Bölüm 24 - ''Aklım Yerinde Değil''

"Bense, her anını hatırlıyor olacağım."

Muhteşem Güzellik

Bölüm 24 - Aklım Yerinde Değil

Roma'daki bir meyhanede hantal bir sandalye üzerinde oturan Andreani, kolunu yanındaki boş olan sandalyenin sırt kısmına uzatmışken, gözleri meyhanenin taştan kemerle çevrelenmiş kapısından içeri giren Sandrino'nun üzerindeydi. Gürültü, yoğun bir bulut yığını gibi kalabalık meyhaneyi hakimiyeti altına alıyordu. Oldukça eski olan taş binanın içini tavandan sarkan demirden kandiller ve ahşap masaların üzerindeki mumluklar aydınlatıyordu. Kalabalık masaların arasından geçip, nüfuslu müşteriler için ayrılmış bölüme doğru ilerlemişti Sandrino. Açık bir kemerle ayrılmış bölüme girerken yarıya çekilmiş eski bir kumaştan olan perdeyi eldivenli elinin tersi ile kabaca açmıştı. Yakışıklı yüzündeki çapkın gülümsemesi ile sarı saçlarının arasında elini şöyle bir gezdirmişti. Siyah pelerininden sıyrılıp, sandalyesinin üzerine atmadan önce onu izleyen Andreani ve Dante'ye beyaz dişlerini göstererek sırıtmıştı.

"Andreani, bu gece seninle Viberto'ya dönmeyeceğim. Yatağını ısıtmamı bekleyen sarışın bir hatuna sözüm var."

Bu sözleri hafif bir tebessümle karşıladı Andreani. Sandrino'nun şehvete düşkünlüğü her iki adam da oldukça iyi biliyordu. Roma'daki meyhaneye geldiklerinde kısa bir pusula karalayan Sandrino, sırıtarak yerinden kalkmış, dışarıda bekleyen adamına yazıklarını yerine ulaştırması için vermişti. Vakit gece yarısına yaklaşmıştı fakat Roma'ın sokaklarında gün henüz bitmemişti. Meyhanenin iç kısmındaki masalarda zar oyunları oynanıyor, içki servisi hız kesmeden devam ediyordu.

Clarissa ile yaşadığı gerginliğin ardından malikanede duramamış, Sandrino ile birlikte Roma'ya gelmişti. İki kuzen önce Martelli Köşkü'ne uğramış, arkadaşları Dante'yi yanlarına aldıklarında Sandrino'nun ısrarı üzerine meyhaneye gelmişlerdi. Andreani, meyhaneleri zaman zaman keyifli genellikle kabalık ve gürültülü bulur, evinin konforunu tercih ederdi. Kontrollü ve kelimenin tam anlamıyla iyi yetiştirilmiş bir beyefendi olan Dante ise o akşam arkadaşlarının kurbanı olmuştu.

Keyifli olan Sandrino, gülümsemesini daha da genişlettiğinde kollarını masaya dayamış, karşısında oturan Andreani'ye göz kırpmıştı.

"Sana da yatağını ısıtacağın bir kadın bulabiliriz. Gözlerini üzerinden olamayan şu sarışını fark etmiş olmalısın."

Malikaneden ayrılmadan önce, beyaz gömleğinin üzerine tekrar geçirdiği siyah ceketinin düğmelerini açarak, rahat bir edayla oturmaya devam eden Andreani'nin mavi gözleri bir an meyhanenin iç kısmına çevrilmişti. İlgisiz tavrı ile Sandrino'nun bahsettiği minyon bir vücuda sahip elinde şarap kadehleri taşıyan kıza bakmıştı. Tıpkı dediği gibi sarışın kız alt dudağını ısırarak ona bakmış, gülümsemişti. Bakışlarını kızdan çeken adam, sırıtan kuzenine yöneltmişti.

"Sandrino, komik değilsin."

Bu sözlerle daha fazla sırıtan Sandrino, masadaki kollarını çekmiş keyifle geriye yaslanmıştı. Başını eğdiğinde siyah eldivenlerini çıkarmaya başlamıştı. Meyhanenin sahibi olan gri saçlı kısa boylu bir adam elinde taşıdığı sürahi ile masalarına ilerlemeye başlamıştı. Yüzündeki heyecanlı gülümsemesini saklamaya çalışarak, kadehlerine mahzenin derinliklerinden özel getirdiği kırmızı şarabı doldururken, bakışlarını üç adamın üzerinde gezdiriyordu.

"Bordo şarabı efendim. İstediğiniz başka bir şey olursa hemen ilgileriz."

Meyhanecinin iri kahverengi gözleri içindeki saygı ve telaşın farkında olan Andreani, teşekkür mahiyetinde başını sallamıştı. Yanında taşıdığı deri kesesini çıkartmış, içindeki altınların neredeyse yarısını yaşlı adama vermişti. Avucuna konulan altınları gördüğünde gözleri parlayan adam, teşekkür etmiş yanlarından çekilmişti.

Yalnız kalmalarıyla, meyhanede bulabildikleri en kaliteli şarabı içmeye başlayıp, savaşlar ve silahlar hakkında genel geçer sohbete koyulmuşlardı. Dante hemen arasındaki taş duvara sırtını vermiş, bir bacağını diğerinin üzerine atmışyanında oturan Sandrino'yu dinliyordu. Bir süredir sohbet iki adamın arasında devam ederken Andreani'nin mavi gözleri elinde tutuğu kadehinin içindeki şarabına dalmıştı. Adamın sessizleşmesini ilk fark eden çocukluk arkadaşı Dante olmuştu. Duraksayan adam, bir kolunu masaya yerleştirdiğinde, gece kadar siyah gözleri ile onu incelerken konuşmuştu.

"Andreani ? Savaş anılarını dinlemeyi ne kadar sevsem de, gecenin bir vakti karımın yanından kalkıp sizinle meyhaneye geldiğimi hatırlatmanı isterim. Bir sorun olduğunu görebiliyorum. Anlat."

Dante'nin sert ses tonunu keyifsiz bir tebessümle karşılayan Andreani, mavi gözlerini kadehten kaldırdı. Kara kaşları beklenti ile kalkmış arkadaşını hiç düşünmeden geçiştirmeyi tercih etti.

"Sorun, evlilik denen şeyin tahminimden daha karışık olması. Fakat halledilemeyecek bir şey değil."

Andreani'nin haftalardır içine düştüğü çıkmazı yakından gözlemlemiş olan Dante, duygular konusunda ilgili bir adam olmasa da üstelemeye devam etti.

"Ne kadar karışık ? "

İçine derin bir nefes çeken Andreani, arkadaşının bekleyiş içindeki ifadesine bakmıştı. Sessiz geçen bir sürenin ardından, nihayet anlatmaya karar vermişti. Kafasında geçirdiği düşüncelerle yüzünde tuhaf bir tebessüm belirirken, şarabından büyük bir yudum aldı. Mavi gözlerini tekrar şarabına daldığında, sesi düşünceliydi.

"Bugün Roma'ya gitti. Haftalardır sessizliğe hiçbir tepki göstermezken bir anda evde olmamamdan yakınmaya başlayıp onurunu zedelediğimden bahsetti. Roma'ya gittiği gün olmasını düşünüyordum. Kesin Giulia'ya gittiğimi biri ona söyledi."

Sandrino, yeşil gözlerindeki muzip ifade ile duraksayarak konuşan kuzenini izlemiş, ardından erkeksi kahkahasını serbest bırakmıştı. Hayatında ilk kez bir kadın için çabalamak zorunda olan kuzeninin düştüğü bu hal onu tarifsiz bir şekilde eğlendiriyordu. Üstelik bu kadının kendi karısı olması eğlencesini katlıyordu. Onun aksine daha basit düşüncelere sahip olan Dante, kara kaşlarını çatmış, fikir üretmeye çalışmıştı.

"Olabilir. Eğer dediğin gibiyse neden duyduklarını sana söylemedi ?"

Andreani elindeki kadehi masaya bırakırken düşüncelere dalmış gibi uzun parmaklarını kadehin ağız kısmında dolaştırdı. İçine derin bir nefes çektiğinde, kaldırmıştı başını.

"Söylemez. Geçen seferde söylememişti. Bir sorun olduğunda en iyi bildiği şeyi yapıp, kendini kapatıyor. Onun yerine öfke nöbeti geçirip, evliliğimizin bittiğini söyleme cesaretinde bulundu."

Salonun kapısında dikilmiş, kendinden geçmişçesine evliliklerinin bittiğini bağıran Clarissa'nın hali Andreani'nin gözü önünden gitmiyordu. Kızı pek çok kez öfkeli ve nefret saçarken görmüştü fakat beş haftanın ardından gelen bu ani öfke nöbetinin onu şaşırttığını inkar edemezdi. Öfkeli baksa da yeşil gözler içinde sakladığı duygularla parlarken Andreani, bu halini neye yorması gerektiğine emin olamıyordu. Kıskanmış olabileceği aklından geçse dahi kendinden nefret ettiğini haykıran kadına bunu konduramıyordu.

"Sonunda karını da kendine benzettin. Öfke de akıl olmaz derler ya. Siz ikinizde hiç olmuyor."

Sözlerini bitiren Sandrino'nun muhteşem gülüşü daha da aydınlanmış bir elini alayla savurmuştu. Bunun üzerine gülümsemeye başlamıştı Andreani. Fakat gülümsemesi kısa bir sürede solmuş, düşünceleri tekrar aynı yere çekilmişti. Clarissa'nın sözleri ve tavrı geçti gözleri önünden. Fildişi rengi elbisesinin içinde ona arkasını dönüp hınçla salondan çıkışını düşündü. Eğer ani tepkisinin sebebi, tahmin ettiği gibi Giulia ile görüştüğü içinse gururu incindiği için miydi tepkisi yoksa başka bir kadınla olması hoşuna mı gitmemişti ?

Tekrar düşünceli bir ifadeye bürünmüş adam, nefesini bıkkınlıkla dışarı vermişti Sandrino. Kuzeninin içindeki çıkmazı alaya alma çabasından vazgeçmiş, ifadesini ciddileştirmişti.

"Daha ne kadar sürdüreceksin bu durumu ? Tamam, bir kadının kocasının arakasından iş çevirmesi doğru değil. Vincenzo köpeğinin sözleri, o ressam çocuk.. beni de çileden çıkarırdı kabul ediyorum. Fakat, haftalar geçti. Ben hayatımda bu kadar aptalca bir inat görmedim. Derdin ne ki ? Kızı mı süründürüyorsun? "

Sandrino'nun sitem dolu sözlerini elindeki kadehi ile dinleyen Andreani, cevap verme fırsatı olmadan sözü Dante almıştı. Loş meyhane ışığında mavi gözlerini bu kez çocukluk arkadaşına çevirmişti Ludovico asilzadesi.

"Görünüşe göre Clarissa, Giulia konusunda seninle konuşmaya cüret edemiyor. Sen onunla konuş."

"Bitir artık şu inadını. Hem ikinizde evliliğin bittiğini söyleyip ayrı yaşayacak değilsiniz ya. Siz böyle bir karara varsanız dahi önce annem izin vermez. Umarım farkındasındır, Rosia Panzio'ya hiç kimse söz geçiremez."

Şarabını içen Andreani, tekrar sözü alan Sandrino'nun sözlerini bitirmesini sabırla beklemişti. Karşısında oturan her iki adama da bakarken oldukça rahat bir ifadeye sahipti.

"Konuşmaya karar vermiştim zaten."

"Umarım, yakın bir zamanda yapmayı planlıyorsundur."

Sandrino, sözleri ile birlikte kaşlarını havaya kaldırmış, arkasına yaslanmıştı. Andreani'nin düşünceli ifadesini izlerken bir süre cevap beklemişti. Konuşmaya başlayan adamın ses tonu, huysuz veya sert değil aksine içtendi.

"Yakında. Söz konusu Clarissa olduğunda kendimi tanıyamıyorum. Niyetinin kötü olmadığını biliyorum, hiç şüphe duymadım. Fakat bir başka adamın bahsi geçtiğinde tüm kontrolümü kaybediyorum. Bu halimden hoşlanmıyorum, lakin bu ilkel dürtüye karşı koyamıyorum. Her ikimize de zarar veriyorum. Bir süre birbirimizden uzaklaşmak iyi geleceğini düşünüyordum. Bu kadar. Lakin olmuyor, uzaklaşmak bana iyi gelmiyor."

Zihnindekileri olduğu gibi ortaya döken adamın başladığı konuşmayı bölmemek için sessizce beklemeyi tercih etmişlerdi. Sözlerine ara veren Andreani, masaya bıraktığı kadehine uzanmış, çatık kaşları ile devam etmişti.

