MSOM? -5- ❝Sıcak Göğüs❞

-Bu bölümü sevgili arkadaşım Merve'ye ithaf ediyorum. Kendisi sınıf arkadaşım olur ve canımın içidir. Onuuu çoook seviyorummm bennn yaaa ♥♥♥ @mrveaslnn35

**Multimedya'da bölümle ilgili bir sahne var!**

İyi Okumalar :)

-

5.Bölüm

▪Ecrin Karayel▪

Öfke, bedenimin dört bir yanını kasıp kavururken vücudumda inanılması güç bir etki bırakıyordu. Öylesine titriyordum ki, sanki kutuplarda buzların üzerine çırılçıplak uzanmış gibi... Tüm hücrelerime hükmeden bu hisse karşın kendimi kontrol etmekte zorluk çekiyordum.

Elime geçen her şeyi duvara geçirmek istiyordum.

Ben aşağılık değildim. Adi de değildim. Bana söylediği hakaretler çok ağırdı. Ben bunları hak edecek ne yapmıştım? Bana ağzına geleni saydırarak ne yaptığını zannediyordu? En azından biraz da olsa kalbimi kırmamaya özen göstermeliydi.

Sahi, neden bu kadar incinmiştim?

Tekrardan yatağımda yüz üstü dönüp ayaklarımı yatağa vurarak ağzımı yastığıma dayadım ve olağan gücümle çığlık attım. Ağzım yastığa baskı uyguladığı için, çığlıklarımı sadece ben duyabiliyordum fakat yastığa dolan o acı nefesler, ciğerim sökülüyormuş gibi hissettiriyordu.

Bu evde kendimi bir fazlalık gibi hissediyordum. Ne yazık ki sığınacak başka bir çatım dahi yoktu...

Canım yanıyordu. Canımı yakan şey, saatlerce mutfağı temizlememden kaynaklanmıyordu. Ya da duyduğum o kötü sözlerden... Evet, bu da beni üzüyordu; ama onun attığı çamurla kirlenecek değildim. Haklıyken haksız durumuna düşmüş gibi hissettiğim için canım yanıyordu. Barlas'a tokat atmıştım ve ardından hayalarını tekmelemiştim. Bunun üzerine Barlas yalnızca acı içinde yanımdan ayrılmıştı. Bana hiçbir karşılık vermemişti. Hiç... İşte bu yüzden vicdan azabı çekiyordum. Bu azabı dindirmek için mutfağı dahi ben temizlemiştim. Şimdi de mutfağı temizlediğim için kendime kızıyordum.

Ağzım ile yastığa işkence yapmaktan vazgeçip kendimi yatakta yan tarafa attım. Bu ani hareketim yüzünden başımı yatak başlığına vurmam bir oldu. Vücuduma dayanılmaz acı yayıldı. Hızla yerimden fırlayıp yatakta doğruldum ve elimi başıma götürerek ağrıyan yeri okşadım. Gözlerim yaşla dolarken sonunda kendimi tutmaktan vazgeçerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.

Yalnız bu hıçkırıklarım, fiziksel acıdan çok uzaktı. Tamamıyla öfkeden ve kendimi bir 'hiç' gibi hissetmemden kaynaklanıyordu.

"Lanet olası yatak başlığı, senden nefret ediyorum!"

***

Üzerime geçirdiğim mavi ağırlıklı ve üstünde asimetrik şekiller barındıran elbisem diz kapaklarımın bir karış üzerinde kalıyordu. Eteğin kumaşı bacağımdaki doğum lekesinin tam üzerinde bitiyordu. Ufak bir adımımda etek biraz yukarı sıyrılıyor ve doğum lekem görüş alanıma giriyordu.

Doğum lekemi çok seviyordum, çünkü bana annemden bir armağandı.

Saçımı, salaş bir at kuyruğu şekline sokmuştum. Yüzüme çok hafif bir makyaj yapmıştım. Beyaz spor ayakkabılarımı ayaklarıma geçirdikten sonra, beyaz deri çantamı omzuma asıp önemli belgeleri, cüzdanımı, anahtarımı ve telefonumu içine tıkıştırdım.

Bugün üniversiteye gidip kayıt işlemlerini halledecektim.

Abim ön kayıt işlemlerini ben gelmeden önce tamamlamıştı. Bugün yapılması gereken ne varsa gerçekleştirip herkes gibi tam gününde yeni okuluma ayak basacaktım. Hem hiçbir dersi kaçırmamış hem de çabucak yeni arkadaşlar edinmiş olacaktım.

Yüzüme yerleşen sıcak tebessümle aynaya yansıyan mutlu yüzüme baktım. Dünkü dengesiz ruh halimden eser kalmamıştı; çünkü dün akşam abim eve gelir gelmez bütün gerilimi yok etmişti. Barlas abimi telefonla arayıp eve çağırmıştı ve eve gelince ikisi özel bir görüşme yapmıştı. Ardından abim odama gelip bana, Barlas'ın kendisinden özür dilediğini söylemişti. Ayrıca Barlas, bana da abim aracılığıyla özrünü iletmişti. Ona birazcık şiddet uygulamış olduğum için, yaşanan tatsızlığı geride bırakma kararı almıştım. Abim bu duruma çok sevinmişti; çünkü bu evden taşınmamıza gerek kalmamıştı.

