MSOM? -8- ❝Benim Olmalı❞

Neredeyse 20 gündür sizi beklettiğim için özür dilerim. Pek iç açıcı bir dönemde değilim. Açıkçası hiç iyi değilim. Ruh hâlim yüzünden bir türlü ilham bulupta yazamadım. Çoğu zaman yazmak için oturup iki kelimeyi bir araya getiremedim. Ruh hâlimi hikayelerime de yansıttığım için çok özür dilerim. Umarım uzun süre sonra, beğeneceğiniz türden bir bölüm olur. Sahiden çok zor şartlar altında yazdım. Dilerim ki, beğenirsiniz.

Bu bölümü; iyi günde, kötü günde, her zaman yanıbaşımdan ayrılmayan, ona durmadan 'Geri Zekâlı' dememe rağmen gülüp geçen, fiziksel tacizlerime boyun eğen, kendinden çok beni doyuran ve sıra arkadaşım olmasına rağmen kopya vermek konusunda son derece beceriksiz olan canımın içine, bir taneme, aşk parçama, her şeyime, nefesime, en yakınıma, geri zekâlıma ithaf ediyorum. Seni çok seviyorum CanSucuk (İzmir'in en iyi Sucuk markası shshdhd) ♥♥♥

@cansu548

**Multimedya Barlas ve Ecrin!**

Keyifli Okumalar.

-

8. Bölüm

▪Ecrin Karayel▪

"Ecrin... Hadi bir tanem uyan!"

Omzumun hafif bir güçle sarsılmasıyla, yoğun uyku bulutumun içinden sıyrılıp gözlerimi hafifçe araladım. Bedenim hâlâ dün içtiğim bir kadeh votkanın etkisinde gibiydi. Damarlarımda usulca süzülen alkolü hissedebiliyordum.

"Hı, ne oldu abi ?"

Yatağımın sıcak hava dalgası yayan yumuşak dokusu, beni aşırı derecede tahrik ederek, uykuya davet ediyordu. Fakat abim o kadar büyük bir heyecanla yüzüme bakıyordu ki, uyku sersemliğimden kurtulmak için gözlerimi parmak boğumlarım ile ovuşturmaya başladım. Abim hâlâ heyecandan yerinde duramıyordu. Yüzünde ki sıcak tebessüm, ruhuma huzuru enjekte ediyordu.

"İrem... Galiba bana karşı olan önyargısından kurtuldu. Baksana şunlara."

Bir anda kucağıma telefonunu fırlattığında, yorganın üzerinden alıp ekran kilidini açtım. Ekranda açıkta olan konuşmaya dikkatlice baktım. "Seksi Bacaklım" ile mesajlaşmıştı. Bir dakika...

"Bu "Seksi Bacaklım", İrem mi oluyor ?"

Yüzünde ki pişkin sırıtışın ardından başını aşağı yukarı sallamakla yetindi. Onun bu sevimli tepkisine karşın, dudaklarımın samimi bir tebessüm ile bükülmesine izin verdim. Biraz daha uyku için yalvaran gözlerimi, inatla açık tuttum ve mesajları okumaya başladım.

Erkin: Aşağıdan bağırışlarını duydum, iyi misin ? Sanırım kardeşin arabanı yürütmüş. Pencereden gördüğüm manzaraya göre, bağıra çağıra tavuk gibi arabanın peşinden koşuyordun :)

İrem: Evet, öyle. Bu seni neden ilgilendiriyor ?!! Ayrıca iyiyim.

Erkin: Ünlem koyma bana. Her neyse, okula nasıl gideceksin ?

İrem: Taksiyle !!!!!!!

Erkin: Ünlem koyma dedim, değil mi ? İnadına 7 tane koyuyorsun birde... Seni bugün ben okula bırakırım.

İrem: Senin sözünü dinlemeyeceğim ve kim bilir kaç kızla işi pişirdiğin arabana binmeyeceğim!!

Erkin: Merak etme arabamı her hafta yıkatıyorum. Ne dersen de, bugün seni ben okula bırakacağım. Hem dün gece bir ateşkes imzaladığımızı zannediyordum. Beni hayal kırıklığına uğratıyorsun İremciğim. Yarım saat sonra kapındayım, haberin olsun ;)

İrem: Resmen arabaya kız attığını kabullendin, inanmıyorum. Pisliğin tekisin cidden! Pekâlâ, bugün beni okula bırakmana izin vereceğim. Fakat, en ufak laubali tavrında kafanı uçururum!

Erkin: Yarım saat sonra görüşürüz :*

İrem: By!

Konuşmanın sonuna geldiğimde, kendimi tutamayıp ufak bir kahkaha patlattım. Telefonu geri abime uzatırken, o da bana 'Ne gülüyorsun bee!' dercesine bakıyordu. Elimi yumuşak bir hareketle ağzıma kapattıktan sonra, kahkahamı durdurmayı başarabilmiştim.

"Bu İrem'in önyargılarından arınmış hâli mi abi ? Resmen hâlâ sana garezi var."

Aniden yüzüne soğuk su çarpmışcasına yüzünü buruşturup, çocuksu bir edayla dudağını sarkıttı. Bu sevimli hareketinin ardından gülme arzum daha da azınlığa uğramıştı.

"Olsun, sonuçta benimle birlikte okula gidecek. Bu da bir gelişme."

Kalbimde ansızın oluşan acıma hissiyle derin derin iç çektim. Evet abim fazlasıyla çapkın olabilirdi. Hatta adı, tek gecelik ilişkileri ile nam salmış olabilirdi. Fakat İrem'i gerçekten seviyor gibi bir hâli vardı. Bir kardeş olarak abime ufakta olsa akıl verme girişiminde bulunabilirdim. İrem ile abim arasında ki bu tatlı kovalamacada, azda olsa abimden tarafa sapmamın pek bir sorun ifade edeceğini sanmıyordum.

"Abi bak, İrem'in bu kadar peşinden koşma. Azıcık kendini ağırdan sat. Sert mizacını göster biraz da. Onun ilgisini, öyle adamların çektiği çok bariz ortada. Çok yılışık davranıyorsun, biraz daha mesafeli ol."

