MSOM? -9- ❝Dengesiz❞

Gecikme için tekrardan özür dilerim :( Bu haftayı sonunda atlatabildim ve bölümü tamamlamaya fırsat buldum. Anlayışınız için çok teşekkür ederim ♥ Bu bölümü söz verdiğim gibi, elimden geldiğince beklediğinize değecek türde yazmaya çalıştım. Umarım beğenirsiniz. Yalnız biraz fazla olaylı bir bölüm ve yine Barlas'ı öldürmek isteyeceğinize eminim :)

**Multimedya'da okulun resmi var!**

Bu bölümü Aleyna'ya ithaf ediyorum. Seninle saçmalamayı hiçbir şeye değişmem cadı. Seviliyorsun ♥♥

@aleynablbn

Keyifli Okumalar :)

○●°•○●°

9. Bölüm

▪Ecrin Karayel▪

Nefes boruma istila eden hava, tüm merhametiyle ciğerlerimi şenlendirirken, o kasvetli ortamdan sıyrıldığım için fazlasıyla murada ermiştim. Gerçi bıraksalar saatlerce o huzur kokan bedene tutulu kalabilirdim. İnsanı kor gibi yakan sıcaklığında kül olabilirdim. Fakat ne olursa olsun, balık kasasına üst üste yığılmış balıklar gibi, yaptığım bu yolculuk süresince hiçte rahat edememiştim.

Ah pekâlâ! Barlas'ın kolları arasında kendi benliğimi unuturken, gayet keyfim yerindeydi. Kabulleniyorum!

Otobüste beni âdeta esir alan ter kokusunun yerini, şu anda ciğerlerimi okşayan temiz havanın alması, benim için büyük bir nimetti. İçimde nedeni bilinmez, özgür kalmış bir kadın hissiyatı yer edinmişti. Sanki dakikalar önce demir parmaklıklar ardına tünemiş bir mahkûmdum ve şimdi azad edilmiştim.

Sahiden, bir kalabalık insanın psikolojisini bu kadar mı zedeleyebilirdi ?

Aklımı başıma devşirmek için başımı usulca sağa sola salladım ve birbiri ardına ilerleyen adımlarımı daha da hızlandırdım. Topuklarımdan çıkan ses kendince bir ritim tutturduğunda, asfalt yolda ahenkle süzüldüm. Rüzgârın gerisin geriye taradığı saçlarım, omuzlarımdan her havalanışında kendimi evrenin en havalı kadını gibi hissediyordum. Tabiiki, önümde bütün kusursuzluğu ile etrafı kasıp kavurarak ilerleyen şahsiyet, bütün güzel görünme çabama sağlam bir darbe indiriyordu.

Adam her şeyi ile mükemmeldi yahu!

Yer kabuğunu sarsarmışcasına zemine değen her adımında, sırtındaki kasların dudak ısırtacak bir çekicilik ile gerildiğini gözlerimle seçebiliyordum. Vücudunun her kıvrımını ayrı ayrı süzerken, âdeta tüm hücrelerimin harekete geçtiğini hissettim. Bu adam, her akıp giden süre zarfında, ar damarımın daha da çatlamasına sebebiyet veriyordu. Onu gözlemlediğim her saniye, şeytani yanımı biraz daha keşfediyordum.

Uzun lafın kısası, Barlas'a ait olan her ayrıntı, insanı günaha davet ediyordu.

Ansızın Barlas'ın istikametini başka yöne çevirmesi, düşüncelerimin tuzla buz olmasına sebep oldu. Nihayet aklımı toparlayabildiğimde, onun dış güzelliği ile bütünleştiğim düşüncelerimden sıyrıldım ve ufak bir çaba sonucunda, iki kelimeyi bir araya getirmeyi başarabildim.

"Nereye gidiyorsun ?"

Kaslı sırtının yerine, tüm yelkenlerimi suya indirebilecek nitelikteki çehresi görüş alanıma girdiğinde, alt dudağımı dişlerimin esiri bırakmamak için kendi içimde ufak bir savaş verdim. Barlas her zamanki kan donduran soğukluğuyla gözlerimin içine bakarken, hiç bir duygu parıltısı dahi sezemediğim gözlerine uzun uzun baktım. Benim aksime hiçbir etkileşime girmeden ve kelimeleri bir araya getirmekte zorluk çekmeden, pat diye cevabı yapıştırıverdi.

"Sana ne ? Otobüsteki mecburi yakınlaşmamızı ciddiye mi aldın yoksa ? Bana hesap sormaman gerektiğini unutmuş olmalısın!"

Kalbimi incitmek için bütün içtenliğiyle seçtiği kelimelere karşın, canımın ne denli yandığını sergilememek için dudaklarımı sertçe birbirine bastırmakla yetindim. Onun kadar kırıcı olamayacağını bilsemde, azda olsa sinirlerini zedelemek için, karakterime en sağlam oturmuş özelliğimi kullandım. Tabiiki de bu özelliğim, hazır cevap oluşumdu.

"Otobüsteki yakınlaşmamızı ciddiye aldığım falan yok. Anladığım kadarıyla bu konuyu durduk yere irdelediğine göre, senin aklında büyük bir yer edinmiş olmalı. Hem bu yakınlaşmanın mecburi olduğunu hiç sanmıyorum. Ayrıca benim sana hesap sormama gibi bir zorunluluğum yok. Kafama ne eserse onu yaparım. Sen bana emir veremezsin. Hele ki sınır, hiç koyamazsın!"

