BALO

O gün akşam tanışma balosu vardı.

Ve tabiki bizim yapacak pek çok işimiz.

Sabah Elif ile erken kalktık. Güzel balo elbiseleri ve diğer şeyleri almak için dışarı çıkmamız gerekiyordu. Tek sorun şuydu ki, buraları bilmiyorduk. Bilsek bile elbiseleri ve alacağımız diğer şeyleri taşımamız gerekiyordu. Yani bize bir araba ile onu sürecek buraları bilen biri lazımdı.

Neyse ki Teoman imdadımıza yetişti. Arabası vardı ve uzun yıllardır buralara gidip geldiğinden bizi götürmeye talip oldu.

"Anneciğim bizi zaten buradaki bir arkadaş arabasıyla götürüp getirecek... Evet var param... Tamam annem merak edecek hiçbir şey yok. Her şey yolunda... Ben de seni seviyorum, bay bay."

Elif ile Teoman'ın arabasına doğru yürürken annemle konuşma işini de halletmiştim. Her ne kadar her şey yolunda derken bir miktar yalan da söylemiş olsam, bu onlar endişelenmesin diyeydi.

Telefonu kapattığım anda aklıma Uğurcan'a haber vermem gerektiği geldi.

Aslında böyle bir şey gerekmiyordu ama ben yine de, sanırım Teoman ile gittiğim için, ona söylemem gerekiyormuş gibi hissediyordum.

Ben de aradım.

"Uyandın mı?"

"Ne uyanması ya? Saat kaç?"

"Erken."

Dedim. Koluma saat yoktu ve bilmiyordum.

"Niye uyandın o zaman bu satte?"

"Şey, biz akşamki parti için alışveriş yapmaya gidiyoruz."

"Biz derken? Kim kim?"

Deminden beri uykulu çıkan sesi şimdi birden ayılmıştı.

"Elif, ben, Teoman..."

"Teoman?"

"Arabası var ve buraları biliyor. Onca torbayla geri dönmemiz zor olurdu bu yüzden bizi götürmeyi teklif etti. Biz de kabul ettik."

Anında bir şey söylemek için nefes aldığını duydum ama sonra sanki vazgeçmiş gibi geri verdi.

"Tamam." dedi. "İyi yolculuklar."

Tanrım! Kızacağını sanmıştım ama sesi gayet sakin gibiydi. Bunu gerçekten hiç beklemiyordum.

Belki de artık cidden Teoman'a güveniyordu.

Elif ile otoparka vardığımızda Teoman bir arabanın önünde bizi bekliyordu. Arabaya binip yola koyulduk.

"Nereye gideceğiz şimdi?"

"Bildiğim birkaç yer var. Oralara götüreceğim sizi."

"Fazla pahalı yerler olmasın lütfen!" Diye yakındım. Tek gece giyeceğim bir elbiseye tonla para ödemek bana o kadar da cazip gelmiyordu. Yine de güzel bir elbiseye kimsey hayır diyemezdi.

"Merak etme. Öğrenci bütçesine uygun yerler."

Gideceğimiz ilk yere vardığımızda Elif resmen kendini kaybetmişti. Gördüğü her elbiseye dokunuyor, şaşkınlıkla ne kadar güzel olduğunu söylüyordu. Bence de hepsi güzeldi ama bu kadar dev tepkiler verecek kadar değil.

Sonunda Elif mağazanın bir tarafına gidip denemek istediği tüm elbiseleri kucağına topladı, ben de diğer uçta bana uyacak bir şeyler bakıyordum. Teoman ise mağazanın girişinde durmuş telefonuyla ilgileniyordu.

Tüm mağazayı gezdiğimde, beni vay canına dedirtecek o mükemmel elbisenin burada olmadığını fark ettim. Elif'i bulduğumda ise elinde elbiselerden bir yığın vardı.

"Yuh! Ne yaptın sen ya!"

"Bana ne, deneyeceğim hepsini!"

Böylece Elif'in tam yedi tane elbiseyi deneyip beğenmemesini izledim. Hepsine bir kusur bulmakta üstüne yoktu. Ya fazla dardılar, ya fazla dekolte, ya çok süslü ya da çok sade.

Sonunda mağazadan elimiz boş çıktığımızda Teoman sıkıntıdan bayılmış bir şekilde arabada oturuyordu.

"Ne? O kadar zaman geçti ve hiçbir şey almadınız mı?"

Elif hemen savunmaya geçti.

"Hiçbir şey yok burada ya! Başka yere götür sen bizi."

"Emriniz olur. Bugünümü size ayırdım."

Böylece diğer mağazaya doğru yola koyulduk. Bu seferki biraz daha uzaktaydı ama diğerinden daha büyüktü ve çok daha fazla çeşit vardı.

"Ben arabada bekliyorum. Siz yine saatlerce içeride kalırsınız."

Dedi Teoman. Haklıydı, yine de ona biraz çemkirdik ve içeri girdik.

Tam adımımızı mağazadan içeri atmıştık ki Elif'in telefonu çalmaya başladı. Gözlerini elbiselerden ayırmadan telefonunu çıkardı ama kim olduğunu görmek için ekrana baktığında birden yüzünü bir endişe kapladı.

