Bölüm 2
Küçük bir çocukken tek istediğim büyümekti. Büyümeyi devasa bir şey gibi görüp, çocuk olmanın değerini anlayamazdım. İlk zamanlar iri, sarı kamyonlara bakıp çöpçü olmak istemiştim. Sonra bir iyilik meleği...
Çocukken büyüyüp, "kocaman biri" olunca her istediğimi yapabileceğimi, her istediğimi olabileceğimi sanmak gibi ütopik hayallerim vardı. Sonra, büyümüştüm işte. Ve umutlarım, hayallerim kalmamıştı galiba. Ne çöpçü olabilmiştim ne de iyilik meleği. Sadece "kocaman biri" olmuştum.
Uğursuzdum belki de lanetli. Kimsenin kimsesi değildim. Sadece nefes alan, arada bir yemek yiyen ve her gün işe gidip gelen hayatın her anını aynı monotonlukta yaşayan biriydim. Ve galiba tek eğlencem kitaplarımdı.
Hayatta mucizelere inanlar çok mudur bilmem. Bir zamanlar ben de inanırdım. Günlerden bir gün aslında var olmayan beyaz atlı bir prensin gelip beni kapatıldığım fildişi kuleden kurtaracağına ya da bir gün telefonun çalıp çok büyük bir firmanın benimle çalışmak istediğini söyleyeceğine inanırdım. Çocuk değildim ama ruhum hep çocuk kaldı. Ve bunların hiçbiri hiçbir zaman olmadı.
Her sabah işe giderken uğradığım küçük ama şirin kafeden içeri girerken üzerimdeki o meymenetsiz uyuşukluğa ve içimdeki o yapışık umutsuzluğa rağmen gülümsemeye çalıştım. Kafenin sahibi Suzan abla –ki kendisi aslen Amerikalıdır. – siparişleri alırken eşi bir müşteriyle ayaküstü sohbet ediyordu. Onların hayatı dahi benimkinden renkli olmalıydı, hiçbir şey olmasa bile müşterilerle yapılan sohbetler bile bir şeydi.
"İnsanlar neden buraya geliyor biliyor musun?"
Ansızın sorulan bu sorunun muhatabı ben değildim, olamazdım, ama kafamı çevirdiğimde Suzan ablanın ilgimi belli etmemi isteyen gözleriyle karşılaştım.
"Aslında hayır, bilmiyorum." dedim.
"Belki de aç oldukları için" diye ekledim. Aslında amacım birazda şaka yapmaktı.
Suzan abla yüzüme baktı, sanki konuşmadan önce söyleyeceklerini anlatabilecek tek bir sözcük arar gibiydi. Sonunda, "Yalnızlık" dedi.
Ona anlamamış gözlerle bakmış olmalıyım ki, elini koluma koyup bana gülümsedi.
"Ve belki birazcık da umut."
Eski zamanlardan birinde küçük bir masal kitabının güzel ve iyi kalpli bir perisi varmış. Bu peri o kadar mutsuz o kadar hüzünlüymüş ki, bir gün bile gülmez, mutlu olmazmış, çünkü kurduğu hayaller hep hayal olarak kalıp hiçbir zaman gerçek olmazmış. Herkes bu duruma çok üzülür ama elden bir şey gelmezmiş. Çevresindekiler onu çokça güldürmeye çalışır ama bir o kadar da durumuna üzülürmüş. Günlerden bir gün, peri bir rüya görmüş. Rüyasında yeryüzündeki tüm renkleri barındıran bir kuş dile gelmiş. "Güzel peri" demiş.
"Kendinizi kötü hissettiğiniz zamanlarda, ağaçlara bakın." Ve öylece uçup gitmiş.
Peri ne kadar düşünse de anlayamamış, küçük kuşun ne demek istediğini. Bu yüzden bilgeleri yanına çağırmış, anlatmış rüyasını. Bilenler düşünmüş taşınmış, sonra toplaşıp bir daha düşünmüşler. Ve sonunda, "Güzel ve iyi kalpli peri" demişler.
"Rüyanızdaki kuş sizin bilinçaltınız. Kuşun söyledikleri, bir ders. Ve kuşun demek istediği mucizelerin hep var olduğu." ....
Gün boyu yağan yağmur şehrin sokaklarını yıkamış, yer yer renklerin oynadığı küçük su birikintileri oluşturmuştu. Ekimin bu son günlerinde havanın nasıl olabileceğini kimse bilmiyordu, güneş sımsıcak bir battaniye gibi üzerinizi örterken bir anda çıkan serin ya da soğuk bir rüzgâr içinizi titretebiliyordu.
