Giriş
Muhteşem Güzellik - Giriş
Roma - Nisan 1502
Hıristiyan dünyasının merkezi Roma'da bin beş yüz iki yılının nisan ayında yarım ay karanlık, gökyüzüne dingin bir parlaklık veriyordu. Tüm Roma gecenin geç vakitlerinde dinlendirici uykularının tadını çıkardıkları o gecede şehir merkezindeki Virgilio Köşkü'nün mermer duvarları arasına günlerdir ne bir cılız gün ışığı ne bir umut kırıntısı girmişti.
Köşkün hanımı Esta Virgilio günler önce başlayan erken doğumunun sancıları içinde kıvrandığı ikinci günün ardından ölümün kıyısına geldiğini hissediyordu. Kocası Marco Virgilio ile paylaştığı kadife kumaşların sarktığı dört direkli büyük karyolasının üzerinde başını gerisin geriye yastıkların üzerine atmış büyük güçlükle nefes almaya çalışıyordu. Yatak odasındaki sönmeye yüz tutmuş odun alevi ağır ağır dans ediyor bahar gecesinin hafif soğuğunu kırarken odanın atmosferini daha da hüzünlü bir hale sokuyordu.
Yatağında tüm vücudu acı içinde adeta parçalara ayrılırken bedenini hissetmemeye başlamıştı Esta Virgilio. Büyük bir gayret gösterdiğinde yanında öylece duran solgun eli havalanmış şişkin karnını bulmuştu. Kadının solmuş dudakları hareketlenmiş üzerinden acı dolu bir gülümseme geçmişti. Kanındaki bebeğinin ondan asla ayılmayacağını, birlikte gideceklerini anlamıştı.
Ebe kadının çaresizliğini göz ardı ettiğinde, uzun ve gür kirpikli cansız yeşil gözlerini zorlukla aralamıştı. Gördüğü manzara bedeninin acısıyla kıyaslanamazdı. Yatak odasının kapısında çığlık çığlığa ağlayan kendisine tıpa tıp benzeyen yeşim taşı rengi gözlere sahip on beş yaşındaki kızının yakarışları tüm mermer köşkte yankılanıyordu. Hizmetlisi Berta'nın kolları arasında çırpınan Clarissa'nın narin bedeni rüzgarda yaprakları titreyen bir kitap gibiydi. Karnındaki elini zorlukla uzatmıştı Esta. Annesinin kendisini yanına çağırmasıyla Berta'nın tutuşundan kurtulan küçük kız iki büklüm yanını bulmuştu.
Kanlar içindeki yatağa oturan Clarissa, annesinin elini öpmüş, koklamıştı büyük bir sevgiyle. Gözlerinden yaşlar ardı ardına akıyor, küçük bedeni hıçkırıklarla sarsılıyordu. Hayran olduğu yeşim taşı rengindeki gözlere uzanıp gözyaşları silmek istedi Esta. Fakat kolunu kaldıracak ne gücü ne de ailesinin parlayan güneşi olarak adlandırdığı küçük kızına söyleyecek umut dolu bir sözü vardı.
Clarissa henüz on beşinde neşeli, hayat dolu, bilgi edinme hırsıyla doğmuş zeki bir kız çocuğuydu. Ortanca ve tek kız çocuğu olan Clarissa'yı ayrıcalıklı bir kız olarak yetiştirmişti Esta. Genç kızların zarafet ve işve abidesi olarak tanınmaya alışıldığı o zamanda Clarissa aldığı büyük tutkuların dersleri ile zeki, kendine güvenen bir genç kız olma yolundaydı. Roma'nın en iyi hocalarından aldığı, felsefe, geometri, edebiyat, sanat gibi derslerle işve ve güzellikten daha fazlasını barındıran bir kız çocuğu yetiştirmişti. Şüphesiz hayatının gurur kaynağı olarak görmüştü kızını.
Kendisinin bire bir benzeri olan küçük kızına bakarken sevgisinin içini delip geçtiğini hissetti kadın. Dağılmış açık kumral saçları, elbisesinin sarısı zayıf bedenini sararken ve ıslanmış yanaklarıyla kendisine onu bırakmaması için yalvaran kızının halini görmek canını hiç olmadığı kadar yakıyordu. Açık tutmakta zorlandığı gözlerini son kez bakmak istercesine kızının küçük yüzünde gezdirirken, acıyla yutkundu. Kızına son kez annelik öğüdü vermek isteyen kadın zor duyulan sesiyle konuşmuştu.
"Şimdi ağlıyorsun, lakin ileride mutlaka güçlü bir genç kız olacaksın. Şimdi korkuyorsun, lakin eminim ileride cesur bir genç kız olacaksın. Yıllar sonra zeki ve kendine güvenen bir kadın olduğunda acılarının arasından ayağa kalkıp yaşamaya devam etmeyi öğrenmiş olacaksın. Bana söz ver. Muhteşem güzelliği keşfetmeyi hiç bırakmayacak ve onu elde edeceksin."
Acı dolu bir gözyaşı damlası daha küçük kızın pürüzsüz yanağından aşağıya yuvarlandı. Islanmış yüzüne yapışan bir tutam saçı zorla geriye ittirdiğinde, ıslanmış gözlerini elinin tersiyle sildi küçük kız.
