MSOM? -44- (FİNAL PART:1) ❝Evlat❞

Merhaba canlarım. Nasılsınız? Ben iyi değilim, ülkemin dört bir yanında anaların gözü yaşlıyken nasıl iyi olunur, bilmiyorum.

Hayat devam ediyor, bazen gülüyoruz, bazen ağlıyoruz; ama şehit aileleri için hayat durdu artık. Ne kadar zaman geçse de, onların bir yanı eksik, bir yanı buruk... Çok zor, ben bunları yazarken boğazım düğümleniyor. Yaşamak kim bilir ne kadar ağırdır.

Elden bir şey gelir mi? Gelir tabii ki. Susmayacaksınız, duyarsızlaşmayacaksınız. Sadece otuz üç şehit için değil, bir şehit için bile kulaklarınızı tıkamayacaksınız! Bu vatan topraklarında biz yaşayalım diye bedelini ödeyen ana kuzuları için, unutmayacaksınız! Kırk beş saniyelik haberlerin ardından, kafanızın içinden silip atmayacaksınız. O şehidin helvası size tatlı gelmesin, şehidin anasının göz yaşının tuzlu tadı ağzınızda acı bir tat bıraksın.

Ben hiç şehit olmadım; fakat vatan uğruna canımı vermiş olsaydım, bu uğura değsin isterdim. Unutulmamak, hatırlanmak isterdim. Nasıl ki bir ananın göz yaşı hiç kurumuyor, bir babanın kalp sızısı hiç dinmiyorsa, sizin de duyarlılığınız kırk beş saniye sonrasında dinmesin. Şehitler ne zaman ölür biliyor musunuz? Biz unuttuğumuzda! Öldürmeyelim onları...

Final bölümünün böyle bir güne denk gelmesi hiç iyi olmadı; fakat çok beklediniz ve gelmesi için direttiniz. Atmaktan başka çarem kalmadı. Gerçi sadece bugün değil, acı hep var ve olacak da. Tek dileğim şu ki, artık mehmetçikler ölmesin. Ben gerçekten bu nesilden nefret ettim, etimle kemiğimle hem de!

Dedemi toprağa verdiğimde de size içimi dökmüştüm, bugün de hislerimi sizinle paylaşıyorum. İyi ki varsınız, bilin ki sizi çok seviyorum.❤

Bölümün ismi "EVLAT"... Bu bölümü evladı olan tüm analara ithaf ediyorum.

Daha fazla konuşamayacağım. Direkt bölüme geçmek istiyorum.

Multimedyada Barlas ve Ecrin'in düğündeki hâli ve bölümden birkaç sahne var!

KARAKTERLERİ UNUTANLAR İÇİN HATIRLATMA:
Yavuz ve Duhan》 Barlas'ın kuzenleri
Oya》 Yavuz'un sevgilisi ve Barlas'ın arkadaşı
Begüm》 Duhan'ın kız kardeşi (Aras'tan hoşlanıyor.)
Cansu》 Ecrin'in kuzeni ve Duhan'ın karısı
Erkin》 Ecrin'in abisi ve Barlas'ın en yakın arkadaşı
İrem》 Erkin'in sevgilisi ve Ecrin'in en yakın arkadaşı

☆Geçen bölümün sonunda Cansu ve Duhan'ın bekarlığa veda eğlencesi vardı. Gecenin üçünde Barlas, birden bire kalkıp karşı dairede kalan Ecrin'in anne ve babasının yanına gitme kararı aldı. Ecrin'i istemek için...

Keyifli Okumalar.

♧♧♧

44. Bölüm (FİNAL PART:1)

▪Ecrin KARAYEL▪

Hiçbir canlı, huzur bulmadığı yerde kalmak istemezdi. Gökyüzünde göç eden kuşlar, değişen hava şartlarından uzaklaşırlardı. İnsanlar ise, içinde bulunmaktan korktuğu kaos ortamlarından... Şu an eğer kanatlarım olsaydı, gökyüzüne yükselir ve huzur bulabileceğim iklimlere doğru kanat çırpardım.

İrem elimi sımsıkı sardığında, gerginlikten üşüyen tenimin onun sıcak ellerinde ısınması saniyeler sürdü. Babamın gergin yüzünden gözlerimi uzaklaştırıp bakışlarımı İrem'e yönelttim. Yeşil gözlerinde tedirginlik görmeyi beklerken kendinden emin bir bakışa tosladım. Bu bakışlar, her şeyin rayına oturacağına emin gibiydi.

İrem bana doğru yaklaşıp sessizce kulağıma fısıldadı. "Sakin ol, bugün her şey yoluna girecek. Hissediyorum."

Onun bu sözlerine her ne kadar inançsız kalsam da, gergin dudaklarımda hafif bir tebessüme yer verdim. Hemen ardından gözlerim odanın içinde tur attı. Herkes neredeyse benim kadar gergin gözüküyordu. Karşımdaki koltukta oturan Aras ayağını ritmik bir şekilde yere vuruyor, yanında oturan Begüm korkulu gözlerle babamın yüzündeki ifadeyi çözmeye çalışıyor, Begüm'ün yanında oturan Oya da yanıbaşındaki sevgilisi Yavuz'un omzuna başını yaslamış, kendine bu gergin ortamdan kaçabileceği bir sığınak oluşturuyordu.

Şu an Barlas'ın omzunda kurulu bir sığınağa deliler gibi ihtiyacım vardı...

Barlas'ın adı zihnimin kıyısına vurduğunda, bakışlarım da onun yüzüne kavuştu. O da bana bakıyordu. Üstelik bakışları güneşin altında saatlerce kavrulmuşçasına sıcacıktı. Dudaklarında samimi tebessümüyle uzun uzun gözlerime baktı. Bütün gerginliğimi parça parça eleyinceye dek, kahverengi deryasında ruhumu okşadı.

