ELİF'İN DERDİ

Ben daha odamın kapısına ulaşamadan, merdivenlerdeyken çıktı karşıma Elif. Yüzünden düşen bin parça ile beni görür görmez sarıldı.

"Neredeydin?"

"Uğurcan ve Teoman ile çok önemli bir şey öğrendik ama beni boşver şimdi. Sana ne oldu?"

Bana sarılmayı bırakıp merdivenlerden odama doğru gittiğimiz sırada belliydi her halinden kötü bir şey olduğu. En azından ağlamıyordu ama yine de bir problem olduğu belliydi.

"Ne öğrendiniz ki?"

Diye soran sesine zar zor merak ekleyebilmişti. Kendi sorunu her neyse, onun dışında bir şeye odaklamakta ne kadar zorlandığı belliydi.

"Senin problemini halleder halletmez benim hakkımda konuşmaya başlayabiliriz."

Her ne kadar ben de yaşadığım şokları ve öğrendiğim yeni bilgileri ona anlatmaya can atsam da, benim problemlerim olduğunda o gelip saatlerce beni dinlemişti. Şimdi de ben aynısını ona yapmalıydım.

Bu sırada odamın kapısını açtım ve ben daha çantamı bile bırakmadan Elif kendini yatağa atmıştı.

"Ah, kafam çok karışık Buse! Ben böyle olsun istememiştim ki!"

Konunun Furkan ile ilgili olduğunu tahmin ediyor, bana aşk ile ilgili bir filozof edasıyla ders veren kızın şimdi bu halde olmasına şaşırıyordum. Terzi kendi söküğünü dikemiyordu.

"Bana her şeyi en başından anlat."

Derken ben de yatağın baş ucuna oturmuştum. O da anlatmaya hazırlanmak için yattığı yerden kalkıp oturur pozisyona geçti.

"En en en başından mı?"

"En en en başından."

Diye onayladım. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.

Anlaşılan bu gece uzun olacaktı.

"Lise sonda bir sevgilim vardı benim. Bizim sınıfta değildi, yani doğal olarak yıllardır tanıdığım biri de değildi. Yılın başında tanıştık. Aynı kulüpteydik. Hayvanları koruma kulübü."

Bu hikaye nereye varacaktı bilmiyorum. Şimdiye kadar gayet sıradan bir lise aşkının doğuşu gibiydi.

"Kulüpte iki defa bir barınağa ziyaret düzenleyecektik. Ayrıca sokaklarda eylemler falan, aktif bir kulüptü yani. O kulüpte tanıştık, bir gün guruplara ayrılmış neler yapabileceğimizi tartışıyorduk. O da benim gurubumdaydı. İlk konuşmamız o zaman olmuştu."

Elif yine her zamanki gibi tüm duyguları gözlerinde yaşıyordu. Anlattığı kişiyi gerçekten sevdiğini tek bir cümlesinden anlayabiliyordum.

"Adı neydi?"

Diye sordum.

"Emir. Adı Emir idi. Biz o gün konuştuk, tartıştık ve ben o akşam onun bir türlü aklımdan çıkmadığını fark ettim. İlk aşkımdı."

Sonlara doğru sesi kısılmış, bir hüzün yayılmıştı gözlerine. Yine de anlatmaya devam etti.

"Neyse işte, kulübün tüm çalışmalarında yine beraberdik. Toplu çalışmalarda bile ya ben hep Emir'in yanına giderdim, ya da Emir benim yanıma gelirdi. Sonra kulüp dışında da konuşmaya, görüşmeye başladık. Teneffüslerde, hatta bir kere okul çıkışı bir şeyler içmeye bile gitmiştik. İlk kez hayvan barınağına gittiğimiz gün de bana çıkma teklif etti."

"Mutlu bir hikaye gibi."

"Öyleydi. Yani öyleydik, mutluyduk. Onu çok seviyordum, onun da beni sevdiğine emindim. Yılın büyük bir kısmında ilişkimiz sürdü. Ama yıl sonuna doğru..."

Burada biraz durdu, yutkundu. Hala üzülüyor gibiydi yaşadıklarına. Bir şey söylemeden sadece konuşmaya devam etmesini bekledim.

