UĞUR

Asya günde üç defa; kahvaltı, öğle yemeği ve akşam yemeği için yanıma geliyordu. Her gelişinde, sırf o yataktan kalkmış olmak için tuvalete gitmem gerektiğini söylüyordum. Her akşam da sırf daha uzun o yataktan uzak kalmak için banyoya giriyordum. Her seferinde de yine sırf daha uzun kalmış olmak için saçlarımı yıkıyordum. Kurutma makinesi yoktu, bu yüzden geceleri ıslak saçlar ile uyuyordum. Muhtemelen hasta olacaktım ama umurumda değildi.

Kaçmak için planlar hâlâ her gün kafamda dönüp duruyordu. Asya'nın zayıf bir anını yakalayıp onu bayıltmak, yalvarıp bir şekilde kalbine dokunmak, kesici veya metal olan herhangi bir şey bulmak...

Her gün deniyordum. Her gün en az iki kez, üç kez konsantre oluyor, kalbime sevgiyi dolduruyor ve etrafımdaki metalleri hissetmeye çalışıyordum. Hiçbir şey hissedemiyordum.

Saydım. Tam on bir kahvaltı, on bir öğlen yemeği, on bir akşam yemeği olmuştu. Demek ki on bir gün geçmişti. Tamamen olaysız geçen on bir gün...

Ama on ikinci günün on ikinci kahvaltısı için Asya beni uyandırdığında farklı bir şey olduğunu fark ettim. Bu, gözlerimin kocaman açılmasına sebep oldu. Üstümdeki beyaz elbisenin etek kısmında kırmızı bir leke vardı. Bu kandı.

Tanrım, bu kan! Şükürler olsun!
Hamile değildim!

On bir günün sonunda, ilk defa gülümsedim. Ağzımdan kahkahaya benzer bir ses çıktı. Yüz kaslarım bu hareketin varlığını unutmuş gibiydi. On bir günün sonunda, ilk defa kahkaha attım. Bu uzun zamandır aldığım en güzel haberdi.

"Asya! Şuna bak! Hamile değilim!"

Asya eteğimdeki kana baktı. Ardından kahvaltı masasını bırakıp odadan çıktı gitti.

"Nereye gidiyorsun? Bunu kutlamayacak mıyız?"

Gülüyordum. Tanrıya şükrediyor, gülüyor, gülüyor, yeniden gülüyordum. Hamile değildim. Karnımda sevmediğim bir adamdan olan bir bebek yoktu. Hayatım en azından bu açıdan mahvolmamıştı. Buradan kurtulabilirsem bir de bununla uğraşmak zorunda kalmayacaktım.

Ben yatakta kahkahalar atarken Asya elinde yeni bir elbise ve pedler ile geri döndü.

"Asya, hamile değilmişim! Benim için sevinsene!"

Sevinmeyeceğini biliyordum. Yüzünde tek bir mimik bile oynamamıştı, her zamanki gibi. Yine de ben mutluydum. Asya pedleri tuvalete bıraktı ve gelip beni çözdü. Elbiseyi elime tutuşturdu ve beni içeri attı.

Temizlenip çıktığımda yeniden yatağa bağlandım. Asya yatağı dikleştirdi ve oturur pozisyona geldim.

"Bu uzun zamandır aldığım en güzel haber."

"Bir sonraki hamile bırakma işlemi reglin bittiğinde yapılacak."

Yüzümdeki gülümseme donup kaldı.

"Ne demek istiyorsun?"

Cevap vermedi. Ben de zaten ne demek istediğini gayet iyi biliyordum.

Tekrar deneyeceklerdi.

Tanrım, bunu neden düşünemedim?

"Tekrar mı deneyecekler?"

Asya'nın ağzından çıkan tek bir cümle beni yeniden eski, bitik halime geri döndürmüştü. Gülümsemem soldu, içimdeki neşe kırıntıları paramparça oldu.

"Ben bunu hak edecek ne yaptım?"