Barlas tekli koltukta oturuyordu. Abim ise tekerlekli sandalyesini hemen yanına park etmişti. Abim birden bire sesli bir şekilde boğazını temizlediğinde, ben de dahil olmak üzere tüm dikkatler onun üzerine çevrildi. Abimin dikkati ise karşısındaki tekli koltukta oturan babamdaydı.

"Yavaştan konumuza gelelim isterseniz." dedi, abim.

Babam tek kaşını kaldırdı. "Ne konusu?"

"Sebebi ziyaretimiz belli..." dedi, abim ve kısa bir soluklanmanın ardından devam etti. "Allah'ın emri Peygamberin kavliyle kızınız Ecrin'i, oğlumuz Barlas'a istiyoruz."

Babam saf öfkeyle harmanlanmış bakışlarını abimin yüzünde gezdirdi. "Sen ne çeşit bir g*vat oldun be! İstediğin kişi kız kardeşin, farkında mısın?"

"Aşk olsun, baba." dedi abim ve ayıplarcasına başını iki yana salladı. "Burada Allah'ın emri, Peygamberin kavli diyorum; sen bana küfür ediyorsun."

"Kes sesini, p*zevenk!" diye bağırdı, babam. "Böyle isteme mi olur? Kızı istemeye erkek tarafından adam akıllı kimse gelmemiş. Gelinen saat desen, gecenin üçü! Hepsini geçtim, kızı isteyen de, kızın abisi olacak cibilliyetsiz... Benim kızım bu kadar mı kıymetsiz sizin gözünüzde?"

Barlas sessizliğini bozarak araya girdi. "Kusura bakmayın, efendim. Hatırlarsanız ben bir kimsesizim(!), getirebileceğim bir aile büyüğüm olmadığı için böyle gelmek durumunda kaldım. Bir anda karar aldığımız için bu saatte çat kapı geldik. Zaten sizin için saatin fark edeceğini zannetmiyorum, nasıl olsa kızınızı her halükarda vermeyecekseniz.  Ecrin'i sizden Erkin'in istemesinin sebebi ise, Erkin'in bana verdiği sözden kaynaklanmaktadır. Ayrıca, Ecrin'e verdiğimiz kıymeti sorgulamak kimsenin haddine değildir."

Barlas'ın kurduğu son cümle, kalbimin kır bahçelerinde koşturdu. Onun kalbinden kopup bana koşan sevdasını, kendi canıma pay biçerek kucakladım. Salondaki sessiz bekleyişin ardında yatan kıyamet usulca pelerinini kaldırdığında, babam zehirli tükürüğünü bağrımıza kustu.

"Görüyorum ki, Ecrin ve sen birbirinizi affedecek kadar midesizmişsiniz. Biriniz sümüklü mendil gibi kullanılıp atıldıktan sonra, tekrar o sümüğe bulanmayı göze almış. Diğeriniz ise, öz çocuğunu kendisinden yıllarca saklayan kadının bencilliğini sindirmeyi başarmış. Vallahi pes!"

İşittiğim sözler bir mızrap gibi göğsümü deldiğinde, kahpece katledilmiştim. Kontrolümün dışında titreyen çenem yüzünden, birbirine çarpan dişlerimin gürültüsü kafamın içindeki çarkların sesini kısıyordu. Öfkemle başa çıkmaya çalışırken aynı zamanda, hayal kırıklıklarımı da saplandıkları yerden söküp almaya çalışıyordum.

Babam... Kahramanım... Ne ara böyle yabancı olmuştu kendi canının parçasına?

"B-Baba..." diyebildim yalnızca.

Beni duymadı bile; çünkü o evladına sağır olmuştu bir kere. Bir daha asla duyamayacaktı sesimi. Asla hissedemeyecekti, bana hissettirdiklerini...

"Engin bey-"

Barlas öfkeyle çıkıştığında, onun ağzından yanlış bir şey kaçırmaması için ani bir hızla ayağa kalktım. Bu defa, dikkatleri kendi üzerime yoğunlaştırdım. Kendi acı paydama odaklanarak sırtımda kanayan yaram bana ne söylettirdiyse, onları bir bir dile getirdim.

"Altı yıl boyunca nasıl da ayakta uyumuşum meğer. Kızım ve ben nasıl da yük olmuşuz sana, baba. Senelerce beni kullanıp atılmış, kirletilmiş bir kız olarak görmüşsün. Kızımı da bir günahın bedeli olarak... Oysa ki, bizi sahiplendiğini sanmıştım. Bize kol kanat gerdiğini, bizi koruyup gözettiğini... Yanılmışım. Beni yalanlarınla kandırmışsın. Barlas'a benim adıma mail atmışsın, o beni görmeye geldiğinde saçma sapan yalanlarla onu benden uzaklaştırmışsın. Hadi ben bir günah işledim ve bunun için beni cezalandırdın diyelim... Mayıs'ın günahı neydi? Onun babasız büyümesine nasıl göz yumabildin?"

Gözlerimden süzülen yaşlar çenemin altında birikti; fakat silmeye bile tenezzül etmedim. O yaşlar, en az baktığım yüz kadar kirliydi. Babamın sertliğinden ödün vermeyen gözlerine bakarken kendimi bir duvara fırlatılmış ve oracıkta can çekişmiş gibi hissettim.

"Mayıs'ın babasız büyümesine göz yuman tek kişi ben değildim!" dedi, babam.

Onca söylediklerimden sadece bunu dikkate almıştı ve ne yazık ki, kendini aklamanın derdine düşmüştü...

"Evet, ben de suçluyum. Kindar davrandım, terk edilmeyi hazmedemedim. Bencillik yaptım. Gururum ve öfkeme yenik düştüm. Ben onca yaşadığım hayal kırıklıklarına rağmen hatamın farkındayım; fakat sen bir türlü farkına varamıyorsun baba!"