"Yılın sonuna doğru o değişti. Yani tabiki benim de hatalarım vardır ama o kendini anlam veremediğim bir şekilde benden uzaklaştırdı. Yıl sonunda sınava girecekti ve bu onu strese sokuyordu. Malum, ben hükümlüydüm ve bu üniversiteye geleceğim kesindi. O ise hükümsüzdü. İyi bir üniversite için sınava girmek zorundaydı."

Ne demek istediğini çok iyi anlıyordum. Bunun hep haksızlık olduğunu düşünmüşümdür. Biz hükümlüydük ve şehirde tek bir hükümlü üniversitesi olduğundan tüm hükümlülerin buraya gireceği kesindi. Hükümsüzler içinse seçmek istedikleri mesleğe göre farklı üniversiteler vardı ve onlar en iyisine girebilmek için sınava tabi tutuluyorlardı.

"Emir'in derslerine odaklanmasını anlıyordum tabiki. Geleceğini düşünmek zorundaydı ama benim gücüme giden... Beni dışlamaya başlamasıydı. Ne zaman buluşmak istesem ders çalışacağını söylüyordu. İlk başlarda bunu anlayışla karşıladım ama daha sonra bana kızmaya başladı. Onu çok darladığımı, sürekli aradığımı, bir şeyler yapmak isteğimi, onu engellediğimi falan söylüyordu. Bir bilsen Buse, o bana her kızdığında canımın nasıl yandığını..."

Gözleri arkamdaki duvara boş boş bakıyor, adeta o anı yeniden yaşıyordu.

"Ama ben yine de ondan vazgeçmedim. Aramalarımı onun ders çalıştığı saatlere getirmemek için uğraştım. Hatta ben de onunla sınava çalışmaya başladım. Sırf onunla daha fazla zaman geçirmek için, sırf derslerinde ona yardım edebilmek için girmeyeceğim bir sınavın tüm konularını ezberledim."

"Bu inanılmaz!"

Yüzünde ufak bir gülümseme belirdi.

"Hayır değil. Eğer gerçekten aşıksan yaptığın hiçbir şey inanılmaz değildir. Gerçekten aşık olan biri aşkı için her şeyi yapabilir."

Kimilerine daha on sekiz yaşında olan bir kızın böyle şeyler söylemesi anlamsız, hatta komik gelebilir. Ancak o an benim hissettiğim tek şey hayranlıktı. Karşımda duran kız bir tecrübe yaşamıştı ve yaşadıklarından çıkardığı sonuçlardan bahsediyordu. Bunun dalgaya alınacak bir tarafı yoktu. Hatta bir gün ben de onunki kadar yoğun bir aşk yaşamak istedim. Ona gıpta ettim.

"Ben onun için bunları yaptım ama o hiçbirini görmedi. Derslere öyle yoğunlaşmıştı ki benim bunca konuyu nereden bildiğimle ilgilenmedi bile. Çok geçmeden anladım ki, ilgilendiği başka şeyler varmış. Ben ve dersler dışında şeyler. Başka biri."

O sırada ağzımdan çıkan küfür ile hemen elimle ağzımı kapattım. Olayın akışına öyle kapılmıştım ki Emir'in onu aldattığını duyunca kendimi tutamamıştım.

"Çok özür dilerim, yani öyle demek istemedim."

Diye ben bir şeyler gevelerken Elif ise ilk defa gülümsemişti.

"Önemli değil. Emir'in artık benin için bir önemi kalmadı."

Başımı hafifçe yana eğip onun ellerini ellerimin arasına aldım.

"Bence, hala aşık olamasan da bir tarafın onu özlüyor. Anlatırkenki yüzünden belli."

"Aslında beni asıl üzen, bunu öğrendikten sonra olanlar."

"Anlat bakalım."

Diyip ellerini bıraktım ve bu hikayenin devamını dinlemeye başladım.

"Bir gün ben onu her zaman buluştuğumuz kafeye çağırdım. Yine ders çalışmak için evde kalacağını, gelemeyeceğini söyledi. Ben yine üstüne gitmedim. Tamam dedim ama evde durmak da istemiyordum. O yüzden her zaman gittiğimiz kafeye yalnız başıma gittim. O zaman gördüm. Her zaman gittiğimiz kafede, her zaman oturduğumuz yerde başkasıylaydı."

