını hissedebiliyordu. Kuzeni için endişe duyuyor hatta korkuyordu. Lavinia'nın umutsuzlukla düşmüş omzuna yavaşça elini koyduğunda konuşmuştu.
"Lavinia, bence Byanca haklı. Kısa bir görüşmeden zarar gelmez. Kısa zamanda gider gelirsin."
Lavinia, bakışlarını yavaşça sağ tarafında oturan Clarissa'ya çevirdi. İçine düştüğü umutsuzluk girdabının bilincinde olan genç kadın ona güven vermek istercesine gülümsemişti. Genç kız, Clarissa'yı en büyük destekçisi olarak görüyor, bu işe birlikte olduklarını düşünmek içini rahatlatıyordu. Byanca'yı gönülsüzce onaylamıştı Lavinia. Koluna giren kuzeni ile salonun çıkışına ilerledikleri sırada duraksayan Byanca, hala sedirde oturmakta olsan Clarissa'ya dönmüştü.
"Clarissa, gelmiyor musun?"
Yavaşça ayağa kalktı Clarissa. Byanca onu tatlı bir tebessümle izlerken gözlerinin içindeki buğulu ve üzgün ifadeyi gizlemeye çalışıyordu. Bakışlarını kaçırıp, elbisesinin eteklerini düzeltmeye koyuldu. Yeşim yeşili gözlerini tekrar Byanca'ya çevirdiğinde, kibarca gülümseyerek cevapladı.
"Aslında ben, Roma'ya gelmişken sanat atölyesine uğramayı düşünüyordum. Size eşlik etmezsem kabalık etmiş olur muyum?"
"Tabi ki hayır. Roma'yı ve aileni özlemiş olmalısın. Biz Lavinia ile birlikte hallederiz. Nasıl olsa daha günlerce birlikteyiz."
Byanca ve Lavinia, salondan ayrıldığında Clarissa, ellerini ince beline dayadı ve başını göğe kaldırarak nefesini dışarı bıraktı. Sanat atölyesine gideceğini söylediğinde, Lavinia'nın ağlamaklı gözlerinin içindeki umut ışıltısını görmek omuzlarına anlam veremediği bir yük binmesine neden olmuştu. Genç kadın Lavinia ve Cesare'nin aşkı hakkında nasıl bir yol izlemesi gerektiğinden emin olamıyordu. Panzio ailesinin kuzenine zarar verme ihtimali onu ölesiye korkutuyordu. Cesare'yi görmek zorundaydı Clarissa. Eğer kuzeni ile bu konuyu konuşmaz ve nasıl olduğunu bilmezse endişeleri bu konudaki tüm soğukkanlılığını yok ederdi.
Salona bir isteği olup olmadığını sormak için gelen hizmetliye Berta'yı yanına göndermesini söylemişti. Günlerden salıydı ve Cesare'nin bugün sanat atölyesinde olacağını biliyordu. Orada bulamasa dahi evinde olurdu. Her ihtimalle Cesare ile konuşmayı kafasına koymuştu genç kadın. Berta'yı beklediği sırada, düşünceleri istemsizce Andreani'ye kaymıştı. Papa'nın düzenlediği turnuvayı izlemeye, bizzat papa tarafından davet edilmiş olan kocasının sanat atölyesine gitmesine kötü bir tepki vereceğini düşünmüyordu. Eskiden olsa kızardı, emindi buna. Fakat bu sabah, karşısında geçmiş dengeli ve yumuşak ses tonuyla oldukça güven verici bir tavır çizen adamın daha anlayışlı olacağına dair verdiği sözü unutamıyordu. Adamın bu hali hoşuna gitmişti ve güvenmesine yol açmıştı.
Berta, kapıda belirince, bakışlarını süslü tavandan çekti. Yeşil gözlerini, ona bakan gri bir elbise içindeki kıza çevirdi.
"Berta, sanat atölyesine gideceğim. Cesare ile görüşmem gerek. Tommasso, muhtemelen Andreani'nin peşinden gitmiştir. Bizim muhafızlardan birini bul, benim için bir at arabası hazırlansın. "
Hanımının sanat atölyesine gitmekten bahsetmesiyle duraksayarak karşılık vermişti. Berta.
"Tommasso, Bay Ludovico ile birlikte gittiler hanımım. Bizzat gördüm. Fakat sizin için köşkte kalan muhafızlar var. Onlarla konuşurum."