Barlas oturduğu yerden ayağa kalktı. Odayı dolduran birçok insanın varlığını hiçe sayarak bana doğru yaklaştı. Onun her adımında, kollarına atılma isteğim daha fazla arttı. Tam karşımda durduğunda üzerime doğru eğildi. Güzel teninden kopup bana doğru uçuşan kokusu bedenimi sarmaladı. Yüzümü elleriyle çevrelediğinde, yüzümdeki ıslaklıkları kuruladı.

"Ağlama!" diye fısıldadı. "Sen benim güçlü kadınımsın. Dimdik duracağız, birlikte..."

O an bütün hayal kırıklıklarım, kurşun yemiş bir kurt gibi inine çekildi. Dudaklarımda gerçek bir tebessümün yaprakları açıldı. Barlas hiç tereddüt etmeden elime uzandı. Parmaklarımızı birbirine kenetledi ve ruhlarımızı herkesin şahitliğinde mühürledi.

"Bu kadın, benim hayatımda gördüğüm en güçlü kadın... Altı yıl boyunca kızımızı tek başına büyüttü ve bunu yalnızlığı isteyerek değil, yalnızlığa mecbur kaldığı için yaptı. Yalnız kalmak bir tercih değildir, bunu en iyi ben bilirim! Onu terk ettim, hem de gururunu beş paralık ederek, onu perperişan bırakarak yaptım bunu. Terk edişimin ardında yatan nedeni bilmiyordu ki, nasıl kalkıp bana hamile olduğunu söyleyebilirdi? Ben onu anlıyorum! Eğer Ecrin ile altı yıl önce güzel bir vedayla ayrılmış olsaydık, ona kızımdan yoksun kalışım yüzünden kızabilirdim. Ya da bundan dört yıl önce Ankara'ya geldiğimden haberi olsaydı da, onu suçlayabilirdim... Burada en suçsuz olan o, yıllarca en çaresiz olan, en fazla acı çeken de o! O bunca acıyı sırtında taşırken yanında olan kimdi? Sözde sizdiniz; ama görüyorum ki Ecrin'i hiçbir zaman anlayamamışsınız... Hiçbir zaman!"

Anlaşılmak... Nasıl güzel bir histi böyle. Sanki bunca yıl bekletilmiş bir cesettim ve ilk defa birisi beni fark etmişti, çürümenin eşiğindeyken toprağa defnetmişti.

Barlas'ın elini daha sıkı kavrayıp başımı koluna dayadım. Ona karşı minnettarlığımı böyle belli etmeye çalıştım. Bakışlarımı onun yüzüne doğru yönelteceğim esnada, babamın alay etttiğini bariz bir şekilde ortaya seren kahkahasıyla bakışlarımı ona kurban ettim.

"Bizim Ecrin'in yanında oluşumuza laf ediyorsun da, çok beğenemediysen sen kalsaydın yanında. Onu terk etmenin ardında ne neden yatıyorsa, zerre umrumda değil. Terk etmeyecektin! Kendi ağzınla söyledin: Perperişan ettin kızımı! Hevesini aldıktan sonra paçavra gibi attın. Şimdi de onu terk edişine yalandan bir kılıf uydurmuşsun, bu kılıfı da benim saf kızıma bir güzel yedirmişsin. Bir de utanmadan başımıza kahraman kesilip Ecrin'i bizden daha iyi anladığını iddia eder olmuşsun. Sen kendini ne zannediyorsun?!"

Babamın sonlara doğru gürleşen sesi, üzerindeki alaycılığın kırılmasına neden oldu. Ciddileşen ses tonu, tüylerimi şahlandırdı. Barlas ise, istifini bozmadan duruşunu sergilemeyi sürdürdü. Tek yaptığı dudaklarındaki buruk tebessümüyle babama bakmaktı. O bakışların altında, iflah olmaz bir zanlıya acıyarak bakan bir hakimin gözleri yatıyordu.

"Kılıf konusunda sizin kadar iyi değilim, Engin bey. Ecrin adına yazdığınız mail o kadar gerçekçiydi ki, bir an olsun Ecrin'den olmadığına şüphe etmedim. Üstelik, bana kendi kızımı Aras'tanmış gibi lanse edişinize nasıl inanmışsam; Mayıs'ın babasının ben olabileceğime ihtimal dahi vermedim. Kendimi size izah edebilmeyi çok isterdim; fakat görüyorum ki siz kendi inandıklarınıza sadık kalacaksınız. Bu yüzden siz, kızınızı bir anlık heves için terk ettiğime inanmaya devam edebilirsiniz; ama kendisi, benim için bir ömürlük bir heves olduğunun bilincinde ve bu kadarı da kâfi."

Babamın bütün küçük düşürmelerine, alaycı tavırlarına ve nefret dolu bakışlarına rağmen; Barlas bir an olsun bana arka çıkmaktan vazgeçmedi. Elimi her geçen saniye daha sıkı kenetliyordu. Birden bire annem salon kapısından içeri girip bu gergin ortama dahil oldu. Üzerinde mor pijamaları vardı ve gözleri uykudan yeni kalktığını bariz bir şekilde sergiliyordu. Gözlerinden uykuyu silkeleyip yerine şaşkınlığı buyur etti. Etraftaki kalabalığa kısaca göz atıp gözlerini bizim üzerimizde sabitledi.

"Burada neler oluyor?" dedi.

Ben daha dudaklarımı aralamaya yeltenemeden abim, annemi yanıtladı. "Ecrin'i Barlas'a istiyoruz."

Annemin bakışlarındaki şaşkınlığa ağzı da aralanarak eşlik etti. "Bu saatte mi?"

Abim gözlerini devirip Barlas'a baktı. "Saati sorgulamaktan çiçek ve çikolatayı akıl edemezler diye boşuna dememişim."