"Furkan arıyor."

"Harbi mi?"

Diye bir anda ikimiz de telefona gömüldük.

"Ne duruyorsun açsana!"

"Buse..."

Diye bana yalvarırcasına baktı ama hiç umurumda değildi.

"Hiç bana bakma, açıyorsun o telefonu. Aç hadi aç!"

Sonunda parmağını ekranda yavaşça gezdirdi ve açıp kulağına koydu.

"Alo?"

Diyen sesi o kadar kendinen eminsizdi ki oflayarak elimi yüzüme kapattım.

"Evet."

Dedi. Heyecanla dinliyor, Furkan'ın ne dediğini deli gibi merak ediyordum.

"Biraz tuhaf oldu, haklısın, özür dilerim..."

Elif'in susmasından onun konuştuğunu anladım. Biraz sonra ise Elif'in yüzü şaşkınlıkla açıldı.

"Bilemedim ki şimdi..."

Tanrım! Ne olduğunu duymak için çok şey verirdim!

"Tamam. Kabul ediyorum."

Ne? Neyi kabul etmişti? Biran önce kapatsa da bana ne olduğunu anlatsaydı keşke!

"Önemli değil... Ben de cidden tekrar özür dilerim seni mahçup duruma düşürdüysem."

Sonunda birbirlerine hoşçakal diyip telefonu kapattılar.

"Ne oldu, ne dedi anlat!"

"İnanamıyorum!"

Diye elini yüzüne kapattı.

"Sonra inanamasan olmaz mı, meraktan çatlıyorum burada!"

"Çıkma teklif etti!"

Diye bir anda söyleyiverdi ve ben ağzımdan çıkan çığlığa engel olamadım. Mağazadakiler bir anda bize döndü. Onlara elimle sorun olmadığını işaret etmem gerekti.

"E sen de kabul ettin!"

"Evet..."

Tanrım, bu kız neden hala gülümsemiyordu?

"E sevinsene o zaman ne bu halin?"

"Biliyorsun ya işte..."

Diye mırıldandığında dayanamadım ve ona sımsıkı sarıldım.

"Elif... Bir daha aynı şeyleri yaşamayacaksın. Asla. Rahatla biraz lütfen."

Sonra sarılmayı bırakıp masmavi gözlerine odaklandım.

"Tek yapman gereken teorik derslerini iyi dinlemek, pratik derslerinde elinden gelenin en iyisini yapmak ve diğer zamanlarda seni öfkelendiren her şeyden uzak durmak. Ha bir de..."

"Bir de ne?"

"Bu muhteşem mağazadan muhteşem bir elbise seçmek! Hadi, Furkan'ın seni görünce ağzı açık kalmalı!"

Böylece yeniden mağazada dolaşmaya başladık. Ben 'Furkan'ın beğeneceği bir şey' deyince sanki daha seçici davranmaya başlamıştı. Her gördüğünü almıyordu en azından.

Ben ise tüm mağazayı dolaştım, birkaç elbiseyi askısıyla beraber üstüme tuttum ama hayır, yine hiçbiri bende istediğim etkiyi bırakmamıştı. Ya ben çok zor beğeniyordum ya da iki mağaza da dışarıdan göründüğü kadar güzel değildi.

Elif bu sefer sadece üç elbise seçmişti ve ben de bir şey bulamadığımdan yine onu denerken beklemem gerekiyordu.

İlk elbisenin rengi muhteşem bir mordu. İncecik askıları olan mini bir elbiseydi. Aslında güzeldi, tek sorun Elif'in onu fazla kısa bulmadıydı. Bununla rahat edemeyeceğini söyledi ve diğerine geçti.

İkincisi hardal sarısıydı. Yine miniydi ama önceki kadar kısa değildi, ayrıca bunda eteklerinden yerlere kadar tüller vardı. Hoş bir elbiseydi ama Elif bunun da göğüs dekoltesini sevmedi. Bu yüzden bunu da eledik.

Açıkçası ben sonuncusundan çok umutluydum. Tek parça kumaştan dikilmiş kıpkırmızı bir elbiseydi. Hafif bir göğüs dekoltesi ile üstü dar olan elbise, altlara doğru salaş ve uçuş uçuştu. Askıda güzel duruyordu, Elif'in üstüne nasıl olacağını görmek için beklemeliydim. Elbiseyle birlikte kabine girdi. Beklerken telefonumu aldım ve oyalanacak bir şeyler aradım.

Yaklaşık iki dakika sonra Elif'in memnuniyetsiz sesi ile birlikte kabinin kapısının açıldığını duydum.

"Bu güzel gibi ama biraz şey değil mi sence de..."

Kafamı kaldırıp ona baktığım an, kaşlarım önce çatıldı, ardından şaşkınlıkla havaya kalktı.

Tek bir elbise bir insanı bu kadar mı güzelleştirirdi? Mükemmel duruyordu!

"Bu elbise..."

Zorla çıktı kelimeler ağzımdan. Ne diyeceğimi de bilemiyordum.

"Biraz abartı?"

"Hayır, bu... Mükemmel."

Elif şaşkınlıkla bana baktı.