Kelimelerim buz kristalleri saçarmışcasına dudaklarımın arasından şiddetle kaçıp giderken, üzerimden büyük bir yükün kalktığını hissettim. Barlas'ın yüzündeki soğukluk, yerini hiddetli bir öfkeye bırakırken, yüzünden geçen bir anlık seri katil ifadesiyle tüylerimin diklendiğini hissettim. Kim bilir, şu anda aklından ne gibi câni emeller geçiriyordu... Sonuçta sinir hastası bir adam söz konusuydu!

"Sana ilgi duyduğumu mu imâ etmeye çalışıyorsun yoksa ? Aptal olma Ecrin! Umudunu kırmaktan büyük bir zevk alarak söylüyorum ki, sana karşı zerre duygu beslemiyorum. Düşün artık, nefret dahi yok içimde. Seni hiçe saydığımın farkında değil misin ? Şu an yolumu değiştirmemde ki amaç, sadece seninle aynı anda okula girip milletin ağzına düşmemek içindi. Seni 'Arkadaş' sıfatıyla tanıtacak kadar dahi yüceltmiyorum. Şimdi çabucak kaybol! Sen okula girene kadar, ben de duvarın köşesine sinip bir sigara yakacağım."

Bu... Biraz fazla ağırdı sanki ?

Gözlerime hücum eden gözyaşları, göz pınarlarımı terketmemesi için kendimi olağan gücümle kastım. Bedenim âdeta taş yığınını andıran bir sertlikle kaskatı kesilirken, burun direğimin sızlamasını umursamadan derin bir iç çektim. Kırılan kalbimin parçaları sanki derimi lime lime ediyordu.

"Afedersin. Bir an için seninde bir kalbinin olduğunu düşünmüştüm. Oysaki bu kadar karanlık bakan gözlerden nasıl merhamet bekleyebilirdim ki ? Haklısın. Sevmemekte de, Nefret etmemekte de. Çünkü bu duyguları hissedebilmen için bir kalbe ihtiyacın var. Evet, bak sana diyecek bir cevap bulamıyorum. Ama gördüğün gibi, senin gibi zıvanadan falan da çıkmıyorum. Bundan büyük bir şevk duyacağını bildiğim için söylüyorum; Tebrik ederim, canımı acıtmayı başardın!"

Gözleri bir anlık şok dalgasıyla içimi aydınlatan ışığını kaybettiğinde, donuklaşan gözbebekleri ve kasılan yüz hatları, içinde yaşadığı karmaşanın kanıtıydı. Yüzünün yansıttığı şok olmuş ifadeyi görmek, içimdeki zafer hazzını tetiklemişti. Yüzüme perçinlenmiş gözleri, sanki bana bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Fakat şu an onu çözebilmek için ayrı bir çaba harcayacak ruh hâline sahip değildim.

Gözlerimiz birbirini hedef almıştı âdeta. Kahverenginin en hükmedici tonunda ki gözlerini, bir saniye olsun gözlerimden ayırmadan en yakıcı bakışlarıyla korneamı kasıp kavuruyordu sanki. Karşılıklı inatlaşmamızdan ötürü göz temasımız bir türlü kesilmezken, bir anda buna bir son vermem gerektiğinin kanaatine vardım.

Kahverengi ile mavinin kesiştiği o kutsal saniyeleri ansızın noktaladım. Gözlerim karşımda duran koskoca üniversite binasına kaydığında, sanki az önce gözyaşlarıyla savaşan kızdan eser kalmamıştı. Yüzüme sahici bir tebessüm kondurdum ve sanki arkamda Barlas'ın göz kamaştıran silueti dikilmiyormuş gibi, saçlarımı savurdum ve çantamda ki güneş gözlüğümü çıkartıp burun kemerime yerleştirdim.

Temkinli adımlarla asfalt yolda ilerlerken, Barlas'ın kalbimi sızlatan o acımasız sözleri kafamın içinde durmaksızın dönüp dolaşıyordu. Nasıl bu kadar ağır konuşabiliyordu bu adam ? Kalbinin hiçbir odacığında gram vicdan yok muydu yahu ?

Sol yanımı acıyla gümbürdeten kalbimin, benliğimi hayal kırıklığıyla sarsmasını umursamamaya çalışarak, dikkatimi, gittikçe yaklaşan binada topladım. Deniz kenarına kurulu binanın göz kamaştıran mimarisi, insanı fazlasıyla büyülüyordu. Bakışlarım bir kez olsun, bina duvarlarının beyaz ve kahverengi tonlarına kayacak olursa, dönüp bir kez daha bakmamak irade gerektirirdi. Hele de binanın belirli kısımlarına hâkim olan buzlu camlar, insanda daha bir bakakalma arzusu yaratıyordu.

Okulun, etrafında barındırdığı yeşillikler insanın ciğerlerini ferahlattığı gibi, aynı zamanda içinin de yoğun huzura teslim olmasına müsaade ediyordu. Kendimi sanki beş yıldızlı otelde konaklamaya gelmiş gibi hissettim.

Okulun bulunduğu alana yaklaştığımda asfalt yol, yerini beton düzlüğe bırakmıştı. İlerlemekte olduğum yolun dört bir yanı, geniş çimenliklerle donatılmıştı. Benim gibi, derse giriş saatleri henüz gelmemiş öğrenciler çimenler üzerindeki yerlerini almışlardı ve keyiflerine diyecek yoktu. Çoğu kişi ağaçların altındaki gölgeliklere sığınmış, kitap okuyor ya da yanındakilerle sohbet ediyordu. Bazıları ise banklara yerleşmiş etrafa bakınıyordu.