"Söz veriyorum. Senin gibi olacağım."
Esta Virgilio, nisan aynının ikinci haftasında yemyeşil hayat dolu gözlerini özlem, gurur ve acı karışımı duygularla yumdu. Arkasında kendisine seven bir koca, iki erkek ve bir kız çocuğu bıraktı. Karnındaki bebeği ile ruhu dünyadan ayrılıp gökyüzüne yükselirken, küçük kızının çığlıklarını duyabiliyordu. Cansız bedeninin üzerine serilen beyaz örtüyle Clarissa'nın ağabeyi Rinaldo'nun kucağında çırpınarak hizmetlilere engel olmaya çabalamasını yüzündeki acı dolu gülümsemesi ile seyretti. O gün mermer köşkte acı dolu yakarışlar yankılanırken, Marco Virgilio aşık olduğu ruh eşini kaybetmenin kederiyle uzun yıllar çıkamayacağı derin bir buhrana girmişti. Son kez ailesine bakan kadının göz pınarlarından bir yaş süzülmüştü.
Esta Vigilio'nun ölümünün ilk iki senesi annesine verdiği sözü tutamamıştı Clarissa. Babaları, Virgilio ailesinin tüm işlerini on dokuz yaşındaki oğlu Rinaldo'ya bırakmıştı. Nesillerdir devam eden Virgilio hanesinin düzenini, nasıl koruyacakları konusunda tecrübeli olmayan ağabey ve kardeş birbirlerinden destek alarak, zor zamanlarını geride bırakmak için çok çabalamışlardı. Bankanın işleri hakim olmakta zorlanan Rinaldo'nun en büyük destekçisi şüphesiz kız kardeşi Clarissa olmuştu. Mermer köşkü çekip çevirmeye, ağabeyine aile işinde yardım etmeye başlayan Clarissa'nın tüm hayatı kısa zamanda ailesine karşı sorumlulukları oluvermişti.
Annesinin vefatının ardından geçen ikinci senede kara bulut yığınının ardından cılız bir güneş kendini göstermişti. On yedi yaşındaki Clarissa, artık küçük bir kız çocuğu değildi. O yıl ürkek ve kırgın ruhunu yönlendirmeyi öğrenmişti. Duygularını uyuşturmuş, kendini korumaya almıştı. Doğuştan gelen hırslı kişiliğinin kırıntılarını bulduğunda annesini onurlandırmaya başlamaya karar vermişti.
On sekiz yaşına geldiğinde doğa ve zaman kendisine büyük bir armağan sunmuştu. Oval hatlarla bezeli genç yüzü vaat ettiği büyüleyici güzelliğe bürünmüştü. Gür kirpiklerle çevrili yeşil gözleri, kavisli kaşlarının altında birer yeşim taşı gibi parlamaya başlamıştı. Çıkık elmacık kemikleri, ince beyaz boynu ve dolgun dudakları kusursuzdu. Açık kumral kalın bukleleri beline dökülen ipek kadar yumuşak saçları, uzun boyu, ince beli ile serpilmiş genç bir kıza dönüşmüştü. O yıl Clarissa annesi gibi zarif bir hanımefendi olmuştu.
Clarissa yirmi yaşına geldiğinde, kendine çizdiği küçük huzurlu dünyasında yaşayan eşsiz bir genç kızdı artık. Ağabeyi Rinaldo'nun iş yükünü hafifletmek için, muhasebecileri Nario ile hesap defterlerinin takibini yürüten Clarissa, aynı zamanda abisine danışmalık yapıyordu. Bununla birlikte Virgilio köşkünü ustalıkla çekip çeviriyordu. Bankanın iş görüşmelerinde bulunuyor, fikirlerini açık sözlülükle dile getiriyordu. On beş yaşındakinin aksine Clarissa, artık korkmuyor veya ağlamıyordu. Tıpkı annesinin son sözleri gibi acılarını ustalıkla meziyete dönüştürmüştü. Keder ve acıyı deneyimlemiş genç kız bunu gizlemeyi de öğrenmişti. Ruhunu tekrar büyük tutkularla doyurmaya başlamıştı. Hayatında tekrar güneş tüm cömertliğiyle parıldıyor, renklerle bezeli gökkuşağı etrafını sarıyordu.
Bir çok yaşıtının aksine ailesi içindeki söz hakkıyla dilediğince yaşıyordu Clarissa. Öyle ki Roma'da aileyi ağabeyi Rinaldo ile bir yönettiklerini söyleyenler dahi vardı. Zaman zaman can sıkıcı dedikoduların öznesi olsa da sorun etmiyordu genç kız. Kendi küçük dünyası içinde mutluydu. Evliliğe, kimsenin saygınlığına, servetine gerek duymayan Clarissa söz sahibi olduğu aile evinde tüm hayatını geçireceğini düşünüyordu. Evliliklerin iki piyondan ibaret olduğunu düşünen Clarissa, kızların aşk için değil ailelerin refahı için evlendirildiklerini görecek kadar zeki bir kızdı.
YAZAN; MİRENA MARTİNELL
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top