"Sence Furkan'ın hoşuna gider mi?"

"Kırmızılar içindeki alevli kız için yanıp tutuşacak!"

Utanarak ellerini yüzüne kapadı ama ben hala elbisenin hayranlığı içindeydim.

"Bir dön de bakayım nasıl olmuş ya?"

Elif'in kendi etrafında dönmesiyle elbisenin etekleri de havaya kalkıp tıpkı alevler gibi titreşmeye başladı. Bu arada bacak yırtmacını da fark ettim. O bile abartı değildi. Sadece hareket ettiğinde ortaya çıkıyordu.

"Tanrım! İlk defa bu kadar sade bir şeyin bu kadar güzel olduğunu görüyorum."

Gerçekten de elbisede ne bir sim, ne boncuk, ne tül vardı. Sadece tek parça kumaştı bu mükemmelliyeti yaratan.

"Buse, sana da mı aynısını alsak?"

"Ne? Hayır! O sana özel kalmalı."

Birden o elbiseyi üzerimde hayal etmiştim de, hayır hayır... Tam bir felaket olurdu! Bir kere ben Elif kadar incecik değildim. Bana muhtemelen kabarık bir şey gerekirdi. İkincisi kırmızı pek benlik bir renk değildi. Onu kaldırabilecek kadar seksi olduğumu sanmıyordum.

"O zaman sana da güzel bir şey bulalım artık buradan. Cidden hiçbir şeyi sevmedin mi?"

Her şeye bakmıştım ama bana göre bir şey yoktu ki.

"Hayır, ben hiçbir şey bulama..."

O anda gözüm cümlemi yarıda kesmeme sebep olacak bir şeye takıldı. Elif'in giyindiği kabinin arkasındaki depo gibi yerde, bu güne kadar gördüğüm en güzel pembe tonu gözüme takıldı. Bu, bir elbisenin etek kısmıydı sanki. Şeker pembesi rengi öyle hoştu ki buradan bile dikkatimi çekmişti.

Usulca Elif'in arkasındaki o depoya doğru yürüdüm.

"Nereye?"

Cevap vermek yerine elbiseyi bir an önce görmek için hızlandım.

Ve kesinlikle hayal kırıklığına uğramadım.

Bu, işte aradığım elbiseydi! Bende şok etkisi yaratacak, onun dışında başka hiçbir şey giymek istemeyeceğim elbise. Orada durmuş bana göz kırpıyordu.

Pespembeydi. Rengi ona çocuksuluk katsa da, güllerden oluşmuş düşük omuzları ile göğüs ve sırt dekoltesi bunu dengeliyordu. Eteği kabarık, çok kabarık tüllerdendi. Etek uçlarında da göğsünde olan pembe güllerden vardı ve arkasından beline doğru yükseliyorlardı.

Elbise... Muhteşemdi!

"Ooo... Çok güzel bu."

Elif de benim neye baktığımı merak edip yanıma gelmişti ve o da benim gibi elbiseyi sevmiş olmalıydı.

"Kesinlikle olağanüstü."

"E bu elbiseyi neden vitrine değil de bu depoya koymuşlar ki?"

Elif'in sorusuyla gözlerimi sonunda elbiseden aldım ve ona çevirdim. Çok haklı bir soruydu.

Hemen mağazadaki görevlilerden birini gözüme kestirdim ve bana yardımcı olması için çağırdım.

"Affedersiniz? Bu elbise neden burada duruyor?"

"Ah, onu satın almak mı istiyorsunuz?"

"Evet, mümkünse..."

Mümkün olması için her şeyi yapardım.

"Üzgünüm ama onu satamam."

Ben hayattaki şansıma küfrederken görevli de elbiseye doğru yürüdü. Eteğinin arkasından bir kısmı eline aldı.

"Bakın. Burası boydan boya yırtık. Tadilat birkaç gün sürer. Elimiz çok yoğun şu anda."

Daha dikkatli baktığımda yırtığı fark ettim. Sanırım elbisenin güzelliğine o kadar odaklamıştım ki kusurlarını fark etmemiştim.

"Ama ben buna resmen aşık oldum ve bu akşam giymem gerek. Daha hızlı bir şeyler yapamaz mısınız?"

"Üzgünüm."

Yüzümdeki her şey mahvoldu ifadesiyle Elif'e baktım. Bu elbiseyi gerçekten ama gerçekten istiyordum ama görünüşe göre alamayacaktım.

"Daha fazla para versek bizim elbiseyi tadilatta daha öne alır mısınız?"

Elif'in sorusuyla hem ben, hem de mağaza görevlisi büyük bir şaşkınlığa uğradık. Ondan böyle bir şey teklif etmesini beklemiyordum, kaldı ki mağaza görevlisi de daha önce böyle bir teklif almamış gibiydi. Rüşvet gibiydi ama gizlice değil direkt söylemişti. Bu yaptığı hareketi daha az suçlu gösteriyordu.

"Yani..."

Dedi karar vermeye çalışırcasına. İkimiz de bir heyecan onun yüzüne bakıyorduk.

"Sanırım bunu yapabilirim ama elbise zaten çok pahalı. Size daha da pahalıya patlamış olur."