Clarissa, hizmetlisinin Andreani'nin gölgesi olan adamdan bahsederken ses tonundaki değişimin bir an farkına varır gibi olsa da bunun üzerinde duramayacak kadar endişeliydi. Bir an önce Cesare ile konuşmayı kafasına koymuş kız, Berta'ya çabuk olmasını söylemiş, pelerini almak için Byanca'nın onlara verdiği yatak odasına koşar adımlarla yönelmişti.
Ludovico at arabasının küçük penceresinden Roma sokaklarını izleyen Clarissa, görüş alanına giren eski yapıyla oturduğu yerde sabırsızca kıpırdanmıştı. Yüzünde oluşan özlem dolu tebessümü ile sanat atölyesinin koyu renk taşlarla örülmüş aşina olduğu aşınmış duvarlarına bakmıştı. At arabası, atölyenin küçük kapısının önünde durduğunda, Clarissa'nın arabacının yardım etmesini bekleyecek sabrı kalmamıştı. Elbisesinin eteklerini tuttuğu gibi at arabasının kapısına yönelmişti.
Normal bir zamanda ağırbaşlılıkla, arabacının onun için kapıyı açmasını ve inerken yardım etmesini bekleyen hanımının, bu heyecanlı halini izleyen Berta, anlayışla gülümsemişti. Genç hizmetli, sanat atölyesinin, onun için pek çok şey ifade ettiğini biliyordu. Kuzeninin kurduğu atölyenin her aşamasında emeği vardı. Hanımı için bu taş bina sıkıntıları ve sorumluluklarından bir kaçış sunarken aynı zamanda mutluluğu ve Tanrı'nın yarattığı muhteşem güzelliği keşfetmenin bir aracıydı. Boyaların ve fırçaların yarattığı güzelliklere büyülüymüşçesine bakarken, belki de on beş yaşında omuzlarına binen sorumlulukları olmadan dilediğince özgür olabiliyordu.
Sanat atölyesinin tozlu koridorunda, attığı her adımda o tanıdık evde olma hissi genç kadının içini kaplamış, bununla birlikte yüzünde buruk bir tebessüm yer edinmişti. Sanat atölyesine geldiği son sefer aklına düşmüştü. Evli bir kadın olmadan önceki son gününü şu anda dahi net bir şekilde hatırlıyor, duyuyor, kokusunu alıyordu. Düşüncelere dalmış halde duraksayıp iki yanındaki atölyelere göz gezdirdi. Sağ tarafındaki büyük atölyeye yöneldiğinde, ardına kadar açık kapının eşiğinde durdu. Eski, hantal kapı değişmiş yerine yenisi gelmişti. Koyu renk büyük taşlarla örülmüş yüksek duvarların aşınmış yerlerine yeni sıvalar çekilmiş, eski eşyaların bir çoğunun yerine yenileri gelmişti. Düzlenmiş duvarlara, siyah renk tebeşirden yeni kadın bedenleri resmedilmiş, duvarlara parşömenlerin üzerine çizilmiş eskizler yapıştırılmıştı.
Yeşil gözlerini biraz mahcubiyet biraz merak ve özlemle, hararetli bir fikir çatışması yaşayan üç adama çevirmişti. Darmadağınık büyük atölyenin tam ortasındaki sanatkar Miche, ellerini beline yaslamış, başını iki yana sallarken, karşısındaki iki genç sanatkar gülümseyerek ona karşı çıkıyordu. Onları izlerken, bir zamanlar atölyenin en yetenekli gençlerinden biri olan Pietro'nun başına gelenlerin sorumlusu olma düşüncesi Clarissa'nın içine mahcubiyet ve utanç salıyordu. Atölyeye gelmenin belki de iyi bir fikir olmadığını düşünmeye başladığı sırada, arkasını dönen Miche ile göz göze gelmişti.
Miche, rengi beyazdan griye dönmüş eskimiş gömleği üzerine, bedenine büyük gelen rengi atmış soluk kahverengi bir yelek giymişti. Yeleğinin önü açık olan adam, seyrekleşmiş saçlarını kapatan bir şapka takıyordu. Bir zamanlar atölyede oldukça sık vakit geçirdiği genç kadını gördüğünde ağırbaşlı bir resmiyetle selamlayarak, onu test etmek istemişti. Fakat gözlerindeki sıcaklık ve şefkat seçiliyordu.
"Bayan Ludovico, sizi büyük görmek şeref."
O ana kadar mahcubiyetle ellerini önünde birleştirdiğinin dahi farkında değildi Clarissa. Mesafeli sözlerin aksine adamın gözlerinin içindeki sıcak ifadeyi gördüğünde atölyenin içinde bir adım atmış, mahcup tebessümünü göstermişti.
