Bölüm 16 - ''Altın Kafes''

"Acı da aşk gibi paylaşılması gereken bir duygudur."

Muhteşem Güzellik

Bölüm 16 - Altın Kafes

Clarissa, Ludovico Malikanesinde geçirdiği birbirinden farklı olmayan sıkıcı günlerden birini daha geçirmekteydi. İki haftalık evliliklerinin boyunca, Andreani ile her konuda fikir ayrılıklarına düşüyorlardı. Tıpkı bu sabahta olduğu gibi, kahvaltıdan önce rutinleşmiş tartışmalarından birini yapmışlardı. Andreani ısrarla kibirli tavrını sürdürüyor, isteklerini diretmeye devam ediyordu. Bu durum, Clarissa'nın gittikçe sinirini bozuyordu. O Andreani Ludovico'nun karısı olmanın getirisiyle, hayatının baştan sona değişmesinin hoşnutsuzluğunu yaşarken adamın keyifle hayatına devam etmesi körüklüyordu öfkesini.

Tartışmayla başlayıp, gergin bir sessizlikle son bulan kahvaltının sonunda limana gitmek için malikaneden ayrılmıştı Andreani. Kahvaltının ardından malikanenin geniş bahçesinde yürüyüş yapmıştı Clarissa. Bir saatin ardından güneş gözlerini kamaştırmıştı. Kitaplıklarla dolu gömme rafların çevrelediği geniş kütüphaneye atmıştı kendini. En az salon kadar büyük olan kütüphanenin mermer zeminin üzerine şarap rengi bir halı serilmiş tam ortasında ise büyük dört tarafı ahşap sandalyelerle kaplı meşe ağacından yapılma masa vardı.

Kütüphanenin raflarına konulmuş mürekkep hokkasını ve beyaz parşömenleri ağır adımlarla masaya taşımıştı Clarissa. Beline bağladığı önlüğüyle yanına gelen Sheilah'tan bir fincan çay istemişti. Malikanenin baş hizmetlisinin getirdiği sıcak fincanını da masaya bıraktığında ahşap kenarları oymalı sandalyeyi çekip yerleşti. O, annesi tarafından özenle zarif bir hanımefendi olarak yetiştirilmişti. Yapılan emrivakiden ne kadar rahatsız olsa da teşekkür etmesi gerektiğini hissediyordu. Ağabeyine karşı yoğun öfke ve nefret hissediyordu lakin gönlü Byanca'ya kötü bir düşünce beslemesine izin vermiyordu. Hayat dolu, sıcakkanlı kadını sevmişti.

Uzanıp çayından bir yudum aldı. Ellerinin arasındaki fincanı dudaklarından ayırdığında yeşim taşı rengi gözlerini kapatmıştı. Sıcak çayının getirdiği rahatlamayla gözlerini araladı. İçine derin bir nefes çekti, önündeki mürekkep hokkasına uzandı. Eğik el yazısıyla önce, "Sevgili Byanca" diye başladı Clarissa gönülsüz notuna. Önce sevgilerini iletti ardından, koca bir gardrop dolusu şık ve gündelik elbiseler, binici elbiseleri ve pançolar için abartılı bir teşekkür etti. Asillerin ustalıkla oynadığı, kibar sözlerin arasına gerçek düşünceleri iliştirdikleri oyunu da oynamadan edemedi. Sözlerinin arasına yeni bir gardroba ihtiyacının olmadığını iliştiriverdi. Bitirdiği mektubunu işaret parmağında taşıdığı Virgilio aile arması bulunan yüzükle mühürledi. Mektubunu kuruması için yana çektiğinde bir başka parşömen koydu önüne.

Clarissa, Roma'dan uzak iki hafta geçirmişti. Artık bir şekilde arkasında bıraktıklarından haber almalıydı. Pietro'nun acı içinde kıvrandığı kabusları azalmıştı lakin yaşananları unutması mümkün değildi. Arkadaşının durumunu merak ediyordu. Sanat atölyesini, atölyedekilerin yaşananları öğrenip öğrenmediğini ve daha birçok şeyi bilmek istiyordu. Gün geçtikçe derin bir merak kuyusunun içine çekiliyordu Clarissa. Andreani'ye sormazdı. Hali hazırda Pietro'nun adını duyduğunda karanlık bir ruh haline bürünen kocasının sorularını cevaplamayacağından emindi. Clarissa bu sabah uyandığında, Cesare'ye yazmaya karar vermişti. Önce halini hatırını sorar kapalı bir şekilde sözü Pietro'ya getirirdi. Ucunda tüy bulunan kalemini mürekkep hokkasına batırdığında başladı mektubuna.

İki başarısız denemenin ardından öfkeyle beyaz parşömenin üzerine, atmıştı elindeki kalemi. Kalemin ucundaki mürekkep "En sevdiğim kuzenim Cesare" diye başlayan mektubun ortasında büyük bir leke oluşturmuştu. Çattığı kaşlarıyla siyah lekeye bakarken durumunun içler acısı haliyle yüzleşti Clarissa. Kuzenine özgürce mektup dahi yazamıyordu. Mektubun kocasının eline geçmesinin korkusuyla Pietro'nun durumunu açıkça soramıyordu. Yeni yetme kızlar gibi üstü kapalı kelimeler arıyordu.

Cesare'ye mektup yazmaktan vazgeçen Clarissa, huzursuz yeşil gözlerini kitaplıklar çevrili zevkli eşyalarla döşenmiş kütüphanede gezdirdi. Tıpkı Sheilah'ın dediği gibi bir yolunu bulmalı ve Viberto'daki yeni hayatına yön vermeliydi. Yeterince kendine acımış ve suskun kalmıştı. Clarissa hissettiği bu kendine acıma duygusundan nefret ederdi ve bu duyguya daha fazla teslim olmayacaktı. Ruh sağlığını korumak için en malikaneden dışarı çıkması, kendine Viberto'da bir rutin bulması gerekti. Evlenmeden önce sıklıkla yaptığı gibi kiliseye gitmekle başlayabilirdi. Belki kilisenin ardından şehirdeki düşkünler evine uğrayabilir fayda sağlayacağı bir uğraş edinirdi.

Zihninde beliren fikirle ayaklandı. Masanın üzerinde buruşturduğu gizli anlamlar içeren yarım mektuplarını topladığında yanan şöminenin ateşiyle buluşturdu. Mektup yazmak yerine Andreani'ye açıkça onu ailesinin yanına götürmesini isteyecekti. Gerekirse diretecekti. Masanın üzerindeki mühürleyip rolü haline getirdiği mektupla çıktı kütüphaneden. Malikanenin kahyası Tobia'yı bulacaktı. Byanca'ya yazdığı mektubun Roma'ya götürülmesini ve kendisi için bir at arabası hazırlanmasını isteyecekti.

Malikanenin ana holüne çıkan Clarissa, vakit kaybetmek istemiyordu. Hızlı adımlarla ilerleyip taş kemerle ayrılan hole girdi. Bu hol malikanenin mutfağı, kileri ve çamaşırhanesine çıkıyordu. Tobia'yı mutfakta bulacağını düşünen kız, bir eliyle buz mavisi eteğini kavramış bir eliyle de kahyaya teslim edeceği mektubu ile görmüştü mutfağın geniş kemerli ahşap kapısını. Çift kanatlı yüksek kapı sonuna kadar açıktı. İçeride sohbet eden hizmetlilerinin sesini duyan Clarissa, önce ilgilenmemişti. İlerlemeye devam etmişti. Lakin kendi hakkında konuşulduğunu anlamış, duyduğu sözlerle olduğu yerde kalakalmıştı.

