Bölüm 23 - "Kalbi Kırılmış"
"Ses tonum gerçek duygularımı içeriyor."
Muhteşem Güzellik
Bölüm 23 - Kalbi Kırılmış
Beş Hafta Sonra
Andreani, görenin hayran kaldığı simsiyah göz alıcı atı Gece'nin sırtında Roma'nın taş sokaklarında ilerlemekteydi. Karanlık bulut yığınları güneşi kapatmıştı. Sabah gün doğumu ile uyanan adam, beş haftadır kullandığı yeni odasının geniş kemerli penceresinden gökyüzüne bakmıştı. Kapkara bulutların ardındaki cılız güneş, karanlık ve kasvetli bir gün olacağını işaret ediyordu. Kapalı hava, tüm gün devam etmiş, güneşi görmek mümkün olmamıştı. Günbatımına az bir vakit kala, hafif hafif esen rüzgar genç adamın gözleri ile aynı renk mavi ceketinin üzerine giydiği siyah, uç kısımları altın işlemeli pelerinin eteklerini havalandırıyordu.
Gece'nin nalları taş üzerinde takırdarken, geçmişte pek çok kez geldiği iki katlı beyaz konağın bulunduğu sokağa sapmıştı. İki tarafı şık konaklarla çevrelenmiş şehir merkezine yakın sokak boyunca ilerleyip, konağın önünde atını durdurmuştu. Elinde tuttuğu atının yuları ile binanın meşeden yüksek kapısına vurmuştu. Kısa bir an sonra kapıyı açan muhafız, Andreani'yi görür görmez hızlı bir baş hareketi ile selam verip, ağır kapıyı sonuna kadar açarak içeri girmesi için yol vermişti. Köşkün küçük bahçesine adım attığında koşar adımlarla yanına gelen kısa boylu uşağa atının yularını teslim etmişti.
"Ahıra götürme. Uzun kalmayacağım."
Andreani kayıtsız bakışlarını konağın geniş pencerelerine çevirerek acelesiz bir edayla süzmüştü. Esmekte olan rüzgarla havalanan pelerininin eteklerini, eldivenli eliyle geriye çektiğinde köşkün üst katına çıkan geniş merdivenlere yönelmişti. Merdivenlerken inmekte olan hizmetçi kıza lafı dolandırmadan görüşmeye geldiği kişiyi sormuştu.
"Hanımın nerede?"
Ludovico asilzadesinin ifadesiz yüzüne bakarken hızla yutkunan hizmetli, ellerini önünde birleştirmişti.
"Bayan Giulia Natanaele, küçük salondalar asilzadeleri."
Hizmetçi kızın yanından geçen Andreani, merdivenlerden sert adımlarla çıkıp küçük salona ulaşan holü adımlamaya başladı. Kalın kemerli ahşap kapından geçtiğinde, biraz önce konağa girişini izlemiş olan Giulia, küçük avluyu gören pencerenin önünde dikilmekteydi. Andreani'nin salonun içinde birkaç adım atmasını beklemiş ardından esnek bir zarafetle yönünü ona dönmüştü.
"Andreani. Ben de seni bekliyordum. Evlilik yaramamış olsa gerek."
Giulia gülümseyerek, yüzüklerle bezeli ellerini yavaş bir hareketle önünde birleştirmişti. Kadın, biçimli vücudunu saran lavanta rengi parlak kumaştan elbiseye sarınmıştı. Elbisenin kare yakasını pırıl pırıl parlayan zümrüt bir kolye dolduruyordu. İpeksi siyah saçları, deniz mavisi gözleri ve mermerden oyulmuş beyaz teni ile çarpıcı bir kadındı Giulia. Kayıtsız bakışlarını kadından çeken Andreani, salonun köşesindeki hareketliliğe çevirmişti başını. Siyah hizmetli kıyafetine bürünmüş orta yaşlı bir kadın, kucağında üç yada dört yaşlarında bir erkek çocuğu tutuyordu. Kısa siyah saçlara sahip olan çocuğun küçük parmakları arasında tahtadan bir at vardı. Salonda bakışlarını gezdirmeye devam ettiğinde koltuğun üzerinde bir oyuncak ayı ve battaniye de görmüştü Andreani.
Yüz hatlarında hiçbir değişiklik olmayan Ludovico asilzadesi, ağır bir hareketle mavi gözlerini Giulia ile buluşturmuş, bir kaşını hafifçe yukarı kaldırmıştı. Bu tavra alışkın olan kadın, hizmetliye yalnız bırakılmalarını emretmişti. Kucağındaki küçük çocukla salondan ayrılan hizmetlinin ardından kapattığı kapıya omzunu dayayan Andreani, alaylı edasıyla Giulia'ya bakıyordu.
"Birazcık dahi ilgimi çekmiyor. Fakat madem gözüme sokmayı tercih ettin, açıkla tatlım, dinliyorum."
Zarafetinden ödün vermeyen Giulia, lavanta rengi eteğini savurarak pencere önünden ayrılmış odanın içinde süzülürcesine iki adım attığında, küçük omuzlarını silkmişti.
"Ağabeyimin gayrimeşru çocuğu. Annesi birkaç ay önce hastalıktan ölmüş. Bırakacak başka kimsesi yoktu."
Andreani omuzunu yasladığı kapının önünde, gizlemediği onaylamayan ifadesi ile Giulia'nın cüretkar mavi gözlerine bakıyordu. Ağabeyinin gayrimeşru çocuğunu büyütmesi tüm itibarını tuzla buz ederdi. Ne var ki Giulia, kocasının ona bıraktığı bu köşk ve ağabeyinin maddi desteği ile yaşamını dilediğinde devam ettiriyordu ve dedikoduları önemsemeyecek kadar zevklerine düşkün bir kadındı.
Tıpkı kendisi gibi soylu bir aileden gelen kadını on yedi yaşından bu yana tanıyordu. Her ikisi de henüz gençken arkadaşlık etmişlerdi. Ne var ki onunla evlenme hayali kuran Giulia'nın aksine Andreani ne bundan yıllar önce ne de ileride onunla evlenmeyi istememişti. Kaldı ki kilisenin görevlendirdiği üzere İngiltere'ye gitmeden önce davetlerde yapılmış birkaç dansın getirdiği arkadaşlıktan daha fazlasını da vaat etmemişti. Roma'dan ayrılışından birkaç ay sonra ailesinin uygun gördüğü kendisinden en az yirmi yaş büyük Stefano Natanaele ile evlendiğine dair mektup aldığında hiçbir şey hissetmemişti. Giulia, tüm yüksek sınıf aileye mensup kadınlar gibi çocukluktan bu yana kız çocuk olarak, görevinin ailesinin çıkarları doğrultusunda bir evlilik yapmak olduğu üzere eğitilmişti.
İngiltere'deki diplomatlık görevinden, döndüğünde evlendikten birkaç yıl sonra kocasını kaybeden Giulia ile tekrar karşılaşmıştı. Roma'ya döndüğünde karşılaştığı cüretkar Giulia, yıllar önce bıraktığı masum evlilik hayalleri kuran genç kızdan çok farklıydı. İlgisini çekmekte hiçbir sınır tanımamış, dedikodulardan korkmadığını açıkça söylemişti. Birlikte geçirdikleri yıllarda Andreani, Giulia'nın güzel beden ve cüretkâr bakışlardan fazlasını barındırdığına pek çok kez şahit olmuştu. Mücevher sanatına ile ilgili olan kadın, kötü niyetlerini ilgisi ile harmanlamak gibi garip bir huya sahipti.
"Şimdi, yaptığın aptallığa gelelim."
Çocuk mevzusunu geçiştiren Andreani, omuzundan destek alarak duruşunu düzeltmişti. Giulia'ya doğru tekin olmayan adımlarla yürümeye başladığında yüz hatları biraz önceki alaylı ifadesinden çıkmış, kadınınkinden daha canlı olan mavi gözleri tehlike kıvılcımları ile parlamıştı. Onu gözlerindeki korkusuz ifade ile izleyen kadının, üzerine ceketinin iç cebinden çıkardığı koyu kırmızı parlak taştan oluşan kolyeyi acımasızca fırlatmıştı. Göğsüne çarpan sert kolye ile kısa bir şaşkınlık ve acı çığlığı atan Giulia, elbisesinin açıkta bıraktığı göğüslerine elini kapadığında, şaşkın bakışlarını gürültüyle yere çarpan kolyeye çevirmişti.
"Canına susmamış olmalısın Giulia."
Giulia darbenin getirdiği can acısıyla yüzünü buruşturmuş olsa da kısa zamanda toparlanmıştı. Mücevherlerle süslü yüzüklerinin olduğu elini Andreani'den çekinmediğini göstermek istercesine göğsünden çekmiş, yanında durduğu konsolun üzerine yerleştirmişti. Mavi gözlerini rahatça adamın yüzünde gezdirmeye başlamıştı; korkmuş olduğunu hissetti ve genç adamın gözlerinde endişelenmiş olduğuna dair bir parıltı seçti. Kadının dudaklarına yerleşen hafif tebessüm gülümsemeye dönmüştü.
"Seni daha önce hiç böyle görmemiştim. Korkmuşsun. Karının ölmesinden korkmuşsun."
Sert ifadesi ile Giulia'yı dinleyen Andreani, bakışlarını yerde duran kolyeye çevirdiğinde sabah yaşadığı korkunun ruhunun en derin noktasına kadar işlediğini gösteren ince sızıyı tekrar hissetmişti.
Bu sabah, uyanmasıyla geniş yatağından çıkan adam, dün gece birbiri ardına devirdiği içkilerin getirisi olan başındaki öldürücü ağrı, içindeki tarifi mümkün olmayan tuhaf bir huysuzlukla yatağının hemen arkasındaki odaya açılan kapıya yönelmişti. Meşe ağacından gömme dolapların çevrelediği küçük oda, yıllarca kullandığı eski giyinme odasından daha küçüktü. Dolaplar eskiydi ve kullanışsızdı. Eski düzenine sahip olmayan adam, uzun dakikaların ardından limanda geçecek yoğun gün için giyinmişti.
Bir an gözünü kapatıp şakaklarını ovduğunda, Ludovico broşlarının yerleştirildiği küçük masaya yönelmişti. Bu masa da en az kıyafetlerinin yerleştirildiği dolaplar kadar yetersiz geliyordu. Babasından aldığı mavi gözlerini broşlarda gezdirirken dikkatini masanın köşesindeki ahşap kutu çekmişti. Cilalanmış parlak kutunun üzerine ağaç dallarından oluşan oymalar vardı. Kendisine ait değildi. Clarissa'nın eşyaları kendi eşyaları ile karışmış olmalıydı. Mavi gözlerindeki huysuzlukla siyah kartal arması olan broşlardan birini seçmiş, yakasına iliştirmişti. Malikaneden ayrılmadan önce Tobia'ya kutunun bir an önce odasından çıkarılmasını emredecekti. Evin batı ucundaki odada uyumakta olan kadına dair küçücük bir izle dahi aynı odayı paylaşmak istemiyordu. Bu tutumunu hayatının her alanında devam ettiriyordu ve beş hafta boyunca kendi malikanesinde adeta bir misafirmişçesine yaşamaya başlamıştı.