"Ne kadar ki?"

Diye aynı anda sorduk. İçimden lütfen ödeyebileceğim bir şey olsun diye dua ediyordum.

"Ek ücretle birlikte üç bin beş yüz lira."

"Hayır!"

"Yuh!"

Bu kesinlikle ödeyebileceğim bir miktar değildi!

"Hadi ya nerede kaldınız? Sizi bir kez daha bu kadar uzun süre beklemek istemediğime karar verdim."

Sesin geldiği yöne baktığımızda Teoman mağazaya dalmış bize bakıyordu. Yüzünde bıkkın bir ifade vardı ancak sonra gözü Elif'in üstündeki elbiseye takıldı.

"Tamam o güzel işte al onu."

Elif'in üstündeki elbiseyi işaret ederken kullandığı ses, jest ve mimikler o elbiseye tam bir hakaretti ama bir erkeğin bu güzelliği anlayabileceğini düşünmüyordum zaten.

Furkan anlasa iyi olurdu.

Sonra bakışları bana döndü, üstümde elbise olmadığını fark etti. Ardından depodaki söz konusu aşık olduğum elbiseydi gördü.

"Bu da güzel, Buse sana da çok yakışır sen de bunu al gidelim hadi artık. Lütfen."

"Biz de öyle yapmaya çalışıyoruz zaten. Ama bir sorun var."

Elif'in sesinden elbisesine yapılan sıradan yorum yüzünden üzgün olduğu belli oluyordu ama yine de elbiseyi alacaktı.

"Neymiş o sorun?"

"Buse sen anlat ben şunu ödeyip geleceğim."

Dedi ve elbiseyi çıkartmak için kabine girdi. Ben de aklı karışmış olan Teoman'a olanları anlattım.

"Ne kadarmış ki fiyatı?"

Diye sorduğunda tam cevap verecektim ki görevli atılıp söyledi. Fiyat söylemeye bayılıyor gibi görünüyordu.

Teoman rakamı duydu ama hiçbir şaşırma tepkisi göstermedi.

"Tamam. Alıyoruz."

"Ne?"

Ne saçmalıyordu bu? Benim bir elbiseye verecek o kadar param yoktu ki!

"Alıyoruz biz. Bunu bir an önce tadilata gönderin lütfen."

Görevli mutlu gibi görünerek hemen elbiseyi hazırlamaya başlamıştı ki onu durdurum.

"Hayır, hayır! Ben bunu ödeyemem. Teoman ne yapıyorsun?"

"Kimse sen ödeyeceksin demedi zaten. Siz elbiseyi hazırlayın lütfen."

"Hayır hazırlamayın!"

Ne yani? Bana üç bin beş yüz liralık elbise mi satın alacaktı? Buna asla izin veremezdim.

"Lütfen karar verebilir misiniz?"

Görevli haklı olarak ne yapacağını bilemez haldeydi.

Ama ben de ne yapacağımı bilemez haldeydim.

"Siz hazırlayın hanımefendi."

Teoman bana döndü.

"Sen gelsene az benle..."

Görevliden uzaklaştırdı beni ve kuytu bir köşeye çekti.

"Teoman vallahi bunu yapamana gerek yok."

"Sen çok sevdim demedin mi o elbiseyi?"

"Dedim de beğendiğim her şeye sahip olamam ki!"

"Beğendiğin bir şeye sahip ol istedim."

Karşılık vermek için derin bir nefes aldım ama Teoman'ın aniden elimi tutması beni durdurdu.

"Belki bir gün sen de benim beğendiğim bir şeye sahip olmamı sağlarsın."

Baş parmağıyla elimi okşarken bana bir adım yaklaştı ve yüzüme fısıldadı.

"Olur mu?"

Fazla yakınlığı kalbimi hızlandırırken gözlerimi orman gözlerine kitledim.

"O kadar paran var mı ki?"

"Babam üniversite sahibi."

Dedi ve bana o ışıltılı gülümsemelerinden birini bahşetti.

"Tamam o zaman... Ama geri ödeyeceğim!"

"Para falan istemiyorum."

"Tamam. Beğendiğin bir şeye sahip olamanı sağlayacağım."

Sonra elimi bıraktı ve geri çekilip tokalaşmak için uzattı.

"Anlaştık o zaman."

Mutlulukla gülümsedim.

"Anlaştık."

◇◇◇

"Hazır mısın?"

"Şu ruju ver bir dakika."

"Benim saçım oldu mu ya?"

"Çok güzel de şu elbisenin fermuarını da tam çeker misin, yapamadım."

"Hallediyorum."

Balonun başlamasına on dakika falan vardı. Alışverişimizi bitirdiğimizde hava kararmak üzereydi, hazırlanmayı bitirme aşamasındayken de kararmıştı. Elif ile neredeyse hazırdık. Şimdi çıksak geç kalmış sayılmazdık.

"Tamam ben hazırım."

"Ben de."

Dediğimizde ikimiz de aynanın karşısındaydık ve bize bakan iki kız çok güzel görünüyordu.