Barlas sanki üzerinde hiçbir yük yokmuş gibi gülümsedi; fakat avuçlarında yavaştan oluşmaya başlayan terden gerginliği barizdi. Annem abimin konuyu değiştirme çabasını bir kenara itip benim gözlerime öfkeyle baktı.

"Burası Aras'ın evi, farkında mısın acaba? Aras sana aşıkken hangi yüzle burada seni istemeye gelmelerine göz yumabiliyorsun? Bir de babanın karşısında yüzsüzce Barlas'ın elini mi tutuyorsun kızım? Pes!"

Annemin sözlerine aldırış etmeden Barlas'ın elini bırakmayı aklımın ucundan dahi geçirmedim. "Anne, Aras'ı düşündüğün kadar biraz da beni düşünseydin keşke. Ben de Barlas'a aşıktım; fakat siz bunu bile bile beni Aras ile evlendirmeye çalıştınız. 'Barlas'ı unut, kendine yeni bir yol çiz, kızına başkasının babalık etmesine göz yum...' Senden durmadan bunları duydum ben. Bir an olsun 'Kızım sen kendi hayatını nasıl yaşamak istiyorsun?' diye sormadın. Şimdi hayatımı yaşamak istediğim gibi inşa etmeye çalışıyorum ve sizin de rızanızı almak için karşınıza çıkıyorum, siz ise yüzüme duvar gibi çarpıyorsunuz!"

Sesim odanın içinde kuru bir kömür gibi parçalandı ve kara tozlarını etrafa saçtı. Annemin yüzünü saran kara lekeler, gözünden akan bir damla yaşla usulca silinmeye başladı; fakat babam o kara lekeleri daha da koyulttu. Oturduğu yerden bir hırsla ayağa kalktı. Kolunu öfkeyle havaya kaldırıp eliyle kapıyı işaret etti.

"Madem rızamızı almaya geldin, bizim rızamız yok! Benim bu adama verecek kızım yok. Eğer sen de bizi değil onu tercih edecek olursan, senin gibi kızım da yok! Derhal gidin buradan!"

Babamın rest çekişi bardağı taşıran son damla olmuştu. Barlas'ın yüz hatları kaskatı kesildi. Dudaklarını sertçe birbirine bastırdıktan sonra gırtlağına dizilen kelimelere asılıp ok gibi fırlatacakken annem elini "Dur" dercesine havaya kaldırdı. Bedenini babamdan yana çevirip birkaç adımla yanına ulaştı. Onu omuzlarından tutup koltuğa geri oturttu.

"Sakin ol, Engin. Kızımın üzerinde senin kadar benim de söz hakkım var." dedi ve bakışlarını tekrardan üzerime dikti. "Bunca zaman bir kez olsun bile sormadığım için özür dilerim, kızım. Şimdi soruyorum sana: Hayatını nasıl yaşamak istiyorsun?"

Annemin gözleri, görmeye ihtimal vermediğim bir pişmanlık taşıyordu. O pişmanlık beni, hasret kaldığım anne sıcaklığıyla ısıtmıştı. Sanki uzun yıllardan beri yatmadığım dizlerine uzanmıştım. O şevkat dolu kollara sığınıp kalbimi yumuşatmıştım...

Titremeye yüz tutmuş sesimi güçlükle kontrol altına aldım. "Aşık olduğum adamla ve kızımla yaşamak istiyorum, anne. Sizin karşımda değil de, yanımda olduğunuz bir hayat istiyorum."

Annem başını usulca iki yana sallayıp nemli gözlerini Barlas'ın üstüne dikti. "Aşık olduğun adam seni terk etti, kızım. Bir daha seni yarı yolda bırakmayacağına nasıl güvenebileyim? Nasıl seni onun eline teslim edeyim?"

Geçmişteki terk edilişim, benden daha çok ailemin ağrına gitmiş gibiydi. Hayal kırıklıklarımı saplandıkları yerden söküp almış olmama rağmen, o kırıklıklar onları deşiyordu. Ben, geçip giden onca kâbustan beter yılları sindirecek kadar bağışlamıştım Barlas'ı; fakat kimse onu bağışlayışımı sindiremiyordu.

"Ecrin'i terk etmesi için Barlas'ı ben zorladım."

Abimin ortaya atılmasıyla annemin gözleri şaşkınlıkla aralandı. Böyle bir şeyi duymayı hiç beklemediği yüzündeki donukluktan belliydi. Babamın gülme sesi ise tamamen öfkenin gölgesinde dinlenmişti. Odada bulunan herkes gergindi ve susmaktan başka bir seçeneğe yeltenemiyorlardı.

Abim içine derin bir soluk çekip olan biten her şeyi anlatmayı üstlendi. "Barlas böbrek yetmezliğinden ölmek üzereydi. Durumu kritikti ve kurtulamayacağına neredeyse emindik. Ecrin'in Barlas'a olan aşkının bilincindeydim. Ecrin, tavşanı öldüğünde bile, bir yıl yasını tutmuştu. Barlas öldüğünde katiyen toparlanamazdı. Onu bu acıdan kurtarmak için, Barlas'a olan aşkını nefrete dönüştürmekten başka çarem yoktu. Barlas'a, Ecrin'i terk etmesi için yalvardım. Eğer Ecrin'i terk ederse, Ecrin Barlas'ın ölümünden haberdar olmazdı. Bir yerden duyacak olursa da; duyacağı nefret, acısını azaltırdı... Barlas bunu kabul etmemek için direndi; fakat sonunda ikna oldu."

Barlas'ın ölümünün hayali zihnime üşüştüğünde, bacaklarım dermanını yitirmenin eşiğine geldi. Bir elimle Barlas'ın elini tutuyor olmama rağmen, diğer elimle de koluna tutundum. Onun, gözlerini sonu olmayan bir uykuya yumduğunu düşlemek bile, beni yerle bir ediyordu.