Odadan çıkmak için birkaç adım atan Andreani merakının uyanması ile duraksamıştı. Geriye dönüp, ahşap kutunun klipsini kabaca açıp kapağı kaldırmıştı. Kapağın ardından çıkan kolyeyi gördüğünde, kalbini saran dehşetle kutuyu ani bir hareketle bırakmıştı. Küçük masaya düşen kutunun içindeki koyu kırmızı parlak taştan kolye, yerinden kaymıştı. Birden hayatı boyunca oldukça az hissettiği bir korku duyan Andreani, koşar adımlarla odadan çıkmış, kahyası Tobia'yı merdivenlerin başında bulmuştu. Kısa bir zaman sonra Tobia'nın eşlik ettiği Berta yatak odasındaydı. Şaşkın ve ürkmüş halini umursamamış, soyunma odasındaki masanın üzerine duran kırmızı büyük kolyeyi göstererek, sorularına cevap istemişti. Andreani'nin sert suratına bakmaktan çekinen Berta başını eğdiğinde, kolyenin düğünden bir gün önce gönderildiğini ve hanımının bir kez dahi takmadığı fakat geldiği gün dokunduğunu söylemişti. Genç hizmetlinin gözünü sert mizacı ile korkutan Andreani, Clarissa'ya bahsetmeyeceğinden emin olduğunda neredeyse ağlama sınırına ulaşmış kızı serbest bırakmıştı.
Kıstığı gözleri sinirden kararmış halde bakışlarını tekrar Giulia'ya çevirdi Andreani. Adım adım kadına ilerlerken, işaret parmağı tehditkâr bir ifadeyle yerde duran kolyeyi gösteriyordu.
"Giulia ateşle oynuyorsun."
"Beni o kadar cahil mi sandın? Zehirli değildi. Clarissa, hala yaşadığına göre zehirli olmadığını sen de biliyorsun. Zincifre taşı etkisini kısa zamanda gösterir."
Oldukça inandırıcı bir tavır sergileyen Giulia, mavi gözlerini bir an olsun üzerinden kaçırmamıştı. Sıktığı dişleri ile başını usulca yana yatıran Andreani, bir süre hiçbir cevap vermemişti. Metresi Giulia'nın cevherlere olan ilgisini biliyordu. Gizemli her türlü taşa inanılmaz bir merak duyan kadın, geçmişte pek çok kez zincifre taşının etkilerinden bahsetmişti. Koyu kırmızı ve kiremit rengi arası zehirli bir cevherdi. Geçmişte kadınların renklendirmek için dudaklarına sürmesiyle ciddi zehirlenmelere yol açtığı biliniyordu. İspanya'da bir tüccardan zincifre taşını özellikle sipariş etmişti Giulia. O zamanlar metresinin bu merakını çılgınlık ve ilgi çekici bulmuştu Andreani. Ta ki bu sabah karısına aynı taşı kolye halinde hediye etmiş olduğunu düşünene kadar. Önce derin bir panik ve korku yaşamıştı adam fakat salim kafayla düşündüğünde tıpkı Giulia'nın dediği gibi zehirli olmadığına kanaat getirmişti. Ne var ki Giulia'nın zehirli taşı hediye etmiş olma ihtimali dahi vücudundaki tüm kanın tersten akmasına yetmişti.
"Clarissa, kolyeyi hiç takmamış."
Giulia, dolgun dudakları hafifçe büzmüş, elinin konsoldan yavaşça çektiğinde zarafetle dizlerini kırarak eğilmişti. Andreani'nin biraz önce üzerine fırlattığı taştan kolyeyi almış, tekrar esnek bir hareketle ayağa kalmıştı. Elinde tuttuğu kolyeyi yukarı kaldırdığında mavi gözleri kırmızı parlak taşın üzerine gezinmeye başlamıştı.
"Takmış olsa da hiçbir şey olmazdı."
Kadının rahatlıkla bahsettiği şeyin ihtimali dahi Andreani'yi öfkelendirmeye yetiyordu. Karşısında öfkeli homurtu eşliğinde bir küfür savurmuştu. İkna olmadığını gören Giulia, iç çekerek kolyeyi yüzünden çekmişti. Bir adım atıp adama yaklaştığında konuşmaya devam etmişti.
"Yapma, Andreani. Karını öldürmek istesem, şuan burada olmak yerine mezarı başında olurdun. Düşündüğün aksine genç ve güzel bir kadını öldürecek kadar taş kalpli değilim. İstediğim tam olarak buydu. Kolyeyi gördüğünde geleceğini biliyordum. Beni hatırlayacağını. Hoş, seni daha erken bekliyordum."
Ona yaklaşan kadınla arasındaki mesafeyi hızla kapatan Andreani, Giulia daha hiçbir tepki veremeden saten parlaklığındaki bembeyaz ince boynunu tutarak onu kendisinden kol boyu uzaklaştırmıştı. Giulia bu temastan etkilenmişçesine cüretkar gülümsemesini göstermişti.
"Davetli olmadığın halde düğüne geldin, Clarissa'ya kendini tanıttın. Metresimden çocuğum olduğu dedikodusunda parmağın olduğuna da eminim. Hatta bizzat senin çıkardığını düşünüyorum. Şimdi de bu lanet kolye. Giulia, üç etti. Seni Roma'da barındırmam. Birlikte geçirdiğimiz yıllar için sana hoşgörülü davrandım fakat artık hoşgörüm bitti. Bu işin bittiğini kabul edip, evliliğimden uzak duracaksın."
Sözlerini bitirdiğinde, metresinin ince boynunu kavradığı uzun parmaklarını özensiz bir hareketle çözmüştü. Kadının büyüleyici beyazlığa sahip boynu daha o an sıkı tutuşu ile kızarmaya başlamıştı. Ne var ki Andreani'nin tutuşu ile tüm vücuduna yayılan sıcaklıkla, karşı koymaya çalıştı Giulia.
"İspanya'da birlikteydik biz! Beni Roma'ya giden gemiye bindirirken, iki ay sonra görevinin biteceğini döndüğünde tekrar ilişkimize devam edeceğimizi söylemiştin. Oysa döndüğünde ne evime uğradın ne de görüşme taleplerime cevap verdin. Sana defalarca mektup yazdım, Tommasso ile işlerin olduğunun haberini göndermek dışında tek bir şey yapmadın. Sonra bir akşam gelip yakında evleneceğini söyleyip ilişkimizin devam etmeyeceğini söyledikten sonra çekip gittin. "
Giulia'nın konuşmayı getirdiği noktadan rahatsız olmuştu Andreani. Onun kafasında tüm bunlar uzun zaman önce tekrar açılmamak üzere kapanmıştı. Aynı konuları konuşmanın yararsız olduğunu düşünüyordu. Sıkılmış bir ifadeyle ceketinin yaka kısmını düzeltmişti. İlerleyip ahşap konsola yaslanmış, ellerini arkasındaki ahşap zemine yerleştirmişti.
"Bir gün evleneceğimi biliyordun Giulia! Durumu dramatikleştirmek senin gibi bir kadına yakışmıyor."
"Evet biliyordum. Fakat biz gibi, her iki ailenin de menfaatleri doğrultusunda soylu ve çeyizi dolgun bir kızla, içinde duygu barındırmayan bir evlilik yaparsın diye düşünüyordum. Bu.. bu evlilik öyle durmuyor."
Samimi bir acı ve kıskançlığın dışavurumu gibi görünen bu sözler karşısında Giulia'nın güzelliğindeki kırgın ifadeye bakmayı sürdüren Andreani'nin gözleri önünden metresi silinmiş yerine sıcak yeşil gözlere sahip karısı belirmişti. Neredeyse tüm İtalya Yarımadası'nın evliliği hakkında bu şekilde yorum yaptığını biliyordu. Bu durum hem gururunu okşuyor hem de ortada bahsettikleri bir aşk olmadığının acı gerçeği canını sıkıyordu. Fakat, dürüst olursa gururunu okşayan kısım daha fazlaydı.
"Evet, öyle durmuyor."
Gözlerinin içine bakan adamın sitem dolu sözlerine belli belirsiz bir keyif ve tebessüm ile karşılık vermesini beklemeyen Giulia bir anlık duraksamış, öylece Andreani'nin suratına bakakalmıştı. Fakat toparlanması uzun sürmemişti.
"Seni özledim."
Giulia, bir adım atmış, Andreani'nin tepki vermesine fırsat tanımadan parmaklarının ucunda yükselmişti. Dolgun hatlara sahip bedenini onun sert ve kaslı bedenine bastırarak, dudaklarını dudaklarına kapamıştı. Andreani, metresinin bu kadarına cüret edemeyeceğini düşünerek yanılmıştı. Ne var ki Ludovico asilzadesi durumu ustaca kontrol altına almıştı. Kadının omuzunu sert bir hareketle tutarak kendisinden uzaklaştırdığında, kırıcı bir hareketle sarsmıştı. Andreani'nin arzulu bedenini reddetmesi Giulia için yeni bir durumdu. Bakışları şok ve ızdırap içinde kalmıştı.
"Geçirdiğimiz yılların hatırına seni son kez uyarıyorum Giulia. Aramızdaki şey sadece tensellik değil arkadaşlıktı da, sana kırıcı davranmak istemiyorum. Bırak güzelce bitirelim bu işi. Ben evli bir adamım ve hayatımda metrese yer yok. Bu seni son görüşüm. Bugün buraya gelmemenin tek sebebi karıma o lanet kolyeyi göndermiş olman. Bir daha böyle bir şey yapmayacaksın. Evliliğim hakkında tek bir söz dahi etmeyecek, Clarissa'dan uzak duracaksın. Aksi takdirde seni Roma'da barındırmam. Blöfe ihtiyaç duymadığımı bilirsin. Dediğimi yaparım, beni buna mecbur etme."
Sözlerini bitirdiğinde tepkisini izlemişti Andreani. Kadın bir süre kırpıştırdığı mavi gözlerini üzerinde gezdirmiş ardından öteye çevirdiği bakışlarıyla sessizliğe bürünmüştü. Bu tavrı, sözlerini kabul ettiğini gösteriyordu. Giulia, konuşmak yerine gözlerini kırpıştırıp zarafetle yüzünü öteye çevirdiğinde daha fazla üstelemeyeceğini bilirdi Andreani. Omzuna düşen siyah bir bukleyi şöyle bir okşadığında, sessizleşmiş salondan çıkmıştı Ludovico asilzadesi. Avluda bekleyen atı Gece'nin üzerine yerleştiğinde, eski metresinin evinden çıkmış, Roma sokaklarına karışmıştı.
