YAVAŞ İLERLİYORSUN
"Buse..."
Sesi algıladığım zaman henüz gözlerimi bile açmamıştım. Kimin seslendiğini çözemedim ilk önce.
"Buse, uyan..."
Son bir haftada yaşananlar bir bir zihnime doluştuğunda konuşanın da Uğurcan olduğu kafama dank etti ve anında gözlerimi açtım.
Uğurcan yüzüme eğilmiş bana bakıyordu.
"Uyandım."
Dedim hızlıca ve o da aceleyle tepemden çekildi. Ben de hemen oturur pozisyona geçtim.
Burada neler olduğunu anlamam birkaç saniyemi aldı. Uğurcan için hazırladığımız yatakta, Uğurcan'ın yastığında uyumuştum. Muhtemelen ninniyi söylerken uyuyakalmış ve gece boyunca fark etmemiş olmalıydım.
Kahretsin, Uğurcan'ın yanında uyumuştum.
"Günaydın."
Dedi tüm sevimliliğiyle. Yanımda benim gibi bacaklarını uzatmış oturuyor olması ve üstünde hala battaniye olması, birlikte yatma tezimi doğruluyor gibiydi. Yine de o halinden memnun görünüyordu. Artık kızarık olmayan gözleri hala uyku mahmurluğundaydı ama dudakları gibi gözleri de gülüyordu. Halinden memnun olmadığı söylenemezdi.
"Biz şey... Burada birlikte mi..."
"Uyuduk."
Diye cümlemi tamamladı. Aynı zamanda bu bir cevaptı.
"Ve hayatımda tattığım en güzel uykuydu."
Gözlerimin içine öyle derin bakıyordu ki o derinlikte kayboluyordum. Gözlerimi çevirdim ve ellerime odaklandım. Bu utanç verici ama aynı zamanda... hoştu.
"Ne zaman uyandın? Ve nasıl uyandın, ben telefon alarmı falan duymadım."
Gülümsemesi sinsi bir sırıtış halini aldı.
"Alarm çaldı. Ben belki de hayatımda ilk defa uykumu aldığım için uyandım ama sen, sanırım yerin çok rahat geldi ve beş defa seslenmeme rağmen bir türlü kalkamadın."
Tanrım, bilerek yapıyordu. Beni utandırmaya çalışıyordu ve lanet olsun ki bu konuda çok başarılıydı.
"Hiç de bile ben... seni uyutayım derken geç yatınca uykusuz kalmışım. O yüzden uyanamadım. Buranın çok rahat olduğundan değil yani."
Ona bakmasamda ufak bir kahkaha attığını duydum ve yerinden kalktığını fark ettim.
"Sen nasıl diyorsan öyle olsun mucize."
Mucize... Bu kelimenin şimdi neden yeniden gün yüzüne çıktığını merak ettim ama daha çok konuşmak yerine kalkıp battaniyeleri falan toplamaya karar verdim. Hepsini katladığımda Uğurcan gelip elimden aldı.
"Ben bunları odaya bırakayım, kahvaltıda görüşürüz tamam mı?"
Cevap vermek yerine başımı tamam anlamında sallamakla yetindim ve hızlı adımlarla odama gittim. Bugün bir duş alıp üstümü değişirmem gerekiyordu.
Bunları yaparken düşünecek çok zamanım oldu. Bende bir değişiklik olduğunun farkındaydım. Hatta Uğurcan bile fark etmiş olabilirdi. Apaçık ortadaydı.
Birden bire ne olmuştu da o kelebekler doğmuştu mesela içimde? Neden Uğurcan'ın söylediği her zamanki şakacı cümlelere her zamanki şakacı halimle cevap veremiyordum, neden söyledikleri beni heyecanlandırıyordu?
Bir tuhaflık vardı. Evet, daha önce hiç hissetmediğim bu şeyler çok... tuhaftı.
Düşüncelere öyle dalmıştım ki her şeyi otomatik olarak yapmıştım sanırım. Çünkü nerede olduğumu fark ettiğimde kahvaltı kuyruğundaydım.
Bizim masamıza buradan şöyle bir baktığımda boş olduğunu gördüm. Ardından önüme dönüp kahvaltı tabağımı hazırladım. Tekrar arkamı döndüğümde ise, masada Teoman oturuyordu. Elimde tepsiyle orada kalakaldım. Yanına gidip hiçbir şey olmamış gibi oturamazdım, Uğurcan'a söz vermiştim. Burada böyle dikilemezdim de, illa ki fark ederdi beni. Acaba onu görmemiş gibi yapıp başka bir masaya mı otursaydım? Ama o zaman da hep oturduğum masaya neden bugün oturmadığımı sorgulardı.