Hayal ettikçe midem bulanıyor, yüz ifademde o çocuğa karşı dev bir öfke oluşuyordu.

"Nasıl sinirlendim anlatamam Buse. Ben onu bu kadar severken, onun için oturup kitaplarca ders çalışmışken, ben ona bu denli sadıkken onun gidip başkasıyla..."

Biraz durdu ve birkaç derin nefes alıp verdi.

"Olması beni hiç olmadığım kadar sinirlendirdi. Yine de bekledim, izledim, belki arkadaşıdır sadece dedim. Ama çok geçmeden öyle olmadığı gerçeği bir tokat gibi yüzüme çarptı. Gözlerimin önünde dudaklarından öptü kızı. Beni daha bir kere bile öpmemişken onu öptü."

Gözlerim fal taşı gibi açıldı ve derin bir nefes alma ihityacı hissettim. Ben bile bu hikayeyi dinlerken öfkeden kıpkırmızı olmuşsam, Elif'in o anı yaşarkenki halini düşünemiyordum.

Benim aklımı asıl kurcalayan ise, tetikleyici gücünü bu kadar yoğun hissederken başına bir iş gelip gelmediğiydi. Sanırım hikayenin sonunu beklemeliydim.

"Ben daha komut bile vermeden ayaklarım onların yanına gitmişti. Hiçbir şey söyleyemedim, sadece oturdukları masanın başında dikilip beni fark etmelerini bekledim. Bu iki saniyelerini aldı."

"Keşke ikisine de bir yumruk geçirseymişsin!"

Diye gaza gelip kendimi tutamadığımda yeniden hüzünlü bir gülümseme yayıldı suratına ve hemen sonra kaydoldu.

"Keşke öyle olsaydı. Ama ben daha kötüsünü yaptım."

Bir andan kaşlarımı çattım ve aklımdan bin bir türlü düşünce geçti. Bu işin sonunun çok da kötü bitmemiş olmasını diliyordum.

"Korkma. Kimse ölmedi ve istemeden oldu. Beni fark ettiğinde Emir konuşmak için cafenin arkasında götürdü. Bir kapının önünde durduk. Sanki damarlarımdaki tüm kan beynime sıçramış gibi hissediyordum. Sanki kalbim beynimde atıyordu, o derece sinirliydim. Baya bir bağırdık çağırdık birbirime. Daha doğrusu ben bağırdım, o açıklamaya çalıştı ama açıklayamıyor da. Bunun nesi açıklanır ki? Geveleyip duruyordu. En sonunda tüm gücümle bağırdım. 'Yeter! Bu ilişki bitti! Bir daha sakın karşıma çıkma!' diye. Ön tarafta oturanlar bile o sesi duymuş olabilir. Öyle bağırmamı sindirememiş olacak ki, iki saattir karşımda kedi gibi mırlayan çocuk bir anda aslana dönüştü. 'Sana mı kaldım? Fıstık gibi sevgilim var, gidersen git!' Dedi. Bunu söylerken bağırmasını geçtim, bunu söylemesi son damlaydı. Tam o anda oldu. Tanrım! Keşke en başında bana çıkma teklif ettiğinde kabul etmemiş olsaydım da bunlar başıma gelmeseydi! Çok kötüydü Buse, tam bir felaketti!"

Ellerini yüzüne kapattı ve ilk geldiğimiz zaman olduğu gibi yatağa yattı. Bu sefer ağlıyordu, belliydi. Her ne olduysa çok, çok kötü bir şeydi. Onun hayatında büyük bir iz bırakmıştı.

"Elif... Ama yapma böyle, bak bakayım bana."

Diye üstüne kapandığımda elleri de gözyaşlarından sırılsıklam olmuştu.

"Çok kötüydü, çok kötüydü, çok kötüydü, çok kötüydü..."

Diye sayıklamaya başladı. Ne yapacağımı bilemedim bir an ama hemen sonra konuşmaya başladım.

"Elif, Elif ama ağlama ne olursun. Eğer anlatmak istemezsen konuyu değiştirelim tamam. Ama bilmezsem yardım edemem. Yaranı deştiğim için çok özür dilerim. Özür dilerim hadi kalk. İstemiyorsan anlatma ama ağlama lütfen."