Yüzümü Barlas'a doğru çevirip sadece ikimizin duyabileceği bir ses tonuyla fısıldadım. "Lütfen, benden önce ölme."

"Şşh!" dedi ve dudaklarını alnıma yaslayıp aynı ses tonuyla konuştu. "Sana yemin olsun sevgilim, bizi ölüm bile ayıramayacak."

Kurduğu cümle, içimdeki karamsarlığı deşip içinden güzel hisler çıkardı. Tam ona sarılmanın hayalini kurarken bacağımda hafif bir sızı hissettim. O sırada, Barlas dudaklarını alnımdan çekti. Onun bakışlarını takip ettiğimde, Yavuz'a baktığını fark ettim. Yavuz ise, bana bakıp mahçup bir şekilde dudaklarını birbirine bastırdı.

"Yenge kusura bakma, tekmem hedeften sıyrılıp sana da değdi." diye fısıldadı.

"Senin o kafanı kırarım, Yavuz. Neyin peşindesin?" dedi, Barlas.

Yavuz, Barlas'ın tehditine aldırış etmeden fısıldayarak konuşmayı sürdürdü. "Oğlum, biz burada diken üstündeyiz sendeki rahatlığa bak. Adam karşıda oturuyor, sen uluorta kızını öpüyorsun. Gözünü seveyim, bir sakatlık çıkmadan şuradan çıkalım, sonra ne yaparsan yap!"

Yavuz'un yanında oturan Oya, Yavuz'u dürterek araya girdi. "Sus, adam buraya bakıyor!"

Oya'nın uyarısıyla hiçbir şey olmamış gibi babama baktım. Gözleri, keskin bıçak gibi etime saplanmıştı. Biraz sonra katliam çıkaracak kadar haşin bakıyordu. Ben ise, sanki her zaman bulunduğum bir ortamın içindeymiş gibi durgundum. İkimiz arasındaki bu zıtlık, hiç hayra alamet değildi.

"Barlas..." dedi annem ve çekingen adımlarla bize doğru yaklaştı. "İyi misin oğlum? İyileştin, değil mi?"

"O-Oğlum mu?" dedi, Barlas ve aniden yüzüne tuhaf bir hüzün sindi. "Ş-Şey... İyiyim ben. Böbrek nakli yapıldı, iyileştim."

"Oh, şükürler olsun!" dedi annem ve bir sürelik sessiz kalışının ardından pişmanlıkla kavrulan gözleriyle Barlas'a baktı. "Olan bitenlerden haberim yoktu, seni incittiğim için özür dilerim."

Barlas, yüzündeki sersemlemiş hüznü bir kenara bırakıp içtenlikle gülümsedi. "Sorun değil, efendim. Benim kimseye kırgınlığım yok. Geçmişi geçmişte bıraktım. Benim kafaya taktığım tek şey, gelecek... Ecrin ve kızımız ile güzel bir gelecek kurmak istiyorum."

Annem bir elini Barlas'ın omzuna, diğerini de benim omzuma yasladı. "Ben müsaade ediyorum."

Barlas şaşkın gözlerle bir bana bir de anneme baktı ve bu şaşkınlığa ağız dolusu bir gülüş eşlik etti. "Ç-Çok teşekkür ederim, efendim. Çok sağ olun. Desteğiniz bizim için çok kıymetli."

Annemin kalbimdeki yeri, günler önce içimde meydana gelen tipiyle buz tutmuştu. Şu an omzumda hissettiğim dokunuşu, o buzları eriterek göğüs kafesime akıtmıştı. Onun günlerdir bana yaşattığı üzüntüler, nihayet son bulmuştu. Yine de hâlâ üşüyordum; çünkü kalbimin bir bölümü daha yoğun buzlarla ve yüreğimi kanatan sarkıtlarla kaplıydı. Bunun sebebi: babamdı.

"Görüyorum ki, artık karşınızda duran tek kişi benim. Benim tarafımda olan herkesi kaybettim. Annen, evliliğinize müsaade etti. Aras desen, Ecrin'i kendi elleriyle Barlas'a teslim etti... Bunca yıl boşa kürek çekmişim demek ki!" dedi babam ve başını iki yana sallayıp omuz silkti. "Ne yazık ki, sizin önünüzde dağ olsam da, beni yıkıp geçmeyi göze alacaksınız."

"Neden baba? Neden hâlâ bizim önümüzde dağ olmak için direniyorsun? Niçin benim adıma Barlas'a mail attın ve niçin Barlas benim için Ankara'ya geldiğinde onu saçma sapan yalanlarla kandırdın? Kaç sene boyunca onsuz kendimi paraladım ben, baba. Hiç mi perişan oluşumu göremedin? Bunca şeyi nasıl gizleyebildin benden? Sen ki, bize dürüstlüğü aşılayan koca yürekli adam... Ne ara böyle bir yalancıya dönüştün? Benim kahramanıma, biricik babama ne oldu? Onun kalbi yufka gibiydi, yumuşacıktı... Bu taş kalpli adamı ben tanıyamıyorum, bu adam benim babama hiç benzemiyor..."

Göz pınarlarımdan düşen yaşlar, yanaklarımdan yuvarlandıkça içine acıları da sığdırdı. Göz yaşım çeneme ulaştığında kocaman bir acı çığıydı. Babamın yüzündeki sert ifade git gide yumuşamaya başladı. Önce dudağı seğirdi, ardından gözleri yaşardı. Gardı tamamen yere serildiğinde, yüzünden acı ve pişmanlıklar saçıldı. Ellerini yüzüne kapattığında sessiz bir hıçkırık ağzından koptu. Elleriyle defalarca gözlerini sildi; fakat kendine gelmesi kolay olmadı.