"Onunla evlendim ben. Ahmak ağabeyine para teklif ederek onunla evlendim. Kocasıyım. Söyleyecek daha ne var ki ? Fakat o yeşil gözleriyle tanrının her günü beni doğduğuma lanet ettirmeyi başarıyor. Eskiden hayatım kusursuz bir akışta ilerledi şimdi çalışamıyorum bile. Aklım yerinde değil."

Her iki adam da ne söyleyeceklerini bilememişlerdi. Sert bir kişilik ve otoriter tavırlara sahip bir adam olan Andreani'den duymaya alışık olmadığı bu içten sözler karşısında şaşkınlardı. Adam karısına olan sevgisini kendi mizacına uyan bir hoyratlıkla dile getiriyordu.

Dante'nin ifadesiz halinin aksine Sandrino'nun ne düşündüğü yüzünden belli oluyordu. Yavaşça gülümsemeye başlayan sarışın adam, elini saçlarının arasında gezdirirken gözlerini Andreani'ye dikmişti.

"Senin Roma'ya döndüğümüzden bu yana aklın yerinde değil ki."

"O ne demek ?"

Huysuzlanmış kuzeninin halini gören Sandrino, her an daha da keyifleniyordu. Yüzündeki yakışıklı bir sırıtışla, göz kırptığında gerçeği Andreani'nin kucağına zevkle bıraktı.

"Karına abayı yakmışsın demek."

Andreani bir anlığına kuzenine öylece bakmış ardından mavi gözlerini devirmişti. Karısına ilk defa onu sevdiğini itiraf ettiği an aklına gelmişti. Harabelerdeki gün, Clarissa öfke ile ıslanmış yeşil gözleriyle evlilik kararını sorgularken, tereddütsüzce çıkmıştı ağzından sözler. Şimdi düşündüğünde ani itirafına şaşırmadan edemiyordu. Sevgisini açıkça dile getirmişti ve bu onun sıklıkla başına gelen bir durum değildi. Clarissa'yı seviyordu bunu inkar edemezdi lakin bunu bir başkasının ağzından duymak onu hazırlıksız yakalamıştı. Duygularını yeterince ortaya döktüğünü düşünmeye başladığında, Sandrino'ya cevap vermemiş homurdanarak boşalmış kadehine sürahiden şarap dökmüştü.

Kuzeninin huysuzluğunun arkasındaki utancın farkındaydı Sandrino. Üzerine gitmekten çekinmiyordu. Andreani'nin yüzüne baktığında koca bir kahkaha daha patlatmıştı. Elini kabaca ahşap masaya koyup yeşil gözlerini iki adamın üzerinde alayla gezdirmiş, söylenmeye başlamıştı.

"İşte ben bu yüzden evlenmiyorum. Zamparalık daha keyifli bir yaşam sunuyor. Bu masada servetinin ve gençliğinin sefasını süren tek kişi benim. Bir çok bedenin tadına bakabilecekken tek bir kadının gölünü hoş tutmaya çalışmak, çekilecek çile değil."

Dante, siyah gözlerini sırıtan adamın üzerine çevirmişti. Şarabından bir yudum aldığında, yüzünü buruşturarak elinin tersi ile dudaklarını silmişti. Onlarla eğlenen Sandrino'nun omuzuna vurup, sertçe sıkmıştı.

"Şuan senin de servetinin sefasını sürdüğün söylenemez aptal. Bizi eski bir meyhaneye getirip kalitesiz şarap içiren sensin."

Omuzundaki elin sert tutuşu ile neşeli ifadesi bir an bozulsa da gülümsemeye devam etmişti Sandrino. Dante'nin elini savuşturduğunda, arsızca devam etmişti sözlerine.

"Yaranamıyorum. Bildiğim çok temiz bir kerhane var. Bir dahaki sefere oraya götüreceğim seni."

"Karısının ağabeyi benim. Dişlerini eline vermemi istiyorsa tabi ki götürebilirsin."

Karşısındaki iki adamın atışmasını izlerken gülümsemeye başlamıştı Andreani. Elindeki kadehi ile beyaz dişlerini ortaya çıkararak omzunu silkmiş, mavi gözlerini Dante'ye çevirmişti. Kız kardeşinin kocası olan adam, tebessüm ederek karşılık vermişti. Çocukluk arkadaşı aynı zamanda karısı Byanca'nın ağabeyi olan Andreani'nin kız kardeşine fazlaca düşkün olduğunu oldukça iyi biliyordu Dante.

İki çocukluk arkadaşı kadehleri birbirlerine karşı kaldırıp yudumlarken, Sandrino bakışlarını meyhanenin açılan kapısına çevirmişti. Omuzunun üzerinden, siyah pelerinleri ile loş meyhanenin içine giren iki adamı izliyordu. Yüzlerini net gördüğünde, çenesi ile özel müşteriler için ayrılan bölüme ilerlemeye başlayan adamları işaret etmişti.

"Ağabeylerden bahsetmişken, bakın kimler geldi. Rinaldo ve Cesare Virgilio."

Bakışlarını Sandrino'nun işaret ettiği yöne çevirdi Andreani. Rinaldo ve Cesare meyhanenin girişinden onların oturdukları özel bölüme ulaşan kısa yolu kat etmişlerdi. Bu bölümü, meyhanenin geri kalan kısmından ayran kemere sabitlenmiş olan kalın perdeyi yavaşça kaldıran Rinaldo önderliğinde girmişlerdi. Özel bölümün en sonundaki masada oturan Andreani'nin görüş açısı kusursuzdu. Rinaldo Virgilio ile bakışları kısa sürede karşılaşmıştı. Kendi arkadaşlarının olduğu masaya geçerken, duraksamıştı yönünü ona dönmüştü Rinaldo. Acelesiz bir edayla başını hafifçe yana eğip selam verirken yüzü oldukça sert ve kin dolu gözükmüştü.

"Hiç dost canlısı bir selam değildi."

Sessizce yapılan bu yorum sahibi Sandrino'ydu. Andreani karısının ağabeyinin soğuk selamını aynı tavırda karşıladığında, dudakları tek bir çizgi halini almıştı. Tek kelime etmeden şarabını içmeye devam eden Ludovico asilzadesi, artık Clarissa'nın Giulia'ya gittiğini öğrendiğinden emin olmuştu.

**

Clarissa, yatak odasında, şömine karşısındaki koltuğa oturmuş bir yandan hırsla şarabını yudumlarken, bir yandan da ateşi izliyordu. Yeşim taşı rengine çalan gözleri, şömine içinde küle dönüşen odunların üzerinde gezinirken vücut dili huzursuzluğunu ele veriyordu. Aynı koltukta oturduğu özel hizmetlisi Berta'nın çekingen ela gözlerinin üzerinde olduğunun farkında olsa dahi bunu umursamayacak kadar kendinden geçmişti. Şarabından bir yudum daha almak için kadehi dudaklarına götürdüğünde, boşalmış olduğunu gördü. Ani bir hareketle yerinden kalkmış, şarap sürahisinin durduğu konsola yürümeye başlamıştı. Aynı zamanda söylenmelerine devam ediyordu.

"Tahammül edemiyorum artık. Tahammül sınırlarımı aşıyor. Hiç utanmadan yüzüme bakabildiği gibi karşıma geçip keskin dilli kadın ortaya çıkmış diyerek beni azarlıyor. Utanmaz adam!"

Konsola ulaşan Clarissa, elindeki kadehini hırsla çarparak bırakmış, öfkeden sarsak bir hal almış eliyle sürahiye uzanmıştı. Kadehine şarabını doldurduğunda onu çekingen gözlerle izleyen Berta'nın yanına gitmek yerine belini konsola dayamıştı, öfkeyle söylenmelerine devam etmişti.

"Küstah! Güvenime ihanet ettiğimi, onurunu zedelediğimi söyledi bana. Peki şimdi kimin onuru zedelenmiş durumda? İntikam mı bu ? Metresine ile görüşmeye başlamış. Yaptıkları için özür dilemeyi geçtim, yüzünde bir parça mahcubiyet yok! Geçmiş karşıma rahatça şarabını yudumluyor!"

Şişkon kollu yumuşak pastel yeşili sabahlığının kollarını çekiştirmeye başlamıştı Ludovico hanımı. Söylenmelerine devam ederken ayağını bir an hırsla yere çarpmıştı. Yeşil gözleri şömine önündeki koltukta oturan Berta'yı bulmuştu. Kıza üzerindeki elbiseyi çıkarttığında odada kalmasını söyleyerek eline şarap dolu bir kadeh tutuşturmuş ona arkadaşlık etmesini istemişti. İlk anda bu istediğini mahcubiyetle karşılayan Berta, sonunda biraz olsun gevşeyebilmişti.

Elinde tuttuğu neredeyse hiç içmemiş olduğu şarabı ile yönünü Clarissa'ya dönmüş, kısık sesi ile onaylamıştı genç hizmetli.

"Haklısınız hanımım."

Bununla birlikte ayağını bir kez daha yere çarpan Clarissa, önüne düşen kumral saçlarını geriye savurduğunda adeta çileden çıkmış bir haldeydi.

"Berta, haklı olduğumu duymak istemiyorum. Haklı olmak bana bir şey kazandırmıyor! Bana haklısınız demekten vazgeç ve gerçek bir yorum yap. Evliliğimin bütün berbat detaylarını biliyorsun. Tanrı aşkına, biliyorsun sen benim için hizmetliden daha fazlasısın."

Başıyla onaylamıştı Berta. Elinde tuttuğu kadehten tereddütle küçük bir yudum almıştı. Şarabın çekingen ifadesini kırmasını umuyordu.. Ela gözlerini tekrar hanımına çevirdiğinde, Clarissa, söylenmeye çoktan başlamıştı.

"Haftalardır yüzüme dahi bakmıyor, benimle gerekmedikçe konuşmuyor bile! Nefret ettiği bir yabancıymışım gibi davranıyor! Alyansını çıkartmış atmış! Oysa ben aptal gibi Lucrezia'nın önünde beni aldatmadığını savundum. Beni sevdiğine inanıyordum. Küstah, utanmaz adam, uçkur düşkünü! Beni sevdiğini söylemişti. Yalan! Adamın umurunda bile değilim. Tek umursadığı soyadı. Rahat halleri, her gün özenle giyinmesi, aptal Ludovico broşlarını bile daha fazla umursuyor!

Bunun üzerine Berta, gülümsemesini zorlukla bastırmıştı. Hanımının çileden çıkmış halini izleyen kız, şok içindeydi. Uzun yıllar yaşamının her anına şahit olduğu Clarissa'nın bu haline daha önce hiç tanık olmamıştı. Ne söylemesi gerektiğini bilemiyordu. Tepkilerinden bir anlam çıkarmaya çabalıyor fakat kesin bir kanıya varamıyordu.

Clarissa, yönünü tekrar arkasındaki konsola döndüğünde kurumuş boğazını ıslatmak için şarabından koca bir yudum almış, elinin tersi ile sildiğinde sabahlığının kolu kırmızıya boyanmıştı. Umursamadı bunu, söylenmeye devam eti.

"Madem sevgilisini özleyip geri dönecekti, neden benimle evlendi? Onunla evlenmesi gerekirdi! Öfkeden önünü dahi göremeyen budalanın teki. Aylar önce, beni sevdiği için evlenmek istediğini söyleyerek, benim de onu sevmemi beklediğini söylüyor. Sonra buz gibi bir yabancıya dönüşüp, metresine gidiyor. Haftalar önce bana çizim yapmam için hediyeler verip kulağıma fısıldarken, bir an sonra o meşhur metresine gidebiliyor! Bu adamın dengesizliği beni boğuyor artık! Aklım yerinde değil ve bunun tek sorumlusu o!"

Kadehi konsola bırakan Clarissa, parmağındaki iki yüzüğü fark etmişti. Biri önceki Ludovico hanımının da kullandığı yeşil renk safir yüzüktü bir diğeri ise Andreani'nin yaptırdığı alyanstı. Yeşil gözlerinin içindeki öfkeyle hiç düşünmeden iki yüzüğü de çıkartıp, konsola bırakmıştı.

"Bunları bir daha takmayacağım."

Belini konsola vererek yönünü onu izleyen Berta'ya dönmüştü Clarissa. Nefes nefese kalmıştı. Belki de hayatı boyunca ilk kez kendinden beklemediği bir şeffaflıkla duygularını dile getirmişti. Duygularını yüzüne taktığı maske ile gizlememiş, güçlü kalmak için onları hiçe saymamıştı. On beş yaşından bu yana ailesinin pek çok sorumluluğunu üstlenmiş kız, duygularını açıkça ortaya koymaya alışkın değildi. İçindeki kalp kırıklığını, hissettiği acıyla ancak ortaya dökebilmişti.