"İlerler misiniz?"
Diyen arkamdaki kız seslendiğinde kuyruğun geçişini kapattığımı yeni fark ediyordum.
"Özür dilerim, buyrun."
Yanımdan geçip gitti ve ben de biraz ilerde ayakta dikilmeye başladım. Gerçekten elimdeki tek plan masaya biri daha oturana kadar burada dikilmekti. Gelip geçen insanlar bana şöyle bir bakış bakış atıyor, muhtemelen 'ne yapıyor bu kız ya' diye düşündükten sonra yollarına devam ediyorlardı.
Ne hallere düşmüştüm...
Neyse ki beş dakika sonra Uğurcan kuyruğun sonundan elinde tepsisiyle beliriverdi. Benim orada çaresizce beklediğimi görünce hemen yanıma geldi.
"Ne oldu?"
Başımla masada otturan Teoman'ı işaret ettim. O tarafa baktığında yüzünde önce öfke, sonra da sevinç belirdi ama bu sevinç daha çok bana karşıydı.
"Ben yokum diye gidip yanına oturmadın mı?"
"Kimse yok diye gidip yanına oturmadım."
Yüzündeki mutluluktan bir parça tek bir anlığına düştü, ama sonra hemen kendini toparladı.
"Tabi, tabi öyle."
"Sana güvendiğimi sadece söylememi değil aynı zamanda göstermemi de istemiştin. Oluyor mu?"
Minnacık gülümsedi.
"Oluyor. Hadi şimdi gel gidelim. Benim yanımda sana hiçbir şey yapamaz."
Ben de gülümsedim ve gidip Teoman'ın karşısına, yan yana oturduk.
"Günaydın Buse."
"Günaydın."
Bana gülümseyen yüzünde kötü niyete dair hiçbir iz yoktu ancak Uğurcan'ın bunu umursadığını zannetmiyordum. O kararlıydı Teoman'ın düşman olduğu konusunda.
"Bize günaydın yok mu Teoman?"
Uğurcan'ın sesi ona şakacı gelmiş olabilirdi ama ben asıl şakacı halini biliyor, onu tanıyordum. Bu ses o ses değildi.
"A, pardon seni görmemişim. Günaydın sana da."
Uğurcan'a baktığımda yüz kaslarının sinirle gerildiğini görüyordum. Umarım bir anca önce Furkan veya Elif gelirdi de ortam biraz yumuşardı.
"Buse, haftasonu boş musun?"
Teoman'ın sorusu, kesinlikle büyük bir hataydı. Tam ona işlerim olduğunu daha önce de söylediğimi hatırlatmak için ağzımı açmıştım ki Uğurcan benden önce davrandı.
"Değil. İşi var."
Artık Teoman da gerilmişti. Belki de ikisini bırakıp kaçmalı ve en azından kendimi kurtarmalıydım.
"Onun ağzı yok mu kardeşim? Sen neden onun yerine cevap veriyorsun?"
Bu sanırım Uğurcan için son damlaydı. Elindeki çatalı masaya öyle sert vurdu ki yan masadan birkaç kişi dönüp bize baktı.
"Bana bak, neyin peşinde olduğunu bilmiyorum ama tek bildiğim sonu Buse için iyi olmayacak. O yüzden sakın, sakın onun saçının teline dokunayım deme. Yoksa karşında beni bulursun."
Uğurcan'ın koluna sakin olmasını ister gibi dokundum. Delici gözlerini Teoman'ın üstünden ayırmadı, elimi hissettiğinden bile emin değildim.
"Sen beni ne sanıyorsun ya? Günlerdir farkındayım, Buse'yi benden uzaklaştırmaya çalışıyorsun sürekli. Ben sadece arkadaşlık etmeye çalışıyorum, başka ne gibi bir amacım olduğunu düşünüyorsun? Merak etme sevgilini çalmam."
Ama artık ben araya girmeliydim.
"Biz sevgili falan değiliz."
Benim sert ve otoriter sesimle Teoman şaşkınlıkla bana döndü. Yüzündeki ifadeden öyle olduğumuza kesin gözüyle baktığı belliydi. Uğurcan ise katiyyen sert ve suçlayıcı bakışlarını Teoman'ın üstünden çekmiyordu.