Her ne kadar ben kısa süre sonra taşınacak olsam da...

Düşünceli bir halde aynaya bakakaldığımı fark ettikten sonra kendimi toparlayıp topuklarımın üzerinde döndüm ve odamı hızlı adımlarla terk ettim. Merdivenleri çarçabuk indiğimde, sanki öğrenci işleri beni sabırsızlıkla bekliyormuş gibi kapıya yöneldim. Kapının kolunu kavrayıp açtıktan sonra öne doğru bir adım attım ve atmamla birlikte kaslı bir gövdeyle çarpışmam bir oldu.

"Ah!"

Acıyla inleyip bugün ikinci kez başıma darbe yememin şerefine yüzümü buruşturdum. Elimi alnıma doğru götürüp ağrıyan yerde parmak uçlarımı gezdirdim. Ardından bakışlarımı karşımdaki kas yığınına doğru yönelttim. Elbette ki bu, Barlas'tı.

"Duhan, iki gün sonra üniversitenin ilk günü olduğunu biliyorum. Mümkünse yeni kızlarla tanışma planlarını Erkin ile paylaş. Biliyorsun; bahsettiklerin benim değil, onun ilgisini çeker."

Telefonunu kulağına dayamış vaziyette kuzeniyle konuşurken diğer yandan da gözlerini üzerime dikmiş beni seyrediyordu. Onunla karşı karşıya ayakta dikilmekten rahatsızlık duyarak onun bedeninden arda kalan boşluktan dışarı sıyrılmak için adım attım. Tam o esnada Barlas'ın güçlü parmakları kollarıma kenetlenip attığım adımı geri sendeletti.

"Duhan kapatmam lazım. Dediğim gibi Erkin'i ara sen. Haydi hoşça kal."

Hızla telefonunu kulağından çektikten sonra kapatma tuşuna bastı. Bütün bu döngü içerisinde eliyle hâlâ kolumu sarmaktaydı. Aramızdaki ufak temas dahi, garip bir rahatsızlık hissetmeme neden olmuştu. Tüm tüylerim hazır ola geçmişti sanki ve bedenimden ufak çaplı bir titreme dalgası geçmişti.

"Bırak."

Sesimdeki sert tonlama, tek kaşının havalanmasına sebep olmuştu. Onca olandan sonra, kibarca rica edecek halim yoktu. Hesap sormaya da zaman ayıramazdım. Sonuçta, o bana hiç çekinmeden kaba davranıyor ve benim hakkımda hiçbir şeyle ilgilenmiyordu.

"Sana söylemem gereken bir şey var."

Sesi dudaklarından gayet rahat bir tınıyla dökülmüştü. Elini kolumdan çektiğinde tenimdeki karıncalanma hâlâ yerli yerindeydi. Bu hissin yanında, birkaç saniyeliğine dahi olsa bıraktığı sıcaklığın ardından gelen üşüme hissi de hakimdi. Bu ürperti de neyin nesiydi?

"Ne söyleyeceksen çabuk söyle. Okulda halletmem gereken işler var."

Aklımdan geçenlerin hiçbirini dışarı yansıtmadan soğukluğumu koruyabilmiştim. İyi bir oyuncu olduğum için duygularımı kontrol ve kamufle etmek konusunda iyiydim. Bu benim için artı bir puandı.

Birden Barlas'ın dudaklarının arasından duyulan derin iç çekme sesiyle, söylemeye çalıştığı kelimelere dikkat kesildim. "Ben düşündüm de, bir anlık sinirle çok ağır sözler ettim. Sanırım hata ettim, üzgünüm."

Sanki yüz kızartıcı bir suç işlemiş gibi bakışlarını yere dikti. Bu cümleleri kurarken oldukça zorlandığı belliydi. Gözleri nihayet gözlerimle buluştuğunda kendimi tutamayıp dudaklarımın kıvrılmasına izin verdim.

"Pekâlâ, en azından hatanı anlamışsın. Umarım bir dahaki sefere sorunlarımızı şiddete gerek kalmaksızın çözebiliriz. Neyse gitmem gerek."

Söylemek istediklerimi söyledikten sonra tam kapıdan çıkacaktım ki, tekrardan kolumdan tutulup sertçe çevrildim. Yine Barlas'ın hiçbir duygu barındırmayan bakışları gözlerimin mavisinde boğuldu.

"Bana şiddet uyguladığını mı zannediyorsun? Hayalarıma geçirdiğin tekmeyi, sert bir şekilde bloke edebilirdim. Dua et boşluğuma denk geldi. Bir dahaki sefer diye bir şey olmayacak, bu kadar özgüvenli olma. Acelen vardı değil mi ? Hadi git."