Beş saniye sonra kendini biraz toparladı ve ellerini yüzünden göz yaşlarını silerek çekti. Yattığı yerden iç çeke çeke konuşmaya başladı.

"Bir çırpıda söyleyeceğim."

"Söyle."

"Yandı. Her yer yandı Buse. Alevler, benim alevlerim her yerdeydi."

◇◇◇

Önümüzdeki yaklaşık yarım saat boyunca bu konuyu tartıştık. Elif ağladı, sinir krizleri, pişmanlıklar geçirdi ama tüm hikayeyi anlatmayı başardı. Emir'in onu konuşmak için getirdiği yer cafenin arkası, mutfağa çok yakın bir yermiş. Elif de öyle sinirlenmiş ki, öfkesi cafenin duvarını geçip içerde yanan ocağın alevine kadar uzanmış. En son bağırdığında bunu hissettiğini söyledi. Daha önce hissetmediği, kontrol etmesi zor bir duygu olduğunu anlattı. O ocakta yanan alev adeta zihninde canlanmış, alev tüm kontrolünü, tıpkı metalin bana bıraktığı gibi, ona bırakmış.

Hükmeden diğer insanların hükmederken hissettiklerinin aynını yaşıyor olamak beni daha az farklı hissettirmişti.

Elif kontrolü sağlamaya çalışmış ama başaramamış, alevler her yeri sarmış. Neyse ki o bunun olacağını fark edip kafede çalışanlara haber vermiş ve onlar da hemen orayı terk etmişler. Kimse ölmemiş veya yararlanmamış.

Emir dışında.

Öfke merkezi Elif olduğundan alevler ona doğru geliyormuş. Emir de ona en yakın olan kişi olduğu için alevlere en çok yaklaşan olmuş. Emir'in kolları ve bacakları yanmış.

Elif bunları anlatırken ne kadar suçluluk duyduğu belli oluyordu. Ben ise ona bir şey olmadığı için seviniyordum. Hükümlüler sadece elementlerine hükmederlerdi. Yani bir ateş hükümlüsü kontrol edemediği bir ateşte yanabilirdi. Buna bağışıklılığı yoktu. Elif de kendini o kabus gibi alandan kurtarmayı başarmış, ama Emir için hiçbir şey yapamamıştı. Bunca zaman onun ne kadar neşeli, duygularını yüzüne ne kadar iyi yansıtan biri olduğunu düşünüp durmuştum. Her güzelliğin arkasında bir kötülük varmış demek. Tıpkı YinYang'da olduğu gibi.

"Kafenin sahibi seni polise falan verdi mi?"

"Hayır. Yani onlar şikayet etmek istediler ama henüz üniversiteye başlamamıştım. Eğitimim yoktu. Polislere de çok sinirlendiğimi, istemeden yaptığımı anlattım. Benim üstümdeki suçlamayı kabul etmedi onlar da."

Eğitimsiz bir hükümsüzün güçlerini kullanması tabiki yasaktı. Büyük cezaları vardı. Ancak eğer tetikleyici duygunu çok yoğun bir şekilde hissettiğin için istemeden yaptığını kanıtlarsan, sana bir şey yapamazlardı.

"İyi de istemeden oldu demenle hemen nasıl kabul ettiler? Bir kanıt gerekmez mi bunun için?"

Elif o kadar ağlamanın üstüne ilk kez hafifçe gülümsedi. Önüne gelen kısa bir tutam saçı kulağının arkasına attı.

"Kafedeki bağırmalarımı duyan birkaç müşteri bana şahitlik etti ama asıl dikkate aldıkları, Emir'in anlattıklarıydı. Benim lehimde ifade verdi."

Gözlerim şaşkınlıkla kocaman açıldı ve ağzımdan bir şaşkınlık nidası çıktı. Halime biraz daha gülen Elif'in ise hızla yeniden soldu yüzü.

"Hastane yatağında, kolları ve bacakları sargılı, benim yüzümden yatarken beni şikayet etmedi. Ona borcumu nasıl öderim bilmiyorum. Hiçbir zaman da bilemeyeceğim."

Sonra trajik bir şekilde güldü tekrar.

