üç
Küçükken günler daha uzundu. Dakikalar daha dolu, saatler daha anlamlıydı. Mesela on yaşında her okul çıkışı yaşlı cadının evine gittiğim anlar sonsuz gibi gelirdi eskiden. Annemin dönmesine daha uzun saatler vardı hep, çiçeklerim ile geçireceğim çok vaktim vardı derdim çok! Ya da sokakta oynarken gün bitecek diye endişelenmezdim hiç. Çünkü bilirdim, gün o kadar uzundu ki hem oyun oynayıp hem çiçeklerime gitmem için yeterli sürem vardı. Üstelik hepsini de annem gelmeden önce yapabilirdim!
Ama büyüdükçe zaman kısaldı. Annem eve daha hızlı gelmeye başladı, ben de çiçeklerime daha çok pencereden bakmaya.
"Küs müyüz?" demişti bir keresinde bana. Ansızın sorduğu soru karşısında afallamıştım. On iki yaşımın pastasını yerken çatal ağzımda kalakalmıştı. Sonra kaşlarımı çatmış, çatalı bir güzel temizleyerek tabağa koymuştum.
"Yo, neden küs olalım ki?"
"Eskisi kadar uğramıyorsun da ondan. Bana küstüğünü düşünmeye başlıyordum." Karşımda oturuyor, etaminini yaparken bana bakmadan konuşuyordu.
"Küs olsam niye burada oturup bana yaptığın pastayı yiyor olayım ki?" Gözlüğünün üstünden bana baktığını hatırlıyorum. O gün çok tatlı olduğunu düşünmüştüm. Tekrar.
"Pastadan yararlanıp sonra koşa koşa evine gideceksindir belki? Hiç aklına gelmediğini söyleme bana!"
"Hiç aklıma gelmemişti," demiştim i harfini uzatarak. "... Biraz daha pasta alabilir miyim?"
Gülerek kalkmış, tabağıma bir dilim daha yerleştirmişti. Sonra pencereye gidip çiçekleri ile ilgilenmeye başladı, derken birden huzurumuz kaçtı.
"Annen eve gelmiş," dedi memnuniyetsiz bir sesle. Çatalı bırakıp yanına gitmiş, pencereden dışarı bakmıştım. "Ama daha buraya yeni gelmiştim." O duymuş muydu bilmiyorum ama kendi kendime üzgünce fısıldadığımı hatırlıyorum.
Annem bana hiç doğum günü pastası almamıştı, o ise bana en güzellerini yapmıştı. O gün pastamı bitirememiştim ama sonraki her sene o yine önüme pasta koymuştu. Artık kim önüme pasta koyacaktı anne?
Doğum günleri beni eskisi kadar heyecanlandırmıyor biliyor musun? Meğer ben doğduğum günün sevincini taşımıyormuşum içimde, meğer tüm neşem o gün, o eve gidecek ve onun benim içim özel olarak pişirdiği pastadan tadacak olmammış. Meğer tüm mutluluğum, senin bana hissettiremediğin anne sevgisinin kat be kat fazlasını bana yaşatan o kadınla vakit geçirecek olmammış.
Söylesene anne, beni hiç sevdin mi?
"Anne," demiştim bir gün, çok sık söylemiyordum artık o kelimeyi; on dört yaşındaydım. "Okulda veli toplantısı yapacaklarmış. Öğretmen herkesi istedi."
"Tüm gün çalışıyorum, boş vaktim yok biliyorsun. Farklı bir şey de söyleyeceklerini sanmam. Derslerin iyi, değil mi? Evet, öyle. Başını derde de sokmuyorsun? Geçtiğimiz senelerdeki gibi okuldan kaçmıyorsun, o kadının evine de gitmiyorsun artık. Öyle değil mi? Evet. O zaman bir sorun yok."
O gün anneme sadece gülümsemiştim. Ben, on dört yaşında sessizce kabullenmiştim annemin bir anne olmayışını. Ertesi gün okul çıkışı eve vardığımda içeri girmeden önce bir süre yerde aranmıştım. Birkaç çocuk ne yaptığımı sormuşlardı. Artık arkadaşım olmayan yaşıtlarımsa gülüp geçmişlerdi. "Taş arıyorum," demiştim çocuklara. Neden diye sormamış, benimle beraber taş aramaya başlamışlardı.
İdeal boydaki taşı bulduğumda önünde çiçekler olan pencereye fırlatmıştım onu. Pencere açılıp da içinden cadım çıktığında çocukların hepsi dört bir yana dağılmışlardı. Bir tanesinin ayaklarının birbirine dolandığını ve olduğu yerde düştüğünü, "Sanırım akşam yemeğine bir şey yakaladım desene?" diye dalga geçen cadımın sesi ile orada zavallıcığın paçalarından akan birkaç damlayı hala hatırlarım. Çocuklar birbirlerini öyle korkutuyorlardı ki bu şaşılacak bir durum değildi.
Hiç dile getirmemişti ama onun üzüldüğünü biliyordum. Çocukları bu kadar seven bir kadının, onların korkulu rüyası olması kalbini kırıyordu. Bir keresinde sormuştum bunu. Üzülüp üzülmediğini yani. Bana hayır demişti; başını sallamış, gülümsemiş ama gözlerini de kaçırmıştı. Parmağımla dürtüklemiştim kolunu. Sonra hafif bir kahkaha atmıştı da kulaklarım nasıl bayram etmişti o gün. Eskiden üzülürdüm, demişti bana. Artık sen varsın.
Ama artık sen yoksun ve ben şimdi üzülüyorum. Görebiliyor musun?
"Ne o? Artık ziyaretleri pencereye taş atmaya mı çevirdik? Eh, odana geç bari de ben de bir tane leblebi fırlatayım sana." Yüzünde eğlenen bir ifade ile çocuk gözden kaybolana dek arkasından izlemiş, ardından güneş vuran o güzel yeşillerini bana çevirmişti.
"Yok, be cadım," demiştim elimi gözüme siper edip, biraz olsun güneşi engelleyerek yüzünü görmeye çalışırken. "Yarın veli toplantısı var da, benim velim olarak gelir misin diye soracaktım."
Beş senemi o kadınla geçirmiştim ben ama daha önce yüzünde o an olan ifade kadar güzelini hiç görmemiştim. Nasıl tarif edilirdi ki mutluluk? Ya o gülümseme? Gözlerimi kapattığımda hala görebildiğim gülümseme... Şu an bile, ben kaldırımda oturmuş ağlarken, gözlerimin önünde o tatlı gülüşü vardı. Capcanlıydı. Sanki asla solmayacakmış gibi.
İşte anne, sen yoktun ama veli toplantıma gelen bir kadın vardı. Adı anne değildi belki ama benim annemdi.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top