Bölüm 20 - "Katedral"
"Şüphe öyle tehlikelidir ki en akıllısına bile neler yaptırır."
Muhteşem Güzellik
Bölüm 20 - Katedral
4 Hafta Sonra
Taş kemerli geniş pencerelerden içeri dolan sabah güneşi, Ludovico Malikanesi'nin kütüphanesini cömertçe aydınlatıyordu. Taş zeminde ilerlemekteydi Clarissa. Odanın ortasına yerleştirilmiş meşe ağacından yapılma masanın yanından geçtiği sırada göğsüne bastırdığı çizim defterini üzerine bıraktı. Kütüphanenin duvarlarına raf raf sıralanmış geniş kitaplıkların yanındaki kapaklı dolaplara yöneldi.
Cesare'nin getirdiği çizim defterini zoraki kabul etmişti, fakat daha o akşam kendini çizimleri tek tek incelerken bulmuştu. Uzun saatler elinden bırakmadığı defterle, zihnine pek çok parlak fikir oluşuvermişti. Ertesi gün doğan güneşle uyanmış, kütüphanede kendine uygun bir defter bulmuştu. Uzun zamandır çizim yapmayan kız, siyah tebeşiri ile önce belli belirsiz figürler çizmişti. Günler geçtiğinde, artık ince parmaklarının arasındaki tebeşirini ne istediğinden emin ve daha güvenle tutmaya başlamıştı. Bir gün önce başladığı çizimi, tebeşirinin bitmesiyle yarıda kalmıştı. Günlerdir olduğu gibi kahvaltının ardından kütüphaneyi bulmuştu. Bu kez yeni bir tebeşir için dolapları aramaya koyulmuştu.
Berta'nın parlayana kadar fırçalayıp üst kısmını incili bir tokayla tutturduğu kumral saçlarının bir kısmı önüne düşüyordu. Parlak buklelerini geriye ittirip sırtından dökülmesine izin verdi ve bir başka cilalı ahşap dolabın kapaklarını sonuna kadar açtı. Yeşil gözleri raflarda dolaşırken aradığını bulamamanın sıkıntısıyla nefesini gürültüyle dışarı verdi. Elini raftan çekti ve bir adım geri çıktı. Yan yana sıralanmış bir diğer dolaba yöneldiğinde, çalışma odasındaki görüşmesini bitirmiş Andreani, odanın içinde ilerliyordu.
"Yana yakıla aradığın şeyi söylersen, belki yardımcı olabilirim."
Geniş odanın büyük bir kısmını kat etmişti Andreani. Meşe masanın çevresine yerleştirilmiş yüksek sırtlı mavi kadife iskemlelerden birinin sırt kısmına elini yerleştirmiş, Clarissa'ya bakıyordu. O sabah, beyaz gömleğini üzerine şarap kırmızısı yakası ve kolları siyah renk işlemeli bir ceket giymişti. Kar beyazı ipekli gömleği, ceketinin yakasından ve bileklerinden dışarı taşıyordu. Boynunda altın rengi kalın bir zincir sallanıyordu. Yakasında siyah renk bir kartal broşu ışıkta yanıp sönüyordu.
Yanında durduğu iskemleye elini yerleştirmiş Andreani'ye yönünü döndü Clarissa. İnci tokasından kurtulmayı başarmış kısa saç tutamını geriye ittirdi.
"Tebeşir. Dün son kalanda bitti."
"Tobia'ya yenilerini alması için şehre birisini göndermesini söyleyeyim."
İki kanadı hala açık olan geniş dolaba yönünü çevirdi Clarissa. Tebeşiri bulamayacağını kabullenmişti. Dolabın geniş kapaklarını kapatırken, Andreani'ye sırtı dönüktü. Yönünü tekrar adama çevirdi ve ağır adımlarla yanına ilerlemeye başladı.
"Ben söyledim. Yine de bir tane daha bulmayı umuyordum. Pazar ayinine gitmeden önce biraz daha çizmek istemiştim."
Meşe masanın önünde durmuş Clarissa, masanın üzerine koyduğu çizim defterine uzanmıştı. Malikaneye döndüklerinde yeni tebeşirleriyle çizmeye karar vermişti. Günlerden pazardı ve her hafta olduğu gibi tüm aile, şehirdeki büyük katedralde yapılan pazar ayinine katılacaklardı. Birlikte yaptıkları kahvaltının ardından çalışma odasına geçmişti Andreani. Son zamanlarda yoğun çalıştığının farkında olan Clarissa, pazar günü sabahı çalışma odasına kapanmasını yadırgamış olsa da artık bu duruma alışmaya başlamıştı. Andreani, önüne yığdığı tüm o dosyaların arasında uzun saatler geçirmekten zevk alır gibiydi. Çalışma odasında yapılan toplantıları saymayı uzun süre önce bırakmıştı Clarissa.
Merakına yenildiği bir gün tüm bu yoğunluğun sebebini sormuştu. Aldığı cevap oldukça kısaydı. Büyük bir deniz filosuna sahip olduğunu söyleyen Andreani, Avrupa'ya taşınan malların anlaşmaları hakkında olduğunu söylemişti. Clarissa'nın bir soru daha soracağını anladığında, yanağına yerleştirdiği eliyle sözünü kesmiş, gülümseyerek 'ticaret sırlarım bana özeldir' demekle konuyu kibarca kapatmıştı. Uzun yıllar, Virgilio bankasının tüm işlerine hakim olmuş Clarissa için bu alışılmadık bir durumdu. Fakat, Andreani'nin onunla işlerini konuşmayacağını kabullenmişti.
Andreani'nin pazar ayini vaktine kadar çalışmayı tercih etmişken Clarissa ise çizimine devam etmeyi ummuştu. Defteri kapatmaya niyetlenmiş kıza, Andreani engel olmuştu. Mavi gözlerini karısının çizdiği sayfaya çevirmişti. Clarissa'nın önünde duran defteri masa üzerinde kaydırmış, kendi önüne çekmişti.
Büyük bir katedralin içini çizmişti Clarissa. İki yanda sıralanmış sütunların kilise içinde gittikçe ufalanıp küçüldüğünü izleyen genç adam, büyük Ludovico mührünü taşıyan yüzüğünün olduğu işaret parmağının ucuyla çizimi takip etmişti.
"Neydi bu? Arkaya doğru gittikçe küçülen, sanki içinde gibi hissettiğimiz?"
Andreani eğdiği başını kaldırmış, gözleri Clarissa'yı bulmuştu. Günler önce çizdiği katedral çizimine mahcubiyetle baktı Clarissa. Hayalinde kurguladığı katedralin içini Cesare'nin öğretileriyle çizmişti. Defterden kaldırmadığı yeşil gözleriyle cevaplamıştı.
"Perspektif."
"Beni her gün biraz daha şaşırtıyorsun. Çizemediğini söylemiştin. İnanmakla hata etmişim."