Şaşkınlıkla onun birden bire geldiği aşamayı idrak etmeye çalıştım. Duygu durumundaki bu dengesizliğin bir açıklaması olmalıydı. Elleriyle gözlerini ovuşturmaya bir son verip bana baktığında, bakışlarında hakikate teslim olmuş bir gizem vardı.

"Kızım... B-Ben mecburdum. Senin iyiliğin için Barlas'ı senden uzak tutmalıydım." dedi.

Anlayamıyordum. Barlas'ın benden uzak durmasının bana nasıl iyi gelebileceğini düşünüyordu?

"Benim iyiliğim için mi? Baba, buna gerçekten inanıyor musun?" dedim.

Babam dudaklarını birbirine bastırdı. "Ecrin, Barlas ile birlikte olman tehlikeliydi. Ben... tehdit altındaydım."

Şok içerisinde sayıkladım. "Ne?"

Barlas da aynı şok ifadesini benimle paylaştı. "Ne tehditi?"

Babam, Barlas'a tedirgin bir ifadeyle baktı. "Sizin birlikte olmanız doğrultusunda hayatınızın riske gireceği söylendi bana... Ben de sizi birbirinizden uzak tutmak için elimden geleni yaptım."

Barlas'ın elimi tutan eli sıkılaştı. Koluna yaslanan diğer elimin altında, damarlarını hissediyordum ve o damarlarda gezinen öfke, tenimi yakıyordu. Barlas gür kaşlarının altındaki gözlerini mayın tarlasına çevirdi. Bakışları babamın üzerindeydi ve babamın tek nefesi o mayınlara denk gelirse, her şeyi yok edecekti.

"Kim sizi tehdit etti?" dedi, Barlas.

Babam, Barlas'ın gözlerine suçlarcasına baktı. "Senin düşmanın... Alper Kozan!"

Babam tek bir mayına basmaktan öte, hepsine aynı anda hücum etmişti. Barlas'ın elimi tutan eli gevşedi. Beni yaşayacağı yıkımdan uzaklaştırdı. Babama doğru birkaç adım ilerledi. Parmakları avcunun içinde bükülmüş, yumruk hâlini almıştı. Bana ise şaşkınlıktan kal gelmişti. İstifimi bozmadan olan biteni hazmetmeye çalıştım.

"O şerefsiz sizi nasıl tehdit etti?" dedi, dişlerinin arasından.

"Ankara'ya taşındığımızdan beri apartmanımızın önünde onu sık sık görüyordum. Başlarda sadece bir tesadüf olduğunu sansam da, sonradan işkillenmeye başladım. En sonunda onu dışardayken yakaladım. Kim olduğunu sorduğumda, bana adını soyadını söyledi ve gitti. Onu araştırdım ama hiçbir yerde hakkında bilgi edinemedim. Bu olaydan şans eseri Aras'a bahsettim. Aras ise bunun üzerine bana onun hakkında bildiği her şeyi anlattı. Senin düşmanın olduğunu, hatta sırf senin canını yakmak için kızıma bar tuvaletinde tecavüz etmeye kalkıştığını... Bunu öğrendiğimde ortalığı ayağa kaldırmak istedim; fakat tek yaptığım o şerefsizi tekrardan görünceye dek beklemekti."

Barlas seyiren göz kapağına parmağıyla basınç uyguladı ve titreyen çenesini durdurmak için dişlerini birbirine bastırdı. "Sonra ne oldu?"

"Ankara'ya taşınalı 8 ay olmuştu ve Ecrin tam 9 aylık hamileydi. Doğum yapmak üzereydi ve Mayıs'ın odasını hazırlamıştık. Bir sabah Mayıs'ın beşiğinde bir bebek patiği buldum. Mavi renkliydi ve üzerine A harfi işlenmişti. Patiği elime aldığımda içinden bir not buldum. 'Genleri seçemiyor olmak ne acı' yazıyordu. Kanım donmuştu. O şerefsiz resmen evimizin içine kadar girebilmişti ve hiçbirimizin ruhu duymamıştı. Üstelik daha doğmamış tornumun canıyla beni tehdit ediyordu."

Nefesimi sesli bir şekilde içime çektim. Titremeye başlayan ellerimi ağzıma kapatıp yaşarmaya yüz tutmuş gözlerimi babamın yüzünden çektim. Zeminde odaksızca gezinen bakışlarım, korkunç hayalleri zihnime depoluyordu. Barlas'ın öfkeyle homurdanışını işittim; fakat bakışlarımı onun üzerine çeviremeyecek kadar kontrolsüzdüm.

"Kimseye bir şey yaptı mı ya da yapmaya kalkıştı mı?" dedi Barlas, öfkeden tonunu yitiren sesiyle.

"Hayır... Bunun önüne geçtim." dedi babam.

"Nasıl?" dedi, Barlas.

"Bir gün yine apartmanın önünde bizim daireyi seyrediyordu. Onu gördüm ve yanına gittim. Bana ne kadar tehlikeli olduğunu anlayıp anlamadığımı sordu. Anladığımı söyledim. Bunun üzerine kızımın ve tornumun canına hiçbir zarar vermeyeceğini söyledi. Bunun için ise tek bir şartı vardı... Benden Ecrin'i senden uzak tutmamı istedi. Senin Ecrin'e ulaşmaya çalıştığını ve benim de buna bir şekilde engel olmamı söyledi. Kabul etmekten başka şansım yoktu. Bu yüzden Aras ile bir plan yaptık. Başta sana Ecrin'in mail adresinden cevap verdim. Ardından da Ankara'ya geldiğin zaman, seni uzaklaştırmak için ağır sözler ve yalanlar söyledim. Sen İstanbul'a döndükten sonra ise Alper'i bir daha hiç görmedim. Bizi gözetlemeyi bırakmıştı. Muhtemelen o süreçte sadece seni gözetliyordu."

