Bölüm 13 - ''Işık ve Karanlık''
"Bir mehtap aydınlığı kadar zarif"
Muhteşem Güzellik
Bölüm 13 - Işık ve Karanlık
"Tüm odayı güle boğmuşsunuz! Etraf gül kokuyor! Biraz sonra nefes alamayacağız!"
Nişan yüzüğünün olduğu eliyle çaprazındaki büyük konsolun üzerine yerleştirilen kristal vazonun içerisindeki gülleri göstererek öfkeyle söylenmişti Clarissa.
O gün mermer köşk hiç olmadığı kadar hareketliydi. Günün ilk ışıklarıyla hollerde başlayan hizmetlilerin koşturmalarının sesleri genç kızın kulağına çalınmıştı. Kendini adeta sürüyerek yatağından çıkarmayı başardığında büyük bir karnavalın içine düşmüş gibi hissetmişti. Daha önce görmediği hizmetliler köşkte bir o yana bir bu yana giderek hazırlıklarla ilgilenirken yeşil gözler hayret, öfke ve hüzünle bakakalmıştı. Uzun ve gül kokuları eşliğinde yıkanmış, kahvaltı yapmıştı. Vakit öğleyi biraz geçtiğinde tüm huysuzluğuna rağmen Berta ve iki hizmetli tarafından gelinliği giydirilmiş, kendini aynanın önünde buluvermişti.
Büyük Fransız işi boy aynasının önüne yerleştirilmiş ahşap sandalyenin üzerinde gelinliği ile oturuyordu Clarissa. Byanca'nın özel olarak tuttuğu hizmetli saçlarına şekil verirken huzursuzluğu hat safhadaydı. Kızıl saçlı kadın, saçlarına her dokunduğunda kendini çıkışmamak için zor tutuyordu. Aynadaki aksine bakmaktan inatla kaçınan Clarissa, etrafındaki her detaya kusur bulmaya başlamıştı. Tüm düğün hazırlıklarının büyük bir itinayla kusursuz ilerlemesi açıkça canını sıkıyor, Tanrı'ya bir sorun çıkması ve düğünün iptal olması için içten içe dua ediyordu. Belki Tanrı bu duasına karşılık vermeyecekti. Lakin Clarissa, kusursuz sürüp giden hazırlıklara şikayet etmekten vazgeçmeye de niyeti yoktu. Son olarak köşkün bahçesindeki annesinin gülleriyle odasının süslenmesine öfkelenmişti.
Berta, kızıl saçlı hizmetli Maura'nın yanında duruyordu. Elinde tuttuğu hanımının duvağıyla dikilen kız, çekinerek yanına yaklaştı.
"Efendim, gülleri odayı süslemek için ben getirdim. Annenizin en sevdiği çiçekler olduğu için görmek hoşunuza gideceğini düşünmüştüm."
Öfkeyle soluyan Clarissa, saçlarına şekil veren Maura'ya aldırmadan parlayan yeşil gözlerini hizmetlisine çevirmişti. Bununla birlikte Maura'nın ellerinin arasında açık kumral saçlar kayıp gitmiş, kadının özenle yaptığı örgü bozuluvermişti.
"Gitmiyor! Al şu çiçekleri gözümün önünden. Bir daha da kendi başına benim adıma karar verme! "
Clarissa'nın o an söyleyecek çok daha fazla sözü vardı lakin Byanca'nın özel hizmetlisi hali hazırda huysuz tavırlarından ürkmüşken kadına daha fazla malzeme verme niyetinde değildi. Hizmetlisine çıkışması ve yaptığı örgünün boşa gitmesiyle bakışlarını bir an kızın saçlarından kaldıran kadın, belli belirsiz gülümsemişti. Genç kızın gerginliğini evlilik heyecanına yormuştu. O sabırla tekrar işine dönerken elindeki duvağı arkasındaki paravanın sırtına bıraktı Berta. Ağır kristal vazoyu usulca eline alıp odanın göze batmayan bir köşesine götürmüştü.
Hanımının gerginliğinin sebebini bilen kızın o an söyleyecek ne bir sözü ne de yardım edebilecek gücü vardı. Bir gün önce yaşanılan kötü olayda kendi payına düşen suçlulukla başını önüne eğmiş, Rinaldo ve Lucrezia Virgilio'dan itinayla kaçınıyordu. Aynı zamanda sevgiyle bağlı olduğu hanımı için derin bir keder hissediyordu genç hizmetli.
Berta sessizce tekrar yanlarına döndüğünde, uç kısımları dantel işlemeli parıldayan duvağı nazikçe tekrar eline aldı. Maura'nın yanını buldu. Byanca'nın seçtiği kadın oldukça hünerliydi. Tüy gibi hafif dokunuşlarla genç kızın açık kumral parlak saçlarını şekillendiriyordu. Saçların üst kısmına gevşek bir örgü yapan kadın, pürüzsüz yüzünün iki yanındaki zülüflerini serbest bırakmış, ense kısmında ipek kadar yumuşak saçları hafife zümrütlerle bezeli tokayla toplamıştı. İri buklelerin sırtında salınmasına izin vermişti. Saçlarla işi bittiğinde Berta'nın uzattığı duvağı eline alan Maura, genç kızdan ayağa kalkmasını rica etmişti. Homurdanarak yerinden kalkan Clarissa, kadının saçlarına duvağı tokatlarla sabitlemesine izin verdiğinde, odanın kapısı çalınmıştı. Gelenler Byanca ve Lavinia'ydı.
Narin hatlı vücuduna giydiği lavanta rengi elbisesiyle göz kamaştıran Byanca, altın saçları başının üzerinde taç gibi dolanmış bir halde gülümsüyordu. Hemen yanındaki toy gençliğini zarafetle sergileyen Lavinia sarı işlemeli elbisesi ile adeta masumiyet tanrıçası gibi parlıyordu.
"Ah Clarissa!"
Heyecan dolu sesiyle konuşan Byanca, zarif adımlarla ilerleyip genç kızın yanını bulmuştu. Yüzündeki hayranlık dolu bir ifadeyle her iki elini uzatıp Clarissa'nın ellerini tutmuştu. Mavi gözleri, genç kızın gelinliğini süzüyordu.
"Ah hayatım, çok güzel olmuşsun. Çok zarif, adeta peri kızı gibi."
Byanca'nın içten gelen samimi sözleriyle usulca gülümsedi Clarissa. Lakin gülümsemesinin gözlerine ulaşmadığını Byanca'nın arkasında duran Berta ve yatağının ucundaki küçük divanda oturan Lucrezia dışında kimse fark etmemişti.
Acı ve kederi iyi deneyimlemiş genç kız bunu gizlemeyi iyi bilirdi lakin o gün sakin kalabilmek için tüm gücünü kullanıyordu. Andreani ile arasında ne yaşanırsa yaşansın bunu adamın ailesine yansıtmamakta kararlıydı. Genç adam ona sıkı sıkıya bağlı bir aile bağına sahipti, ne kadar haksız olursa olsun Andreani'nin yanında duracaklarından şüphesi yoktu. Kabus olarak nitelediği evliliğinde en son isteyeceği şey, sorunlu bir eş olarak anılmaktı.
Lavinia da tıpkı Byanca gibi gelinliğini hayranlıkla süzerken, neşesinden yerinde duramayan Byanca genç kızın saçını incelemiş dudaklarında hoşnut bir ifade oluşmuştu. O hizmetlisinin yardımını taktir ettiğinde kızıl saçlı kadın eline pırlantalardan oluşan zarif bir taçla genç kızın önünde bitmişti. Yutkunmak zorunda hisseden Clarissa, başıyla onayladığında saçlarının arasında yerini almıştı zümrütlerle bezeli taç.
"Çok yakıştı. Sana güzelliğini tamamlayacak bir şey getirdim."
Byanca, Lavinia'nın elinde tuttuğu beyaz kutuyu göstererek gülümsemişti. Lavinia'ya dönen kadın, yüzündeki gülümsemesi ile uzanıp kutuyu açtı.
"Büyükanne Ludovico'ya aitti. Rosia Halam kilisede konukları karşılıyor. Bu nedenle aile yadigarını yeni Ludovico gelinine verme görevi bana düştü. Açıkçası bu şansı elde ettiğim için çok mutluyum. "
Kutunun içinde beyaz zümrüt bir kolye vardı. Oldukça gösterişli olan kolye aynı zamanda eski ve kıymetli olduğunu açıkça belli ediyordu. Boğazında bir yumru hissetmişti Clarissa. Tüm yaşananlar oldukça zorken aile yadigarı kolyeyi takmak yüreğini sıkıştırıyordu. Byanca'nın yavaşça kolyeyi yerinden çıkartırken midesinde gergin bir kasılma hissetti.
"Byanca, harika gözüküyor. Manevi değeri oldukça fazla sence takmam uygun olur mu?"
Gülümseyen kadın gözlerini devirmişti.