Daha fazla dayanamıyordum! Çaresizlik beni yiyip bitiriyordu. Tek yapabildiğim ağlamak, bağırmak ve daha fazla ağlamaktı. Bunlar hiçbir işe yaramıyordu ki!

"Benden ne istiyorlar Asya?"

Asya plastik çatala peynir takmış bana uzatıyordu.

"İstemiyorum! Tek istediğim sevdiklerimi ve kendimi şu cehennemden kurtarmak!"

Yüzüme bakmamaya devam ediyordu. Yeşil gözlerini elindeki çatala dikmişti.

"Bana neden bakmıyorsun? Zavallı halimi görmek içini mi acıtıyor?"

Yüzünde tek bir mimik dahi oynamadı.

"Ben hamile kalmak istemiyorum! Daha on dokuz yaşındayım! Farkında mısın? Bana ne yaptıklarının farkında mısın? Buna nasıl seyirci kalırsın?"

"Sus!"

Tepki verdi.

Her ne kadar olumlu bir tepki olmasa da, bu da bir şeydi. Günler sonra ilk defa, robot gibi davranmaktan vazgeçip bana bir tepki vermişti!

"Susmayacağım! Neye göz yumduğunun farkına var artık! Sen susuyorsun ama ben susmayacağım! Sesimi kimse duymayacak olsa da susmayacağım!"

Asya önüme tuttuğu çatalı hışımla masaya geri bıraktı. Ardından yatağın kenarından kalktı ve masayı da alıp kapıya doğru yöneldi.

"Nereye gidiyorsun? Bunu gerçekten yapıyor olamazsın! Senin çocukların, sevdiğin kimse yok mu?"

Asya tam kapının önüne gelmişti ki, durdu.

Durdu.

Arkası bana dönüktü ve yüzünü göremiyordum ama bana tepki veriyordu işte. Ona bir şekilde ulaşmıştım. Söylediğim şeylerden hangisi ona dokunmuş olabilirdi?

Çocuklarından bahsettim!

İşte buydu. Onun hassas noktası buydu demek.

"Sen kızının benim yaşadıklarımı yaşamasını istemezdin değil mi? Bana yardım et o zaman? Benim annem de benim bunları yaşamamı istemez. İçindeki insanlığa ne oldu?"

Sadece bir saniye daha bekledi. Ardından kapıyı açtı ve odadan çıkıp gitti.

◇◇◇

O gün Asya ne öğle yemeği için, ne de akşam yemeği için bir daha gelmedi.

Hamile olmadığımı öğrenmiş olmalıydılar. Doğal olarak gözlerindeki değerim düşmüştü. Kimse aç veya susuz olmamı umursamıyordu. Kimse tuvalete gitmeye ihtiyacım olup olmadığını sorgulamıyordu. Üstelik bugün reglimin ilk günüydü, ertesi sabaha kadar üstüm başım ve tüm yatak batmıştı.

Ertesi sabah Asya hazırlıklı gelmişti. Kahvaltının yanında yeni bir elbise ve yatak çarşafı da getirmişti.

Reglim bitene kadar dokuz kahvaltı geçti. Asya'nın eskisinden de kötü olduğu dokuz gün. Yine suratıma bakmıyor, yine söylediklerime hiçbir tepki vermiyordu. Yine insan gibi değil, robot gibi davranıyordu.

Ben ise... Ona benzemeye başlamıştım. Bir robota... Sergilediğim tek duygu belirtisi, korkuydu. Bu beni robotlaştırıyordu. Sadece durmuş başıma gelecekleri bekliyordum. Köşeme çekilmiştim. Artık ağlamıyorum bile. Sanki, korkunç şeyler olacağını kabullenmiştim ve olmalarını bekliyordum. Evet, korkuyordum. İçimde beni esir alan çok, çok yoğun bir korku vardı ama bu beni savaşmaya itmiyordu. Regl ağrım ise ilk defa, sorunlarımın en küçüğüydü. İlk defa hiç bitmemesini diledim. Hiç bitmesin ki bana yeniden o yaptıkları şeyi yapmasınlar.

Ama elbette bitti.