Dudakları arasından savrulan kelimeler öfke ve özgüven yüklüydü. Bakışları o kadar sertti ki, ağzıma gelen her kelimeyi yutmak zorunda kalmıştım. Hâlâ kolumu tutmakta olan eline ters bir bakış attım ve kolumu hızla geriye doğru çekip tutuşundan kurtuldum. Dış kapıyı kapatmama engel lan cüssesine baktım. Tüm gücümle onu ittiğimde birkaç adım geri sendeledi. Şaşkın gözlerine sırıtarak baktım. Tokmağı kavrayıp kapıyı kendime doğru çektim. Kapıyı kapatmadan önce onu kışkırtacağına adım kadar emin olduğum sözler dudaklarımdan döküldü.

"Sanırım yine boşluğuna geldi."

Sözlerimin ardından kapıyı sertçe kapattım. Gözetleme deliğinden beni seyredebilme ihtimalini düşünerek özgüvenimi koruyarak asansöre doğru ilerledim. Tam o sırada dış kapıya attığı tekmenin sesini duydum ve daha da keyiflendim.

Dinsizin hakkından imansız gelirdi, işte böyle.

Asansörü 6. kata çağırdıktan sonra beklemeye başladım. Kısa bir süre sonra asansörün kapıları ardına kadar açıldı ve ben de hemen kendimi içine attım. Asansör bir kat aşağı indiğinde birden duraksadı ve kapıları tekrardan iki yana açıldı. Kendini alelacele içeriye atan kız, yüzüme dahi bakmadan üstüne başına çekidüzen verdi. Sonunda gözleri beni bulduğunda yüzüne sıcak bir tebessüm takındı. Tebessümüne karşılık verdikten sonra onu baştan aşağı süzdüm.

Dizlerine kadar uzanan beyaz, sade bir elbise giyinmişti. Elbisesi belinde daralıyordu ve etek kısmı ise uçuş uçuştu. Saçlarının her teli dümdüzdü ve omuzlarından aşağı uzanıyordu. Alnını kaplayan perçemleri yüzüne sevimli bir ifade kazandırmıştı. Bu sevimli görünüme elmacık kemiklerine özenle serpiştirilmiş çilleri de ekleniyordu.

"Günaydın. Ben İrem."

İrem mi? Bu isim bana bir yerden tanıdık geliyordu.

İrem o kadar içten gülümsedi ki, enerjisi anında beni de sardı. Asansör zemin kata inerken elini bana doğru uzattı. En az onun kadar içten bir gülümseme takınarak elini sıktım.

"Ben de Ecrin. Çok memnun oldum İrem."

El sıkıştıktan sonra asansörün kapıları aralandı ve dışarı adımımızı attık. İrem, omuzundaki çantasını düzeltip yanımda ilerlemeye başladı.

"Bu apartmanda hiç yaşıtlarım yoktu, senin gelmen çok iyi oldu. Aslına bakarsan iki tane yaşıma yakın dingil var; ama onları insan yerine koymuyorum. En üst katta oturuyorlar, mümkünse hiç muhatap olma."

Kelimeleri o kadar kısa bir zaman diliminde bir araya getirmişti ki, konuşma hızına karşılık ağzım şaşkınlıkla aralanmıştı. Son söylediği üzerine ufak bir kahkaha patlatıp apartman kapısını açtım ve geçmesi için ilk ona izin verdim.

"O biraz zor." diye mırıldandım.

Kaşlarını kaldırıp bana baktı. "Zor olan ne?"

"Bahsettiğin iki dingille muhatap olmamak..." dedim.

"Anlaşılan onlarla çoktan tanışmışsın."

"Aslına bakarsan birisini doğduğum ilk günden beri tanıyorum."

İrem yolun ortasında duraksayıp yüzüme şaşkınlıkla baktı. "Ah tabii ya! Ecrin ve Erkin... Bu kadar isim benzerliği ancak kardeşler arasında olur. Erkin senin abin, değil mi?"

"Evet, tam isabet." dedim.

"Hiç alakanız yok." dedi ve yüzünü buruşturdu. "Erkin tam bir pislik."

Abime saydırıyor oluşu nedense hiç canımı sıkmamıştı; tam tersi gülümsememe neden olmuştu.

"Bir ara abimin nefretini nasıl kazandığını bana anlatırsın. Şimdi otobüsü yakalamam gerekiyor." dedim.

"Otobüse ne gerek var, ben arabamla seni gideceğin yere bırakırım. Hem sohbet de ederiz.."

"Gideceğim yer yoluna ters düşebilir, ben kendim gitsem daha iyi olur." dedim ve kibarca tebessüm ettim. "Teklifin için teşekkür ederim."

"Nereye gidiyorsun ki?" diye sordu.

"Bahçeşehir Üniversitesi'ne gideceğim."

"Sahiden mi? Ben de oraya gideceğim, tesadüfe bak." dedi ve uzaktan kumandayla arabasının kilidini açtı. "Hadi atla, bugün benden kurtuluşun yok."