"Resmen beni aldatan adama borçluyum. Çok komik değil mi?"

"Hayatın karşına neler çıkaracağını bilemiyorsun."

Diye karşılık verdim. Başka ne denirdi ki?

"E peki senin beni aramanın sebebi neydi? Asıl hikayeyi anlatmadın."

Diye aklıma geldiğinde o da anlatmaya başladı.

"Ben bu Emir olayını, henüz tam atlatamdım. Sanki ömrüm boyunca unutamazmışım gibi. Sevdiğim birine zarar verdim ben Buse, aşık olduğum adamı canlı canlı yaktım resmen. Bu riski bir daha göze alamam."

Bir daha derken neyi kastediyordu? Anlamadığımı anladı ve sanırım hemen söyleyip bitirmek istediğinden hızlıca konuştu.

"Furkan ile çarşıda dolaşıyorduk. Bir şey oldu ve ben ani bir sevinç anında ona sarılmış bulundum. Olması gerekenden daha yakın bir andı. Hemen fark edip geri çekildim ama o benden uzaklaşmadı. Sanırım beni öpmek istedi ama ben geri çekildim. Kaçtım. Cidden, koşarak oradan uzaklaştım. Bir daha olmaz Buse, bir daha birini o şekilde sevemem. Beni anlıyor musun?"

İşte bu Elif ve Furkan'ın Uğurcan ve beni neden aynı anda aradığını açıklıyordu. İkisinin arasında bir şeyler olduğu belliydi zaten ama böylece Elif'in neden bunu hep inkar ettiğini de anlamış oldum. Korkuyordu. Yeniden aynı şeyleri yaşamaktan çok, çok korkuyordu.

"Tabiki seni anlıyorum. Çok haklısın arkadaşım."

Diye onu teselli ettim ama bir yandan da, kendini sonsuza dek aşka kapatamazdı ki. Kapatmamalıydı.

"Şükürler olsun. Bana destek çıkar mısın? Çok tuhaf bir andı ve ben bir daha onunla dostca sohbet bile edebileceğimi sanmıyorum. Nolur Uğurcan ile bir yerlere kaybolup beni onunla yalnız bırakmayın."

"Elif! Saçmalama! Furkan da bizim arkadaşımız ve onunla bir daha konuşmamayı planlıyorsan o planı hemen sil kafandan."

Bana öyle çaresiz baktı ki, adeta gözleriyle merhamet diliyordu. Yine de buna kanmamalıydım.

"Sen hâla Emir'e aşık mısın?"

Pat diye sorduğum soru karşısında bir anlık bir şok yaşadı ama verdiği cevaptan tereddüt etmedi.

"Hayır. Tamam, lehimde ifade verdiği için ona borçluyum ama bu beni aldattığı gerçeğini değiştirmez. Kalbimi yerinden söküp parçaladı. Bu yüzden artık ne ona, ne de başkasına verecek kalbim var."

"Hayatın boyunca bir daha kimseye aşık olmak istemiyorsun yani? Midende kelebeklerin uçmasını, evlenmeyi, çocukların olmasını istemiyorsun?"

Daha çok sorar gibi söylediğim bu cümlelere öyle hemen yanıt verememişti işte. Ben cevap beklerken o da elleriyle oynuyordu. Sonunda başını kaldırıp bana baktı.

"Elbette isterim Buse. Tabiki isterim ama korkuyorum. Eğer benim birini sevmem ona zarar verecekse, hiç sevmem daha iyi."

Düşüncesini anlıyordum. Derince iç çekip kollarımı ona uzattım. Sarılmama karşılık verdi.

"Hesaba katmadığın bir şey var."

Dedim. Benden ayrılıp cevap verdi.

"Neymiş o?"

"Anlattığına göre o an çok sinirliymişsin işte. Bu hep olan bir şey değil ki. Ve tesadüfen o an yakınında yanan bir alev varmış. Bu da her zaman olan bir şey değil. Ve ayrıca, bu olay yaşandığında alevi kontrol etmeyi bilmiyordun. Şimdi ise olduğun yere bir bak. Bunu sana öğretmek için yapılmış bir okuldasın. Tamam  kötü bir tecrübe yaşamışsın ama o kadar tesadüfün bir kez daha bir araya gelmesi imkansız."