"Clarissa'yı tercih edeceğimi biliyorsun Miche. "
Miche, coşkulu adımlarıyla aralarındaki mesafeyi kapatıp, Clarissa'nın önünde kenetlediği ellerini toz oluşmuş nasırlı ellerinin arasına alarak ona keyifle sırıttı.
"Biliyorum çocuğum. Kendini özlettin. Seni tekrar burada görmek çok güzel. Sen benim, hem en yetenekli hem de en isteksiz öğrencilerimden birisin. Hoş geldin."
"Bende sizi özledim. Ayrıca, artık çizim yapmakta isteksiz değilim. Birçok şey çizdim, bir gün yanımda getirip sana göstermek isterim. Düşüncelerin benim için çok değerli. Fakat şimdi Cesare'yi görmem gerek. Burada mı?"
Genç kadının ellerini yavaşça bırakan Miche'nin keyifli ifadesi gölgelenmişti. Bakışlarını atölyenin içinde şöyle bir gezdiren adam, tekrar Clarissa'ya döndüğünde sesi endişeliydi.
"Burada. Fakat durumu iyi değil. Günlerdir atölyedeki odasında yatıyor. İlgilenmek istedim lakin derdinin ne olduğunu anlatmadı. Aslında burada olman iyi oldu. Gidip ilgilensen iyi olacak. Dağılmış bir hali var."
Clarissa, bu sözleri duyduğunda dudaklarını sıkarak güçlükle gülümsemişti. Cesare'yi görmekte ısrarcı olmasının doğru bir karar olduğunu görebiliyordu. Teşekkür maiyetinde, adamın koluna dokunup sıvazlamış atölyenin çıkışına doğru hareketlenmişti. Hole çıkacağı sırada tekrar Miche'nin ona seslendiğini duymuş, bedeninin bir kısmını dönerek sözlerini dinlemişti.
"Yan atölyede Leonzio, yeni bir heykele başladı. Eğer vaktin varsa, Cesare ile konuştuktan sonra birlikte bakarız. Umarım, hemen gitmeyi düşünmüyorsundur."
"Görmek isterim. Hemen gitmeyi düşünmüyorum."
Atölyeden çıkmıştı Clarissa. Sanat atölyesinde olmak ona ne kadar iyi geldiyse Cesare'nin çalışma odasına ilerledikçe içi bir o kadar hüzün ve çaresizlikle doluyordu. Tıpkı tüm sanat atölyesinin kapıları gibi kuzeninin çalışma odasına açılan aşınmış ahşap kapıda yenilenmişti. Elini kaldırıp yeni ahşap kapıyı tıklatmış, içeri davet edilmeyi beklemişti. Fakat iki kez tekrarlamasına rağmen ses alamayınca, sessizce açıp içeri süzüldü.
Cesare, çalışma odasına benzetilmiş küçük odada duvara dayalı bir ahşap sandalyede oturuyordu. Dirseklerini aralık duran dizlerine dayamış, parmaklarını saçlarının arasına geçirmişti. Yanındaki ahşaptan sehpanın üzerinde boşalmış bir kadeh ve şarap sürahisi vardı.
Kuzeninin onun bu halini görünce, kalbinin sızladığını hissetti genç kadın. Gözlerinde buğulu ve üzgün bir ifadeyle kuzenine öylece bakakalmıştı. Destek olması gerektiğini kendine güçlükle hatırlattığında üzüntüsünü yansıtmamak için dişlerini dudağına geçirmiş, yanına ilerlemişti. Üzerinde çeşitli kalın kitapların yığılı olduğu masanın yanındaki küçük sandalyeyi usulca onun önüne çekerken, Cesare eğdiği başını kaldırmıştı.
Dudakları, neşesiz yarım bir tebessümle kıvrılırken, bir eli adamın önüne koyduğu sandalyenin sırt kısmındaydı. Cesare onu, bitkin gözlerle izliyordu.
"Lavinia Panzio demek?"
Sandalyesine yerleştiği sırada, kuzeninin uykusuzluktan kan çanağına dönmüş gözlerini incelemeye başladı Clarissa. Sorusu ile umutsuzca ortamı yumuşatmaya çalışmıştı fakat Cesare, canı acırcasına yüzünü öteye çevirmiş, kısa tuttuğu sakallarının olduğu çenesini sıvazlamaya başlamıştı. Konuşmaya başladığında sesi fısıltıya benzerdi, mutsuzluğu sesine yanmıştı.