Babamın tüm anlattıkları omuzlarıma öyle ağır bir yük gibi oturdu ki, bacaklarım bu yükü taşıyamadı. Koltuğa çöktüğümde, İrem yanıma yanaşıp kollarıyla bedenimi sardı. Onun dokunuşu, yeni pıhtısını atmış yarayı kanatmış gibi etki yarattı. Kendimi tutamayıp ağlamaya başladım. Ağlayışım şiddetini arttırırken saçlarımı ellerimin arasına alıp kafamın derisini soymak istercesine asıldım. Benden habersiz yaşanılan tüm bu geçmiş çok ağır geliyordu. Üstelik sadece Barlas ile beni değil, ailemi ve kızımı da kötü etkiliyordu.

"Ecrin..."

Barlas adımı sayıklarken sesi o kadar çaresizce kulağıma doldu ki, ağlama isteğim daha fazla arttı. Onun seslenişine hiçbir tepki vermeden öylece durdum ve ağlarken ağzımdan kopan hıçkırıkların yerini derin soluklanmalar aldı. Barlas önümde diz çöktüğünde hüzünle pürüzlenmiş yüzü gözlerimi aşındırdı. Ellerime uzanıp saçlarımı parmaklarıma dolanmaktan kurtardı. Önce ellerimi usulca öptü, ardından saç diplerimdeki sızıyı saçlarımı okşayarak dindirdi.

"Küçüğüm, korkulacak bir şey yok. Ben yanındayım, ben sizi koruyacağım. Söz veriyorum, size hiçbir şey olmayacak." dedi ve ellerimi tekrardan sımsıkı kavradı.

Başımı iki yana salladım. "Ya sen... Sana bir şey olursa..."

"Olmayacak, inan bana. Ben bir çaresine bakacağım. En kötü ihtimalle yurt dışına gideriz, orada yeni bir sayfa açarız... Bundan sonra ben, sen mutlu ol diye varım. Seni hiçbir şey tedirgin etmesin, küçüğüm. Bak, tüm engellere rağmen biz yine birbirimizi bulduk. Sen benim kaderimsin, biz birlikte yaşlanacağız. İnan bana, sadece inan..."

Avuçları içinde kaybolan ellerimi çekip kollarımı sıkıca boynuna doladım. Barlas da ellerini belime sarıp beni oturduğum yerden kaldırdı. Saçlarımı yüzüne kalkan edip omzuma kaçamak bir öpücük kondurdu. Kokumu içine çekişini işittim. O ufacık ses; içinde aşkı, tutkuyu ve umudu taşıyordu.

"Tekrardan elimi tut, küçüğüm. Buna ihtiyacım var." diye fısıldadı.

O kollarını belimden çektiğinde, ben de boynuna sarılmaya bir son verdim. Onun isteğini yerine getirip ellerimizi birbirine kenetledim. Barlas gözlerimin içine bakıp diğer eliyle, hâlâ ıslak kalan yanağımı sildi. Bakışları beni gözbebeklerine işliyordu. Oradaki yansımamı çok net görebiliyordum. Gözlerini kısa bir anlığına kırptı. Göz kapaklarındaki bu hareketliliğin tanımı: "Her şeyi rayına oturtmak üzereyim"di...

Ve ben de devrilen her şeyi rayına oturtmasını seyrettim.

Göz kontağımızı kesip yüzünü babama doğru çevirdi. Bakışları babamın gözlerinde bilendi. Gözlerinde sivrilen kendinden emin ifade, babamı gafil avladı. Barlas, birbirine sıkıca tutunan ellerimizi havalandırdı. Herkesin dikkatini ellerimizde topladığında, kaşlarını yukarı kaldırıp gülümsedi ve omuz silkti.

"Benim bu eli bırakmaya hiç mi hiç niyetim yok!" dedi ve elimi dudaklarına yaklaştırıp öptü. "Ya bana bugün kızınızı vereceksiniz ya da önümüzdeki dönemlerde vereceksiniz. Her halükarda ben bu kızı alırım, boşuna diğer ihtimalle kendinizi yormayın."

Babam Barlas'ın açıksözlülüğüne şaşıp kaldı ve annem de hiç fırsatı kaçırmadan bu boşluktan faydalandı. "Önce bir usulüne göre isteme yapın!"

"Ohooo anne!" dedi abim, enerjisini hiç yitirmeyen ses tonuyla. "Ben çoktan istedim kızı."

"Ne!" dedi annem, dehşete düşmüşçesine. "Kız kardeşini sen mi istedin? Senin kalıbına tüküreyim!"

Abim az önce gelişen tüm negatif olaylara rağmen pozitif enerjisinden hiç ödün vermeden konuşmayı sürdürdü. "Anne üslubuna dikkat et, hanımefendiliğini bozma, lütfen. Ayrıca ben buraya Barlas'ın rahmetli ailesini temsilen geldim."

Annem şaşkın yüz ifadesini terk edip hüzne sığınarak Barlas'a baktı. "Ailen vefat mı etmişti?"

Barlas, burukluğunu yansıtmamaya özen gösterdi. "Evet."

Annem birkaç hızlı adımla Barlas'a doğru yaklaştı ve saniyeler içinde onu sıcak bir kucaklamayla sardı. "Ah benim yakışıklı çocuğum, artık iki tane oğlum var. Biz sana da aile oluruz."

Barlas günün kaçıncı şaşkınlığını yüzünde taşırken aynı zamanda huzurlu görünüyordu. Beni bırakmayacağına and içmiş eli, sözüne sadık kaldı. Öteki eli ise annemin sırtında dostane bir şekilde yer edindi. Annem bunca zaman Barlas'a karşı nefret yüklüydü. Bu kadar kısa bir zaman diliminde onu benimsemesi şaşırtıcı ve mutluluk vericiydi.