**
Clarissa koyu kahve ve krem tonlarının hakim olduğu malikanenin büyük salonunda, iki tarafında tavandan yere kadar uzanan krem rengi kalın perdelerin olduğu nefes kesici kır manzarasını sunan pencerenin önüne yerleştirişmiş koltukta oturuyordu. Genç kadın ne kadar süredir koltukta oturduğunu bilmiyordu fakat, ince pabuçlarını çoktan çıkartmış bacaklarını yanına doğru kıvırmıştı. Kucağındaki çizim defterini, önündeki gül ağacından küçük sehpanın üzerine bırakmıştı. Sırtını yılgın bir edayla geriye yasladığında, uzun parlaklarının arasında siyah tebeşirini çevirmeye başlamıştı. İçine derin bir nefes çeken genç kadının cansız yeşil gözleri pencerenin ardındaki düzenli bahçede dalgın bir halde geziyordu.
Son beş haftadır tüm hayatı, adeta ıstırap dolu bir ölüm sessizliğin içine çekilmişti. Andreani'nin Pietro ile buluşmaya gitmesini öğrenmesiyle ettikleri büyük kavga her ikisinin yaşamında büyük değişikliklere yol açmıştı. Kavgalarının sonunda öfkesini yansıtan sert adımları ile malikaneyi terk eden Andreani, ne akşam yemeğine katılmış ne de gece malikaneye gelmişti. Hizmetlilerin Andreani'nin kıyafetlerini doğu kanadındaki odaya taşımasını kütüphanede, üzerine sinen uyuşuk durgunlukla bekleyen Clarissa, vakit akşamı bulduğunda yatak odasına çıkmıştı. Çift kanatlı ahşap kapıyı arkasından kapatıp, sırtını soğuk ahşaba vermiş, solgun yeşil gözlerini büyük odada gezdirmişti. Issız ve yabancı hissettirmişti. Boğazına düğümlenen acı dolu bir yumruyla, ilerleyip soyunma odasına geçmişti. Meşe dolapların Andreani'ye ait kısımları tamimiyle boşaltılmış, adamın Ludovico broşlarını özenle muhafaza ettiği tüm raflar koca bir boşluğa bürünmüştü.
O gece, evlendiklerinden bu yana ilk kez tüm geceyi yatakta yalnız geçirmişti Clarissa. Karanlık gökyüzü, yerini doğmakta olan güneşin ilk ışıklarına bırakırken, tüm gece dönüp durduğu geniş yatakta uykusuz gözlerle çevresini izlemeye devam etmişti. Öfkeliydi, mutsuzdu ve haksızlığa uğradığını düşünüyordu. Can acıtıcı bir hale gelen duyguları ve aklına hücum eden Andreani ile kavgasının her ayrıntısı ile bedeni yorgunluk ve uykusuzluktan bitkin düştüğünde, uyuyakalmıştı.
Clarissa, ertesi sabah oldukça geç bir saatte gözlerini açtığında, uyanmasını odanın köşesinde sessizce bekleyen Berta ile karşılaşmıştı. Birkaç saatlik uykuya kavuşmasına rağmen, uyandığında insanı telaşa düşürecek kadar solgun görünüyordu. Başındaki korkunç ağrı ile gözlerini sıkıca yummuştu. Berta'nın onun için hazırladığı bitki çayını yatağında zorlukla içen Clarissa, Andreani'nin sabaha karşı malikaneye geldiğini öğrenmişti. Kahya Tobia'ya küçük bir sandık dolusu kıyafet hazırlatmış, çalışma odasında geçirdiği kısa vaktin ardından tekrar malikaneden ayrılmıştı.
Andreani o akşam da malikaneye gelmemiş, sonraki beş gün de uğramamıştı. Altıncı günün ardından malikaneye döndüğünde, Andreani Ludovico'nun ruh halinden kaynaklanan sert hava, tüm malikane halkını esiri altına almıştı. Malikanede olduğu kısıtlı vakitlerde her an hoşuna gitmeyen bir şeye sinirlenebiliyordu. Tobia'ya gelen mektupları karıştırdığı için kızıyor, baş seyisi atların bakımlarını yeterince iyi yapamadığı için kovmakta tehdit ediyor, muhabbetçisine hesapları yanlış yapmadığı halde dikkatsizliği için çıkışıyor, holde gördüğü hizmetçilere ayağının altında dolandıklarını söyleyerek azarlıyordu.
Malikanedeki insanın kanını donduran gerilim, tüm çalışanların efendilerini memnun etmek için daha fazla koşturmasına ve diken üzerinde çalışıp daha fazla hata yapmalarına neden oluyordu. Hissettirmeden adeta bir gölge gibi onu takip eden Tommasso dışında kimse adama yaklaşmaya cesaret edemez hale gelmişti. Tüm bu sert hava, malikanede sürerken tıpkı çalışanlar gibi buna katlanmak zorunda kalan Clarissa, geçen iki haftanın ardından Andreani ile konuşmaya karar vermişti.
Genç kadın adamı çalışma odasında yakaladığı bir gün, mizacına yakışmayan bir sakinlikle kapıyı yavaşça çalarak içeri buyur edilmesini beklemeden girmişti. Andreani, çalışma masasının arkasında oturmuştu. Masanın üzerindeki kağıt yığınına başını eğmiş, raporlardan birini okuyordu. İçine derin bir nefes çeken Clarissa, ellerini önünde birleştirmiş, konuşmaya başlamıştı.
"Andreani, konuşabilir miyiz?"
Okumakta olduğu kağıttan başını kaldıran Andreani, kağıdı masanın üzerine bıraktığında ayağa kalkmıştı. Clarissa'ya yanıt vermekten bir süre kaçınmış, masasının üzerinde raporları deri evrak çantasına tıkıştırmaya başlamıştı. Clarissa adamın umursamaz tavrını izlerken, çoktan yaptığının gurursuzluk olduğunu düşünmeye başlamış ve pişman olmuştu. Andreani deri çantaya kağıtlarını tıkıştırmayı bitirdiğinde doğrulmuş, ifadesiz yüzünü kısa bir an genç kadına çevirmişti.
"Çıkmam gerek. Eğer istediğin bir şey varsa Tobia ya da Tommasso'ya söyleyebilirsin. Sana yardımcı olurlar."
Andreani başka hiçbir söz söylemeden, Clarissa'yı arkasında bırakmış ve kararlı adımlarla çalışma odasından çıkmıştı. Genç kadın, odanın ortasında kaskatı durmaya devam ederken adamın içinde hiçbir his barındırmayan sözlerine dayanmaya çalışır gibi tırnaklarını avuç içlerine batırmaya başlamıştı. Gururunu bir kenara bırakarak Andreani ile konuşmak istemiş ve büyük bir aptallık etmişti. Hırsla çalışma odasından çıkmış, gittikçe soğuk bir yabancıya dönüşen adamı aklından çıkarmak için kütüphaneye yönelmişti.
Haftalar birbiri ardında geçerken karısı ile karşılaşmamak için sabahın ilk ışıkları ile malikaneden çıkıp, gece geç bir vakitte gelmeyi bir düzen haline getirmişti Andreani. İş görüşmelerinin büyük bir kısmını limandaki küçük yazıhanesinde yapmaya başlamıştı. Önemli iş ortakları ile yaptığı iş toplantılarını malikanede yapmaktan başka çaresi olmadığında, salonda veya koridorlarda Clarissa ile karşılaştığında belli belirsiz bir baş eğmesiyle selam veriyor, bir yabancı gibi davranıyordu.
Clarissa, tüm bu haftalar boyunca Viberto'da meşgul olacak uğraşlarına devam etmeye kendini zorlamıştı. Rosia Hala ile birlikte şehirdeki manastır ve düşkünler evlerine yardımlarda bulunmuş Lavinia ile dostluğunu güçlendirmişti. Ne var ki kendini her ne kadar meşgul eder ve bedenini yorarsa yorsun geceleri koca yatakta tek başına yatarken uykuya dalmaya zorlanıyordu. Karanlık yatak odasında, uykusuzluktan küçülmüş yeşil gözlerini sıklıkla yanındaki boşluğa çeviriyor, neredeyse her gece şikayet ettiği adamın sıcaklığını düşünürken anlamsız bir eksiklik hissediyordu. Clarissa, adamın artık kendisine öfkeli olmadığını düşünüyordu. Yalnızda onu kalbinden ve zihninden tamamen çıkartmış, yokmuş gibi davranıyordu.
Clarissa, önceleri ne malikaneye uğramadığı beş günü ne de sabaha karşı geldiği uzun geceleri umursamamıştı. Andreani'ye karşı duyduğu öfke ve kırgınlık öylesine büyüktü ki adamın yüzünü görmüyor olmak ona iyi gelmişti. Tıpkı dediği gibi ona hiçbir sorun çıkarmıyordu Andreani. Clarissa, Ludovico Malikanesi'nde artık istediği gibi yaşamakta özgürdü. Ne var ki geçen haftalarla zihnine ağır ağır ince bir sızı saplanmaya başlamıştı. Adamın geceleri, nerede ve kiminle olduğunu düşünmeye başladığında aşina olmadığı o kıskançlık hissi ile nasıl başa çıkacağını bilemiyordu. Zihnini kemiren düşüncelere rağmen kendisine duyduğu sevgiyi hiçbir zaman saklama gereği duymamış olan adamın metresi ile görüşmeye başladığına inanmıyordu.
Parmaklarının arasındaki tebeşirini dalgın bir hareketle çevirmeye devam eden genç kadın, arkasında kalan salon kapısından içeri girmişti Berta. Son beş hafta boyunca sönük bir ruh hali içindeki hanımını ürkütmemek için kibarca boğazını temizleyerek dikkatini çekmeye çalışmıştı. Bakışlarını pencerenin ardındaki kır manzarasından çeken Clarissa, başını kaldırmış ona bakmıştı. Neredeyse neşe ve umut içindeki hafif tebessümü ile elinde tuttuğu Virgilio mührü basılı mektubu hanımına uzatmıştı genç hizmetli.
"Hanımım, ağabeyiniz Rinaldo Virgilio'nun uşağı bizzat şimdi getirdi."
