GİDİYORUZ O ZAMAN

Pratik dersim için su sınıfındaydım. Furkan sorularıyla kafamı deliyordu.

"E peki niye annenle babanın kayıtları da varmış dosyada?"

Derin bir nefes alıp sıkıntıyla verdim. Yaklaşık yirmi dakikadır Furkan'a artık susması için imalı bakışlar gönderiyordum ama o bunu asla anlamıyordu.

"Bilmiyorum Furkan. Zaten biz de bu soruların cevaplarını öğrenmeye çalışıyoruz, soru sormayı keser misin artık?"

"Peki annenle babana sordun mu?"

Acı içinde ellerimi yüzüme kapattım. Ağlamaklı sesler eşliğinde cevap verdim.

"Sormadım tabiki Furkan! Onları tehlikeden uzak tutacağım."

Buna dün gece karar vermiştim. Yatağa yatıp olanları düşündüğümde onların iyiliği için bilmemeleri en iyisi gibi görünüyordu. Zaten tehlikeli bir şeyler döndüğünü bilseler, beni asla buraya yollamazlardı.

Tam o sırada Esra hocanın elinde koca bir kap dolusu su ile kapıdan içeri girmesi beni Furkan'ın sorularından kurtardı. Kadının elindeki kasedeki su, saçları gibi dalgalanıyor, hatta kimi zaman taşıyordu ancak hocanın gücü sayesinde asla yere dökülmüyordu.

"Selam arkadaşlar! Bugün bana bu su ile neler yapabileceğinizi göstermenizi istiyorum."

Böylece ders başladı ve herkes maharetlerini sergilemeye başladı. Furkan'ın çırpınışlarıni izlemek keyifliydi aslında.

◇◇◇

"Hocam, bir şey hakkında konuşabilir miyiz?"

Esra hocanın bakışları bize döndü. Sınıf boşalsın diye biraz beklemek istedim ama Furkan hemen konuya girdi.

"Hocam, Hale Yaprak'ı tanıyor musunuz?"

Gözlerimi dehşetle açarak Furkan'ın koluna hocaya fark ettirmeden vurdum. Hani ağızlarını arayacaktık, resmen direkt sormuştu öğrenmek istediğimiz şeyi. Furkan genellikle komik, mizahi yeteneği güçlü biriydi ama böyle zamanlarda beni çıldırtıyordu.

Koluna vurmamla bana döndü, ne yaptım der gibi kaş göz yaptıktan sonra hocanın cevabını duymak için bakışlarını tekrar ona çevirdi.

"Onu neden sordunuz?"

Esra hocanın bir anda yüzünün rengi solmuştu ve kaşları çatıldı. Sesindeki tedirginlik bize de yansımıştı. Sorusuna üstü kapalı bir cevap vermeliydim.

"Biz, üst sınıflar konuşurken duyduk da... Yani aynı ismi birkaç kere duyunca merak ettik. Su hükümlüsüymüş galiba."

Esra hoca gözlerini bana dikti. Ne bilip ne bilmediğimi anlamaya çalışıyordu belki de.

"Evet. Evet öyleydi. Çok başarılı bir öğrenciydi."

"Ha mezunlardan yani?"

Diye yine pat diye soran Furkan'a bu sefer gizleme ihtiyacı hissetmeden delici bakışlarımı gönderdim. Her konuda bu kadar dikkatsiz olacaksa onu gurubumuza dahil etmekle büyük bir hata yapmışız demekti.

"Hayır, malesef o..."

Hocanın sesindeki üzüntüyü duyup ona döndüğümde, elinde tuttuğu kasedeki suyun hafifçe titrediğini fark ettim.

"O öldü."

◇◇◇

Telefonundan gösterdiği fotoğrafa bakakalmıştık. Bir kız, adeta sudan heykeller yaratmıştı. Geometrik şekiller, hayvan figürleri, hatta bazı insan yüzleri bile yapmıştı.

"Çok yetenekliydi."

Esra hoca muhtemelen daha önce yüzlerce kez baktığı fotoğraflara ilk defa görüyormuş gibi odaklanmıştı.

"Daha üçüncü sınıfa yeni geçmiş olmasına rağmen tetikleyici gücünden kurtulmuştu. Onun kadar yeteneklisini bulmak zordur."

Bunu biliyordum. Dosyada Hale ile ilgili kısımda bu belirtilmişti. Zaten dosyada adı geçen -ben hariç- herkesin tetikleyici gücünden kurtulduğu yazıyordu. Hale ise bunu henüz üçüncü sınıftayken başaran tek kişiydi. Peki ya başına ne gelmişti? Esra hocaya olabildiğince kibarca sordum.

"Peki ya, nasıl oldu? Yani... Onun ölümü..."

"Bir kaza."

Dedi. Burnunu çekip kendini biraz toparladı. Ardından gözlerini fotoğraflardan çekip bize dikti.

"Yıl sonu tatilinde evine dönerken araba çarpmış. Ailesi üzüntüden perişan oldu. Üstelik ne kamera kaydı ne de çarpan kişiyi bulmaya yaracak herhangi bir ipucu var. Tıpkı diğerlerinde olduğu gibi..."

Sanki kızgın bir yağ kazanı başımdan aşağı dökülmüş gibi titredim. Endişemle ortamın sıcaklığı yükselmişti sanki. Esra hoca ne demek istiyordu?