Clarissa'nın yüzü küçük bir tebessümle ağır ağır aydınlanmıştı. Fakat yetenekli olduğunu kabul etmemekte ısrarcıydı. Yeşim yeşili gözlerini usulca kaldırdı ve onaylamayan tonuyla başını iki yana salladı.
"Hala çizemediğimi düşünüyorum."
Dolgun dudaklarında utanmış bir tebessüm belirmiş karısını izledi Andreani. Tirşe yeşili parlak kumaştan bir elbise giymişti. Yeşil gözleri parlıyor, muntazam çıkık elmacık kemiklerinin olduğu yüzü eski canlı halini almıştı. Clarissa'nın son haftalarda iyi yönde giden değişiminden oldukça memnundu. Viberto'da kendini meşgul edecek uğraşlar bulmakta oldukça iyi iş çıkarıyordu. Haftalar önce kararlaştıkları gibi malikaneyi Tobia ile birlikte yönetmeye, Rosia Hala ile şehirdeki pek çok manastır ve düşkünler evine yardım etmeye başlamıştı. Boş vakitlerini değerlendirip, kendine uğraşlar bulmaktaki ısrarlı çabaları kendisini iyi yönde etkilemişti. Kısa zamanda durgun, mutsuz ruh halinden çıkmış, yavaşça kendi ışığını tekrar bulmaya başlamıştı.
Kendisinin dahi farkına varmadığı bir değişimle hayatının yeni kısmında kendine yer bulmak için çabalıyordu Clarissa. Hal böyleyken gönülsüz karısını ürkütmemeyi seçmişti Andreani. Son girdiği şap taşı madeni işi ile işleri hiç olmadığı kadar yoğunlaşmışken, Clarissa'ya zaman vermişti. Fakat nar bahçesinde yaşadıklarının ardından günlerce ilgisizliğe başvuran kızın aksine artık bazı konularda ısrarcıydı. İtirazlarını, iğneleyici sözlerini umursamıyor, istediği gibi sarılıp uyuyor, dudaklarına öpücüklerini konduruyordu. Clarissa'nın iradeli olmasına karşın ara sıra kendisine bir şeyler hissettiğinden emindi fakat işleri bir adım ileri götürmek konusunda da aceleci davranmamıştı. Keskin dilinden dökülen sevimsiz sözlerinin altındaki kadının kendisini istediğinden emin olmak istiyordu.
Yüzünde belirmiş gülümseyişle uzanıp karısının inatla yüzüne düşen saç tutamını yavaşça yana çekti Andreani. Küçük çenesini başparmağı ile işaret parmağı arasına alıp, kendisini izleyen yeşil gözlere baktı.
"Bence gün geçtikçe daha harika oluyorsun."
Bu her türlü anlam çıkartabileceği iltifat karşısında yanaklarının kızarmaya başladığını hissetti Clarissa. Başını yana çevirdi, çenesindeki tutuştan nazikçe kurtuldu. Masa üzerinde duran defterine alıp, çizimlerini arasına sıkıştırdığında defteri kapattı. Deri kaplı defterini göğsüne bastıran karısını izleyen Andreani'nin gözleri sarı yakut yüzüğe kaymıştı. Sol işaret parmağındaki Virgilio motifini taşıyan kuş motifli yüzüğü daha önce görmüştü fakat o an aklına bir fikir gelmişti.
Karısının sol eline uzanmış, avucunun içine almıştı. Bununla birlikte defteri sağ koluna devretmek durumunda kalan kız, kaşlarını çatmış adamın hareketine anlam vermeye çalışıyordu.
"Sana Ludovico mührü taşıyan bir yüzük yaptıracağım."
Kocaman avucunun içinde kaybolan narin eli sımsıkı tutan Andreani, sarı renk zümrütten Virgilio yüzüğünü inceledi. Oldukça usta bir işçiliğe sahip yüzüğün üzerindeki zarif bir kuş motifi adeta Clarissa'yı yansıtıyordu. Duyduklarından hoşlanmayan kız daha fazla incelemesine izin vermeden elini sıkı tutuştan kurtarmıştı.
"Bu benim hanedan yüzüğüm. Mührümü değiştirmeyeceğim."
Yüzükle bir sorunu yoktu adamın fakat Virgilio mührü ile imzalanan mektupların Ludovico mührü ile imzalananın yanında daha az dikkate alınacağını biliyordu. Bu durumu Clarissa'ya en uygun biçimde açıklamak istese de sesindeki anlayışlı fakat sert edasıyla konuşmuştu.
"İnan bana, Ludovico kartalı mührü taşıyan mektuplar daha fazla rağbet görüyor. "
Clarissa, dudaklarından bir inleme ile yükselen isyanını susturamamıştı. Hanedan yüzüğü olan elini diğer elinin altına almıştı korumak istercesine. Andreani'nin yüzüğü parmağından çekip almasına engel olma niyetindeki kız yeşil gözlerini kararlılıkla adama dikmişti.
"Yüzüğüm bende kalacak."
Andreani'ye bakmayı sürdürdüğü sırada, açık çalışma odasının kapısında duran Tobia'yı görmüştü. Clarissa'nın bakışlarını takip etmişti Andreani. Mavi gözlerini kahyalarına çeviren adam, konuşması için eliyle işaret vermişti.
"Evet, Tobia?"
Önünde birleştirdiği elleriyle hızlı bir selam veren yaşlı kahya sakin tonuyla konuşmaya başladı.
"Efendim, Bay Sandrino Panzio ve Bayan Lavinia Panzio geldiler. Kendilerini salona buyur ettim."
Başıyla onaylamıştı Andreani. Tobia her zamanki dimdik duruşu ile selam verdi ve hole çıkıp gözden kayboldu. Bunun üzerine kahyanın ardından çalışma odasından çıkmıştı genç çift. Birlikte taş malikanenin geniş holünü geçtiklerinde varmışlardı salona.
Sandrino, bir eline tuttuğu cam bardağın içindeki kırmızı şaraba kıstığı gözleri ile bakıyordu. Demir parmaklı taş şöminenin yanındaki koltuğa oturmuş adam, bir bacağını diğerinin üzerine atmıştı. Üzerinde koyu mavi bir ceket vardı. Tıpkı Andreani gibi içine kar beyazı bir gömlek giymişti. Tüm rahatlığıyla koltukta otururken, elindeki şarap dolu kadehi tiksintiyle havaya kaldırmış, kuzenine söylenmişti.
"Andreani, yarın benim şarap fıçılarından buraya yollayacağım. Bu şey berbat. Sen ne zaman bu kadar zevksiz oldun ki?"