"Nasıl yani ?"

"Eğer onunla yakın olmak istiyorsan, onu bu kadar istediğini belli etme. Kolay lokma olursan, seni nasıl olsa elde edecekmiş gibi düşünür. Onun için sadece bir seçenek oluyorsun. Kendi açından bak birde. Sen de öyle kızlar ile sadece yatıyorsundur. Yanlış mıyım ?"

Uzunca yaptığım açıklamanın ardından, abim düşünceli bir hâl alarak gözlerini duvara odakladı. Kısa bir beyin fırtınası sürecinden sonra, gözleri heyecanla parladı ve elini şıklatarak gözlerimizin buluşmasına sebep oldu.

"Tabi yaa! Ben bunu daha önce niye düşünemedim ki ? Haklısın valla, çok sağol bir tanem. Bundan böyle sertliğin kralını yapacağım!"

Aman, şimdi her şeyi daha beter bir hâle sokmasın...

"Sakın öyle maço erkek tavırlarını takınayım deme. Senden iyice soğur o zaman. Sadece yeri geldiğinde samimiyet kur, yeri geldiğinde de sert tavırlar sergile. Ama sakın samimiyetinde, sertliğinde dozunu kaçırma!"

Bakışları anlamsızca yüzümde gezinirken, dudağını yalayıp yine düşüncelerle boğuşmaya devam etti. Gözlerinde ki anlamsız ifade yerini endişeye bırakırken, bir anda yerinden tazı gibi sıçradı ve hızla bana doğru ilerleyip yanağıma doğru uzandı.

"Ben o dozu bir şekilde hallederim. İrem'i erkenden almam gerek. Hemen hazırlanmam lazım, daha kıyafet, saç, sakal, vesaire bir sürü uğraşacağım şey var. Zamanımı boşa harcamamalıyım. Sen bir yarım saat daha uyu, sonra kalkar hazırlanırsın. Barlas her zaman geç kalkar."

Bir saniye...

"Barlas her zaman geç kalkar derken ?"

"Bugün seni ben okula bırakamayacağım ve ilk günden taksiyle gitmene müsaade etmeyeceğim için, seni okula Barlas bırakır. Sonuçta aynı yere gidiyoruz."

Söylediklerinin ardından ona yönelttiğim şaşkın bakışlarımı umursamadan, önce yanağıma, sonra alnıma derin birer öpücük kondurdu. Geri çekilir çekilmez topuklarının üstünde dönerek hızla kapıya doğru ilerledi. Şu an altında ki eşofman ile bile çok yakışıklı duruyordu. Çünkü o benim abimdi. Her şeyi ile mükemmel olmak 'Karayel' soyadına özgü bir husustu.

"O zaman o pislik torbasına, beni okula bırakması gerektiğini söyle. Ben söyleyince, bana karşı yine diklenir falan, hiç çekemem valla."

Abimin tatlı kahkahası odada yankılanırken, kapımı açıp kendini dışarıya attı ve kapıyı kapatmadan önce yapılı gövdesini bana doğru çevirdi. Bir anda ellerini iki yanına yerleştirip, bacaklarını birbirine dayadı ve dik bir konum aldı. Resmen karşımda hazırola geçmişti. Minik kıkırdamalarım ağzımdan dökülürken, abim ise elini alnında sabitleyip ciddiyetle konuştu.

"Emredersiniz komutanım."

Kendisi de kıkırdayarak eski hâline büründü ve bana uzaktan bir öpücük bahşedip kapıyı kapattı. Odadan gitmiş olmasını fırsat bilip kıçımı devirip uyumak istiyordum fakat, bir kere uykum kaçmıştı işte. Eğer tekrar uyuyacak olursam, bir daha uyanmam daha zor olacaktı. Evet, biliyorum, gerekirse Barlas beni saçlarımdan tutup yatağımdan sürükleye sürükleye çıkartacak ve yüzüme bir kova dolusu buzlu su dökerek ayıltacak kadar alçaktı. Eh tabiki, ben bunları yaşamayı kaldıramayacak kadar melankolik bir kızdım.

Dudaklarımı bükerek, huysuzca yerimde kıpırdandım ve ufak bir gerinme hareketinin ardından, yatakta sağa doğru dönüp ayaklarımı yataktan aşağı doğru sarkıttım. Bileğime taktığım tokayı, parmak boğumlarıma yerleştirip saçlarımı tepemde salaş bir at kuyruğu hâlinde topladım ve tokayı saçlarıma dolayıp, ağırlığımı ayaklarımın üzerine verdim. Odadaki banyoya doğru paytak paytak adımlarla yürürken, bir yandan da ensemi kaşımakla meşguldüm.

Banyoya girer girmez üzerimdeki badiyi çıkartıp kirli sepetine fırlattım. Ardından üzerimde ne var ne yok her şeyden kurtulup kendimi duşakabinin içine attım. Suyu en sıcak dereceye getirdiğimde, fıskiyeden akan, neredeyse kaynar diye tanımlanabilecek kadar sıcak suyu, başımdan aşağıya tuttum. Su taneciklerinin tenime temas ettiği her zerre kırmızıya bürünürken, buharlanıp kaybolmak istedim. Deniz kızı gibi su kabarcıklarına dönüşüp gökyüzünde kaybolmak...

Evet, kendime eziyet etme sebebim kesinlikle Barlas'tı. Hakikaten pislik torbasının tekiydi!

Dün gece bana tattırdığı birkaç dakikalık cenneti, saniyeler içinde kasvetli dumanlar kaplamıştı ve insanı kül eden ateşler dört bir yanı sarıp sarmalarken, o huzur veren cennet, ansızın can yakıcı bir cehenneme dönüşmüştü.

Benim için çok şey ifade eden, kısa süreli sarılmanın ardından, beni omuzlarımdan sertçe itip sıcaklığından mahrum bırakmıştı. Üstüne üstlük gözlerimin içine baka baka "Bir anlık sevinçle kaktüse dahi sarılabilirdim. Sakın bunu yanlış yerlere çekmek gibi bir aptallık yapma!" demişti. Ben her zamanki gibi sinir küpüne dönerken, ağlamamak için kendi içimde büyük bir savaş vermiştim.