Aman Allah'ım! Burada neredeyse herkes gözlüklüydü.

Buraya gelen herkesin zekâ seviyesinin idealin üzerinde olduğu barizdi. Fakat bu kadar fazla gözlüklü insanın bir arada olması devrelerimin tutuşmasına sebebiyet vermişti. Ne yani bu, zeki insanların %70 oranında gözlüklü olduğunu mu kanıtlıyordu ? Hadi canım... Şu an neredeyse, kendimi bu kadar süslü püslü olduğum için dışlanmış hissedebilirdim. Acaba yarın itibari ile numarasız gözlük mü takmaya başlasam ?

Saçma düşüncelerim tüm algılarımı tıkarken, dikkatimi adımlarıma vermediğim için, minikte olsa bir taşa takıldım ve ufak bir tökezleme evresinin ardından, ayağım spor ayakkabımın içinde sertçe yana doğru büküldü. Ayak bileğimin kemiğinden çıkan ufak bir 'küt' sesinin ardından acıyla çığlık atmamak için alt dudağımı dişledim.

İnsan spor ayakkabıyla bile ayağını burkar mıydı yahu?

Güçlükle dengemi toparladıktan sonra hafif bir sarhoş edasıyla yürümeye devam ettim. Yalnız bileğim öyle bir sızlıyordu ki, acısından bir an için yere yığılacağımı zannettim. Derin bir iç çektiğimde, burnuma dolan deniz kokusuyla, biraz olsun dağılmış ruh hâlimi toparlamayı başardım ve hafiften tökezleyerek, boş bir ağaç kenarı bulabilmek için gözlerimle keşfe çıktım.

Sabah evden çıkarken havaya hâkim olan soğuk rüzgârlar, yerini güneşin parlak ışınlarına bırakmıştı. Fakat ufak bir sorun vardı, eğer güneşin altında olması gerekenden fazla durursam başım feci hâlde zonkluyordu. Eh tabii ki, ayağımı burktuğum için oturacağım yerde uzun süre kalmam gerekecekti. Bu yüzden bir ağaç gölgesine sığınmam ve ayağımın ağrısı dinene kadar orada pineklemem gerekiyordu.

Bakışlarım ağaçların altındaki insan istiflerinde gezindiğinde, yoğun arayışımın boşa çıkmasından hoşnutsuzdum. Şu an dikkatimi çeken bütün ağaçların altı doluydu. Birkaç bakışı üzerimde hissettiğimde, ağaçları didiklemeyi kesip bana çevrilen bakışlarla yüzleştim.

Göz göze geldiğim insanlar, anında yüzüme kilitlenmiş bakışlarını geri kitaplarına çeviriyorlardı. Bir anda, beni kirpiklerinin arasından dikkatlice süzen çocuğa kaydı gözlerim. Sarı saçları ve okulun kıyısında olan deniz kadar mavi gözleri, güneşin altında tüm ihtişamıyla parıldıyordu. Ağacın gölgesine sığınmıştı ve çimenlerin üzerinde bağdaş kurmuştu. Aynı zamanda da kucağında kapağı açık bir kitap duruyordu.

Ansızın yanındaki boş yeri işaret etti ve gelmemi söylemek istercesine bir el hareketi yaptı. Yolda öylece ayakta dikilmeye bir son verip, sendeleyerek sarışın çocuğun yanında buldum kendimi. Karşısında ayakta dikildiğim için, bana aşağıdan bakıyordu. Bir kez daha yanındaki gölgeliği işaret etti ve bu defa kalın sesini duymama müsaade etti.

"Ne dikiliyorsun ? Otursana. Bir ağaç gölgesi aradığın her hâlinden belliydi. Al işte, sana istediğini veriyorum."

Karşımdaki yabancının sergilediği, bu kibar hareketinden ötürü ona, gereğinden fazla minnettardım. Dudaklarım sıcak bir tebessüm ile bükülürken, dizlerimin üzerine çöküp kalçamı çimenler ile buluşturdum. Ağrıyan bileğimi yumuşak dokunuşlar ile ovuşturduktan sonra, gövdemi hafifçe sola doğru döndürüp yanımda oturmakta olan kibar beyefendi ile yüzleştim. Ona baktığımda, mavi gözleriyle beni seyretmekte olduğunu farkettim.

"Çok teşekkür ederim. Ayağımı burktuğum için bir yere oturmam gerekiyordu. Güneşte fazla duruncada aklım bulandığı için, gölgelik bulmam gerekti."

"Önemi yok. Ayrıca geçmiş olsun. Hımmm, birde... ben Alper."

Bir anda sağ elini bana doğru uzattığında, çekingen bir tavırla bende sağ elimi eli ile buluşturdum. Elimi hafif bir kuvvetle sıktığında, ben de aynı şekilde karşılık verdim.

"Bende Ecrin. Tanıştığıma memnun oldum Alper."

"Ah! Ben de memnun oldum Ecrin. İsmin çok hoş."

Yanaklarımı tatlı bir kızarıklık ele geçirdiğinde, memnuniyetle tebessüm ettim.

"Teşekkür ederim. Senin ismin de çok karizmatik."

Dudakları çekici bir tebessüm ile kıvrıldı, fakat bu tebessüm beni etkileyememişti. Çünkü her yakışıklı erkek gördüğümde, Barlas beliriyordu gözümün önünde ve herkesi onunla kıyaslıyordum. Bunu neden yaptığım hakkında hiçbir fikrim yoktu.