"İki hafta oldu. İki haftadır yatak örtülerinde tek bir leke yok. İsa aşkına, olacak iş değil."

Malikanenin otuzlu yaşlarının sonunda kızıl saçlı hizmetlisi Zelinda'nın sesini tanıdı Clarissa. Kadının içinde merak barındıran mavi gözlerini üzerinde hissetmesine artık alışmıştı. Görmezden gelmekte zorlanmıyordu fakat mutfakta açıkça evliliği hakkında dedikodu yapması karşısında büyük bir şaşkınlığa uğramıştı.

Sheilah'ın azarlayan sesini duyan kız, mutfağa kulak kesilmeye devam etti.

"Edepsiz!! Kapat o çeneni. Seni ilgilendirmeyen konular hakkında bir daha konuştuğunu duymayacağım."

"Haklısınız. Beni ilgilendirmez. Lakin Tanrı'yı kesinlikle ilgilendirir. Üstelik, evlilikleri bizzat Papa Cenapları tarafından kutsandı. Evlilik birliğinin sağlanmamış olması, Tanrı katında büyük bir günahtır. Herkes bilir bunu."

"Tanrı ve kulları arasına girmek sana mı düştü?! Bir kez daha edepsizlik yapmayacaksın Zelinda. Derhal işinin başına dön. Aksi taktirde kendini kapı önünde bulursun."

Sheilah sesi sakindi lakin içindeki otoriter ton tüm mutfakta derin bir sessizliğe yol açmıştı. Küçük holde taş kesmiş gibi dikilen Clarissa, daha fazla konuşma olmayacağını anlamıştı. Ses çıkarmamaya özen göstererek tuttuğu eteğiyle gerilemeye başladı. Küçük holden sessizce çıkarken kendinde değildi. Körlemesine ilerlerken bütün vücuduna dalga dalga kırgınlık ve öfke yayılıyordu.

Eteğini savurarak salona giren kız, sert adımlarla varmıştı geniş konsola. Gerilen sinirlerine hakim olmak için büyük bir güç harcıyordu. Byanca'nın mektubunu konsola bıraktı, titreyen elleriyle kristal sürahiden zorlukla kendine bir bardak şarap doldurdu. İki büyük yudumda bitirmişti kırmızı sıvıyı. Elinde sıkı sıkıya tuttuğu gümüş kadehi sertçe konsola bıraktı. Yüzüne düşen bir tutam saçı geriye itti. Gözlerini kapatan kız, malikanenin çatısının altında nefes alamadığını hissetmeye başlamıştı. Kütüphanede yaptığı planı bir an önce hayata geçirmek istiyordu. Kendini çıldırmaktan koruyacak ve bu evden uzaklaşacaktı. Gün geçtikçe adeta çığ büyüyen sorunlarından birkaç saatliğine de olsa kurtulacaktı Clarissa.

Bakışlarındaki ciddiyetle doğruldu. Byanca'nın mektubunu tekrar eline almıştı. Dik duruşuyla salonun içinde ilerlediğinde tam ortada durdu, sesindeki sert ve üstün tonla Tobia'ya seslendi. Adamın her nerede olsun, salondan tüm malikanenin içinde yankılanan sesini duyacağından emindi. Öyle de olmuştu. Geçen birkaç dakikanın ardından malikanenin kahyası Tobia iki kanadı açık ahşap kapının önünde belirmişti.

Elindeki mektubu adama uzattı Clarissa. Düz bir sesle konuştu.

"Byanca Martelli'ye gidecek. Ayrıca kiliseye gideceğim, at arabasının hazırlanmasını istiyorum. Hemen çıkacağım."

Tobia duraksayarak, karşısındaki mağrur duruşlu kıza baktı. Sanki söylemekten acı duyar gibi yüzü kederli bir hal aldı. Eline aldığı mektupla konuştu yaşlı adam.

"Efendim, üzgünüm lakin at arabasını hazırlatamam. Kocanız Bay Ludovico'nun malikaneden kendisinin haberi olmadan çıkmamanız üzerine emri var."

Kahyanın sözleriyle önce şaşırmış ardından şaşkınlığı yerini kafa karışıklığı ve öfkeye bırakmıştı. Tobia'nın karşısına geçip malikaneden çıkamayacağını söylemesiyle utanmıştı da üstelik. Duygusuz duruşuyla bir şey belli etmemiş olsa da içinde fırtınalar kopmaya başlamıştı. Dudağının kenarında oluşan manalı tebessümle, adama bakmış tek kelime etmeden Tobia'nın yanından geçip, çıkmıştı salondan. Soluğu malikanenin üst katına çıkan merdivenlerde alan Clarissa, güçlü adımlarla üst kata çıkarken onu telaşla takip etmişti Tobia. Gördükleriyle derin bir nefes çekmişti içine. Kocasının kararını ağırbaşlılıkla kabullenen kızı, büyük bir rahatlamayla izlemişti.

Yatak odalarının çift kanatlı kapısını sertçe açtı kız. İçeri girdiğinde yüzü öfkeden kıpkırmızı kesilmiş, dişlerini sıkmış çenesi kasılmıştı. Odanın ortasında öylece dikilirken, gerilen alnını ovdu bir süre. Andreani'nin yaptığı delilikti, sapkınlıktı... Acımasız bir cezaydı. Adam onu cezalandırıyor, evlenmeden önceki hayatından onu uzak tutmaya çalışıyordu. Patlama noktasına gelen duyguları ve zihninde susmak bilmeyen öfkeli kadının fısıltılarıyla öylece odanın ortasında dikiliyordu. Roma'ya gidememesi, Berta'yı yanına alamaması, giydiği kıyafetlerinin yok edilmesi, Zelinda'nın saygısız sözleri, Andreani'nin küstah davranışları koca bir yığın olmuş tüm zihnine doluyordu.

Yeşil gözleri boy aynasındaki yansımasını buldu. Gördüğü, bakışları normal safhadan çıkmış haksızlığa uğramış bir kadındı. Görüntüsüne daha fazla tahammül edemediğinde şömine rafının üzerinde duran küçük gümüş şamdanı öfkeyle aynaya fırlattı. Büyük bir gürültüyle kırılan aynanın parçaları taş zemine dağıldı. Cam kırıklarını arkasında bıraktı kız. Öfkeli soluklarıyla soyunma odasını buldu. Üzerindeki buz mavisi elbisenin krem rengi bağlarını bir hışımla çözüp, elbiseyi üzerinden çıkardı. Byanca'nın düğün hediyesi olan elbiselerin olduğu dolabın önüne geçti. Şöyle bir el attığında lavanta rengi şık binici elbisesini çıkardı. Elbiseyi giydiğinde oturup binici çizmelerini ayaklarına geçirdi. Üst kısmını kadife kurdeleyle topladığı saçlarının üzerine binici şapkasını ve ellerine eldivenlerini geçirdi.

Bakışlarındaki ciddiyetle alt kata indi ve malikanenin arka bahçesine çıktı. Yemyeşil bahçenin içinde uzun adımlarla ahıra doğru ilerlerken Tobia'nın koşar adımlarla kendisine yetişmeye çalıştığını gördü. Arkasındaki adama aldırmayan kız, demir kapıdan geçtiğinde varmıştı ahıra. Taşıdığı su dolu kovayla ahıra girmeye hazırlanan Santo, gördükleriyle duraksamıştı. Son derece sıkıntılı bir halde malikanenin yeni hanımının arkasından koşar adımlarla ilerleyen Tobia'ya ve bir hışımla ahıra giren kıza bakakalmıştı.