Elif, elbisesinin kırmızısıyla aynı ton bir ruj sürmüştü. Siyah göz makyajı ve aynı şekilde siyah, çok zarif ve incecik topuklu ayakkabıları vardı. Sarı, kısa ve küt saçlarının ön tutamlarından birini de arkaya bir toka ile sabitlemişti.

Ben ise ayakkabılarımı gümüş renginde ve dolgu topuklu seçmiştim. Boynumda ayakkabıma uygun bir kolye göğsüme düşüyordu. Saçlarımın ise iyice kıvırcıklarını ortaya çıkarmış, ardından omuzlarımda açık bırakmıştım. Makyajım ise çok hafif ve sadece yüz hatlarımı ortaya çıkartmak amaçlı yapılmıştı.

Birileri bizi çok beğenecekti.

Okulun ana binasına doğru yola çıktığımızda hava iyice kararmış ve bahçe o büyülü havasına kavuşmuştu. Elif ise merakla etrafına bakınıyordu. Sonra sanki ben hiç anlamamışım gibi bana döndü.

"Şu Uğurcan'ı falan bir arasana ya, neredelermiş..."

Kesinlikle öğrenmek istediği şey Furkan'ın nerede olduğu değildi(!) Yine de anlamamazlıktan geldim ve Uğurcan'ı aradım.

"Neredesiniz Uğurcan?"

"Tam arkanızda."

Dediği şey beni şaşırttı ve birden arkamı dönmemle Uğurcan ile karşı karşıya gelmem bir oldu.

Ne demem gerekirdi bilmiyordum, bu mükemmel adam ve kalbimin sıkışması karşısında.

Uğurcan çok şık, lacivert bir takım giymişti. Gözlerinde uykusuzluktan kalan kızarıklıklar yoktu ve saçı her zaman olduğu gibi yataktan yeni kalkmış gibi durmuyordu. Bir şekilde, kendine özen göstermişti bugün. Peki bu ufacık dokunuşlar bir adamı nasıl bu kadar değiştirirdi?

"S-selam."

Dedim zar zor, sanki konuşmayı unutmuş gibiydim. Uğurcan ise beni baştan aşağı süzdü, benim gibi o da birkaç saniye sanki dili tutulmuş gibi kalakaldı yerinde.

"Selam."

Diyebildi o da sonunda.

O sırada Elif'in yanımda olmadığını fark ettim, başımı çevirdiğinde ise çoktan Furkan ile beraber yürüdüklerini gördüm. Tekrar Uğurcan'a döndüm.

"Şey, sanırım gitsek iyi olacak."

"Buse..."

Dedi gözlerimin içine odaklanıp.

"Efendim?"

"Elbisen çok güzelmiş."

Gülümsedim ve şakayla karışık cevap verdim.

"Güzel olan ben değilim yani, elbise öyle mi?"

"Elbiseyi güzelleştiren sensin."

Yanaklarıma hücum eden tüm kanım kanat çırpmaya başladı.

"Teşekkür ederim..."

Diyebildim sadece. Yüzüne muhteşem gülümsemelerinden birini yerleştirdi ve bana kolunu uzattı.

"Kavalyeniz olabilir miyim acaba güzel hanımefendi?"

Kıkırdayıp koluna girdim.

"Neden olmasın yakışıklı beyefendi?"

Ve binaya doğru yürümeye başladık. Yüzümde aptal bir gülümseme oluşmuştu ve fark ettiğim anda silmek için uğraştım ancak göğsümde bir sıkışma, sanki mutluluktan veremediğim bir nefes vardı. Bu gülümsememi silmemi engelliyordu.

"Furkan da Elif'i kaptığı gibi götürdü baksana."

Zaten yüzümde olan gülümseme daha da büyüdü.

"Umarım güzel bir gece geçirirler."

"Onları bilmem ama benim güzel bir gece geçireceğim kesin."

Uğurcan'a döndüğümde bana bakıyor olması utandırdı.

"Neden ki?"

Biraz gözlerimin içine baktı, sonra tekrar önüne döndü.

"Bilmem. Öyle hissediyorum."

İçimde bir yerlerde ben de öyle hissediyordum gerçi.

"Eee? Teoman ile alışverişiniz nasıl geçti?"

Diye bir anda konuyu değiştirdi.

"İyiydi."

Üstümdeki elbiseyi bana onun aldığını varsayacak olursak, benim için epey kârlı bir gündü ama bunu Uğurcan'a söylemeye hiç niyetim yoktu tabi.

"Elif ile küçük bir alışveriş çılgınlığı yaptık. Eğlenceliydi."

"Kadınlar... Alışveriş nasıl o kadar mutluluk veriyor size?"

Kıkırdadım.

"Alış güzel de veriş kısmı pek de mutluluk verici değil."

O da benim gibi güldü. Bu sırada okul binasına girmiştik. Balo salonuna çıkıyorduk.

"Annen ile babana dün olanlardan bahsettin mi?"

Birden ciddileştim. Hep aklımın bir köşesinde olan olaylar zinciri yeniden gün yüzüne çıkmıştı.

"Hayır. Bazı şeylerden emin olana kadar susacağım."

"Neden farklı olduğunu bulmayı çok isterim."