"Tabi ki uygun. Büyükanne bu kolyeyi Andreani'ye bırakmıştı. Eşinin nikah gününde takması fazlasıyla uygun."
Neşeyle göz kırpmıştı Byanca. Tekrar kutuya uzanan kadın iki eline kolyeyi aldığında Clarissa'ya arkasını dönüp takmasına izin vermek dışında seçenek kalmamıştı. Boynuna yerleşen zümrüt kolyeye elini götüren Clarissa, her an daha çok tükendiğini hissediyordu. Uyandığı andan beri öfkesini kusmakla sakinliğini korumak arasında defalarca gidip gelen genç kız, duygularının çarpışmasından yorgun düşmüştü.
Byanca'nın kolyenin klipsini kapatmasıyla arkasındaki iki kadına dönmüştü. Son kez kıza yüzündeki gülümsemesiyle bakan kadın, sıcak elleriyle kızın ellerini tutmuştu.
"Tanrım çok gerginsin. Merak etme mihrapta Andreani'yi gördüğünde tüm gerginliğin uçup gidecek. Sevdiğin adamı görmenin seni rahatlatacağından emin olabilirsin."
Tüm yaşananlardan habersiz olan kadın, evlilik heyecanı olduğunu düşünüyordu. Kendince kızı rahatlatmaya çalışmıştı. Clarissa içinse durum çok başkaydı. Andreani'nin yüzü ne zaman zihninde belirse önüne geçemediği görüntülerde onunla birlikte canlanıyordu. Pietro'nun gözlerini önünde işkence görmesini izlemiş olan genç kız için aşk sevgi gibi saf duygular beklentilerinin arasında en son sırada bile değildi.
Clarissa sessizce gülümsediğinde kızın belinden nazikçe tutarak sarılmıştı Byanca. Lavinia'da iyi dileklerini sunmuştu. Kilisedeki konuklarla ilgilenmeleri gerektiğini söyleyen iki kadın, kol kola odadan çıkmışlar nikahın kıyılacağı kiliseye gitmek için köşkten ayrılmışlardı. Gerginlikten artık bacaklarını hissetmemeye başlayan Clarissa biraz önce oturduğu sandalyeye çöktüğünde tekrar Maura'ın yetenekli ellerine teslim olmuştu. Kadın kızın boynuna misk sürmüş, dudaklarına pembe bir boya sürüp, yanaklarını da pembe toz ile boyamıştı. Tüm ince detaylarla ilgilenen kadın üzerinden çekildiğinde içine derin bir nefes çekmişti Clarissa.
"Yardımlarınız için teşekkür ederim, siz çıkabilirsiniz."
Odadaki eşyalarını toplayan kadın, dışarı çıkmak için kapıyı açtığında içeri girmek için hazırlanan Cesare ve Guliano ile karşılaşmışlardı. Kızıl saçlı hizmetliye yol veren iki kuzen içeri girip kapatmıştı kapıyı.
Cesare'nin üzerinde, siyah renk işlemeli ceketi içine giydiği koyu yeşil gömleği ve koyu renk pantolonu ve çizmeleri vardı. Guliano ise buz mavisi rengi tercih etmişti. Babası Marco Virgilio'dan aldığı parlak mavi gözleri ile ceketi uyum içindeydi. Oturduğu sandalyeden kalkmıştı Clarissa. Hayatında yeri oldukça büyük olan iki erkeğe bakarken gözlerinin içinde saf sevgi vardı. Cesare, beyaz saten kumaş içerisindeki genç kızın yanına geldiğinde, Clarissa'nın elini öperek ona güven vermek istercesine gülümsedi.
"Güzelliğin Tanrı'nın bir lütfu kuzen. Herkesin gıptayla gözünü alamayacağı bir meleğe dönüşmüşsün."
Berta eğilmiş Clarissa'nın incilerle süslü saten gelinliğinin koyduğunu düzeltiyordu. Ablasının yanına varan Guliano, Cesare'ye göre daha uzun elini öpmüş ardından ellerinin arasına aldığı titreyen eli bırakmamıştı. Clarissa gözlerine dolan hüzün ve umutsuz gözyaşlarını tutmak için kirpiklerini kırpıştırarak gülümsemeye çalışmıştı.
Bununla birlikte Virgilio hanesi kendilerini St.Clement Kilise'sine götürmek için hazır tutulan at arabalarına yerleşmişlerdi. Clarissa ile Guliano ve Cesare'yi taşıyan arabasının içinde ilerlerken Cesare'ye sanat atölyesinin dağılan hali için özürlerini iletmek isteyen Clarissa yapamadı. Bunun yerine kış şafağı kadar belirsiz geleceğinin endişesiyle, arabanın koltuklarının yumuşak kabarık minderleri arasında büzüldü.
Kısa süren yolculuğun sonucunda, at arabası kilisenin arka kapısında durdu. Elini Cesare'ye vererek arabadan indi Clarissa. Guliano ve Cesare'nin koluna girdiğinde kilisenin alçak basamaklarını ağır ağır tırmandı. Rinaldo, Lucrezia ve babasının at arabası kilisenin ön kapında durmuştu. Kız kardeşinin yargılayıcı bakışlarının alanına girmek istemeyen Rinaldo karısıyla konukları karşılama görevini üstlenmişti.
Kilisenin mumlarla aydınlatılmış loş koridorunda nikah vaktini beklemesi için kendisine ayrılan odaya ilerlemeye başlamışlardı. Kilisenin içine doğru attığı her adımda soğukkanlılığını yitirmemek için üstün bir güç harcıyordu Clarissa. Kaçamak bakışlarla kilisenin içine göz gezdirmeye çalıştı. Andreani'nin yakınlarda olduğunu bilmek boğazının düğümlenmesine yol açıyordu. Bir gün önce yaşananların anısı tazeyken şimdi üzerindeki gelinlikle kilisedeydi ve onun karısı olmak için ilerliyordu. Her adımda güçlü ruhu, serinkanlılığı kaybolmaya yüz tutuyordu. Belki de Clarissa Virgilio hayatından ilk kez korkuyordu. Andreani Ludovico'yu görmekten korkuyor, geleceği üzerinde büyük bir tehdit olduğunu düşünüyordu.
Koluna girdiği Cesare'ye döndü Clarissa.
"Andreani gelmiş midir?"
Genç adam gözlerini koluna sıkı sıkıya yapışmış kuzenine çevirdi.
"Muhtemelen gelmiştir. Kendi nikahı sonuçta. Sen iyi misin? Ellerin buz gibi."
Cesare'nin sorusunu duymadı Clarissa İlgilendiği tek şey Andreani'nin kilisenin herhangi bir yerinde nikahlarını beklediği gerçeğiydi. Zorlukla yutkundu.
"İyiyim. Sadece gerginim."
Bununla birlikte kilisede kendine tahsis edilen odaya geçmişti Clarissa. Cesare ve Guliano, konukların arasındaki yerlerini almak için yanından ayrılmıştı. Geniş odanın içi gösterişli fresklerle süslüydü, odanın tam ortasında büyük bir konsol üzerinde yanan iki mum ve açılmış bir İncil duruyordu. Berta ile yalnız kalan Clarissa, ellerini konsola yerleştirmiş dik tutmaya zorladığı başını kaldırmış zihnini kötü düşüncelerden arındırmaya çalışıyordu.
Bir süre sonra odanın gösterişli kapısı çalındı. Arkasına dönme zahmeti göstermeyen Clarissa girilmesini söyledi. Kabarık saten eteğini tutarak arkasına döndüğünde Rinaldo ve Lucrezia'nın geldiğini gördü.
Gözlerini devirdi Clarissa. Sıkıntıyla içini çekerken birkaç adım ilerlemiş, alnını ovmuştu. Karı koca onu izlerken konuşma taraftarı değildi. Luzcrezia'nın kolundan çıkan Rinaldo kardeşine doğru tereddütlü birkaç adım atıp konuşmuştu.
"Clarissa, tören başlamak üzere. Hazır olduğunu kontrole geldim."
O ana kadar sakinliğini korumayı zorlansa da başarabilmiş Clarissa, karşısında ağabeyini gördüğünde sakinliği yerini yeniden öfkeye bırakmıştı. Yeşil gözlerini adama çevirdiğinde gözleri adeta alev almıştı. Tiksintiyle adama baktı bir süre. Kız kardeşinin yüzündeki ifade adamı germeye yetmişti. Gözlerindeki soğuk parıltı içine işlemişti.
"Bana sen eşlik etmeyeceksin."
"Clarissa babamın kalabalık içinde rahatsız olduğunu biliyorsun. Ağabeyin olarak sana eşlik etmek bana düşüyor."
He an çileden çıkmaya hazır olan Rinaldo'nun aksine Clarissa'nın sözlerinde keskin ve kararlı bir ifade vardı. Ağabeyine bakan Clarissa, adamın sözleriyle "hah" diye bir ses çıkartmıştı.
"Beni bir yabancıya ömür boyu kullanmak üzere satan ağabeyim. "
Dudaklarını büzen genç kız devam etti.