Eh tabii, Allah'ın sopası yok ya, buldu hemen cezasını!

Fenerbahçe mükemmel bir atakla, son dakika topu ağlarla buluşturduğunda skor beraberliğe taşınmıştı ve Barlas güç bela aldığı dondurmasını eline almış, tam yalamak üzereyken, bir anlık refklesle ellerinin arasından kayıp yerle buluşmuşcasına büyük bir hüsran yaşamıştı. Ben ise takım arkadaşı olarak ona moral vermek yerine, onu öylece bırakıp odama çıkmış ve bütün gece Barlas'ın kalıbına, bildiğim bütün küfürleri yağdırmıştım.

Şimdi ise sıcak suyun bedenimi gevşetmesinden çok, canımı yaka yaka onu aklımdan kazımak için çabalıyordum. Fakat görüldüğü gibi hiçbir işe yaramıyordu!

***

Fön makinesiyle işim bittikten sonra, kurumuş saçlarıma ellerim ile çekidüzen verdim. Ardından ısınmış saç düzleştiricisini elime alıp, saçımı sıcak demir parçasının arasına sıkıştırdım. Saçımı düzleştirirken, diğer yandan üzerimdekilere kısa bir göz attım. Üstümde ki beyaz tişört göbeğimi hafiften açıkta bırakıyordu. Yarım kollu olmasına rağmen, omuzları açıktı. Altımda ki dar paça siyah pantolonum, fazlasıyla sade olsa da hoş gözüküyordu. Ayaklarıma geçirdiğim beyaz, bağcıklı spor ayakkabılar, üstümdeki ile uyum yaratmıştı.

Evet, bugün kesinlikle çok hoş görünüyordum.

Saçımı düzleştirdikten sonra, düzleştiricinin fişini çekip bir kenara bıraktım. Hemen ardından rimelimi elime aldım ve kirpiklerime yedirmeye başladım. Rimel ile işim bittikten sonra, bu defa göz kalemim ile kirpik diplerime ince çizgiler çektim. Göz makyajımı böylelikle notalayarak, pembe rujumu elime aldım. Ruju dudaklarıma dikkatlice sürdüm. Dudaklarımı birbirine sürterek iyice yedirdikten sonra, çiçek kokulu parfümümü boynumdan aşağı sıktım ve artık kesinlikle hazırdım.

Çantamı omzuma astıktan sonra, topuklarımın üstünde dönüp kapıya doğru ilerledim. Askıdan siyah deri ceketimi alıp omuzlarımın üstüne attım ve merdivenlere yöneldim. Merdiven basamaklarını temkinli adımlarla inmeye başladım.

Aşağı kata adımımı attığımda, mutfaktan gelen seslerle istikametimi o yöne çevirdim. Sonunda kendimi mutfakta bulduğumda, tezgâhın üstünde ki tatlıdan yemekte olan, bir adet Barlas ile karşılaştım. Dün geceden kalmasına rağmen, sabah sabah ağzına sürdüğü ilk lokmanın, benim yaptığım tatlı olması gururumu okşuyordu.

"Günaydın."

Şen şakrak sesim mutfakta yankı yaratırken, Barlas hızla elindeki çatalı tezgâhın üzerine fırlatıp bana doğru döndü. Gözleri annesine yakalanan yaramaz bir çocuk edasıyla aralanmıştı. Bu şaşkın ve affallamış hâli, yanaklarını sıkma arzusuyla yanıp tutuşmama sebep oluyordu.

Üzerine siyah, modern bir tişört giyinmişti. Tişörtün göğsünü sıkıca sarıyor olması, dikkatli baktığınızda içerisinde ki belirgin kasları ayırt etmenizi sağlayacak kadar kışkırtıcıydı. Yapılı fiziği gerçekten dehşet vericiydi. Tişörtünün üzerine mavi kareli bir gömlek giyinmişti. Gömleğinin düğmelerini kapatma gereği duymamıştı. Altında ki gri, dar pantolon ise, sıkı kalçalarını ve kaslı bacaklarını sergileyerek, insanı tutuşturacak bir cazibe yaratıyordu.

"Sanırım bu tatlıdan daha sık yapmalıyım." dedim alayla.

Gözlerim yüzüne kaydığında somurttuğunu fark ettim. Umursamaz bir ifadeyle omuz silktikten sonra, masaya doğru ilerledi ve bir peçete alıp biçimli dudaklarının üzerinde gezdirdi. Ardından özenle şekillendirdiği saçlarının arasında parmaklarını gezdirip masaya bıraktığı anahtarı alıp cebine attı.

"Anlaşılan Duhan için bu kadar süslenmiş olmalısın. Fakat Duhan bizim okulda okumuyor, üzgünüm. Seni hayal kırıklığına uğratmak istemem diyeceğim ama, açıkçası yalan söylemekten nefret ederim. Kısacası Duhan 3 yıl önce okulu bıraktı ve sadece şirket işleri ile karı kız işleriyle zaman öldürüyor."

Bu da ne demekti şimdi ?

"Ne saçmalıyorsun sen ? Duhan için süslendiğim falan yok. Bir erkek için süslenmeyi umursamam. Ayrıca Duhan'ı önemsediğim falan da yok. Sonuç olarak, o da senin soyundan."

Gözleri bir anlık öfke ateşiyle parlarken, sanki bakışları altında kül olacakmış gibi bir hissiyata kapıldım. Yay gibi gerilmiş dudaklarını dehşet verici bir edayla araladığında, bir an için küfredeceğini zannettim.

"Eğer Erkin'in kız kardeşi olmasaydın, sana soyundan sopundan öyle bir bahsederdim ki, işte o zaman o boktan çeneni boş muhabbetlere yormazdın."