"İki saattir başını kitaptan kaldırman için elimden geleni yaptım, ama bir türlü göz ucuyla dahi yüzüme bakmadın. Barlas'ın geldiğini duyunca ancak gerçek dünyaya geri döndün bee kızım!"

Yan taraftaki iki kızın konuşmalarına şahit olduğumda, düşüncelerimden ayrılıp hızla başımı yan tarafa çevirdim ve beton yolun üzerinde dikilen kaslı cüsse ile karşılaştım. Deniz ve Barlas ikilisi, kesinlikle harikuladeydi. Barlas, öylece ayakta dikilmiş bakışlarını üzerimde kilitlemişti. Kızların çoğunun odak noktası olan bu adamın, tek odak noktası olmak özel hissetmeme neden olmuştu. Fakat öyle bir bakıyordu ki, sanki kurbanını gözüne kestirmiş bir kaplan gibi...

Bir anda bakışları elime kaydığında, yüz hatlarının daha da ürkütücü olduğunu farkettim. Tam o an, elimi saran parmakların Alper'e ait olduğu aklıma dank etti. Elimi hızla Alper'in elinden çektiğimde, Barlas'tan gözlerimi bir saniye olsun ayırmıyordum. Elimi Alper'in elinden çeker çekmez Barlas bakışlarını onun üzerine odakladı ve tıslarcasına bir ağız hareketi sergiledi.

"Sonunda geldi pezevenk!" dedi Alper.

Ne demekti şimdi bu ?

Bir anda bakışlarımı yüzüne çevirdiğimde, ettiği küfürün ardından yanında benim olduğumu hatırlamış olacak ki, o da hızla gözlerimizi kenetledi ve mahçup bir ifade takındı.

"Affedersin... Yanımda olduğun, bir an için aklımdan çıkmış."

Başımı ağır ağır aşağı yukarı salladıktan sonra, tekrardan Barlas'ın dikildiği yere bakışlarımı yönelttiğimde, orada olmadığını farkettim. Gözlerim etrafı tararken, onu bulamanın verdiği hayal kırıklığı ile derin bir iç çektim. Nereye kaybolmuştu Allah bilir!

"Onu tanıyor musun ?"

Alper'in yönelttiği soru üzerine onu aramaya bir son verip ondan yana döndüm.

"Evet. Abimin ev arkadaşı."

Benim de ev arkadaşım olduğunu kimse bilmemeliydi!

"Abin mi ? Bir saniye... sen Erkin'in kız kardeşi misin?"

"Evet, öyleyim."

"Şaşırdığımı söylemeden edemeyeceğim. Şahsen onun böyle bir kız kardeşi olduğunu bilmiyordum. Gerçi bilseydim, düşmanım değil dostum olurdu."

Düşman mı ? Bundan kastı neydi...

"Nasıl yani... siz abimle düşman mısınız ?"

"Düşmanımın dostu da düşmanımdır. Bu nedenle Erkin ile hiç iyi anlaşmayız."

Demek o öldürücü bakışların nedeni bu yüzdendi...

"Anladığım kadarıyla Barlas ile düşman oluyorsunuz."

"Aynen öyle. Birbirimizden hiç haz etmeyiz. Hatta birbirimizi yesek doymayız desem, daha doğru olur."

"Anladım... Peki ya nasıl başladı bu düşmanlık ?"

"Boşver. Anlatmak için nefes harcamaya değmez. Belki bu okulda anlatmaya değer gören birisi varsa, ondan dinleyebilirsin. Müsaade edersen, biraz kitap okuyacağım."

"Tabii ki. Her neyse, ben gitsem iyi olacak."

Alper tam Dostoyevski'nin Suç ve Ceza adındaki klasiğini eline almış okumaya başlayacakken, yavaştan ayaklanmam üzerine tekrardan bakışlarını yüzüme kilitledi.

"Kalsana. Neden gidiyorsun ? Bileğinin ağrıdığını düşünüyordum..."

Ayaklarımın üzerinde dikildiğimde ona kısa bir bakış attıktan sonra etrafta İrem'i abimi ya da Barlas'ı görme umuduyla bakışlarımı çevremde gezdirdim.

"Zaten derse girmeme az kaldı. Abimi ya da arkadaşımı bulsam iyi olacak."

"Pekâlâ. Başka zaman umarım tekrardan görüşürüz."

"Hoşça kal."

Çimenlerin üzerine topuğumu hafifçe değdirerek ilerlerken, bileğimdeki sızının biraz daha dozunu düşürdüğünün farkına vardım. Gözlerim etrafı detaylıca süzerken, hâlâ kimseden bir iz görememiştim. Evden çıkarken cebime sıkıştırdığım cep telefonumu çıkartıp rehbere girdim ve İrem'in adını bulup arama tuşuna dokundum. Telefonu kulağıma götürüp bir süre bekledikten sonra, üçüncü çalışta açtı.

"Alo, Ecrin. Neredesin kızım sen ?" dedi İrem cırtlak sesiyle bağırarak.

"Bahçedeyim ve sizi arıyorum. Asıl siz neredesiniz ?"

"Bizde bahçedeyiz. Dur sana tarif edeyim nerede olduğumuzu. Hani okula uzanan bir yol varya, iki yanında da çimenlik alan var hani-"

"Evet biliyorum. Hatta şu an sol tarafta ki çimenlik alandayım. Bir sürü gözlüklü ve kitap okuyan insanlar topluluğunun arasında ayakta dikiliyorum. Beni ayırt etmen zor olmaz, değil mi ?"