"Senin amacını ikimiz de biliyoruz. Baban ve Emre hoca neyin peşindeyse sen de onun peşindesin."
Teoman gözlerini benden ayrmadan cevap verdi.
"Arkadaşının neden bahsettiği hakkında hiçbir fikrim yok. Bana açıklar mısınız?"
Arkadaş kelimesini sanki sevgili olmadığımızı vurgulamak ister gibi bastırarak söylemişti.
"Ben sana açıklayayım."
Uğurcan da ben kelimesini benim konuşmayacağımı belirtir gibi üstüne basa basa söylemişti. Ardından devam etti.
"Siz üçünüz, Buse ile ilgili bir şey planlıyorsunuz. Bizden, öğrencilerden ve Buse'den bir şeyler gizliyorsunuz. Ne olduğunu bilmiyorum, tek bildiğim kötü olduğu. Bir şey yapacaksınız ve ben ne olduğunu çözeceğim. Sen de o sırada bu kızdan uzak duracaksın."
Teoman Uğurcan'ı öyle ciddiyetle dinliyordu ki, Uğurcan susunca bile bir süre bu ifadeyi bozamadı. Sonra ağzından daha çok kendi kendine konuşur gibi bir cümle çıktı.
"Demek siz de fark ettiniz."
Uğurcan ile kaşlarımızı çatıp birbirimize baktık, sonra da aynı anda Teoman'ın suratına.
"Siz de, derken?"
Diye sordum.
"Bu sene okulun açılması için hazırlanırken, babam biraz... Nasıl desem, diğer senelerden farklı davranıyordu. Emre hocayla çok sık görüşmeye başladı, zamanlarının çoğunu laboratuvarda geçiriyorlardı. Nedenini sorduğumda ise onu kendinden sonra başa geçirmek istediğinden falan bahsetti ama pek inandırıcı gelmemişti bana. Öyle olsa neden laboratuvarda konuşsunlardı ki? Sonra bana seninle ilgilenmemi söyledi. Senin de herkes gibi sıradan bir öğrenci olduğunu, neden bunu yapmam gerektiğini anlamadığımı söylediğimde karşı çıktı. Kullandığı kelimeler dün gibi aklımda. 'Hayır Teoman, o diğerleri gibi değil. O metale hükmediyor oğlum. O bizim için bir devrim olacak. Henüz farkında değilsin ama o, o evrenin tüm gücünü avuçlarımıza almamız yolundaki ilk büyük adım olacak.'"
Evrenin gücü... Uğurcan ile aynı şeyleri düşündüğünüz birbirimize bakışımızdan belliydi.
Aman tanrım, başım sandığımdan da çok dertteydi.
"Ne demek o sözler?"
Uğurcan'ın ses tonundaki öfke biraz olsun azalmış, yerini meraka bırakmıştı.
"Bilmiyorum. İnanın hiçbir fikrim yok. Tuhaf davranıyor, bir şeyler saklıyor, çok belli."
Biraz durdu, ne Uğurcan ne de ben ne dememiz gerektiğini bilmiyorduk. Onun yerine Teoman konuşmaya devam etti.
"Birlikte çalışabiliriz. Babamın ne işler karıştırdığını gerçekten merak ediyorum."
Uğurcan tabiki hemen itiraz etti.
"Olmaz! Senin onların tarafında olmadığını nereden bileceğiz?"
"Bir dakika bir dakika, siz babam ve Emre hocanın kötü bir şeyler peşinde olduğunu mu söylüyorsunuz? Sizce cidden zarar verecek bir planları mı var?"
Sesi endişeliydi, her ne dönüyorsa onun haberi yok gibiydi ama Uğurcan hâlâ ikna olmamıştı.
"Buse'ye zarar verecek bir planları olduğu kesin. Bunun için de seni kullanıyorlar."
"Bak, sana son kez söylüyorum. İlk başta babam istediği için Buse ile ilgilendim ama sonra çok da fena biri olmadığını gördüm ve şimdi kendi isteğimle onun yanındayım. Kimse beni buna zorlamadı ya da ona kötü bir şey yapmak için görevlendirmedi. Babamın ne çevirdiğini bilmiyorum ve eğer kötü bir şeyse..."
Gözlerini bana dikip devam etti.
"Sana zarar verecek bir şeyse, kesinlikle buna izin vermem."
Orman gözlerinde tek gördüğüm benim için endişelendiğiydi. Ne planlarını anladığımıza dair bir korku, ne de kızgınlık vardı...