Berta'nın uzattığı mühürlü mektubu tereddütle elini aldı Clarissa. Titremeye başlayan parmakları arasında, mektubu tutarken balmumun üzerinde basılmış Virgilio armasını görmek içindeki özlemi ortaya çıkarmıştı. Nazik bir hareketle mührü kırdı. Ağabeyi Rinaldo'nun kalın hatlara sahip el yazısını kolayca tanımıştı. Rinaldo, içtenlikle yazıya döktüğü sözlerine "ailemizin parlayan güneşi, sevgili kız kardeşim." diyerek başlamıştı. Annesinin sözlerini kullanmış olması, her yanına dalga dalga aile hasreti yayılmasına neden olmuştu. Esta Virgilio, çocukluğundan bu yana kızına bu şekilde hitap ederdi. Tüm aile içinde kabul görmüş bu üç kelimelik hitap adeta onunla bütünleşmişti. Gözlerini kapatınca annesinin güzel yüzünü anımsayan Clarissa, derin derin içini çekmişti. Annesi, Esta Virgilio'nun acı kaybı yüreğinde hiçbir zaman dinmeyecek bir sızıydı.
Elindeki mektubu sımsıkı kavramış bir halde, hüzünlü bir tebessüm etmişti. Yeşil gözleri tekrar canlılıkla parlamaya başladığında özlem tınısı içeren boğuk sesiyle Berta'ya isteklerini sıralamıştı.
"Sheilah'ı bul, odama küvet göndermesini söyle. Yıkanacağım, hazırlıklarla ilgilensin. Ardından Tobia ile konuş, at arabası hazırlansın. Roma'ya, Virgilio Köşkü'ne gideceğimi ilet. Sonra da elbisemi giymeme yardım edersin."
Duruşunu düzelten Clarissa, yana kıvırdığı bacaklarını koltuktan sarkıtmış, ince pabuçlarını ayaklarına geçirmişti. Korseli olmayan önden bağlamalı elbisesinin, eteklerini aceleyle düzeltmişti. Yavaşça başını sallayan Berta'nın yanından geçtiğinde mağrur bir hale bürünmüş duruşu ile salondan çıkmıştı.
Malikanenin yaşına rağmen dinç bir duruşa sahip baş hizmetlisi Sheilah ile mutfaktan çıkmıştı Berta. Kısa bir süre birlikte ilerlediklerinde, Sheilah hanımının kullandığı gül kokulu sabunu ve lifi almak için kilere yönelirken Berta ise Tobia'yı bulmak için ana hole çıkmıştı. Bir süre büyük malikanenin içinde yaşlı kahyayı arayan genç hizmetli, arka bahçeden tekrar ana hole döndüğünde hanımını bekletmiş olmaktan ötürü telaşa kapılmıştı. Kâhyayı görmek umuduyla, bakışlarını iki yanında uzanan doğu ve batı kanadına giden koridorlara çevirdiği sırada malikanenin giriş kapısının açıldığını fark etmemişti.
O telaşlı ifadesiyle alt dudağını dişlemeye başlamışken, malikanenin taş zemininde ona doğru ilerleyen Tommasso'nun bakışlarının üzerinde olduğunu da görmemişti. Elinde tuttuğu deri kaplı çantayı kolunun altına sıkıştırdığında başını yana eğmiş, ensesinde fileyle topuz yaptığı siyah saçlarından üzerindeki elbisenin etek uçlarında gözüken pabuçlarına kadar tüm bedenini tepeden tırnağa süzdüğünü de görmemişti. Göğüslerinde oyalanan arsız bakışların ise hiç farkına varmamıştı. Son olarak, tıpkı hanımı gibi ince boynuna bir haç kolyesi takmış kızın, ela gözlerinde bitirmişti keşfini.
Berta'nın ürkmüş hallerinden inanılmaz bir haz duyan Tommasso bir anda kızın karşısına dikildiğinde, uzun boyu ile tepen bakmaya başlamıştı.
"Oyuncak bebeğini mi kaybettin, küçük kız?"
Telaşlı ifadesinden sıyrılan Berta şaşkına uğramıştı. Sarışın adam karşısına geçtiğinde, adeta bahçe kapısından gelen güneşi kesmişti. Ürkütücü bir bedene sahipti Tommasso. Normal bir erkeğin iki katıydı. Adamın taş gibi bedeninden bakışlarını çekip gözlerine baktığında, kinayeli sözleri anlamlandırmaya çalıştı. Başardığında, hanımının yaşadığı zor zamanlar ile asabı bozuk olan hizmetlinin sesi adamın beklediğini aksine korkmuş ya da ürkmüş bir tınıyla sahip değildi.
"Bu günlerde malikanede şaka yapmak yetenek istiyor doğrusu. İzninle."
Sözlerini bitirdiğinde küçük bedenine yayılan korku ile neredeyse panik içinde arkasına dönmüştü. Adamın sırtını delen keskin bakışlarını hissedebiliyordu. İlerlemek için bir adım atmıştı lakin sarışın adam çevik bir hamleyle tekrar önünde geçmişti.
"Bana bak, görmeyeli senin dilin uzamış. Dikkat et, o sivrilmeye başlayan dilini kökünden kesip eline vermesinler."
Adamın tıslayan sesi ile tüm bedenine korku kıvılcımları yayılmaya başlayan genç hizmetli, yutkunmak zorunda hissetmişti. Tıpkı hanımı gibi hüzünlü bir ruh haline sahip olan Berta. Gün geçtikçe gözü önünde içine kapanan Clarissa'nın durumu kalbine dokunuyordu. Titreyen sesine rağmen makul bir açıklama yapmayı başarmıştı.
"Aradığım kişi sen değilsin. Kahya Tobia'yı arıyordum. Bayan Ludovico'nun isteğini kendisine iletmem gerek."
Tommasso'nun sarı gür kaşları çatılmıştı. Eline devrettiği deri çantayı hafifçe kalın bacaklarına vurmaya başladığında, huysuz yüz hatları biraz olsun yumuşamıştı.
"Bana ilet. Ben Tobia'yı bulurum."
Berta içinde bulduğu cesaret kırıntılarıyla itiraz edercesine başını iki yana sallamıştı. Hanımının güçlü duruşunu uzun yıllar yakında gözlemlemişti. Öğrendiklerini uygulamak istercesine sesini kararlı tutmaya çabalamıştı.
"Üzgünüm. Seni ilgilendiren bir konu değil. Söyleyemem."
Kızın kırılgan güçlü ifadesinin farkındaydı Tommasso. Sindirmek istercesine yüzünü Berta'nın korkusunu belli etmemek için tuhaf bir hal almış yüzüne yaklaştırdığında tıslamayı andıran sesi ile konuşmuştu.
"Andreani'yi ilgilendirir. Andreani'yi ilgilendiren şey beni de ilgilendirir. Şimdi konuş."
"Ben senin gibi düşünmüyorum. Bay Ludovico, haftalardır Bayan Ludovico ile birkaç kelimeden fazlasını konuşmadı. Onun ne yaptığı ile ilgilendiğini hiç sanmıyorum."
Tommasso içinden tüm dırdırcı, baş belası kadınlara bela okudu, sözlerini bitiren Beta'nın küçük yüzüne homurdanarak baktığında insanların görmeye alışık olduğu tekinsiz bakışlarını takınmıştı.
"Dırdırcı kadınlardan nefret ederim. Şimdi, konuşmak için son şansın."
Adamın bakışları altında, kırılgan duruşunu kaybeden Berta, gözlerini kaçırdı. İçine derin bir nefes çektiğinde cevaplamıştı.
"Bayan Ludovico, Roma'ya Virgilio Köşkü'ne gidecekler. At arabasının hazırlanmasını istiyorlar."
Tommasso, gür kaşlarını havaya kaldırarak Berta'nın yüzüne baktı, bir adım geri çekilerek geçebileceğini gösterdiğinde yüzü ifadesizdi.
"At arabası birazdan hazırlanmış olur. Hanımına haber verebilirsin."
Sözlerini bitirmesine rağmen hala kımıldamamış, kendisine bakmakta olan küçük kızı harekete geçirmek istercesine, elini havada şaklattığında eklemişti sarışın dev.
"Hadi, kulaklarda sorun var galiba. İşimiz var seninle."
Tommasso'nun apaçık kabalığı ve huysuz mizacı karşısında nasıl tepki vereceğinden emin olmayan Berta, adamın son sözleri ile içine düştüğü şaşkınlıktan çıkmıştı. Bir eliyle eteğini kavramış, yanından geçtiğinde üst kata kıvrılarak ulaşan merdivenleri çıkmaya başlamıştı.
Tommasso, Berta'nın ardından biraz önce malikaneye gelmiş Andreani'ye elindeki dosyayı teslim etmek için çalışma odasına giden hole ilerlemeye başlamıştı. Birkaç adım atmıştı ki, elinde tuttuğu gümüş tabakla çalışma odasından fırlayan Tobia'yı görmüştü. Yaşlı kahyanın telaş içindeki acınası ifadesini görmesiyle duraksamıştı. Gümüş bir tabağın içinde envai çeşit yemiş ve meyve taşıyan adam, koşar adımlarla holü geçmiş yanına gelmişti. Onun soran bakışlarını karşılıksız bırakmamıştı.
"Asilzadeleri çalışırken, meyve ve yemiş istediler, götürünce de içine neden nar koyduğumu söyleyerek bağırdılar."
Hanımına gül kokulu sabununu ve lifini teslim eden Sheilah merdivenlerden inmekteydi. Kocasının sözlerine kulak misafiri olmuştu. En son basamağı da inen baş hizmetli eteğini kavradığı gibi yanlarına gelmiş konuşmaya dahil olmuştu.
"Yanlış anlamadın değil mi? Asilzadeleri, çocukluğundan bu yana narı sever."
Şaşkın ve kırgın bakışlarını karısına çevirmişti Tobia.
"Artık sevmiyor anlaşılan. Hatta bu malikanede bir daha nar görmeyeceğini söyleyerek daha fazla bağırdı."
"Malikanenin arkasında kocaman bir nar bahçesi varken, bunu nasıl yapacağız?"
Karı kocanın hayretle fısıldaşmasını uzun boyu ile üstten izleyen Tommasso, huysuz bakışlarını üzerlerinde gezdiriyordu. Açık söylemesi gerekirse Andreani'nin son haftalarda yaptıklarına kendisi de akıl sır erdiremez hale gelmişti. Gün geçtikçe ruh hali öfkeden adam öldürme kıvamına hazır bir hale dönüşüyordu. Öyle yoğun çalışıyor ve lüzumsuz ayrıntılarla saatler harcıyordu ki Tommasso dahi peşinde gezerken enerjisinin tükendiğini hissediyordu. Ne var ki adama inanılmaz bir sadakatle bağlıydı ve bir an olsun yanından ayrılmıyordu.
"Yeter, adam ne diyorsa onu yapın işte. O söyleyecek siz yapacaksınız. Bu kadar."
Tobia, ve Sheliah aynı anda yüzlerinde ekşi ifade ile yeri sarsan adımlarla uzaklaşan sarışın deve bakakalmışlardı. Tommasso, malikanede gerilim havasından etkilenmeyen tek kişiydi. Adam her zaman üzerinde taşıdığı huysuz yüz ifadesi ve sert duruşu ile tüm yaşananlar onu hiç etkilemiyormuş gibi hayatına devam etmeyi kolaylıkla başarabiliyordu.