İrem şoför koltuğuna yerleşirken ben de yanındaki koltuğa oturdum. Kol çantamı kucağıma koyup arabanın içini inceledim. Küçük ama kullanışlı bir arabaya benziyordu. Arabanın içinde bir sürü renkli aksesuarlar vardı. Arabanın halıları dahi tek renkli değildi. Yalnızca arabaya bakıldığında bile, İrem'in renkli kişiliği okunuyordu.

İrem arabayı çalıştırınca ortamdaki sessizliği yıktı. "Anlaşılan abin okuldaki işlerini senin üzerine yıkmış. O yüzden mi oraya gidiyorsun?"

"Yok, kayıt işlemleri için gidiyorum."

"Bir saniye... Sen burada kalıcısın!" dedi ve heyecanla bakan gözlerini gözlerime dikti. "Üstelik aynı üniversitede okuyacağız. Seninle arkadaş olmamız şart oldu."

Sanki çoktan arkadaş olmuş gibi görünüyorduk.

"Sen geçici süreliğine geldiğimi mi sanmıştın?" diye sordum.

"Evet; çünkü abinin bir ev arkadaşı var ve aynı evde onunla kalmana izin vermez diye düşünmüştüm."

"Aslında İstanbul'da kalıcıyım; fakat sizin apartmanda geçiciyim. Kendime bir ev arkadaşı bulana kadar abimle kalacağım."

"Keşke annem ve erkek kardeşimle yaşıyor olmasaydım... İnan ki hiç düşünmeden seni ev arkadaşım ilan ederdim." dedi.

"En azından geçici bir süreliğine komşuyuz ve bunu iyi değerlendirebiliriz."

"Bu mükemmel bir fikir!" dedi ve gözlerini yoldan ayırmadan yerinde neşeyle kıpırdandı. "Senden pozitif elektrik alıyorum, Ecrin. Sahiden nasıl o pisliğin kız kardeşi olabilirsin, aklım almıyor."

"Sanırım abim senin canını fazlasıyla sıkmış." dedim.

Yüzüne sahte bir tebessüm yerleştirdi. "Yok canım, ne can sıkması... Alt tarafı üst katımı pavyona çevirdi ve beni de o pavyonun bir parçası yapmak istiyor, o kadar(!)"

Söylediklerini algılamakta güçlük çeksem de, ima ettiği şeyin hiç hoş olmadığı barizdi. "Nasıl yani?"

"Şöyle ki... Abin biraz fazla aktif, özellikle de eve kız getirme konusunda... Buna ek olarak gürültü konusunda oldukça duyarsız. Yaptığım ikazları zerre umursamıyor. Umursamayı geçtim, gönderdiğim ültimatomları birer baştan çıkartma olarak algılayarak beni tavlama girişimlerinde bulunuyor. Özetle, oldukça iğrenç bir insan. Bak yine midem bulandı."

İrem isminin nereden tanıdık geldiğini şimdi anlamıştım. Abim rüyasında İrem ismini sayıklamıştı ve sayıkladığı o kız tam yanımda duruyordu.

Yüzümü tiksintiyle buruşturdum. "Bahsettiği o gürültü, tahmin ettiğim şey mi?"

İrem başını aşağı yukarı salladı. "Maalesef."

İnanamıyorum!

"O gürültünün sahibi belki abim değil de ev arkadaşıdır."

Tereddütle sarf ettiğim kelimelere karşılık başını iki yana salladı. Abimin olmamasını o kadar çok umut ediyordum ki, Barlas'ın aklanması beni bir miktar üzmüştü.

"Ben de başlarda çelişkiye düşmüştüm. Fakat bir defasında 'Birazcık daha sessiz yapın şu boku!' mesajını vermek için yukarı çıktığımda, Barlas'ı apartman merdivenlerinde otururken buldum. Hem de kulaklarına da kulaklık takmış, müzik dinliyordu zavallım."

Duyduklarım betimin benzimin atmasına neden olmuştu. Ellerimin yumruk şeklini aldığını fark ettim. Elbette böyle bir şey aklımın ucundan geçmişti; fakat böyle iğrenç ve sürekli olduğunu öğrenmek kaskatı kesilmeme neden olmuştu.

"Midem daha fazlasını kaldıramayacak, en iyisi konuyu değiştirelim." dedim.

"Zevkle..." dedi ve kısa bir duraksamanın ardından yeni bir konuya giriş yaptı. "Barbaros'u daha önceden tanıyor muydun?"

"Daha önce Barbaros ismine sahip kimseyle tanışmadım." dedim.

"Ah, pardon ya! Barlas'a bazen Barbaros diyorum. İlk başta adını öyle sanıyordum, ağız alışkanlığı işte."

Barbaros ismi garip bir şekilde komiğime gitti ve gülmemi bastıramadım. "Alemsin İrem."

İrem de gülmeme eşlik etti ve ardından sorusunu yineledi. "Barlas ile tanışıyor muydunuz?"