"Umurumda değil. Seninle oraya çıkmayacağım. Guliano yada Cesare ikisinden biri olacak."
"Clarissa! Senin ağabeyin benim. Seni kocana teslim etmek benim görevim. Hem benim yerime Guliano yada Cesare çıkarsa insanlar ne der!"
"Umurumda değil! Seninle çıkmayacağım!"
Kız kardeşinin bakışlarındaki ciddiyeti gören Rinaldo, arkasına dönüp sıkıntıyla yüzünü sıvazlamıştı. Lucrezia ve köşeye sinmiş Berta'nın endişeli bakışları üzerinde olan iki kardeş bir müddet konuşmadan yükselen nefeslerini kontrol altına almaya çalışmıştı. Derin bir nefes çeken Rinaldo, kardeşine döndüğünde genç kızın yüzündeki kararlı ifade yerli yerindeydi.
"Clarissa, lütfen yapma. Eğer onun senin için doğru eş olduğunu düşünmeseydim inan bana kız kardeşimi asla vermezdim. Sen ne düşünürsen düşün seni çok seviyorum. Lütfen beni kardeşimi kocasına teslim etme onurundan mahrum etme."
Adamın sözlerine inanmadığını belli ederek başını iki yana salladı Clarissa.
"Sakın, vicdanını rahatlatmaya çalışma Rinaldo. Üzerimde bu gelinlik varken inandırıcı değilsin. Sözlerin umurumda değil.""
Ağabeyinin yüzüne tüm kinini kusarken yanında durduğu konsola elini vurmuştu Clarissa. Rinaldo'nun yeşil gözleri kardeşinin konsolun üzerindeki eline çevrilmişti.
"Guliano yada Cesare! Yoksa bu odadan çıkmayacağım!"
"Tanrı Aşkına! Tüm konuklar yerlerine yerleşti. Bu andan sonra Guliano'yu çağıramayız!"
Clarissa'nın kendine meydan okumasıyla siniri katmerlenen Rinaldo, yeri döven adımlarla kardeşine doğru yürümeye başlamıştı. Clarissa'nın gerilemeye niyeti yoktu. Tüm inatçılığıyla ağabeyinin gözlerinin içine bakıyordu. Durumun iyiye gitmediğini gören Lucrezia, hızla eteklerini kavramış kendini iki kardeşin arasında atmıştı. Ellerini kocasının göğsüne yerleştiren kadın adamı sakinleştirmeyi umuyordu.
"Tamam. Rinaldo bana bak. Tamam hadi biz çıkalım. Ben Guliano'yu Clarissa'nın yanına göndereceğim."
Görümcesinin inadına aşina olan Lucrezia, kızın kararının önüne geçemeyeceklerini biliyordu. Rinaldo'nun bakışları kız kardeşinden kendisine döndüğünde adamın kolunu kavramış odanın dışına sürüklemişti. Odada Berta ile yalnız kaldığında içine derin bir nefes çekmişti genç kız. Ruhunun derinliklerine işleyen kırgınlık onu adeta yiyip bitiriyordu. Gözyaşlarına engel olmak istercesine başını geriye attı. Rinaldo'yu derinlerde hala sevdiğini biliyordu. Her ne yaşanırsa yaşansın aile bağı baki kalıyordu. Fakat ona her zaman sadık olan mantığı ağabeyini affetmesine izin vermiyordu.
Kendini rahatlatmasını umduğu derin bir nefes aldı Clarissa. Guliano geldiğinde her şey daha katlanılabilir kılınacaktı. Kendine bunu inandırdı. Tekrar şakaklarını ovmaya başladığında gözleri karşı duvara dayalı aynaya kaymıştı. Merakına yenilen genç kız birkaç adım atıp aynanın karşısına geçtiğinde yansımada gördüğü kadının görüntüsü ile çarpılmıştı.
Satenden olan gelinlik; kırık beyazdı ve yer yer incilerle süslenmişti. Gelinliğin kare düşük yakası göğüslerini mütevazi şekilde sıkıca sarıyor, ardından ince beline oturuyor alt kısım ise kalçalarından sonra genişliyordu. Etek kısmını ilk bakışta kabarık bulmasına rağmen hoşuna gittiğini düşündü Clarissa. Tüm elbiseye hakim küçük inciler ışıkta parıldıyordu. Kollarını sıkıca saran saten kumaşın üzerinde inciler devam ediyordu. Bileklerinde geldiğinde inciler artıyordu. Kısa bir kuyruğu olan gelinlik, kilisedeki tören için özellikle eklenmişti. Terzinin ve Byanca'nın ısrarları sonucu eklenen kuyruğun düzeltme işini zavallı Berta üstlenmişti. Byanca'nın kusursuz olarak bahsettiği gelinliğin içinde adeta kendi idamına hazırlanmış gibi hissediyordu Clarissa. Usulca hanımının yanına yaklaşan Berta, saten eteğin uçlarını tutmuş düzeltirken Guliano içeri girmişti.
"Çok kıymetli bir görev için çağrıldığımı duydum. İtalya'nın en güzel kızını koluma takıp yürüyecekmişim."
Yüzüne buruk bir gülümseme yerleştirmiş Guliano, ablasının güzelliğine hayranlıkla bakarken söylendi Clarissa.
"Ah evet. Oldukça kıymetli bir görev, beni aşkından öldüğüm müstakbel kocama teslim edeceksin."
İsteksizce kardeşinin yanını ilerleyen Clarissa, koluna girmişti. Berta eğilmiş gelinliğinin kısa kuyruğunu düzeltirken şapelde ilahi sesleri yükselmeye başlamıştı, bu törenin başladığını gösteriyordu. Clarissa, göğsünü rahatlatmak için derin bir nefes çekti. Sırtını dikleştirip yüzüne sabit bir ifade koyduğunda hazır olduğunu göstermek istercesine kardeşine dönmüştü. Başıyla ablasını onaylayan Guliano ile birlikte çıktılar. Büyük ve gösterişli kilisenin içi hınça hınç doluydu. Rengarenk, şatafatlı giysilere bürünmüş davetliler gökkuşağı gibi gözüküyordu. Kilisenin mihraba giden uzun koridorunda göründüğünde tüm gözler ona dönmüştü. Ellerinin titrediğini hisseden genç kız kardeşinin kolunu sıktı güç almak istercesine. Bakışlarını tam karşısındaki büyük çarmıhta İsa heykelindeydi.
"Lütfen, Tanrı'm"
Titreyen kısık sesiyle dua etmeye başlamıştı Clarissa. Guliano kolundaki elini uzanıp sıkıca kavradı.
"Ben yanındayım."
Mihraba yaklaşmalarıyla bakışlarını İsa Heykeli'nden ayırdı Clarissa. Yeşim yeşili gözlerini onu izleyen adama çevirdi. Heybetli omuzları şarap rengi, altın işlemeli bir cekete bürünmüştü. Hakim yaka uzun ceketinin içinde ceketi ile aynı renk yeleği, beyaz gömleği ve beyaz yakalığı, siyah pantolonu ile ellerini arkada birleştirmiş, yönü ona dönüktü. Şarap rengi ceketinin üzerinde parıldayan kırmızı Ludovico arması ve özenle taranmış kahverengi saçları ile yüzü ifadesizdi. Yutkunmak zorunda hissetti Clarissa, rengini denizin maviliğinden almış olan gözler üzerinde geziniyordu. Adamın bu kendinden emin tutumu, Clarissa'nın içinde eteklerini tutup var gücüyle gerisin geri kaçma isteği uyandırıyordu.
Mihraba geldiklerinde, Andreani elini uzatmıştı. Guliano ablasının buz tutmuş elini nazikçe alıp, yıllardır süre gelen geleneği bozmayarak Andreani'nin avucuna koydu. Sıcak ve sahiplenici elin dokunuşu ile tüm vücudu gerilmişti genç kızın. Andreani ellerinin soğukluğunu hissetmiş gibi daha sıkı kavramış, baş parmağı teninin üzerinde hareket etmişti.
Rahibin önünde durduklarında istavroz çıkaran adam konuşmaya başlamıştı. Uzun uzun İncil'den dualar okuyan yaşlı rahibi duymuyordu Clarissa. Beyaz bir cübbe içinde olan adamın üzerinde altın sarısı işlemeler vardı. Boynunda asılı duran gösterişli bir haç kolyesi ve beyaz işlemeli uçlarında altın sarısı püskülleri olan bir kuşak boynundan dizlerine kadar uzanıyordu. Kendinden geçmiş Clarissa'nın yeşil gözlerini rahibin omzunun üzerinden karşıya bakıyordu. Düğüm düğüm olmuş duyguları ve boş bakan gözleriyle öylece dururken, Andreani'ye dönmüştü rahip. Boğazını temizleyerek söze başladı.
"Andreani Ludovico, şimdi burada Marco Virgilio'nun kızı Clarissa Virgilio'yu karın olarak kabul edip, ona sadık kalacağına söz veriyor musun?"