Clarissa ile birlikte geniş salonla ilerleyen Andreani, adımlarını hızlandırmıştı. Ağabeyinin aksine oturmayı tercih etmemişti Lavinia. Büyük salonda karşılıklı yerleştirilmiş yeşil tekli koltuklardan birine küçük elini koymuş pencereden malikanenin ön bahçesine bakıyordu. Lavinia ile gözleri karşılaştığında, Sandrino'ya takındığı umursamaz tavrının aksine kızın omuzunu nazikçe sıkmış, hoş geldin demişti.
Lavinia'dan bakışlarını çektiğinde elindeki şarap kadehini çevirmeye devam eden Sandrino'ya ilerlemeye başlamıştı.
"Senin yine evimde ne işin var? Tanrı'nın her günü peşimdesin."
Andreani'nin her türlü beyefendilikten uzak sözlerini duyan Clarissa, hem şaşırmış hem de eğlenmişti. Andreani ve Sandrino'nun incelik ve beyefendilikten uzak bir anlaşma biçimi olduğunu artık kabullenmişti. Fakat kocası çoğu zaman oldukça kaba sözler sarf edebiliyordu. Clarissa, bu kabalık karşısında önceleri onun adına utanırken Sandrino, adamı duymuyor gibiydi. Gülümsemek için dudaklarını birbirine bastırdığı sırada yanındaki Lavinia'nın kıkırdaması tüm odada duyulmuştu.
"Belki ağabeyimin de evlenme zamanı gelmiştir. Bakarsın evlendiği zaman seni rahatsız edecek vakti kalmaz Andreani."
Sandrino, yakışıklı yüzündeki alaylı ifade gölgelenmişti. Başını yana eğerek kırışan yüzüyle kız kardeşine bakmıştı. Elinde tuttuğu şarabını gül kurusu elbise içindeki kıza doğrulttuğunda sesinde tehditkâr bir tını vardı.
"Senin bu günlerde dilin fazla uzadı. Anneme önce seni evlendirmesini söylememi ister misin?"
Pembe dudaklarını hoşnutsuzlukla büzdü Lavinia. Güzel yüzündeki pırıl pırıl gülümseme yavaşça solduğunda bakışlarını ağabeyinden öteye çevirdi. Kızın neşesinin kaçtığını fark etmişti Clarissa. Yüzündeki anlayışlı ifadeyle elini uzanıp Lavinia'nın elini tuttu.
Lavinia'ya son kez göz gezdiren Sandrino, bakışlarını yanı başında dikilen Andreani'ye çevirdi. Yüzü tekrar keyifli bir gülümsemeyle ağır ağır aydınlandı ve kadehi Andreani'ye doğru kaldırdı.
"Şarabın berbat."
Andreani hafifçe kaşlarını çatarak Sandrino'nun elinde tuttuğu kadehin içindeki şaraba baktı. Kuzeninin arsızlığı karşısında içten içe eğleniyor olmasına rağmen düz tonuyla kendisine doğrultulmuş şarabın tadını açıklığa kavuşturdu.
"Eğer konsolda duran ince sürahiden almışsan, o beklettiğimiz misafirlerimize ikram ettiğimiz normal kalitedeki bir şarap. Senin damak zevkine uyanlar üst raftakiler."
Büyük koltukta oturan Sandrino, hoşnutsuz bir edayla kadehe baktı. Salona girdiklerinde Tobia'dan yardım almayı reddetmiş şarabını bizzat doldurmuştu. Tıpkı Andreani'nin tahmin ettiği gibi misafirlere ikram edilmiş şarabı seçmişti. Kendi evinde Avrupa'nın pek çok yerinden özel getirttiği çeşit çeşit kaliteli şarap fıçıları bulunduran adam için bu durum, nefret ettiği şeyler arasında ilk sıralardaydı. Şarap konusunda güçlü bir damak zevki olan Sandrino, ağzının tadı bozulduğunu düşünmeye başlamıştı. Tiksintiyle tuttuğu kadehi almasını istercesine Andreani'ye uzattı.
"Yeni ve kaliteli bir şarap?"
Andreani, kuzeninin uzattığı kadehe bakarken alıp yenisiyle değiştirmekte kararsızlık yaşıyordu. Kocasının düştüğü ikilemin farkında olan Clarissa, hareketlenmiş, Sandrino'nun kadehini bizzat değiştirmek üzere almıştı.
"Ben koyarım."
İki adama yumuşak bir edayla tebessüm etmiş, konsola ilerlemişti. O, özenle oyulmuş altın yaldızlı büyük konsola vardığında Sandrino omuzunun üzerinden kıza bakmış, ardından karşısındaki koltuğa yerleşmiş Andreani'ye dönmüştü.
"Gördün mü, bu evde beni nezaketle karşılayan insanlar da var. Üstelik senden daha kibar ve daha sevecen."
Sandrino'nun neşe dolu bakışlarla, Clarissa'yı övmesi üzerine şaka yollu tehditkâr bir bakış attı Andreani. Sarışın adam yakışıklı yüzünün tüm masumluğunu kullanarak kuzenine takılmaya devam etti.
"Benim yakışıklılığımı ve kibar sözlerimi çekemiyorsun."
Elini savuran Andreani, cevap vermemeyi seçmişti. Kocasının aksine Sandrino'nun sözleri karşısında eğleniyordu Clarissa. Yüzünde bastıramadığı bir tebessüm vardı. Elinde tuttuğu kadehi konsolun kenarına bıraktı ve boş bir kadeh aldığı sırada sırtı dönük halde sözlerini Sandrino'ya yöneltti.
"Bu evde her zaman nezaketle karşılayacağını biliyorsun Sandrino. Tıpkı Andreani'nin sözlerinde ciddi olmadığını bildiğin gibi."
Duyduğu sözlerle şömineye diktiği mavi gözlerini sırtı dönük Clarissa'ya çevirmişti, Andreani. Malikaneyi benimsemiş olduğunun farkında olmayan karısının sözler dilinden öylece dökülüvermişti. Clarissa'yı evinin hanımı olarak görmek açıkça hoşuna gidiyor, gururlandırıyordu.
Sözlerinin kocasında üzerinde bıraktığı etkinin farkında değildi Clarissa. Üst raftan indirdiği sürahiden kadehe şarap doldurmuştu. Kristal sürahinin küçük renkli kapağını yavaşça kapatmış, eline aldığı kadehle tekrar şömineyi çevreleyen koltuklara yönelmişti. Tirşe yeşili eteğini savurarak ilerlemiş, Sandrino'ya şarabını uzatmıştı. Aynı renk gözlere sahip olmalarına karşın Sandrino'nun gözleri yeşil ve mavi arasında gelip giden bir tondaydı, asıl rengini seçmek için dikkatli bakmak gerekiyordu. Aydınlık salonda yeşile çalan gözlerinin içindeki tatlı gülümsemesiyle teşekkürlerini sunmuştu Sandrino. O şarabını yudumlamaya başladığı sırada, Clarissa geniş koltukta oturan Andreani'nin yanına oturmuştu.