Burada bulunduğum yirmi ikinci günün sabahında, Asya içeri kahvaltı masası ile değil, dev bir iğne ile girdi. Beni yine bayıltacaklardı.

En azından hiçbir şey hatırlamayacağım.

Şükrettiğim şeyin bu olmasına lanet ettim.

◇◇◇

Gözlerimi açtım. Aynı parlaklık. Aynı lambanın gözleri kör eden aynı beyaz ışığı. Aynı oda. Aynı yatak. Aynı bağlar.

Acaba ben de aynı mıyım?

Bu sefer işe yaramış mıydı planları? Başarmışlar mıydı yeni bir hüküm gücüne sahip bir bebek koymayı karnıma? Bilmiyordum. Öğrenmek için en az bir ay daha beklemem gerekiyordu.

Ağlamadım. Dedim ya, robot gibiydim. Sadece bekliyordum. Korkular içinde bekliyordum. Kabullenmiştim.

Ve aslında, yorulmuştum...

Evet, belki de robotlaşmamın sebebi buydu. Direnmekten yorulmuştum. Bana yaptıklarından yorulmuştum. Asya'ya ulaşmaya çalışmaktan yorulmuştum. Burada böyle tüm gün elim kolum bağlı yatmaktan yorulmuştum. Düşünmekten yorulmuştum.

Sahi, düşünmekten bile yorulmuştum. Oysa insan düşünmeyi bırakamazdı ki. Ben de bırakamıyordum. Sürekli ailemi düşünüyorum. Ne halde olduklarını... Acaba onları da benim gibi yatağa mı bağlamışlardı, yoksa daha mı insaflı davranmayı tercih etmişlerdi? Peki ya arkadaşlarım, onlar ne yapıyordu? Elementler Üniversitesi'nde neler oluyordu? Elif ve Furkan iyi miydi? Peki ya Uğurcan? Yokluğumu fark edince yapmıştı? Tam yirmi iki gündür buradaydım. Yirmi iki gün boyunca onlar ne yapmıştı? Beni kurtarmaya çalışmışlar mıydı ya da çalışıyorlar mıydı?

Uğurcan...

Yüzü gözümün önüne geliyordu. Kara gözlerini, gece saçlarını çok iyi hatırlıyordum. Bana bakışındaki inceliği, bana sarılmasındaki sıcaklığı ve tabiki beni güçleriyle etkilediği zamanları çok iyi hatırlıyordum. O çok güçlüydü. Ben etrafımda hiçbir metal hissedemiyordum ama onu alıp havasız bir ortama koysalar eminim ki çok uzaklardaki havayı bile hissedebilirdi. Ben yapamıyordum. Bu odanın bir yerlerinde illa ki metal olmalıydı. Bu odada olmasa bile bu binada ya da ne bileyim, yan binada veya onun yanındakinde, herhangi bir yerde bir metal olmak zorundaydı. Olmaması imkansızdı ama ben hissedemiyordum. Güçsüzdüm işte. Uğurcan'dan ve diğer herkesten daha güçsüzdüm.

Ama belki de Uğurcan da beni kurtaracak kadar güçlü değildi.

Hayır, bu düşünceyi kafandan at.

Veya belki de denemiyordu bile. Neden beni kurtarmak için hayatını tehlikeye atsındı ki? Tamam, ben onun arkadaşıydım ama birlikte geçirdiğimiz zaman bir ay bile etmezdi. Neden sadece birkaç haftadır tanıdığı biri için ölmeyi göze alsındı ki?

Bunu düşünme, elbette gelecek.

Ya gelmezse? Bunca gündür gelmedi. Tam yirmi iki gün oldu ama kimse beni kurtarmaya gelmedi! Ya gelmezse?!

Biri gelecek. Bir şekilde kurtulacaksın.

Belki de bunu kendi kendime halletmem gerekiyordur. Belki de beni kurtarabilecek tek kişi yine benim. Belki de... Belki de buradan asla...

Düşünme!

Ama bu imkansız!

◇◇◇

Aradan on yedi kahvaltı daha geçti. Otuz dokuzuncu gün, her zamanki gibi gözlerimi açtım ama her zamankinden daha berbat hissediyordum.