"Evet, söz veriyorum."
Andreani'nin tok sesi kilisede duyulduğunda arkasındaki sevinç mırıltılarını kulağına çalındı genç kızın. Nikah tamamlandığında kilisede büyük bir alkış kopacağını bilerek içine derin bir nefes çekti. Olduğu yerde kaybolup gitmek isteyen Clarissa, Andreani'nin avucunun içindeki eli titremeye başlamıştı. Tüm cesaretini toplayıp kirpiklerinin altından adama kaçamak bir bakış attı. Kendisinden en az on parmak uzun olan adama olduğu yerden baktığından saç diplerindeki yara izini kolayca seçti. Dalgalı saçlarıyla ustaca gizlenmiş olmasına rağmen yakından bakıldığında görünüyordu. Dün yaşanılan kabus gibi anların hatırlatıcısı olan yaraya bakmak gergin bedeninin daha da kasılmasına yol açtı.
Rahibin bakışlarının kendisine yönelmesiyle, Andreani'nin karanlık yüzünden çevirdi bakışlarını.
"Clarissa Virgilio, şimdi burada Alessandro Ludovico'nun oğlu Andreani Ludovico'yu kocan olarak kabul edip, ona sadık kalacağına söz veriyor musun?"
Karşında ondan cevap bekleyen rahibin kömür rengi gözlerine manadan yoksun şekilde bakıyordu Clarissa. Sessizliği üzerine, endişeli gözlerle gelini süzen rahip kendisini duyup duymadığından emin olamamıştı. Nefesi sıklaşan Clarissa, yavaşça gözlerini Andreani'ye çevirdi. Tehditkâr bir havaya bürünen mavi gözler 'Sakın deneme' diye uyaran korkutucu bir hal almıştı. Yaşlı rahibin yüzü kırışırken, sorusunu tekrarlamak için tekrar ağzını açtığında daha fazla bu gerginliğe katlanamadı. Bir çırpıda ağzından çıktı teslimiyeti.
"Evet, söz veriyorum."
Bunun üzerine rahip, boynundan dizlerine kadar uzanan kuşağın ucunu eline alıp çiftin ellerinin üzerine koyduğunda duaya başlamıştı.
Namine Patris Et Filli Et Spiritus Sancti.
Rahibin evliliklerini kutsamasıyla kalabalık kiliseden büyük bir alkış kopmuştu. Gürültü ile gözlerini yavaşça açmıştı genç kız. Sözlerini bitiren adam ellerinin üzerindeki kuşağı çekmesiyle artık tanrının önünde karı koca oldukları resmileşmişti. Alkışların arasından rahibin gelini öpebilirsin dediğini duydu Clarissa. Yeni evli çift birbirlerine döndüğünde alkışlar yatışmıştı. Tüm davetlilerin damadın gelini öpmesini beklediğini fark eden Clarissa, taş kesmiş gibi henüz evlendiği kocasının önünde dikilirken, yeşil gözleri elinde olmadan Andreani'yi buldu. Gözleri öyle yoğun öyle zafer edasıyla parlıyordu ki Clarissa bakakaldı.
Her an bayılacakmış gibi duran Clarissa'nın haline ters bir tepki vermemek kendini sıkan Andreani, usulca bir adım atıp aralarındaki mesafeyi kapattı. Uzanıp kızın yüzünü iki elinin arasına aldı. Nazikçe eğildiğinde Clarissa dudaklarına kapanacak dudakları beklemeye başladı. Başını eğen Andreani alnına bir öpücük kondurduğunda geri çekilmişti. Kalabalık alkışlayarak ayağa kalktığında, Clarissa şaşkınlık içerisindeydi. Heykel gibi hareketsiz dikilen henüz evlendiği karısını kendisini ile ailelerini ve dostlarını görebilecekleri yöne doğru çevirdi Andreani.
Asilzade Andreani Ludovico ve taze gelini Clarissa Virgilio, birlikte kilise sunağından inerken tüm kilise asil soydan gelmeyen ve büyük bir servete sahip olmayan bir kızla evlenen asilzadenin eşiyle uyumunu hayranlıkla izliyordu. Birinin canlı renkleri diğerinin karanlığını açığa çıkarıyordu adeta. Bu ışık ve karanlığın eşleşmesi göz yormuyor aksine birbirini tamamlıyordu.
Birlikte ilerlediklerinde onları ilk bulan ve Byanca yanındaki Dante'ydi. Clarissa gözlerini zorlukla karşısında gülümseyen kadına çevirdiğinde, kadın teklifsizce sarılmıştı. İyi dileklerini ileten Byanca'nın ardından sıra Rosia Hala ve Juan Panzio'ya gelmişti. Ardından tüm yakınlarına sarılıp tebrikleri kabul eden yeni evli çift, el ele onları kilisenin dışında bekleyen kül grisi Ludovico armalı at arabasına geçmişti.
Onları Martelli Konağında verilecek davete götüren at arabası Roma sokaklarında süzülürken, kabinin içine keskin bir sessizlik hakimdi. Clarissa kabine yerleştiği ilk andan bu yana Andreani ile göz göze gelmeyi reddediyordu. Yanındaki camın perdesini aralamış geçtikleri sokağı izliyordu. Yanında oturan Andreani, bacaklarını üst üste atmış henüz evlendiği karısını izlerken yüzündeki beğeni dolu ifadesi belli olmasın diye, gayret sarf ettiği söylenemezdi.
Clarissa'nın gür kumral saçları sırtından adeta bir şelale gibi dökülüyordu. Kırık beyaz satenin üzerine işlenen inciler doğuştan gelen zarafetiyle muhteşem bir uyum içindeydi. 'Bir mehtap aydınlığı kadar zarif' diye geçirdi içinden genç adam. Bir süre daha gelinini gururla izleyen Andreani, yüzündeki hayranlık ifadesini kararlıkla sildi. Clarissa ile bugün tartışmaya niyeti yoktu. Kendisini yok sayan genç kıza bakarken derin bir nefes aldı. Karısının çenesini tutup kendisine döndürdüğünde konuşmuştu.
"Her an bayılacak gibisin. Başın dönüyor mu?"
Gözlerinin içine ısrarla bakan adamla göz göze gelmemek için inat eden Clarissa, bakışlarını öteye çevirmişti.
"Endişelenmeyin Bay Ludovico bayılıp sizi rezil etmeyeceğim."
Karısının mağrur duruşu karşısında usulca gülümsedi Andreani. Kilisede yaprak gibi titreyen genç kızın gerginliğini ve korkusunu dizginlemeye çalıştığı belli oluyordu. Memnun bir şekilde kızı onayladığında, sözleri ile Clarissa'nın tepkisini izlemeye niyetlendi.
"İyi ederseniz Bayan Ludovico. Konuklara gelinin bayıldığını anlatma zahmetinden beni kurtarmış olursunuz."
Andreani keyifli ve küstah tavırla gülümseyip göz kırptığında, kendine hakim olamayan Clarissa adamın göğsüne vurmuştu. Bunun canını yakamayacağını bilse de tepkisini ortaya koymakta kararlıydı.
"Bana o şekilde seslenmeni istemiyorum."
Karısının göğsündeki elini kavrayan Andreani, yüzünü genç kıza yaklaştırdığında Clarissa'nın yüzündeki öfkeli ifadeye aldırmadı.
"Clarissa Ludovico. Ne kadar çabuk alışırsan senin için o kadar iyi olur."
Adamın ismini kendi soyadıyla birlikte söylemesi üzerine hali hazırda gergin olan genç kadının tüm sinirleri düğümcük düğümcük olmuştu. Öfkeyle soluyup elini adamın tutuşundan kurtardığında homurdanarak adama arkasını dönmeye niyetlendi. Fakat Andreani hızlı davranmıştı. Genç kızın omuzlarını kavrayıp yüz yüze bakmalarını sağlamıştı.
"Bak, dilediğince benden iğrenebilirsin, nefret edebilirsin, öfkelenebilirsin fakat bugün değil. San Lorenchi'ye gittiğimizde tüm bunları yapmak için önünde koca bir ömür olacak. Öfkeni bizi tebrik etmek için gelen davetlilerden çıkarmayacaksın. İnsanlarla sohbet edecek ve gülümseyeceksin. Bugün daha fazla suratsız bir gelin görmek istemiyorum."
"Ya davranmazsam?"
Clarissa'nın yanakları öfke alevleriyle yanıyordu. Mavi gözlerindeki soğuk parıltı ile karısına bakan Andreani'nin bir eli hareketlenip kızın yanağını bulmuştu. Bununla birlikte nefes alış verişi hızlanan Clarissa, gerilmişti. Dünkü düşmanca tavrından sonra ilk kez Andreani ile yalnız kalıyordu. İçinde kabaran gerginliğe insanüstü bir çabayla karşı koyuyordu. Atölyede kendisine bakan adamın gözlerinde katıksız öfke gördüğüne emindi Clarissa. Nikah sırasında da gerek duymadıkça yüzüne bakmamış, düşmanca tavrı soğuk ve tehlikeli bir havaya bürünmüştü. Rahibin gelini öpebileceğini söylediğinde bir an dudaklarına bakan adamın ifadesi bakmaya dayanamıyormuş gibiydi. Alnına konan öpücükle tahminleri doğru çıkmıştı genç kızın.