"Hanımım, siz Bay Ludovico'dan tam olarak ne istiyorsunuz ?"

Geniş yatak odasını dolduran Berta'nın çekingen kısık sesi Clarissa'yı duraksatmıştı. Göğsü düzensiz nefesleri ile hızla inip kalkmaya devam ederken, yeşil gözleri Berta'nı üzerinde kalakalmıştı. Bir süre kendinden konuşacak gücü bulamamıştı. Farkında dahi olmadan eli havaya kalkmış yüzüne düşmüş dağınık saç tutamlarını çekerken, gözleri aynı noktaya bakıyordu. Berta'nın sözleri onu kitlenmiş bir halde bırakmıştı. Nihayet konuştuğunda sesi fısıltıya benzerdi.

"O nasıl bir soru ? "

Yutkunmuştu Berta. Sözlerinin devamını getirmek konusunda çekincelere sahipti lakin bir kere başladığında hanımının sözlerinin yarım kalmasına izin vermeyeceğini biliyordu. İçinde derin bir nefes çektiğinde, hanımının tepkisini çekmeyecek en doğru şekilde açıklamaya çalışmıştı.

"Sözleriniz çelişkili. Oysa siz hep mantıklı karar veren birisinizdir. Sizi daha önce böyle hiç görmemiştim. Bay Ludovico'nun sizinle zorla evlenmiş olmasından rahatsızsınız hatta nefret ettiğinizi söylüyorsunuz. Ancak biraz önceki sözleriniz nefret ettiğiniz biri için fazla içten. Onu sevmiyorsunuz, ama onun sizi sevmekten vazgeçmiş olması sizi üzüyor. Başka bir kadına gitmiş olması kalbinizi kır-"

"Berta, tamam. Yeter, İsa aşkına sus."

Genç hizmetlinin ela gözleri önce mahcubiyetle yüzünü ardından elinde tuttuğu şarap kadehini bulmuştu. Fakat Clarissa bunu görecek durumda değildi. Gözlerinin önünden yatak odası silinmiş, tüm sıkıntılarının sorumlusu olan kocası belirmişti. Güçlü ve hayat dolu haliyle onunla birlikte gülüp şakalaşması, güçlü kolları ile sarıp ellerini saçlarında şefkatle gezdirmesini anımsadı. Onun kolları arasındayken, içine dolan yoğun erkeksi kokusunu hisseder gibi oldu. Ne var ki tüm bunlar, durumu içinden daha da çıkılmaz bir hale sokuyordu. Çünkü şimdi Andreani'ye ait olan bu hisleri, bir başka kadın daha tadıyordu.

Berta'nın sözleri ile yığılmış bir halde konsola tutunarak ayakta duruyordu Clarissa.. Bir süre tek kelime dahi edememiş konuştuğunda ise sesi kısık ve bir çok zamanın aksine kendinden emin değildi.

"Sen sözlerimi tamimiyle yanlış anlamışsın."

Bununla birlikte sohbetlerinin sona erdiğini anlamıştı Berta. Hanımının yüz ifadesi bunu açıkça söylüyordu. Yatak odasından ayrılmak için ayağa kalktığında boş bakışlara sahip Clarissa'nın dikkatini çekebilmişti. Yüzüne zorlukla minnet içeren bir tebessümü yerleştiren genç kadın teşekkür etmişti arkadaşlığı için.

Yalnız kaldığında, bir süre ne yapacağını bilemeden kıpırtısız bir halde kalmıştı Clarissa. Yeşil gözlerini boş bir ifadeyle yatak odasındaki eşyalar üzerinde gezdirirken, zihni Berta'nın sözlerine itiraz çığlığı atıyordu. Konsola dayadığı belini çekip, yavaşça doğrulmayı başardığında, düşünceleri hareket kabiliyetini engelliyordu. Ellerini ağır bir hareketle kaldırıp, kumral saçlarının arasına geçirmiş bir süre masaj yapmıştı. Dalgın bir edayla yatak odasının içinde dolaşıp mumları tek tek söndürmüştü. İpek sabahlığının kuşağını çözerek üzerinden çıkardığında, büyük yatağın ayak ucundaki sedire özensizce bırakmış, yatağına uzanmıştı.

Koyu mavi, üzeri beyaz renk parlak işlemelerle süslenmiş yatak örtüsünün üzerinde, beyaz geceliği ile sırt üstü yatmıştı bir süre. Gözleri, koyu kırmızı kenarları altın işlemeli perdelerde gezinirken zihnindeki düşünceler kocasına aitti. Geçmişin anıları ar arda gözlerinin önüne geliyordu.

Parıldayan yıldızların altında, Andreani ile evlilik pazarlığı yaptığı geceyi hatırladığında hırsla alt dudağını dişlemekteydi. Tiber Nehri kıyısında, ani bir hamleyle kollarını bedenine saran adam onu tamamen kendi bedenine yaslamıştı. Clarissa, iki ay sonra evlenecekleri düşüncesine kendini öylesine kaptırmıştı ki, Andreani'nin sıcacık bakan mavi gözlerinin dudaklarına kaydığını dahi fark etmemişti. Sıcak dudaklar, kendi dudaklarının üzerine nazik bir hareketle kapandığında ilk öpücüğünü, Tiber Nehri kıyısında parlak yıldızların altında almıştı Clarissa. Andreani ondan hiçbir karşılık beklemeden sonsuz bir şefkat ve nazikçe dudaklarının tadına bakmış, öpücüklerini dudaklarının üzerine bırakmıştı. Clarissa, ilk öpücüğünün getirdiği şaşkınlık ve utançla donakalmışken, Andreani dudaklarını usulca ayırmış, lakin geri çekilmesine izin vermeden yanağını geniş göğsüne yaslamasını sağlamıştı. Clarissa bu anıyı anımsarken, adamın kokusunu hala duyuyor, yanağına değen sert sakallarının iç gıdıklayıcı halini yeniden hissediyordu.

Beyaz geceliğinin kol kısmındaki işlemeleri çekiştirmeye başladığında bu kez, nar bahçesi gelmişti aklına. Dallarında olgunluktan çatlamış kıpkırmızı narlar sarkan ağaçların altındaki öpüşmeleri gözü önüne geldiğinde dudağını daha fazla dişlemeye başlamış, yanakları al al olmuştu. Bu öpücük daha öncekilerinin aksine sakin ve nazik değildi. Clarissa'nın adama karşı sıkı sıkıya tutunduğu inadını yerle bir eden, kendinden geçiren ve daha fazlasını istemesine yol açan uyuşturucu bir öpücüktü. Zorlukla açılan dudaklarından içeri giren dili ağızının içini büyük bir tutkuyla keşfetmişti. Ne var ki o gün Clarissa'yı kendinden geçiren tek şey bu değildi. Andreani'nin eli kalçasının kıvrımlarından tutarak onu kendinde daha da yaklaştırdığında dudakları boynu ve gerdanına inmişti. Clarissa, o an bile adamın ellerinin bedeninde gezen sıcak dokunuşlarını üzerinde hissedebiliyordu. Tüm bunlar sırt üstü yatakta yatmakta olan Clarissa'nın bedeninde bir titremeye yol açmıştı. Geceliğinin kollarındaki işlemeleri çekiştirmeyi bırakmış, gözünde canlanan anları savuşturmak istercesine yüzünü ovmaya başlamıştı. Aynı zamanda, kendisini onu sevmediğine ikna etmeye çalışıyordu.

Anımsadıklarını onu utandırsa da öfkesi yerli yerindeydi. Bir an sonra aklına düğününde tanıştığı kadın düşmüştü. Beline kadar inen ipeksi siyah saçlara sahip kadın, Andreani'nin sevgilisi olmanın ne demek olduğunu kendisinden çok daha iyi biliyordu. O canlı mavi gözleri ile ona da sıcacık bakmış, öpücüklerini cömertçe sunmuştu. Clarissa, düşüncelerinin devamı getirecek kadar cesur değildi. Küçük bir kısmını dahi düşünmek kanının kaynamasına yetiyordu. Yüzünü ovmayı bırakmış, ellerini hırsla yatağa vurduğunda, o kadının yanında diye geçirmişti içinden.

Aldatılmanın getirdiği öfke ve kırgınlık dolu bir acı hisseden Clarissa, hırsla doğrulup yatağın üzerinde dimdik oturdu. Başını yavaşça yana çevirdiğinde yeşil gözleri bir zamanlar Andreani'nin yattığı boş kısma takıldı. Gözlerinin içine yerleşmiş öfke ile uzanıp, örtünün altındaki ipekli yastığı ortaya çıkardı. Kar beyazı yastığı uzun parmakları ile kavrayıp, hırsla yatak odasının ortasında fırlattığında, yatağına tekrar uzandı.

**

Clarissa, ertesi gün vakit öğleyi biraz geçtiğinde malikanenin büyük bahçesinde uzun bir yürüyüşe çıkmıştı. Uyandığında kendini inanılmaz derecede kırgın ve öfkeli hissediyordu. Andreani'nin yüzünü görmenin ona iyi gelmeyeceğini düşünerek kahvaltıya inmemişti. Kahvaltı vaktinin geçmesiyle odasına gelen Berta'dan öğrendiğine göre Andreani de üç kişilik bir grupla çalışma odasında iş konuşmuş ardından adamlarla birlikte malikaneden ayrılmıştı.

Göz alıcı kırmızılıktaki narların sarktığı ağaçların arasında dolaştı Clarissa. Nar bahçesinden çıktığında titizlikle budanmış şimşirlerin arasında dolaştı ve son olarak bahçenin sonundaki göle ulaştı. Gölün hemen önündeki, yavru yunus motiflerinin ustalıkla işlendiği korkulukların önünde durduğunda ellerini yavaşça yerleştirdi. Yeşil gözleri dalgın bir halde gölü izlerken, kır havasının içini yatıştırmasını bekledi.

Zihninde evirip çevirdiği düşüncelerle orada ne kadar durup göle izlediğini bilmiyordu. Sırtı malikaneye dönük bir halde korkulukların önünde dikilmeye devam ederken, hızlı adımlarla yanına yaklaşan Lavinia'nın ayak seslerini dahi duymamıştı.

Malikanenin büyük arka bahçesi boyunca yürüyen Lavinia, buz mavisi binici elbisesinin eteklerini tutarak kaldırmış, soluk soluğa ona seslenmişti.

"Clarissa ? "

Lavinia'nın melodiyi andıran zarif sesi bahçede yayıldığında düşüncelerinden sıyrılmıştı Clarissa. Yönünü kendisine hızla yaklaşan sarışın kıza döndüğünde, ziyaretine şaşırdığını saklamamıştı.

"Lavinia ? Geleceğini bilmiyordum. Bu günlerde aklım yerinde değil, umarım unuttuğum bir görüşmemiz yoktu."

"Hayır, yoktu. Habersiz gelen benim. Konuşacak bir dosta ihtiyacım vardı."

Yanına ulaşan Lavinia'nın yüzüne bakan Clarissa, bir şeylerin yolunda gitmediğini anlamıştı. Genç yaşının masumiyetine sahip olan kızın, melekleri andıran bir yüz hatları gölgelenmişti. Lavinia'yı neredeyse bir haftadır görmemişti Clarissa. En son gördüğü yer olan kilisede, oldukça hayat dolu ve her zaman olduğu gibi göz kamaştırıcı gözüküyordu. Fakat şimdi, güzel gözlerinin altında koyu halkalar oluşmuş, omuzları umutsuzlukla çökmüştü. Endişeyle aralarındaki mesafeyi kapatmıştı Clarissa. Uzanıp nazikçe koluna dokunmuştu.

"Lavinia, sen iyi misin ? Bu halin ne ?"

Lavinia, yutkunmuş ona bakarken, acılı bir tebessüm göstermişti. Eldivenli elini kolundaki elin üzerine koymuştu.

"Beni Bastiano Maurilio ile nişanlayacaklar. Annemle babam benim için en iyi talibin o olduğunu söylüyor. Nişan görüşmeleri sonlanmak üzere yakında tüm İtalya'ya nişanı duyuracaklar. Rızam olup olmadığını dahi sormadılar. Üstelik adam daha önce evlenmiş ve bir kız çocuğu var."