Tobia, hanımına yetiştiğinde nefes nefese kalmıştı. Uzun boyu, dik duruşuyla yanında ilerleyen kıza başını çevirmiş, sıkıntılı sesiyle konuştu.

"Hanımım bağışlayın lakin Bay Ludovico bunları öğrendiğinde hoş karşılamayacaktır. Belki de önce ken-"

İfadesiz yüzündeki kararlı bakışlarını hızla yaşlı adama çevirdi Clarissa. Koyu renk eldivenli elini havaya kaldırıp adamın sözünü kesti.

"Asilzadelerinin sözünden çıkmayan sadık adamı olabilirsin lakin artık canımı sıkmaya başlıyorsun Tobia. Sana fikrini sormadım. Şimdi çekil gözümün önünden."

Soğuk sesindeki rahatsız edici ton, tüm ahırda soğuk bir rüzgar estirmişti. Ellerindeki işlerini yapan seyisler, başlarını kaldırmış malikanenin hanımının kızgın ve mağrur duruşlu haline bakıyorlardı. Tobia aldığı karşılıkla farkına varmadan bir adım gerilemişti. Lakin kızın biraz yapmak üzere olduğu şey karşısında Andreani Ludovico'nun öfkesinden nasibini alacak olan kahya terk etmemişti ahırı.

Üzerindeki bakışlara aldırmayan Clarissa, ahırın iç kısmına doğru ilerledi. Tobia'ya verdiği karşılığın ardından kimse önüne çıkamamıştı. Kaldı ki hiç kimse yapmaya niyetlendiği şeyden onu alıkoyacak değildi. Dokunmaya cüret edemeyeceklerini biliyordu. Mağrur duruşuyla eyerlerin olduğu rafları buldu. Ağır eyeri, içine derin bir çekip kaldırmaya niyetlenmişti. Lakin ahırın baş seyisi Santo'nun güneşten yanmış elini eyerin üzerine buldu.

"Efendim izin verin atınızı ben eyerleyeyim. İsa korusun, eyer sağlam bağlanmazsa kazaya yol açar."

Yeşil gözlerindeki kararsız ifadeyle bir süre Santo'ya bakmıştı. Ellerini eyerden çekmiş, başıyla onayladığında çıkmıştı olduğu bölümden. Santo'nın taşıdığı eyerle Muhteşem Düş'e yöneldiğini görmüştü. Yaşadığı duygu yoğunluğuyla Clarissa artık hareket etmeden önce düşünemeyecek kadar öfkeliydi. Simsiyah atı işaret ederek konuşmuştu.

"Muhteşem Düş'ü değil. Onu eyerleyeceksin."

Sözleriyle Tobia itiraz halinde öne atılırken Santo şaşkınlıkla kendisine bakıyordu. Aldırış etmedi kız. İçinde fokur fokur kaynayan öfke buz gibi kaskatı bir kararlılığa dönüşüyordu. Ahırın ortasında kendinden emin bir şekilde durmaya devam ediyordu.

"Ahırın önünde bekliyorum. Kara Ateş'i eyerleyip getir Santo. Sen yapmazsan ben yaparım."

Kara Ateş, yularını tutan baş seyis Santo ile ahırdan çıktığında tura çıkacağını sezmiş gibi neşeyle bir o yana bir bu yana sıçramaya başlamıştı. Tobia, en azından daha uysal bir at seçmesi için uyardığı halde Clarissa'nın aldırış etmemesi yüzünden son derece endişeli ve gergin bir ruh halindeydi. Santo gönülsüzce Clarissa'nın Kara Ateş'e binmesine yardımcı olurken Tobia acı çekercesine yaşananları izliyordu. Sıkıntılı bir sesle zihninde yankılanan soruyu sordu adam.

"Asilzadelerine ne dememi istersiniz?"

Eyere yerleşen Clarissa, yularları büyük bir güvenle kavramıştı. Atının üzerinden sıkıntıyla ona bakan adama çevirdi başını ve sorusunu bir müddet düşündü. Doğru cevabı bulduğunda yüzünde belli belirsiz bir gülümseme belirdi.

"Asilzade hazretlerine, uçuşunu sevdiği kuşu altın kafese koyamayacağını söylersin."

Clarissa, dizginlerini şaklattı ve Kara Ateş güneş ışıklarının altında simsiyah tüyleriyle parlayarak hızla ileri atıldı. Malikanenin arazisinde ilerleyip topak yola ulaşan kız atın inanılmaz hızı karşısında hem keyiflenmiş hem de ürkmüştü. Atı tırıs gitmeye ikna etmek için dizginlerini sıkarken yumuşak sesiyle söylenmişti kocasının atına.

"Ağır ol bakalım. Huysuz erkeklere tahammül edecek sabrım kalmadı. Hem sahibin yeterince başıma dert açıyor, senin de eklemene gerek yok."

Yeşil gözlerini önündeki yola çeviren kız, atını sürmeye devam ederken seçeneklerini değerlendiriyordu. At arabası istediğinde, Viberto şehir merkezindeki kiliselerden birine gitme niyetindeydi. Lakin kendi sürdüğü atıyla ve binici elbisesiyle şehirde görülmek istemiyordu. Roma'daki ailesinin yanına gitmek istese de bu akıllıca olmazdı. Tek başına Roma'ya kadar at sürmesi tehlikeliydi. Andreani ile eninde sonunda yüzleşeceğini bilen Clarissa, bu yüzleşmenin kendi istediği zamanda olmasına karar verdi. Planladığı gibi bugün malikaneden ve sorunlarından uzak bir gün geçirecekti. Bununla birlikte Lavinia'nın bahsettiği Panzio topraklarındaki manastırı hatırladı. Manastırı hiç görmemişti lakin Lavinia manastıra yaptıkları yardımları anlatırken yolunu detaylıca tarif etmişti. Sabah güneşinin altın renkleri altında, Roma'ya giden yol ayrımına yaklaştığında atını çevirdi. Panzio topraklarına giden yoldan ilerlemeye devam etti.

**

Andreani, siyah atını uçarcasına sürüyordu. Kendisi için açılmış geniş demir kapıdan geçmiş, oval biçimli araba yolunda ilerlemeye başlamıştı. Malikanenin önüne geldiğinde hızla atından atlamıştı. Geniş kemerli kapıya çıkan basamakları çevik adımlarla çıkarken, yüzü öfkeden kaskatıydı. Saatler önce limanda gemiye yüklenen malları kontrol ederken, Tobia'dan bir mektup almıştı. Kahya karısının malikaneden çıkıp gitmiş olduğunu yazmıştı. Okuduklarıyla uğradığı şaşkınlık kısa zaman içinde öfkeye dönmüştü. Clarissa'nın yanına kimseyi almadan ahırdaki zapt edilmesi en zor atla gitmiş olması onu hem öfkelendirmiş hem de endişelendirmişti. Dik başlı kız ahırda onca at varken sürmekte zorlanacağı atı sırf ona meydan okumak için seçmişti. Küçük huysuz karısının arkasından Tommasso'yu Viberto şehir merkezine göndermişti Andreani. Kiliseye gittiğini düşünen adamın niyeti Kara Ateş'i eve dönüş yolunda sürmesini engellemekti. Lakin sorup soruşturan Tommasso aradan geçen üç saatin sonunda karısını bulamamış ve geri dönmek zorunda kalmıştı. Bununla birlikte endişesi artan adam önce Roma'ya gittiğini düşünmüştü. Lakin Clarissa, kadın haliyle kırsaldaki Viberto'dan Roma'ya tek at sürmeyi göze alamazdı. Endişesi gittikçe artan Andreani karısının nerede, ne durumda olduğunu bilmemesiyle öfkeden kanı kaynar hale gelmişti.