Her gece banyo yaptığımdan saçlarım ıslak uyurdum. Sabaha genelde kurumuş olduklarını hissederdim ama bu sefer ıslak tutamlar önüme geliyordu. Aniden, odanın da her zamankinden daha soğuk olduğunu hissettim. Günler geçiyordu, belki de dışarıda kış gelmişti.

"Günaydın Asya. Ne kadar berbat bir gün değil mi?"

Her zaman yaptıklarını yaptı. Üstünde kahvaltı olan masayı yanıma çekti, yatağı dikleştirdi ve yanıma oturdu.

"Bugün berbat hissediyorum."

Bana uzattığı ekmek ve peyniri ağzıma attım ama çiğnerken, burnumdan nefes alamakta zorlandığımı fark ettim. Onları yutmaya çalıştığımda ise boğazımın acıdığını...

Zaten asıl şaşırtıcı olan bu kadar süredir hasta olmamış olmamdı.

"Sanırım grip olmuşum. Burnum tıkalı ve boğazım ağrıyor. Tanrım, bu oda neden bu kadar soğuk?"

Mutlaka o da fark etmiş olmalıydı ama bir şey belli etmiyordu. Portakal suyundan bir yudum içirdi ama ben yemek yemekte gerçekten zorlandığımı fark ettim. Yine de aç olduğumu da hissediyordum.

"Bana bir ilaç versinler bari. Odanın ısısını yükseltseler iyi olur. Ne de olsa onlar için hâlâ değerliyim, değil mi?"

Şimdi tepki vermiyordu ama umarım söylediklerimi yaparlardı. Bir de griple uğraşmak istemiyordum.

Asya tabaktaki haşlanmış yumurtayı dörde böldü ve bir parçasını çatala batırıp uzattı.

O anda azıcık nefes alan burnuma yumurtanın kokusu doldu ve bu, o an sanki dünyadaki en iğrenç kokuymuş gibi geldi.

"Çek şunu!"

Kokuyu almamak için kafamı diğer tarafa çevirdim. Yemeklerin tadı zaten güzel değildi ama bugün yumurta ekstra olarak berbat kokuyordu. Resmen midem ağzıma gelmişti.

Asya muhtemelen mızmızlandığımı düşünüyordu, bu yüzden çatalı burnumun dibinden çekmedi.

"Yumurta iğreç kokuyor Asya! Onu yemeyeceğim, çek şunu burnumun dibinden."

Belki de ilk defa, Asya ona söylediğim bir şeyi yaptı ve yumurtayı tabağa geri bıraktı. Kahvaltının geri kalanını edemeyecek kadar midem bulanmıştı.  Az önce açken şimdi hiç öyle hissetmiyordum. Ayrıca bugün sanki uykumu da alamamıştım. Her zamankinden daha uykusuz hissediyordum. Asya'nın zorlaması ile birkaç parça daha peynir ve ekmek yedim ama en sonunda o da beni rahat bıraktı.

Odadan çıktığında yorgunluktan hemen uyuyakaldım. Tekrar uyanmamın sebebi ise Asya'nın öğle yemeği için gelmesi veya uykumun bitmesi değildi. Mide bulantısıydı.

İnanılmaz bir kusma isteği ile gözümü açtım. Anında midem ağzıma geldi. Çıkarttığımı tekrar yutmamak için yattığım yerde başımı yana çevirdim. Öğürüyor ve içimde ne varsa dışarı atıyordum. Bu şekilde kusmak çok zor ve iğrençti. Saçlarım, yastık, çarşaf, elbise ve yerler batmıştı ama ben kusmaya devam ediyordum. Kendimi durduramıyordum.

Sonunda her şey bittiğinde elimde iğrenç bir koku, tat, görüntü ve yorgun bir ben vardı.

"Kimse var mı?"

Günler sonra ilk kez birilerine seslendim. Kaçmak, kurtulmak için değildi. Sadece biri gelsin ve temizlenmem için bağlarımı çözsün istiyordum.