Clarissa, ne diyeceğini bilememiş bir halde Lavinia'nın umutsuz yüzüne bakmıştı. O an kendi dertlerini bir rafa kaldırmıştı. Rosia Hala, kızını evlendirmek isteğini bizzat ona bahsetmişti. Fakat Clarissa, o zamanın ardından öyle şeyler yaşamıştı ki, aklından uçup gitmişti. Önünde durduğu Lavinia'nın her iki elini de avuçları arasına aldığında destek olmak istercesine okşamaya başlamıştı.

"Malikaneye geçmek ister misin ? Hizmetlim bize çay ve kurabiye getirir. Daha rahat konuşuruz."

Başını iki yana sallayarak itiraz etmişti Lavinia. Yutkunan kız, eğdiği başını yavaşça kaldırıp ona bakmıştı. Duruşunu düzeltmeye çalışırken planından bahsetmişti.

"Aslında ben hazırlıklı geldim. Seninle konuşmak istediğim bir konu daha var. Piknik yapmaya ne dersin ?"

Lavinia'nın bu teklifi Clarissa'ya o kadar tuhaf ve kaygısız gelmişti ki kendini tutamayarak gülümsemişti.

"Piknik mi ?"

Lavinia'nın solgun yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştu. Ona şaşkın bir ifadeyle bakan Clarissa'nın koluna girdiğinde malikaneye doğru ilerletmeye başlamıştı.

"Sizin topraklarınızda çok güzel bir çay var. Onun önündeki çimenlik alanda piknik yaparız diye düşündüm. Annemden nihayet evden çıkmak için izin aldım. Üstelik seninle yalnız konuşmam gerekiyor."

Kızın kendisi ile konuşacağı özel konunun ne olabileceğini düşünmeye başlayan Clarissa, kumral kaşlarını kuşku ile çattıysa da Lavinia, açıklamaya devam etmişti.

"Gittiğimizde anlatacağım, söz veriyorum. Bugün hava çok güzel, bende at binmenin ikimize de iyi geleceğini düşündüm. Önce ahırlara gidip senin için bir at eyerlenmesini söyleyelim, sonra da üzerini değiştirmene yardımcı olurum."

Koluna girmiş onu ahırların olduğu yöne doğru ilerleten Lavinia'nın yüzüne bakarken gülümsemiş, başıyla onaylamıştı. Malikaneden uzaklaşıp, temiz kır havasında at sürmek ve arkadaşı ile piknik yapmak hiç de fena bir fikir değildi. İçi şimdiden neşeyle dolmaya başlamış, ruhu hafiflemişti.

Clarissa, kısa bir süre sonra Byanca'nın onun için Roma'da diktirdiği şık kesimli leylak rengi binici elbisesi içinde, malikanenin kapısının önünde Lavinia ile birlikteydi. At binebilmesi için özel dikilmiş elbisesinin dar üst kısmı, ince belini ve dolgun göğüslerini sarıyor, elbisesi ile aynı renk pelerininin uç kısımlarındaki kar beyazı tüyler yeşim yeşili gözlerini vurguluyordu. Kumral uzun buklelere sahip saçlarının üst kısmını ise beyaz bir kurdele ile tutturmuştu. Ucunda küçük bir haç sallanan kolyesi ve Virgilio armasını taşıyan yüzüğü dışında başka hiçbir takı kullanmamıştı.

Malikaneden çıktığı ilk an, Lavinia'nın söylediği gibi hazırlıklı geldiğini görmüştü. Panzio armasını taşıyan at arabası ve altı adet atlı koruma onları bekliyordu. Lavinia'nın bindiği at ise araba yolunun yanındaki çite bağlanmıştı. At sürmek istediğini söyleyen kıza, at arabasına neden ihtiyaç duyduğunu sorduğunda, yaramaz bir kız çocuğunu andıran gülümsemesini göstermişti. Ağabeyinin özel olarak getirttiği şaraplarından birini yanına aldığını söylemiş, dönüşte at binmek istemeyeceklerini düşünerek aldığını itiraf etmişti.

Balköpüğü renginde, güneşin altında ışıldayan kısrakla kendilerine doğru gelen baş seyisi görünce Clarissa'nın yüzünde hayranlık dolu bir tebessüm belirmişti. Ahıra yaptığı ziyarette gördüğü Muhteşem Düş'ü tanıması kolay olmuştu. İlerleyip alnında kartopu olan şahane atın yelesini okşamaya başladığında, başını malikanenin baş seyisi Santo'ya çevirmişti.

"Muhteşem Düş'ü getirdiğin için Teşekkür ederim Santo."

"Bay Ludovico, bu atı sizin için ayırdı efendim. Size ait."

Evliliğinin ilk haftasında ahırda beğendiği attan Andreani'nin haberi olmasının ve atı onun için ayırtmasının şaşkınlığını yaşayan Clarissa, sarsak bir tebessümle baş seyisi onaylamıştı. Kocasının ahırındaki her atın oldukça kıymetli olduğunu bilen genç kadın, adamın bu cömert hareketi hoşuna gitmişti. Ne var ki bu jestini söyleme zahmetine girmemiş olmak tam da Andreani Ludovico'dan beklenecek türden bir tuhaflıktı. Bununla birlikte baş seyisin ata binmesine yardımcı olmasına izin vermiş, eğerin üzerine yerleşmişti. Tıpkı onun gibi binici elbisesi giymiş Lavinia ile malikanenin bulunduğu arazinin çıkışına doğru çevirmişti atını.

**

Onlara önderlik eden üç atlıyı takip ederek, San Lorenchi topraklarındaki bir tepenin eteklerindeki çayın kıyısına vardıklarında, atlarından inmelerine yardımcı olmaları için önce Panzio muhafızlarının yere ayak basmasını beklemişlerdi. Deri çizmeleri ile ayağı yere bastığında ağır adımlarla çimenlik alanda yürümüş, muhteşem kır manzarasını doyasıya içine çekmişti Clarissa. Atını sürerken, pelerininin başlığını takmak istememişti. Rüzgarın kumral saçlarının arasında özgüce dolaştığını hissetmek hoşuna gitmişti. Işıldayan yeşil gözleri ve kızaran yanakları ile oval hatlara sahip solgun yüzüne renk gelmişti.

Çayın önündeki yemyeşil alana, at arabasından çıkarttıkları sarı renk örtüyü sermiş, iki büyük sepeti birlikte taşımışlardı. Sandrino'nun özel siparişi olan kaliteli şarabı ve hizmetlilerin onlar için hazırladıkları yiyecekleri özenle örtünün üzerine yerleştirdiklerinde yan yana oturmuş, konuşmadan önlerindeki çayı seyretmişlerdi.

Bir süre sonra Clarissa, kristal sürahiden ikisi için bardaklara şarap doldururken Lavinia, konuşmaya karar vermişti. Buz mavisi binici elbisesi içindeki kız, örtünün üzerine zarifçe kıvrılarak oturmuştu. Beline kadar inen altın sarısı saçları, ışıltılar saçarak parıldıyordu. Hemen karşısında oturan Clarissa'nın kristal kadehleri şarapla doldurmasını izlediği sırada başını çevirmiş tedirginlikle gözlerini onları bekleyen muhafızlara çevirmişti. Yeterince uzak olup olmadıklarını anlamak için iyice düşünüp tartmış sonunda kısık sesi ile başlamıştı.

"Sanırım göstermek anlatmaktan daha kolay olacak. Okumanı istediğim bir mektup var."

Kadehleri doldurma işini bitiren Clarissa, yavaşça başını kaldırmıştı. Gözleri buluştuğunda Lavinia'nın yanakları kızarmaya başlamıştı. Çekinerek, elbisesinin yakasına sıkıştırdığı küçük parşömeni çıkartan genç kız, titreyen eliyle uzatmıştı. Uzatılan mektuba korkuya bakmıştı Clarissa. İçinde ne yazdığını öğrenmeyi istiyordu fakat dertleri hali hazırda koca bir yumak olmuşken bir yenisini eklemekten ölesiye korkuyordu. Ne var ki mektubu alıp, okumaktan başka çaresi de yoktu. İçinden İsa'ya yalvararak korku dolu gözlerle mektubu Lavinia'nın parmakları arasından almış, mühürsüz olan mektubu yavaşça açmıştı.

Beyaz parşömenin üzerindeki yazının ilk satırını okuduğunda, bunun bir aşk mektubu olduğunu anlamıştı. Zamanında Lavinia'nın bir aşığı olduğundan şüphelenmişti lakin onu şaşırtan bir aşk mektubu olması değildi. Güzel sevgilim olarak başlayan bu aşk dolu sözleri okumaya devam ederken kalbi hızlanmış, bir an endişeden nefes almayı dahi unutur hale gelmişti. Kendini zorlayarak mektubu okumayı bitirebilmişti. Mektubun altında bir imza veya isim yoktu. Lakin Clarissa, düzgün hatlı el yazısını ve bu sözleri oldukça yakından tanıyordu. Endişesinin gizlemeye çalışarak yeşil gözlerini Lavinia ile buluşturduğunda, mektubun sahibi fısıltıyla dökülmüştü dudakları arasında.

"Cesare."

"Evet."

Lavinia'nın yanakları utançtan alev alev olmuştu. Tıpkı Clarissa gibi sesi fısıltıya benzerdi. Ne diyeceğini bilemez halde elindeki mektubu farkına varmadan kucağına indirmişti. Kuzeni Cesare, başından geçen talihsiz bir aşkın ardından neredeyse beş yıldır hiçbir kadınla evlenmeye yanaşmamıştı. Şimdi ise Panzio ailesinin, onunla evlenmesine izin vermeyeceği en son kıza aşkını dile getiren bir mektup yazıyordu. Kuzenini belki de en iyi tanıyan kişi Clarissa'ydı. Cesare, mantıklı bir adamdı, gönül eğlendirmeyeceğini bilirdi. Böyle bir işe kalkmışmışsa ciddi olmalıydı. İşte bu da Clarissa'yı daha fazla endişeye sokuyordu.

Clarissa'nın şok içindeki halini yanlış yorumlayan Lavinia, bu halini geç haber vermiş olmalarına yormuştu. Bunun üzerine açıklamaya yapmaya girişmişti genç kız.

"Sana daha önce söylememiz gerekirdi. İkimiz adına da özür dilerim. Hep bir kız kardeşim olsun istemiştim. Clarissa, sen benim hep istediğim o kız kardeş oldun. Söylemek çok istedim lakin korktum. Sen de biliyorsun ki ailem buna karşı çıkacaktı. Bizde bir süre gizli tutmak istedik. Bazen mektuplaşıyoruz, bazen Viberto'ya kiliseye gittiğimde gizlice görüşebiliyoruz."

Lavinia'nın sözleri ile nefesi kesilen Clarissa'nın yaşanacak kötü senaryolar zihninde şimdiden uçuşmaya başlamıştı. Rosia Panzio, kızının soylu olmayan bir adamla evlenmesine asla izin vermezdi. Bu Clarissa'yı tarifsiz bir hüzne sürüklüyordu. Tüm bunların dışında ise Cesare'nin Lavinia gibi muhteşem bir ruha sahip bir kıza aşık olması elinde olmadan onu sevindiriyordu. Clarissa ikisi adına hem üzülmüş hem sevinmişti.

"Gerçekten seviyor musunuz birbirinizi ?"

"Aşığız."

Hiçbir tereddüt veya duraksamada bulunmadan büyük bir coşkuyla söylenmiş bu sözler Clarissa'yı bir kez daha derin bir şaşkınlığın içine sürüklemişti. Lavinia'nın parlayan gözlerinin içine bakarken, kızın açık sözlülüğüne imrenmekten kendini alamamıştı. Karşısında böylesine samimi bir şekilde kuzenine aşkını itiraf etmesi gülümsemesine yol açmıştı.

Clarissa, aralarında duran atıştırmalıkların ve kadehlerin üzerinden dikkatlice uzanarak kollarını Lavinia'nın bedenine doladığında birbirlerine sıkıca sarılmıştı iki kız. Bedenlerini saran kollarını çözdüklerinde, Clarissa aklını kemireni sözleri acımasız olsa dahi dillendirmişti.

"Lavinia, ailenin seni nişanlandırmak üzere olduğunu söyledin. Seni üzmek istemiyorum. İkiniz adına çok sevindim. Fakat senin gibi soylu kızların istedikleri adamlarla evlenmeleri sıkça gerçekleşen bir düş değil. Her ikinizin de üzülmesinden, yıpranmasından korkuyorum. Bu nişandan Cesare'nin haberi var mı ?"

Kuzeninin aynı acıyı tekrar yaşamasını istemiyordu Clarissa. Cesare onun için kuzenden daha fazlasıydı; ağabey, en yakın arkadaş, sırdaştı. Birlikte mutlu olmalarını isterdi fakat kuzeninin umutsuz bir aşk uğruna kendini harap etmesini istemiyordu.

