Bölüm 96

Evlendiğimizden beri neredeyse bir ay geçmişti. Çok mutluydum. Mutluyduk. Gülmekten ağzımın kenarlarının ağrımaya başladığı bir hayat sürüyordum. Bir gün bundan şikayet edeceksin deseler sanırım onlara gülerdim. Ben şikayet mi dedim? Ah tabi ki hayır. Benim ki sadece küçük, ufacık, minicik bir serzeniş. Ali Ömer artık şirkete de gitmiyor. Tüm günü o, ben ve çocuklar beraber geçiriyoruz. Bazen bahçede Denizin peşinde yakalamaca oynuyoruz bazen Güneşe mama yedirip altını temizlerken şebeklikler yapıp ou eğlendiriyoruz. Mesela dün Ali Ömer Denizle evcilik oynadı. Ona misafirliğe gidip komşu olarak plastik çay fincanlarından çay içti ve masada duran ve hayali olmayıp gerçekte sahiden de var olan kekten yedi. Gözlerindeki ışıltı , yüzünden hiç eksilmeyen o gülümseme ile  mutlu olduğunu anlamam yeterdi.

Ben serzeniş mi demiştim? Yok değildir o. Bakayım değil. Olamaz ki zaten. Biz dört kişi bir arada bu kadar mutluyken, hayallerimin ötesinde bir hayat yaşarken ne serzenişiymiş o? Gerçi Ali Ömere kalsa bizim aileden yedekler de dahil bir futbol takımı kurma isteği ve amacı var. Ben istiyor muyum? Yani şimdi Toprak, Çiçek, Gül, Çınar, Su, Lale, Yonca, Nehir ve Menekşe tamam. Hatta Yağmur bile tamam, ama zaten asıl kadro Deniz ve Güneş ile birlikte kurulmuş oluyor. Bir kere söz verdik. İyi halt ettin Sera. Hadi tut şimdi sözünü. Tutarız ne olmuş yani. Ben sözümü tutarım da bakalım iş gerçeğe dökülünce Ali Ömer beyimiz ne kadar dayanabilecek? Öyle sadece istemekle, söylemekle ve hayal kurmakla olmuyor. Bunun bezi var, maması var, kıyafeti var, odası var, oyuncağı var. okulu var, arkadaşları var, büyümesi ve büyütmesi var. Var. Var da sanki bunlar Ali Ömere dert. Sanki sorun. Sanki problem. Hey ki hey. Adam zengin. Adamın imkanlar ooooo. İstese çocuk yuvası açar. Zaten bu kadar çocukla da biz kendi okulumuzu da açarız artık. Yüceler çocuk yuvası. Kreşten üniversiteye hatta doktora garantili. On bir iyidir. Hadi diyelim on iki de oldu. Nilüfer. E artık dahası olmaz. Ay olamaz. On iki nedir ya? On iki çocuk mu olur? Hadi oldu bari üçüz ya da dördüz doğsunlar. Benimki de can yani. Can da sanki o üçüzleri, dördüzleri başkası doğurup büyütecek. Ama şu adama bak. Mutluluğuna bak. Ona değer. Değer de on iki çocuktan sonra başkasını bulup giderse benim de elim kalan saçlarını yolmak için kafasına değer. Ha sadece saçlarla kurtulmaz ama olsun. Ben oradan başlarım. Sonra gözlerine inerim. Ay yok. O gözlere kıyamam ki. Yeşil yeşil. Ay ne diyorum ben ya?

"Ne diyorsun aşkım?"

"Ne diyorum?"

"Ben de onu diyorum ya, ne diyorsun sevgilim?"

"Ay ben ne dediğimi biliyor muyum ?"

"On iki felan diyordun. Çocuk diyordun. Ben de diyorum ki....."

"Deme. Sen hiç bir şey deme. Sen o on ikiyi yirmi dört yaparsın şimdi. Hiç gerek yok yani."

"Aslında iyi fikirmiş. Yirmi dört ha?"

"Ali Ömerrrrr"

"Hayatımmmmm."

"Sen şirkete gitmeyecek miydin?"

"Yani aslında gitmem gerek ama gidemiyorum."

"Neden?"

"Sizleri bırakıp gitmek istemiyorum da ondan şaşkın sevgilim. Şurda çocuklarımla oynayıp eğlenmek, seni öpüp koklamak varken git şirkete işlerle uğraş. Rıfat orda işte. O uğraşsın."

"Aşkım yalnız küçük bir ayrıntı var."

"Neymiş o benim akıllı ve güzel karım?"

"Şirket diyorum sevgili kocacım, hani senin ya. Rıfata ne kadar güvensek de patron sensin. Bari şirketi Rıfatın üzerine yap kurtul."

"Olmaz. O şirket çocuklarımın. Denizle Güneşin. "

"Ay ben sana kıyamam. Sen vaz mı geçtin diğerlerinden? Başka çocuk istemiyor musun artık. Bence de kocacım çok haklısın. İki tane yeter. Bir kız bir oğlan."

"Hatun bi sus. Hayır vaz geçmedim ama ne var? Şu an da ikisi var. Bak ortada başka çocuk var mı yok. Ben göremiyorum. Sen görebiliyor musun? Halbuki sevgili karımın bana sözü vardı."

"Aman. Unutma sakın. İyi ki bi söz verdik. Tama tutarız. Kaçmıyoruz ya."

"E tut bi zahmet."

"Tutayım bari napalım."

"Hatunnnn bak öyle nazlı nazlı konuşma benimle, şirkermiş, Rıfatmış dinlemem."