Söyledikleri, âdeta yüzüme tokat gibi çarparken, ağzımın dehşetle aralanmasına izin verdim. Gözlerim büyük bir şaşkınlık dalgasına bürünürken, Barlas'ın söylediklerini idrak etmeye çalıştım. Resmen küfür yemiş kadar olmuştum. Dudaklarımı dilimle ıslattıktan sonra, nihayet iki kelimeyi bir araya getirmeyi başarabilmiştim.

"Şu anda boş boş konuşan sensin, farkında mısın ? Duhan konusunu açan sendin ve imâ etsen bile hakaret dolu kelimeler kullanan da. Bu durumda az önce ettiğin o iğrenç kelime, tam senin çenene yakışıyor. Kusura bakma fazla açık konuşamadım, çünkü o söz benim ağzımdan çok, senin ağzına göre."

Sözlerim canını fazla sıkmış olmalı ki, derin derin soluklanıyordu. Aldığı her derin nefeste, burun delikleri olabildiğince genişliyordu. Kasılmış çenesinden, dişlerini tüm gücüyle sıktığı anlaşılıyordu.

"Kapa çeneni ve benimle düzgün konuş ufaklık! Okula geç kalmamak için, hemen toz olmanı tavsiye ederim. Bence hemen bir taksi çağırmalı ve def olmalısın."

Sesinin barındırdığı yoğun öfke, tüylerimin ürpermesine neden olmuştu. Geçen sefer yaptığı gibi, yine laf işitmişti ve karşılık vermek yerine, beni kovuyordu. Bu beni başından savmak için değil, daha çok benden kaçmak için yaptığı bir davranış gibi aktarılıyordu karşı tarafa.

"Abim, ilk gün olduğu için, beni okula senin bırakabileceğini söyledi. Hatta gitmeden önce senden rica etmiş olması gerekiyordu."

Bir anda sinirli ifadesi, şaşkınlığa bürünürken, gergin dudakları dalgacı bir tebessüm ile kıvrıldı. Kısa bir süre sonra, gür bir kahkaha patlattığında, omuzlarının sarsılışını ve ağzının aldığı şekli seyretmeye başladım.

"Ben... Seni... Okula bırakacağım... Ben... Seni... Ahahahahah!"

"Komik olan ne ?"

"Sen ve ben, aynı arabada olmak."

"Bunun neresi komik ? Altı üstü, beni bir günlüğüne okula bırakacaksın."

"Kokuna bile tahammülüm yok, eminim bütün gün boyunca arabam senin kokunla sarmalanacak ve ben kusma raddesine geleceğim."

"Merak etme, ben indikten sonra sen benim kokumun yerini başka bir kokuyla doldurursun."

Son söylediğim şey üzerine, Barlas'ın ağzı kocaman bir "O" şeklini aldı ve ardından yüzünü buruşturup başını iki yana salladı. Bir cevap verme gereği duymadan, büyük ve sert adımlarla dış kapıya doğru ilerledi. Ben de hemencecik peşine takıldım. Tam kapıya yaklaştığımızda, ansızın arkasını dönüp üzerime doğru yürümeye başladı. Ani tepkisiyle, şaşkınlıktan ve korkudan neredeyse dilimi yutmak üzereydim. Reflekslerim yüzünden, bana attığı her adımda geri geri gidiyordum ve sonucunda koridorun sert ve soğuk duvarıyla bütünleşmem bir oldu. Kafa atacakmışcasına üzerime eğildiğinde, neredeyse kendi nefesimde boğulacaktım.

"Bana bak ahmak, sinirlerimi bozmaya sakın ola kalkışma! Duydun mu beni ? Yoksa hiç çekinmeden, seni arabadan aşağı atarım. Sadece bir günlüğüne, abin için sana katlanacağım. Sadece bir gün!"

Sıcak nefesi, cüretkâr bir edayla yüzümü okşarken, gözlerinin içine tereddütle bakıp, ürkekçe başımı aşağı yukarı salladım. Günaha davet eden sert bakışları, azda olsa yumuşadı ve beni, duvar ile kendi arasında yarattığı hapishaneden kurtarıp tekrardan kapıya yöneldi.

Onun hemen ardından ben de kapının dışına çıktıktan sonra, kapıyı ardımdan örtüp asansöre doğru ilerledim. Asansör son kata ulaştığında, kapıları iki yana açıldı ve bey efendi hiç centilmenlik bilmediği için, bana öncelik tanımadan kabaca asansörün içine atıldı. Gözlerimi devirmemek için büyük bir çaba sarfettikten sonra, ben de asansörde ki yerimi aldım. Tam elim zemin kata basmak için uzanmışken, Barlas'ta aynı atağı yapmak için uzanmış olacak ki, parmaklarımız ansızın temas etmişti. İlk tanışmamızda olduğu gibi... Barlas kendi elini geri çekmek yerine, elime bir tane şaplak atıp benim geri çekmeme sebep oldu ve hemen zemin kata basıp benim haricimde her yerde bakışlarını gezdirdi.

Bu büyülü an, ancak bu kadar berbat edilebilirdi!

Öylece sessizce dururken, aşağı kata inmeyi sabırla bekliyordum. Kendi kendime düşüncelerle boğuşurken, bir anda aklıma gelen düşünce ile kendi kendime kıkırdamadan edemedim.

Barlas ansızın beni belimden kavrayıp asansör kapısına yaslıyor ve "Siktir et okulu!" deyip dudaklarımı şehvetle sömürmeye başlıyor. Ben de şaşkınlıktan ağzımı aralıyorum ve Barlas yeni yeni fanteziler yaratmak için çabalıyor. Biz tam ateşli bir durum içersindeyken, asansör kapısı açılıyor ve Barlas beni kapıya yasladığı için, açılan kapıyla birlikte gerisin geriye yere kapaklanıyorum. Ve mutlu son.

Kendi düşüncelerime neredeyse kahkaha atacakken, Barlas'ın, keçileri kaçırdığımı düşünmemesi için alt dudağımı dişleyip ağlamaklı şeyler düşünmeye başladım. Gülmemelisin Ecrin! Bir Gün kitabını düşün. Emma'nın, 15 yıldır beklediği adama kavuştuktan sonraki o acı ölümünü. Ya da Augustus'u düşün. Kızın öleceğini düşünürken, o baby face'nin kara toprağa karıştığı sahneyi.