"Evet. Hem felaketim hem hayattaki en büyük şansım."
Adamın adeta ruhuna işleyen üzüntüsünü hissedebiliyordu Clarissa. Onu bu şekilde görmek istemiyordu. Cesare, belki de hayatında gördüğü en temiz kalbe sahipti. Ona üzülmek ve umutsuzluk yakışmıyordu.
"Cesare, senin.. Lavinia için çok endişeleniyorum. "
Clarissa, yüz yüze gelmeleri için başını uzatmış endişe ile ona bakarken, Cesare yüzünü ona çevirmişti.
"Clarissa, seni bu durumun içine sokmuş olmaktan utanç duyuyorum. Kocandan bir şey saklamak zorunda kaldın. Üstelik eğer Lavinia ile aramızdaki bu durum duyulursa benim yüzümden senin de canın sıkılabilir. Üzgünüm."
Cesare'nin kendi acısına rağmen hala onun durumuna endişeleniyor olmasına inanamıyordu Clarissa. Adamın bu inceliklerle bezeli güzel kalbine inanılmaz bir öfke duymaya başlamıştı. Uzanıp hırsla adamın ellerini çekip tutarken, yükselttiği sesi ile konuşmaya başladı.
"Umurumda bile değil! Duydun mu beni! Sen benim için çok değerlisin. Bunca yıldır birbirimize destek olduk, bundan sonra da böyle olacak. Benim tek düşündüğüm senin iyiliğin. Şimdi beni bırak ve aklından geçenleri söyle bana."
Cesare, ellerini sıkıca kavramış, onu endişeli ifadesiyle izleyen kuzenine baktı. Dudaklarını birbirine bastırmış başını sallamıştı. Günler önce giydiği kırışmış beyaz gömleği ve dağılmış koyu kahve saçları ve solgun yüzüyle bitik bir haldeydi.
"Sevdiğim kadının, bir başkası ile nişanlanma ihtimaline dahi katlanamıyorum. Evliliği düşünmek nefesimi kesiyor. Kaderimi esen rüzgarın merhametine bırakmak istemiyorum. Fakat bu nişanı nasıl engellerim bilmiyorum. Sandrino Panzio ile konuşmayı düşündüm fakat işe yaracağından şüpheliyim. Aklıma gelen tek fikir Lavinia'nın da son gönderdiği mektubunda yazdığı gibi kaçmak-"
Clarissa, bu kaçma fikrini duyduğunca irkildi. Cesare'nin etine tırnaklarını geçirmeye başlamış, panikle sözünü kesmişti.
"Hayır! Toplum tarafından dışlanırsınız! Böyle bir skandal ikinizin de geleceğini etkiler. Üstelik Panzio ailesi peşini bırakmaz. Hem nerede yaşayacaksınız? Tüm mal varlığını satacak mısın?"
Panik ve endişeyle etine geçirilmiş, tırnaklardan canı yansa dahi bunu hissetmeyecek kadar kederliydi Cesare. Clarissa'nın sözlerine acılı bir tebessümle karşılık verdi. Onu yatıştırmak için yavaşça biraz önce kestiği sözlerinin devamını getirdi.
"Yanlış anladın. Niyetim o değil. Benim Lavinia için feda edemeyeceğim hiçbir şeyim yok. Buna canım da dahil. Fakat ona bu kötülüğü yapmak istemiyorum. Mektubunda kaçmamız gerektiğini yazmış lakin ailesinden doğup büyüdüğü topraklardan ayrılmak şimdi olmasa da ileride onu ileride üzecektir. "
"Tanrım.. keşke elimden bir şey gelse."
Ellerini Clarissa'nın tutuşundan ayıran Cesare, dağılmış koyu kumral saçları arasına geçirmişi. Sıkıntıyla uzun parmaklarını saçları arasında gezdirirken, canlılığını kaybetmiş gözleri çalışma masasına çevrilmişti.
"Aslında bir konuda yardım edebilirsin. Lavinia'ya bir mektup yazdım, eğer ona ulaştırsan çok yardımcı olursun."
Başını mektubu Lavinia'ya götüreceğini göstermek istercesine, usulca sallayan Clarissa, uzattığı elini adamın dizine koymuşu. Destek olduğunu göstermek istiyordu fakat elinden bundan daha fazlası gelmiyordu. Aklının bir köşesinde, bu aşkın kaderin onlara bir oyunu olduğunu düşünmeye başlamıştı. Tanrı adeta her ikisini de sınıyordu. Aklının mantıklı bir köşesi bu aşkın umutsuzluğunu görürken, duygusal olan tarafı aşklarını açıkça dile getirmelerine imreniyordu.