Lavinia'nın ışıldayan gözleri bu kez hüzünle dolmuş, içini çektiğinde hüzünlü sesi ile konuşmuştu.

"Haberi var. Öğrendiğim zaman mektup yazdım. Eline ulaşmış olmalı. "

Uzanıp Clarissa'nın elini sıkıca tutan Lavinia, zarif ve uysal bir genç kız duruşunun ardında gizli olan cesur bir duruşla sözlerine devam etmişti.

"Evlenmeyeceğim. Bastiano Maurilio'yu geçen yıl bir davette uzaktan görmüştüm. Clarissa, o ürkütücü adamla evlenmek istemiyorum. Anneme gönlüm olmadığımı söyledim. Beni dinlemedi. Konunun kapandığını söyleyerek beni odama gönderdi. Görevim olduğunu söyleyerek, hayallerimden ve aşkımdan vazgeçmemi bekliyorlar. Benim için istedikleri mutsuz bir hayat. Evlenmek istemiyorum. "

Aşk, varlığıyla tüm benliğinizi mutluluk ve coşkuyla doldururken, onun elleriniz arasından zorla alınmak istenmesi ise derinliklerinizde yatan sizin dahi varlığından haberiniz olmadığı salt gücü ve cesareti ortaya çıkarmaya yarardı.

Clarissa, bunca zaman Lavinia'yı adeta pamuklara sarılarak büyütülmüş bir genç kız olarak görmüştü. Bir inci tanesi kadar zarif bir hanımefendinin bu sözleri onu etkilemiş, adeta bakış açısını değiştirmişti. Tıpkı Lavinia gibi hep var olmasını istediği kız kardeşine bakıyordu o an. Şaraba ihtiyacı olduğunu düşünen genç kadın, örtünün üzerinde duran kristal kadehi aldığında dudaklarına götürmüştü. Kırmızı şaraptan bir yudum alan Clarissa, irkilerek bardağını dudaklarından uzaklaştırmıştı. İki büklüm olmuş, acı sıvının boğazında bıraktığı tatla aksırmıştı. Sert alkolün ağzında bıraktığı yakıcılıkla zorlukla konuşmuştu.

"Yüce İsa, bu korkunç şey de ne ?"

Hüzünlü yüzünde acılı bir gülümseme ile Clarissa'ya bakmıştı Lavinia. Omuzlarını usulca silkerek kendi kadehine uzanmıştı.

"Daha önce hiç denemedim. Fakat Sandrino'nun içmeyi en sevdiği şarap. Sert kokusunu aldığımda, her ikimizin de buna ihtiyacı olduğunu düşündüm."

Sert alkolün rahatlatıcı sıcaklığını şimdiden tüm bedeninde hissetmeye başlamıştı Clarissa. Sesindeki keder tınısıyla cevap verirken kadehini havaya kaldırmış, yeşil gözlerini Lavinia'ya çevirmişti.

"Belki de haklısın. Her ikimizin de biraz olsun rahatlamaya ihtiyacı vardır."

Lavinia, elinde tuttuğu kristal bardağın içindeki koyu renk şaraba bakarken içine derin bir nefes çekmişti. Derinlerindeki ağlama isteğine zorla karşı koyarak kadehini havaya kaldırmış, Clarissa'nın kadehine usulca vurmuştu. Bu anın ardından birbirlerinin acılarını paylaşan iki kız, sert içkilerine devam etmişlerdi. Üçüncü kadehini yudumlamaya başladığında alkolden kaynaklanan bir rahatlığa erişmiş Clarissa, bakışlarını önündeki ağır ağır akan mavi sudan çekmemiş, sorusunu süsleme gereği duymadan açıkça dile getirmişti.

"Lavinia, Giulia Natanaele ve Andreani hakkında bildiklerini anlatır mısın ? "

Kristal kadehin içindeki keskin kokulu kırmızı sıvıdan bir yudum alan Lavinia, usulca başını yanında oturan genç kadına çevirmişti. Sorusu ile ortada onu üzen bir durum olduğunu anlamıştı. En az onun kadar içkiyle rahatlığa erişmiş kız, lafı dolandırmamıştı.

"Ne bilmek istiyorsun ?"

Clarissa, başını yavaşça ona çevirdiğinde, soğuk sesiyle cevap vermişti.

"Her şeyi. "

**

Panzio arması taşıyan at arabası, oval biçimli yolda ilerleyip malikanenin önünde durduğunda Clarissa'yı kahyaları Tobia karşılaşmıştı. At arabasından inmesine yardımcı olan yaşlı kahyaya teşekkür etmiş, önüne düşen kumral saçlarını geriye çektiğinde birlikte verandaya ulaşan taş basamakları çıkmışlardı. Bir adım öne geçen Tobia, onun için yüksek kapıyı açmış, yol vermişti.

"Bay Ludovico, salondalar hanımım."

Malikanenin kapısını kapatan Tobia, tekrar yanına geldiğinde ellerini önünde birleştirmiş kısık sesi ile konuşmuştu. Clarissa, eve girer girmez Andreani'nin nerede olduğu bilgisini vermesi karşısında alaylı bir tebessümle kaşlarını kaldırmıştı. Lavanta rengi pelerininin beyaz bağlarına uzanırken, yeşil gözleri kahyanın üzerindeydi.

"Asilzadelerine, bu şerefi neye borçlu olduğumuzu sordun mu Tobia?"

Yaşlı kahyanın şaşkın bir ifadeyle ona bakmasına aldırmayacak kadar kendini rahatlamış hissediyordu Clarissa. Pelerinin bağlarını çözerek Tobia'nın almasına izin verdiğinde salona yönelmişti. Kapalı olan çift kanatlı kapının tek kadını açıp salona girmişti. Yüzünde insanların alışık olmadığı kaygısız bir gülümseme vardı. Andreani, arka bahçeyi gören pencerenin yanında durmuş, omuzunu taş çerçeveye dayamış batmakta olan güneşle kızıla bürünmüş bahçeye izliyordu. Salona girdiğini fark eder etmez, yönünü ona dönmüştü.

"Bayan Ludovico, umarım pikniğiniz keyifli geçmiştir."

Koyu renk eldivenlerini çıkarmaya başlayan Clarissa, kendinden beklenmeyecek bir şekilde alayla gülümsemişti. Bir eldivenini ucundan tutarak elinden çıkartmış, bakışlarını her hareketini dikkatle izleyen Andreani'ye çevirmişti.

"Çok keyif aldım. Harikaydı."

Andreani karısının binici elbisesini, başını öne eğdiğinde yüzüne düşen saç tutamlarını ve alkolün ürünü olan kaygısız vücut dilini doyasıya izlerken, ellerini arkasında birleştirmişti. Ağır adımlarla yanına ilerlemeye başlamıştı. Diğer eldivenini de çıkartmıştı Clarissa. Eldivenlerini sarsakça ileriye ve geriye sallamaya başladığında, adamı iğnelemekten geri durmamıştı.

"Peki siz Bay Ludovico ? İki gündür bizi varlığınızla şereflendirmenizin sebebi nedir ? Doğrusu oldukça merak etmeye başladım."

Gözlerini deviren Andreani cevap vermemiş aralarındaki mesafeyi kapatmış, karısının karşısına dikilmişti. Hiçbir tereddüt göstermeden uzanıp kızın lavanta rengi elbisesinin yakasına parmaklarını geçirmiş, onu kendi bedenine çekmişti. Clarissa, refleksle kendini geri çekmeye çalışırken, karısının arkaya gerilmiş boynunu ve üzerini koklamıştı Andreani.

"Andreani bırak yakamı!"

"Ne kadar içtin sen ? Leş gibi kokuyorsun."

Andreani'nin sert parmaklarını çıplak teninde hissetmesiyle hazırlıksız yakalanan Clarissa, bedenine sayılan sıcaklıkla sarsılmıştı. Tüm bedenine yayılan sıcak bir dalga ile, yeşil gözleri şaşkınlıkla büyümüştü. Bedeninin verdiği bu tepkiyle utanmış, elinin tersi ile adamın göğsüne vurup tutuşundan kurtulmuştu. Bir adım geriye çıkan genç kadın, umursamaz edasıyla omuzlarını silkmeyi başarabilmişti.

"Canım ne kadar istediyse o kadar içtim. Seni ilgilendirmez."

Andreani, bir an öylece durmuş kendisine meydan okur gibi kumral kaşlarını havaya kaldırmış karısına bakmıştı. Sözlerini bitirdiğinde ona kabaca arkasını dönüp, salonun çıkışına ilerlemişti Clarissa. Dudaklarında ince bir gülüş beliren Andreani, arkasından seslenmişti.

"Emin misin ilgilendirmediğinden?"

Clarissa, bu manalı soru üzerine arkasını öyle hızlı dönmüştü ki, kumral uzun bukleleri sol omzunun üzerinden bir şelale gibi dökülmüştü. Andreani'nin mavi gözleri hızla beline uzanan saçlarına çevrilmişti.

"Oldukça eminim. Şimdi peşimi bırakırsan, akşam yemeği için üzerimi değiştireceğim. "

Bu sözlerin üzerine tekrar kocasına sırtını dönen Clarissa, çift kanatlı kapıyı açarak salondan çıkmıştı. Onu taş merdivenlerin başında karşılayan Berta ile yatak odasını bulmuştu. Lavinia ile yaptığı pikniğin ona iyi geldiğini inkar edemezdi. Temiz kır havası, çağlayanın huzur verici sessizliği yüzüne renk katmış, daralmış ruhunu bir parça olsun rahatlatmıştı. Lakin Sandrino'nun sert içkisinin bulunduğu koca sürahiyi birlikte bitirdiklerinde, her ikisi de çakırkeyif olmuşlardı. Bunun verdiği rahatlıkla Clarissa, kendini daha önce hiç hissetmediği kadar boş vermiş ve rahat hissediyordu. Berta'nın yardımıyla, çaya yaklaşmalarıyla uçları ıslanıp kirlenmiş binici elbisesini ve çizmelerini çıkarmıştı. Üzerine zümrüt yeşili bir elbise geçirip, sabırla Berta'nın sırtındaki ipleri deliklerden geçirip işini bitirmesini beklemişti. Saçlarını olduğu gibi bırakan genç kadın, akşam yemeği için çıkmıştı odasından.

Kısa bir süre önce terk ettiği salonun kapısından bu kez daha ağır adımlarla girmişti Clarissa. Bakışlarını yerden kaldırdığında, yemek masasının başındaki sandalyeyi çekip oturmaya hazırlanan Andreani'yi görmüştü. Akşam yemeğini tek başına yiyeceğinden emin olan genç kadın için gördüğü manzara sürpriz olmuştu.

Büyük meşe yemek masasına ulaştığında, Andreani'nin yanı başındaki kendi sandalyesini geriye çekip otururken, sesindeki yargılayan tınıyla söylenmişti.

"Yemeğe katılmaya karar vermişsin."

Andreani, canlı mavi gözlerini ona çevirmiş, çakırkeyif bir halde oturan kızın yüzünü incelemişti. Limandaki işlerini elinden geldiğince çabuk bitirip malikaneye gelen adamın niyeti kördüğüme dönüşmüş sorunlarını konuşmaktı. Fakat kuzeni ile yaptığı piknikten dönen karısının sarhoşluğun kıyısında gezdiğini gördüğünde canı sıkılmıştı. Clarissa'nın durumunu bir süre tartan Andreani, sağlıklı bir konuşma yapabileceklerinden emin olamıyordu.

"Evet. Sarhoşluğun kıyısında dolaşan karımı yalnız bırakmaya içim el vermedi."

Mavi gözlerinin içine bakan Clarissa, gözlerini alayla devirmiş, ne ince bir davranış diye mırıldanmıştı. Tabağına konulan yemeğe dokunmadan, masanın üzerinde duran şarap sürahisine uzanmıştı. İsteyip istemeyeceğini sorma zahmetine girmemişti. Önce Andreani'nin önündeki kristal cam kadehi adından kendi kadehini de doldurduğunda sürahiyi yerine bırakmıştı. Onu sakin bakışları ile izleyen Andreani, kadehine uzandığında uyarmıştı.

"Yeterince içmişsin. Daha fazla içme."

Clarissa'nın eli cam kadehin üzerinde bir an duraksamıştı. Yeşil gözlerini Andreani'nin yüzüne çevirmiş alayla bakmıştı. Boş vermiş bir edayla kadehi kaldırıp dudaklarına götürmüştü. Şarap, Lavinia ile birlikte içtiğinden daha hafifti. Fakat alkolün o tanıdık rahatlatıcı hissi tekrar bedenine yayıldığında hoşuna gitmişti. Birkaç yudum daha aldığında yüzünde bir gülümseme belirmişti.