Arkasında onu takip eden Tommasso ile girmişti malikaneye. Taştan yapıya attığı ilk adımıyla, gür sesinin tüm evde yankılanması bir olmuştu.

"Tobia!"

Sert adımlarla çalışma odasını bulmuştu Andreani. Kapıyı adeta kırarcasına açmış üzerindeki ceketi hışımla yere çarpmıştı. Deri binici çizmeleriyle söverek odada volta atmaya başlamıştı. Tommasso sessizlik içinde bir köşede adamı izlerken Tobia ve baş seyis Santo çalışma odasından içeri girmişti.

Öfkeyle iki adama döndü Andreani. Ezici bakışlarını seyise yöneltti.

"Ahırdaki zapt edilmesi en zor, en hızlı atı verirken aklın neredeydi?! Aptal, o atın bir kadına uygun olmadığını göremeyecek kadar kör müsün?"

Mavi gözlerinde amansız bakışlarla Tobia'ya döndü Andreani. Adam, idama hazırmışçasına cesaretle karşısında dikiliyor, yaşanılan olaydaki payıyla yüzleşmekten çekinmediğini göstermeye çalışıyordu. Ne var ki adeta saç diplerine kadar gerilmiş kahyanın yüzü duygularını ele veriyordu.

"Ya sen?! Kara Ateş'i alırken sen ne halt ediyordun?! Atı zapt edemeyeceği, attan düşeceği aklına gelmedi mi?! Üstelik arkasından muhafız göndermeden ne akla hizmet gitmesine göz yumarsın?! Utanmadan birde mektupla karımın evden çıkıp gittiğini haber veriyorsun!"

Tobia yutkunmak zorunda hissetmişti. Başını dik tutmaya çalışarak konuştu.

"Efendim, defalarca ikaz ettim. Sizin hoş karşılamayacağınızı, başka bir at almalarını söyledim. Lakin hanımefendi çok öfkeliydi. At arabasını alamayacağını söylediğimde çok öfkelenmişti. Beni dinlemedi bile."

Andreani öfkeden deliye dönmüş gibi adamın tepesine dikildi. Sesi kükremeye benzerdi.

"Kara Ateş'le yalnız başına dışarı göndermek yerine at arabasını hazırlatmayı düşünemedin mi? En azından şimdi arabacıyla gittiğini ve nerede olduğunu biliyor olurduk?!"

Tobia'nın gergin yüzü bembeyaz olmuştu. Zorlukla konuştu adam.

"Efendim bağışlayın, hanımefendi dinleyecek bir ruh halinde değildi. Elimden geldikçe engel olmaya çalıştım."

Andreani öfkeyle adamın üzerine nefesini bırakmıştı. Söverek arkasını dönmüş bir süre saçlarının arasında ellerini gezdirdiğinde tekrar Tobia'ya döndüğünde elini öfkeyle adama doğrulmuştu.

"Şu mektupta zırvaladığın son sözlerini tekrar söyle."

Tobia omuzları gerginlikten çökmüş bir halde karşısında öfkeden deliye dönmüş adama bakmıştı. Yutkunduğunda konuşabilmişti adam.

"Hanımefendilerine, size ne dememi istediğini sordum. O da, 'Asilzade hazretlerine, uçuşunu sevdiği kuşu altın kafese koyamayacağını söylersin.' dedi. "

Dişlerini sıkan Andreani'nin soğuk ve katı bir tutumla elini savurmuştu. Bununla birlikte iki adam eğdikleri başlarıyla terk etmişti çalışma odasını. Dur durak bilmeyen zihnindeki düşüncelerle konsolu yürümüştü Andreani. Kristal sürahiden kadehine şarap koyarken, saatlerdir ortada olmayan karısındaydı aklı. Mavi gözlerini çalışma odasının geniş camına çevirdiğinde gördü bulutların gökyüzünü kapladığını. Bununla birlikte bir küfür daha savurmuştu. Onu izleyen Tommasso boğuk sesiyle konuşmuştu.

"Eğer kötü bir şey yaşansaydı Kara Ateş tek başına eve dönerdi. Dönmediğine göre, birlikte olmalılar. Belki de ortada hiçbir sorun yoktur."

"Saatlerdir nerede o zaman bu kadın?! Neredeyse akşam olacak! Viberto'da tek bildiği yer Panzio Malikanesi. Oraya da gitmemiş!"

Elindeki şarabı büyük bir yudumda bitirmişti Andreani. Arkasındaki sağ koluna dönerken Clarissa'nın kaçmış olma ihtimalini düşünmemek için kararlı bir tavırla bu şüpheden zihnini arındırmaya çalışıyordu. Zihnine dadanan terk edilmiş olma şüphesinden kurtulmak istercesine hızla emirlerini sıralamaya başladı.

"Sandrino'ya haber ver. Panzio adamlarıyla birlikte aramaya devam edin. Bulutlara bakılırsa yağmur yağacak, hava şimdiden karardı. Her taşın altına bakacaksınız. Sen adamların başına dön. Çıkmadan önce bana başka bir at ayarla. Gece çok yoruldu. Virgilio Köşküne gideceğim."

"Hemen ilgileniyorum."

Başıyla selam veren Tommasso sessizlik içinde ahıra gitmek için çıkmıştı odadan. O ahırda Gece ve Kara Ateş kadar olmasa da kudretli bir at seçmeye çalışırken Andreani yeni bir ceket almak için çıkmıştı yatak odasına. İçeri girdiğinde odanın taş zemine yayılmış cam kırıklarını görmüştü. Loş odanın zemininde parlayan kırık parçalara çatık kaşlarıyla baktıktan sonra girmişti soyunma odasına.

"Seni elime bir geçirirsem Clarissa..."

Eline geçen ilk ceketi dolabından çekip çıkartmıştı. Yeri döven adımlarla yatak odasından geçip hol boyunca ilerliyor, bir yandan da ceketini hırsla üzerine geçiriyordu. Deri çizmeleriyle gürültülü bir şekilde alt kata inmişti. Tommasso'nun kendisi için hazırladığı ata binip Virgilio Köşkü'ne gidecekti. Ludovico toprakları ve Viberto şehrinin arasındaki yolda saatlerdir karısını arayan adamları bir iz bulamamıştı. Viberto şehir merkezine gitmeyen karısının gideceği yerler sınırlıydı. Kiliselerde yoktu Rosia Halaya da gitmemişti. Geriye bir tek, düşük ihtimal olan Virgilio Köşkü kalıyordu. Clarissa'nın tek başına kırsaldaki evlerinden Roma'ya kadar uzanan tenha yolda at sürmeyi göze alamayacağını düşünüyordu lakin tek seçenek buydu. Şimdi Andreani, karısının yolda başına bir şey gelmemesi ve Virgilio Köşküne sağ salim varmış olması için dua eder olmuştu.

Malikanenin yüksek ahşap oymalı kapısından çıktı Andreani. Batmakta olan güneşin kızıllığı gökyüzünü kaplayan kara bulutların ardında kalıyordu. Yağmur çiselemeye başlamış, hava soğumuştu. Tommasso'nun çakıl yolda yularını tuttuğu doru atla onu beklediğini gördü. Basamakları inerken duyduğu at nalı sesleriyle mavi gözlerini yerden kaldırdı. Kara Ateş'in üzerinde, açık demir kapıdan malikaneye doğru ilerleyen karısına görmüştü.