İşe yaradı! Evet gülmem kesilmiş durumda, fakat şimdi durum daha kötü. Neredeyse ağlamak üzereyim... Lanet olsun! Allah'ım ben neden duygularımı en uçlarda yaşamak zorundayım ki sahiden ? Onlar sadece kitap karakterleri, sakin olmalıyım...

"Kafayı mı yiyorsun ?"

Barlas'ın yönelttiği soru üzerine, ne diyeceğimi şaşırmış bir hâlde kekelemeye başladım. Bulunduğum durum, gittikçe daha da rezil bir hâl alırken, aklıma gelen ilk şeyi söyleyiverdim.

"Aklıma asansörde yaşadığım komik bir olay geldi de... Ben de gülmemek için kendimi sıktım. Ah tabi, birkaç kıkırtı çıkartmış olabilirim. Her neyse, kendimi sıkmaktan gözlerim yaşardı. Öyle işte... Ah bak, geldikkk!"

Asansörün kapıları usulca iki yana açıldıktan sonra, Barlas derin bir iç çekip kendini dışarıya attı. Ben de peşinden ilerlerken, aynı zamanda içimden 'Umarım yemiştir, ne olur yemiş olsun.' diye geçiriyordum.

Herhalde, onunla öpüştüğümüzü ve yere kapaklandığımı hayal ettiğimi, sonra da gülmemek için okuduğum en duygusal iki kitabı hatırlayıp kendimi ağlama raddesine getirdiğimi anlayacak hâli yok. Edward Cullen falan değil ki, düşüncelerimi okusun canım!

Barlas apartmandan dışarıya çıktıktan sonra, kapıyı benim için tutacak kadar insan olduğunu düşünerek bir adım atmıştım ki, neredeyse kapıya kafa atıyordum. Neyse ki son anda, Barlas'ın o kadarcık bile insan olmadığını farkedip geri çekilmiştim. Kapıyı kendi ellerimle açıp dışarıya çıktığımda, yüzüme değen soğuk rüzgâr ile ferahladığımı hissettim. Temiz havayı ciğerlerime stokladıktan sonra, etrafa gülücükler saçarak Barlas'ın yanına doğru ilerledim.

"Siktir!"

Barlas'ın bağırarak küfür etmesiyle, kaşlarımı istem dışı çatıp onu dikkatlice süzdüm. Son model, siyah spor arabanın önünde durmuş ön tekerini kontrol ediyordu. Araba o kadar muntazamdı ki, şu an en son bakılması gereken yer tekeriydi.

"Ne oldu şimdi durduk yere ?" dedim bıkkınlıkla.

"Ön teker pert. Bu tekerin patlaması o kadar zor ki, mutlaka birisi kasıtlı olarak yapmış olmalı. Lanet Olsun!" dedi öfkeyle tıslayarak.

"Kim kasıtlı olarak patlatsın ya ? Muhakkak senin yüzündendir. Ayrıca birisi patlatacak olsa, bangır bangır ötmez miydi araban ? Hem güvenlik görevlileri ve kameralar ne güne duruyor ? Sen kendini aksiyon filminde falan mı sanıyorsun Barlas ?" dedim dalgaya vurarak.

"Boş boş konuşma. Hadi sen bir taksi çağır ve kaybol en iyisi." dedi başından savaracasına.

"Ne demek kaybol ? Sen binmeyecek misin taksiye ?" diye sordum somurtarak.

"Hayır. Ben tekeri tamir edip gideceğim okula. Okulun ilk günü, o piçin meydan okumasına karşılık vermezsem olmaz!"

Piç derken, acaba kimden söz ediyordu ? Bu meydan okuma meselesi de, neyin nesiydi ?

"Daha açık konuşsan diyorum!" dedim merak içerisinde.

"Sana açıklama yapacağım kadar yükselmedin!" dedi umarsızca.

Pislik torbası!

"Pekâlâ. Buradan Bahçeşehir Üniversitesine taksiyle gitmek ne kadar tutar ?" diye sordum konuyu değiştirerek.

"Aşağı yukarı 35-40 tl. Uzak mesafe olmadığı için fazla tutmaz."

Ne ?! Fazla tutmaz mı ?! 35-40 tl ile, ben gidip D&R'den iki tane kitap alırım, manyak mısın ?!

"Ee ama yuh! Ben yanıma o kadar para almadım ki."

"Şimdi de benden para mı dileneceksin ?"

Pardon! Bu hıyar bana az önce dilenci demeye mi getirdi ?!

"Senin parana mı kaldım ben bee! Benim kapı gibi akbilim var." dedim öfkem hat safaya ulaşırken.

"Akbil mi ? Otobüse mi bineceksin ? Sahiden mi ?"

"Sana açıklama yapacağım kadar yükselmedin!" dedim onun sözüyle, ona karşı atak yaparak.

Ne cevap vereceğini umursamadan, topuklarımın üzerinde döndüm ve saçlarımı savurarak daha önceden, yerini öğrendiğim durağa doğru ilerledim. Bu kılıkla otobüse binmek ne kadar doğru olurdu, bilmiyordum. Fakat, başka çarem de yoktu.

On dakika kadar yürüdükten sonra, caddenin kenarında yer edinmiş, küçük durağa ulaşabilmiştim. Durağın içine girdiğimde, içerisinde iki genç erkek oturuyordu ve ayakta dikilen bir genç kız vardı. Bir anda bütün bakışlar üzerime çevrildiğinde, onlara kaçamak birer tebessüm gönderdim ve önüme dönüp otobüsün gelmesini bekledim.

"Buyrun, siz şöyle geçin bayan."

Duyduğum erkek sesiyle arkama doğru dönüp, bana hayranlıkla bakan bir çift göz ile karşılaştım. Oturaklarda oturan, bir diğer gençti bu. Ayağa kalkmış, yerine benim oturmamı teklif ediyordu. Sergilediği bu centilmenlik gösterisine karşılık, minnetle tebessüm ettim ve başımı yavaşça olumsuz anlamda salladım.