"Burayı biraz berbat ettim. Biri buraya baksın. Asya!"

Elbette kimse gelmedi. Asya öğle yemeği için gelene kadar orada pislik içinde bekledim. İçeri masayla girdiğinde durdu. Yatağa ve yerlere bakıyordu.

"Sana seslendim ama beni kimse duymadı."

Asya gerisin geri odadan çıktı. İki dakika sonra temizlik için gereken her şey ile geri döndü. Bağlarımı çözüp bana yeni ve temiz bir elbise uzattı. Elinde bir şey daha vardı.

Şaşkınlıkla elindekileri aldım ve o şeyin ne olduğuna baktım. Bir kalem kadar uzun, ama kalemden daha kalın bir çubuk gibiydi. Bir kapağı vardı. Onu açtığımda, bu şeyi daha önce gerçekten hiç görmediğimi ama izlediğim film ve dizilerden tanıdığımı fark ettim. Evet, bu düşündüğüm şeydi.

"Yıkan ve testi yap."

Asya beni elimdeki elbise ve hamilelik testi ile banyoya attı. Kapıyı kapattığında ben hâlâ ona bakıyordum. Bu resmen bir hamilelik testiydi.

Derin derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştım çünkü onu kullanmak istemiyordum. Bilmek istemiyordum. Hayır, hamile olduğumdan değil, sadece hasta olduğumdan kusmuştum. Bunu kullanmaya ihtiyacım yoktu.

Önünde sonunda öğreneceksin. Şimdi veya birkaç gün sonra, ne fark eder?

Ama buna hazır değildim ki. Ben bir çocuğum olmasına hazır değildim. Karnımda bir bebek taşımak istemiyordum. Karnımda onun bebeğini taşımak istemiyordum.

Elbiseyi ve testi yere bırakıp soyundum ve kendimi duşa attım. Odanın soğukluğundan sonra ısınmak için suyu kullanmak iyi gelmişti. Sıcak su bedenimi yumuşattı. Artık bileklerimde yaralar yoktu. İyileşmişlerdi. İyileşmelerine izin vermiştim. Artık kayışlardan kurtulmaya çalışmıyordum. Bunun imkansız olduğunu biliyordum.

Saçlarımda kuruyan kusmukları iyice temizledim. Bedenimi iyice temizledim. Belki maddi olarak temizledim ama hiç temiz hissetmiyordum. Ne kadar yıkanırsam yıkanayım kirlenmişlik hissi üstümden gitmiyordu. Yaşadıklarımı ve yorgunluğumu yıkayarak atamıyordum üstümden.

Sonunda duştan çıkıp kurulandım. Saçlarımı havluya sardım. Bana verilen elbiseyi giydim. Tek bir şey kalmıştı.

Testi elime aldım ve çizgilerin belireceği alana baktım.

Tek çizgi hamile değilsin, çift çizgi hamilesin demek.

Bunu yapamam.

Bunu sen yapmadın, onlar sana yaptı.

Hazır değilim. Bunu bilmek istemiyorum.

Ne kadar erken öğrenirsen o kadar iyi.

Hamile olduğumu bilirlerse bana daha iyi davranırlar mıydı acaba? Belki yatağa bağlamaktan vazgeçerlerdi. Belki beni dışarı bile çıkarırlardı. Günlerdir temiz hava almamıştım. Günlerdir güneşi, denizi, gökyüzünü görmemiştim. Günlerdir kendimi bile görmemiştim. Gözlerim gök mavisiydi. Bu kadar uzun süre göğe bakmayan gözlerim hâlâ parlaklığını koruyor muydu acaba?

Acaba çocuğumun gözleri ne renk olacak?