**

Clarissa neredeyse tüm gününü manastırda geçirmişti. Manastırın küçük bahçesinde Rahibe Aletta ile yularını bir meşe ağacının gövdesine bağladığı Kara Ateş'in yanına ilerliyordu. Bedeninin yorulduğunu hissediyordu kız. Lakin bir o kadar da mutlu ve huzurlu bir gün geçirmişti. Rahibelerin işlerine tevazuuyla yardım etmiş, yetim çocuklarla sohbet edip onlara oyunlar düzenleyerek kendini huzur dolu bir dinliğin içine hapsetmişti. Uzun zamandır yaşamadığı kadar yoğun bir gün geçiren kız, vaktin nasıl geçtiğini anlamamıştı. Doğrusu Rahibe Aletta vaktin geç olduğu hakkında onu uyarmasa, fark etmezdi de. O an yetim çocuklara elindeki incili okuyan Clarissa, başını tepesindeki pencereye çevirmiş görmüştü kararmaya yüz tutmuş gökyüzünü. Bununla birlikte eve döndüğünde onu bekleyen sancılı yüzleşme de zihnine doluşuvermişti. Çocuklarla vedalaşmış, Rahibe Aletta ile çıkmıştı manastırın bahçesine.

Yüzündeki alçakgönüllü gülümsemesiyle ona eşlik eden rahibe giysileri içindeki kadına dönmüştü.

"Rosia Panzio'nun cömert yardımlarını esirgemediğinden eminim lakin eğer benden bir isteğiniz olursa beni bulacağınız yeri biliyorsunuz Rahibe Aletta. Yardım etmekten onur duyarım. Zaten artık sık sık görüşeceğiz."

Rahibe ile vedalaştığında Kara Ateş'in üzerine yerleşmişti Clarissa. Manastıra çıkan yol ayrımından ilerleyip Panzio topraklarında ilerlemeye başlamıştı. Ludovico topraklarına doğru yol alırken huzur dolu dinginlik yerini gerginliğe belki biraz da korkuya bırakmıştı. Yeşil gözlerinin içindeki tedirginlikle başını kaldırdı ve kapkara bulutlara baktı. Yağmur yağacaktı. Rüzgar şimdiden şiddetlenmiş saçlarını savuruyordu. Kara Ateş havanın bozduğunu anlamış olacak ki dörtnala koşup malikaneye varmak için can atıyordu. Clarissa, atı yavaşlatmaya çalışmak için yularları tüm gücüyle sıkarken ellerinin acıdığını hissediyordu.

Ludovico Malikanesi'ne yaklaştığında içine huzursuz bir his yayılmıştı. Clarissa, kocasının atını alıp malikaneden çıktığında ona boyun eğmeyeceğini göstermek istemişti. Lakin vaktin neredeyse akşama yaklaşması ve nerede olduğunun bilinmemesiyle kocasının öfkelendiğini tahmin edebiliyordu. Clarissa, şimdi Andreani ile yüzleşmekten çekiniyordu.

Demir kapıdan malikanenin bahçesine girdiğinde, durum beklediğinden de beterdi. Andreani malikanenin yüksek oymalı kapısını adeta kırarcasına açmıştı. Geniş kapı sert hareketle sonuna kadar açılırken bahçeye çıkan kocası hızla basamakları inmeye başlamıştı. O zaman Tommasso'nun yularını tuttuğu atla basamakların önünde dikildiğini gördü. Tobia ve baş seyis Santo'da malikanenin önündeydi.

Başını kaldıran kocasının mavi gözlerini üzerinde hissettiğinde irkilmeden edememişti. Adamın kaskatı yüzü ve üzerindeki kıyafetleriyle uyumsuz ceketiyle tüm vücudundan yansıyan hiddeti kolaylıkla algılamıştı. Andreani delici gözlerini üzerinden bir an olsun çekmemiş çakıl yolda birkaç adım attığında beklemişti yaklaşmasını.

Kara Ateş'in yularlarını tuttuğu söylenemezdi Clarissa'nın. At malikaneye doğru oval biçimli yolda ilerlerken öylece oturuyordu eyerin üzerinde. Kısa bir mesafe kaldığında birkaç adımda önlerine çıkan Andreani şaşırtıcı bir hamle yapmıştı. Yularına yakaladığın atı çekip sertçe durdurmuştu. Kocasının bu hareketiyle irkilen Clarissa, ifadesiz duruşunu korumakta zorlanmıştı.

"Aşağıya in."

Clarissa, Andreani'nin sesindeki hiddetle buz kesmişken mavi gözlerin sinirden karardığını görebiliyordu. Kız kımıldamadan eyerde oturmaya devam ediyordu. Karısının inmek için bir hamle yapmaması üzerine sertçe dizginleri ellerinin arasından ayırmış ardından hışımla kızı eyerden çekip almıştı. Aniden kendini ayaklarının üzerinde bulan Clarissa, dengesini korumak için adama tutunmak zorunda kalmıştı. Andreani'nin gözleri karısının yüzünde ve bedeni üzerinde geziniyor, bir yara alıp almadığını anlamaya çalışıyordu. Bir sorun olmadığına ikna olan adamın önce gözlerinde rahatlama belirmiş ardından bu rahatlama yerini yakıcı bir öfkeye bırakmıştı.

"Tüm gün hangi cehennemdeydin?!"

Clarissa, yeşil gözlerini zorlukla kendisine öfke saçan mavi gözlerden ayırmış kocası tarafından azarlanmasının şahitlerine bakmıştı. Tommasso, Santo ve Tobia'ya olan biteni meraklı gözlerle izlemekteydi. Andreani'ye dönen kız, fısıltıya benzer sesiyle konuşmuştu.

"Seninle hizmetliler önünde tartışmayacağım."

Andreani, Clarissa'nın inatla taşıdığı dik duruşu karşısında kasılmış yüzünde bir kas oynamıştı. Karısının kolunu adeta bir mengene gibi kavrayan adam onu malikaneye çekmeye başlamıştı. Malikanenin içine girdiklerinde, kolunu kavrayan tutuştan kurtulmaya çalıştı Clarissa.

"Koluma yaptığın saygısızlıktan vazgeç Andreani. Canımı yakıyorsun."

Clarissa kolunu çekmeye çalıştıkça daha sert tutan adam, kızı kendisine çektiğinde tehditkâr sessiyle konuştu.

"Sen hala bana diklenebiliyor musun? Devam et. Birazdan o cahil cesaretine ihtiyacın olacak. Çünkü elimde paralanman an meselesi!"

Clarissa'nın gözleri bu hiddetli sözler karşısında fal taşı gibi açılmıştı. Adamın haksız olmasına rağmen kendisine karşı takındığı tavırla çileden çıkmak üzereydi. Andreani kütüphanenin kapısına kadar onu kendiyle birlikte ilerletmişti. Ahşap kapıyı sertçe açan adam onu kütüphanenin ortasına savurduğunda gürültüyle kapamıştı kapıyı. Kapattığı kapıyla dönmüştü arkasında kolunu tutan karısına.

"Ne o? Canın mı yandı? Güzel, acı da aşk gibi paylaşılması gereken bir duygudur. Böylelikle tüm gün seni ararken ne yaşadığımı anlarsın! Şenin yüzünden şehrin altını üstüne getirdim! Hala dışarıda seni arayan adamlar var!"