Katedralde her hafta verilen Pazar ayini vaktine kadar sohbet etmişlerdi. Vakit geldiğinde oldukça geniş siyah renk cilalı at arabasına birlikte yerleşmişlerdi. O gün Andreani ve Sandrino'da at arabasında yolculuk etmeyi tercih etmişti. Onlara dört önde rehberlik yapan, dört geride yer alan atlı eşlik ediyordu. Tommasso ise konvoyun en önünde yer alıyordu. Clarissa, at arabasının küçük camından anlam veremediği bu eşlikçilere baktığı sırada şaşkınlığını içinde tutmayı başardı.
Evlenmeden önce pazar ayinine gitmek oldukça sıradan bir alışkanlıktı. Mermer Köşk'ün yakınındaki katedrale tüm aile mütevazi bir şekilde katılırdı. Fakat Ludovico ismini taşımaya başladığında, soylular için durumun akışkanlıktan fazlasını içerdiğini görmüştü. Her Pazar Viberto'daki en görkemli katedralde hazır bulunan soylular, bunu enfes bir güç gösterisine dönüştürüyordu. Birbirlerine abartılı bir nezaketle yaklaşıyorlar, büyük bir özenle seçilmiş sözcükler eşliğinde yüzlerinde beliren nazik gülümseyişle kısa sohbetlere giriyorlardı. Fakat yüzlerindeki gülümseyiş samimi olmaktan ziyade son derece ciddiydi.
At arabası şehirdeki büyük katedrale giden yola doğru döndü. Lavinia ile yan yana oturuyordu Clarissa. Sanrino ve Andreani'nin kabinin içini dolduran tok sesleri eşliğinde, krem rengi eldivenlerini yukarı çekip, son kez çeki düzen verdi. Katedralin bulunduğu meydanın köşesinde geldiklerinde yavaşlayan at arabası neredeyse hiç hissettirmeden yolculuğu sona erdirdi. Arabacının açtığı kapıdan önce Sandrino ardından Andreani inmişti. Lavinia rahat adım atabilmek için gül kurusu eteğini tutmuş, dışarı çıkmıştı. Tıpkı Lavinia gibi özenli bir tavırla eteklerini tutarak inmişti Clarissa. Birlikte katedrale ilerledikleri sırada içeri girmekte olan Rosia Panzio ve Juan Panzio'ya gülümseyerek sessiz bir selam vermişlerdi.
Katedralin içini uzun gümüş şamdanlar aydınlatıyor, görkemli yapının loş ışığında altın sarısı ışık huzmeleri oluşturuyorlardı. Apsisin sol kanadında ön sırada oturuyordu Clarissa. Pazar vaazının son kısmına geçmişlerdi. Başrahip, Hz.İsa'nın kanını simgeleyen şarabı ve bedenini simgeleyen ekmeği paylaşma törenini yönetiyordu. Biraz önce yanında oturan kocasına önce ekmeği ardından şarabı sunan Başrahip kendi önüne geçtiğinde, istavroz çıkartmıştı. Onu takip eden Rahibin taşıdığı gümüş tepsiden ekmeği alan Başrahip, tıpkı Andreani'de olduğu gibi ritüeli duaları eşlinde tamamlamıştı. Tekrar istavroz çıkartan Clarissa, ellerinin arasında küçük hacıyla oturmaya devam ettiği sırada göz ucuyla Andreani'ye bakmıştı.
Başrahip, onu takip eden üç rahiple tahta sırada oturan diğer kişilere doğru ilerlemeye başlamıştı. Görüşü açılan Andreani, ileriye bakıyordu. Meraklanan Clarissa, loş kilise içinde rengini zor seçtiği mavi gözleri takip etti. Transept biçimli katedralin sağ kanadında ön sırada oturan adamı gördü. Daha önce tanıştırılmadığı soylu görüntüsü içindeki adama bakarken onun da Andreani'ye baktığını fark etti. Gözünün ucuyla adamı inceledi, siyah saçları kısa kesilmiş adam en az Andreani kadar kalın bir vücuda sahipti. Boynunda asılı duran altın sarısı zinciri dışında gece kadar siyah bir görüntü çiziyordu.
Giovonni Vincenzo, tüm vaaz boyunca kaskatı bir duruşla tahta sırada oturmaya devam etmişti. Kömür karası gözlerindeki zehir gibi bakışlarla tam karşısında oturan adamı izlemişti. Vaazın ortalarına doğru üzerine yöneltilen bakışların farkında olan şarap rengi ceket içerisindeki adam, taş gibi yüzünü ona çevirmişti. Aralarında koca bir mesafe olmasına karşın loş katedralde birbirlerine kenetlenmiş bakışları, keskin bir kılıca dönüşmüştü. Bir süre ikisi de birbirlerinden bakışlarını çekmemişti. Giovonni, kaskatı duruşuyla başını eğmiş sahte bir selam vermişti. Andreani Ludovico, onun selamını ifadesiz yüzündeki belli belirsiz oynattığı çenesiyle karşılaşmıştı.
Katedralden gün ışığına adım atan Giovonni, yanındaki iki arkadaşı ile ağır ağır ilerlemekteydi. Uzun siyah ceketi hafif esen rüzgarda savrulan adamın gözleri mermer basamakların ilerisindeydi. Yıllar boyunca Ludovico ile arkadaşı Giovonni Vincenzo'nun iş konusundaki çekişmelerini bilen dostu Stefano bakışlarını fark etmişti. Başını uzatmış kısık tonuyla konuşmuştu.
"Her zamanki gibi büyük oynuyor. Papa Cenapları ile yeni bir şap taşı işine girmiş. Avrupa'ya pazarlayacağını duydum."
Siyah gözlerindeki keskin ifadeyle basamakların ilerisinde, Sandrino Panzio ve Juan Panzio ile konuşan adama bakmayı sürdürüyordu Giovonni Vincenzo. Kuru sesindeki kindar tonla konuştu.
"Haberim var. Taşıdığı o kartalın içi hilekar sözlerden ve kibirden oluşan boş bir kabuk. Ludovicolar yıllarca kilisenin gözlerini gösteriş ve hilekârlıklarıyla boyamayı iyi bildiler. "
"Hilekarlık? Cesur suçlamalar, cesur kanıtlar gerektirir Giovanni. Bana kalırsa uğraşmaya değmez. En son birlikte el attığınız işin sonunda büyük para kaybetmiştin."
"Bunun para ile alakası yok. Ludovico, arta kalan işleri kenara bırakıyor, bizde o işlerle ticaret yaptığımızı sanıyoruz. Bu güçle alakalı. Kilisenin önde gelen adamı olmakla alakalı."