Clarissa'nın zihnine tatsız görüntüler hücum ederken, aynı durum Andreani için de geçerliydi. Karısının yanağındaki elinin baş parmağı dolgun dudaklarını bulduğunda, dokunuşu nazik değildi. Parmağıyla altındaki yumuşak eti şöyle bir sürten adam tehditkâr sesiyle konuşmuştu.
"Dün yaşanılan olayın, kapandığını ve unuttuğumu sanıyorsan yanılıyorsun. Şuan sadece doğru zaman olmadığı için susuyorum. Sakın bu sakinliğimden yüreklenip cahil cesaretine düşme. Beni tanımaya başladın. Bazı şeylere göz yummam."
Andreani'nin ciddi ifadesi karşında daha fazla ileri gitmeye çekinen ama geri adım atmaya da gönülsüz olan Clarissa, dik tuttuğu başıyla pozisyonunu korumaya çalıştı. O an nikah davetinin sonsuza dek sürmesini diledi. Hiç bilmediği topraklarda, Andreani'nin malikanesinde onunla yalnız kalmak yerine, davetlilere sonsuza kadar sahte gülücük dağıtırdı.
Aralarında daha fazla konuşma olmamıştı. Kilise ve Martelli Köşk'ün arasında kısa süren yolculuklarının ardından at arabası konağın önünde durduğunda Andreani'nin yardımıyla inmişti Clarissa. El ele girdikleri konağın her köşesinde koşuşturan hizmetliler vardı. Nikaha davet edilen konukların yarısıyla yapılacak davet, köşkün büyük bahçesinde hazırlanmış fakat köşkün içerisi de en az bahçesi kadar çiçeklerle süslenmişti. Gelen davetliler bahçedeki yerlerini aldığında aralarına katılmıştı yeni evli çift.
Beyaz mermer ve yeşilin muhteşem uyumunu barındıran Martelli Köşkü'nün bahçesindeki davet, hizmetlilerin servis ettiği şarap kadehleri ile başladı. Kalabalığın arasından sıyrılan Sandrino, yakışıklı yüzündeki kaygısız gülümsemesi ile kadehini havaya kaldırdı.
"Andreani Ludovico ve eşi Clarissa Ludovico'nun şerefine!"
Sandrino'nun kuzeni ve eşinin şerefine kaldırdığı kadehi tüm konuklar takip etmişti. Neredeyse üç yüz davetlinin koro halinde adını ve yeni edindiği soyadını haykırmasıyla başından aşağıya soğuk sular dökülür gibi hissetti Clarissa. Fakat ellerinin arasında tuttuğu kadehiyle Andreani'nin yanında dikilirken büyük bir gayretle yüzündeki gülümsemesini korudu. Sandrino'nun kendileri şerefine kaldırdığı kadehi nezaketle karşıladı.
Kadehler gelin ve damadın mutluluk, sağlık ve uzun ömrü şerefine ardı ardına kaldırılmıştı. Tüm bu anlarda yüzünde asılı olan gülümsemesini koruyan Clarissa, bir iki yudumdan başka içmemişti. Andreani'nin uzattığı koluna girdiğinde konukların arasında vakit geçirmişlerdi. Konuklarla nazik ilgili sohbetleri dışında bire bir hiç konuşmamışlardı. Yeni evli çift rollerini iyi oynayan oyunculardı o gün.
Bir grup davetlinin arasından çıktıklarında Andreani onu başka davetlilerin arasına götürmek yerine kenara çekmişti. Hizmetlilerin taşıdığı gümüş tepsiden şarap dolu bir kadeh aldı. Clarissa yarım saat önce içmediği kadehini hizmetlilere teslim etmişti. Elindeki kadehi muhteşem yüzünün ardında ruhsuz ve tatsız gözüken karısına uzattı.
"İç şunu. Hatta bunu bitirdiğinde birkaç kadeh daha iç."
"İçmek istemiyorum."
Andreani, boştaki elini genç kızın beline yerleştirdiğinde yüzünde kibar bir gülümseme vardı. Fakat dokunuşunda nazik olma gayreti yoktu.
"İsteyip istemediğini sormadım. Düğünümde bayılan bir gelin istemiyorum. İçki bedeninin gerginliğini alır ve yüzüne de renk gelir. Dediğimi yap ve iç şu lanet şarabı."
Andreani elini karısının belinden çekti. Genç adamın bütün benliğinden buram buram tüten sessiz otoritesiyle yanına duran adama baktı Clarissa. Adamla tartışacak gücü kendinden bulamadığında, uzattığı kadehi aldı. Cesare'nin sesi ile yargılayıcı gözlerini Andreani'den ayırdı.
"Bay Ludovico, kusursuz bir davet oluyor. Tebrik ederim."
"Kız kardeşim Byanca'nın hünerli ellerinden çıktı."
İki adam birbirine abartılı bir kibarlıkla gülümsemişti. Cesare ve Andreani'nin yan yana gelmesiyle atölyede yaşananları tekrar anımsayan Clarissa'nın sahte gülümsemesi solup gitmişti. Nezaket konuşmasını uzatmak istemeyen Andreani iki kuzeni baş başa bırakma kibarlığını göstermiş kendi arkadaşlarının yanına geçmişti. Bununla birlikte yeni evli çift gece sonuna kadar tekrar bir araya gelmemişti.
Andreani'nin kendilerini yalnız bırakmasıyla bir süre sohbet etmişti iki kuzen. Zihnini kemiren düşüncelere daha fazla katlanamayan Clarissa, Andreani'nin içmesini tembihlediği şarabından büyük bir yudum aldığında söze başladı.
"Cesare, dün sanat atölyesinde yaşananlar... Ben kendi adıma çok üzgünüm. Eğer hasarı karşıla-"
Cesare elini önemsiz bir şey olduğunu göstermek istercesine sallayarak kuzeninin sözünü kesti.
"Benim sanat atölyem benim sorumluluğum. İçerisinde yaşanan tatsız olaylar da benim sorumluluğum. Özür dilemesi gereken benim. Sen değil. Fakat bunları şuan konuşmayalım. Düğününde konuşmamız gerekmiyor. Hatta hiç konuşmamız gerekmiyor. Sen bu yaşananlarda günahsızsın. Lakin hasarları da illaki ödeyeceğim diyorsan bir fikrim var."
Clarissa'nın gözleri bu tatlı sözler karşısında merakla parladı.
"Ne? Ödemek çok isterim."
Hep sahip olmak istediği kız kardeşi yerine koyduğu kuzeninin masum yüzündeki ışıltıya baktı Cesare. Ellerini kızın omuzlarına koydu.
"Çok güzel gamzelerin var. Gülümseyerek onları daha sık gösterebilirsin. İşte o zaman hasarı ödemiş olursun."
Korkunç anılar hep canlı kalmaya devam ederken bunun mümkün olmayacağını düşünüyordu Clarissa. Daha o an Pietro'nun yerde inleyen görüntüleri gözünün önünde belirmişti. Yine de gayret ederek Cesare'ye gamzelerini göstermeyi başardı.
Cesare'nin yanında ayrılmasıyla yalnız kalmıştı Clarissa. Yüzündeki hayret dolu ifadesiyle Martelli Konağı'nın beyaz çiçeklerle süslemiş bahçesine bakarken dudağının kenarında oluşan histerik gülümseye engel olamadı. Beyaz mermerden yapılmış konağın büyük bahçesi mermer duvarlar ve beyaz sütunlarla çevriliydi. Yemyeşil zemin üzerine karşılıklı iki ince uzun masa ve kırmızı örtülerin üzerinde envai çeşit meyveler, tatlılar ve büyük bir düğün pastası yerleştirilmişti. Müzisyenlerin çaldığı şarkıyla iki masanın ortasında rengarenk elbiseli kadın ve erkekler halka şeklinde dans ediyordu. Bahçenin her bir köşesinde renkli giysilere bürünmüş davetliler keyifle sohbet ediyordu. Hizmetliler davetlilerin aralarında süzülerek içki servisi yapıyorlardı. Batmaya yüz tutmuş güneşin kızıllığı altında Martelli konağının bahçesi oldukça haraketliydi.
Kızımızı renk örtü serilmiş masanın önünde dikiliyordu Clarissa. Karşısında kahkahalarla dans eden davetlileri izlerken, masanın üzerine konulmuş, altın sarısı tabağın içinde duran üzümlerden birini eline aldı. Elinde çevirmeye başladığı üzüm tanesiyle, yeşil gözlerini beyaz güllerle donatılmış bahçede gezdirdi. Andreani, bahçenin ucundaki etrafında beyaz çiçeklerin dolandığı bir sütunun yanında Dante, Sandrino ve kendisi gibi soylu asker olan dört arkadaşıyla koyu bir sohbete girmişti.