**
Üzerine gösterişli bir Ludovico arması bulunun, dört muhteşem atın çektiği, cilalı büyük at arabası Roma sokaklarında ağır ağır ilerliyordu. Tobia'nın hizmetine verdiği, ikisi önde üçü arkada olmak üzere beş atlı, arabaya eşlik ediyordu. Clarissa, alyansı ve nişan yüzüğünün olduğu elini uzatıp pencerenin küçük perdesini hafifçe araladığında Roma'nın kalabalık ve gürültülü yaşamını özlediğini fark etmişti. Şehre girdiklerinde içini kaplayan çocuksu bir sevinçle, yüzü ışıldamaya başlamıştı. At arabası sokaklardan birbiri ardına hızla geçmiş olmasına rağmen yol bitmek bilmemişti.
At arabası nesillerdir Virgilio ailesine ev sahipliği yapan mermerden köşkün önünde durduğunda, göze kolaylıkla çarpan merkezinde siyah kartalın işlendiği Ludovico armasını gören muhafızlar yüksek kapıları ardına kadar açmıştı. Köşkün avlusuna giren arabanın kapısını, nal seslerini işitmesiyle köşkten fırlayan kardeşi Guliano açmıştı. Yüzündeki sıcacık bir gülümsemeyle ablasına elini uzatmış inmesine yardımcı olmuştu. Elin sıkı sıkıya kavradığında, kolunu açıp ablasını sımsıkı kucaklamıştı. Clarissa'nın ardından arabadan inen Berta, onları gülümseyerek izliyordu.
"Yüce İsa, iyi ki geldin. Çok özlemiştim."
Kardeşinin ani kucaklayışı ile şaşkına uğrayan Clarissa, kıkırdamış kollarını içine dolan mutlulukla zayıf bir bedene sahip kardeşinin beline dolamıştı.
"Ben de seni özledim ufaklık."
Guliano'nun kolları arasından çıktığında, yeşil gözlerini çocukluğunu geçtiği mermer köşke çevirmişti. Eskiden bu mermer duvarlar ona sıcacık bir yuva ve aile sunardı şimdi ise tam önünde öylece durmuş bir adım daha atmaktan çekinir haldeydi. Clarissa, Rinaldo'nun onu köşke çağırdığı kalbine dokunan mektubu okuduğunda ailesini özlediğini hissetmişti. Tüm yaşananları bir kenara bırakmak pahasına ağabeyinin davetini kabul ettiğinde oldukça kolay görünmüştü. Ne var ki göğsüne koca bir taş oturmuş gibi hissediyor, köşke girmekte zorlanıyordu. Ablasının bu tereddüdünün farkında olan Guliano yüzündeki anlayışlı bir tebessümle uzanıp elini kavramış, başıyla muhafızların onlar için açtığı yüksek kapıyı işaret etmişti.
Guliano ile el ele köşkün oymalı yüksek kapısından geçen Clarissa, bir adım daha attığında duraksamıştı. Rinaldo, kare holün tam ortasında, üzerinde beyaz güllerden kristal bir vazo bulunan ahşap sehpanın önünde, duruyordu. Yüzü ona dönük adamla arasında sadece birkaç adım vardı. Üzerinde bağları gevşek bırakılmış beyaz bir gömlek, bacaklarını sıkıca saran pantolon ve deri çizmeleri vardı. Onunla aynı renk göz ve saç rengine sahip olan adamın yakışıklı yüzünde bulunan çekingen ifade göze çarpıyordu. Clarissa gözlerini onun üzerinde gezdirirken içi titremiş, kesik kesik nefes almaya başlamıştı.
Rinaldo'nun yeşil gözlerinin içine dalıp gittiğinde, eski günlerdeki mutlu hayatının anıları ardı ardına gelip zihnine doluşmaya başlamışlardı. Babasının izni olmamasına rağmen Rinaldo'nun onu darphaneye götürmesi geldi aklına, sabırla ona satranç oynamayı öğrettiği anlar geldi, annesinin vefatın ardından babasının üzerlerinden elini çekmesiyle birbirlerine destek olduklarını o acı dolu yılları anımsadı.
"Birkaç adım daha atarsan ikimizde özlemimizi sarılarak giderebiliriz."
Clarissa, ağabeyinin sesindeki özlemi ve yeşil gözlerindeki sıcaklığı hissettiğinde farkında dahi varmadan ilerlemiş kendini bir anda Rinaldo'nun onu sımsıkı saran kolları arasında bulmuştu. Rinaldo, uzun kollarıyla kardeşinin zayıf bedenini bağrına bastırdığında, Clarissa kollarını tüm gücüyle beline dolamıştı. Yüzünü göğsüne yasladığında kapatmıştı yeşil gözlerini. Ağabeyinin ev gibi hissettiren tanıdık kokusunu derin bir nefes ile içine çekmeye başlamıştı. Aylarca ona karşı öfke ve kırgınlıktan başka hiçbir duygu hissetmesine izin vermeyen iradesi şimdi un ufak olmuştu. Clarissa ağabeyi ile kırgın geçirdiği her bir anda kalbinin ne kadar yara aldığını hissedebiliyordu.
Bir süre öylece kalmıştı iki kardeş. Rinaldo bir koluyla kız kardeşinin bedenini sıkıca sarmaya devam ederken, bir diğer eliyle özlemle kumral saçlarını okşuyordu. Clarissa ise sonsuza dek kollarının arasında kalmak ister gibiydi. Rinaldo küçük yüzünü avuçlarının arasında aldığında yüz yüze bakmalarını sağlamıştı. Buna rağmen iki kardeş, aralarına mesafe koymamıştı. Rinaldo kız kardeşinin göz pınarlarından düşen bir damla yaşı parmağının ucuyla nazikçe silerken güçlükle konuşmuştu.
"Beni affedebilecek misin bilmiyorum. Fakat ben buradayım ve hiçbir yere gitmiyorum. Senin ağabeyinim ve her zaman yanındayım. Affetmek istemezsen, seni anlarım ama lütfen bir kez daha beni senden mahrum etme. Kız kardeşimi çok özledim."
Clarissa, gözlerini kapayarak yutkunmuştu. Uzun kirpiklerinin ıslak bir yelpaze gibi kapanmasıyla sıcak bir gözyaşı damlası daha düşmüştü yanağına.
"Bende seni özledim."
Rinaldo parmağının ucuyla gözyaşı damlasını silmiş, eğilerek şakağına sevgi dolu bir öpücük bırakmıştı. Clarissa yeşil gözlerini araladığında, yüzünde kırık bir gülümseme vardı. Parmakları adamın kirli sakallarına ulaştığında, hafifçe okşamaya başlamış, fısıldayarak konuşmuştu.
"Annemi ziyarete gidebilir miyiz?"
Rinaldo'nun yeşil gözlerinin içinde hüzünlü bir ifade geçti. Buruk bir tebessümde bulunan adam kardeşinin iki yanına kollarını yerleştirmişti.
"İstersen, hemen çıkabiliriz. Alberto ve babamla döndüğümüzde görüşürsün."
Clarissa, gözlerinin içine bakmaya devam ederken yavaşça başını sallamakla yetinmişti. Ellerini ağabeyinin yüzünden çektiğinde kendi yüzünü silmişti. Rinaldo, tekrar şakağına içten bir öpücük kondurmuş bir adım gerilemişti.
Rinaldo kahyaları Ivan'a at arasının hazırlanmasını söylemek için yanlarından ayrıldığında Clarissa, ağabeyinin eşi Lucrezia ile göz göze gelmişti. Kızıl- kahve arası dalgalı saçlara sahip olan kadın tereddüt etse dahi yanına ilerlemişti. Clarissa'nın kendini geri çekmesine fırsat vermeden elini tutup kendine çektiğinde hoş geldin demişti. Kısa bir süre sonra yanlarına dönmüştü Rinaldo. O andan sonra aralarında daha fazla konuşma olmamıştı. Bahçedeki annelerinin gül bahçesinden bir gül demeti yaptıklarında hazırlanan Virgilio at arabasına binmek için mermer köşkün küçük avlusuna çıkmışlardı.
Birbiri ardına geçen saatlerin ardından, Virgilio armalı at arabası tekrar mermer köşkün önünde durduğunda, gün batmak üzereydi. Gün boyunca gökyüzü pırıl pırıldı şimdi ise batan güneşle şehir altın rengine bürünmüş, huzur veren bir dinginlik içindeydi. Clarissa, Guliano ile kol kola mermer kökün yüksek kapısından içeri girdiği sırada elinde küçük bir kese kağıdı tutuyordu. Rinaldo sırıtarak hemen arkasında ilerlemekte olan kardeşlerine bakmıştı. Bununla birlikte Clarissa'nın yeşil gözleri ona çevrilmişti.
Üç kardeş önce anneleri Esta Virgilio'nun mezarına gitmişti. Hep birlikte mezarının üzerini temizlemişler, beyaz güllerden oluşan demeti bırakmışlardı. Rinaldo ve Guliano'dan izin isteyen Clarissa, uzun bir süre annesinin mezarı başında yalnız kalmıştı. Onun mahremiyetini saygı duyan iki adam, sabırla konuşmasının bitmesini beklemişti. Kilisenin bahçesinden ayrıldıklarında kardeşini neşelendirmek isteyen Rinaldo mermer köşke dönmek istememişti. Tiber Nehrine bakan büyük meydanda yürüyüş yapmışlar, Clarissa'nın çok sevdiği şekerlemeden alıp, özlemlerini gidermek için sonu gelmeyen sohbetlere girişmişlerdi.
Virgilio Köşkü'ne döndüklerinde, geçirdiği vakit Clarissa'ya tekrardan sanat atölyesi ve mermer köşk arasındaki küçük ve huzurlu hayatının anımsaması gibi gelmişti. Ne var ki genç kadın ne kadar keyifli bir gün geçirmiş olursa olsun tekrar köşkün mermer duvarları arasında girdiğinde, kendini yabancıymışçasına incelemekten geri alamamıştı. Tüm ömrünün geçtiği duvarlara bakarken ait hissetmemişti. Parmağındaki yeşil renk safir yüzük bunun en büyük hatırlatıcısıydı. Onu tekrar Ludovico Malikanesi'ne götürmek için bekleyen at arabası ve köşkten çıktığında ve geldiğinde üzerine çevrilen dikkatli bakışların sahipleri Ludovico muhafızları da görmezden gelinemeyecek bir başka kanıttı. Andreani, belki yüzüne dahi bakmıyordu lakin varlığını da unutmak mümkün değildi.
İçine düştüğü derin düşüncelerden Rinaldo'nun omuzuna koyduğu eli ile sıyrılmıştı genç kadın. Yeşil gözlerini hole asılmış yeni tablodan ayırmış, karşısında duran ağabeyi ve Lucrezia'ya çevirmişti.