Sinirli bir hırıltı kopmuştu Giovanni'nin boğazından. Tıpkı Andreani Ludovico gibi asker olan adam kiliseye bağlı güçlü bir soyluydu. Viberto'da aile topraklarında yaşıyor, inanılmaz bir servetin sefasını sürüyordu. Ancak kiliseye bağlı askerlerin içinde en çok kin tutan kişi de oydu. Giovanni, kilisenin desteği arkasında olduğu halde ortada dönen ticari anlaşmaları çirkinleşerek kovalamaktan zevk alır, diğer soylularla tersleşmekten çekinmezdi. Ancak elinin uzanamadığı ailelerden biri Ludovico ailesiydi. Nesiller boyunca kilisenin sınırsız desteğinden ve kazandıkları her savaş ve anlaşmadan daha da güçlenip servetlerine servet katması nefretini katlıyordu adamın.
Üç yıl önce Ludovico'ya kaybettiği büyük ipek ticareti işi dün gibi aklındaydı. Elde edeceği meblağdan çok kazanma arzusuyla yanıp tutuşmuş, sonucunda büyük bir meblağ kaybetmişti. Şimdi ise aradan geçen üç yılın ardından öfkesi sönmüş fakat siyah gözlerinde yanan kin hiçbir zaman kaybolmamıştı.
"Elimi attığım her işin ardından bu adamın çıkmasından sıkıldım. İşlerin yönünü kendi keyfine göre değiştirebileceğini sanıyor. Fakat kilisenin gözündeki bağ düştüğünde Ludovicolardan geriye ne kalacağını görmek zevkli olur."
"Giovonni, bende en az sen kadar Ludovico'yu nefret ediyorum. Fakat rüzgar senden yana esmiyor, anla artık."
"O rüzgar, bu kez benden yana esecek. Eğer esmezse tutup kendi yönüme çevirmesini de bilirim."
Bir zamanlar birlikte görev yapmış, iki iyi eğitimli asker asilzadenin hasımlıkları tüm çevrelerinde biliniyordu. Giovonni, nefretini hiçbir zaman saklamıyor, Andreani Ludovico ile ona karşı takındığı umursamaz aşağılayıcı tavrını gösteriyordu. Buna rağmen sık sık aynı ortamda bulunan iki adam taşıdıkları kilise askeri unvanına saygı duyuyor hasımlıklarını uzaktan sürdürmeye özen gösteriyorlardı.
Kendisine eşlik eden Rahip Igncio ile dingin bir sohbetin içinde olan Rosia Panzio, kilisenin dışına adımını atmıştı. Eldivenli elinde tuttuğu haçıyla Rahip Igncio'e başıyla selam vermiş, katedrale ulaşan taş basamaklardan inmeye başlamıştı. Rosia Hala'nın ardından katedralden çıkmıştı Clarissa. Lavinia ile kol kola girmiş kız sakin yüzüne yerleştirdiği nezaket gülümsemesiyle Rosia Hala'yı izlemişti. Kadının birkaç adım gerisinde ilerlemeye devam ederken, gururlu bir şekilde yürümesiyle etrafına yaydığı doğal zarafete bir kez daha hayran kalmaktan kendini alamamıştı.
Hayranlığını saklayan soğukkanlı duruşu ile yürümeye devam eden Clarissa, kendisine kibarca seslenen kadına çevirmişti başını.
"Bayan Ludovico."
Gönülsüzce yönünü biraz ilerisinde duran üç kadına döndü. Kabullenmekte ne kadar inat ederse etsin artık Bayan Ludovico olarak hitap edilmesine alışmaya başlamıştı. İlk zamanlar yönünü dahi dönmezken şimdi başını çevirdiğinin farkına bile varmıyordu.
Rosia Hala'nın haftalar önce şehre ilk geldiklerinde onu kadınlarla bizzat tanıştırmıştı. O günden sonra sık sık kilisede gördüğü kadınlara, yumuşak dudaklarındaki resmiyet içeren bir gülümsemeyle selam vermişti. Öne çıkmış Letizia, samimi bir tavırla başlamıştı sözüne.
"Ben de tam malikanemize yeni aldığımız Meryem Ana ve Yüce İsa'nın tablosundan bahsediyordum. Sanatla yakından ilgili olduğunuzu duymuştum, görseniz harika bir eser, sanatçısı oldukça başarılı bir iş çıkartmış. Tüm gün kendimi izlemekten alamıyorum. Eminim Ludovico Malikanesinde sizin de gözlerinizi alamadığınız pek çok tablo vardır."
Neşeli bir sesle konuşan kadını dinleyen Clarissa, biraz daha gayret edip yüzünde asılı duran gülümsemeyi korumuştu. Hemen hemen kendi ile yaşıt arkadaşlarına sırtını dönen Letizia, kahverengi saten elbisesinin üzerinden şişkin karnına yüzüklü elini yerleştirmişti. Ağır bir parfüm kokusu içindeki esmer güzele yaklaşmıştı Clarissa. Hamile kadının konuşma istediğini geri çevirememişti.
"Birkaç tane olabilir."
Letizia'nın tuhaf neşeli tavrı Clarissa'yı öylesine şaşırtmıştı ki, kadının kendisini süzdüğünü anlaması zaman almıştı. Letizia şişkin karnının üzerinde elinin usul usul gezdirmeye devam ederken kaçamak bir bakışla taş basamakların altındaki kadına bakmış ve çenesiyle işaret etmişti.
"Üzgün görünüyor."
"Neden acaba?"
Letzia'nın biraz gerisindeki sarışın kadının sorusu üzerine, etrafını saran güzel çehrelerdeki alaylı ifadeyi görmüştü Clarissa. Elinde tuttuğu haçı ile kadınların önünde dikilmeye devam ediyor, şahit olduğu tatsız konuşmadan kendini kurtarmayı düşünüyordu.
Bakışlarını öte yana çeviren Letizia, gülümsemesindeki yapmacık ifadeyle arkadaşına açıklama yapmıştı. Kadının sesindeki küçümseme tüm açıklığıyla ortadaydı.
"Neden olacak, kocasının metresinden olan çocuğu tüm Viberto'nun dilinde."
Clarissa, hoş olmayan sohbetten bir an önce kurtulmak istercesine, eteklerini tutmuş gitmeye hazırlanmıştı. Zoraki gülümsemesini koruyarak, başıyla hızlı bir selam vermiş, bir adım geri çıkmıştı.
"İyi günler dilerim hanımlar, gitmem gerek."
Letzia'nın arkasını dönmeye hazırlanan kıza gözlerini kısarak bakmış, neşeli yüzü hafifçe değişmeye başlamıştı. Sesini iyice alçaltmış kadın, kibarlığının içindeki kinaye ile konuşmuştu.
"Bayan Ludovico, biraz eğlenceyi seven birisi olarak yaptığımız sohbet umarım sizi rahatsız etmemiştir."