"Dur birini görüyorum... Ayy evet bu sensin! Bak el sallıyorum sanaa. Hadi gel buraya, hadi..."

Yolun sağ tarafında kalan çimenlik alanda biraz uzakta dikilen ve vücuduna tam oturan kot tulumu ile kusursuz fiziğini sergileyen İrem'e baktım. Saçlarını Şeker Kız Candy misali, tepede iki at kuyruğu halinde toplamış ve bana heyecanla el sallayan bir kız olarak çok sevimli gözüküyordu.

Hafiften tökezleyerek İrem'e doğru yaklaşırken, bir anda ellerini sallamayı kesip ellerini beline yerleştirdi ve kaşlarını çatıp bana bakmaya devam etti. Bana doğru gelmeye başladığında, ben de ona doğru birkaç adım attım ve saniyeler içinde kendimi karşısında buldum.

"Ayağına ne oldu ?" diye sordu apar topar.

"Burktum."

"Gelir gelmez yapacağını yaptın yani. Gel bana tutun madem."

Atik bir hareketle kolumun arasına girdiğinde daha düzgün adımlar atarak ilerleyebildim. Gövdesi kalın ve yüksek bir ağacın arkasına geçtiğimizde, Barlas'ı sırtını ağacın gövdesine yaslamış, abimi de yerde oturup çimenleri yolarken buldum ve onları neden göremediğimi nihayet anlayabildim. Birde ağacın önünde oturaklar ve şemsiyeler olduğu için, onları görmem neredeyse imkânsız olacaktı.

"Kaçağı buldum." dedi İrem sevecen bir sesle.

Abim başını yukarı kaldırıp gözlerini gözlerimle buluşturduğunda kaşlarını bariz bir şekilde çattı.

"Neredesin sen ? Barlas'ın yanından uzaklaşıp gözden kaybolmuşsun. Seni daha sonra hiç görememiş. Daha okulun ilk gününden kaçamaklara başlayacaksan, seninle çok işimiz var!"

Ne ?! Ben mi Barlas'ın yanından uzaklaşmışım ? Hah birde beni hiç görmemişmiş! Yalancı pislik!

"Kaçamak yaptığım falan yok! Barlas benimle birlikte okula girmek istemediği için, ondan önce tek başıma gelmek zorunda kaldım. Ayrıca sizi aradım ama bir türlü bulamadım ve ayağımı burktuğum için bir ağacın altında oturdum. Hatta bu sayede yeni bir arkadaş edindim. Hem Barlas, okula girdiği an beni göz hapsine almıştı bile. Yani görmedim deyip sizi yemiş. Ah tabii, yalandan ölen mi var, değil mi Barlascığım ?!"

Barlas insanın içini titreten bakışlarını üzerimde dolaştırdığında, buz kesilmemek için kendimi zor dizginledim. Şu an bana, kız kavgasında saçımın salık olduğunu farkeden ve biraz sonra saçıma yapışmak üzere olan bir düşman gibi bakıyordu. Bakışlarının etkisi altına girdiğimi ortaya sermemek için umarsız bakışlarımı sürdürmeye devam ettim.

"Evet Ecrinciğim, yalandan ölen olsaydı tek ölen ben olmazdım. Sen de tahtalı köyü boylamıştın. Sonuçta ağacın altında flörtleştiğin adama, az önce arkadaşım diyen de sendin!"

Tükürürcesine ağzından hiddetle saçtığı kelimelere karşın ağzımın şaşkınlıkla aralanmasına izin verdim. Yalan, kuru iftira! Ne flörtleşmesinden bahsediyor bu adam?

Sinirle ona doğru ilerleyip başımı dikleştirdiğinde, aklımı başımdan uçuran kokusuna aldırış etmemeye çalışarak, kahverenginin en iç açıcı tonundaki iki kara deliğin içine çekilirken buldum kendimi. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak diye buna denilirdi. Gözleri o kadar muntazamdı ki, âdeta buz tutmuş kalbimi için için eritiyordu. Tek kaşını kaldırıp kalbimi okumak istercesine, gözlerimin en derinlerine odaklanmıştı gözleri. Dişlerimi sertçe birbirine bastırıp hafifçe gıcırdattığımda, güçlü bir elin omzuma dokunduğunu hissettim.

"Ecrin, saçmalama! Hadi otur şuraya." dedi abim endişeyle.

"Bırak abi! Sadece söyleyeceğim iki çift söz var."

Hırsla söylediklerimin ardından, abimin omzumu tutan elleri aşağıya düştü ve ben de ondan izin almanın verdiği özgürlük hissiyle, Barlas'ın etkisini tamamen yok sayıp kaslı bedeninden biraz olsun uzaklaştım. Nefret dolu bakışlarım kusursuz yüz hatlarını aşındırırken, her zamanki hazır cevaplılığımı konuşturarak aklımdan geçen bütün kelimeleri çene süzgecimden geçirmeden bir bir sıraladım.

"Zihniyetin pislikten görünmüyor cidden... Alper'in arkadaşım olduğuna inanmıyorsun. Bunun neden kaynaklandığını sana kısaca açıklayayım mı ? Sen arkadaşlık nedir bilmiyorsun bile! Tek dostun abim, değil mi ? Kalpsiz olduğun için abimden başkası yanına dahi yanaşmıyor ki. Kimsesizsin sen. Kimsen yok senin! Yapayalnızsın... Oysaki bir kalbin olsaydı bu kadar çaresiz kalmazdın. Yazık sana!"