Konu Barlas'a hiç gelmeseydi keşke...

"Hayır, buraya geldiğimde tanıştık. Keşke hiç tanışmasaydık..."

"Tam bir hödük, değil mi? Hiç kimseyle selamlaşmıyor. Hatta köpeğine bile dokundurmuyor."

Dün sabah yaptıkları gözümün önünden geçti ve içim ürperdi. "Daha neleri var, bir bilsen."

"Bunu fesat anlamamak için zihnimi susturacağım." dedi ve yüzünde sinsi bir sırıtış belirdi.

"Hayır, bunun şakası bile iğrenç!" dedim ve Barlas'ı havlarken gördüğüm rüyayı hatırladım. "Çok iğrenç..."

"Aslına bakarsan karaktersiz olsa da, yakışıklılığı su götürmez bir gerçek. Özellikle de şerefsiz erkeklerden hoşlanıyorsan, Barlas sevilesi bir şerefsiz."

"Rica ediyorum, Barlas ile beni bir cümle içerisinde kullanırken gözünün önüne abimle senin görüntün gelsin. Belki o zaman ne kadar rahatsız edici olduğunu anlarsın." dedim.

İrem önündeki arabaya mide bulandırıcı bir atıkmış gibi baktı. Sanki arabanın kaportasında abimin yüzü belirmişti. "Mesajı aldım. Kesinlikle ikinizin adını aynı cümle içerisinde kullanmıyorum."

***

"Evdeki işlerini hallettikten sonra bana uğramayı unutma. Mesajlaşırız."

Asansör beşinci katta durduğunda, cevap vermeme kalmadan İrem yanaklarıma öpücük kondurdu. Ardından asansörün açılan kapılarından dışarı süzülüp uzaktan da bir öpücük yolladı ve el sallamayı da ihmal etmedi.

"Tamamdır, görüşürüz." diye arkasından seslendim.

Asansörün kapıları bir süre sonra kapandı. Asansör altıncı kata çıkarken içime derin bir soluk çektim. Sonunda kayıt işlemlerimi tam anlamı ile tamamlamıştım. İrem de okuldaki işlerini hallettikten sonra birlikte bir kafede öğlen yemeği yemiştik. O kadar çok şey hakkında konuşmuştuk ki, bir günde birbirimiz hakkında fazlasıyla bilgi edinmiştik. İrem'e bütün günü beraber geçirmemiz yetmemiş olacak ki, akşam beni evine davet etmişti.

Asansör hafif bir kıpırtıyla duraksarken iki yana açılan kapılarının arasından hızla süzülüp 12. daireye doğru ilerledim. Çantamın içinden anahtarlığıma uzandım ve kapıyı açar açmaz abime seslendim.

"Abi, evde misin?"

Abimin evde olup olmadığından emin olmak için, sesimi tüm odalarda duyulacak desibele getirdim. Soruma hiçbir cevap alamadım. Eve girer girmez kapıyı örtüp içerde göz gezdirdim. Barlas da yok gibi görünüyordu.

Çantamı askıya astıktan hemen sonra, salona doğru yol aldım. Adımlarım salona dek birbirini takip ederken burnuma gelen sigara kokusu duraksamama neden oldu. Bu çirkin kokuya tepki olarak yalnızca yüzümü buruşturmakla yetindim.

"Balkon diye bir şey var; ama umurunuzda değil ki!"

Öfkeyle kendi kendime söylendikten sonra, burnumu parmaklarım ile sıkıştırıp salona adımımı attım ve koşar adım pencereye doğru ilerledim. Pencereyi ardına kadar açtıktan sonra başımı dışarı çıkarttım ve genzime temiz havayı çekip ciğerlerimde hapsettim.

Sigaradan ölesiye nefret ediyordum!

Kafamı içeriye soktuğumda gözlerimi odada gezdirdim. Bakışlarım salonun her bir köşesine değerken ufak detayların canımı sıktığını fark ettim. Halının üzerindeki köpek tüyleri, televizyon ünitesini kaplayan toz tabakası, şeritli parkelerin üzerine önceden dökülmüş çayın bıraktığı lekeler... Gördüklerim karşısında bedenim derin bir huzursuzlukla ürperdi.

İki erkeğin yaşadığı öğrenci evinin temiz olması beklenemezdi.

***

Akşam için yemek hazırladıktan sonra, salondan başlayarak yukarı katları da temizlemeye başlamıştım. Abimin odasıyla ve kendi odamla işim kalmamıştı. Evet, şu an kısmen işim bitmişti fakat aklıma takılan tek bir oda vardı.

Barlas'ın odası.

Muhakkak orasının da temizlenmesi gerekiyordu. Yani şu an yumurta kırmayı dahi bilmeyen bir adamdan bahsediyorduk. Ayrıca odada köpeği ile yaşıyordu. Muhtemelen en pis oda onun odasıydı ve o odadaki pislik diğer odalar için de tehdit oluşturuyordu. Barlas odasının kapısını açtıkça içerdeki tozlar, köpek tüyleri ve hatta sigara kokusu koridora yayılıp benim odama yol alabilirdi.