Clarissa derin bir nefes alarak inanamaz ifadesiyle bakmıştı. Soylu bir zarafete sahip olan kadının pervasız davranışlarına nasıl karşılık vereceğine karar vermeye çalıştı. Tuttuğu eteğini bıraktı ve tıpkı karşısındaki kadın gibi kibarca fakat onaylamayan bir şekilde düşüncesini açıkça dillendirdi.
"Yargılamak bize düşmez."
Şaşırtıcı bir söz söylemiş gibi kaşlarını usulca havaya kaldırmıştı Letzia. Olduğu yerde durmaya devam eden kadın başını Clarissa'ya uzatmış sır verir gibi tavır takınmıştı.
"Biz kadınlar bütün gün ne yapacağız?"
Sözlerini bitiren Letizia, eğlenceli bir sır vermişçesine geri çekilmişti. İki elini şişkin karnında birleştiren kadın, kontrollü bir edayla kızdan gelecek cevabı beklemeye koyulmuştu. Düz duruşu, resmiyet içeren ifadesi ardındaki gerçek karakterinin tek bir kırıntısını dahi kaçırmamaya niyetliydi kadın. Dikkatle izliyordu.
Düştüğü çirkin konuşmanın memnuniyetsizliğini içindeydi Clarissa. Dik duruşu ve resmiyetiyle gölgelemişti ifadesini. Tıpkı biraz önceki gibi düşüncesini dillendirmişti.
"Diğerlerinin talihsizliği bana zevk vermiyor."
Letizia bir anda neşeli bir hale bürünen ifadesiyle karşısındaki kızın yeşil gözlerine bakmış, gülümsemişti. Fakat gülümsemesi gözlerine yansımamış aksine kızı daha fazla süzmüştü, anlamak istercesine. Duruşunu değiştiren kadın, neşeli soluğunu dışarı verdiğinde bir adım geri çıkmıştı. Asıl niyetini saklayan kibar bir tavırla kıza hitap etmiş, selamlamıştı. Kadına aynı şekilde karşılık veren Clarissa, basamakların ardında kendisini bekleyen Lavinia'nın yanına ilerlemişti.
Vincenzo ailesinin altın renkli armasını taşıyan at arabasında Giovanni Vincenzo, bir eli şişkin karnının üzerinde olan karısının önünde oturuyordu. Hamileliğini neredeyse yarısını kat etmiş kadın ağrımaya başlayan belini kül grisi kadife minderlere yaslamıştı. At arabasının küçük camını aralamış, kabine taze havanın girmesini sağlamıştı. Siyah renk saçları topuzuyla ensesinden toplanmış olmasına rağmen sıcakladığını hissediyordu. Kalın bacağını bir diğerinin üzerine atmış Giovanni, sabırsız tavrıyla karısının rahat etmesini beklemişti.
"Anlat, nasıl geçti?"
Kocasının buyurgan sesiyle bakışlarını karşısındaki sabırsız adama çevirdi Letizia. Kahverengi gözlerindeki sinsi bir gülüşle sözlerine başladı.
"Karakterini görmek için biraz zorladım, fakat tıpkı kocası gibi kibirli, dili keskin. Yine de bizim çevremiz için toyluğu yadsınamaz. Öğrenmesi gerekenler var, soylularla açıkça ters düşmemek gibi."
Esmer yüzündeki uğursuz ifadesiyle ceketinin yakasını gelişi güzel bir hareketle düzeltti Giovanni. Siyah gözlerinin içi kinle adeta ışıldıyor, ağır ağır büyük burnu sabırsız ve gizlemediği bir aç gözlülükle kırışmıştı. Siyah renk eldiven taktığı ellerini deri pantolonun sardığı bacaklarına koymuştu.
"İşimize yarayacak mı onu söyle."
Karnının üzerindeki elini bir ileri bir geri hareket ettiren kadın, bakışlarını kaldırmış, kocasına çevirmişti.
"Yarayabilir. Zorlayacak ama imkansız değil. Şüphe öyle tehlikelidir ki en akıllısına bile neler yaptırır."
"Zorlaması umurunda değil. Yeterince bekledim, bir an önce senden istediğimi yap. Ayrıca sözlerini ve sempatisini çarpıtmanın bir yolunu bul. Şüphenin gölgesi bile işime yarar. Sonuçta güzel ikilisiniz. Sen ve dolapların."
**
Malikanenin sol kanadına uzanan holden çıkan Clarissa, ana hole ulaşmış kıvrılarak üst kata çıkan mermer merdivenin yanından geçmiş, salona doğru ilerlemekteydi. Öne eğdiği başıyla, ellerinin arasında tuttuğu açık deftere bakıyordu. Doğal bir zarafetle gülümseyen kızın biçimli dudaklarının iki yanındaki gamzeler kendini gösteriyordu. Günlerini verdiği katedral çizimini bitirmişti. Çiziminin son halini masaya bırakıp alıcı gözle incelediğinde yüzünde tatmin olmuş bir tebessüm yer edinmişti. Bunun getirdiği neşeyle kütüphaneden çıkmış, akşam yemeğinin hazırlandığı salona ilerlemişti. Engel olamadığı gülümsemesi ile salona girdiğinde tahmininden erken gelmiş kocasını görmüştü. Üzerindeki koyu renk ceketinin düğmelerini açmış adam, sırtından çıkarmaya çalışıyordu. Yanı başındaki Tobia, elinde Andreani'nin siyah pelerini tutuyordu. Pelerinin ıslanmış olduğunu görmüştü Clarissa. Yeşil gözlerini pencereye çevirmiş henüz yağmaya başlamış yağmuru bakmıştı.
Andreani'nin kahverengi gür saçları hafif kıvırcık bir hal almıştı. Üzerinde, kaslı bacaklarını ortaya çıkaran siyah bir pantolon ve ceketinin altında beyaz bir gömlek vardı. Oldukça uzun boylu olan adam, Tobia'nın yanında durduğunda daha da uzun gözükmüştü gözüne. Uzun boyu, geniş omuzları, dar kalçaları ve kaslı bacaklarıyla odayı bütün varlığıyla kuşatıyordu. Yağan yağmurla huysuzlanmış olduğunu anlamıştı. Saçlarıyla aynı renk düz kaşları, kırışmış çenesi bunu açıkça ele veriyordu.
Ceketini çıkartan Andreani, alması için Tobia'ya uzatmıştı. Islak ceketi, elinde tuttuğu siyah pelerinin üzerine koyan Tobia, adamın yüzüne baktığında çıkmasını istediğini anlamıştı. Selam vererek, salondan çıkmıştı adam. Sırtını dönmüş, kendisine şarap koyan adamı izleyen Clarissa, neşeyle yanan şöminenin önündeki koltuğa oturmuş, defterini koltuğun yanına bırakmıştı. Üzerine giydiği beyaz gömleğiyle geniş sırtı göze serilen adamı izlerken anlamsız huysuzluğu onu güldürmüştü. Andreani yeri geldiğinde küçük detaylara takılabilecek kadar huysuz bir adama dönüşebiliyordu.