Sözlerimi biraz düşündü, ardından yüzünde bir tebessüm belirdi.

"Haklı olabilirsin."

"Haklıyım tabi!"

Diye çığlık atarak ona yeniden sarıldım. Bu sefer o da bariz bir şekilde gülüyordu.

"O zaman Furkan'a bir şans vereceksin?"

"Bakarız..."

Dedi ama ben sesindeki mutluluğu hissetmiştim. Furkan'dan hoşlanıyor olmalıydı.

Sarılmaya bir son verip yeniden ciddileştim.

"Evet. Bu sorunu da hallettiğimize göre sırada benim yeni sorunlarım var."

Ve anlatmaya başladım. Bugünkü mecburi dersimde Zafer hoca'nın Teoman'dan özel ders alacağımı söylemesini, sonra Uğurcan, Teoman ve benim arşivde bulduğumuz dosyayı, dosyada yazanları... Yine benim için harika bir dinleyiciydi.

"Ama siz maceradan maceraya koşmuşsunuz! Bundan sonra ben de sizinle takılmak istiyorum."

"Tabi gelebilirsin ama sen de bu akşam az macera yaşamamışsın şimdi..."

İkimiz de gülüştük.

Bir an hâla nasıl gülebiliyorum diye düşündüm.

"Onu bunu boş ver de, ne yapacaksın Buse?"

"Bilmiyorum Elif! İnan kafam çok karışık. Sence annemle babama bundan bahsetmeli miyim?"

Kafamdaki en büyük soru buydu. Benim üzerimde bir plan uygulayacaklardı ve bu planı -plan ikiyi- annem ile babama da uygulamışlardı. Onlar bunun ne olduğunu biliyor olabilirler miydi? Belki o dosyayı anlamlandırmamda bana yardım bile edebilirlerdi.

"Bu çok büyük bir karar. Ben senin yerine bu kararı veremem ama... Eğer senin yerinde ben olsaydım, kafamda bir şeyler birazcık daha netleşene kadar beklerdim. Belki plan birin ne olduğunu öğrenene kadar, belki de planların amacının kötü olmadığına emin olana kadar. Boşuna endişelenmesinler."

Söyledikleri mantıklı geldi. Sanırım bunu uygulayabilirdim.

"Planların kötü olduğuna neredeyse tamamen inanıyorum artık Elif."

"Neden?"

Elimde inanmak için çok sebep vardı. Parmaklarımla sayarak sıralamaya başladım.

"Teoman babasının bir şeyler gizlediğini söylüyor. O dosyanın üzerinde gizli bir dosya olduğu belirtilmiş, ayrıca koskoca arşivde minik gizli bir bölmede tutuluyor. Dosyada adı geçen insanların üstünde iki farklı 'plan' uyguladığı yazıyor ve açıkçası bu eylem iyi şeyler çağrıştırmıyor. Son olarak da kişilerle ilgili açıklama yaparken ailesini  sorun çıkartıp çıkarmadığı yazılmış. Kötü bir şey olmasa neden aile sorun çıkartsın ki?"

Beş olmuştu. Bana emellerinin kötü olduğunu kanıtlayan beş neden...

"Evet, bunların hepsi kötü şeyleri çağrışıyor. Yine de ailene söylemeden önce kesin ve net bir sebep bulmalısın bence."

Bu konu hakkında biraz daha konuştuk. Sonra ikimizin de uykusu geldi ve kesin olarak belli olana kadar aileme söylememe kararında hemfikir olduk. Ardından Elif'i kendi odasına yolcu ettim ve yatmak için pijamalarımı giydim. Tam yastığa başımı koymuştum ki telefonum çalmaya başladı.

"Alo?"

"Uyudun mu?"

"Telefonu açtığıma göre kesinlikle evet."

Uğurcan'ın gülen sesi kulaklarımı doldururken gülerkenki yüzü gözümün önüne geldi.

"Şey, ben... Sen de benim düşündüğümü mü düşünüyorsun diye aramıştım. Elif ve Furkan hakkında."

"Furkan da mı sana olanları anlattı?"

"Evet. Elif'ten hoşlanıyormuş. İkisinin arasını yapalım mı, ne dersin?"