Ben de bunu merak ediyordum, hem de çok merak ediyordum. Sadece, bu merakı gün yüzünde tutmak farklı olduğumu hep hatırlamak demekti.

"Ben de..."

Balo salonuna girdiğimizde, bir masalın içinde olduğumuzu sandım. Bizim okulda böyle bir yer mi vardı cidden? İnsan balo olmadığı zamanlarda bile sadece seyretmek için buraya gelebilirdi. Duvarlar altın rengi ve işlemeliydi. Tavanda beş büyük kristalli avize vardı ve insanların dans ettiği yer mermerdi. Masa ve sandalyeler duvarlarala uyumlu sarı ve gümüş tonda süslenmişti. Bir köşede konuşma yapılacağını tahmin ettiğim minik bir sahne vardı. Düşük seste, huzurlu bir melodi arka fonda çalıyordu. Işık ise bir partiye uygun bir şekilde, dans pistine odaklanmış, insanların oturdukları yerler loş bırakılmıştı.

"Ohaaa..."

"Bence de oha..."

Uğurcan ile aynı tepkiyi vermemiz komikti. Yine de buna gülemeyecek kadar büyülenmiştik.

Salona girmek sonradan aklımıza geldi ve artık bakışlarımı salondan çekip insanlara yönelttim. Anında Elif'in kıpkırmızı elbisesini tanıdım. Yanında ise Furkan duruyordu.

"Oradalar."

Dedim Uğurcan'a karşıyı işaret ederek. Elif ve Furkan'ın bize arkası dönüktü. Biriyle konuşuyorlardı sanki. Daha iyi görmek için yaklaştık

"Selam!"

Dediğimde ise Elif ile Furkan'ın arkasını dönmesiyle kiminle konuştuklarını gördüm. O, Teoman'dı...

Ama bu birinci sınıfların tanışma partisiydi, onun burada ne işi vardı ki?

Şaşkınlığım yüzüme yansırken Teoman'ın gözleri benimkileri buldu. Görünüşü her zamanki gibiyidi, çekici ve büyüleyici. Sadece bu sefer giydiği takım elbise, ona daha ciddi bir hava katmıştı. Ben onu baştan aşağı süzerken, onun bakışları da yüzümden elbiseme doğru kaydı. Ardından da Uğurcan'ın koluna girmiş koluma baktı.

Elimin altındaki Uğurcan'ın teninin kasıldığını hissettim.

"Senin burada ne işin var?"

Diye soran bendim. Bu parti ilk sınıfların tanışması amacıyla düzenlenmişti. Teoman üçüncü sınıf olduğundan, burada ne işi olduğunu sorguluyordum.

"Sürpriz yapayım dedim. Eğlenceli olur diye düşündüm."

Dedi gayet sıradan bir şekilde.

"Hayır yani, demek istediğim... Sen üçüncü sınıfsın. Burada nasıl..."

"Partide okulun kurucusu konuşma yapacak, okulun kurucusu babam..."

Tabi ya, öğretmen çocuğu torpili. Daha önce böyle bir şey yapamadığımdan bunu akıl etmem de imkansız hale gelmişti. Hepimizde bir gülüşme oldu, Uğurcan hariç...

Böylece hepimiz sohbet etmeye başladık. Yaklaşık on beş dakika sonra ise arka fondaki müzik sustu ve Zafer hoca minik sahnede göründü.

"Sevgili öğrenciler, hepinize güzel bir gece dilerim."

Diye başlayan konuşma, okulun vizyonu ve misyonunu anlatan sıkıcı sözlerle devam etti. Daha sonra Zafer Hoca bu okula ne kadar emek verdiğini, okulu kurarken neler yaşadığını kısaca anlattı. Geçmişte böyle bir okul yoktu, dolayısıyla hükümlülerin hepsi kendi kendini eğitmek zorundaydı. Bunu herkes başaramıyordu. Annem ve babamın onların anne babasından dinlediği hikayelerden, haberlerden biliyordum bunları. Eskiden eğitilemeyen hükümlüler kontrolü sık sık kaybediyor, bu da çok fazla felakete neden oluyordu. Zafer hoca ise yıllar önce, bir hükümsüz olmasına rağmen burayı kurmayı başarmış, kendi deyimiyle daha eğitimli nesiller için çabalamıştı. Bu baştakine göre daha dinlenebilir bir hikayeydi ancak yine de pek bir özelliği yoktu.

"Ve böylece okulu kurma çalışmalarım başarıya ulaşmış oldu. Sizlerin de bu okulda buluyor oluşundan büyük mutluluk duyuyorum. Tekrar iyi eğlenceler diliyorum."

Herkes alkışladı ve hareketli bir müzik başladı. İnsanlar masalardan kalkıp mermer zemine geçtiler ve dans etmeye başladılar. Biz de onlara katıldık.

Müzik son zamanların popüler şarkılarındandı. Herkes hem eşlik ediyor hem de dans ediyordu.

Art arda kaç böyle çılgın müzik çaldı bilmiyorum ama hepimizin pestili çıktıktan sonra tempo birden yavaşladı. Birkaç kişiden buna sevinmediğini belirten nidalar yükseldi ve muhtemelen aynı kişiler, yerlerine oturdular. Dans pisti hayli boşalmıştı, ben ise ne yapsam diye etrafıma, daha doğrusu Elif'e bakınıyordum. Geçip otursaydık ya biz de, ne iyi olurdu... Ama hemen sonra fark ettim ki, Elif Furkan ile dans ediyordu!