Aklıma gelen bütün kelimeleri birer birer dudaklarımın arasından atıp kurtulurken, bir anda Barlas'ın beni omuzlarımdan tutup sertçe itmesi üzerine geri geri sendeledim ve dengemi toparlayamadığım için kendimi saniyeler içinde yerde buldum. Etraftaki fısıldaşmalar ansızın yok olduğunda, birçok gözün üzerimde gezindiğini hissedebiliyordum. Bir anda Barlas'ın yapılı bedeninin gölgesi üzerime seyirdiğinde, başımı kaldırıp gözlerinin içine baktım ve bakmamla istem dışı geriye doğru atıldım. Barlas dehşet verici bakışlarını üzerime çivilediğinde, etrafımızda ki insanları umursamadan bir dizini kırdı ve üzerime doğru eğildi.

"Barlas-"

"Sen karışma Erkin!"

Abimin karşı çıkışını öyle bir ses tonuyla geri çevirmişti ki, neredeyse korkudan küçük dilimi yutacağımı zannettim. İrem, abimi sakinleştirmek için onu kenarı çekerken, Barlas bir anda eliyle çenemi sertçe kavradı. O kadar sert tutuyordu ki, canımın acısından gözlerimin dolduğunu hissettim.

"Evet, doğru bildin, bir kalbim yok! Zihniyetim pislikten görünmüyor da! Evet, ben zifili karanlık bir adamım, peki ya sen, sen nesin ? İlgi çekmek için harcadığın çabayla, ne kadar aydınlık olabilirsin ha ?! Şu giyindiğin kıyafetler, yüzüne sürdüğün makyaj olmasa kim bakacak sana? Havalı görünmek için sarfettiğin çaban sayesinde dikkat çekiyorsun. Sen onlarsız bir hiçsin! Dön ve aynaya bir kere olsun bak, ilgi çekmek için kullandığın materyaller olmadan, her saniye edindiğin arkadaşlarından hangi biri yanında kalır ? Evet, kimsesiz bir adam olduğumu inkâr etmiyorum. En azından ben yapayalnız öleceğim. Ya sen ? Bugün yüzüne gülen yapmacık dostlarından kaç tanesi yanında kalacak ? Dur kısaca cevaplayayım; HİÇBİRİ! Vah vah vah, ne kadarda acı! Sonunda benim gibi yapayalnız kalacaksın. Yazık sana!"

Yediğim bütün hakaret dolu kelimeleri bünyeme hazmedemiyordum. Kendimi kasmaktan o kadar gerilmişti ki kaslarım, kendimi serbest bıraktığımda elim ayağım titremeye başlamıştı. Ansızın Barlas, çenemi geriye doğru itip başımın neredeyse yere çarpacak seviyeye gelmesine neden oldu. Büyük bir çaba sarfedip eski konumuma geri döndüğümde, tekrardan karşı atağa geçtim.

"Senin de benden aşağı kalır yanın yok. Giyindiğin kıyafetlerden tut, taktığın gözlüğe kadar her şeyinde bir havalı gözükme çabası seziyorum. Dikkat çekiyor olmana rağmen hiçbir arkadaşın yok; çünkü karakterin yüzünden kaybediyorsun. Egoistsin, öfke kontrolünü sağlayamıyorsun, haddini bilmiyorsun, sinir bozucusun ve fazlasıyla dengesizsin. Bu yüzden kimse sana tahammül edemiyor."

Söylediklerimin ardından yüzündeki ifade yerini şaşkınlığa bıraktı. Ona böyle karşılık vereceğimi beklemiyor olmalıydı. İri iri açtığı gözlerini üzerimde gezdirdiğinde sinirli bir soluk aldı.

"Pekâlâ! Seni onca kişinin arasında rezil etmek konusuna pek olumlu bakmıyordum; ama eğer sen bu kadar cesur davranabiliyorsan sözlerimin ne kadar ağır olduğunun bir önemi yok."

Sözleri beni rezil etmek konusuna değindiğinde, içimin endişeyle titrediğini hissettim. Gözlerinde kıvılcımlanan acımasız ifade, bacaklarımın dehşetle sarsılmasına sebep oluyordu. Dudakları sonumu getirecek kelimeleri dile getirecekmiş gibi aralandığında, nefesimi tutup söyleyeceklerine dikkat kesildim.

"Benim arkadaşa ihtiyacım yok. Herkes ile samimi olup ortam yapma gereksinimi de duymuyorum. Kısacası senin gibi yılışık değilim. Okula gelir gelmez gözüne birini kestirip hemen yanında bittin. Keşke ucuzluğunu bu kadar çabuk sergilemeseydin."

Alttan alttan yediğim "sürtük" damgası ile damarlarımdaki kanın öfkeyle kaynadığını tüm hücrelerimde hissettim. Sabrım ramak ramak sınırlarını zorlarken, yumruklarımı sıkarak kendimi kastım. Bedenimdeki her bir kas, gücümün karşısında taş kesilirken, görüşümün bulanıklaştığını farkettim. Etrafta bize kulak kesilmiş insanlara karşı rezil hissetmekten, ağlama arzum uçlarda geziniyordu.

"Yeterince rezil edebildin, teşekkürler. Keşke bu iğrenç ve asılsız sözlerini, bana onca kişinin arasında değil de, yüzüme karşı söyleseydin. Şahsen böylesi pek adil olmadı. Ayrıca birisinin kişiliğine laf edebilmek için, önce kendi kişiliksizliğine bir çözüm bulmanı tavsiye ederim. Tamam patavatsızsın bunu biliyoruz da, burada beni bu denli savunmasız bırakmandan bir şerefin olduğundan da şüphe duyuyorum."