Bir müddet yeni evlendiği adamı izledi. Elindeki şarap kadehi ile dikilen adam, at arabasındaki sert ifadesinin aksine keyifli görünüyordu. Şarap rengi ceket, soylu asaletine yanık tenine ve erkeksi sert biçimlere sahip yüzüne renk katmıştı. Clarissa yakışıklı olduğunu kabul etmiş olsa da cüretkar bakışlarındaki asabi tehlikeli erkeksilik yüz hatlarındaki üstün tavır apaçık seçiliyordu. Aynı zamanda bu yakışıklı adam bir gün önce bir canavara dönüşmüştü. Clarissa gün geçtikçe Andreani'nin ne zaman tehlikeli bir acımasıza dönüşeceğini belli olmayan dengesiz bir adam olduğunu düşünmeye başlamıştı. Sandrino bir ara adamın omzuna sağ kolunu atmış, muzip tavrıyla söylediklerinin üzerine kahkahalarla gülmüştü iki kuzen. Dante, genç kızın tanıştığı gün olduğu gibi otoriter duruşunu korurken, Clarissa birkaç kez gülümsediğini görmüştü.
Bakışlarını sol tarafına çevirdi genç kız. Byanca bahçenin ortasındaki heykellerle hareketlendirilmiş büyük çeşmenin önünde Lucrezia, Lavinia ve birkaç kadınla kahkahalar eşliğinde sohbet ediyordu. Mavi gözleri ara ara davetlilerin arasında gidip gelen kadın, organize ettiği davetin akışını kontrol ediyordu. Ailesinin gücünü ve prestijini göstermek isteyen Byanca, hiçbir masraftan kaçınmamıştı. Guliano, Rinaldo ve Cesare ise bahçenin bir başka köşesinde iki aile dostuyla sohbet ediyordu. Rosia Hala kendi yaşıtı üç kadınla çevresine refah ve soyluluk dalgaları yayıyordu.
Derin bir iç çeken Clarissa bakışlarını tekrar önüne çevirdiğinde arkasından ona yaklaşan kadının sesini duydu.
"Hanımefendi?
Kulaklarına çalınan nazik ses tonuyla arkasına döndü Clarissa. Karşısındaki kadının gür siyah saçları alnından geriye doğru lüle lüle burularak devam ediyordu. Parlak siyah saçlar güneş ışığı altında göz alıcı biçimde parlıyordu. Çıkık elmacık kemikleri, ince beyaz boynu ve dolgun kırmızı dudakları kusursuzdu. Kadının kristaller kadar parlak mavi gözleri vardı. Beyaz teni üzerine giydiği ipekli koyu pembe elbisesi ince belini sarıyor, tüm kadınsı kıvrımlarını ustaca sergiliyordu. Siyah saçlarının arasına küçük bir taç yerleştirilmişti. Başıyla selam veren kadın kendini tanıttı.
"Giulia Natanaele."
Nikahtan bir gün önce gönderilen düğün armağanı kolyenin gizemli sahibine gülümsedi Clarissa. Kadının kusursuz güzelliğinden gözlerini alamamıştı. Sıra dışı güzelliğinin farkında olan fakat bunu önemsemeyen bir kadının çekiciliği vardı onda. Kendisinden en az beş yaş daha büyük olduğunu seçti. Kadının karşısında kendini küçük bir genç kız gibi göründüğünü düşünmeye başlamıştı.
"Clarissa."
Soyadı kullanmaya gerek duymamıştı. Uzun bir süre de nefret ettiği Ludovico soyadını ismiyle aynı cümlede kullanabileceğini düşünmüyordu genç kız. Elinde tuttuğu şarap kadehi ile durup Clarissa'nın yüzünün her çizgisini ilgiyle süzdü Giulia. Kendisini aynı şekilde kaçamak bakışlarla süzen yeni geline bir adım attığında yüzünde kibar ve sevecen bir maske vardı.
"Tebrik ederim. Hareketli Roma sokaklarından sonra umarım kırsaldaki Viberto sizin için can sıkıcı olmaz. Ludovico ailesinin topraklarının oldukça sakin olduğunu duymuştum."
"Aslına bakarsanız Roma'da hiçbir zaman haraketli bir hayatım olmadı."
"Sanatla yakından ilgilendiğini duymuştum. Umarım Viberto'da ilginizi cezbedecek şeyler bulabilirsiniz."
Kadının zarif gülümsemesinin ardındaki imayı anlamıştı Clarissa. Fakat duruşunu bozmadı, gülümsemesini korudu. Biraz daha yaklaşan Giulia, elini usulca genç kızın önünde birleştirdiği eline koymuştu. Bu temastan rahatsız oldu Clarissa. Yine de kendini geri çekmedi.
"Umarım söylememin mahsuru yoktur. Oldukça güzel ve masum bir güzelliğiniz var. Lakin biraz isteksiz görünüyorsunuz."
Kadının niyetini anlamakta güçlük çekiyordu Clarissa. Mermerden oyulmuş gibi pürüzsüz beyaz teni ve bembeyaz dişleriyle gülümsediğinde içten ve samimi olabiliyordu. Aynı zamanda soylular arasında geçen üstü kapalı konuşmalarda oldukça ustaydı. Bir yabancıdan bu sözleri duymak hoşuna gitmemişti genç kızın. Lakin belli etmedi. Mesafeli duruşunu korudu, yüzüne soğuk bir gülümseme koydu.
Clarissa cevap vermek için ağzını açtığında koluna konan el ile bakışlarını çevirmişti. Byanca yüzünde saklamaya çalıştığı tedirgin ifadesi ile gülümsüyordu. Yanında üç yaşındaki oğlu Luca vardı. Bakışlarını önce Giona'ya ardından Clarissa'ya çevirmişti.
"Clarissa, Giona Natanaele ile tanışmışsın. Ne hoş. Seni tanıştırmak istediğim başka aile yakınlarımız var gidelim mi?"
Clarissa yeşim yeşili gözlerini önce Byanca'ya ardından Giulia'ya çevirdi. Anlam veremedi. İki kadından gözlerini çevirdiğinde, Luca kendisine gülümsüyordu. Üç yaşındaki çocuk adeta Dante'nin küçüklüğüydü. Başıyla Byanca'yı onayladı Clarissa. Giona ile birbirlerine iyi dileklerini sunduklarında arkasına dönmüştü ki armağanı hatırladı.
Yanında ilerleyen Byanca ve Luca'ya aldırmadan tekrar Giulia'ya döndü.
"Bu arada, dün gönderdiğiniz armağan için teşekkürlerimi kabul edin. Oldukça eşsiz bir zevkiniz var."
"İyi günlerde kullanın. Tekrar tebrik ederim."
Günün geri kalanını Byanca'nın kollarında, davetlilerin arasında savrularak geçirdi Clarissa. Kızın tüm bu şatafatlı davetlerden hoşlanmadığını anlayan Byanca yüzünü güldürmek için büyük bir çaba harcamıştı. Tüm arkadaşlarıyla tanıştırmış, bir çok muhabbete dahil etmişti. Karamsar ve umutsuz ruh halinin aksine iyi iş çıkardığını düşünüyordu Clarissa. Byanca'nın yakın arkadaşlarıyla giyim kuşam hakkındaki muhabbetlerine elinden geldiğince dahil olmaya çalışmıştı. Davetin ilerleyen saatlerinde hava kararmış, ağaçlardaki fenerler hafifçe parlayarak beyaz çiçeklerle donatılmış bahçeyi aydınlatmaya başlamıştı. Vakit gece yarısına yaklaştığında, Clarissa içtiği şaraplarla gerginliğini kısmen atmış Lavinia ile sohbet ediyordu.
Lavinia, Panzio toprakları ve San Lorenchi topraklarının komşu olduğunu ve sık sık görüşebileceklerini, birlikte gezintiye çıkabileceklerini söylerken yanlarına Andreani, yanlarına yaklaştı.
"Eminim Clarissa ona arkadaşlık etmenden memnun olacaktır Lavinia. Lakin bizim şimdi yola çıkmamız gerek."
Clarissa'nın gülen yüzü bu sözlerle gölgelenmişti. Tedirgin gözleri Andreani'ye döndüğünde göz göze gelmişlerdi. Andreani tüm rahatlığıyla kolunu karısının beline dolamış, yüzündeki yarım gülümsemeyle konuşmuştu.
"Hadi, ailelerimizle vedalaşalım."
Andreani ve Clarissa kol kola aileleriyle vedalaşmış, tekrar iyi dilekleri kabul etmişlerdi. Byanca parmak uçlarına yükseldiğinde yüreğinden dolup taşan sevgisi ile ağabeyine sarılmıştı. Clarissa'yı daha düğün hazırlıkları zamanında kardeşi gibi görmeye başlayan kadın, Clarissa'nın tüm gergin ve ürkek tavrına rağmen içtenlikle sarmıştı kollarını yeni geline.