Cesare, teşekkür olarak genç kadının dizine yerleştirdiği elinin üzerine büyük elini yerleştirmişti. Etrafına kenetlediği parmakları ile hafifçe sıkmıştı küçük eli. Sözcüklere ihtiyaçları yoktu, Clarissa'nın bir an olsun üzerinden çekmediği yeşil gözlerinin içindeki ifadeden acısını paylaştığını görebiliyordu.
**
Bu kez, kendisi için açılan at arabasının kapısından arabacının yardımı ile Roma'nın taş sokağına ayak basan Clarissa, krem rengi bir deri eldivenli ellerini önünde zarifçe birleştirmiş, kalabalık meydana doğru ilerlemeye başlamıştı. Masmavi bir gökyüzünün altındaki, büyük meydan o gün başlayan şenlik ve turnuva ile kabalıktı. Turnuvaya katılmak için İtalya yarımadasının dört bir yanından şövalyeler ve izleyiciler gelmişti. Roma'nın her bir köşesinde renk renk aile armaları ile bezenmiş, üniformalar ve bayraklar görebilmek mümkündü. Clarissa, bu coşkulu manzaraya tebessümle karşılık vermişti.
Cesare ile yaptıkları konuşmasının ardından, sanat okulunda Miche ile vakit geçirmişti genç kadın. Martelli Köşkü'ne dönme zamanının geldiğini düşündüğünde ayrılmıştı atölyeden. Miche onu atölyenin kapısında uğurlarken, çizimlerini göstermek için tekrar gelmesini tembih etmiş, geleceğine dair söz almıştı. Clarissa, Martelli Köşkü'ne dönmek üzere atölyeden ayrılırken, içinde birbirine girmiş duygular vardı. Fakat hafifçe esen meltemin hakim olduğu güneşli Roma havası aklını çelmişti. Viberto'ya karşı kötü bir his beslemese dahi doğup büyüdüğü hareketli Roma meydanlarında olmayı özlemişti. Sanat atölyesinden çıktığında köşke dönmek istediğini söyleyen genç kadın, verdiği ani kararla at arabasının ahşap zeminine vurarak arabacının durmasını sağlamış, kararını değiştirdiğini iletmişti.
Clarissa, yanında ilerleyen Berta ile kalabalığa karışmış, bir süre Roma'nın çarşında gezmişti. Küçük gezintisini Azize Agatha'nın çeşmesinde sonlandırmaya karar vermişti. Tiber Nehri'ne bakan meydanın içinde ilerlerken adımları acelesizdi. O gün için seçtiği yumuşak pastel sarısı elbisesi güneşli havayla güzel bir uyum içindeydi. Tüm elbisesini kaplayan altın sarısı ince işlemeler üst bedeninde ve kollarında artarak devam ediyordu. Elbisesinin mütevazi kare yakasının açıkta bıraktığı boynuna taşlarla süslü bir haç kolyesi takmış kulaklarına ise incili küpelerini geçirmişti. Berta'nın özenle üst kısmını sarı bir fileyle tutturduğu saçlarının alt kısımları, özgürce beline uzanıyordu. Elbisesinin üzerine ise ince bir kumaştan, elbisesi ile aynı renk pelerinini giymişti.
İnsanların sularına sikke atıp, dilek diledikleri büyük çeşmenin üst kısmı görüş açısına girdiğinde bir eliyle eteğini tutmuş, ilerlemeye devam ediyordu. Ancak çeşmenin önündeki iki kadının çekilmesiyle ona arkası dönük kadını görmüştü.
Çeşmesin önünde dikilen, sırtı dönük kadının Giulia Natanaele, olduğunu idrak etmenin şoku Clarissa'nın neredeyse dizlerinin bağını çözecekti. Öylesine gerilmiş ve şaşkına uğramıştı ki tuttuğu eteğini bırakıp tekrar iki elini ne zaman önünde birleştirerek duraksadığının ve ne kadar süredir orada öylece kaldığını bilmiyordu. Bakışlarını istese dahi kadının üzerinden bir türlü ayıramıyordu. Nihayet hareket etme yetisinin geri gelmesiyle önce, başını yanında onu izleyen Berta'ya çevirmişti.
"Berta, sen burada kal."
