Bölüm 74
Bir zamanlar hatta zamanın oldukça ötesinde bir yerlerde, sakin, sessiz ve huzurlu bir yerlerde bir adam yaşardı. Sevdiği olan ve sevildiğine inanan bir adam. Çocuğu olan ve çocukları olmasını isteyen bir adam. Aşık olduğu kadının en büyük derdi akşam yemeğinde zeytin yağlı enginar mı yoksa kıymalı ıspanak mı yapsam olan. Sevdiği adam ondan her gün mantı ya da su böreği istese de açmaktan gocunmayan. Aşık olduğu adamı sabah kahvaltıdan sonra kapıdan yolculayıp, akşama eve geleceğinden ve o yemeklerden yiyeceğinden emin olan bir kadın. Kendisi ve çocuğu için her şeyi göze alacağından emin olduğu bir adam. Artık bu da olmaz, başımıza gelmez dediği şeylerin başlarına gelip onları birbirlerinden belirsiz sürelerde ayırmayacağı anlar. Ya da daha fazlası.
Fakat hepsi oldu Olmaya da devam edecek. Kimbilir belki de bizim kaderimiz ayrı yazılmıştır ve biz inatla birleştirmeye çalışıyoruzdur. Kopan her noktada o ipe daha kalın ya da daha güçlü düğümler atarak. O düğümler işe yarayacak mı? O düğümler çözülmeyecek mi? O ip farlı bir yerden tekrar kopmayacak mı? Bunca umut bunca bekleyiş ve her şeye rağmen az olan mutluluğun yamacında kendine yuva kurup, gelecekten yine de korkmak ile kalmak ve gitmek arasında yaşamak her gününü işte bu çok zor.
İnsan bir an da silip atamıyor aşkı. Olmayacağını bile bile, işaretleri görmezden gele gele nereye varacağını bilmeden veya belki de bilse de içinden kendine sövgüler yağdırarak ya olursa ümidiyle bir gün, bir saat, bir dakika, bir saniye, bir an daha fazla onunla beraber geçirebilmek adına kandırıyor işte kendini. Karamsarlık değil bu. Uzak durmaya çalıştım. Yüzyıllar gibi geldi. Ve ben belki de bu yüzden dönüp arkamı tüm kötücül ve kaotik işaretlere, yine, yeni ve yeniden üzülmeye dünden meyilli gönlümü hoş tutmayı seçtim. Belki boşa bir umuttur. Belki yanlıştır. Belki saçmasapan bir yanılgıdır. Adı her neyse. Tek bildiğim sevdim. Tek bildiğim sevildim. Şimdi vaz mı geçmeli bir kaç engebe ile karşılaştık diye yolda? Hem yol daha uzun. Yol daha bitmedi. Yolun geri kalanı mutlu olur mu? Bilinmez. Fakat vaz geçmeyi yasakladım kendime. Bize.
Şimdi ne demeli? Nasıl anlatmalı sana bunca olan bitenin arasında ve sen aslında hiç bir şey hatırlamıyorken ve biz bunun nedenini bilmiyorken yine yolumuzun çakıllı, tepeli bir yerden geçtiğini? Hatırlamanı beklemek saflık mı olurdu acaba tüm yaşanmışlıklara inat yine de ben de bizde kalacağını en azından bir yerlerde kırıntılarımızın kalmış ve oradan tekrar filizlenebileceğini, anımsayacağını düşünmek? Oysa sahte umutlar bunlar. Biliyorum. Yine de güzel. Yine de sadece düşünmesi bile ümit verici. Heyecanlandırıcı.
Gözlerin merakla etrafına bakınırken bir zamanlar kahkahalarımızın çınladığı bu evde şu an ne söyleyebileceğimi bilemeden yanında oturuyorum öylece. Aramızda oturan kızımızın anıları bile canlanmıyor o gözlerde. Oysa o seni gördüğü için ne kadarda mutlu. Biliyorum bu eve neden geldiğimizi de merak ediyorsun. Ne diyebilirim ki sana? Ya da nasıl anlatabilirim kırgınlıklarımı, kızgınlıklarımı ve korkularımı? Beni bu kadar iyi tanıyorken aslında hiç tanımıyor oluşunun verdiği acıyı. Hiç kuşku duymamanın nasıl hissettirdiğini. Sana bir şey olmuş olabileceği korkusuyla an be an çarpan kalbimin seni hiç etkilemediğini. Nasıl anlatabilirim bunları sana? Ve daha fazlasını. Göz yaşlarımı. Uykusuz gecelerimi. Seni beklemekten yorgun günlerimi. Ama senin gelmeyişlerini. Kızımızın seni her sorduğunda söyleyecek bir şey bulamayıp sustuklarımı ya da onu oyalamak adına çevirdiğim dolapları. Belki anlamazsın bile. Anlamak için hatırlamak gerek değil mi? Hatırlamak için ne gerek peki? Nasıl bir unutuş seninki? Nasıl ve neden bir unutuş? Kendimi koyuyorum yerine bazen. Ben olsam diyorum. Ben olsam unutur muydum ben de? Sevdiğim bana da el olur muydu? Her ne kadar ben ona da benzese hiç mi kuşku duymazdım onsuzluktan? Hiç mi acaba demezdim? Bilmem. Bilemem ki. Ne desem boş. Ne desem anlamsız. Anlamını yitirdi tüm söylenecekler. Yine de bir şey söylemem lazım. Biliyorum. Bir yerden başlamak gerek. Bir yerden anlatmak gerek. Gerek de anlatabilmek için de söz gerek,sözcük gerek. Kelime gerek. Cümle gerek. En önemlisi ses gerek. Cesaret gerek. Akıl gerek. Ne söyleyeceğini, nasıl söyleyeceğini bilmek gerek. İşte şimdi benim adım korkak. Benim adım akılsız. Cesaretsiz. Yılgın. Bıkkın. Tükenmiş. Veya hepsi. Ya da hiç biri. Sadece korkuyorum belki.