Yüzüme kocaman bir şaşkınlık ifadesi yerleşti. Bu kadar hızlı olmalarını beklemiyordum gerçekten. Sanırım Elif'i unutup, kendi başıma masama geçip oturmalıydım.

"Bu dansı bana lütfeder misin?"

Kafamı çevirmemle Teoman ile burun buruna geldim ve cevabımı bile beklemeden bir elimi tutmuş, diğerini belime koymuştu. Mecburen ona ayak uydurmak zorunda kaldım. Sağ elim sol elinin avcunda, havadaydı. Sol eli ise belimdeydi. Ne yapacağını bilemeyen sol elim ise onun sağ omzunda konumlandı. Beni kendine çektiği zaman yüzüne baktığımda anladım, dans edelim mi diye sormuştu ama cevabımı beklememişti, zaten hayır diyemezdim ki...

Burnuma Teoman'ın kütüphanede de duyduğum odunsu parfüm kokusu doldu. Tek bir koku insanın birçok anısını canlandırırdı ya, zihnimde hayat buldu o günkü bütün hatıralar. Yüreğime yine heyecan doldu.

"Çok güzel olmuşsun."

Müziğe uygun minik adımlarla dans ediyorduk. Kulağıma fısıldar gibi söylediği bu söz tüylerimi diken diken etti.

"Teşekkür ederim. Sen de çok... Yakışıklı olmuşsun."

Gülümsedi ve aklımı başımdan aldı. Bu kadar yakın olmak kütüphanedeki halimizi fena halde hatırlatıyordu.

Orada yaptığım hatayı bir daha yapmayacaktım.

"Ne kadar güzel bir elbise seçmişsin sen öyle, sanki senin için dikilmiş gibi."

"Sen olmasan buna sahip olamazdım tabi. Yeniden çok teşekkürler."

"Teşekkür etmene gerek yok ki Buse. Sen de benim istediğim bir şeye sahip olmamı sağlayacaksın ve ödeşeceğiz, unuttun mu?"

Gülümsedim.

"Unutmadım tabii ki. Ödeşeceğiz evet."

"Güzel."

Kısa süren sessizlikte kendimi müziğe kaptırmıştım. Çok naif ve duygusal bir melodiydi.

"Bir şey hakkında... Plan yapmamız gerekiyor sanırım."

Merakla açılmış gözlerimi gözlerine kilitledim.

"Ne hakkında?"

"Hani şu, benden özel ders alman konusu."

"Ah... Evet."

Bir de bu konu vardı değil mi? Aklımdan tamamen çıkmıştı. Zafer hoca bunu bana ilk söylediğinde verdiğim tepkiyi hatırladım. 'Böyle bir şey asla olmayacak.' diye düşünmüştüm. Şimdi ise, Teoman'ın kollarının arasında dans ederken, bunun belki de o kadar da kötü bir fikir olmadığı düşüncesi beynimi karıncalıyordu. Ona güveniyordum. Evet, ona artık güveniyordum. Biraz fazla ders alıp kendimi geliştirmenin kime ne zararı olabilirdi ki?

"Benden ders almayı istiyorsun, değil mi?"

Sorusuna hiç düşünmeden cevap verdim.

"Evet. Evet kesinlikle."

Rahatlamış gibi gülümsedi.

"İyi o halde. Şey, salı ve perşembe günleri dersler bittikten sonra birlikte odama gideriz..."

Odama? Bu kelimeyle irkildim. Bunu fark ettiği anda toparladı.

"Yani odama derken, inceleme dersini yaptığımız odanın yanında bir salon var. Babam orayı benim için ayırdı. İçerde minik bir kütüphanem, laboratuvarım, çalışma masam falan var. Bazen orada uyuyorum bu yüzden eski bir yatak ve dolap da attım ama genel olarak çalışma odam. Yani o yüzden odam dedim. Çalışmak için."

Açıklaması beni rahatlatırken bu fikir de kafama yattı.

"Tamam. Olur yani bana uyar."

"Tamam o zaman."

Birkaç saniye sonra müzik de bitti ve birbirinizden ayrıldık.

"Şey, ben şu tarafta tanıdık birilerini gördüm de, oraya bir uğrayayım. Sonra tekrar gelirim."

Dedi Teoman.

"Tamam."

Dedim ve benim de gözlerim hemen Elif'i aramaya başladı. Şans eseri biraz ileride gözüme çarptı ve hemen yanına gittim.

"Kızım biraz yavaş, buldunuz birbirinizi bırakmıyorsunuz."

Hemen savunmaya geçti.

"Ne alakası var ya, dans etmek istedi altı üstü. Ben de kabul ettim."

"Onu diyorum zaten."

Ben gülerken o da somurtup üflüyordu.

"Eee? Nerede Furkan?"

"Uğurcan'a bakmaya gitti."

Birden alaycı gülümsemem silindi. Sahi, Uğurcan neredeydi ki?