Orası pislik içindeyken diğer odaları temizlemiş olmamın hiçbir önemi yoktu.

Süpürge makinesini kavrayarak odamın yanındaki odaya doğru ilerledim. Adımımı Barlas'ın odasına atmamla, burnuma ferah bir kokunun değmesi bir oldu. Sigara kokusuyla karşılanmayı beklerken karşılaştığım şey kaşlarımın yukarı tırmanmasına neden olmuştu.

Elimden süpürge makinesini bırakıp etrafta göz gezdirdim. Geniş yatağın üzerine serilmiş beyaz nevresim takımı, yeterince düzgün bir ölçüde toparlanmıştı. Yatağın köşesinde bekleyen sepet Çapkın'a ait olmalıydı. İçindeki minder, hava alması için aralık olan pencerenin kıyısına sıkıştırılmıştı. Yerdeki halının üzerinde tek bir tüy bile yoktu ve mobilyaların üzerinde hiçbir şekilde toz göremiyordum. Parkeler dahi lekesizdi.

Bu adam odasını ne kadar temiz tutuyordu böyle.

Yüzüme yerleşen sıcak tebessüm ile bakışlarımı odada gezdirmeye devam ettim. Beyaza boyanmış duvarların üzerindeki aksesuarlar dahi beyazdı. Hatta odasındaki bütün mobilyalar da öyle... Beyazın her tonunu barındıran bu odada tek renkli olan, kütüphanesindeki raflara özenle dizilmiş yüzlerce kitaptı.

Titiz ve kültürlü bir erkek... Sanırım Barlas, karakterinde eksiklikleri böyle kamufle ediyordu.

Merakla dolup taşan bedenimi dizginleyemeyip adımlarımı kitaplığa yönelttim. Ellerimi kitapların üzerinde gezdirerek isimlerine göz atmaya başladım. Üstünkörü gördüklerim kadarıyla; ilk rafta bilimsel kitaplar, ikinci rafta tarihsel kitaplar, üçüncü rafta şiir kitapları ve dördüncü rafta aşk romanları vardı. Son raftakilerin ne tür olduğunu henüz çözememiştim. Çünkü boyum yetişmiyordu.

Başımı yukarı kaldırıp beşinci rafı süzdüm. Kitapların yanları dışa dönüktü ve yanlarında isimleri yazdığı için, nasıl türde olduklarını adlarından çözebilirdim. Kitapların kimisinin seri halinde olduğunun farkına vardım ve sırasıyla dizilmiş kitaplara baştan sona şöyle bir göz gezdirdim. Çoğu kitabın adında tutku, sıcak ve ten kelimesi geçiyordu.

Bu romanlar pek de masum görünmüyordu.

O kitap isimlerini zihnimden atmak istercesine başımı sağa ve sola sallayıp telefonumdan gelen müziği mırıldanmaya başladım. Temizliğin başından beri telefonumu cebime sıkıştırmıştım ve çalma listemdeki en sevdiğim şarkıları sırayla dinliyordum. Şimdi ise Fransızca bir şarkı çalıyordu.

Kendimi kütüphaneden uzaklaştırdıktan sonra, vitrine doğru ilerledim. Parlak camların içinde görünen fotoğraflar, madalyalar ve kupalar dikkatimi fazlasıyla çekmişti. Vitrinin içine bakmak için tam camlı bölmeyi açacaktım ki, tutacağım yerde asılı duran iki beyaz bez parçasını fark ettim.

Elimi ipeksi kumaşın üzerinde gezdirdiğimde ne olduğunu anlamaya çalıştım; fakat aklım herhangi bir tahminde bulunamayacağım kadar allak bullak olmuştu. Uzun bez parçalarıyla temasıma son verip vitrinin camlı kapağını açtım.

Barlas hakkında hiçbir şey bilmiyordum ve onu tanımak isteyen yanıma zincir vuramıyordum.

Elim direkt olarak altın kaplama kupaya uzandığında, dikkatlice elime aldım ve vitrinin içinden çıkartıp incelemeye başladım. Sahte olma ihtimali yoktu, gerçek olduğu her halinden belliydi. Elim kupanın sert yüzeyinde gezinirken altındaki düzlükte kocaman ve koyu harflerle yazılmış yazıyı okudum.

Karate Gençlik Şampiyonu Birincisi: BARLAS SEÇKİNER.

Ellerimin arasındaki kupayı direkt eski yerine yerleştirdikten sonra, vitrinin içindeki madalyaları inceledim. Bunlar da karate ile ilgiliydi. Vitrinin köşesindeki, katlanmış siyah kuşağı fark ettiğimde dilimi alt dudağımda gezdirdim.

"Demek bir dövüşçüsün Barlas... Fiziğinden anlamam gerekirdi."