"Teşekkür ederim, böyle iyiyim ben."

Olabildiğince nazikçe söylediklerime karşılık, genç, sadece tebessümüme karşılık vermekle yetindi. Ardından az önce oturduğu yere tekrardan kuruldu ve ben de, cebimden telefonumu çıkartıp 'Google'a girdim. Acilen, üniversitenin yakınından geçen, otobüs hatlarını öğrenmem gerekiyordu.

Aramadan çıkan sonuçlara göz gezdirdikten sonra, istediğim bilgileri elde edebilmiştim. Tatmin olmuş bir gülümseme eşliğinde, telefonumu geri cebime gönderdim ve yollara göz atmaya yeniden devam ettim.

"Az önce kıza asılmak amaçlı yer veriyorsun da, ben gözünün içine içine bakıyorum bee! İnsanlık olsun diye nezaketten bana da sorsan ölür müsün ?"

Durakta, benimle birlikte ayakta bekleyen kızın ani öfke patlaması ile, merakıma yenik düşüp ona doğru döndüm. Oturakta oturan ve az önce bana yer veren çocuğa ölümcül bakışlar atıyordu. Çocuk ise umursamaz bir ifade takınıp omuz silkti.

"Ben gidince oturursun."

Az önce ki centilmen çocuğa ne olmuştu birden bire ?

"Neden ona da, bana yaptığın centilmenliği yapmıyorsun ?"

Ansızın kendimi tutamayıp, ben de onların arasında geçen diyaloğa balıklama dalmıştım. Genç çocuğun mimikleri, bir anlığına sevimli bir sima yaratırken, hızla yerinden doğrulup ayaklandı. Gözünü üzerimden ayırmadan, kalktığı yeri parmağıyla işaret ederek, konuştu.

"Tabiki de ona da centilmenlik yaparım ben. Bir anlık dalgınlığıma gelmiş. Geçin, oturun lütfen."

Az önce ayakta dikilen kız, büyük bir memnuniyetle oturağa oturdu ve bana kısa bir teşekkür tebessümü gönderdikten sonra, telefonuyla uğraşmaya başladı. Ben de tam önüme dönüp, boş boş yola bakınacakken, ayakta kalan çocuğun, bana attığı kaçamak bakışlardan birine denk geldim. Bakışlarımızın kesişmesini fırsat bilip birden yanıma doğru ilerlemeye başladı. Onu meraklı bakışlarım eşliğinde süzgecimden geçirirken, ne kadar da sevimli olduğunun keşfine yeni varmıştım.

"Merhaba. Kendimi takdim etmedim size. Ben Ata."

Karşımda dikilip bana nazikçe elini uzattığında, bu kibar tavırlarından ötürü ona en tatlı gülüşümü sundum. Elimi usulca elinin arasına kaydırdıktan sonra, hafifçe sıktım. Bu hareketimden ötürü, bedeninde ki herbir kasın gerildiğini hisseder gibi oldum. İnsanların üzerinde bıraktığım etki hoşuma gidiyordu.

"Ben de Ecrin."

"Çok memnun oldum, Ecrin."

"Ben de öyle, Ata."

"Sormamın bir mahsuru yoksa, nereye gittiğinizi sorabilir miyim ?"

"En yakın otobüse binip, Bahçeşehir Üniversitesine gideceğim."

"Ah öyle mi ? Şansa bakın. Aynı yere gidiyoruz."

"Hımm... Sen kaçıncı sınıfsın Ata ?"

"Şey... Ben okumuyorum. Yemekhane'de görevliyim."

"Ah! Pardon."

"Önemi yok... Biraz sonra otobüsümüz gelecek, haberin olsun."

"Tamam. Teşekkür ederim."

Konuşmamızın sonuna geldiğimizde, hâlâ ellerimizin birbiriyle temas hâlinde olduğunun farkına vardım. Çocuğun su yeşili gözlerine son bir bakış attıktan sonra, tam kibarca elimi elinden kurtaracakken, duyduğum korna sesiyle o yana doğru başımı çevirdim. Gördüğüm taksi ile ne olduğuna anlam vermeye çalışırken, taksinin ön camı sonuna kadar açıldı ve gözlerinde güneş gözlükleri olmasına rağmen, her hâlükârda tanıyabileceğim karakteristik yüz ile karşı karşıya kaldım. Tabiki de bu yüz, Barlas' a aitti.

"Atla." dedi otorite sahibi bir ses tonuyla.

"Nedenmiş o ?"

"Okula gideceğiz."

"O taksiye, ölsem de binmem. Senin paranın geçtiği bir araca, parmağımın ucuyla dahi dokunmam."

"Manyak mısın kızım sen ? Sen binsen bile, taksimetre aynı parayı yazacak. Bin hadi, inatlaşma benimle."

"Bana ne. Otobüsle gitmek daha eğlenceli bence. Sen taksin ile git. Ben Ata ile otobüse bineceğim."

Elimi sonunda Ata'nın elinden kurtardığımda, elimi çantamın içine attım ve Barlas ile göz iletişimi kurmaktan kaçınarak, akbili aramaya koyuldum. Allah'tan, sabah Barlas bir problem çıkartır diye abimin akbilini yanıma almıştım. Al işte, tahminim doğru çıkmıştı.

"Otobüs geliyor, Ecrin."

Ata'nın sözleriyle dikkatlice gelen aracı süzdüm. Üzerinde yazan hattı gördüğümde, internette araştırdığım hatlardan biri olduğunu farkettim ve yüzüme yalandan memnun bir ifade takındım. Oysaki memnun falan değildim. Az önce inat etmeseydim, taksiyle son derece konforlu bir yolculuk yapacaktım. Şimdi otobüste, kim bilir ne şartlar altında okula gidecektim. Off!

"Ecrin, son kararın mı ? Bak son kez soruyorum, taksimetre yazıyor."

Değil, son kararım değil. Hiç değil! DEĞİL...

"Evet, son kararım."

Katır inadıma sokayım!

"Peki."