"Hadi yukarı çıkalım. Alberto kısa zamanda çok büyüdü, görünce inanamayacaksın. Neredeyse hava karardı, akşam yemeğine de kalırsan çok mutlu oluruz."
Clarissa, ağabeyinin gülümseyen yüzüne bakarken bir an akşam yemeğine kalamayacağını söylemek üzere dudaklarını araladıysa da Ludovico Malikanesi'nde tek başına yemek yeme fikri yüzünü buruşturmasına sebep olmuştu. Andreani akşam yemeğine katılmaya karar verse dahi onunla buz gibi bir sessizlik içinde yemeğini yemektense ailesi ile neşe içinde yemeyi tercih ederdi. Bunun yanı sıra adam malikaneye erken gelmeye karar verirse onun geç vakitteki yokluğunu gördüğünde hala tepkisiz kalıp kalmayacağını da merak etmişti.
"Çok isterim. Fakat önce babamı görmek istiyorum. Sonra size katılırım."
"Sen gittiğinden bu yana iyice sessizleşti. Konuşacağını sanmıyorum."
"O halde tek taraflı bir konuşma olacak."
Clarissa'nın sesi kısılmış hüzünlü bir hale bürünmüştü. Dudaklarını sıkıntıyla birbirine kenetlediğinde, başını sol tarafında kalan meşe kapıya çevirmiş, karı kocanın yanından ayrılmıştı. Annelerinin ölümünden bu yana derin bir buhranın içinde olan Marco Virgilio, tıpkı Clarissa'nın köşkten ayrıldığı zamanlardaki gibi kütüphanedeydi. Büyük odanın meşe kapısını usulca açan Clarissa, bir süre camın önündeki geniş arkalıklı koltukta oturan babasını izlemiş, kendine güç vermesini dilercesine içine derin bir nefes çekip, sessizce içeri süzülmüştü.
Clarisssa, tıpkı Rinaldo'ya dediği gibi tek taraflı konuşmasının sonuna geldiğinde babasının karşısında oturduğu kırmızı ipek kumaşla kaplanmış koltuğun kenarından destek alarak yavaşça doğrulmuştu. Yanağına sıcak bir öpücük bırakmış, tıpkı geldiği gibi sessizce kütüphaneden çıkmıştı. Yüksek meşe kapının kapı mandalının kilide oturan sesi kare biçimli holde duyulduğunda belini yavaşça kapıya dayamıştı. Yeşim yeşili gözlerini yerden kaldırmasıyla yerinden sıçraması bir olmuştu. Elini boğazına götürerek, titrek bir sesle konuşmuştu.
"Yüce İsa. Lucrezia, burada tek başına ne yapıyorsun?"
Lucrezia, som gümüş şamdanın yanında dikilmiş, onu bekliyordu. Uşakların kısa zaman önce yaktığı mumlar büyük holü aydınlatmaya başlamıştı. Holün dört bir yanında yanan mumların ışıkları altında saçları kızıl bukleler halinde beline dökülüyordu. Clarissa'nın sorusu üzerine eteklerini tedirgin bir hareketle düzeltmiş, ona doğru birkaç adım atmıştı.
"Clarissa, bana biraz vakit ayırabilir misin? Sana söylemek istediğim bir şey var. "
Mermer köşke geldiğinden bu yana Lucrezia'nın tavırlarındaki farklılık dikkatinden kaçmamıştı. Konuşkan mizacına ve kimi zaman sahte olan gülümsemelerine alışıktı Clarissa. Fakat, kadının bu tedirgin karar vermeye çalışırcasına önünde kenetlediği ellerini huzursuz bir edayla hareket ettirişini gördüğünde bir sıkıntısı olduğunu anlamıştı. Ne olduğunu düşünen genç kadının aklına ilk olarak, Rinaldo'nun tekrar para kaybettiği ve Lucrezia'nın evin düzeninin kontrol etmekte güçlük çektiği gelmişti.
"Tamam. Seni dinliyorum."
"Bilmen gereken bir şey var. Bunu bir yabancıdan duymaktansa benden duymanın daha iyi olacağını düşünüyorum. Fakat niyetimi yanlış anlamandan da korkuyorum."
Lucrezia'nın yumuşak ses tonu ile kafası iyiden iyiye karışan Clarissa, kumral kaşlarını çatmıştı. Ağabeyinin eşi ile arasında hiçbir zaman yakın bir arkadaşlık ilişkisi olmamıştı. Kadının büründüğü bu dostane tavır, daha fazla gerilmesine neden oluyordu. Fakat, onu gücendirmekten korkarcasına yüzüne endişeyle bakan kadının ifadesi gittikçe merakını arttırıyordu.
"Lucrezia, lafı dolandırmaktansa direk söylersen her ikimiz içinde daha kolay olur."
"Burada olmaz. Bahçeye geçelim mi? Oturup öyle konuşuruz."
"Yüce İsa. Tamam dediğin gibi olsun, geçelim."
Önde ilerleyen Clarissa ile köşkün bahçesine çıkmışlardı. Batan güneşin kızıllığı yerini karanlığa bırakırken, bahçeyi ağaçların gövdelerine sabitlenmiş meşaleler aydınlatmaya başlamıştı. Köşedeki beyaz demirden masa ve sandalyelerin olduğu kısma uzanan kısa yolda ilerleyen Clarissa, annesinin gül bahçesinin olduğu yöne başını çevirmiş, kıstığı gözleriyle beyaz güllerde bakışlarını gezdirmişti.
Masaya ulaştıklarında, demir sandalyeyi gürültüye aldırmadan hızla çekip üzerine yerleşmişti. Karşısındaki sandalyeye oturan Lucrezia ise bir süre karanlığa teslim olan bahçede bakışlarını gezdirmiş, söze başlamak için kendine zaman tanımıştı. Nihayet bakışlarını Clarissa'ya çevirdiğinde, arkasına yaslanmış Ludovico hanımının gözlerinin üzerinde gezindiğini görmüştü. İçini çekerek söze başlayan kadının sesi, mırıltıya benzerdi.
"Söyleyeceklerim, Bay Ludovico ile ilgili."
Anlamıştı Clarissa. İçinden yine metresinden olan çocuk mevzusu diyerek söylenmeye başladığında, gözlerini devirmemek için kendini zor tutmuştu. Haftalardır, bu konuda tek bir kelime ya da en ufak bir ima dahi duymamıştı fakat dedikodu tuhafının hala durulmamış olduğunu görmek sinirlerini bozmuştu. Sırtını verdiği demir sandalyede duruşunu bozmamış, sert ses tonu ile çıkışmıştı.
"Metresinden çocuğu olduğu mevzusunu, koca bir yalan."
Lucrezia, bir an irkilmiş, şaşkınlıkla kaşlarını çatmıştı. Fakat kendini hızla toplamış oturduğu sandalyenin ucuna gelerek, Clarissa'ya yakınlaştığında bu kez daha açık konuşmuştu.
"Clarissa, Bay Ludovico eski metresi ile görüşmeye başlamış."
Duraksamadan tek seferde söylenmiş bu sözler karşısında Clarissa, donup kalmıştı. Andreani'nin eve geç geldiği gecelerde nerede olduğunu pek çok kez düşünmüştü. Fakat adamın kavgalarındaki son sözlerine rağmen metresine gideceğine ihtimal vermemişti. Nam salmış bir zampara olmasından şikayet etse dahi eski metresine dönecek kadar onu gözden çıkarmazdı Andreani. Oturduğu koltukta kıpırtısız haldeyken, yine bir başka dedikodu diye geçirdi içinden. Bu kez aynı hayata düşmeyecekti.
"Her kimden duyduysan, yalan. "
Clarissa, inanmadığını belli edercesine dudaklarının kenarında bir gülümseme ile ona bakmıştı. Lucrezia, onun sesindeki kendinden emin tınıyı fark ederek, alt dudağını dişlemeye başlamıştı. Fakat Clarissa'nın ruhunu bilen kadın lafı dolandırmadan söylemenin daha doğru olacağını düşünerek anlatmaya başlamıştı. Clarissa, ilk anda bocalasa dahi güçlü duruşu ile gerçeklerin altından kalkacak kadar güçlü bir kadındı.
"Çocukluk arkadaşım Elisa'yı tanıyorsun. Konakları Giulia Natanaele aynı sokakta. Bir hafta önce, kendi gözleri ile Andreani'yi metresinin köşküne girerken görmüş. Siyah bir atın üzerinde, üzerinde siyah bir pelerini varmış fakat yüzünü net gördüğünü söyledi. İnsanlar konuşmayı sever. Fakat Elisa'nın dedikodu ile arası olmadığını sen de biliyorsun. Bilmen gerektiğini düşündüm."
Tüm vücudun saplanan dayanılmaz bir kırgınlık ve hayal kırıklığı koca bir yumru olup boğazına yapıştığında, genç kadının yeşil gözleri bulanıklaşmaya başladı. Bu acı veren hisle daha önce hiç tanışmadığı için ne yapacağını bilemez haldeydi. Demir sandalyenin kenarlarına yerleştirdiği ellerini sıkmaya başlamış, bakışları sahip olduğu dengeyi kaybetmişti. Andreani'nin kavgalarının sonunda söylediği son sözleri zihninde yankılanıyordu. İhtimal dahi vermediği bu gerçek anlam veremediği şekilde canını yakmış, nefesini kesmişti.
Yüzüne endişeli bir ifade yerleşen Lucrezia, uzanıp Clarissa'nın sandalyenin kolaçanını sıkmaktan beyaza dönen elini tutmak istese de cesaret edememişti. Canını sıkan, onu üzen bir durum olduğunda duygularını uyuşturup kendini korumaya almak gibi kötü bir huyu vardı. Kapalı kutuya dönüştüğüne pek çok kez şahit olmuştu. Fakat bu durumda susmak en akılsızca hamleydi.
"Clarissa, git konuş kocanla. Karşı çık, duygularını belli et. Ben o adamın sana nasıl baktığını gördüm. Eğer tepkini gösterirsen, metresini görmeye devam etmeyecektir. "
Lucrezia'nın sözleri hala bir çekiç gibi beynini dövmeye devam ederken sertçe başını iki yana sallamıştı Clarissa.
"Yapmayacağım."
Lucrezia, duyduklarına bir anlam veremeyerek, Clarissa'nın ifadesiz yüzüne bakakalmıştı. İç geçiren kadın yanında oturdukları masaya elini yerleştirmiş, huzursuz ifadesi ile devam etmişti.