Rinaldo ve Lucrezia ile arasına fersah fersah mesafe koyan Clarissa, Lucrezia'ya sarılmamıştı. Fakat Rinaldo kardeşini hazırlıksız yakalamış kollarının arasına alıvermişti. Şüphesiz en zoru babası ve Guliano ile olandı. Guliano ile uzun uzun sarılan genç kız kardeşini kulağına mırıldandığı sakinleştirici sözlerle kendini ağlamamak için zor tutmuştu. Cesare ile de vedalaştığında gitmeye hazırdı. Panzio ailesi ile vedalaşma gereği duymamışlardı. Toprakları komşu olan iki aile sık sık görüşeceklerdi. Byanca'nın gelinliğine uygun diktirdiği pançoyu üzerine geçirip düğmelerini geçirdiğinde elini kavrayan Andreani ile onları bekleyen at arabasına geçmişti.
Karanlık çökmüş toprak yolda ilerliyorlardı. Roma şehir merkezinden çıkmış, kırsaldaki San Lorenchi'ye gitmek için ağaçların çevrelediği yolu camın arkasından manasız gözlerle izliyordu Clarissa. Kalbi göğüs kafesinden duyulacak kadar sesli gümbürdüyordu ve nefesi boğazına tıkanmış durumdaydı. Andreani'nin gözlerini üzerinde hissediyordu lakin karşılık vermeyi reddederek yüzüne bakmamakta kararlıydı. Doğruca karanlık yolu izleyen genç kız bir taraftan da gelinliğinin üzerinde inci işlemelerini çekiştirmeye başlamıştı.
Taş duvarların ortasına yerleştirilmiş, kemerli demir kapının açılmasıyla at arabası çakıl yolda bir süre ilerlemiş ardından Ludovico Malikane'sinin önünde durmuştu. Bununla birlikte yolculuklarının bittiğini anlamıştı Clarissa. Andreani'nin kahyası Tobia at arabasının kapısını açtığında arabadan inen adam, ardından karısının inmesine yardım etmek için elini uzatmıştı. Bir müddet boş gözlerle kocasının karanlıkta parlayan mavi gözlerine bakan Clarissa, titreyen ellerinden biriyle saten eteğini tutmuş, diğer elini de adamın uzanan eline yerleştirmişti.
At arabasının basamaklarından inip yere ayağını bastığında, ay ışının aydınlattığı bahçeye göz gezdirmişti. Karanlığa teslim olmuş bahçe o an ürkütücü gelmişti gözüne. İki küçük aslan heykelinin olduğu kemerli girişin iki yanında meşaleler yanıyordu. Bunun dışında etraf karanlıktı. Solgun yeşil gözlerini evin pencerelerinde gezdirdi Clarissa. Ay ışığının altındaki beyaz mermerden malikanenin içi en az bahçesi kadar karanlıktı. Tobia, at arabasının küçük kapısını kapattığında, arabacı daire biçimli araba yolunda ilerlemeye başlamıştı. Reverans yapan Tobia elinde tuttuğu kandiliyle malikanenin önünde uzanan ince taş yolda müştemilatların olduğu yöne doğru yönelmişti.
Andreani'nin ellini daha iyi kavramasıyla bakışlarını adama çevirdi. Karanlık içinde üzerindeki şarap rengi ceketi ile bir siluet gibi gözüken adam, onu malikanenin girişine doğru ilerlemeye zorlamaya başlamıştı. Önünde ilerleyen adamın yüz ifadesini görmemek onu daha da germişti. Eve girmekten başka çaresi olmadığını bilen Clarissa, usulca kendisini eve çekiştirmesine izin verdi. Büyük ahşap kapının üzerindeki aslan başı olan tokmağa elini koyan Andreani, açtı kapıyı. Büyük oymalı kapı açıldığında, Clarissa'nın daha önce gördüğü gösterişli koridora ulaşmışlardı. Geniş holde iki yanan ayaklı gümüş şamdan dışında ışık yoktu. Pürüzsüz düz taşlarla inşa edilmiş malikâneye keskin soğuk bir sessizlik hakimdi. Clarissa'nın daha önce dikkat etmediği koyu mavi örtü serili merdivenlere yönelip üst kata çıktılar. Geniş holün batı kanadına doğru ilerlediklerinde iki kanatlı ahşap kapının önüne gelmişlerdi.
Andreani odanın kapısını açtığında, Clarissa çoktan dehşet ve umutsuzluğa kapılmıştı. Korktuğunu belli etmemek için çabalayan genç kız, odaya adım attı. Andreani'nin kapıyı kapatmak için arkasını dönmesini fırsat bildi. Odanın karşısındaki yere kadar uzanan büyük cama doğru ilerledi. O adama arkasını dönmüş karanlık manzarayı izlerken ölüm sessizliği içinde kapıyı kapattı Andreani. İlgisiz görünmeye çalışırken korku dolu gözleri şaşkınlıkla büyük ve lüks odada gezindi. Oda Virgilio köşkündeki odasının iki katı genişliğindeydi. Üzerinden ince kadife kumaşların sarktığı dört direkli büyük karyolanın üzerine yumuşak görünen parlak beyaz bir örtü serilmişti. Demir parmaklı geniş şömine yatağın karşısındaki duvara yaslıydı, önüne yerleştirilmiş, kolları oymalı büyük iki koyu mavi koltuğun önünde küçük ahşap bir sehpa üzerinde gösterişli şamdanın içinde mumlar yanıyordu Büyük yatağın sağ tarafında malikanenin arka cephesini gösteren balkona açılan çift kanatlı kapı vardı. Kapının yanındaki duvara yaslanmış geniş bir konsolun üzerine cam sürahi ve iki bardak konulmuştu. Yatağın yanındaki bir çift uzun, gümüş şamdanda mumlar yanıyordu. Odanın boş duvarlarında çeşitli tablolar ve konsolun yanında büyük bir boy aynası vardı, parlak taş zeminde halı bile vardı.
Yatağın solundaki kapı aralıktı ve içeriden cılız bir ışık yükseliyordu. Giyinme odası olabilir diye geçirdi içinden lakin daha fazla fikir yürütemedi. Korkusu o an bu kapının nereye açıldığını merak edemeyecek boyuttaydı. Andreani kıpırdadığı anda kendine engel olamayıp yerinden zıpladı. Bakışları buluştu. Gözleri dolmuş olsa da soğukkanlı görünmek için kendiyle savaşıyordu. Bakışlarını kaçırdı. Yeşil gözleri odanın içinde anlamsız ifadeyle gezinirken, Andreani üzerindeki ceketin düğmelerini zorlanmadan çözüp üzerinden çıkardı. Eline aldığı ceketi ilerleyip geniş yatağın önündeki divana bıraktı. Ardından boynundaki beyaz fırfırlı yakalığı ve siyah yeleğini de çıkarıp, üzerine koydu.
Clarissa'nın bakışlarını kendinden korkuyla nasıl kaçırdığını fark etmişti. Sakin ama kesinlikle emir tonu taşıyan bir sesle konuştu.
"Clarissa, yanıma gel."
Clarissa'nın küt küt atan kalbinin atışları daha da hızlandı. Önünde birleştirdiği ellerini güç almak istercesine tüm gücüyle sıkıyordu. Göz pınarları gözyaşıyla dolmak için yalvarıyordu adeta. Lakin izin vermedi. Korkabilirdi lakin bunu gösteremezdi. Sessiz ve çaresiz bir şekilde ilerledi. Konuşmak, istemediğini söylemek istiyordu lakin karşı koymasının bir anlamı yoktu. Evlenmişlerdi. Kaderi o kilisede adamın karısı olduğunu kabul etmesiyle Andreani ile mühürlenmişti. Dönüşü yoktu.
Mağrur duruşlu, keskin dilli, inatçı hallerinden uzak, karşısındaki kıza baktı bir süre Andreani. Yemyeşil gözlerde korku hareleri oynaşıyordu. Hızlanan nefesiyle göğsü inip kalkıyordu. Eli yavaşça yanağını buldu. Yanağına yerleşen ele rağmen bakışlarını kaldırmamıştı. Derin bir nefes alan Andreani, çekti elini. İki elini kaldırıp saçlarına yerleştirilmiş tacı yavaşça çıkardı. Ceketinin üzerine bırakırken geçti arkasına.
Clarissa, başını eğmiş artık tutamadığı gözyaşlarını serbest bırakırken, elleri ilk günden bu yana hayran olduğu parlak saçlara gitti. Açık kumral saçlar, zümrütten bir tokayla tutturulmuştu. Bir süre uğraştığında çıkardı tokayı. Ellerini gevşek örgülerin arasına geçirdiğinde nazikçe çözdü. İpek kadar yumuşak saçlar döküldü omuzlarından beline. Kalın buklelerin arasında tekrar elini gezdirdi Andreani. Yumuşak saçlar ellerinin arasında adeta kayıyordu. Tüm saçlarını eline aldığında omuzlarından önüne attı.