Tam taksinin son gaz yola devam etmesini beklerken, bir anda Barlas cüzdanını çıkartıp şoföre bir miktar para uzattı ve kapıyı açıp tüm karizmasını gözümüze sokarcasına, kendini dışarıya attı. Taksiciye bir şeyler söyledikten sonra, gitmesine izin verdi ve bana doğru ilerledi.

"Ne yapıyorsun sen ?"

Sorduğum soruya karşılık, alaycı bir tebessüm takınıp güneş gözlüğünü aşağı doğru kaydırdı ve önce Ata'ya kısa bir bakış attıktan sonra, bakışlarını üzerimde sabitledi.

"Bakalım, şu otobüs yolculuğu dediğin kadar eğlenceli miymiş ?"

Yüzüm şaşkınlıktan şekilden şekile girerken, ciddi olup olmadığına anlam verebilmek için, her mimiğini beynime kazıyordum. Son derece sahici duruyordu. Yüzünde ki alaycı tebessümde perdelerin arkasına gizlenmişti ve yerini umursamaz bakışlara bırakmıştı. Şu an o kadar mükemmel görünüyordu ki, sanki bir kamyon, müzeden aldığı şaheseri taşırken, yanlışlıkla onu yol kenarına düşürmüştü. Barlas, bu durak için fazla mükemmeldi. Hele ki toplu taşıma araçları için, büyük bir tehlikeyi temsil ediyordu.

"Pekâlâ. Ben sana basarım."

Kurduğum cümleye karşılık, bir anda bana uzaylı görmüş gibi bakmaya başladı ve gözlerinde ki güneş gözlüklerine rağmen, şaşkınlığını kamufle edemiyordu.

"Basarım derken ?"

Sorduğu soruyu kavramaya çalışırken, aynı zamanda ses tonunda ki şaşkın ve dehşete düşmüş tınıyı da çözmeye çalışıyordum. Jeton yeni yeni düşmeye başlarken, ansızın kendimi tutamayıp bir kahkaha patlattım. Çevrede ki gözler beni bulduğunda, elimi ağzıma götürüp sesimi bastırmaya çalıştım ve otobüs nihayet önümüzde durduğunda gülmeme bir son verip, bana şizofrenmişim gibi bakan Barlas'a döndüm. Elimde ki akbili kaldırıp gözünün önünde salladığımda, şaşkınlığını azda olsa dizginlemişti.

"Basmak derken, bundan söz ediyordum."

Bozulduğunu belli etmemeye çalışarak, burnunu kırıştırdı ve umrunda değilmiş gibi omuz silkip otobüsün açılan kapılarını işaret etti. Hızlı adımlarla otobüse doğru ilerledikten sonra, Ata'nın arkasında bittim. Bir adım gerileyip geçmem için bana öncelik tanıdığında, ona minnet dolu bakışlar armağan ettim ve ben de Barlas' a geçmesi için öncelik tanıdım.

"Sen geç Barlas. Ben ikimiz için basacağım ya. Sen de geç Ata, centilmenliğini başka zaman yaparsın."

Otorite sahibiymiş gibi tüm emirleri yağdırdıktan sonra Barlas ilk önce otobüsün içine atıldı ve hemen ardından Ata'da peşinden bindi. En son ben bindikten sonra, iki kişi adına akbil basıp içeri doğru adım attım ve atmamla donakaldım. Oturmak için tek bir boş yer kalmamıştı ve insanlar sıkış tepiş ayaktaydılar. Barlas tepede ki tutacaklara sıkıca tutunmuş bana ölümcül bakışlar atıyordu. Ata'nın ardında ilerleyerek, Barlas'ın ölümcül bakışlarına maruz kalmamak için ona sırtımı dönüp demirlerden birine sıkıca tutundum.

Otobüs bir sonra ki durakta daha da yoğunlaşırken, sadece ağlamak istedim. Taksinin rahat koltuklarını hayal edip beyin fonksiyonlarıma işkence ederken, arkamda ki bedeni yeni farkedebilmiştim. Başımı geriye doğru çevirmemle Ata'nın sevimli yüz hatları ile karşılaşmam bir oldu. Şu an bedeniyle bedenim arasında neredeyse hiçbir mesafe yoktu ve başımı ondan yana çevirdiğim için az daha çabalasam dudaklarımız birbirine değebilirdi.

"Üzgünüm. Çok kalabalık."

Ata'nın mahçup ses tonuna karşın, şu an içerisinde bulunduğumuz durumu daha da çıkmaza sokmamak için önüme döndüm ve başımı iki yana sallayarak hafifçe sesimi yükselttim.

"Yapacak bir şey yok. Sorun değil."

Gittikçe hızlanan otobüse ayak uydurabilmek için, demirlere çok daha sıkı tutunmaya başladım. Yavaş yavaş avuç içlerim terliyordu ve parmaklarım sızlamaya yüz tutmuştu. Birden şoförün kornaya basmasıyla, bir anlık duyduğum sesle irkildim. Otobüsün ani fren yapması ile, öne doğru savrulmam bir oldu ve önümdeki kadının üzerine doğru düşecek gibi oldum. Tam kendimi toparladım derken, Ata ile neredeyse tek beden olduğumuzu farkettim. Argo kullanacak olursam, arkadan bildiğin dayıyordu.

"Kusura bakma yaa... Frenden ötürü oldu yani... Off!"

Kulağıma doğru fısıldaması ile her ne kadar onu fortçu gibi hissetsemde, bu hissiyatıma bir son verdim. Otobüs şartları, ne yapalım. Yani çocuğun suçu yok ki, onun yerinde başkası olsa, o da dayamak zorunda kalacaktı. Yabancıya gitmemiş oldu işte, ne güzel... Off ne diyorum ben yaa!

"Ecrin!"

Bir anda Barlas'ın adımı dile getirişi ile zorda olsa başımı ondan yana çevirdim ve sorarcasına yüzüne baktım. Zaten normalde de duygularını anlamak zordu, şimdi güneş gözlüğü takarak iyice imkânsızlaştırmıştı.

"Ne oldu ?"

"Gel buraya."