Dudaklarımdan dökülen her kelime sanki birer cam kırığı gibiydi. Ağzımı terkettiğinde artık kesik içinde bırakmıyordu dilimi, ama bıraktığı yaraların sızısı da bir türlü dinmiyordu. Etraftaki fısıldaşmalar arttığında hakkımda konuştuklarını biliyordum. Arkamdan kim bilir neler diyorlardı. Okulun ilk gününden hakkımda bir çok ön yargı doğmuştu. Aşağılanmıştım. Düşüncelerim beni daha da çıkmaza sokarken, gözlerimin daha fazla dolduğunu hissettim.

Şu an kendimi, yüzlerce insan arasında ezilmiş hissediyordum. Sanki en pis bendim, en rezil, en aciz...

"Bana, sende olmayan bir şeyden söz etme. Şerefimden şüphe duyman için önce varlığını bilmen lazım. Eğer bir şerefin olsaydı-"

Sözünü bölen, boğazımdan kopan söz dinlemez bir hıçkırık oldu. Beni daha da çaresiz duruma düşüren bu ufak ses, her ne kadar küçük düşürücü olsa da, Barlas'ın bakışlarındaki acımasız ifadeyi silip süpürmüştü. Yüzüme öyle bir ifadeyle bakıyordu ki, bir an için endişelendiğinin kanısına varacağımı zannettim. Ama o benim için endişelenmezdi. Onun duyguları arasında, nefretten başka bana yakışan hiçbir his yoktu. Şu an o kadar sessizdi ki, sanki bütün kelimeler anlamını yitirip kifayetsizlik içinde can çekişiyordu. Sanki, ağzına gelen bütün kelimeleri birer birer içine kusuyordu...

Bu uzun ve çileden çıkartan sessizliği bozan abimin hiddetle onun adını haykırışı oldu. Fazlasıyla uzak bir mesafeden koşarak bize doğru geliyordu. İrem abimi uzaklaştırmayı biraz fazla abartmış olmalıydı. Abim geç de olsa imdadıma yetişirken, birkaç dakika sonra yanımıza ulaştı. Kirpiklerimi nemlendiren gözyaşlarım görüş alanımı tıkasa da, abimin Barlas'ı omuzlarından kavrayıp üzerimden aldığını gayet net seçebiliyordum ve saniyeler içinde yüzüne geçirdiği sert yumruğun şiddetini de, ne yazık ki fazlasıyla bariz farkedebilmiştim.

Bir anda bahçede ufak bir curcuna koptu ve benim yaptığım tek şey ise öylece oturup izlemekti. Sanırım bir çeşit şok geçiriyordum. İrem, abimin kollarını tutmuş geri çekerken, önümden çekilen koca engel kaybolmuştu ve görüşüm tam anlamıyla açılmıştı. Barlas kanayan dudağına elini bastırıp diğer yandan bana bakıyordu. Gözlerimiz buluştuğunda, o kalbimi deşen sözlerini tekrardan kulaklarımda hissettim. Uğultu hâlindeki sesi hâlâ kulaklarımdaydı.

Onun gözlerine bakarken bir kez daha ağladım. Gözyaşlarım yanaklarımdan akıp giderken, Barlas'ın yerinden doğrulduğunu farkettim. Yine buraya gelecek ve bana ağzına geleni saydıracaktı. Tabii üstüne abimden bir yumruk daha yiyecekti. Bu kadar rezillik bana bir ömür yeterdi. Onun o neşter misali keskin laflarının altında kalmamak için, hızla toparlandım ve ayağa kalkıp burkulan ayağımı umursamadan adımlarımı hızlandırdım. Etrafımıza toplanmış insan topluluğunu yararak gözyaşlarımı sildim ve ilerlemeye devam ettim.

"Ecrin!"

Arkamdan Barlas'ın sesini duymamla tam ona doğru dönüp 'Ne var, daha ne kadar aşağılayacaksın beni ?' diye yüzüne karşı bağırmayı istedim. Fakat tam ona doğru dönecekken, omuzlarımın üstünde iki el hissettim. Başımı yukarı kaldırıp o derin mavi gözlerle karşılaştığımda, bedenine toslamamak için olduğum yerde durdum.

"Ne oldu sa- Aman Allah'ım, ağlıyorsun sen ? Neden, ne oldu ? Sadece iki dakika ortalıktan kayboldum ve yüzündeki gülümsemenin yerini gözyaşların almış. Birisi bir şey mi yaptı ? Konuşsana!"

Alper'in endişeyle sorduğu soruların üzerine, tek yaptığım ağlamaya devam etmek oldu. Gözyaşlarım dur durak bilmiyordu. Bütün bu olanlara akıl sır erdiremiyordum. Nasıl ufak bir tartışma bu kadar harlanabilirdi ? Hayır, böyle olmamalıydı. Okuldaki ilk günüm bu kadar berbat olmamalıydı. Benim hayallerim böyle değildi...

Bir anda Alper ağlamama katlanamamış olacak ki, omuzlarımdaki ellerini sıklaştırıp beni bedenine yasladı. Bu ufak sarılma ağlama arzumu daha da tetiklemişti ve saniyeler içinde kendimi daha yoğun bir ağlama seansı içerisinde buluvermiştim.