Hizmetlisinin ela gözlerinde, yaklaşmakta olan felakete karşı duyduğu korku vardı. Hanımının yeşil gözlerine yavaşça yerleşen ifadeyi tanıyordu Berta. Bu andan sonra, geri dönüp gitmeyecek kadar sınıra ulaşmıştı Clarissa. Sevinçli olduğunda zümrüt gibi parlayan bu yeşil gözler, sinirlendiği zaman koyulaşırdı. Tıpkı o an olduğu gibi. Onu onaylamak dışında seçeneği olmayan Berta, itaatkar bir tavırda ellerini önünde birleşmişti.
Her an yüzü daha derin bir soğukkanlılığa bürünen Clarissa, başını eğdiğinde eteğinin gizli cebindeki deri para kesesini ortaya çıkardı. Uzun parmakları arasına altın bir sikke aldığında küçük keseyi eski yerine koydu. Başını kaldırıp, narin omuzlarını dimdik tutmasıyla ulaşmak istediği o cesur genç kadın oluvermişti.
Kendisine hala arkası dönük, güneş ışığı ile göz alıcı bir şekilde parıldayan simsiyah beline uzanan saçlara sahip kadının yanına sessiz adımlarla ilerledi. Arlarında kısa bir mesafe bırakıp, çeşmenin önünde durdu. Göz ucuyla dua eden kadına baktı, varlığının farkına varmış olsa dahi oldukça rahattı. Her nasıl olduysa içi öfkeden yansa da Clarissa'da rahat bir tavır çiziyordu. Elinde tuttuğu altın sikkeyi baş parmağı ile havada sektirerek çeşmeye attı. Yeşil gözlerini kısa bir an kapatıp, dudaklarını dua eder gibi hareket ettirdiyse de kısa tuttu. Bedenini yavaşça kadına döndürürken, önce çeşmenin içine düşen yeni sikkeye bakan Giulia, ardından bakışlarını ona çevirmişti.
"Bayan Natanaele."
Giulia'da tıpkı Clarissa gibi, ifadesiz yüzündeki sahte nezaketle karşılık verdi. Genç kadını başıyla nazikçe selamladı.
"Bayan Ludovico."
Clarissa, hafifçe başını eğerek selam vermiş kadından bakışlarını ayırmadı. Kadının zarif bir tınıya sahip sesi dahi genç kadının sinirine dokunmaya yetmişti. İşin aslı, Clarissa bugün kadına denk gelmemiş olsa onunla konuşmayı aklının ucundan dahi geçirmezdi. Bunu kendine saygısızlık olarak görürdü. Fakat kadının adeta tanrının işiymiş gibi bir anda önünde çıkmasıyla, yolunu değiştirmeyi kendine yedirememişti. Normal bir zamanda, Clarissa bir metrese öfkelenmezdi, suçu Andreani'de bulurdu. Lakin ona düğün hediyesi göndermiş, düğün kutlamasına dahi gelme cüretini göstermiş bunların yanı sıra iki kez kocası ile dedikoduların öznesi olmuş bu kadına kin doluydu.
Dik duruşunu bozmayan Clarissa, tavrını korumaya devam etti. Tıpkı onun gibi mavi gözlerini üzerinden çekmeyen Giulia, konuşmuştu.
"Sanırım, bizim için bu kadar nezaket yeterli. Birbirimize daha fazla yalandan nazik davranmamıza gerek yok. Değil mi?
Durumun mide bulandırıcı komikliği karşısında Clarissa'nın dudakları ağır bir gülümsemeyle gerildi. Fakat gülümsemesi insanın içini donduracak kadar soğuktu. Sesindeki kinaye ise aşağılayıcı bir tona sahipti.
"Evet. Sizin düğün günümde yaptığınızın aksine doğrudan konuya girebiliriz. Lafı dolandırmamıza lüzum yok. Sonuçta, sizin de benim de ne olduğumuz açık."
Giulia, tüm bu sözleri umursamamış bir ifadeyle kısa bir adım atarak Claissa'nın aralarına koyduğu mesafeyi kısaltmıştı. Sesinin kısarak konuşmuş, göz temasını bir an olsun kesmemişti.
"Ben, uzun yıllar kocanın yatağını, paylaşmış kadınım, evet."
Bu sözler üzerine iki kadının arasına kısa süreli bir olağanüstü ürkütücü bir sessizlik çökmüştü.