"Aranızda ne olduğunu bilmiyorum. Haddim olmadığını söyleyebilirsin, anlarım. Fakat köşene çekilip kocanı o kadına bırakmazsın. Clarissa, bir şey yapmak zorundasın. İnsanlar çoktan konuşmaya başlamıştır. Üstelik daha yeni evlisiniz. "
Clarissa'nın yeşil gözleri, karşısındaki ağaca sahiplenmiş yanan meşaleden, üzerine dönmüştü. Bakışları aşina olduğu o soğuk haline bürünmüştü. Fakat Lucrezia, yeşil gözlerin içinden geçen acıyı kısa bir an olsa dahi görmüştü.
"Kendini bilmen güzel. Evet, haddin değil Lucrezia. Bu kocamla benim aramdaki bir mevzu. Hem bir anda ortaya çıkan bu yakınlığın sebebi nedir? Bizim aramızda hiçbir zaman arkadaşça bir yakınlık olmadı."
Yılgın bir iç çekişle Clarissa'ya bakmayı sürdürmüştü Lucrezia. Kocasının keskin dilli, zekasıyla özgün bir mizaca sahip kız kardeşinden bu fevri tepkiyi bekliyordu. Şımarık bir yapısı yoktu fakat uzatılan yardım elini kolayca kabul etmeyecek kadar dik başlıydı.
"Evet, haklısın. Aramızda hiçbir zaman arkadaşça bir yakınlık olmadı. Kaldı ki ikimizde bu durumun değişmesi için hiçbir hamlede bulunmadık. Fakat yıllarca aynı evi paylaştığım, acısını mutluluğu gördüğüm, çocuğumun vaftiz annesi olan kadının pis akbabalarca dedikodusunun yapılmasını izlemek hoşuma gitmez. Üstelik hayatın boyunca bu tip şeylerden uzak durmak istediğini biliyordum. Bu duruma düşmeyi hak etmiyorsun."
Evet hak etmiyorum. diye mırıldanmıştı. Kadından bu sözlerini duymayı beklemiyormuşçasına bakışlarını kaldırmıştı Clarissa. Lucrezia'nın yüzüne şaşkınlıkla bakmaya başlamıştı. Sert sözleri ile onu itmek istemiş, konunun kapanmasını arzu etmişti. Fakat cevap olarak bu söz onu hazırlıksız yakalamıştı. Tekrar konuşmaya başladığında biraz önceki fevri çıkışının aksine sesini güçlü tutmaya çalışmış, fakat başaramamıştı.
"Acımana ihtiyacım yok."
"Yüce İsa! Sen acınacak halde değilsin. O senin nikahlı kocan, günün birinde onun varisini doğuracak kadınsın sen. Acınacak biri varsa o kadındır. Kocanla konuşmalı, ne düşündüğünü açıkça söylemelisin. Sessiz kalman o kadının yararına olur. Zeki bir kadınsın sen. Mantık dışı davranma."
Clarissa, kadının ısrarcı sözleri karşısında ne söylemesi gerektiğini bilememişti. Andreani'nin karısı olduğunu kabullenmişti üstelik Ludovico hanımı unvanına ve getirilerine de alışmıştı, bunu inkar edemezdi. Fakat varis konusunu açılmasıyla adeta midesi kalkmıştı. O an adamı görse hiç düşünmeden yüzüne tükürürdü üstüne birlikte çocuk sahibi olma düşüncesi eklendiğinde, gözüne kötü bir şaka gibi gözükmüştü.
"Lucrezia bilmediğin şeyler var. O kadar basit değil."
Gözlerini tekrar karşısındaki ağaca sabitlenmiş, meşaleye çeviren Clarissa, ellerini oturduğu sandalyenin kolçaklarından çekmiş, kucağında birleştirmişti. Artık konuşmalarının başında takındığı soğuk mesafeli tavrını sürdürmeyi bırakmış, yüzündeki ifade Lucrezia'nın görmeye alışık olmadığı bir hale bürünmüştü. Clarissa, duygularını saklamak için çabalamıyordu. Lucrezia, onun güzel yüzüne bakarken, şaşkınlığı sesine yansımıştı.
"Seni ilk kez böyle görüyorum."
Clarissa, bakışlarını ona çevirmiş, iki kadının gözleri birbirini bulmuştu.
"Nasıl?"
"Karşısına çıkan her zorluğu zekasıyla aşan, duygularını saklayan, mesafeli soğuk genç tanrıça gitmiş. Yerine... yumuşak bir kadın gelmiş. Daha insancıl. Evli bir kadın."
Meşalelerin aydınlattığı bahçede karşılıklı oturmaya devam ederlerken, Lucrezia'nın sözleri derinlerinde bir noktaya dokunmuştu. Başını usulca yukarı kaldırdığında gökyüzünü izlerken kelimeler bir anda dudaklarından dökülüvermişti.
"Ve kalbi kırılmış."
Clarissa, normal bir zamanda asla itiraf etmeyeceği bu sözlerle bir an duraksamış, başını Lucrezia'ya çevirmişti. Duyduklarına en az onun kadar şaşırmıştı kadın. Güçlü olarak nitelediği Clarissa'yı böylesine kırgın görmek onu üzüyordu.
"Kocanla konuşman gerek. "
"Hayır, konuşmam gerekmiyor."
"Claris-"
Clarissa, başını iki yana sallayarak elini havaya kaldırmış konuşmasını yarıda kesmişti. Havadaki elini tekrar kucağındaki eli ile buluşturduğunda yeşil safir yüzüğünü yerinde çevirmeye başlamıştı. Yeşil gözleri buğulanmıştı lakin sesi kendinden emindi.
"Onunla evlenirken de sevmiyordum hala sevmiyorum. Sevmedim, sevmeyeceğim. İçimde birazcık dahi iyi bir his taşımıyorum. Bana harabelere gittiğimiz gün, eğer kalbimi ona verirsem onu çok iyi muhafaza edeceğini söylemişti. Andreani Ludovico benim için bitti ve ona verecek bir kalbim yok. Kaldı ki onun göğsünün içinde bir kalp taşıdığını da düşünmüyorum."
Clarissa, sözlerini birbiri ardında sıralarken sesi bastıramadığı öfkesi ile titremişti. Yeşil safir yüzüğü çekiştirmeye başlamış, hırsla nefesini dışarı vermişti. Adamın adını ağzına aldığı an sesi daha fazla titremiş sözlerinin sonunu nefes nefese bitirmişti. Clarissa kendini konuşmaktan aciz duruma getiren histen nefret etmişti. Ludovico Malikanesi'ne gitmek istemiyordu, o yatak odasında, o büyük yatakta yatmak istemiyordu, adamı anımsatan her şeyden koşarak uzaklaşmak istiyordu.
"Gidip sevgili metresi ile istediği kadar gönül eğlendirebilir, birazcık dahi umurumda değil. Beni istemeyen bir adamın karşısına geçip, kendimi küçültecek değilim. Bu evlilik benim için de bitti."
Lucrezia, hararetli sözleri karşısında öylece bakakalmıştı. Daha fazla ileriye gitmeye çekinen bir edayla konuşmak için bir süre beklemeye karar vermişti ki Clarissa, ayağa kalkmıştı. Üzerindeki fildişi rengi, yakalarında ve kollarında küçük inciler bulunan korseli elbisesinin eteklerini parmaklarının uçlarıyla özenle düzeltmişti. Başını kaldırdığında, yine o dik duruşa sahip ölçülü bir hanımefendiye dönüşmüştü.
"Paola'nın yemeklerini çok özledim. Hadi yukarı çıkalım."
Akşam yemeğinde, Clarissa evlenmeden önce olduğu gibi annesinin yeri olan ağabeyinin yanı başına oturmuştu. Köşkün baş hizmetlisi Paola'nın onun sevdiği yemekleri yaptığını gördüğünde kadına içtenlikle gülümsemiş, teşekkür etmişti. Guliano ve Rinaldo'nun neşeleri tüm yemek boyunca sürmüştü. Kocasının diğer yanında oturan Lucrezia ise sohbeti devam ettirmek ve dikkatlerin Clarissa'ya dönmemesi için canla başla uğraşmıştı. Sohbete dahil olmak için insanüstü bir çaba harcamıştı Clarissa, yüzünden gülümsemesi düşmemişti. Fakat ağabeyinin yemek telifini kabul ederken düşündüğü neşe içindeki yemek hayali de gerçekleşmemişti. Yeşil gözleri sık sık masanın ortasında yanan mumların ışığına kaymış, zorlukla tekrar muhabbete dönebilmişti.
**
Ludovico armasını taşıyan at arabası, oval biçimli araba yolunda ilerleyip malikanenin önünde durmuştu. Ay ışığı, verandaya ulaşan merdivenleri ve cılız meşalelerin aydınlattığı ön bahçenin üzerinde parlıyordu. Akşam yemeğinin ardından yola çıkmış olmasına rağmen Viberto'nun kırsalındaki San Lorenchi topaklarına ulaştığında vakit epey geçti. Arabacı karanlık bahçede dolanıp, kabinin kapısını açarak Clarissa'nın inmesine yardımcı olmuştu.
Bakışlarını kaldırıp önünde uzanan büyük malikaneye bakan Clarissa'nın bir anı canlanmıştı gözünde. Evlendikleri akşam Andreani'nin karısı olarak yine at arabasından inmiş, tıpkı şimdi olduğu yerden karanlığın içinde malikaneye bakmıştı. O gün tedirgin edici bulmuştu taş binayı, belki de korkmuştu. Bu akşam ise, yaşadığı onca şeyden sonra tekrar aynı yerden durup önünde uzanan malikaneye baktığında, garip bir şekilde korkusuz ve tanıdık bir sıcaklık hissediyordu.
Başını önüne eğmiş, at arabasında oturmaktan buruşmuş eteğini düzelttiğinde Berta ile malikaneye ulaşan kısa taş yolda ilerlemeye başlamışlardı. Malikanenin yüksek kapısından çıkan Tobia, ellerini önünde birleştirmiş başıyla selam vermişti.
"Hanımım, hoş geldiniz."
Clarissa, kendini son derece yorgun ve kırgın hissediyordu. Yolculuğu boyunca, at arabasının iki yanında asılı duran küçük kandillerin titrek ışıklarının aydınlattığı loş kabinde öylece oturmuş, yeşil gözlerini karanlık yoldan ayırmamıştı. Neden bu kadar kırgın hissettiğini bilmiyordu. Nefesini kesen, dengesini bozan bir şey vardı. Fakat bunun ne olduğuna karar vermekte zorlanıyordu. Evliliğinde bazı konularda dik başlılık gösterdiğini ve kinci davrandığını kabul ediyordu. Tıpkı Andreani'nin ima ettiği gibi kusursuz değildi. Kaldı ki adamın yüzüne bir çok kez onu sevmediğini haykırmıştı lakin Clarissa tüm bunlara rağmen adamın metresine dönmesini sindirmekte zorlanıyordu.