Kocasının kükremeye benzer sesiyle yerinden sıçramamak için kendini zor tuttu Clarissa. Lakin en az onun kadar kızgın ve öfkeliydi. Kaskatı bir duruşla karşılık verdi.

"Eğer beni bu eve hapsetmeseydin, tüm bunlar yaşanmayacaktı."

Andreani'nin katıksız bir öfkeyle dolup taşan gözleriyle karısına bakıyordu.

"Neredeydin? Bana cevap ver!"

"Manastırdaydım! Panzio topraklarındaki manastıra gittim!"

Clarissa' yüzüne karşı avazının çıktığı kadar bağırmıştı. Kızın iki yanında sıktığı yumruklarına bakmıştı Andreani. Panzio topaklarındaki manastırdan karısının haberdar olmasına şaşırmış, aynı zamanda keskin zekalı karısının bakmayı düşünmeyeceği manastıra kasıtlı olarak gittiğini düşünmeye başlamıştı.

"Seni sorumsuz, inatçı aptal! "

"Bana bu şekilde hakaret edemezsin. Tüm yaşananların suçlusu senken, karşıma geçip benimle bu şekilde konuşamazsın!"

Andreani, uzun birkaç adım attığında odanın tam ortasındaki meşe ağacından yapılma masanın önündeydi. Mavi gözlerini karısının kendine olan güvenini kırmak istercesine üzerinden bir an olsun ayırmıyordu. Elini hırsla masaya vurduğunda meşe kaplı masanın üzerindeki baştan aşağı sarstı.

"Seninle canım nasıl isterse öyle konuşurum! Canım nasıl isterse o şekilde davranırım! Bir daha ömrü hayatın boyunca sakın evden habersiz çıkıp gitme. Sakın! İstersen bunu tavsiye olarak al. Senir tekrar uyarmam, sabrımı sınamaktan vazgeç. Ludovico hanımı gibi davranacaksın! Şımarık bir çocuk gibi değil!"

Başındaki şapkayı bir hışımla çekip çıkarttı Clarissa. Fırlatıp attığında yemyeşil gözlerinin içinde ateş fırtınasını vardı. İçinde dolup taşan öfkeyle konuşmaya başladı.

"Benim sabrım bu sabah taştı. Gördüğüm muamele karşısında artık sakin kalamıyorum! Ben senin esirin miyim? Yoksa karın mıyım? Kiliseye gidip dua etmek istiyorum. Malikaneden çıkmama izin verilmiyor. Kahyan karşıma geçip küstahça emrine itaat etmemi istiyor!"

Konuştukça hiddetlenen kızın yüzü kıpkırmızı olmuştu. Sarf ettiği isyankar sözlerle gittikçe kaskatı kesilen adamın yüzünü umursamadan birkaç adım ilerlemiş çalışma masanın üzerinde duran porselen vazoyu fırlatmıştı yere. Hızlanan soluklarıyla bağırmaya devam etmişti.

"Kendi hizmetlimi yanıma alamıyorum. Çünkü kocam bana ceza vermeyi kafasına takmış durumda! Bu da yetmezmiş gibi haddini bilmezin biri mutfakta dedikodumu yapıyor. Sen bana bu evin hanımı olduğumu söylemedin mi? Hanımı değil esiriyim ben bu evin! Dışarı çıkamıyorum, istediğimi giyemiyorum, kendi hizmetlimi yanıma alamıyorum, tüm gün bu evde hapisim, ailemi göremiyorum!"

Andreani, onun öfkeden kızarmış yüzüne, kendine hakim olmayan vücut diline bakıyordu. Karısının öfkeyle ortaya saçtığı sıkıntıları arasından birini seçip almıştı. 'biri mutfakta dedikodumu yapıyor.' sözüyle kaşları kuşkuyla havaya kalkmıştı. Öfkeli yüzü anlamamış bir ifadeye büründüğünde sormaya niyetlendi. Fakat, Clarissa dur durak bilmeyen sinir krizine devam etti.

"Bana yalan söyledin! Düşüncelerime sevdiğim şeylere değer verdiğini söylemiştin. Yalancı adinin tekisin. Ne düşüncelerimi ne de sevdiğim şeyleri önemsediğin yok. Beni istedin ve elde ettin. Sonra da evine tıktın! Belki de Pietro beni bu evlilikten kurtarmak istemekte haklıydı. Beni senin hakkında uyarmıştı. Onunla kaçsaydım en azından özgür bir kadın olurdum ve-"

Clarissa fazla ileri gitmiş olma telaşıyla bir elini hızla ağzına kapamıştı. Paniğe kapılmış bir halde adama bakıyordu. Sözleri üzerine Andreani'nin mavi gözlerindeki alev saçan yakıcı öfkenin ardındaki kırgınlığı görebiliyordu. Clarissa, güçlükle yutkunmuş, ciddi olmadığını söylemek istemişti. Lakin yeşil gözlerine kitlenmiş mavi gözlerle üzerine yürümeye başlamıştı kocası. Korkuyla gerilemişti kız. Lakin beli arkasındaki masaya dayandığında gidecek yeri kalmamıştı.

Duyamadım son sözlerini tekrar söyle."

Elleri titremeye başladığında arkasındaki masadan destek almıştı Clarissa. Nabzı çılgın gibi atıyordu. Yutkunduğunda güçsüz sesiyle konuştu.

"Pitro'yu karıştırmamalıydım. Öfkeyle ağızımdan çıktı. Pietro'nun haklı olmadığını biliyorum. Dediklerimde ciddi değildim. Pietro-"

Karısının önünde durmuştu Andreani. Bedenleri birbirine değecek kadar yakındı. Clarissa'nın beli kıvrılmış, dayandığı masada geriye çekmeye çalışmıştı kendini kız. Karasının sözlerine katlanamayan adam, çenesini kavradı sertçe. Kendine çekip sıktığında sözlerini kesmişti.

"Bir kez daha o lanet ismi tekrarlasana?"

Clarissa, fırtına yüklü bakışların şiddetine dayanmaya çalışarak başını zorlukla iki yana sallamıştı.

Andreani kızın çenesini hırsla bırakmıştı. Sertçe kızın belini kavrayıp kendine doğru çekince Clarissa'nın başı şiddetiyle geriye doğru savruldu. Bir eliyle ensesini sabitlediğinde dudaklarını karasının dudaklarının üzerine kapatmıştı. Bu şefkatten uzak öpücük ile duyguları allak bullak olan Clarissa eliyle adamı ittirmişse de bir faydası olmamıştı. Andreani, şiddetle dudaklarını öperken bedenini bedenine bastırmaya devam ediyordu. Clarissa çırpındıkça, ensesindeki elini daha da bastırmıştı. Israrlı öpücük karşısınca çaresiz kalan kızın gözlerinden bir damla yaş süzüldü.

Kısa bir an dudaklarını ayıran Andreani, boğuk tonla konuşmuştu.

"Bir daha sakın, beni yaralamak için o adamı kullanma. Beni duydun mu? Seni uyarıyorum. Bunu bir daha sakın yapma."

Andreani sözlerindeki ciddiyeti anlatmak istercesine belindeki elini daha sert kavradığında karısını iyice kendine çekmişti. Tekrar dudaklarını karısının dudaklarına bastırdığında bu kez daha ısrarlı öpüyordu. Clarissa, Andreani'nin ona nefes almak için fırsat tanımaması üzerine güçlükle kendini geri çekmeye çalışmaya devam ediyordu. Fakat Andreani onu ısrarla kendisine karşılık vermeye zorluyordu. Adamın sıcak nefesi kendi nefesine karışıyor, dudaklarını aralamaya çalışıyordu. Clarissa, inatçı bir tutumla karşılık vermemeye devam ederken Andreani'nin eli hareketlenmiş bedeni üzerinde gezinmeye başlamıştı.