Bunları düşünürken gülümsedi. Aslında böyle şeylere fazla takılmazdı. Onun için geçip giden yalnız, sıradan ve kimsesiz hayatı daha çok düşündürücüydü. Ve kasvetini biraz da yağmura borçlu olduğu bu gün belki de her şey biraz daha fazla hissedilirdi onun için. Oturduğu kafenin penceresinden dışarıya bakarken, "Artık bir şeyler değişmeli." diyordu kafasının içindeki ses. Yalnızca yalnızlığın hüküm sürdüğü bomboş sokakları izledi bir süre. Belki de onun için yazılan kader buydu. Ama "Neden?" dedi kendi kendine. Niçin 'ini sorgulamayı belki de çok önceden bırakmıştı.
Yıl bilmem kaç, günlerden falanca ve ayın bilinmeziydi. Önemsizdi. Her şey, herkes önemsizdi. Ne farkı vardı bir günün ötekinden? Ne vardı bir anı diğerinden daha değerli kılabilecek olan? Boş verdi sonra. Nasılsa geçiyor zaman dedi kendi kendine. Sahi kendi kendine mi demişti yoksa duymuş muydu sesini birileri? Güldü umarsızca. Kim duyabilirdi ki? Kime duyurabilmişti ki şimdiye kadar zaten? Bir zamanlar çok büyük hayalleri vardı oysa. Bazen bu hayallerimin neresindeyim şimdi diye düşünüyordu. Belki de çok uzak bir yerlerde kendisinin yıllar önce kurmuş olduğu düşleri yaşamayı beceren biri, birileri vardı. Sorun neydi ki? O da çalışmış, o da istemişti. Yetmemişti, yetirtememişti. Eksik kalan çok şey vardı. Ve şimdi bu eksikleri tamamlayabilecek ne zamanı ne isteği ne de çaresi vardı. Konusunu bilmeden yazmaya başladığı bir kitaptı bu. Sahi yazmak farkettirirmiydi acaba? Hep okumayı tercih etmişti. Hep okumuştu. Okunmak, okunabilmek de bir hayaldi bir zamanlar. Nerede ve neden unuttuğunu bilmediği bir tutkuydu işte.
"Düşünmek iyi gelmiyor" dedi kendi kendine. Ani bir kararla kalktığı sandalyenin kumaşla kaplı tepesini tuttu bir süre. Hep böyle mi olacaktı? Hep böyle sıradan hep böyle yalnız. Yağmur yağıyordu, severdi yağmuru. Hüznünüzü kimseler fark etmezdi böyle havalarda. Aynı ağlasanız göz yaşlarınızın da yağmur damlaları sanılabileceği gibi. Eli pencereye gitti kayıp giden bir yağmur damlasına. Ve arkasını dönüp kafeden çıktı. Gökyüzüne baktı yüzünü yağmurun ıslatmasına izin verip. Sonra bilindik gülümsemesini taktı bir kere daha yüzüne ve yürüdü.
Aslında bir hayatı yoktu, oysa onu tanımayanlar ve tanıdıklarını sananların bir çoğu oldukça dolu yaşadığını düşünebilirdi, ama iş ve ev arasında geçen süreydi onun için yaşam. Ancak o kısa sürede ağaçlara bakar, insanları izler ve kuşları seyrederdi. Bazen gökyüzüne bakıp hayaller kurardı, mucizelere inanırdı bir zamanlar ama artık onlarda onu terk etmişti. Vurdumduymazlıkların arasında sadece nefes alıp vermekti onunkisi. Çevresinde maskelerini takmış onlarca insan görünümü arasında. Kolay olmayan hayat mıydı zor olan insanlar mı? Fark eder miydi?
Ne kadar uzun zaman geçmişti ve ne kadar kısa zaman olmuştu. Her şeyi bırakıp gittiğimden beri geçen zaman söz konusu bile olmayan çıtkırıldım bir vurdumduymazlık bıraktı geriye. Peki ne mi oldu da hayatım böylesine değişti? Belki de büyümüşümdür kim bilir.
Sonuçta hani her şeyin iyi olduğu zamanlar olur ya hayatta. Herkes için değil ama. Hani bazen ne isteseniz olur ne dileseniz gerçekleşir ya, sihirli bir değnek değer gibi. Bazen de ne yaparsanız olmaz, neye el atsanız kurur, ama en olmadık istekleriniz öylesine ağzınızdan çıkıveren bir söz gerçekleşiverir. Kim bilebilir belki de perinin rüyasına giren o küçük kuş, tam da oralardan geçiyordur o an da.
********************************************************************************
Merhabalar,
İşte yeni bir bölüm. Umarım beğenirsiniz. Daha fazla bir şey söylememin gereği yok sanırım. Nasılsa kimsenin umurunda olmuyor çünkü. Ama hala bir umut, umarım ve dilerim fark edersiniz.
Hepsi bu.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top