Aklımdan geçen düşünceyle donup kaldım. Ben çocuğum mu demiştim? Bu kadar çabuk mu kabullenmiştim yani? Hayır, hayır bu olmamalıydı. Birincisi, babası hayatımı mahvetmişti, o çocuğu nasıl sevebilirdim? İkincisi, zaten doğar doğmaz onu benden alacaklardı. Plan ikiye göre onun da benim gibi farklı güçleri olacaktı. O da tıpkı benim gibi plan ikinin başarılı sonucu olacaktı. Demek oluyor ki ona da plan ikiyi, sonra olan biri uygulayacaklardı. Onu da tıpkı benim gibi tutsak edecekler, zorla başka bir hükme sahip bir çocuğu olmasını sağlayacaklar, sonra zorla kendi hükmünü alıp onu da tıpkı benim gibi... Benim gibi...

Çocuğum annesi ile aynı kaderi paylaşacak.

Yine çocuğum dedim.

Bu kelime bana nereden takıldı?

O, eğer hamileysem şu anda karnımda olan bebek, kaderinden habersizdi. Başına ne kadar korkunç şeyler geleceğini bilmiyordu. Bu yüzden onu sevmemeliydim işte! Çünkü... Çünkü onu kaybedecektim.

Ama ya hamile değilsem? Ya çift değil tek çizgi görürsem?

Bir an, sadece tek bir anlığına bu düşünce beni üzdü. Sadece şurada dikildiğim iki dakika içinde nasıl da hemen sahiplenmiştim onu...

Öğrenmek zorundayım.

Derin bir nefes aldım. Testin kapağını açtım. Bunu yapacaktım.

İşim bittiğinde yeniden kapağı kapattım ve beklemeye başladım. Bu bekleyiş belki de hayatımın en zor bekleyişiydi. Küçücük odada bir o yana bir bu yana yürüyordum. Gözümü çizginin veya çizgilerin  belireceği noktadan ayırmıyordum. Birkaç dakika mı olmuştu yoksa birkaç saniye mi bilmiyorum. Zaman algım gerçekten berbat olmuştu burada.

Ama sonunda bir şeyler belirmeye başladı. Olduğum yerde kaldım ve nefesimi tuttum.

Çift çizgi.

Aman tanrım!

Hamileydim! Tuttuğum nefesimi büyük bir şaşkınlıkla geri verdim. Gözlerimi kırpıştırıp tekrar ve tekrar ve tekrar baktım ama sonuç değişmedi. Hamileydim işte.

Dengemi kurmakta zorlandığımı fark edip yere oturdum ve sırtımı duvara yasladım. Buna inanamıyordum. İnanamıyordum! Günlerdir olmasından en çok korktuğum şey olmuştu ama ben...

Belki de bu bir felaket değildir.

Hayır, bu kesinlikle bir felaketti. Nefret ettiğim, evli olmadığım bir adamdan bir çocuğum vardı.

Bu sefer çocuğum kelimesini yargılamadım.

Bu kesinlikle, kesinlikle bir felaketti. Daha çok kusacaktım. Karnım büyüyecekti. Doğumun acısını çekecektim. Bana yardım eden kimse olmayacaktı. Ne annem, ne babam, ne de bebeğimim babası... Bu saatten sonra buradan kurtulsam ve her şey normale dönse bile o babasız büyüyecekti. Ben, daha kendim çocukken bir çocuğa nasıl bakacaktım?

Buradan çıkarsam kürtaj yaptırabilirim.

Ne? Hayır yaptıramam! Yaptırmam. Bu düşünceden anında nefret ettim. Kimse çocuğumu öldürmeyecekti.

Hayır öldürecekler.

Annesi ile aynı kaderi yaşayacak. Onu doğar doğmaz benden alacaklar ve benim yaşadıklarımın aynını yaşayacak. Benim acılarımın aynını o da çekecek.

Çekmesin.

Elim istemsizce karnıma yöneldi. Sanki onu korumak ister gibi...

İstiyorum.

Karnımda minicik bir can vardı. Savunmasız, günahsız, her şeyden habersiz büyüyordu içimde.

Diğer elimi de karnıma götürdüm. Onu henüz hissedemiyordum ama oradaydı işte. Benim bebeğim...

Benim babasından nefret ediyor olmamda onun ne suçu vardı ki? Babası kim olursa olsun, o benim bebeğimdi. Benim karnımdaydı. Bu onu sevmem için yeterliydi.