Eliyle önüne gelmemi işaret ederken, aval aval yüzüne bakmayı bir son verip tek kaşımı kaldırıp 'Nedenmiş o ?' dermişçesine bir bakış attım. O da karşılık olarak, bu defa işaret parmağını ileri geri hareket ettirerek, gelmemi işaret etmeye devam ediyordu. Sonunda inatlaşmama kararı alıp, Ata'nın geçmem için müsaade etmesini bekledim ve sonunda yol verdiğinde, kalabalığa ufak bir hareket kazandırarak Barlas'ın önüne geçtim.

"Burada dur. Namusun için yeterince güvenli." dedi emrivaki bir tonda.

"Burada tutunmam için bir şey yok ki. Tam ortada kaldık. Her an düşebilirim."

Tepede ki tutacakların hepsi tutulduğu için, Barlas gibi tutunamazdım. Bu yüzden eski yerime dönmekten başka seçeneğim yoktu. Tam arkamı dönüp, Ata'nın önünde ki eski yerime geçecekken, Barlas tek eliyle tutacağı kavrayıp boşta kalan elini bel oyuntuma yerleştirdi. Bedenim ani temasıyla kasılırken, şaşkınlık dolu ifademle yüzüne baktım ve beni kendine doğru çekip göğsüne yaslamasına izin verdim.

"Omuzlarıma tutunabilirsin."

Her ne kadar sesi hiçbir duygu barındırmasa bile, şu an beni düşündüğü bariz bir şekilde ortadaydı ve bu, beni aptal aşıklar gibi sersem sersem sırıtmama sebep olacak kadar, derinden etkilemişti. Ellerimi geniş omuzlarına yerleştirildikten sonra, gittikçe kalabalıklaşan insanlar sayesinde, bedenimi daha çok ona yasladım. Ellerimin altında kalan omuzlarının gerildiğini hissettim ve bedenime baskı yapan gövdesi, kasılan kaslarıyla tişörtünü zorlamaya sebebiyet vermişti.

"Neden gülüyorsun ? Komik olan ne ?"

Ona beni arabasıyla götüreceğini söylediğimde, gülmeye başlamasının ardından sorduğum soruyu, o da şimdi bana yöneltmişti. Bu sayede, onun bana verdiği cevaba benzer bir cevap vererek deja vu yaratabilirdim.

"Sen ve ben. Aynı otobüste olmak."

Cevabımın ardından, gergin yüz hatları biraz olsun yumuşadığında, korktuğum kadar kızmayacağını umut ederek başından beri yapmak istediğim eylemi, gerçekleştirme kararı aldım. Anlık bir cesaretle güneş gözlüğüne uzandım ve gözlerinin üzerinden kaldırıp saçlarının arasına yerleştirdim. Kaşları hafifçe çatıldığında, işaret parmağımı iki kaşının ortasına bastırıp gülümsemeye devam ettim.

"Hemen çatma kaşlarını. Sadece otobüsteyken böyle dursun istedim, inince geri takarsın." dedim fısıldarcasına.

Hiçbir tepki vermeyip etrafa bakınmasına karşılık, ben de onun gibi bakışlarımı çevremde gezdirmeye başladım. Bir anda oturanların arasında, bir genç kız gözüme çarptı. Hatta iki genç kız. Barlas'a bakıp bakıp birbirlerine bir şeyler söylüyorlardı. Onlara en ücra köşelerimden birkaç okkalı küfür savurduktan sonra, kıskançlık ateşiyle yanıp tutuşmaya başladım ve bir anlık cesaretle başımı Barlas'ın göğsüne yasladım.

"Ne yapıyorsun ?"

Sorusunu duymamazlıktan gelip omuzlarına daha sıkı tutundum ve başımı göğsüne daha çok yasladım. Gözlerimi yumup burun direğimi sızlatan o fevri kokusunu ciğerlerimde stokladım ve vücudundan yayılan sıcaklık eşliğinde huzurun merkezinde taht kurdum. Kem gözleri üzerimde hissedebiliyordum, fakat umrumda dahi değildi.

"Hem beni bu saçma sapan araca bindirdin, hem de bunu fırsat bilip bana sırnaşıyorsun öyle mi ?" dedi imâlı imâlı.

"Taksiden inip otobüse binen sendin. Ben seni hiçbir şeye zorlamadım. Şu an çok uykum var ve senin göğsün yeterince sıcak ve fazlasıyla rahat olduğu için, başımı yaslamakta sakınca göremedim. Yanlış algılanacak bir durum söz konusu değil." dedim yapmacık bir ciddiyetle.

Başım göğsüne yaslanmış olarak öylece beklerken, cevap vermeyeceğinin farkına vardığımda, hızla birbiri ardına atan kalp atışlarını dinlemeye başladım. Çok hızlı atıyordu. Kalp atışları o kadar başına buyruktu ki, düzenini iyice kaybetmiş gibi görünüyordu. Göğüs kafesinde çırpınan bu kalp, fazlasıyla serseriydi. Bir an için onu uysallaştırabilecek kişinin, kendim olmasını istedim. Bu duygusuz herife, kalbinin sadece kan pompalamadığını ispat edebilmek istedim. O kalpte minikte olsa bir yer edinmek istedim. İşte o an bedenimin büyük bir arzu ile yanıp tutuştuğunu hissettim ve bir elimle omzuna tutunduğum gibi, diğer elimi de sol göğsünün üzerine koyup başımı dikleştirip tüm ciddiyetimle gözlerinin derinliklerinde kayboldum. Bana attığı anlamsız bakışları umursamadan, elimin altında gümbürdeyen kalbine karşılık ciddiyetimden arındım ve yanaklarımda ki iki çukurun belirmesine izin verdim. İçten tebessümüm gözlerime kadar ulaşırken, içimden tek bir cümle geçirdim.

Burası... İşte tam da burası benim olmalı!

-

Oy vermeyi unutmayın lütfen :) Yorumlarınız beni çok mutlu ediyor :) Hepinizi çok seviyorum. Hoşçakalın ♥

-Şahsi Instagram Hesabım: aleynafetvac

-MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top