Clarissa, Giulia'yı daha önce düğün kutlamalarında görmüştü fakat şimdi başka bir gözle bakıyordu. Mavinin koyu bir tonu olan parlak pelerinin uç ve boyun kısmında siyah renk tüyler hafif meltemle aheste aheste havalanıyor, süt beyazı teni ile tezat oluşturuyordu. İçindeki elbisesi, pelerini ile aynı renkti ve eteğinin parçalı yırtmacından siyah altın işlemeli bir iç etek görünüyordu. Elbisenin açıkta bıraktığı yakasında ziynet taşları işlenmiş siyah zincirin ucunda siyah bir taş sarkıyordu. Simsiyah gür saçlarının üst kısmı bir fileyle tutturulmuş, başına siyah taşların işlendiği bir taç sabitlenmişti.
Güzeldi fakat bu masum bir güzellik değildi. Güzelliğin farkında olan ve bunu ustaca sergileyen kışkırtıcı, çekici bir güzellikti. Kendisinden yaşça büyük olan kadının karşısında tıpkı düğün davetinde hissettiği gibi küçük ve sıradan hissetmeye başladı Clarissa. O an sanat atölyesine ve Virgilio Köşkü arasındaki huzurlu ve sükûnet içerisinde yaşamını özlemişti. Ne var ki oldukça rahat bir tavır çizen kadının suratına bakmaya devam ederken bazı görüntüler gözü önünde belirdi.
Andreani'nin Giulia ile yataklarına uzanmış gecenin tadını çıkardıkları, tıpkı kendisinin saçlarını okşadığı gibi saçlarını okşadığı, gözlerinin güzelliğine olan hayranlığını dile getirdiği görüntüler ve dahası ard arda sıralandı..
Acı dolu bir kıskançlıkla yönlendiren zihninin oluşturduğu bu görüntüler, Clarissa'nın hoşuna gitmemişti. Tiksinmişti genç kadın.
Esen meltem usulca sırtındaki kumral bukleyi önüne getirmişti. Eldivenli eliyle yavaşça saç tutamını geriye çekerken, soğuk ve küçümseyen bir bakış takınmayı başarmıştı.
"Kocamla benden önce paylaştığın anılar beni ilgilendirmiyor. Geçmiş için sana kızgın değilim. Beni ilgilendiren, arsız bir ot gibi istenmediğin yerde var olmaya çabalaman. Geçmişi deşmekle bir şey elde edemeyeceksin Giulia. "
"Onu seviyor musun?"
Kadının bu cüretkar sorusu ile irkilmişti Clarissa. Konuşmalarının bu yöne gidebileceğini düşünmemiş, rahatsız olmuştu. Yüzü öfke ile karışık, şaşkınlıkla kaskatı kesilmişti. Sesi soğuk esen bir rüzgar gibi çınlamıştı.
"Bu seni ilgilendirmez. Senin gibi hafif bir kadınla bunu konuşmayacak kadar kendime saygı duyuyorum ben."
Giulia'nın dolgun kırmızı bir renge sahip dudakları sahte bir gülümseme ile hareketlenmiş, yüz hatları canlanmıştı. Siyah bir eldiven takan kadın önünde birleştirdiği ellerine gözlerini çevirmişti. Bir süre parmaklarını açıp kapatarak eldivenini inceler gibi bir görüntü vermiş, mavi gözlerini tekrar onu izleyen Clarissa'ya çevirdiğinde, kendinden emin bir hali vardı.
"Beni hafifmeşreplikle vuramazsın, tatlı Clarissa. On yedi yaşından bu yana tanıyorum ben onu. Bütün başarılarını, kazandığı zaferleri hepsini tek tek takip ettim. Onu senden iyi tanıyorum. Yıllarca, ona ben yakındım."
Giulia'nın gülümseyen ifadesi saniyeler içinde kaybolmuştu. Çeşmenin önünde karşılıklı duran iki kadının yüz ifadeleri benzer bir hal almıştı. Gergin duruşları, ve birbirlerine duydukları sevgisizliklerini fark etmemek mümkün değildi. Kendisinden yalnızca birkaç parmak daha uzun olan Clarissa'ya doğru bir adım atmış, yeşil gözlerinin içine bakarak devam etmişti Giulia.
"Benden entelektüelsin, gençliğin ve güzelliğin göze çarpıyor. El değmemiş güzellik.. Andreani'nin dikkatini çekmiş olmanı anlayabiliyorum. Fakat onu yatağında tutmak için entelektüelliğin ve güzelliğin yetmeyecektir. Düğün günü de görmüştüm, şimdi de görüyorum: Andreani'yi hak etmiyorsun. Ludovico soyadını taşımanın dahi ne demek olduğunu bildiğinde şüpheliyim. "
Kadın sözlerini bitirdiğinde, dizginlemeye çalıştığı öfkesini önünde tüm gücüyle kenetlediği elleri arasında hapsederek, buz kesmiş yüzüyle ona bakıyordu Clarissa. Dimdik gerdiği bedeniyle konuşmaya başladığında sesi hiç olmadığı kadar sertti.