"Tekrar söylüyorum, seni ilgilendirmez."

Yüzündeki yarım bir gülümseme ile onu izleyen Andreani, ne halin varsa gör diyerek mırıldanmış tabağındaki yemeğine dönmüştü. Tüm yemek ara sıra birbirine çarpan altından olan çatal ve bıçağın tıkırdamaları ve Clarissa'nın sürahiden kadehlerine döktüğü şarabın sesi dışında büyük bir sessizlik içinde geçmişti.

Yemeklerinin sonuna yaklaştıklarında, boşalan kadehini bir kez daha doldurmak için uzanan karısının artık çakırkeyiflikten çıkıp sarhoşluğa ulaştığının farkına varmıştı Andreani. Hali hazırda masaya oturduğunda çakırkeyif olan karısı, üçüncü kadehini istiyordu. Müdahale etmesi gereken noktaya geldiğini görebiliyordu. Soluğunu bıkkınca dışarı verip, çatalını tabağının yanına bıraktığında sarhoş karısına çıkışmıştı.

"Amacın ne senin ? Biraz sonra sızıp kalacaksın."

Sürahinin ince kulpunu henüz tutmuş eline uzanıp uzaklaştırmış, kendi elini geçirmişti. Almasına izin vermemek için sürahiyi kendi yanına bırakmıştı.

"Çocuk değilim ben. Ver şunu."

Kaşlarını çatan Clarissa, içki kokan nefesi ile çıkışmış, Andreani'nin yanına çektiği sürahiye uzanmak istemişti. Onun sürahiye uzanan elini bir kez daha uzaklaştıran Andreani, daha fazla içmesine izin vermemekte kararlıydı. Elini uzatıp çenesini büyük elinin arasına aldığında, yüz yüze bakmalarını sağlamıştı.

"Çocuk musun bilmem ama sarhoş olduğun kesin."

"Sarhoş değilim."

Başını sertçe iki yana çevirerek, Andreani'nin yüzündeki elinden kurtulmuş, geriye yaslanmıştı Clarissa. Oturduğu sandalyede kaşlarını çatarak ellerini kabaca kucağına bırakmıştı. Mum ışığı ile aydınlanan odada, yeşil gözleri kocasının üzerindeydi. Dudaklarının kenarında alaylı bir sırıtış belirmişti. Andreani, bu akşam konuşmaları için doğru bir zaman olmadığını düşünüyordu fakat sarhoş olan Clarissa onunla aynı fikirde değildi.

"Bu akşam neden Roma'ya gitmedin?"

Tıpkı onun gibi geriye yaslanan Andreani, bacaklarını iki yana açarak rahatça oturmuştu. Elleri masanın üzerindeydi fakat yönünü tamimiyle ona çevirmişti.

"Açık konuşmak ister misin?"

"İsterim. Haftalardır benimle doğru düzgün konuşmuyorsun, yüzüme dahi bakmaktan kaçınıyorsun. Çalışma odana geldiğimde beni kovmaktan beter etmiş olmanı da unutmamışsındır. Sonra bir anda, düşünceli koca rolü oynuyorsun. Neden?"

Karısının varmak istediği konuyu anlamıştı Andreani. Büyük bir sakinlikle oturduğu yerden doğrulup yavaşça kucağındaki elini kendine çekmiş, avuçlarının arasına almıştı.

"Çünkü artık her akşam yemeğini evimde yemek istiyorum. Sabah kahvaltıları da buna dahil. Aramıza daha fazla yanlış anlaşılmalar girsin istemiyorum Clarissa. Aslında bu akşam da seninle bunu konuşmak istiyordum."

Andreani'nin mavi gözlerinin derinliklerinde bir an kaybolur gibi hissetti Clarissa. Fakat alkolden kaynaklanan rahatsız edici bir kıkırdamayla elini adamın avuçlarının içinde çekip, kurtardı. Kavradığı sandalye ile masadan da destek alarak ayağa kalktı. Andreani'nin onu tutmaya davranan elinden kolunu kaçırdığında, eline masanın üzerindeki kristal kadehini almıştı. Üzerinde altın yaldızlar işlenmiş büyük konsola dengesiz adımlarla ilerlemeye başladığında, alaylı sesi ile konuşmaya başladı.

"Tüh, metresin bunu duyduğunda çok üzülecek."

İçine derin bir nefes çekti Andreani. Önündeki tabağını kenara iterek kolunu masaya yerleştirdi. Oturduğu sandalyede, konsolu bulmuş kadehine şarap doldurmaya hazırlanan karısına sakin ses tonu ile açıklamasını yapmıştı.

"Aslında bu konuşmayı yapmak için ayılmanı bekleyecektim. Fakat iki kez de konuşabiliriz, sorun değil. Clarissa, benim metresim yok. Seninle evlendiğimden bu yana hiç olmadı."

Bir kez daha kıkırdamıştı Clarissa. Kişiliğine uymayan bir şekilde o an tüm duyguları açıkça gösteriyordu. Kadehine doldurduğu şarabından büyük bir yudum almış, ağzını elinin tersi ile silmişti. Tuttuğu kristal kadehi yemek masasının başında oturan Andreani'ye doğrulttuğunda seni hayal kırıklıkları ile bezeliydi.

"Yalancı. Sen iğrenç bir yalancısın."

"Claris-

Andreani açıklamak için ağzını açtığında boştaki elini havada sallayarak onu susturmuştu Clarissa.

"Evet, anlat, dinliyorum sevgili kocacığım. O tüm İtalya'nın dilinde olan güzeller güzeli metresine geri dönmüşsün. Söylesene yokluğu ağır mı geldi?"

Huzursuzlanan mavi gözleri ile yavaşça ayağa kalkmıştı Andreani. Durum böyle olmasa dahi Clarissa'nın sözleri onu utandırmış, canını sıkmıştı. Gulia'nın evine gitmiş olmasının bu şekilde yorumlanmış olması en son isteyeceği şeydi. İçine derin bir nefes çektiğinde, bir elini konsolun üzerine koymuş onu izleyen karısına ilerlemeye başlamıştı. Fakat Clarissa'nın yanına gelmesine rızası yoktu. Kadehindeki son içkisini bir kerede bitirdiğinde gülümsemiş, rahat bir tavırla aralarındaki taş zemine çarpmıştı.

"Hayır, uzak dur! Yanıma yaklaşmanı istemiyorum! Orada kal, bana dokunmanı da istemiyorum."

Deri çizmelerinin hemen ilerisinde patlayan kristal kadehten geriye kalanlara bakarken, bir an gözlerini kapatmıştı Andreani. Normal bir zaman olsa Clarissa'nın bu hareketi karşısında çıkışırdı. Fakat o an sadece içine derin bir nefes çekmekle yetinmişti. Karşısındaki karısının sarhoş olduğunu görebiliyordu. Bizzat kendisinin sebep olduğu bu büyük kırgınlık karşısında öfkelenmeye hakkı yoktu.

"Tamam dediğin gibi olsun. Yaklaşmıyorum. Fakat sende daha fazla içme."

Önünde durduğu konsola tekrar yönünü dönmüştü Clarissa. Bir kadeh daha alıp, şarap doldurmaya başlamıştı. Aynı zamanda kaçamak bakışlarla Andreani'yi kontrol ediyordu.

"İçmek istiyorum. İçeceğim."

Andreani, tek kelime etmeden çattığı kaşlarıyla onu izlemeye devam ediyordu. Ellerini bıkkın bir halde beline dayamıştı. Yeni kadehinden bir yudum almış Clarissa, belini konsola yaslamıştı. Sesindeki aşağılayıcı ton açıkça seçiliyordu.

"Varis istediğini söylemiştin hatırlıyor musun? Ludovico Kartalı. O çok istediğin varisi metresinden mi yapmaya karar verdin?

Genç kadının sözleri üzerine Andreani, kaşlarını fazla çatmış, alnı kırışmıştı. Onu umursamayacak kadar sarhoş ve kederli olan Clarissa, içkisini yudumlamaya devam ederken, yüzüne düşen saç tutamlarını beceriksizce geriye çekmişti. Sözlerine sanki büyük bir haber veriyormuşçasına heyecanla devam etmişti.

"Ama sana kötü bir haberim var. Sen, benimle evlisin. Onunla değil. Sadece ben sana yasal bir varis verebilirim."

Sözlerini bitirdiğinde kocasının yüzüne bakarak kıkırdamıştı Clarissa. Bu sözlere ne gibi bir cevap vermesi gerektiğinden emin olmayan Andreani ise apaçık bir şaşkınlık yaşıyordu. Evliliklerinin ilk haftalarında Bayan Ludovico olarak anılmak dahi istemeyen karısının ondan bir çocuk yapma konusunu ortaya atmış olması karşısında derin bir şaşkınlığa düşmüştü. Bunu sarhoşluğuna yordu adam. Fakat bu yüzünde oluşan tembel bir gülümsemeye engel olmamıştı.

"Kesinlikle iyi değilsin. Seni odana çıkartacağım, ve uyuyacaksın."

Clarissa'ya alan tanıma kararından vazgeçip karısına doğru bir adım atmıştı Andreani. Ne var ki bir kez daha durdurulmuştu karısı tarafından.

"Andreani, yaklaşma dedim! Herkes bana kocamla konuşmamı söylüyordu. Ben konuşacağım sen dinleyeceksin."

"Clarissa, izin ver seni odana götüreyim ve uyu. Sabah ayıldığında düzgün bir konuşma yapacağız zaten."

"İstemiyorum. Tek başıma o odada uyumak istemiyorum."

Clarissa, önüne gelen kumral buklelerini bir kez daha geriye iterken huysuzlukla homurdanıyordu. Ağır adımlarla salonda ilerlemeye başlayan kız, neşeli tuttuğu sesiyle onu izleyen kocasıyla uğraşmaya devam etmişti.

"Onun da gözleri senin gözlerin gibi mavi. Simsiyah da saçları var. Ah ama sen benden daha iyi biliyor olmalısın. Sonuçta birlikte uzun yıllar geçirmişsiniz. Lakin kendisiyle ben de tanıştım. Düğünümüzde. Bizzat tanıştı benimle."

Andreani'nin bu sözlerle başını öteye çevirmiş, kısa tuttuğu sakallarını ovarak bir süre pencereden gözüken karanlık bahçeyi izlemişti. Nihayet konuştuğunda sesi mahcubiyet içeriyordu.

"O konu, kontrolüm dışında gelişti. Hiç yaşamamış olman gerekirdi. Üzgünüm. Bir daha böyle bir durumla karşılamayacağından emin olabilirsin."

Şarabından bir yudum daha almıştı Clarissa. Andreani'nin bu sözlerini, algıları uyuşmamış bir anında duysa belki önemserdi. Fakat o an hissettiği hayal kırıklıkları ve aldatılmış olma hissine dayanmaya çalışmak için alaya vurmayı tercih ediyordu. Önünde durduğu ahşap sehpanın üzerine yerleştirilmiş, üzerinde çiçek desenleri bulunan mavi ve beyaz renklerinin ağırlıkta olduğu vazoyu inceler gibi bir tavır çizerek konuşmuştu.

"Yıllardır birlikteymişsiniz. İspanya'ya da seninle gelmiş. Roma'da da pek çok kez birlikte davetlere katılmışsınız. Merak ediyorum, benimle evlenirken onu terk etmiştin. Değmeyeceğimi düşünerek metresine geri mi dönmeye karar verdin?"

Andreani, zümrüt yeşili elbisesi içindeki sarhoş karısına baktı. Gür kirpiklerle çevrili yeşil gözleri öfke ile çakmak çakmak olmuş, çıkık elmacık kemikleri içkiyle birlikte al al yanmaktaydı. Ve onu gözleri ile aynı renk olan yeşil elbisesiyle gördüğü ilk zamanı hatırladı. Panzio Malikanesi'nde, vaftiz babası Juan Panzio ile iş anlaşması yapmak için geldiği zaman, onunla aleni bir laf dalaşına girmiş, bilmiş edasıyla ona asla evlenmeyeceğine dair meydan okumuştu.

Clarissa geleceği için ömür boyu sürecek bir yalnızlığı hayal ederken, zorunlu kılınan bir evlilikle peşi sıra pek çok anlaşmazlık ve Andreani'nin onunla evlenmeden önceki hayatı ile ilgili kötü şöhreti ve metresini hakkında bitmek bilmeyen dedikodulardan başka hiçbir şey elde etmemişti.