"Teşekkür ederim."
Kelimeleri ağzımdan döküldüğü anda Uğurcan'ın kızgın bakışlarını hissettim ve anında bunu söylediğime pişman oldum.
"Ben de izin vermem. O yüzden biz masum olduğundan emin olana kadar Buse'ye yaklaşmayacaksın."
Teoman tekrar Uğurcan'a döndü.
"Tamam, sana kanıtlamak için ne yapayım söyle."
Oturuşu dikleşmişti, kendine güvenerek söylediği bu söz Uğurcan'ı bile onun masum olduğundan şüphelendirmişti. Ne cevap vereceğini birkaç saniye düşündükten sonra mantıklı bir cevap verdi.
"Ben ne isteyeceğimi çok iyi biliyorum ama şimdi söylersem babanla konuşup kanıtları yok edebilirsiniz. O yüzden bekle. Bu akşam senin hangi tarafta olduğunu öğreneceğiz."
"Günaydın herkese!"
Aynı anda gelen, aynı anda, aynı neşeli ses tonuyla konuşan Elif ve Furkan masaya tam zamanında gelmişlerdi bence. Onlar gelince birden bizim konuştuğumuz konu kapandı ve ortamdaki gergin hava biraz olsun rahatladı.
Kahvaltının devamı her zamanki gibi olaysız geçti, tek fark bugün Elif ve Furkan'ın daha neşeli ve daha konuşkan olmasıydı.
Zaten masaya da aynı anda gelmişlerdi...
Sanırım Elif hakkında konuşacağımız kızlar gecesini bir an önce düzenlemeliydik.
Teorik dersi için sınıfa giderken belki ön bilgi alabilirim umuduyla Elif'in koluna girdim, o sırada Uğurcan'ın da Furkan'ı kenara çekip konuştuğunu göz ucuyla gördüm. O da bu durumu fark etmiş olmalıydı.
"Ne oluyorsunuz siz ya?"
"Ne ne oluyoruz, anlamadım."
"Bana bilmemezlikten gelme. Neden kahvaltıya Furkan ile birlikte geldiniz, önceden mi görüştünüz yoksa?"
Fark etmeme şaşırmış gibi görünüyordu ve biraz gerilmişti.
"Hayır, yolda karşılaşınca sohbet ede ede geldik. O yüzden."
Sırıttım.
"O nasıl güzel bir sohbetse artık ikinizin de ağzı kulaklarındaydı."
Koluna girdiğim kolunu çekti ve bana yalandan trip attı.
"Ne yapayım? Sen hep Uğurcan ile takılıyorsun, Teoman zaten bizim sınıftan bile değil. Biz de Furkan'la hep yalnız kalıyoruz. Biraz muhabbet etmiş olmamız suç mu yani?"
"Değil tabi canım, değil. Bir şey demedim ben zaten."
O sırada sınıfa vardığımızdan ikimiz de sustuk.
Ders her zamanki gibiydi, tek fark hocanın ders sonunda yaptığı heyecan verici duyuruydu.
"Arkadaşlar yarın akşam bu sene yeni gelenler, yani sizler için tanışma partimiz olacak. Parti okulun en üst katındaki balo salonunda yapılacak. Hepinizin katılımını bekliyoruz."
Birbirimizin duyduğundan emin olmak için Elif ile kollarımızı dürtüyorduk.
"Aman tanrım, bir parti!"
"Bu şimdi mi söylenir? Ne giyeceğiz?"
Herkes ile birlikte biz de hararetli bir tartışma eşliğinde sınıftan çıktık. Parti nasıl bir yerde olacaktı, ne giyecektik, nereden elbise alabilirdik, makyajımızı saçımızı nasıl yapsak kendimize daha çok yakışırdı?
Normal hayatta makyaj yapmıyor olmam bir partide de yapmayacağım anlamına gelmezdi. Bunu de Elif'e açıklamak hayli zor oldu.
"Yeter artık, ne konuştunuz be!"
"Aynen katılıyorum."
Tabi ki Uğurcan ve Furkan bizi anlayamazdı.
"Size ne be?"
Diye hafiften kızdım. Gülüştük ve sonra herkes kendi sınıfına dağıldı.
Bu sefer ders sıkıcı geçecekti sanırım. Çünkü toprak sınıfındaydım ve burada kimse yoktu tanıdığım. Tahmin ettiğim gibi de oldu. Sınıfa girdiğimde herkes çoktan guruplaşmıştı. Bazıları hala yarınki parti hakkında konuşuyorlardı. Ben de bir köşeye sinip etrafı izleyerek hocanın gelmesini beklemeye başladım.