"Ha öyle diyorsun. O zaman biz şey yapalım. Şöyle yapalım. Sen şimdi git. Git şirkete. İşlerini hallet. Ben de çocukları yatırayım. Sonra sana mantı yapayım. Sen gel mantı ye. Şöyle yoğurtlu, salçalı bol sarımsaklı. Offf mis."

"Uyanık seni. Ben yer miyim? Yemem. Sen börek yap bugün. Ispanaklı. "

"Peki beyyyy."

"Kız ben var ya seni....."

"Biliyorum hayatım seversin. Ben de seni seviyorum. Çocuklar hadi babaya hoşçakal deyin. Baba işe gidip gelecek."

"Gelecek baba da. Seram yarın mı gitsem?"

"Aaaaa aşkım ne o öyle okuldan kaçan öğrenci gibi. Hadi bak daha çocukları yatırıp Cerene gitmem gerek benim. Yeğenim doğdu. Tek başına bıraktım kızı. Sonra eve gelip sana börek yapmam gerek. Bir sürü işim var daha. "

"Ben seni bırakayım istersen Cerene?"

"Aslında düşündüm de çocukları da götüreyim onlarda özledi teyzelerini. Bizim hazırlanmamız uzun sürer, sen git aşkım."

" O zaman benim arabamla gidin, daha güvenli."

"Sen ne yapacaksın aşkım o zaman?"

"Ben de senin arabanı alırım aşkım. Servisten geldi dün."

"Tamam o zaman. Hadi bakalım Ceren teyzenize gidiyoruzzzz. Babaya öpücük verin."

" Seram dikkatli kullan olur mu?"

"Olur aşkım. Sen bizi merak etme."

Ah be adam. Bıraksak evden hiç çıkmayacaksın. Hayır şikayet etmiyorum. Serzeniş de değil işte. Biliyorum tüm hayatın biziz. Benim de tüm hayatım sizsiniz. Ya o gözlerindeki bakış? Sanki en sevdiği oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi mahzun durma. Acıtma kalbimi. Nefesimi soldurma. Ben nasıl yaşadım sensiz bir yıl? Ben nasıl yaşadım sensiz onca zaman? Sen yokken ben nasıl vardım ki? Şimdi dur desem, kal desem, gitme sem, biliyorum kalacaksın. Fakat daha bir öğleden sonralık ayrılıklara alışamazken biz nasıl döneceğiz normal hayatlarımıza? Sanki ben ayrılmak istiyorum senden. Sanki ben farklıyım senden.

Ali Ömer çocukları öpüp, kokularını uzunca içine çektikten sonra yanıma gelip bana sarıldı. O an içimde tuhaf bir şey hissettim ama üzerinde durmadım, çünkü ona söz vermiştim, kötü şeyler düşünmek yoktu. Kötü kötüyü çekerdi.

Cerene gittiğimizde Güneş uyuyakalmıştı. Denizse bitmeyen enerjisiyle etrafta koşturup duruyordu. Ve benim içimdeki anlamlandıramadığım o garip duygu çöreklendiği yerde duruyordu. Habis bir tohum gibi köklerini en derinlere salıyordu. Ortada endişelenmemi gerektirecek herhangi bir şey olmadığını biliyordum. Yine de her ne kadar düşünmemeye, kulak vermemeye çalışsam da değişik bir uğultu kulaklarımda yer edinmiş ve göğsümden kalbime inen aralığa bir ağırlık çökmüştü. Sanki mevsim yazken aniden gelen kara bulutlar ile kararan gökyüzü misali az sonra yağacak yağmurun ve çakacak yıldırımların habercisiydi. Tek fark yaz yağmuru yağıp geçerken bunun kasırga da çıkaracak kadar etkili olmasıydı. Hissettiğim duygular giderek artarken Cerenin söylediklerine kulak veremiyor, çoğu zaman sadece kafamı sallamakla ya da bir kaç ne dediğimi bilmediğim kelimeyle geçiştirmekle uğraşıyordum.

"Sera sen iyi misin?"

"........."

"Sera? Canım beni duyuyor musun?"

"Hı?"

"İyi misin?"

"İçimde çok tuhaf bir duygu var Ceren. Sanki kötü bir şey olacak gibi."

"Anlaşıldı. Sen kocanı özledin. E tabi kaç zamandır berabersiniz hep. Arkadaşına sıra gelir mi?"

"Ceren bu.... öyle bir şey değil. Gerçekten çok tuhaf. Sanki kalbimde kocaman bir taş var ve kenarları bıçak gibi keskin. Canımı çok yakıyor."

"Sen Ali Ömerden uzaktasın ya şimdi ondan bunlar hep. Merak etme akşama onu görünce geçer hepsi."

"Öyle değil mi? Ondandır yani?"

"Tabi ondam şaşkın."

"Ceren ben yapamam, daha fazla kalamam. Benim gitmem gerek. Şirkete .....şirkete gitmeliyim." diye aniden ayağa fırlayınca Ceren de benimle birlikte kalkmıştı.

"Sera canım lütfen sakin olur musun?"

"Ceren bir şey oldu. Biliyorum ben."

"Ne olabilir ki? Ay bu da kocamdan ayrı kalamıyorum demiyor da. Tamam git hadi git. Çocuklar kalsın. Gidin şöyle baş başa bir yemek felan yiyin."

"Tamam. Ararım ben seni. Teşekkür ederim."

"Hadi git sen. Merak etme çocukları da."

Tam evden çıkacakken çalan telefon ile bir an için Ali Ömerin aradığını düşünüp sevinsem de telefonun ekranına bakmamla başıma gelecekleri anlamış gibi ellerim titreyerek açtım.

"Rı...Rıfat?"

"Yenge. Nasıl desem bilemedim ki."

"Söyle. Ne oldu? "

"Abim. Abim hastanede. Kaza yapmış."



Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top