Andreani'nin bu farkındalıkla aniden içi burkuldu ve gözleri anlayışlı bir hal aldı. Clarissa'nın kendisini anlamasını istercesine bir elini yavaşça kaldırmış, kısa bir adım atmıştı.

"Ben seni aldatmadım. Metresim yok. Ortada koca bir yanlış anlaşılma var."

Önünde durduğu vazonun, çiçeklerini işaret parmağının ucuyla takip eden Clarissa, duraksamış içini çekmişti. Vazonun üzerinden çektiği elini ince beline yerleştirdiğinde hiçbir tereddüt duymadan diğer elindeki kadehi de yere çarptığında içkiden boğuklaşmış sesi ile bağırmıştı.

"Yalan söylüyorsun! Kadının evine gittiğini gözleri ile görmüşler! Yüzüme baka baka yalanlarına devam ediyorsun!"

"Evet, Giulia'ya gitt-"

Andreani'nin sözleri, Clarissa ile arasındaki zeminde koca bir gümbürtü ile parçalara ayrılan vazonun kırılma sesi ile yarıda kesilmişti. O akşam sarhoşluğun getirdiği rahatlık ve cesareti sonuna kadar kullanmakta ısrarcıydı Clarissa. Normal bir zamanda bu kadar ileriye gitmekten çekinebilirdi fakat uzun zamandır kocası ve metresi hakkındaki dedikodular öylesine canını yakmıştı ki kırgınlığı sarhoşluğu tıpkı ortalarında patlayan vazo gibi ortaya saçılıyordu.

"O kadının adını duymak istemiyorum!"

Önce salonun zeminine yayılmış beyaz ve mavi renklerden oluşan doğu işi çini vazonun kırık parçalarına ardından, öfke ile nefes nefese kalmış karısının dağılmış yüzüne bakakalmıştı Andreani. Clarissa'nın sarhoşluğu ile gelen dengesiz hali onu korkutmuş, endişelendirmişti. Yanına gidip, destek olmak istese de yapmamıştı. Bunun Clarissa'yı daha fazla hırçınlaştıracağını biliyordu. Tek kelime dahi etmede onu izlemeye devam etmiş, sakinleşmesini beklemeye koyulmuştu.

Bir süre tıpkı Andreani gibi, hiçbir söz söylememişti Clarissa. Önüne gelmiş kumral saçlarını tekrar arkasına atmış ellerini ince boynuna götürmüş, ovmuştu. Başının dönmeye başladığını hissediyordu. Fakat yemek bölümü ile salonu ayıran ince kemerin hemen altında, geniş omuzları ve uzun boyu ile heykel gibi dikilmiş onun her hareketi izleyen adamın varlığını hissetmek sinirini bozuyordu. Yeşil gözlerini çevirmiş, suçlarcasına çıkışmıştı.

"Bana harabelerde eğer kalbimi sana verirsem onu kırmayacağını söylemiştin hatırlıyor musun?"

"Evet. Sözümün hala arkasındayım."

Yavaşça başını sallayarak kabul etmişti Andreani. Ellerini ceplerine yerleştirmiş tüm dikkati onun üzerdeydi ve şaşılacak derecede sakindi. Clarissa, salondaki tüm değerli eşyaları bir bir kırsa dahi çıkışmamaya şartlamıştı kendini. Karısının güçlü duruşunun ardında gizlediği gerçek duygularını içinden atmasına izin verecekti.

"Ortada verilecek bir kalp kalmadı. Paramparça."

"Kalbini mi kırdım?"

Clarissa, Andreani'nin sakinliği ve sesindeki yatıştırıcı tonla büyülenmiş gibi yutkunmuş, başını onaylarcasına sallamıştı.

Andreani, karısının kırgınlıkla ıslanan yeşil gözlerini görebiliyordu. Yüzüne defalarca ondan nefret ettiğini haykırmış kızın, kalbini kırmış olabileceğine inanmayı canı gönülden isterdi. Fakat bunun mümkün olduğuna inanarak kendini kandırmaktan korkuyordu.

"Sanmıyorum. Unuttun mu benden nefret ediyorsun. Kalbin için bir şey ifade etmiyorum. Fakat bir parça dahi kırmayı başarmışsam, buna sevdiğimi saklamayacağım. Belki de kırılması gerekiyordu."

Alkol yüzünden algıları uyuşmuş olsa dahi Andreani'nin sesindeki hüznü ve hayal kırıklığını fark etmişti Clarissa. Unuttun mu benden nefret ediyorsun, sözleri zihninde adeta kilise çanı gibi yankılanıyordu. Bu onu dahafazla hırçınlaştırmıştı. Elinde bir kadeh daha olsa hiç düşünmeden bu kez adamın üzerine atabilirdi.

Duraksayıp adamın yüzüne bakarken, evliliklerinin koca bir kördüğüm olduğunu düşünmeye başlamıştı. Bu benzetme sarhoş hali ile acı dolu bir kıkırdamaya dönüşmüştü. Bir içkiye daha ihtiyacı olduğunu düşündüğünde ince pabuçları ile konsola doğru bir adım attığında Andreani'nin uyarı tonunu duydu.

"Yerinden kıpırdama. Ayaklarına kırıklar batacak."

Bakışlarını taş zeminin her bir köşesine dağılmış kırık parçalardan ayırmış, Andreani'ye çevirmişti. Anlamaya çalışarak yüzüne bakmış, beklenmedik bir şekilde aklından geçenleri dile getirmişti.

"Sen, sen anlaşılması zor bir adamsın. Tam seni tanımaya başladığımı, senden ne bekleyeceğimi bildiğimi düşünmeye başlıyorum. Fakat sonra öyle bir şey yapıyorsun ki her şey yıkılıyor. Her an farklı bir ruh haline bürünebiliyorsun. Gökyüzü gibi.. hem karanlık hem aydınlıksın. Ve ben bununla ne yapmam gerektiğini bilmiyorum."

O akşam hiç olmadığı kadar konuşkan ve duygusal bir kadına dönüşmüştü Clarissa. İçine derin bir nefes çektiğinde devam etti.

"Beni sevdiğini söylemiştin. Buna inandığım, hissettiğim zamanlar oldu. İnkar etmeyeceğim. Kimi zaman hoşuma dahi gitti. Gülümsediğinde gözlerinin içindeki ifade hoşuma gidiyor, emrivakilerini sevmiyorum ama yine de beni eğlendiriyorlar. Fakat öfkelendiğinde ürkütücü bir adama dönüşüyorsun. Sana öfkeliyim, kırgınım.. seni sevmek istemiyorum. Çünkü seni sevmemek en kolayı. Fakat bunun üzerine düşündüğümde senden nefret edip etmediğimden emin olamıyorum. Ben de düşünmemeyi seçiyorum. Yine de neden bu kadar kırgın ve terk edilmiş hissettiğimi bilmemek beni yoruyor."

Ellerini usulca ceplerinden çıkartmış Andreani, güçlükle yutkunmuştu. Clarissa'nın sözleri şimdiye dek sakin olan kalbini hızlandırmıştı, bunu hissediyordu. Fakat körkütük sarhoş olan kadının sabah uyandığında tüm bunları hatırlamayacak olmasını aklından çıkaramazdı. Umutlanmasına izin vermeyecekti. Uyandığında, her zaman takındığı gözünü kör eden inadını kuşanacaktı. Andreani bu içten sözleri Clarissa sarhoşken değil de ayık olduğunda duymak ne çok isterdi. Ne var ki bu hayalinin gerçekleşmeyeceğinden oldukça emindi. Clarissa, günün birinde onu sevmeye başlasa dahi bunu karşısına geçip söylemeyecek kadar inadına tutunarak yaşıyordu. Tüm bu sarhoş itirafları Andreani'nin kalbini adeta bir çocuk sevinci ile doldururken aynı zamanda hayal kırıklığına da sürüklüyordu.

"Sarhoşsun. Onurunun zedelendiğini düşündüğün için duygu yoğunluğu yaşıyorsun Clarissa. Bu şekilde hissetmenin sebebi bu. Başka bir sebebi yok. Kaldı ki sabah olduğunda, bu sözlerinin hiçbirini hatırlamayacak benden nefret etmeye devam edeceksin."

Sözleri Clarissa'da bir kıkırdamaya daha yol açmıştı. Omuzları sarsılarak kıkırdayan kız, başını öne eğmiş, kumral saçları önüne düşmüştü. Andreani'nin kendinden emin bir şekilde söyledikleri onu nedenini anlamadığı bir şekilde öfkelendiriyordu. Kendisi dahi bu yersiz kıskançlığının sebebini çözememişti, onun emin oluşu anlamsızdı. Adamın uyarısını umursamamış, duvara dayalı büyük dolaptan destek alarak konsolu bulmuştu. Yeni bir kadehe şarabı doldurduğunda gözlerini kısarak koca bir yudum içmişti. Dudaklarından yuvarlanan üç damla ince boynundan göğüslerine kadar kırmızı bir yol çizmişti.

"Böylelikle sen de metresinle görüşmeye devam edeceksin. Ben kenara atılmış eski bir pabuç gibi hissederken."

Andreani, hissettirmeden ona doğru bir adım daha atmıştı. Deri çizimlerinin altında ezilen kırıklarının sesi duyulsa dahi ayakta durmak için konsoldan destek alan Clarissa'nın dikkatini çekmemişti.

"Böyle hissettirdiğim için üzgünüm. Clarissa, sen hiçbir zaman kenara atılmış eski bir pabuç olmadın. Evet, eve uğramadığım zamanlar seni yalnız bıraktım. Yapmamam gerekirdi. Sinirliydim, her ikimize de zaman vermek istedim o kadar. Ama asla benim için, kenara atılmış bir pabuç olmadın."

Hala kocasının düğününde tanıştığı, sıra dışı güzellikteki kadını ona tercih ettiğine inanıyordu Clarissa. Kadının adını duymak istemese dahi simsiyah saçları ve mavi gözleriyle çekici bir kadın olan Giulia'nın görüntüsü gözü önünden gitmiyordu. Bununla birlikte uzun tırnaklarını parmaklarına batırmaya başlamıştı. Andreani'nin tatlı sözleri içinde yanan ateşi döndürmeye yetmiyordu. Bir kez daha alaya sığınmaya çalışarak muhabbeti çevirdi.

"Neredeyse gençliğinizden bu yana tanışıyormuşsunuz. Söylesene, seviyor musun onu? Madem sevgilini özleyip geri dönecektin, neden benimle evlenmek istedin? Onunla evlenmen gerekirdi."

"Çok uzadı bu saçmalık."

Daha fazla konuşmasına izin vermemişti Andreani. Müdahale etmesine fırsat tanımadan aralarındaki mesafeyi uzun adımları ile kapatmıştı. Clarissa'nın dudaklarına götürdüğü kadehi uzanıp almış arkasındaki konsola bırakmıştı. Bununla birlikte huysuz bir kız çocuğu gibi homurdanıp ondan uzaklaşmak isteyen karısının kolunu kavradığında, kucağına almıştı.

Aralarında geçen tatsız konuşmadan sonra Andreani, Clarissa'nın huysuzluğuna devam edeceğini düşünmüştü. Fakat karısı, salondan çıkıp merdivene ilerlemeye başladıklarında yüzündeki sarhoş gülümsemesi ile parmaklarını yüzüne uzatmıştı. Kısa sakallarının üzerinde gezdirmeye başlamıştı parmak uçlarını. Clarissa'nın ona bu şekilde dokunmasına alışık olmayan Andreani şaşırsa dahi çattığı kaşlarıyla kucağındaki kızın yüzüne bakmıştı.

"Güzel gözlerin var. Gökyüzü kadar mavi. Sanırım onları seviyorum. Fakat içinden alevler çıktığında onları sevmiyorum."

Andreani'nin gözlerinde neşeli bir parıltı belirmişti. Clarissa'nın bu kaygısız hallerinin hoşuna gittiğini inkar edemezdi. Kaşlarını gülümseyerek havaya kaldırdığında sahte bir kızgınlıkla sormuştu.

"Gözlerimden alev mi çıkıyor?"

Bu sözlerle sarsak gülümsemesi daha da büyüyen Clarissa, yaramaz bir çocuk edasıyla kaçamak bir bakış attı.

"Evet. Birçok alev. "

Dudakları kendinden emin bir ifadeyle kıvrılan Andreani, merdivenleri çıkmayı bitirmişti. Ludovico çifti için özel olarak tasarlanmış büyük yatak odasının bulunduğu batı kanadına dönmüştü. Beş hafta boyunca karısının yalnız kullandığı odaya yaklaşırken, onu izleyen yeşil gözlere çevirmişti gökyüzü kadar mavi gözlerini.