Sesindeki munzurluğa güldüm. Sanki gelmiş benle burada kız muhabbeti yapıyor gibiydi.

"Bence de güzel olur ama, Elif'in istediğinden emin olmam lazım önce."

"Sence Furkan'a karşı hiçbir şey hissetmiyor mu?"

Bir an ona Elif'in yaşadıklarından bahsetmeyi düşündüm ama hemen vazgeçtim. Bu Elif'in sırrıydı ve bana bile zar zor anlatmıştı. Uğurcan'ın bilmesini istemeyebilirdi.

"Bence ufaktan bir şeyler düşünüyor ama henüz kendi bile emin değil. Furkan ona zaman tanımalı."

"Hmm... Zaman diyorsun. Anladım."

Dedi. Ve biriyle telefonda konuşurken olmasından en nefret ettiğim şey oldu. Sessizlik.

Kafamda söyleyebileceğim bir şeyler kurmaya çalıştım, bu sessizlik kaybolsun diye saçmalayabilirdim bile ama aklımın ucundan en ufak bir şey dahi geçmedi.

Neyse ki az sonra Uğurcan'ın sesini yeniden duydum.

"Bir şey sorabilir miyim?"

"Tabii."

Dedim hevesle. Sessizliğin bozulduğuna sevinerek. Sorduğu soru ise biraz tuhaftı.

"Biri gelip senden hoşlandığını söylese ne yapardın?"

Beklemediğim soru karşısında biraz afalladım. Cevabı düşünmem gerekiyordu.

"Yani... Bilemedim ki... Bu soru da nereden çıktı şimdi?"

Böyle diyeceğimi beklemiyordu. O da afallamıştı.

"Yani ben, Furkan Elif'e bunu dese o nasıl tepki verir diye kafamda kurabilmek için... Yani bir kız ne yapar diye öğrenmek için sormuştum."

"Ha, tamam... Sanırım benim vereceğim cevap o kişinin kim olduğuna göre değişirdi. Benim de ona karşı bir şeyler hissedip hissetmememe göre... Ama hissetmiyorsam bile bunu onu kırmadan söylemeye çalışırım, yani aşağılamam. Eminim Elif de öyle yapardı."

Verdiğim cevaptan memnun bir şekilde gülümsedim.

"Peki ya sonrası? Diyelim ki bunu söyleyen kişi arkadaşındı ve sen onu sadece arkadaşın olarak görüyordun. Sonra ne olacak? Hala arkadaş kalabilir misiniz?"

Ama bu sorular benim için cidden çok zordu!

"Uğurcan ne bileyim ben?! Daha önce kimse bana böyle bir şey söylemedi, ne tepki vereceğim hakkında hiçbir fikrim yok! Çok zor sorular soruyorsun."

"Hiç sevgilin olamadı mı?"

"Olmadı!"

Diye cevap vermiş bulundum ama hemen sonra bunun onu hiç ilgilendirmeyeceği aklıma geldi.

"Kimseden de hoşlanmadın mı?"

Art arda gelen bu sorulara bir nokta koymanın zamanı gelmişti.

"Çok afedersin ama sana ne acaba? Gitsin Furkan Elif'e sorsun bu soruları, sen niye bana soruyorsun!?"

Sessizlik... Hemen cevap yetiştirseydi veya o da bana böyle trip atar gibi kızarak cevap verseydi her şey daha kolay olabilirdi. Onun yerine susmayı seçmesi acaba çok mu sert çıktım düşüncesini getiriyordu aklıma.

"Özür dilerim..."

Bu sessizliğe daha fazla dayanamazdım. Ne için özür dilediğimi bile bilmeden diledim.

"Hayır, asıl ben özür dilerim. Fazla özel sorular oldu."

Dedi ama sesindeki kırgınlığı, hayır pişmanlığı hissediyordum. Sanki bunları sormaktan pişman gibiydi.

"Sana iyi geceler, ben uyuyacağım."

Dediğinde ise kesinlikle yalan söylediğini biliyordum.

"Cidden uyuyacak mısın?"

"Cevabı biliyorsun mucize. İyi geceler."

Ve telefon kapandı.

Anlamlandıramadığım bu konuşma, yine de içime bir sıkıntı vermişti.

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top