Bölüm 68
Hayat acıtır. Şanslı doğanlardan değilseniz hele daha çok acıtır. İki dirhem bir çekirdek yalnızlıklarda süzer önce, sonra öyle bir hale getirir ki aslında yalnızlığın çok daha iyi olduğuna kanaat getiren bir hengame ortasında yarısı tükenmiş, yarası kanamış ve iki yakası bir araya gelmeyen bir nazenin hüzünde bırakır seni. Sen heba olmuşsun ne fayda? Hesaplar uymaz çoktan unutulmaya meyletmiş karşılıksız bir aşka. Sen bir kere görürüm ümidiyle geceleri gündüze çeviren umudun o en saf haliyle yaşarken yangın yerine dönmüş aşkını, o ise çoktan küle döndürüp esip savurmuştur esrimiş ve o kadar da yitmiş sevdanı. Sen var sanırken o yok demişse bir kere, o karanlık çıkmaz bir daha aydınlığa. Sen yok demişken o var demişse ayrılığa ne kadar düşsen bile peşine dönmez artık o ufka güneş. Gel vazgeç bu sevdadan. Gel unut. Gel sevme. Gel nefes alma......
Nesin sen? Ezik mi? Mazoşist mi? Sadist mi? Ya da sadece depresyondasındır belki. Veya takıntı. Sözlük anlamı ne olursa oldun bekleme. Hele gelmeyecek birini hiç bekleme. Sana sözler verip gelmeyen birini bekleme. Seni sevdiğini söyleyip sevmeyen birini bekleme. Sana beni bekle diyen birini bekleme. Gelmez o. Gelmez artık. Zaman geçti üzerinden. Gündüzler akşam oldu. Dakikalar saat. Saatler gün. Günler yıl. Bekleme. Öyle diyorsun da ey sevgili beyin kalbim neden kabul etmemekte bu kadar dirençli? Neden ben hiç söz geçiremiyorum bu kalbe? Benim değil mi oysa? Ona kanı gönderen benim damarlarım değil mi? Ve ne ironiktir ki aynı kan beynimden de geçmiyor mu? Nedir o zaman kalbimin bedenimden ayrı takılmasının nedeni? Nedir o zaman nefes almama neden olan bir organın aynı zamanda beni bu denli nefessiz ve sensiz bırakması. Ve benim tüm bunlara rağmen seni bırakamamam?
Şu an bedenime giren eski çağlardan bir yazar olmalı. Kimsin sen? Bana bu satırları ışık hızıyla hiç düşünmeden yazdırabilen ey sevgili yazar? Tanışıyor muyuz seninle? Mesela adını sorsam. Söyler miydin bana? Söylemezdin biliyorum. Çünkü bu sadece bir sanrı. Sensizliğim de, en fazla sensizliği hissettiğim zamanlarda bedenime girip bana acımazsızca acı çektiren bir sanrı. Adı yok. Lakabı yok. Anlamı yok. Sadece yazıyorum. Ve bu bile beni rahatlatmıyor. Delirdim mi acaba? Kim bilir. Zamanın adı yok şu an. Varsın delirmiş olayım. Senden asla vazgeçemeyecek ezik bir zavallı olmaktan çok daha iyi geliyor kulağa çünkü.....
Ama hayır. Delirmedim. Sadece seni sevmekten vaz geçemiyorum. Peki ama neden? Bu kadar güçsüz müyüm ben? Ya da ezik bir zavallı olduğum doğru mu? Düştüğüm bu buhrandan neden çıkamıyorum? Ve daha ne kadar devam edecek? Oysa sen yoksun artık. Sen mutlusun. Ben mutsuz. Sen gülüyorsun. Ben ağlıyorum. Bekle beni demiştin. Bekledim. Beklediğim neydi sahi? Sen mi? Artık onu bile bilmiyorum. Tek bildiğim bitmesi gerektiği.....
İşte bu yüzden evet dedim Selime. Kızıma bir babadan çok bana bir arkadaş oldu zor zamanlarımda. Ve yerine birini koymaktan vaz geçtim artık ben. Yeni bir hayata başlıyorum. Yeni bir sayfa açtım. Bembeyaz. Sen yoksun artık. Sana son vedamı burada, bu satırlarda ediyorum. Bir daha açılmamak üzere beynimin en kuytu köşelerine kitliyorum seni. Hoşçakal sevgili. Hoşçakal Ali Ömer. Hoşçakal sevdiğim. Artık ara sıra bile aklıma gelmemen dileğiyle.....
Yazdığım deftere ve satırlara son bir kez bakıp kalemi masanın üzerine bıraktım. Ona veda etmenin en güzel yolu buydu. Daha fazla devam edemezdim. Hayatıma devam etmeli, ben de mutlu olmalıydım. Defteri kapatırken gözümden düşen Ali Ömer'e ait son göz yaşını da sildim ve defterle birlikte çekmeceye kilitledim. Üzerimde bir zamanlar sevdiğim adamla evlenirken giymeyi hayal ettiğim gelinlik vardı. Evleniyordum. Selimle. Daha fazla gelmeyecek birini beklemeyi, üzülmeyi ve göz yaşı döküp yalnız kalmayı istemiyordum çünkü. Selim iyi bir insandı. Zamanla onu sevebilirdim. Buna inanıyordum. İnanmak istiyordum.
Ayağa kalkıp aynanın önüne geldim. Son bir kaç yıldır yaşadıklarım bir bir aklıma üşüştü. Ali Ömer'den önceki hayatım. Onun şirketine girmem. Onunla tanışmam. Onunla ve onsuz yaşadıklarım. Biraz sonra hepsi geride kalacaktı. Biraz sonra hepsi tarih olacaktı. Ben artık Ali Ömer'in değil Selim'in Sera'sı olacaktım. Aslında gerçekte hiç Ali Ömer'in Sera'sı olmuş muydum ki? O gün Selim ile gitmekten tam vaz geçecekken, Zeliş gelmişti. Önce anlattıklarına inanamamıştım. Ali Ömer ve Yonca'nın artık aynı oda da kaldıklarından, oğullarını büyütmelerinden ve mutluluklarından söz etmişti bana. İnanmayı kalbim reddetmişti yine. Bahaneler üretmeye çalışmıştı. Ama dinlemedim. Bu sefer olmazdı. Bu sefer mantığımı dinledim. Tek bilmek istediğim neden Ali Ömer'in benimle oynadığıydı. Ama galiba artık bir önemi yoktu.
Kapının tıklatılmasıyla o tarafa döndüm. Gelen kesin Ceren'di. Beni hiç bir zaman ve hiç bir koşulda yalnız bırakmayan arkadaşım. Bu düşüncenin verdiği öz güvenle çiçeğimi bıraktıkları masaya doğru yürüdüm. Arkam kapıya dönüktü. Geleni göremiyordum. Bir an Ceren neden konuşmuyor diye düşündüm. Yavaşça arkamı döndüğümde görmeyi beklediğim son kişilerden biri karşımda duruyordu.
********************************************
Merhaba,
Acaba gelen kim?
Belki de Yonca gelmiştir?
Mutluluklar dileyecektir.
Ya da belki de yine Zeliştir.
Kim geldi ki acaba?
Ben de merak ettim şimdi.
Siz de söylesenize kim gelmiş olsun?
Eleştiri, beğeni, oy ve yorumlarınızı bekliyorum.
Görüşmek üzere.
********************************************
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top