Birden sınıfın çoğunun tek bir kişi etrafında toplandığını fark ettim. Bu kişi kısa boylu bir erkekti. Kalabalığın ne dediğine kulak kabarttığımda duyduklarım beni biraz korkuttu.
"Hadi Cenk ya yap işte."
"Sanki daha önce yapmadığın şey. Bir şey olmaz."
"Son bu sefer, hadi ne olur bir kez daha..."
Çocuk ilk başta ısrarla hayır diyordu ama sonra o kadar insanı kırmak istemedi sanırım. Biraz daha dikkatli baktığımda bunun, ilk gün tarih dersinde Zafer hoca sorduğunda yetenekli olduğunu söyleyen çocuk olduğunu fark ettim. Ne olacağını görmek için biraz daha yaklaştım ama ders dışında, hoca yokken güçlerimizi kullanmak yasaktı. Kötü bir şey olursa benim de başım yanabilirdi. Bu yüzden kalabalığa karışmadan sadece biraz onlara yaklaştım.
Biraz sonra Cenk gözlerini kapattı. İlk başta ifadesiz olan yüzü sonradan gülmeye başladı. Toprak hükmünün tetikleyici gücü mutluluktu, bunu kullanıyor olmalıydı.
Hemen ardından ellerini hafifçe yukarı kaldırdı, böylece yerdeki iki parça toz halindeki toprak iki elinin avucunun üstünde çıktı. Sonra Cenk daha da gülümsedi, o iki parça toprağı etrafında döndürerek dans ettirmeye başladı. Bu sırada herkes alkışlıyor, devam etmesi için onu destekliyordu. Hatta birkaç kişi hoca gelirse diye kapıda nöbet bile tutuyordu.
Yani şu an burası tam bir lise sınıfıydı.
Tamam yaptığı şey çok güzel ve büyüleyici görünüyordu ama ya kontrolü kaybetseydi? Ya birden ayağımızın altındaki toprak tümüyle hareket etmeye başlasaydı?
Buna bir son vermek için tam öne atılıyordum ki, kapıdaki çocuk hocanın geldiğini haber verdi. Bir anda tüm gösteri bitti ve herkes yerine dağıldı.
İçim rahatlamıştı. Umarım bunu bir daha yapmazlardı.
Derste ise Uğurcan'ın da dediği gibi yine sanki tetikleyici duygum mutluluk değilmiş ve ben ne olduğunu bilmiyormuşum gibi yaptım. Hoca da ikna olmuştu. Ders bittiğinde çok acıktığımı fark etmiştim. Öğle yemeği için soluğu yemekhanede, her zamanki masamızda aldım. Biraz sonra ise Uğurcan yanımda beliriverdi.
"Akşamki planımı merak etmiyor musun?"
Ediyordum ama konuşacak fırsat bulamamıştım ki. Ağzımdaki lokmayı yutup cevap verdim.
"Deli gibi merak ediyorum hem de. Ne isteyeceksin Teoman'dan?"
Etrafına bakıp kimse olmadığından emin olduktan sonra yine de fısıldayarak cevap verdi.
"Bize 'top secret' dosyasını getirmesini isteyeceğim."
Kaşlarım istemsiz olarak çatıldı. Bunun olmaması için birçok sebep geliyordu aklıma.
"Nasıl yani?"
"Önce gözümün önünde babasına bir yalan söyleyip arşivin anahtarını alacak, sonra da yine gözümün önünde o dosyayı bana verecek."
"Peki ya dosyanın nerede olduğunu cidden bilmiyorsa?"
"Bilmediğini sanmıyorum ama eğer gerçekten bilmiyorsa, öğrenecek. Ona güvenmemizin tek yolu bu."
Başımla onayladım. Bu zorlu bir görev olacak gibiydi.
Biraz sonra Teoman da masadaki yerini almıştı.
"Selam gençler!"
İkimiz de cevap vermedik.
"Artık bir selam verenimiz bile yok demek ki. Peki. Öyle olsun."
Yemeğine odaklandı ama aradan bir dakika bile geçmeden tekrar konuştu.
"Benden ne isteyeceksiniz?"
Uğurcan'ın delici bakışları her zaman olduğu gibi Teoman'a yöneldi.
"Söylemeyeceğimizi adın gibi biliyorsun."