Kendi kendime söylenmeyi kesip bu defa da vitrinin iç bölmesine yapıştırılmış fotoğrafa dikkat kesildim. Bir düzine çocuk ile çekilmiş bir fotoğraftı bu. Barlas beyaz karate takımını giyinmiş, siyah kuşağını beline bağlamış, çocukların ortasında dikilmiş vaziyette kameraya bakıp gülümsüyordu. Ellerini yumruk yaparak poz vermişti. Yanındaki çocukların hepsi onun gibi ellerini yumruk yapmışlardı ve aynı Barlas gibi giyinmişlerdi. Barlas'tan tek farkları, hepsinin kuşakları beyazdı.

Barlas anladığım kadarıyla dövüş okulunda öğretmenlik yapmıştı.

Bu sefer, vitrinin içindeki tahta yüzeye yapıştırılmış diğer fotoğrafı inceledim. Bu defa Barlas'ın üstü çıplaktı. Kameraya bakıp gülümsüyordu ve yine ellerini öne doğru kaldırıp yumruk yapmıştı. Tekrardan aynı pozu vermişti. Yumruk yaptığı ellerine sardığı beyaz bezi gördüğümde, tutacağa asılmış beyaz bezlerin bunlar olduğunun farkına vardım.

İki fotoğrafı da dikkatlice incelediğimde, üzerine not düşülmüş tarihi fark ettim. Bu fotoğraflar 3 yıl öncesine aitti. Yani Barlas 3 yıl önce dövüş sanatları ile ilgileniyordu. Peki ya hâlâ sürdürüyor muydu bu işi? Onun hakkında kafamdaki sorular gittikçe artıyordu.

Barlas'ın gizemli geçmişi, bende merak uyandırmıştı.

Bu sefer bakışlarım karate ile ilgili olan rafın altındaki rafa kaydı. Bu rafa sadece bir çerçeve koyulmuştu. Çerçevenin içindeki fotoğrafta, Barlas'ın sakalsız hâli gözüme çarptı. Burada oldukça değişik görünüyordu. Çok çelimsizdi; fakat gözleri mutlulukla ışıldıyordu. Yanında ona sarılmış iki yetişkin duruyordu.

Bunlar Barlas'ın annesi ve babası olmalıydı.

Fotoğrafta Barlas'ın yanında duran adamın siması ile Barlas'ın siması o kadar çok benziyordu ki, fotoğraftaki adamın Barlas'ın babası olduğunu anlamam uzun sürmemişti. Diğer yanındaki de annesi olmalıydı. Çok hoş bir kadındı.

Fotoğrafın altında yanık izleri vardı. Bunun ne olduğunu idrak edememiştim. İdrak ettiğim tek şey, bu fotoğrafın beş yıl önceye ait olduğuydu. Bunu da üzerine düşülen tarih neticesinde anlayabilmiştim.

Birden dinlediğim müzik sonlanmıştı. Çalma listesindeki şarkıların hepsini dinlemiş olmalıydım. Şarkı bittiği için, kısa bir sessizlik olmuştu ve o sırada gittikçe yaklaşan ayak seslerini duydum. Bir an için, bu sesin kimden veya nereden geldiğini algılayamadığım için duraksadım. Sonradan kulağıma dolan tanıdık ses ile, ayak seslerinin Barlas'a ait olduğunun farkına vardım.

"Yine terlettin beni. Sen mamanı yerken ben de bir duş alayım."

Sesi çok yakından geliyordu. Adeta bedenim korkuyla irkildi. O kadar hızlı bir şekilde elimi vitrinden çektim ki, elimi çekmemle birlikte elimin çerçeveye çarpması bir oldu. Çerçeve yerle buluştuğunda gürültülü bir cam kırılma sesi duyuldu.

Lanet Olsun!

"Senin burada ne işin var ?!"

Barlas'ın dehşet verici sesini işitir işitmez titreyen ellerimi ağzıma kapatıp nefes alışverişimi düzene sokmaya çalıştım. Yüzümü güçlükle Barlas'a döndüm; fakat ondan tarafa bakmaya cesaret edemedim.

"Ben sadece odanı temizleyecektim." dedim.

"Temizlemek mi? Benim odamı temizlemek senin ne haddine! Bir de ailemden kalan son fotoğrafı düşürdün. Sen canına mı susadın?!"

Yüksek sesle bağırması üzerine korkuyla yerimden sıçradım. Tam yana doğru bir adım atacaktım ki, titreyen bacaklarım yüzünden dengemi toparlayamadım ve düşmemek için duvardan destek aldım.

"Fotoğraf için gerçekten üzgünüm."

Sırtımı duvara yasladığımda, Barlas'ın güçlü adımlarıyla âdeta yer sarsılıyormuş gibi hissettim. Bana doğru yaklaşıyordu; ama ben hâlâ ona bakacak cesareti kendimde bulamıyordum.

"Seni uyarmıştım, niçin etrafımda dolanıp duruyorsun? Niçin beni rahat bırakmıyorsun?!"