Karısının inadını kırmak isteyen adam, dudağını sertçe ısırdığında Clarissa'nın ağzından küçük bir inleme çıktı. Bununla birlikte aralanan dudaklardan içeri sızdı Andreani. Clarissa uğradığı şaşkınlıkla direnmeyi bıraktığında onu bir kez daha şaşırttı. Kızın dilini dişlerinin arasına aldığında ısırmıştı. Yaşadığı şok ve acıyla irkilen Clarissa, iki eliyle adamı ittirmişti. Lakin tutumunu devam ettiren Andreani bu kez daha sert ısırdığında ancak geri çekilmişti.

Clarissa, dilindeki acıyla inleyerek geri çekildi. Bir elini dudaklarına kapatmış, o anda elinde bir bıçak olsa Andreani'nin göğsüne hiç düşünmeden saplar gibi bakmaya başlamıştı.

"Seni o adamın adını ağzına almaman konusunda uyarmıştım. Beni hala tanıyamamış olman çok yazık."

Ağzında hissettiği kan tadıyla öyle öfkelenmişti ki Clarissa, hemen önünde duran kocasının yüzüne elinin tersiyle bir tokat patlatıvermişti. Canı yanmış olmasına rağmen yemyeşil tereddütsüz bakışlarını kocasına dikmişti.

"Hayvansın!"

Clarissa'nın ani tokadıyla afallamıştı Andreani. Lakin kızın suratına bağırmasıyla kendine gelmiş, hırsla kolunu kavrayıp tekrar kendine çekmişti.

"Evet, hayvanım. Lakin o hayvanı ortaya çıkaran da sensin!"

Kolunu Andreani'nin sert tutuştan çekip kurtardı Clarissa. Karşısındaki adama öfkeli gözlerle son kez bakmış ardından onu arkasında bırakarak kütüphanenin çıkışına ilerlemişti. Kapıyı tüm gücüyle açmış, çıkıp gitmişti. Ahşap kapı malikanenin öfkeli hanımının arakasından gürültüyle duvara çarpmıştı.

**

Clarissa, yatak odasında gösterişli taş şöminenin önüne yerleştirilmiş yüksek arkalıklı ipek kaplanmış koltukta oturuyor, sakin ve vakur duruşuyla ateşi izliyordu. Geceliğinin üzerine kalın bir kuşağı olan düğün çiçeği sarısı sabahlığını giymişti. Elinde tuttuğu içi şarap dolu kadehi ile ne kadar zaman şöminenin önünde oturduğunu bilmiyordu. Andreani ile tartışmalarının ardından kendini yatak odasına kapatan kız, akşam yemeğine inmemişti. Binici elbisesi ve kirlenmiş çizmelerinden kurulmuş, geceliğinin üzerine sabahlığını geçirip geçmişti şöminenin önüne.

Şöminede yanmaktan olan bir kütük parlak kıvılcımlar saçarak yer değiştirdiğinde Clarissa, Andreani'nin öpücüğünü aklından çıkaramamıştı. Şarabından küçük yudumlar alıyor bir yandan da adamın dokunuşlarındaki hoyratlığı düşünüyordu. Clarissa, derin düşüncelere dalmış, adama yaptıklarının bedelinin ödetmek için kafasında küçük planlar kurarken açılmış yatak odasının kapısı.

Omzunun üzerinden, aşağılayıcı bir edayla odaya girmiş kocasına bakan kız çevirmişti tekrar gözlerini şömineye. Elindeki kadehi yavaşça önündeki sehpanın üzerine bırakmış, sakin ve soğuk tavrıyla adama görmezden gelmişti. Karısının tavrının farkında olan Andreani, soyunma odasına geçmişti. Üzerine geceliklerini giydiğinde çıplak ayaklarıyla taş zeminde ilerlemişti. Geniş koltukta oturan karısının yanına kurulduğunda, mavi gözlerini şömineyi izleyen kıza çevirmişti.

Clarissa'nın ifadesiz oval yüzünü izlerken ısırdığı pembe dolgun dudağının daha da şiştiğini, kızardığını fark etmişti. Elini uzatıp dokunmak için hamle yaptığında, hızla başını yana çevirmişti Clarissa. Adamın elini savurduğunda söylenmişti.

"Sen ne yüzsüz adamsın! Yaptıklarından sonra utanıp karşıma çıkmaman gerekirken, gelmiş yanıma oturuyorsun. Dokunma bana."

Kızın sözlerini duymazdan gelen Andreani, yaklaşıp bu kez başını çevirmesine fırsat tanımadan kavradı yüzünü. Ellerinin arasında soğuk güzelliğe sahip yüzü daha dikkatli inceledi. Alt dudağının alev alev yandığını ve şiştiğini görünce yüzünü buruşturdu.

"Eserinle gurur duyduysan çekil önümden. Git kendine başka bir yatak bul. Çünkü bu gece seninle aynı yatakta uyumayacağım."

Ellerini karısının yüzünden çekti Andreani. Yüzünde şaşkınlıkla karışık katı bir ifade belirmişti. Oturduğu koltukta yönünü iyice karısına döndü. Bir kolunu yüksek arkalıklı koltuğun arkasına attığında sesinde merak vardı.

"Sen beni kendi yatak odamdan mı kovuyorsun? Nerede yatmamı önerirsin Clarissa?"

Andreani'ye karşı öfkesi ilk andaki yakıcılığını korumasa da közlerini taşıyordu. Clarissa, bağırmıyor, yere bir şeyler fırlatmıyordu. Soğuk tutumu ve keskin diliyle adama aşağılamaktan yanaydı.

"Nerede yattığın umurumda değil. İstersen git kendine bir aşüfte yatağı bul. Ne de olsa senin gibi iğrenç zamparanın gidecek çok yeri vardır."

Dudakları imalı bir gülümsemeyle gerilmişti adamın. Hiçbir şey söylememiş hayretle havaya kaldırdığı kaşlarıyla karısını izlemişti bir süre. Aradan geçen birkaç dakikanın ardından konuşmayı başka bir yöne çekti.

"Malikanede kim senin hakkında konuşuyor? Bana ismini ver."

Clarissa, başını kocasına çevirdi. Sesindeki yargılayan tonla söylendi.

"Ne yapacaksın? Zavallıyı öldürmeye mi niyetlisin? Tam sana uygun bir hareket."

"İşine son vereceğim."

Andreani sözlerini öyle kararlı ve keskin bir tonda söylemişti ki Clarissa, irkilmeden edememişti. Kocası alaylı, küstah ve umursamaz tavrını sıklıkla kullanıyor olabilirdi lakin Clarissa adamın ürkütücü bir hal alan otoriter sert tutumundan açıkça çekiniyordu. Durumu ele almak isteyen kız, kendinden emin bir ifadeyle konuştu.

"Hayır. İşine son vermeyeceksin. Malikanedeki iki haftalık varlığımla, benim yüzümden çalışanların işine son vermen akıllıca olmaz. Daha çok tepki görür."

"Hakkında ne konuştuklarını söylersen, dediklerini düşünürüm."

Clarissa, gergin bir tavırla sabahlığının kuşağıyla oynamaya başladı. Andreani'ye duyduklarını anlatamazdı. Bu mümkün değildi. Hızla zihninde söyleyecek bir şeyler aradı lakin serinkanlı bir havayla açıkça düşüncelerini dile getirdi.

