Bölüm 62
İnsanlar acımasızdır Özellikle sizden alabilecekleri bir şey kalmadığı zaman. Onlara verebileceğiniz her şeyi vermiş, canınız yanmış, ruhunuz ezilmiş ve hayattan hiç bir beklentiniz kalmamış bir şekilde karşılarında dikilidiğinizde bile geride bıraktıkları bir şeyler kalmış mı diye aç bir aslan misali bakarlar size. Eskiden olsa yanınızda sağlam nir kale gibi duran o can arkadaşlarınız birdenbire yabancı oluverir. Bitmiştir çünkü. Geriye alabilecekleri bir şey kalmamıştır. Kullanabilecekleri. Belki de sömürebilecekleri. Tek bir hatanızda silmişlerdir sizi. Anlamaya çalışmazlar bile. Anlamazlar da. Onlardan olmadığınızı bir tokat gibi yüzünüze çarparken bakışları keskin bir hançer misali dört döner etrafınızda. Ve siz bir an önce tüm bu acılardan kendinizi kurtarmak adına kaçıp gitmek istesiniz. Zaten onlarda yeni av peşine düşmüş ve çoktan sizi ilgi alanlarından çıkarmışlardır bile.
Ali Ömer ve ailesinden ve elbette şirketinden uzaklaştığımdan beri yedi ay geçmişti. Kimse arayıp nasıl olduğumu, neler yaptığımı sormamıştı. Sadece Ceren iki kere telefonla aramış ve görüşmeyi de oldukça kısa tutmuştu. Unutulmuştum. Belki de hiç var olmamıştım. Hayatlarından çıkmıştım ve kimse geri dönmemi sitemiyordu anlaşılan. Ali Ömerin haberlerini gazetelerden öğreniyordum. Şirket artık tamamen onundu. Gazetelerde kazandığı başarıları ve ödülleri okurken resimlerde yanında hep karısı oluyordu. Zarif ve güzel. Evet basının ona taktığı tanımlama buydu. Ve Ali Ömer mutluydu. En azından resimlerdeki bakışlarından bunu anlayabilecek kadar onu tanıyordum. Mutluydu.
Ama ben mutlu değildim. Onun bir başkasıyla evli olmasına ve hatta onu seviyor oluşuna bile alışmıştım, fakat bir sabah gazetede gördüğüm bir haber içimde kalan son umut parçacıklarını da yerle bir edip dünyamı alt üst etmişti.Yonca hamileydi. Artık benim olmayan ama sonsuza dek sevmeye yemin ettiğim adam baba oluyordu. En büyük kabusum gerçek olmuştu. Hiç bir şey işe yaramıyordu. Sırf bir gün onunla yeniden karşılaşmamak adına kendi işim olan mimarlığı bile yapmayı bırakmıştım. Ne farke ederdi ki? Zaten mimarlığı yapmayı bana sevdiren oydu. Ve şimdi o yoktu. Artık bitmişti.
Bir zamanlar sıklıkla gittiğim Suzan ablanın cafe restoran tarzı yerinde şef olarak işe başlamıştım. Hem sevdiğim işi yapıyor hem de kızım yanında olabiliyordu. Artık giderek büyüyordu ve hayatımın tek gerçeği ve en değerlisiydi Eski hayatım ve eski tanıdıklarım eskilerde kalmıştı. Böylesi de daha iyiydi. Yine de elimde gazeteyi tutmuş, uzaklara dalmış bir şekilde nefes bile almadan kalmışken Suzan ablanın bir kaç seslenmesiyle ancak kendime gelebildim.
"Sera iyi misin canım? Sera?"
"İyiyim iyiyim yok bir şey. Ben sadece.... ben dalmışım."
"Haberi gördün değil mi?"
"Sen biliyor muydun?"
"Hadi ama. Herkes biliyor. Önce senden saklamak istediler ama ben bilmenin daha iyi olacağını düşündüm. Birilerinden duymandansa kendin okuyup öğrenmen daha doğruydu."
"Onu seviyor." deken gözlerimden yaşların dökülmesine engel olamadım.
"Sera bak canım. Kim bilir belki de böylesi daha iyidir. Artık onu unutmalı ve yoluna bakmalısın. Belki yeniden sevmeli ve........"
"Hayır. Bu asla olmayacak."
"Ama Sera........"