"Sense tam benim tahmin ettiğim gibisin. Gösteriş ve hilekarlıktan oluşan boş bir kabuk. Sen bir eğlencesin, işlevin bu. Zamanı geldiğinde tıpkı manşetindeki toz misali silkelediği bir eğlence. Eğer onu sen hakkediyor olsaydın, şuan onunla evli olan ben değil sen olurdun. Giulia, sıkıldım. Aptal dedikodularından da senden de sıkıldım. Yerini bil ve kabullen."
"Kabullendim zaten. Artık evliliğiniz hakkında tek bir söz dahi etmeyeceğim. Nedenini bilmek ister misin? Andreani böyle istediği için. "
Giulia'nın sesindeki keskin ton hala yerli yerindeydi fakat gözlerinde kırgın ifade bunun aksini söylüyordu. Yılların getirdiği tecrübe ile duygularını gizlemekte ustaydı kadın fakat o an Andreani'nin genç karısına bakarken içine usulca saplanan kırgınlığı hissedebiliyordu. Söylendiği gibi, donuk mizacını deneyimlemişti, dili onun dahi canını acıtacak kadar keskindi. Bunu göstermekten çekinmemişti genç hanım. Hala donuk ve yetersiz olduğunu düşünüyordu Giulia. Lakin şu an karşısında kendisine bu sözleri sarf eden genç kadının içinde yanan hayat ateşini görmek hoşuna gitmemişti.
Sözlerini bitirmek için derin bir nefes çektiğinde, usulca koyu mavi eteğini kavramıştı Giulia. Dudakları ve çenesi gergin bir halde ona bakan Clarissa'ya doğru kısa bir adım atmıştı. İçindeki kırgınlığın tek bir kırıntısı dahi olmadığı ses tonuyla sözlerine devam etmişti.
"Evet, o gün benimle bunu konuşmaya geldi. Bir kez geldi. Senin inandığının aksine eğer o aramızdaki ateş sönmemişse, tekrar gelecektir. Bu olduğunda, kocanızın, dostluğumu karısınınkinden daha çekici bulması benim suçum sayılmaz. "
Clarissa, kadının sözleri ile hiddetini içinde saklayarak taştan oyulmuş bir ifadeye dönüşen yüzüyle ona bakarken, Giulia başıyla hafif bir selam vermiş, uzaklaşmıştı.
"Bayan Ludovico."
Tuttuğunun farkında dahi varmadığı nefesini bırakan Clarissa, teninin buz kestiğini, eldivenlerinin içindeki ellerinin titrediğini hissedebiliyordu. Genç kadının bakışları dengesini kaybetmişti. Bulanıklaşan görüşünde Berta'nın yanına geldiğini görebilmişti. Böyle devam ederse bayılacağını hissediyordu eğer böyle olursa uzun yıllar sürecek bir dedikodu malzemesine dönüşürdü. Buna izin vermeyecekti. Ne var ki şuan hiç kimsenin dokunuşuna katlanacak durumda da değildi. Berta'nın endişeliyle kendine uzanan yardımını elini havaya kaldırarak sertçe geri çevirmişti. Sakinleşmek ve içine derin nefes çekmek için yönünü önünde durduğu çeşmeye çevirdi. Yeşil gözleri manasız bir edayla suyun içindeki altın sikkelerde gezinirken, yalnızlığın sükûnetine kavuşmadan kendisine kırılma izni vermeyecekti.
YAZAN; MİRENA MARTİNELL
Selammm 🙋🏻♀️
-Sonunda yeni bölümle birlikte geldim 💃
Öncelikle, sizi uzun bir süre beklettiğimin farkındayım, hepinizin affına sığınıyorum 😐 müthiş yoğun 2 hafta geçirdim, yazacak hiç vakit bulamadım diyebilirim.
Yine de, bölüm 8000 kelime bence telafi etmişimdir ☺️
Lütfen lütfen lütfen bölüm hakkınızdaki düşüncelerinizi kısacık olsa dahi yazın ve oylayın 🙏🏻🙏🏻
Okuyan, yorumlayan oy veren herkesi çook teşekkür ederim 😍😍 Hepiniz iyi ki varsınız.❤️Bir sonraki bölümde, görüşmek üzere 💕💞
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top