Şimdi burada bu odada oturmuş dakikalardır o güzel gözlerine bakarken neyi nasıl söyleyeceğimi bilmemenin verdiği boşluk var ellerimde. Sen olsan nasıl söylerdin acaba? Kırmadan, dökmeden. Acıtmadan. Başlamalı oysa. Başlatmalı gerçekleri ortaya dökmeye. Ya inanmazsan, ya inandıramazsan korkusu olmadan konuşmalı artık. Tek bir saniye tek bir an daha kaybetmeden. Susmak bile güzel olsa da seninle gözlerin gözlerimde kilitliyken, bir şeyler söylemenin vakti geldi. Duyma zamanı sevgilim şimdi. Duyma ve inanma zamanı. Neden korkuyorum oysa. İnsan inanmaz mı sevdiğine? İnanır elbet. Ya da inanmayı seçmeyip ne yapacağını izleme zamanıdır belki de. Çık şimdi kelimeler çık artık benden ve bitsin bu bekleyiş. Son bulsun içimdeki bu anlamsız korku.
"Ali Ömer....... Konuşmamız.......... gerek."
"Dinliyorum."
Sen dinliyorsun da ben biliyor muyum neyi söyleyeceğimi? Ama bitsin artık bu acı. Dinsin artık bu gereksiz bekleyiş. Hem neden korkuyorum onu bile bilmiyorum. Gidecek değil ya. Daha ne kadar acıyabilir canım? Bir insan daha ne kadar sınanabilir sevdiğiyle? Söylemeliyim. Konuşmalıyım ki son bulsun bu anlamsız korku.
"Hani sen..... şimdi......yani....sen var ya......hani bir kaç aydır ....... başka bir evdeydin ya."
"Evet."
"İşte o evde ........yanında........hani ben .......vardım ya."
"Evet."
"Nasıl söylesem......... Yani o.....o ben var ya o ben...... o ben değildim."
Son söylediğimden sonra Ali Ömer bir süre yüzüme baktı. Gözlerimin içinde bir şeyleri anlamlandırmaya çalışıyor gibi bir hali vardı. Ya da ben öyle sanıyordum, çünkü bir müddet sonra kahkahalarla gülmeye başlamıştı. İtiraf etmeliyim onun kahkahalarını çok özlemiştim. Onu güldürebilmeyi çok özlemiştim. Fakat konumuz bu değildi.
"Ali Ömer ben şaka yapmıyorum. Gerçekten bak. O.....o ben değildim."
Gülmeyi bırakıp ayağa kalkınca ben de ayağa kalktım. Yavaşça yanıma gelip ellerimi tuttu. Gözlerimin içine bakıp, daha sonra kulağıma fısıldadıkları nefesimi kesmeye ve beni şaşırtmaya yetmişti.
"Aslına bakarsan ben bunu zaten biliyorum hatun. Ondan mantı istediğimde ve önüme getiriği yemekten ilk çatalı aldığımda anlamıştım. Kimse senin gibi mantı yapamaz. Ben senin mantını nerede olsa tanırım. "
Şaşırmıştım evet. Ali Ömer açık kalan ağzımı parmağıyla çenemi yukarı ittirerek kapatsa da aklıma üşüşen binlerce soru arasında şu an sadece bir tanesi parıldıyordu ve zaman hesap alma vaktiydi.
***************************
Merhaba,
Hiç bir şey demiyorum.
Sadece yeni bölüm geldi diyorum.
Kırgınlıklarım ve küskünlüklerim devam ediyor.
Çünkü bir emek verip yazıyorum.
Sizlerden ne bir yorum ne bir eleştiri ne bir beğeni.
Yeni bölümü buraya bırakıyorum.
Okursanız umarım ve dilerim beğenirsiniz.
Oy ve yorumlarınızı bekliyor olacağım.
Görüşmek üzere.
***********************
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top