"Bu konuda daha fazla konuşmak istemiyorum. Hayatımda yalnızca kızım var. Ve öyle de olacak. Üçüncü bir kişiye yer yok."
"Bak canım kızın büyüyor ve biraz daha büyüyünce babasını sormaya başlayacak. Ayrıca sen de daha oldukça gençsin ve yeniden mutlu olmayı hak ediyorsun."
"Ben bu konuyu düşündüm. Kızım babasını sorduğu zaman ona gerçekleri anlatacağım. Yani annesinin bir hata yaptığını ve babasınında ondan haberi olmadığını. Kızımdan gerçekleri saklamayacağım. Ve ben hayatıma kimseyi istemiyorum. Ben kızımla mutluyum ve bu böyle kalacak. Daha fazla konuşmayalım. Son sözüm bu."
"Ah Sera."
"Son sözüm bu dedim."
Arkamı döndüm ve biraz hava alabilme bahanesiyle mutfaktan arka bahçeye çıktım. Yaptığım tek bir hata hayatımı baştan sona değiştirmişti. Ailem de dahil kimselerin umurunda değildim. Sadece, yani tek merak ettiğim ara sıra bile olsa Ali Ömerin aklına geliyor muydum? Ve eğer geliyorsam beni nefretle mi anıyordu? Artık baba oluyordu ve çok mutluydu. Bense kağıttan kulemin yıkılmasıyla oldukça üzgün, kendime kızgın ve kırgındım.
Saat dokuza geliyordu ve ben yemek yapmaya başlasam iyi olacaktı. Galiba en iyi bildiğim iş buydu. Her ne kadar yemek yaparken Ali Ömer için yaptıklarım aklıma gelse de bunları düşünmemeye çalışıyordum. Canım yanıyordu ama yüzüm bir kaya kadar sert ve yüzüme yerleştirdiğim gülümsemem inandırıcıydı.
Yemek yaparken küçük kızım hep yanımda oluyordu. Zaten onu yanımdan hiç ayırmıyordum. Elimde kalan ve yüzümde tebessüm oluşturan tek şey onun varlığıydı. Eline verdiğim salatalığı yeni çıkan dişleri ile yerken çok sevimli görünüyordu. Başının tepesine bir öpücük kondurup "Benim minik tavşanım." dedim. Elindeki salatalığı bana doğru uzatıp "Anni" dedi. Benimdi. Yalnızca benim. Hayatımı ona adamıştım. Ve bundan sonrada böyle olacaktı. Aramıza hiç kimse ve hiç bir şey giremeyecekti.
Saatin on bire geldiğini görünce yemekleri kontrol edip kızımı bahçeye çıkardım. Bahçede dengesini kurmaya çalışarak attığı küçük adımları ile yürümesi ve gülücükleri yankılanırken onu izlemeyi seviyordum. Bazen yeni gördüğü bir çiçeği ya da yeni keşfettiği bir taşı büyük bir merak ve mutlulukla bana gösteriyordu. Her gün, her an yeni bir şeyler öğreniyordu. Bugünün şanslısı ise ilk defa gördüğü küçük bir tırtıldı. Minik parmakları, yüzünde kocaman bir gülücük ile "Anni" diye bana tırtılı işaret ederken bir yandan da ona dokunup dokunmama kararını vermeye çalışıyordu. Onun bu kararsızlığına yardımcı olmak adına ona sarıldım ve "Evet annecim o bir tırtıl. O da senin gibi küçücük bir yavru tırtıl. Bırakalım da annesinin yanına gitsin olur mu? " dediğimde bana bilmişcesine başımı aşağı yukarı sallayıp "Olu anni" demesi dünyalara bedeldi
Küçük kızım meraklı olduğu kadar maymun iştahlıydı da. Tırtıla olan ilgisi küçük kırmızı topunu görünce hemen yön değiştirmiş ve paytak adımlarla topuna doğru ilerlemeye başlamıştı. Bir an sanki sadece kızımla ikimizin olduğu bahçede bir üçüncü kişinin varlığını daha hisseder gibi oldum. Sanki birisi bizi izliyordu. Tuhaf bir histi. Bir o kadar da tanıdık bir duygu gibi geliyordu. Etrafıma bakınca kimseyi göremedim. Belki de çalışanlardan birinin anlık bakışıdır diye düşündüm. Kızım küçük elleriyle topunu bana doğru atıp "Anni top." dediğinde de tüm ilgimi kızıma yönelttim. Bu kızımın dilinde top oynamak istiyorum demekti. Ben de topu yavaşça ona doğru ittim. Denise minik dişlerini gösterip gülücükler gösterip etrafta kendince koştururken telefonum çaldı. Arayanın kim olduğuna bakınca oldukça şaşırmıştım. Zeliş arıyordu. Topuyla kendince oynayan kızıma bakıp telefonu açtım.