Gelinliğin belindeki ipleri kavradığında genç kızın titreyerek nefes aldığını hissetti. Sinirli sinirli iç geçirdi. Ellerinin altındaki karısının kendisine dokunduğu için ağlaması hayatı boyunca isteyeceği en son şeydi. Zihnindeki görüntülerden kurtulamayan adam hali hazırda öfkeliyken kızın bu tutumu öfkesini katmerliyordu. Parmakları saten gelinliğin iplerini çözdüğünde korsenin düğümünü de çözdü. Bununla birlikte omuzlarda duran elbiseyi usulca serbest bıraktığında gelinlik genç kızın iki yanına düştü. Clarissa içliği ile kaldığında önce boğazından hafif bir hıçkırık çıktığını duydu sonra küçük, şüphe uyandırıcı burun çekişleri. Ağladığını anladı.
İnce askılı beyaz içliği ile tüm vücudu silik olsa da seçiliyordu. Hala karısının arkasında olan adamın gözleri üzerinde dolaştı. Tahmin ettiği gibi kalçaları, göğüsleri gibi dolgundu. İnce uzun vücut yapısına sahip olan Clarissa, zayıftı lakin kesinlikle sıska bir kadın değildi. İçinde uyanan erkeksi duygulara ket vuran adam derin bir nefes aldığında hala boynunda asılı olan kolyesine uzandı. Usulca aile yadigarı -ki artık Clarissa'ya aitti- kolyeyi çıkardığında ince askılı beyaz içliğin içindeki kızın yaprak gibi titrediğini görebiliyordu. Başını hafifçe yana eğdiğinde kollarındaki izleri seçti. Gelinliğinin kapalı kollarının arkasına saklanmıştı fakat morarmaya başlamış pürüzsüz ten şimdi gözler önündeydi. Genç adamın içinden acıyıp acımadığını sormak geçti. Belki uzanıp öpebilirdi. Fakat yapmadı Andreani. Sağ elini kızın çıplak omuzuna koydu. Bununla elinin altındaki beden irkilmişti. Umursamadı, kızın kulağına yaklaştırdığı dudaklarıyla usulca konuştu.
"Yatağın solundaki oda, giyinme odası. Gidip üzerine geceliğini giyebilirsin."
Bununla birlikte bir adım geriye çıktı Andreani. Karısının yanından geçti. Oda boyunca ilerleyip yanan şöminenin önüne durdu. Karısı hala olduğu yerde içliğiyle dikilirken dönüp bakmak için yanıp tutuşan isteğini bastırmaya çalıştı. Mavi gözlerini yanan odunlara dikmiş, üzerindeki gömleğin düğmelerini çözmeye başlamıştı.
Güçlükle kendine gelen Clarissa, titreyen elleriyle ıslanan yüzünü sildiğinde, derin bir nefes çekti. Andreani gömleğini çıkarmaya başlamıştı. Titreyen bacaklarını güçlükle hareket ettirdi. Geniş gelinliğinin arasından çıkıp adımını attı. Sarsak adımlarla aralık kapıdan içeri girdi. Geniş odanın tüm duvarları gömmeli ahşap dolaplarla kaplıydı. Odanın köşesinde büyük bir boy aynası vardı. Ağlamaktan kızarmış yeşil gözleri yansımasıyla buluştuğunda tekrar gözyaşlarına boğulmaktan korktu. Gözlerini kapattı ve derin bir nefesler alıp sakinleşmeye çalıştı.
Küçük odada ne kadar kaldığını bilmiyordu Clarissa. Kontrolden çıkmış nefesinin ve titreyen vücudunun düzelmesini beklemişti. Islanmış yüzünü dolapların birinin içinde bulduğu beyaz bez ile silmişti. Büyük dolapları tek tek açtığında sol tarafın kendisine ait olduğunu anladı. Dolaplara sıra sıra kendi elbiseleri asılmıştı. Günler önce tüm eşyaları Ludovico Malikanesine gönderilmişti. Sessizce iç çeken genç kız dolapları bir müddet daha karıştırdığında kendi beyaz geceliğini bulup giydi. İsteksiz adımlarla odadan çıktı.
Uzun kollu yakaları dantel işlemeli beyaz geceliği ile kapının önünde dikildiğinde, Andeani'nin konsolun önünde elindeki cam bardaktan su içtiğini gördü. Üst bedeni çıplaktı lakin pantolonunu çıkarmamıştı. Mavi gözlerini ona çeviren adam kızı önce bir süzmüş ardından elindeki bardağı bırakıp yanındaki diğer boş bardağa su doldurmuştu. Eline aldığı su solu bardakla karısının önüne geldiğinde uzatmıştı. Clarissa'nın çekingen halini gördüğünde bıkkınlıkla söylendi.
"Clarissa, iç şunu."
Gözlerini usulca kaldıran genç kız göz göze geldiklerinden herhangi bir karşılık verebilecek durumda değildi. Usulca uzanıp bardağı elinden aldı. Tam önünde duran Andreani içmesini beklercesine kaşlarını havaya kaldırdığında dudaklarına götürdü cam bardağı.
Andreani, geceliğini giymek için onu yatak odasında bırakmıştı. Gürül gürül yanan şömine gecenin soğuğunu adeta kovuyordu. Odanın içinde birkaç adım ilerleyen Clarissa, suyunu içmişti. Arkasındaki dev yatağı görmezden gelmeye çalışarak şöminenin içinde yanan odunları ilerken üzerine koyu mavi bir gecelik takımı geçiren Andreani odanın içindeki mumları döndürmek için hareketlenmişti. Odanın dört bir yanında gezip mumları söndürürken başını karısına çevirdi.
"Oda tamamıyla kararmadan yatağa geç. Bütün gece orada dikilecek halin yok."
Andreani'nin tüm olağanlığı ve düz sesiyle söylediği sözler üzerinde Clarissa'nın elleri tekrar titremeye başladı. Elinde duran cam bardağı, çıplak ayaklarıyla ahşap zeminde ilerleyip yatağın yanındaki küçük sehpaya bıraktı. Bakışlarını yataktan kaçırmanın bir faydası olmadığını biliyordu artık. Büyük yatağın çevresinde ilerleyip, titreyen elleriyle parlak beyaz örtüyü kaldırdı. Derin bir soluk alıp örtünün altına girdi. O sırt üstü uzanmış, yatağın üstündeki koyu kırmızı kenarları altın işlemeli cibinlikle geriye atılmış ağır, kabartmalı ve bükümlü ipeklerle, perdeleri tutan altın sırmalara tedirgin gözlerle bakarken tüm mumları söndürmüş kocası büyük bir güvenle yatağa girdi. Aralarında hatırı sayılır bir uzaklık vardı. Bakışlarını çevirmeyen Clarissa, Andreani'nin kıpırdanmasıyla yerinden sıçradı. Mesafeyi kapatan adam, bir kolunu destek olarak yatağa koymuş üzerine eğilmişti. Yüzleri karşılıklı geldiğinde nefesini yüzünde hissediyordu Clarissa.
"Seni istemiyorum Clarissa. En azından şimdilik. Dün yaşananlar için sana çok sinirliyim, öfkeliyim. İçimde susturamadığım öfkeli bir adam var. Zihnimde kurtulamadığım dönüp duran görüntülerle sakin kalmakta zorlanıyorum. İnan bundan daha azı için cinayet işlemişliğim var. Tüm bunlardan kurtulduğumda sana kocan olduğumu göstereceğim lakin karşımda korkudan titremeni değil, benimle kendi rızanla birlikte olmanı istiyorum. Şimdi, kararımı değiştirmeden uyu."
Karanlık odada kendisini büyümüş gözleriyle dinleyen karısına son kez göz gezdiren adam, ardından vücudunu gürültüyle yanına devirdi. Ağırlığıyla sallandı yatak. Uzandığı yerde ürkek bakışlarını yanındaki kocasına çevirdi Clarissa. Yüz üstü dönmüş, uyumaya hazırlanıyordu. Derin bir nefes çektiğinde yavaşça sırtını adama döndü. Yorganını kavradı sıkıca. Yorgun vücuduna direnmedi. Ağlamaktan ıslanmış uzun kirpikleri kıvrık birer yelpaze gibi yanaklarına kapandı. Ludovico Malikane'sindeki ilk uykusuna huzursuz ve kırgın bir şekilde daldı Clarissa.
YAZAN; MİRENA MARTİNELL
Okuduğunuz için öncelikle teşekkür ederim.
Muhteşem Güzelliğik benim ilk hikayem olduğu için üzerinde çok titizleniyorum. Her açıdan büyük emek harcadığımı söyleyebilirim. Okuyucu kitlem fazla olmasa da okuyan bir kesim var. Keşke okuyan kişiler aynı zamanda oy da verse. İnanın bu benim yazma şevkimi fazlasıyla etkiler :) Özetle oy verirseniz çoook sevinirim :)
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top