Elindeki şarap kadehi ile yanındaki koltuğa oturmuştu Andreani. Sırtını yumuşak yeşil yastıklara yaslamış, canlı mavi gözlerini Clarissa'ya çevirmişti. Bakışları buluştuğunda kinayeli tonuyla konuşmuştu Clarissa.
"Sana da merhaba."
Karısının ses tonu onu şaşırtmış aynı zamanda eğlendirmişti. Clarissa'nın yeşim yeşili gözlerine bakarken yorgunluğunu unutmuştu. Oturduğu koltukta kıza yönünü dönmüştü.
"Tüm gün limanda bir çok işle ilgilendim. Şimdi de Vatikan'dan geliyorum. Karnım aç ve yorgun olduğumda suratım düşüyor. İleride daha dikkatli olurum."
Andreani'nin son sözleriyle derin bir şaşkınlık içine düşen kız ne diyeceğini bilemez haldeydi. Kaba ve duygusuz olarak nitelediği kocasının kendisi için değişeceğini söylemesi bekledikleri arasında en son sıralardaydı. Şaşkınlığını gizlemeye çalışmış, konuyu başka bir noktaya taşımıştı.
"Neden bu kadar yoğun çalışıyorsun ki? Eminim işlerini yapacak pek çok adamın vardır."
Yüzündeki huysuz ifade silinip gitmişti adamın. Yeşil renk geniş koltuğa iyice yerleşmiş, bir kolunu karısının da oturduğu koltuğun arkasına atmıştı. Dingin bir ifadeyle kızı izlerken bir süre düşünmüş ardından açıklamıştı.
"Babam, 'en iyi işi o işi bilen yapar.' derdi. Hem takdir edersin ki, bir diplomatın temsilci tutması saçma olur."
Clarissa, kocasının sözlerinin haklılığı karşısında başını sallamıştı. Kelimelerle arası iyi, kurnaz bir diplomat olan Andreani en kısa şekilde açıklamıştı durumu. Elinde tuttuğu kadehinden büyük bir yudum almıştı. Karısının yüzünü doymak bilmeyen bir hayranlıkla izlediği sırada salona girdiğinde gülümsediğini hatırlamıştı.
"İçeri girdiğinde, defterine bakıp gülümsüyordun. Katedralini mi bitirdin?"
Çizimleri hakkında konuşacak birini bulmanın mutluluğu Clarissa'yı ele geçirmişti. Oturduğu koltukta hareketlenen kız, içgüdüleriyle yönetiliyordu. Soğukkanlı mesafeli duruşunu bir kenara bırakmıştı.
"Evet, bitirdim Tabi sadece katedral değil, haftalardır bir çok çizim yaptım. Cesare'ye göstermek için sabırsızlanıyorum."
Clarissa'nın kaygısız ve heyecanla parlayan gözlerine bakan Andreani'nin dudaklarında keyifli bir tebessüm belirmişti.
"Anladığıma göre, artık yeteneksiz olduğunu düşünmüyorsun?"
Kocasının sorusuyla durup saklamaya çalışmadığı bir çocukça gülüşle adama bakmıştı Clarissa. Kıvrık birer yelpaze gibi olan kirpiklerini kırpmış, küçük zarif çenesini yukarı kaldırarak başını iki yana sallamıştı.
"Düşünmüyorum."
Clarissa'nın gülüşü en az heyecanı kadar bulaşıcıydı. Dudaklarının iki yanındaki gönül çelen gamzelerinden gözlerini zorlukla çeken Andreani, ciddi durmaya çalışmasına rağmen başarılı olamıyordu. Clarissa, kendisine cilve yaptığının farkında bile değildi. Zorlukla mavi gözlerini kızdan aldığında, ayaklanmıştı. Koltuğun yanından geçmiş karısının meraklı gözleri eşliğinde yürümeye başlamıştı. Salonun kapısının yakınındaki sehpanın üzerine koyduğu geniş paketi almış, kızın önündeki sehpaya bırakmıştı.
"O halde bunları seveceksin."
Andreani'nin sesinde alışılmadık sıcak bir gülüş gizliydi. Kırmızı renk kağıda sarılı pakete bakakalmıştı Clarissa. Şaşkın yüzünde kocasının dediklerine anlam veremeyen bir ifade vardı.
"Benim için mi?"
Clarissa, başını ona çevirmiş mahcubiyet ve şaşkınlıkla gülümsüyordu. Genç adam elini uzatmış karısının kolunu hafifçe okşamaya başlamıştı.
"Evet. Hadi aç."
Clarissa, omuzunun üzerinden bir süre daha adamın mavi gözlerine bakmış ardından uzandı kırmızı pakete. Gizleyemediği tereddüttü ve hafifçe gülümseyen ifadesiyle paketin önce kordonunu çözdü ardından kırmızı kağıdı açtı. Karısının şaşkınlıkla, paketin içinden oldukça kaliteli her boyutta çizim kağıtlarını, renkli tebeşirleri, renk renk boyaları, palet ve fırçaları çıkarışını keyifle izliyordu Andreani. Clarissa, Roma'dan sipariş edilen hediyelerini tek tek çıkarmaya devam ettiği sırada konuşmuştu.
"Düşündüğün gibi baskıcı bir adam değilim. Sanat atölyesine gidemiyorsun fakat bu resim yapamayacağın anlamına gelmiyor. Resim yapmak seni mutlu ediyor, görüyorum. Dilediğince resimlerini yapabilirsin, hatta malikanenin istediğin bir odasını kendi çalışma odan bile yapabilirsin."
Etrafını saran şaşkınlık dalgasıyla yeşil gözleri kocaman olmuş Clarissa, zorlukla gözlerini hediyelerinden çekmişti. Andreani'nin sıcak bakan mavi gözlerine dalıp gittiğinde boğazı düğümlenmiş, konuşamıyordu. Kalbi ise ona ihanet ediyor normalden daha hızlı atıyordu. Güçlükle yutkunan kız, kısık bir sesle konuşabilmişti.
"Teşekkür ederim."
Derin bir şaşkınlık içinde olan karısının daha fazla konuşamayacağını anlamıştı Andreani. Kolunu omzuna atmış, alnına sıcak bir öpücük kondurmuştu. Clarissa ona sarılmamak için kendini zor tutuyordu. İki yanında öylece duran elleri adeta hareketlenip kocasının belini sarmak için yanıp tutuşurken, içine derin bir nefes çekmişti. Yeşil gözlerini kapatan kız, sarılmak yerine hala omzuna attığı koluyla yanında oturan adamın omzuna başını yaslamıştı. Karısının beklenmedik hareketi karşısında hafifçe sırıtmıştı Andreani.