"Diğerleri?"

Furkan ile ağzımızdan aynı anda, aynı endişe ile çıkan bu sorunun cevabını çok merak ediyordum.

"Malesef ki, bu okulda öğrenim görürken hayatını kaybeden iki öğrenci daha var. İkisi de çok yetenekliydiler. Afet ateş, Bora toprak hükümlüsüydü."

Bu öğrendiklerim karşısında verebileceğim çok büyük tepkiler vardı ama bunları sonraya sakladım. Bunun yerine sadece kendimi tuttum, Furkan'ı da alıp en hızlı şekilde dışarı, diğerlerini bulamaya koştum.

O dosyada herkese plan birin uygulandığı yazıyordu. Bana da uygulanacağı yazıyordu.

Ve o dosyadaki herkes ölmüştü.

◇◇◇

"Adının o dosyada olması hiç iyi değil."

Zaten bildiğim bir gerçek, elimizdeki yeni bilgiler çerçevesinde Uğurcan'ın ağzından çıkınca, kafama iyice yerleşti.

O dosyada adımın ölen insanlarla beraber olması, hiç iyi değildi.

"Ben okulu bırakıyorum!"

Ölmek... Yakın zamanda hayatım için planladığım şeyler arasında değildi. Zaten kimin olurdu ki? Ölmek düşüncesi tüm bedenimi derin bir korkuyla sarmalamıştı. Tarih dersi için geldiğimiz sınıfta etrafım insanlarla doluyken yalnız ve korunmasız hissediyordum. Kendimi koruma içgüdüsü kollarımı bedenime sarmama sebep oldu. Korku tüylerimi diken diken etmiş, tüm bedenimi ürpetiyordu.

"Hakkın var. Hatta hepimiz buradan defolup gitmeliyiz bence."

Elif bana onay verdi. Aklıma bir anda buradan hep birlikte nasıl kaçabileceğimiz ile ilgili planlar oluşmaya başladı. Duvarlar, kapılar, okulun tüm giriş çıkışları zihnimde canlandı.

Ve metal alanlar...

Onları da düşündüğümü fark edince şaşırdım. Bu bir amacımı gerçekleştirmek için gücümü kullanmayı düşündüğüm ilk an olabilirdi.

"Hey, sakin olun!"

Teoman bizden daha rahat bir şekilde oturmuştu ve orman yeşili gözlerinde pek de fazla endişe yoktu.

"Daha ne olduğu hakkında tam olarak bir fikrimiz bile yok. Okul hayatını bitirmek gibi büyük bir karar veremezsin bu aşamada, saçmalama. Hem..."

Bir an durdu, eliyle saçlarını karıştırırken dudaklarını yaladı. Adem elmasının hareketinden yutkunduğunu anladım. Ardından sözlerini toparlamış gibi yeniden gözlerini bize dikti.

"Babam o kadar kötü bir şey yapmaz. O benim babam..."

Uğurcan'ın gözlerini devirdiğini gördüm. Elif'in ise bakışlarının düşünceli bir hal aldığını, Furkan'ın derin bir nefes çektiğini...

Ben ise onu anlıyordum. Ölmüş kişilerin, annem ile babamın ve benim bilgilerimin bulunduğu bir dosyayı babasının özenle sakladığı bir yerde bulmuştuk. Yıllardır yanında olduğu, her anını paylaştığı, onu büyüten, anılarını güzelleştiren adam, babası... Onun kötü biri olduğunu nasıl düşünebilirdi ki?

"Senin baban olması onu dünyanın en iyi insanı yapmıyor."

Uğurcan'a bu kadar anlayışsız olduğu için kızgın kızgın baktım. Bunu fark ettiğinde haklı olduğunu belirten bir şekilde kaş göz yaptı. Haklı değildi. Teoman'ın biraz anlayışa ihtiyacı vardı sadece.

"Babam kötü bir şey yapmış olamaz! Bana dosyadaki Bora denen çocuğun ailesinin adresini verdi!"

Duruşum bir anda değişti. Kollarımın bağını çözdüm ve hepimiz içgüdüsel olarak ona doğru yaklaştık. Bu çok önemli bir gelişmeydi, hatta bir çok soruya cevap bile olabilirdi. O insanlar oğullarının nasıl öldüğü gerçeğini biliyor olmalıydılar. Ya da diğerlerinin. Ya da dosyadakiler arasında ne tür bir bağ olduğunu biliyor olmak zorundaydılar! Ya da Zafer hocanın bunlarla bir ilgisi olup olmadığını...

Biliyor olsalar Zafer hoca neden adresi versin?

Ya adres gerçek değilse?

"Adresin gerçek olduğunu nereden bileceğiz?"

Teoman gözlerini bana dikti. Sözlerinden emindi.

"Babama sordum, bana ezbere bilmediğini söyledi. Sonra beraber arşive gidip öğrenci kayıtlarından bulduk. Fotoğrafını çektim. Yani bana doğrudan söylemedi, gözümün önünde resmi bir belgeden açıp baktı."

Sadece birkaç saniyeliğine herkes birbiriyle bakıştı.

Herkesin gözünde aynı karar vardı.

"Gidiyoruz o zaman."

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top