Bir süre daha kendini huzursuz eden düşüncelerin arasında kaybolduğunda kendini zorlayarak aklına dolan düşüncelerden kurtulup toparlanmaya çalıştı. Andreani'nin eski metresini görmeye başlamış olması birazcık dahi umurumda değildi. Fakat bunu sessizce yapmak yerine herkese duyurmuş olması canını sıkmıştı. Bu kadardı. Onurunu zedelemiş, insanların tekrar arkasından konuşmasına neden olmuştu. Adamın bunu kasıtlı yapmış olabileceğine dahi ihtimal vermeye başlamıştı.
İki yanında ilerleyen Tobia ve Berta ile malikaneye girmişti Clarissa. Başını önüne eğmiş üzerindeki pançonun parlak sarı bağlarını çözerken Tobia, boğazını temizlemiş yumuşak sesiyle konuşmuştu.
"Hanımım, bugün Lucia salonu temizlerken perdenin yanında çizimlerinizden birini bulmuş. Düşürmüş olduğunuzu düşünerek, salondaki masanın üzerine bıraktım. "
Üzerindeki pançonun iplerini çözme işini bitiren Clarissa, Berta'nın sırtından almasına izin vermişti. Bakışlarını Tobia'ya çevirmiş, yaşlı adama zorlukla bir gülümseme sunmuştu.
"Düşürmüş olmalıyım. Teşekkür ederim Tobia."
Clarissa, çizimini almak için salona yönünü döndüğünde, Tobia'nın yüzündeki saklamaya çalıştığı tebessümünü görmemişti. Yaşlı kahya, yavaşça arkasını dönüp, Berta'nın sorgulayan bakışları altında, koridorun köşesinde onları izleyen Sheilah ile gülümsemesini paylaştığını da görmemişti.
Bedenen ve zihnen yorgun olsa dahi o büyük yatağın içine girdiğinde zihnine tekrar huzursuz düşüncelerin doluşacağından emindi genç kadın. Elini çift kanatlı kapının tokmağına koyduğunda yavaşça açmış içeri girmişti. Fakat kötü bir zamanlamada bulunmuştu. Yatıştırmakta hayli çaba harcadığı öfkesinin muhatabı, mermer şöminenin çaprazına yerleştirilmiş tekli koltukta oturmaktaydı. Sırtındaki kar beyazı gömleğinin önündeki bağlar gevşetilmiş, açık yakasının altındaki yanık teni şömine ışığında gölgeler oluşturuyordu. Üzerinden çıkardığı perişan haldeki kül grisi ceketini, oturduğu koltuğun sırt kısmına özensizce bırakmıştı. Bir bacağını diğerinin üzerine atmış elinde tuttuğu şarap kadehi ile mavi gözlerini şöminenin içindeki neredeyse dans eden ateşi izliyordu. Hemen önündeki alçak sehpada ise kristal bir sürahi dolusu şarap vardı.
Clarissa, bir an duraksadıysa da adam bakışlarını ona çevirdiğinde, mesafeli bir şekilde başıyla selam vermişti. Kemerle ayrılmış yemek masasının olduğu bölüme ilerlemeye başlamadan önce ifadesiz sesiyle konuşmuştu.
"Senin salonda olduğunu bilmiyordum."
Andreani, neredeyse iki saattir malikanedeki salonda tek başına Roma'dan Viberto'ya akşamın bir vakti dönecek karısını aptal bir koca gibi beklemekten duyduğu huysuzlukla başa çıkmaya alışıyordu. Şömine önünde geçirdiği ilk saatin sonunda Clarissa'nın dönmeyecek olduğunu dahi düşünmüş daha da huysuzlanmıştı. Ne var ki duygularını taş gibi soğuk ve sert yüzünün ardına saklamakta bir çok insandan daha başarıydı Ludovico asilzadesi.
"Evimdeyim."
Andreani dudaklarına götürdüğü kadehin üzerinden yüzüne bakmış fakat sanki bakmaya dayanamıyormuşçasına hızla mavi gözlerini şömineye çevirmişti. Clarissa, bu tek kelimelik cevap üzerine içinde kabaran histerik gülümsemeyi güçlükle geri çevirmişti. Gözlerini alayla devirmiş, küstah bir tavırla konuşmaya başlamıştı.
"Evinin yolunu unutmamışsın, tebrik ederim. Her neyse, tekrar dışarı çıkmayı düşünüyorsan bence bir an önce git. Geç kalmış olmalısın."
Andreani'nin kadehi tuttuğu eli havada kaldı, Clarissa ona böyle küstahça çıkışırken dayanılmaz bir güzellik sergiliyor, yeşil gözleri büyüleyici bir edayla parlarken Andreani beş haftadır takındığı mesafeli tavrını korurken acı çekiyordu. Kendine aralarına mesafe koymanın her ikisi içinde en doğru karar olduğunu güçlükle hatırlatmıştı. Gün geçtikçe Clarissa ile aynı çatı altında olmak dahi canını yakmaya başlamışken bu kadar yakın olup dokunamıyor olmaya zor katlanıyordu.
"Ses tonunu beğenmedim. Sen beni kendi evimden mi kovuyorsun?"
Adamın önündeki küçük sehpadaki kristal sürahiyi alıp kafasına geçirmemek için kendini zor tutarak, yüzüne neşeli bir gülüş koymuştu Clarissa. Masum tutmaya çalıştığı sesi içindeki örtülü küstahlığı ele veriyordu.
"Neden? Ses tonum gerçek duygularımı içeriyor."
Umursamaz bir tavırla omuzlarını silktiğinde Andreani'nin keskin bakışlarına dayanmaya çalışarak devam etmişti.
"Ve ben sizi ne haddime kendi evinizden kovabilirim ki asilzadeleri? Sonuçta özgür iradenizle gidebilirsiniz. "
"Yokluğumda hanımefendi duruşunun arkasındaki keskin dilli kadın tekrar ortaya çıkmış. Üstelik dişleri de var."
Andreani'nin kibri ve insanın omurgasından aşağıya bir soğukluk hissi yayan alaylı tebessümü karşısında çileden çıkan Clarissa, gözlerini devirmişti. Sözlerinden memnun olmayan karısından bakışlarını çeken adam rahat tavrı ile kadehine şarap doldurmuştu.
Clarissa, kendini açık ettiğini umursamayacak kadar çileden çıkmıştı. Üzerine diktiği bakışlarla adamı incelmeye başlamıştı. Yüzünü, gür kahve saçlarını, canlı mavi gözlerini, geniş omuzlarını ve kaslı bacaklarını... Yeşil gözleri adamın dudaklarına kaldırdığı kadehi tutan eline odaklandığında kırgınlığı koca bir yumru olup tekrar boğazına yapışmıştı. Andreani'nin evliklerinin ardından kendine has bir emrivaki ile yaptırdığı evlilik alyansı parmağında değildi. Bakışlarını adamın elinden çekecek gücü bulamamıştı lakin kendi alyansına parmağını ucu ile dokunmuş, varlığını hissetmesiyle vücudundaki bütün kasları kaskatı kesilmişti.
Uzun süre salonun girişinde sessizce dikilen Clarissa'yı merak ettiğinde başını tekrar ona çevirmişti Andreani. Yeşil gözlerin baktığı noktayı görmüştü. Bakışlarının karşılaşmasıyla hayal kırıklığı denizinin içinde yüzen genç kadın kendine gelmişti. Zihninden geçenleri belli etmemek için ifadesiz yüz hatlarını korudu ve Tobia'nın çizimini bıraktığı yemek masasına ilerlemeye başladı. Ne var ki Andreani'nin omuzunun üzerinden sırtını delen bakışlarının son derece farkındaydı. Yemek masasına ulaştığında üzerindeki çizimi çekip almış arkasına döndüğünde, uzun adımlarla kapıya doğru ilerlerken dik duruşunu salondan dışarı çıkana kadar koruyabilmek için dua ediyordu.
Çift kanatlı kapının önüne geldiğinde tam elini kapının tokmağına koyduğu sırada Andreani'nin mesafeli sesinden adını duymuştu.
"Clarissa ?"
Kendine hakim olmak için büyük bir çaba harcayan genç kadın, adını adamın ağzından duymasıyla tutunduğu son soğukkanlılık kırıntısı da parmaklarının arasından uçup gitmişti. Kapının pervazına koyduğu eli ile yönünü adama döndü bu kez ortamdaki havayı çatırdatan öfkenin sahibi kendisiydi.
"Hatırlıyor musun? Bana bir haftalar önce basit bir kadın olmadığımı söylemiştin. Düşünüyorum da haklıymışsın. Sonuçta senden koca bir servet koparıp aile bankamı kurtarmayı başardım. Şimdi de, bir asil aileye gelin olmak ve koca bir servet uğruna onurumu beş paralık etmene izin veriyorum. Tüm soyluların tipik mide bulandırıcı evliliklerine benziyor değil mi?! Öyle çünkü! Üstelik sende benden farklı değilsin. Ben sana pahalıya patlamış ölü bir yatırımım, sen de adi herifin tekisin!"
Clarissa, mavi gözlerin içinde çakan şimşekleri gördüğünde kapanın pervazına koyduğu elini telaşla çekmişti. Andreani, oturduğu koltuktan öyle hızla doğrulmuş, elindeki kadehi gürültülü bir şekilde yere fırlatmıştı. Taş zemin üzerine serilmiş el işçiliği halının üzerine saçılan şaraba bakakalmıştı Clarissa. Andreani sıkılı dişlerinin arasında öfkeyle soluyordu.
"Clarissa, beni sınıyorsun."
Biraz önce oturduğu koltuğun önünde tüm heybeti ile dikilen adamın hiddetinden bembeyaz kesilmiş, gözlerinden şimşek çakan halinden ürkmüştü Clarissa. Fakat sözlerini bitirmemişti. Kırgınlık, öfke, hayal kırıklığı damarlarında alev gibi akarken susmaya niyeti yoktu. Sözlerini bitirdiğinde hızla salondan ayrılmak için elini usulca kapının tokmağına koymuş, dizginlemediği öfkesi ile son sözlerine başlamıştı.
"Sınamıyor olmam gerekir. Bu salonda haftalar önce senin söylediğin gibi, bitti bu evlilik. Senin için haftalar önce bitmişti. Benim için de bitti. Bana daha fazla zorluk çıkarmayacağını söylemiştin, çıkarma! Rahat bırak beni!"
Nefes nefese bir halde arkasını dönüp, kapıyı aceleyle açan Clarissa, sert adımlarla salondan çıkmıştı.
YAZAN; MİRENA MARTİNELL
Veee yeni bölümm 💁🏻♀️
- Bir sonraki bölüm; Clarissa, Andreani'nin yemeğine zehir katar ve Ludovico asilzademiz ölür. Muhteşem Final 😅😅 artık o kıvama geldik djdj
- Lütfen birkaç kelime olsa dahi fikrinizi yazın ve bölümü oylayın arkadaşlar 🙏🏻
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top