"Ne duruyorsunuz orada ? Bakın işinize! Her ne olduysa, bunun hakkında tek bir söz bile duymayacağım etraftan. Yoksa hepinizin hakkından tek tek gelirim, anladınız mı ?!"

Alper sesini olabildiğince yükseltip bağırdığında, etraftakilerin bizi seyretmekte olduğunu anlayabilmiştim. Alper'in tehditkâr sözlerinden ötürü, ona minnettardım. Şu anki sarılmamız büyük ihtimalle dedikoduculara büyük malzeme çıkartıyordu ama umrumda değildi. Alper bana dostça sarılıyordu. En azından bunu benim bilmem yeterliydi. Kimin ne düşündüğünün ne anlamı vardı ki ? Zaten Barlas beni yeterince yerin dibine sokmuştu.

Öylece iki yanımda duran kollarımdan birinin ansızın çekiştirilmesiyle, kolumun çıkacağını zannettim. İşte tam o anda, Alper'in sarılışına karşılık vermiş olmayı diledim. Yüzüm Alper'in sıcak göğsünü terkettiğinde, 180 derecelik bir dönüş yapıp sert bir göğüse çarptım. Burnuma dolan o tanıdık kokunun üzerine, bu kişinin Barlas olduğunu anlamak zor değildi. Bir adım gerileyip kaşlarımı çatarak o yoğun kahvelere odaklandım. Bakışları keskin bir öfkeyle harmalanmıştı.

"Ağlama!" dedi tüyler ürperten bir ses tonuyla.

"Yemin ederim, dengesizlikte had safhadasın! Az önce canımı yakmak için elinden geleni ardına koymazken, şimdi de ağlamamamı mı istiyorsun ?!"

"Ağlama! Ağlamayacaksın! Ağlamanı istemiyorum!"

Omuzlarımı sarsarak söyledikleri ile ne tepki vereceğimi şaşırdım. Gözleri bedenime hükmediyordu âdeta. Alt dudağımı dişleyip burnumdan derin bir soluk alıp ardından ciğerlerimi terketmesine izin verdim. Onun kokusu ve ellerinin verdiği baş döndürücü his, yine dengemi alt üst ediyordu.

"Senin isteklerin doğrultusunda hareket etmiyorum ben! Eğer kendimi kötü hissedersem ağlarım. Hele ki beni ağlatan kişi, gözyaşlarıma asla mâni olamaz!"

"Ağlama dedim sana! Ağlamana katlanamıyorum, sinirlerimi bozuyorsun! Şu an akan makyajın ve kızaran burnun ile görüntü kirliliği yarattığının farkında mısın ? Üzerine sinen o adamin kokusu, midemi bulandırıyor. Sil gözyaşlarını ve bir daha sakın bir damla daha akıtma o gözlerden. Dikil karşıma, bağır çağır, ağzına ne gelirse söyle... Yeterki ağlama, hele ki şerefi beş para etmez insanların omuzlarında, asla!"

Sözleri hiç durmaksızın aklımda dönüp dolaşırken, her kelimeye birer birer anlam yüklemeye çalıştım. Ama benim lügatımda telaffuzsuz kalıyordu. Sadece şu an özgürce ağlamak istiyordum. Bütün hissettiğim hayal kırıklıklarını dışarı atıncaya dek ağlamak...

Ama yapmadım, yapamadım... Yeterince güçsüz görünmüşken, daha fazla gücümü yitiremedim.

Omuzlarımı tutan ellerini sert bir darbeyle savuşturup aramızdaki ufak teması da yok ettim. Bir adım geri çekildiğimde, üzerime perçinlenmiş şaşkın bakışlarını umursamadan ciddiyetimi sürdürdüm ve sertçe yutkunup aklıma gelen sözleri yüzüne sıraladım.

"Ağlamayacağım! Ne birisinin omzunda, ne de yalnız başıma. Bağırıp çağırmayacağım da. Şu an, sana karşı hissettiğim nefret o kadar büyük ki, hislerimi dile getirecek tek bir söz dahi bulamıyorum. Ayrıca sana söyleyecek bir şeylerim olsa bile, söyleyeceğimi zannetmiyorum. Çünkü sen, tükettiğim nefese zerre değmezsin!"

Topuklarımın üzerinde hızla dönüş yaptıktan sonra, ona sırtımı dönmenin verdiği hüsranla adımlarımı daha da güçlendirdim ve Alper'in önümü kesmeye çalışan cüssesini aşarak okul binasına doğru ilerledim. Yere her değişinde delip geçiyormuş gibi hissettiren sivri topuklarıma rağmen, aciz hissediyordum. Gururum için ona söylediğim onca laf salatası, sadece beyin mahsulüydü. Oysaki kalbimin fısıldadıklarını dile getirmiş olsaydım, daha iyi hissedebilirdim. Gururumu ayaklar altından çekip almış olsam da, Barlas'ın gözlerinden geçen bir anlık duygu parıltısı gözümün önünden silinmiyordu ve bu düşünce tek kelimeyle karın ağrısıydı.

Sanki, pişman gibi bakıyordu... Bütün bu olanları yaşamamış olmayı diler gibi!

○●°•○●°

Umarım beğenirsiniz. Yazdığım en olaylı bölümdü bence. Bol kavgalı ve bol laf sokuşlu :D Barlas çok mu dengesiz ne ? Tabii ki de aşırı dozda dengesiz, sormadım varsayın :))

Lütfen oylayıp yorum bırakabilir misiniz ? Teşekkürlee şimdiden :)) Seviliyorsunuz ♥

-Şahsi Instagram Hesabım: aleynafetvac

-MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top