Teoman biraz sırıttı.
"Tabiki biliyorum. Şansımı denemek istedim sadece. O zaman, ne zaman ve nerede buluşuyorum sizinle?"
"Bizimle değil, benimle. Buse gelmiyor."
Kaşık o anki şok ile elimden düştü ve ben şaşkınlıkla Uğurcan'a döndüm.
"Ne demek Buse gelmiyor? Bu beni de en az senin kadar ilgilendiriyor. Hatta bu direkt olarak beni ilgilendiriyor, ne demek ben gelemem?"
"İşte tam da bu yüzden gelmiyorsun."
Derken yüzünü bana çevirdi. Önce Teoman'dan kalan o delici bakışların bana olduğunu sandım ama o gözler benim suratımı gördükleri anda daha yumuşak bir hal aldı.
"Ben de geleceğim!"
"Buse, bu konu senin tehlikede olup olmamanla ilgili. Bunu çözmeye çalıştığım bir anda senin ortalıkta olman akıllıca mı?"
"Tanrı aşkına Uğurcan! Bir okulun içindeyiz, başıma ne gelebilir ki? Hele de yanımda sen varsan."
Kızgın yüzünde çok ani ve büyük bir yumuşama oldu. Ona ulaştığımı hissettim.
"Bırak gelsin. O haklı, okulda başına ne gelebilir ki?"
Teoman da bana hak veriyordu. Uğurcan tamam demedi ama bir kez daha hayır da demedi.
Ne derse desin gelecektim zaten.
"Selam!"
"Selam."
Şen şakrak sesleriyle Elif ve Furkan yine aynı anda geldiler. Bir anda konuştuğumuz konu kapandı ve dikkatimiz onlara yöneldi.
Yine yan yanaydılar. Kesin bir şey vardı aralarında. Bu akşam işimiz bitince Elif ile konuşacaktım, yoksa meraktan çatlardım.
Tarih dersi her zamanki gibiydi, yalnız dersin sonunda Zafer hoca kimin kendini başarılı bulduğunu sorduğunda el kaldıranlar arasından birkaç kişiden sonra Uğurcan'ı seçti, ondan sonra da kimseyi kaldırmadı. Bunu artık çok yapmaya başlamıştı. Kimin kendini başarılı bulduğunu soruyor, Uğurcan el kaldırsa da kaldırmasa da ona mutlaka söz veriyordu. Gerçi Uğurcan şimdiye kadar sadece ikinci gün el kaldırmamıştı. Zafer hoca da ona söz verdikten sonra diğer el kaldıranları görmezden geliyor, işi bitmiş gibi dersi bitiriyor ve sınıftan çıkıp gidiyordu.
Bu üstünde düşünmem gereken bir konuya dönüşüyordu.
İnceleme dersine girdiğimde, kapıda Uğurcan'ın beklediğini yine biliyordum. Bu yüzden içim rahattı. Tüm ders boyunca Teoman bana garip garip baktı, anlam veremiyordum. Meraklıydı sanki, bana çözmesi gereken bir bulmacaymışım gibi bakıyordu.
Bu sefer de tetikleyici gücümü bulamadığımı söylediğimde normal şartlarda tamam diyip beni salmaları gerekiyordu ama bu sefer öyle olmadı.
"Yavaş ilerliyorsun Buse."
Emre hocanın sesi ciddiydi. Neden böyle düşündüğünü bilmiyordum. Asıl ilk haftadan tetikleyici gücümü keşfetmem olağanüstüydü, bulamamam değil.
"Henüz önümde dört senem var. Yavaş ilerlememde bir sakınca görmüyorum."
Emre hoca cevap vermek yerine gözlerini Zafer hocaya çevirdi. O konuşmaya devam etti.
"Tabiki öyle kızım ancak biliyorsun ki sen farklısın. Sen bir ilksin. Hem bizim sendeki olağanüstü durumun ne olduğunu bulabilmemiz açısından, hem de daha başarılı bir öğrenci olabilmen açısından daha hızlı ilerlemelisin."
Bu söyledikleri saçma geliyordu. Kimse bir haftada muhteşem bir hükümlü haline gelemezdi.
"Peki ne yapmamı önerirsiniz?"
Diye birazcık sinirimi belli ederek sordum. Zafer hoca cevap vermeden önce Teoman'a baktı, sonra tekrar bana döndü.
"Bundan sonra Teoman sana özel ders verecek."
"Ne?!"
Böyle bir şey asla olmayacaktı!
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top