Benim bebeğim masumdu. Tanrım, tıpkı benim gibi. İkimizin de tek suçu farklı bir hüküm gücüne sahip olmaktı. Şimdi bu yüzden benim başıma gelenler onun da başına...

Gelmeyecek.

Buna izin veremezdim. O benim gibiydi. Farklıydı. Belki de bu dünyada beni anlayacak tek kişi oydu. O da, ben de farkıydık diğer herkesten. Biz mucizeydik. Bebeğim ve ben... Benim bebeğim...

Madem her şeye rağmen o vardı, işte buradaydı, karnımdaydı, bana gelmişti; o halde ben de her şeye rağmen onu bırakmayacaktım. Onu canım pahasına koruyacak, benim kaderimin aynını yaşamasına asla izin vermeyecektim. Nasıl olurdu, ne yapardım da daha kendimi bile koruyamazken onu korurdum bilmiyordum ama olacaktı işte. Olmak zorundaydı. Benim çocuğum benimle aynı kaderi paylaşamazdı.

Evet, o kesinlikle bir felaketti ama ben bu felaketi sevmeye karar verdim.

Dizlerimi kendime çekip başımı onlara yasladım ve karnımdaki ellerimi kaydırıp kendime sarıldım.

Hayır, kendime değil, bebeğime sarıldım. Benim küçük, masum, savunmasız felaketime, bebeğime. Ona sarıldım, gözlerimi kapattım ve kalbimde yeni bir sevgiye yer açtım. Onun sevgisi...

Beynimde bir görüntü şimşek gibi çaktı.

O da neydi?

Başımı kaldırıp etrafa baktım. Bunun yarardan çok zarar getirdiğini fark ettiğimde hemen eski pozisyonuma geri döndüm. Bebeğime daha sıkı sarıldım ve gözlerimi daha sıkı kapattım. Görüntü geri geldi ve bu sefer orada kaldı.

Bu bir vida.

Metal bir vidaydı. Buradaydı. Burada bir yerdeydi, metal bir vida vardı, hissediyordum.

Bebeğimin sevgisi...

Bana uğur getirmişti. Felaketim bana uğur getirmişti! Onun sevgisi sayesinde minicik bir vidayı hissedebilmiştim!

İyi de neredeydi o? Tekrar görüntüye baktığımda karanlık bir yer olduğunu fark ettim. Etrafıma baktım. Neresi olabilirdi?

Hemen yanında oturduğum, lavabonun altındaki dolap dikkatimi ilk çeken şey oldu. Anında yere yattım ve dolabın altına baktım. Tabiki hiçbir şey görünmüyordu. Gözlerimi tekrar kapattım ve metali hissettim. Evet, burada olmalıydı.

Dolabın altı elimi sokamayacağım kadar dardı. Ayaklandım ve dolabı çekmeye çalıştım ama imkansızdı. Duvara yapıştırılmıştı.

Vazgeçmeyecektim. Bir çözüm bulmalıydım. Belki dolabın altına sokabileceğim bir şey... Etrafa bakarken başımı kaşıyordum, ne olabilirdi?

Birden elimin altındaki şeyi hissettim.

Tabi ya, havlu!

Denemeye kesinlikle değerdi. Hemen başımdaki havluyu çıkartıp yere serdim ve dolabın altına ittirip çıkarmaya başladım.

Sesini duydum. Metal bir şeyin yerdeki mermerde yuvarlanma sesini duydum! Bu uzun zamandır duyduğum en güzel şeydi! Havluyu ittirip çekmeye devam ettim ve sonunda, minik metal vida yuvarlanıp önüme geldi.

Onu elime aldım. Her bir ayrıntısı anında beynimde canlandı. Kontrolünü bana bıraktı ve emrimi beklemeye başladı. Heyecandan ellerim titriyordu. Bu minik şey belki de benim buradan kaçış biletimdi.

Elimi karnıma koydum ve bakışlarımı oraya çevirdim.

"Teşekkür ederim bebeğim. Uğurum oldun."

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top