Bir süre öylece kalan Clarissa, geri çekildiğinde gözlerini kaçırarak yönünü hediyelerine çevirmişti. Cilalı ahşap sehpanın üzerinde dağınık halde duran renkli tebeşirlerinden birini eline almıştı. Kaliteli olduğu ilk bakışta belli olan hediyeler karşısında heyecanını gizlemiyordu.
"Yüce İsa, çok güzeller. Cesare'nin atölyesinde bile bu kadar kaliteli malzemeler yok."
"Bittiklerinde bana söyleyebilirsin. Yenilerini sipariş ederim. Artık hiçbir şey için beklemene gerek yok. İstemen yeterli."
Andreani, oturduğu koltuğun arkasına yasladı ve bacaklarını uzattı. Rahat koltuğun tadını çıkaran adam mavi gözlerini tam karşısında tüm gücüyle yanan şömineye çevirdi. Andreani'nin bu sakin ve sevencen tavrından cesaret bulan Clarissa, kafasında bir fikri evirip çevirerek tebeşiri bıraktı ve yönünü adama döndü. Nihayet sorusunu için doğru zamanın geldiğine düşünüyordu. Yumuşak bir tonda o zamana kadar sormaya çekindiği sorusunu sordu.
"O gün, Rinaldo ile mermer köşkte yaptığın anlaşmayı okudum. Altında yazan meblağ tahıl ticareti için fazlaydı. Fakat içimden bir ses daha fazlası olduğunu söylüyor. Rinaldo'ya ne kadar verdin?"
Şöminede yanan odunları izlemeye devam eden adamın dudakları gerilmiş, çenesi kasılmıştı. Ters bir tepki vermemek adına içine derin bir nefes çekmiş, mavi gözlerini bir cevap bekleyen karısına çevirmişti.
"Bu aptal para mevzusunu aştığımızı düşünüyordum. Geçmişi arkamızda bırakmak yerine sürekli önümüze koyman huzursuzluktan başka bir şeye yaramaz. Tabi niyetin tam da bu değilse."
Adamın hızla saldırıya geçmesi Clarissa için o denli beklenmedikti ki, bir süre öylece adamı izlemiş tıpkı onun gibi arkasına yaslanmıştı. Hediye veren adamın sakin ruh haline güvenmiş, sorusu için en uygun zamanın o an olduğuna karar vermişti. Oysa ki Andreani, siyah ve beyaz kadar keskin çizgileri olan bir adamdı. Bir an onunla gülüşüp arkadaşça konuşurken kısa zamanda karanlık maskesini takıveriyordu. Clarissa, adamın sinirini kustuğunu düşündüğünde biraz önceki arkadaşlığa sığındı. Yumuşak bir tonla yenilemişti sorusunu.
"Bilmek istiyorum."
"Daha fazlası var. Mutlu musun? Fakat miktarını söylemeyeceğim."
Soğukkanlı mavi gözlerin hedefi olan Clarissa, yüzünün kızarmaya başladığını hissediyordu. Virgilio Bankası'nın borçlarından haberdar olan kızın zihninden geçen meblağlar adeta nefesini kesiyordu. Fakat duyacakları ne kadar alçaltıcı olsa da bilmeye ihtiyacı vardı.
"Ne kadar ettiğimi bilmek istiyorum."
Andreani kar beyazı gömleğinin yakasındaki küçük düğmelerin ilk üçünü çözüp, yakasını genişletti. Sıkıntılı bir halde nefesini gürültüyle dışarı verdi ve uzanıp Clarissa'nın yanağına elini koymaya yeltendiğinde, ısrarla cevap bekleyen kız geri çekmişti başını. Bunun üzerine sinirle elini koltuğun arkasına yerleştirdi.
"Canını sıkmaktan başka bir halta yaramayacak. Israr etmen yararsız, kararım kesin söylemeyeceğim."
Tartışma kabul etmeyen bir kararlılıkla sözlerini bitirmişti Andreani. Yeşil gözlerindeki ısrarlı edayla adama izlemeyi sürdüren Clarissa, ileri gitmemesi konusunda ikaz eden mavi gözlere bakıyordu. Bunun üzerine duraksamak mecburiyetinde kalmıştı. Sözlerine boyun eğmek istemiyordu fakat ısrarının sonuç vermeyeceğini anlamıştı. Dudaklarındaki öfkeli mırıltılarla, kabaca arkasına yaslanmıştı.
"Rinaldo'nun eline büyük bir servet vererek aptallık etmişsin."
Karısının yüzüne bakmayan adam düz sesiyle konuşmuştu.
"Aptallık? Neden?"
Göz ucuyla yanında kıpırtısız halde oturan adama baktı Clarissa.
"Çünkü ben, konuşurken zehir saçan, geçimsiz bir kadınım."
Başını yavaş bir hareketle, yanında saklamadığı huysuzluğuyla oturan kıza çevirdi. Andreni. Kahverengi kaşlarını çatmış, tam karşısına bakıyordu. Koltuğun sırtına yerleştiği kolunu kaydırdığında karısının omzuna yerleştirdi. Clarissa'nın bu temastan hoşlanmadığını görmüştü. Kıpırdanan kız, yüzünü buruşturmuştu. Onun bu haliyle dudaklarında ince bir gülüş belirmiş uzanıp, yanağına dokunmuştu. Elmacık kemiğinin zarif kıvrımını parmak uçlarıyla okşarken takılmıştı kıza.
"Yazık, sen sözlerime baya içerlemişsin. Haftalar geçti yine de unutmamışsın. Nefret ettiğin adamın sözlerine içerliyor olman.. nasıl desem? Çelişkili bir durum."
Adamın kinayeli sesinin içini delip geçtiğini hissetti Clarissa. Başını hırsla iki yana salladığında hala yanağını okşayan eli kendinden uzaklaştırdı. Omuzundaki kalın kolu ittirdi ve ayağa kalktı. Koltukta oturmakta olan adama ilk kez tepeden bakmanın zevkinin tadına varmıştı. Fakat Andreani, istifini bozmamış, koltuğa adeta yayılmış duruşuyla ona kibirle gülümsemeye devam ediyordu. Sesindeki sıkıntılı tonla söylendi Clarissa.
"Sözlerimi çarpıtıyorsun. Seninle kelime oyunu oynamayacağım. Ben yemeğe geçiyorum."
Andreani, başını geriye atıp koltuğun arkasına yasladı. Mavi gözlerinin içinde kopan ateş fırtınalarıyla taştan tavanı izledi. Keyifle gülümserken sert adımlarla yemek masasına ilerleyen karısına son vuruşunu da yapma keyfini kendinden mahrum etmedi.
"Evet, yemek yiyelim. Ardından mahzenden güzel bir şarap fıçısı açtırırız. Çelişkili evliliğimizi kadeh kaldırmak istiyorum."
YAZAN; MİRENA MARTİNELL
Clarissa Ludovico
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top