"Senin de gözlerin zümrütler kadar yeşil."

Parmaklarını yavaşça adamın kısa sakallarından çeken Clarissa, bakışlarını çevirmeden keskin bir içki kokusu yayılan nefesiyle mırıldanmıştı.

"Teşekkür ederim."

Yatak odasının çift kanatlı kapısının kulpunu kolunu bastırarak açtı Andreani. Yanmakta olan şömine odaya ışıltı veriyor, yanan odunların keyifli çıtırtıları huzurlu bir atmosfer oluşturuyordu. Yatağın çevresinde dolanıp, Clarissa'yı kendi tarafına yavaşça bıraktı. Bununla birlikte Clarissa, boynundaki haç kolyesine uzanmış beceriksiz bir hareketle çıkarmaya başlamıştı. Mavi gözlerini kısmış yatağın üzerindeki karısını izlemeye başlamıştı. Onu bu şekilde bırakıp gitmek veya bağları sırt kısmında olan zümrüt yeşili elbisesini çıkartmasına yardım etmek arasında seçim yapmaya çalışıyordu. Elini kahverengi gür saçlarının arasında gezdirerek bir süre daha düşünmüş ardından söylenerek giyimde odasına ilerlemeye başlamıştı.

Clarissa'nın kıyafetlerinin olduğu meşe dolapları üçüncü açışında aradığını bulmuştu. Elindekinin gecelik olduğuna ikna olduğunda tekrar yatak odasına dönmüştü. Beyaz ve sarı renk taşlarla süslenmiş haç kolyesini çıkarmayı başaran genç kadın, kumral saçlarının üzerindeki beyaz kurdeleyi de çözmüş, yatağının yanındaki komodinine bırakmaktaydı. Tekrar dolanıp, yatağın üzerinde oturur pozisyonda bacaklarını öne uzatmış kızın başına dikilmişti. Elindeki geceliği yatağa bıraktığında sarhoş karısı yüzündeki tembel ifade ile ona bakıyordu.

"O elbise ile uyumana gerek yok. Arkanı dön bağlarını çözeyim. Sonra da geceliğini giyer uyursun."

Sırtını yatağın kakmalı başlığına vermiş Clarissa, yanı başında dikilen Andreani'yi baştan aşağıya sırıtarak süzmüştü. İşaret parmağını havaya kaldırıp sallarken itiraz etmişti.

"Berta gelsin. Git çağır."

"Clarissa, yemin ediyorum koca bir baş belasısın."

Andreani, nefesini bıkkınlıkla dışarı verip, yatağa oturdu ve onu izleyen genç kadının iki kolunu kavradığında, arkasını döndürmek için hamlede bulundu. Clarissa, kollarını kavrayan adamdan kendini kurtarmak için elini havaya kaldırdı. Ne yazık ki bu hareketi nafile olmuştu. Eli adamın göğsünü bulmamış, boşa düşmüştü. Çünkü Andreani onu çoktan arkasını döndürmüştü. Şaşkına uğrayan Clarissa'nın sarhoş gülüşü yatak odasını doldurmuştu. Bu sırada onun beline kadar uzanan dalgalı saçlarını kenara çektiğinde, parmakları karısının elbisesinin bağlarını çözen Andreani ise sırıtıyordu.

Yeşil renk elbisesinin bağlarını çözmeyi bitiren adamın elleri omuzlarına uzanmış, yavaşça üzerinden düşmesini sağlamıştı. Elbisesinin üst kısmı beline yığıldığında ince içliği ile kalmıştı Clarissa. O an sarhoş kızı daha fazla tutma niyetinde değildi Andreani. Beline yığılmış elbisesini dikkatlice aşağı çekerek, yere bırakmıştı. Fakat beline yerleştirdiği elleri ile onu kendisine döndürdüğünde, ince içliğinden açıkça belli olan dolgun göğüslerine kaymıştı bakışları. Daha önce görmediği bu görüntü ile elinde olmadan duraksamış, mavi gözlerine arzulu bir ifade oturmuştu. Zorlukla başını öteye çevirmeyi başardığında, yatağın üzerine bıraktığı geceliğine can havli ile uzanmıştı. Aynı zamanda hiç iyi fikir değildi diyerek geceliğin baş kısmını aramaya koyulmuş, bakışlarını kaldırmamak için üstün bir güç harcıyordu. İçki yüzünden ağlıları uyuşmuş Clarissa, bu durumun farkında değildi. Andreani, kollarını kaldırmasını söylediğinde hiçbir itirazda bulunmamış, kaldırdığı kollarıyla geceliğini giydirmesine izin vermişti. Geceliğinin uzun eteğini çekiştirerek bedenine geçirmişti.

Yatağa girmesine yardım etmek için ayağa kalkmaya davrandı Andreani, lakin Clarissa fevri bir hamleyle elini uzatıp kolunu kavradığında kalkmasına izin vermemişti. Andreani'nin sorgulayan gözleri onun ince uzun parmaklardan, henüz giydirmiş olduğu beyaz geceliğine ardından yüzüne kaydı. O, bir an önce kendini odadan atmasının her ikisi içinde en hayırlısı olacağını düşünürken sarhoş karısı için konu kapanmamıştı. Kolundaki eliyle, omuzlarına bir yol çizen genç kadın, iki elini geniş omuzlarına yerleştirmişti. Aynı zamanda yüzünü adamın yüzüne doğru kaldırmıştı.

"Bana nar bahçesinde öpüşmeyi bilmediğimi ima etmiştin. Ben senin için toy bir çocuğum, ama metresin değil. Öyle değil mi?"

Karısının omuzlarına yerleştirdiği elleri ile ne yapacağını bilememişti Andreani. Yüzüne çarpan sıcak bir dalga halindeki içkili nefesi, onu hazırlıksız yakalamış adeta içini titretmişti. Tutuşundan kurtulmak için geriye çekilmek istese de Clarissa, bir kolunu boynuna doladığında onu kendine çekmeye çalışıyordu. İlk anda buna izin vermemekte kararlıydı. Hali hazırda gördükleriyle zihni bulanmışken, bu arzusunu beslemekten başka bir şeye yaramazdı. Lakin Clarissa, nefesleri birbirine değecek kadar yakın yüzlerini yaklaştırdığında, baş döndürücü bir gülümsemeyle bakmıştı.

"Clarissa, ellerini üzerimden çek."

Andreani, kırıntılarını dahi zor bulduğu iradesiyle dişlerinin arasından uyarısını yapmıştı. Fakat Clarissa, bu sözlerle daha fazla yaklaşmış, baş döndürücü gülümsemesi büyümüştü. Güçlükle kollarını kaldırıp, bedeni üzerindeki zarif kolları uzaklaştırmak için niyetlenen Andreani, daha ne olduğunun farkına varamadan Clarissa, dudaklarına sokulmuştu. Yeşil gözlerinin kapatıp, onun dudaklarını beceriksizce öpmeye başladığında genç kadının içkili agzının tadını almıştı. O an tek istediği bu beceriksiz öpüşü, ustaca yönetmek olan Andreani, hayatında ilk defan kendine hakim olmakta zorlanmıştı. Bir süre kendisini öpmesine izin vermişti. Clarissa'nın yumuşak dudaklarının tadına vardığı her an bedeni büyük bir arzu ile dolup taşarken daha fazla kontrolünü kaybetmemek için omuzlarını kavradığı kızın dudaklarını bir hamlede kendi dudaklarından ayırmıştı. Kontrolünü kaybetmemek için gözlerini kapadığında, çenesini genç kadının başına dayadı.

"Seni dengesiz küçük aptal."

Kımıldayan Clarissa, ellerini göğsüne koyduğunda yüzüne bakmak istercesine başını kaldırdı. Adamın hoşnutsuzlukla parlayan mavi gözlerinin içine baktı. Sesi fısıltıya benzerdi.

"Sana bir sır vermemi ister misin?"

Andreani, güçlükle karısının yeşil gözlerinin içine baktı. Canı acırcasına yüzünü buruşturduğunda başıyla belli belirsiz onaylamıştı. Bunun üzerine tekrar sarhoş sırıtışını gösteren Clarissa, ellerini usulca tekrar onun omuzlarına yerleştirmişti. Uzun parmakları ile omuzlarını okşamaya başladığında aynı zamanda alt dudağını dişleyerek fısıldadı.

"Sanırım, geniş omuzlarını da seviyorum. Kahverengi gür saçlarını da."

Mavi gözlerini bir an olsun karısının yeşil gözlerinden ayırmayan Andreani, boğuk sesiyle kahkaha atmıştı. Parmak uçlarını, pürüzsüz yüzünün narin kıvrımlarında yavaşça gezdirdiği sırada bir eli usulca sırtını bulmuştu. Sırtından nazik bir hareketlerle yol içen eli omuzunda durmuştu. Baş parmağı ile köprücük kemiğini okşarken tıpkı onun gibi fısıltıyla çıkmıştı sesi.

"Bende kızdığında savurduğun kumral buklelerini seviyorum. Yeşil gözlerinin parlamasını seviyorum. Gülüşünü, kahkahalarını seviyorum. Ve yanaklarının iki yanındaki gamzelerini. Başka neyi sevdiğimi bilmek ister misin?"

Elleri kocasının omuzlarında olan Clarissa'nın sarhoş bedenini artık tükenmiş ve göz kapakları uyku için ağırlaşmış bir haldeydi. Andreani'nin yumuşak ses tonu tüm algılarını uyuştururken, başını sallamıştı.

Karısının kapanmaya hazırlanan yeşil gözlerine bakarken, mahrem bir şekilde sırıtmıştı Andreani. Omuzundaki elini, geceliğinin açıkta bıraktığı çıplak tenine kaydırıp yavaşça okşadığında dudaklarının üzerine fısıldadı.

"Bu güzel geceliklerinin içini dolduruşunu da çok seviyorum."

Clarissa, bir şey diyemeden ani bir hareketle ellerini üzerinden çekti Andreani. Oturduğu yerde uzanıp, geniş yatağın üzerine serilmiş mavi örtünün ucunu tutup, açtı. Ayağa kalktığında gözleri kapanmakta olan Clarissa'nın ince bedenini kolaylıkla kolları arasına aldı. Yatağın içine serilmiş krem rengi ipek çarşafın üzerine bıraktığında karısı yan dönmüş, ellerini yanağının altına almıştı. Onun bu halini gülümseyerek izleyen Andreani, mavi örtüyü bedenine örterken kulağına fısıldadı.

"Biliyor musun ? Bu da benim küçük sırrım olacak. Sen yarın, olmayan bir metres için kendini hırpaladığın bu anların hiçbirini hatırlamıyor halde uyanacaksın. Bense, her anını hatırlıyor olacağım."

Homurdanan Clarissa, kulağının üzerindeki adamın sıcak nefesini savuşturmak istercesine beceriksizce elini sallamıştı. Bunun üzerine keyifle gülümseyerek geri çekilmişti Andreani. Şömine ışığının aydınlattığı yatak odasından çıkmak üzere, kapıya yöneldiğinde, mavi gözleri duvara yaslanmış geniş konsolu bulmuştu. Üzerindeki yeşil parıltıyı seçtiğinde, yavaş adımlarla ilerledi. Bir gece önce karısının bıraktığı alyans ve yüzüğe dudaklarının kenarındaki tebessümle bakmıştı. Uzanıp yeşil safir yüzüğü eline aldığında, uykuya dalmış karısının masum güzelliğine son bir kez göz gezdirip, yüzükle birlikte yatak odasından çıktı.

YAZAN;MİRENA MARTİNELL

Ben Geldimm 🙋🏻‍♀️

- 9300 kelime olan bu bölümü sonuna kadar okumuş ve buraya ulaşmışsanız, tebriklerimi kabul etmenizi isterim 😆😆 çünkü çok uzun bir bölüm oldu 🤦🏻‍♀️ geçikmesinin sebebi de bu yüzden, yaz yaz bitiremedim. Hala bazı yerlerden emin değilim umarım açıklayıcı bir bölüm olmuştur 😊

-Lütfen lütfen lütfen lütfen bölüme oylayın. Yorumlarınızı bekliyorum kısacık dahi olsa yorumlarsanız çok sevinirim 🙂 bu bölüme çok mesai harcadım çünkü bence hakettim dhdhbd

Çok uzatmayacağım çünkü bu bölüm hakkında ne desem bilemiyorum 😊Clarissa'nın derdini anladık ama bence artık ne dersiniz 😉
Okuyan, yorumlayan oy veren herkesi çook öpüyorum 💋 Kendinize iyi bakın görüşmek üzere ❤️ ❤️

- Mirena -

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top