"Söylemeyeceğim. Israr etmen bir fayda sağlamaz. Söylemekte kararlıyım."

Clarissa'nın yüzündeki kararlı ifadeye bakan Andreani'nin dudaklarının arasından mırıltı halinde 'öyle olsun.' çıktı. Sabahlığının kıvrımları içinde zarif bir şekilde koltuğa kıvrılmış somurtan bir yüzle şömineyi izleyen karısına baktı adam. Kumral saçları düğün çiçeği rengi sabahlıkla muhteşem bir uyum içerisindeydi. Uzanıp ellerini yumuşak saçların arasında gezdirmek istese de yapmadı adam. Clarissa'nın kütüphanede Pietro ile kaçmadığı için pişman olduğunu söylemesi onu öyle öfkelendirmiş ve kırmıştı ki daha kötü bir tepki vermemek için insan üstü bir çaba sarf etmişti. Tüm akşam kendini karısının sözlerinin saçma sapan bir öfke patlamasının ürünü olduğunu ve kendisini kızdırmak için söylendiğine ikna etmeye çalışmıştı. Clarissa zaman zaman kapalı bir kutuya dönüşse de hakkında bildiği bir şey vardı adamın. Kız sonunda canına okuyacağını bilse bile cesurca doğruyu söylerdi.

Kuruntulardan arındırdığı zihniyle ayaklandı Andreani. Koltukta oturan karısına bakmış, yumuşak tuttuğu ses tonuyla konuşmuştu.

"Bu evde esir değilsin. İstediğin zaman aileni görebilir, dışarı çıkabilirsin. Fakat önce karar hakkının bende olduğunu kabul etmen gerek. Aile evinde ne kadar kendine ait alanın olmuş olursa olsun evlendiğinde kocanın emri altına girmek zorundasın."

Yerinden hızla doğrulan Clarissa, önünde dikilen adama çattığı kaşlarıyla bakmış tam çıkışacakken Andreani konuşmasına izin vermemişti.

"Tobia ile konuştum, aynı şey tekrar yaşanmayacak. Bana planlarını söylediğin sürece istediğini yapabilirsin. Keşke, bugün kahvaltıda kiliseye gitmek istediğini bana söyleseydin. Tüm bunlar yaşanmazdı."

Sözlerini bitiren adam, karısını şöminenin önünde bırakmış konsola ilerlemişti. Kristal sürahiden kendine bir bardak su doldururken, Clarissa yönünü ona dönmüş bu kez çıkışmıştı.

"Dudağımda yaptığın hayvanlığın izi dururken, hatanı düzeltmiş olmanı minnetle karşılayacağımı düşünüyorsan yanılıyorsun."

"Dudağındaki izi neden taşıdığını ikimizde biliyoruz. Olayı çarpıtman seni haklı çıkarmaz. Boşuna uğraşma."

Gözlerini devirmişti Clarissa. Adam elinde tuttuğu bardağı ile kendisine bakarken yüzünde düz bir ifade vardı. Bu hali Clarissa'da çelişkiye yol açıyordu. Adamın sinirli mi yoksa sakin mi olduğuna anlam veremediğinde gözlerini çevirmişti önüne.

"Hiçbir şey için uğraştığım yok. Kaldı ki aramızda haklı haksız hesabı yapıyorsak, haksız olan sensin. Evden çıkmamı emreden ve tüm bunları yaşatan sendin."

"Sen de atımı çalıp bakmayı düşünemeyeceğim manastıra giderek benimle saklambaç oynamayı seçtin. Tüm koca gün. Merak ediyorum, hiç aklına başına bir şey gelebileceği gelmedi mi?"

Clarissa yutkundu, zihninde Andreani'nin bir noktada haklı olabileceğini düşündü lakin adamın yaptıklarını canına tak etmişti. Haklı olduğuna diretmeye kararlıydı.

"Ben senin atını çalmadım. Ödünç aldım. Hem sağ salim gidip geleceğimi biliyordum. Yapabilirdim ve yaptım."

Andreani, elindeki bardağı arkasındaki konsola bırakmış, hala koltukta oturan karısına doğru yürümüştü. Onun yaklaşmasını dik duruşuyla izleyen kız, yeşil gözlerini ayırmamıştı üzerinden. Karısının önünde durmuş, işaret parmağını zarif çenesine yerleştirdiğinde kendisine bakmaya zorlamıştı. Clarissa başını yukarı kaldırmış ona tepeden bakan adamla göz göze gelmişti.

"Sen kimsin? Kim olduğunu zannediyorsun?"

Sakin gözüken mavi gözlere bakan Clarissa, adamın ruh halini anlamlandırmaya çalışıyordu. Adamın sesiz öfkeli değil aksine yumuşak bir ton çıkmıştı. Yine de tereddüt etti kız, yutkunduğunda cevaplamıştı.

"Clarissa Virgilio."

Karısının cevabından memnun olmamıştı Andreani. Fakat güzel, narin yüzüne bakarken ifadesi öfkeli değildi. Dudaklarının kenarındaki belli belirsiz tebessümle karısının yüzüne eğildi. Nefesi kızın yüzüne değerken yumuşak sesinin arkasındaki otoriter tınıyla konuştu.

"İşte, evliliğimizdeki temel sorununu bulduk."

Clarissa'nın yüzü buruşmuştu. Kız hem anlamamıştı hem de kocasının tekrar kendisine yaklaşmasından hoşlanmamıştı. Karısının çenesindeki elini hareketlendiren Andreani, baş parmağıyla çenesinin yumuşak hattını okşamaya başlamıştı.

"Yanlış cevap verdin. Sen benim karım, Clarissa Ludovico'sun. Ve bu gerçeği kabul edeceksin."

Andreani, uzanıp karısının beline dökülen gür saçlarını koklama istediğini bastırarak, geri çekildi. Konsolun üzerinde yanan mumlara yönelirken omzunun üzerinden koltukta yüzünü buruşturmuş kıza baktı. Sakin ama emir tonu taşıyan sesiyle konuştu.

"Tüm gün senin yüzünden at sürdüm. Uyuyacağım. Ben mumları söndürürken, yatağa geç."

Clarissa, adamla aynı yatakta yatmamaktaki ısrarını sürdürmeyi aklından geçirirken aynı emir tonu taşıyan ses tekrar dile geldi.

"O düşündüğün şey asla olmayacak. Şimdi, kendi rızanla yatağa gir."

Clarisaa, düşünceleri ve vücut dilinin bu kadar şeffaf olması karşısında homurdanarak ayağa kalkmıştı. Yatağa ilerlerken hala öfkeli olan kız bağını çözdüğü sabahlığını üzerinden çıkarmıştı. Saçlarını örüp beyaz renk kurdeleyle bağladığında yatağa girmiş, omuzuna kadar çektiği yorganıyla dönmüştü kocasına arkasını.

Karısının arkasından yataktaki yerine yerleşen Andreani, kolundan destek aldığında kendisine arkasına dönmüş uyumaya çalışan kıza bakmıştı. Karanlık odada, tüm gün yana yakıla aradığı karısının masum yüzünü bir süre incelemiş ardından kendini yatağa bıraktığında kapatmıştı gözlerini.

YAZAN; MİRENA MARTİNELL

Sevgili okur, öncelikle hikayemi okuduğun için teşekkür ederim :) Hayalet okuyucalarım :) Oradaki küçük yıldıza dokunur ve oy verirseniz çook sevinirim :)

Andreani Ludovico

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top