"Zeliş?.... Merhaba."
"Merhaba abla. Nasılsın?"
"İyiyim canım. Sen nasılsın?"
"Ben iyiyim abla ama....."
"Ama?...... Zeliş herkes iyi mi? "
"İyi iyi. Ama çok garip şeyler oluyor abla. Görüşebilir miyiz?"
"Garip mi? Nasıl garip? Zeliş daha açık konuş lütfen."
"Abla benim kuzenim şirkette muhasebe bölümünde çalışıyor. Şirket hesaplarında çok tuhaf şeyler varmış. Üstelik evde de tuhaf şeyler oluyor. Ama telefonda olmaz. Görüşelim lütfen."
"Canım.... Zeliş bak benim artık ne o evle ne de şirketle ilgim kalmadı. Bunları anlatman bana düşmez. Ali Ömer ile konuş ya da e.... eşi Yonca hanımla."
"Abla zaten her şeyin nedeni o kadın. Yonca hanım. Lütfen abla. Konuşmamız lazım."
Zeliş'e buranın adresini verip merak içinde telefonumu kapattım. Akşam üzeri geleceğini ve kimseye söylememem gerektiğini söylemişti. Bu merakımı daha da artırsa da bir yanım her şeyin bir yanlış anlama olabileceğini söylüyordu.,
Az ilerdeki kızıma bakınca yanına eğilmiş bir damın onunla bir şeyler konuştuğunu gördüm. Endişelenmiştim. Arkası bana dönüktü, yüzünü göremiyordum ama oldukça tanıdık geliyordu. Kızım ona çevreyi göstererek kendi dilinde bir şeyler anlatıyordu. Yanlarına gittiğimde, gördüğüm kişi beni şaşırtmıştı. O kadar ki, zorlukla konuşabilmiştim.
"Ali Ömer?"
Ayağa kalkarken kızımı da kucağına almıştı. Ve bu görüntü ne kadar hoşuma gitse de onun kollarında halinden mesut bir şekilde etrafı inceleyen kızımı almak için kollarımı uzattım. Ali Ömer itirazsız bir şekilde kızımı bana uzattı.
"Ben buraya bir toplantı için gelmiştim. Burada olduğunuzdan haberim yoktu. Üzerime kahve döküldü ve ben.... ben lavabodan dönüşte sizi fark ettim. Sen telefonla konuşurken de o beni gördü ve topunu bana attı. O ,,,,, o çok sevimli bir bebek. Sana benziyor."
"Belki huyu benziyor olabilir ama bana çok benzemiyor. Daha çok gerçek annesine benziyor. Ben ..... ben onu evlat edindim. "
"Biliyorum. Ama yine de sana benziyor."
"Biliyor musun? Ama nasıl? Gerçi artık bir önemi yok ama."
"Sera, neler olduğunu araştırmayacağımı mı sandın?"
"Dedim ya artık bir önemi yok. Artık evlisin. Gerçekleri bilmene rağmen hem de."
"Sera, söylemediler. Ben.... ben seni evli sanıyordum. Rıfatla Şirini konuşurken duydum. Rıfat her şeyi biliyormuş. Şirin de ama onlar bana anlatmadılar. Evlendikten sonra tesadüf eseri duydum."
"Artık bilip bilmemenin ne önemi var? Sen evlisin. Üstelik baba olacaksın."
"Haklısın."
"Artık gitsen iyi olacak. "
"Hoşçakal. Ve Sera."
"Efendim?"
"Sen de çok mutlu ol tamam mı?"
****************************************
Merhabalarrrr,
Yeni bölüm geldi.
Bir şeyler mi dönüyor ortalıkta?
Zelişin bahsettiği tuhaf şeyler ne ki acaba?
Ali Ömer baba oluyor.
Bu Yonca yoksa ayrık otu mu?
Görüşmek üzere.
***************************************
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top