"Nerede o?"

Elif'in gözleri benim arkamdaki bir yere odaklandı.

"Burada."

Nereye baktığını anlamak için arkama döndüğümde Furkan ve Uğurcan bize doğru geliyordu.

Sonra eskisinden güzel, yine yavaş bir parça çalmaya başladı.

Furkan doğrudan Elif'in yanına gitti ve müzik yüzünden duyamadığım bir şeyler konuşup kıkırdaşmaya başladılar.

Bir an arkadaşımı kaybediyormuşum gibi hissettim.

"Dans edelim mi?"

Yanımda duran Uğurcan'a baktığımda benden cevap bekliyordu.

Elif'i kaybediyor muydum bilmiyordum ama kesinlikle başka şeyler kazanıyordum.

"Olur."

Dedim ve bir kez daha dans pistine doğru yöneldim.

Bu sefer yanımda duran genç adam bana heyecan değil huzur veriyordu. Belki de müziğin etkisiydi, bilemiyordum.

Uğurcan Teoman gibi elimi avucuna almak yerine, ellerini belime koymayı tercih etti. Ben de ona ayak uydurarak ellerimi omuzlarına yerleştirdim. Kara gözlerinin içine bakarken kulaklarımı insanın uykusunu getiren bir ninni gibi hoş olan müzik dolduruyordu. Müziğin sadece kulaklarımı değil, ruhumu da sevgiyle doldurduğunu hissettim.

Hayır, ruhumu sevgiyle dolduran müzik değildi, Uğurcan'dı.

"Neredeydin?"

Diye sordum laf olsun diye.

"Gezindim biraz."

Gözlerime bakmıyordu, sesi ise mutlu değil gibiydi.

"Sen neredeydin?"

Diye sordu. Sesi zaten hafif olan müzikten daha yüksek sesli değildi.

"Ben Teoman'la..."

Diye söze başlamış bulundum ama tamamlayamadım. Ona bunu söylemeli miydim? Artık Teoman'a güveniyor olması gerekirdi, benim hayatıma çok fazla burnunu soktuğunu düşündüğünü, bundan sonra Teomanla muhabbetime karışmayacağını söylemişti ama ben yine de, nedensizce Teoman ile kurduğum yakınlıkları ona anlatmaktan çekiniyordum.

Anlatmama da gerek kalmadı. O cümlemi tamamladı zaten.

"Dans ediyordun. Biliyorum."

Hâlâ gözlerimin içine bakarak konuşmaması sinirimi bozmaya başlamıştı.

"Evet. Dans teklif etti. Ben de kabul ettim."

"Pek teklif etmek denmezdi ona bence. Cevabını beklemedi bile."

Bunu nereden biliyordu? Beni mi gözetliyordu?

Belki de ilk şarkı çaldığında o bana dans teklif etmek istemişti ama Teoman önce davranmıştı.

Belki de bir anda ortadan kaybolmasının nedeni de buydu.

"Evet o biraz... Kabaydı."

Hiçbir şey söylemedi.

Ama onun yüzü böyle asıkken dans etmek keyifli değildi ki!

"Ama sen teklif ettin ve cevabımı da bekledin."

Sonunda gözlerime baktı. Biraz durdu. Sanki belli belirsiz gülümsedi.

"Evet."

Dedi sadece.

"Uğurcan..."

"Efendim?"

Aklıma gelen ilk güzel şeyi söyledim.

"Seninle dans etmek daha güzel. İyi ki benim yanımdasın."

Yüzünün alacağı şekli ya da vereceği cevabı beklemeden ona daha çok yaklaştım ve başımı omzuna koydum. Ellerim omuzlarından kayıp ensesine sarıldı.

Sadece birkaç saniye sonra, onun da kollarının belimi daha sıkı sardığını hissettim. Görmesem de, gülümsediğini biliyordum.

Bu pozisyonda, müziğin içinde akıp giderek ne kadar kaldık bilmiyorum. Şarkı bittiğinde hemen yerine başka bir yavaş melodi çalmaya başladı. Ne o benden ayrılmaya kalktı, ne de ben ondan.

Ancak bu şarkı da bitip yerine yeniden parti havasındaki hareketli bir şarkı çalmaya başladığında ayrıldık. Uğurcan'ın gözlerinde neşeli bir gülüş vardı. Ellerimi tuttu ve yeniden sordu:

"Dans edelim mi?"

Etrafımda çılgınlar gibi dans eden insanlara baktım. Hepsi çok eğleniyor gibiydi.

Emindim ki ben daha çok eğlenecektim. Çünkü yanımda o vardı.

"Olur."

Selamlar arkadaşlar! Şuraya da yazarınız olarak şöyle bir yazı bırakayım dedim :) Size danışmak istediğim bir şey var. Teoman ve Uğurcan hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce Buse gönlünü kime kaptırır veya kaptırmalı? Siz olsanız kimi seçerdiniz?

Cevaplarınızı yorum olarak yazarsanız bir ay boyunca yüzümde dev bir gülümseme ile dolaşmamı sağlarsınız! İyi ki hikayemi okuyorsunuz, teşekkürler, öpücükler!

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top