Birden beni omuzlarımdan tutarak, duvarla bütünleşmiş bedenimi az da olsa kendine doğru çekti. Ses tonu gittikçe daha da gürleşiyor ve öfkesi elle tutulurcasına yoğunlaşıyordu. Bin zahmet onun yüzüne bakmaya cesaret ettiğimde, korkak bakışlarımın görüşü bulanıklaştı. Onu görünce çok güçlü bir ağlama arzusuyla boğuşmak zorunda kaldım.

"Korkuyorum." diye fısıldadım.

Birkaç damla göz yaşı yanaklarımdan süzüldü. Devamı gelmemesi için olağan gücümle savaş veriyordum. O bu kadar öfkeli bir şekilde beni omuzlarımdan kavramışken kendimi o kadar savunmasız ve güçsüz hissediyordum ki, kendimden tiksinmiştim.

Barlas'ın omuzlarımı tutan elleri gevşedi ve yüzündeki öfke parçalara bölündü. Gözlerime bakan gözlerinde anlam yükleyemediğim bir bakış vardı. Sanki ezbere bildiği bir yüze bakıyormuş gibi tanıdıktı gözleri. Omuz hizamda havada asılı duran elleri yüzüme uzandı. Tam yanaklarıma dokunacakken ellerini geri çekti ve gözlerindeki o hisli bakış kayıplara karıştı.

"Ağlama!"

Sesi, öncekinden daha az sert çıkmıştı. Bu rezil durumun içinden çıkabilmek için alt dudağımı kanatırcasına ısırdım. O, ıslak gözlerime baktıkça gururum inciniyordu. Bakışlarımı kaslı gövdesine dikip göz temasımızı kestim. Az önce duşa girmeyi planladığı için, önceden tişörtünü çıkartmıştı ve çıplak gövdesine bakmak da oldukça rahatsız ediciydi.

"Burada olanları unutalım, fotoğrafı telafi edeceğim." dedim.

Bakışlarım hâlâ gövdesindeydi. Bakışlarına tutsak kalmamak için gözlerimi gövdesinde oyalıyordum. Barlas yerinde kıpırdandığında hafifçe yana döndü ve o sırada gövdesinin sağ yanındaki büyük dikiş izi gözüme çarptı. İz soluk duruyordu; ancak dikkatli bakılırsa belli oluyordu.

Acaba bu izin sebebi neydi?

"Yüzüme bakar mısın?"

Gittikçe daha da yumuşayan sesine karşılık ne yapacağımı şaşırmıştım. Sakinleşmişe benziyordu ve onun korkunç öfkesini hatırladıkça bu fazlasıyla ilginç bir gelişmeydi. Ricasını geri çevirmeyip bakışlarımı güçlükle gözlerine odakladım. Gözlerindeki ifade yerini endişeye bırakmıştı. Bakışlarında öfkeden eser kalmamıştı.

"Seni korkutmak istemedim." dedi.

Bana bakan bakışlarında gerçek bir pişmanlık gördüm. Bir bakıma bakışları içime işliyordu. Oysa ki aynı pişmanlığı ben de hissediyordum; fakat az önce o kadar korkmuştum ki, başka hiçbir hissi dışarı yansıtamıyordum. Onun öfkesi aşırıya kaçmış olsa da, haklılık payı vardı. Merakıma yenik düşüp eşyalarını kurcalamıştım ve bunun onu rahatsız etmesi gayet normaldi. Üstüne üstlük, ailesiyle aynı kareyi paylaştığı tek fotoğrafa zarar vermiştim.

Sessiz ve gerilimin hat safhada olduğu odanın içerisinde aniden Çapkın'ın yüksek sesle havlaması duyuldu. Korkuyla çığlık atıp kollarımı Barlas'ın beline doladım. Gözlerimi sımsıkı kapatmış hâlde başımı göğsüne yaslamıştım. Bedenim o kadar çok gerilmişti ki, bu ani ses gerilimin boşalmasına neden olmuştu. Bedenim titremeye başlamıştı. Bu sarılma, istemsizce gerçekleşmişti.

Denize düşünce yılana sarılmak gibiydi.

Barlas'ın bedenindeki her bir kasın gerildiğini hissettim. Nefesini tutar gibi bir hâli vardı. Çünkü nefesi saçlarımı teğet geçmiyordu. Göğsüne yasladığım bedenim sayesinde, vücutlarımız birbirine temas ediyordu. O an kalp atışlarının hızının arttığını hissettim. Tüm şiddetiyle göğüs kafesini titretiyordu. Onun bedenindeki bu tepki hiç beklenmedikti.

Peki ya benim bu sıcak göğüste hissettiğim güven duygusu da neyin nesiydi?

-

İlk sarılma *-* Oy ve Yorum lütfen. Bu kadar uzun bölümü karşılıksız bırakmayın :( Sizi çok seviyorum ve öpüyorum :* ♥

-Şahsi Instagram Hesabım: aleynafetvac

-MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top