Annem birden bire aklına bir şey gelmiş gibi geri çekildi ve koltukta oturup olan biteni öylece seyre dalan Aras ile göz göze geldi. Birkaç dakika öncesinde damat aday listesinde ilk sırada yer alan Aras'ın üstünü karalayıp yerine Barlas'ın adını kazımıştı. Üstelik bunu Aras'ın gözleri önünde yapmıştı. Ah bir de, Aras'ın evinde...

"Aras, canım... Bütün bu olanlar adına kusura bakma. Vallahi varlığını unuttum, çok ayıp ettik sana." dedi, annem mahcubiyetle.

Begüm oturduğu yerden Aras'a iyice yanaşıp koluna girdi. "Teyze sen merak etme, Ecrin'i unutturacağım ben ona. Nikah masasına kadar yolumuz var bizim."

Annemin ağzı bir karış açık kalırken Aras ise kolunu Begüm'den kurtarmaya çalışıyordu. Begüm de inadına daha sıkı tutunuyordu. Aras en sonunda pes ettiğinde, Begüm ile kol kola bir vaziyette kalıp gözlerini devirdi.

"Eylül teyze, bunca zaman hep bencillik yaptım. Başkasına aşık bir kalpte yer edinmemin mümkünatı yoktu. Bundan sonra tek arzum Ecrin'in mutluluğu... Biz sadece eski iyi dostuz. Bu gördüklerim beni üzmüyor, tam tersine Ecrin'in mutluluğuyla mutlu oluyorum. Altı yıldır onu mutlu görmeye hepimiz hasret kalmıştık." dedi, Aras ve üzerimde duraksayan gözlerinde içten bir samimiyet saklıydı.

Ah Aras... Keşke beni hiç sevmemiş olsaydın ve Begüm senin hayatına daha önceden dokunsaydı.

İçimden geçen bu cümlenin ardından kendi kendime kızdım. Hayatta bazı şeyler yaşanmalıydı. Hiç reddedilmeden, acı çekmeden, bir şeyleri kaybetmeden yoğrulamazdın. İyi bir hamura dönüşmek için, hayatın iki tarafından da izler taşımalıydın. Hiçbir hayat tamamen beyaz ya da tamamen siyah olamazdı. Herkes hayatı boyunca bir sınavdan geçerdi. Aras'ın sınavı, karşılıksız aşktı. Benim sınavım ise, sabırdı. Altı yıla katlanmayı gerektiren, geçilmesi zor bir sınavdı...

Aras'ın konuya dahil oluşuyla dağılan konu, ansızın abimin konuşmasıyla eski hâline ulaştı. "Her neyse, en iyisi ben tekrardan sorayım. Karşı dairede sızan Cansu ve Duhan da aniden çıkıp gelirse, üçüncü tekrarı yapmam, haberiniz olsun."

"Tamam, hadi sor bakalım." dedi, Barlas.

Abim tekerlekli sandalyesine iyice yaslanıp boğazını temizledi. "Evet, sebebi ziyaretimiz bir kez daha belli oldu. Allah'ın emri, Peygamberin kavliyle kızınız Ecrin'i oğlumuz Barlas'a istiyoruz."

Babam tekrardan tarafına sorulan soruyu yüzünü asarak dinledi. Bir süre sessizce bekledi. Ardından ikimiz arasında gözleriyle mekik dokudu. İkimiz de heyecandan nefesimizi tutmuş bir hâlde el ele ayakta dikiliyorduk. Duyacağımız cümle hayatımızı değiştirecekmiş gibiydi...

"Allah'ın hakkı üçtür. Üçüncü istemede bu evliliğe izin vereceğim; fakat bu isteme, beni, kızımı ve tornumu ne pahasına olursa olsun benden daha iyi koruyacağına ikna ettikten sonra olsun. Ayrıca daha uygun bir saatte, geleneklere uyulmuş bir şekilde gelirseniz sevinirim."

Babamın söyledikleri üzerine odanın içerisinde birkaç kıkırdama sesi duyuldu. Bu herkes için  olumlu bir sonuç gibi görünüyordu. Barlas bizi olası tehlikelerden koruyacağına babamı ikna ettiğinde evliliğimiz kesinleşecekti... Evet, içinde bir umut taşıyordu; fakat o umuttan daha fazla oranda belirsizlik de mevcuttu. Bu belirsizlik, beni olması gerekenden daha fazla korkuttu. Göğüs kafesimin sol köşesine asılmış bir halat vardı ve kalbim bu halata asılmıştı. Kalbimi hayatta tutan tek şey ise, ayaklarına prangalanmış aşktı.

Başımı yana çevirip Barlas'ın yüzünü dikkatlice süzdüm. Yüzündeki tüm ifadeler gözlerimdeki süzgeçten geçti. Barlas, babama bakarken çok düşünceliydi. Zihninin içinde bir labirente takılmış ve çıkış yolu ararken birden fazla duvara tökezliyordu. Tedirginliğini, gergin çenesinden çok net görebiliyordum. Bakışlarımı hissetmiş olacak ki, gözleri gözlerimin odağını yakaladı. Göz bebeklerinde korku vardı. Ben bu korkuyu çok iyi biliyordum. Kaybetme korkusuydu... Bu korkuyu, kıymet verdiklerin yitip gitmesin diye kollarının arasında sımsıkı tutarken bir anda teker teker yere saçılmalarını seyreden insanlar çok iyi bilirdi.

Ben biliyordum. Altı yıl önce yaşadığım hayal kırıklığından sonra kime kıymet verdiysem, yitirmekten korkarak sımsıkı sarmıştım.

"O halde biz gidelim." dedi, Barlas.

"Biz derken?" dedi, babam.

Barlas gözlerini babamın üzerine dikip tek kaşını kaldırdı. "Ben, kızım ve Ecrin."

Babam sinirlerinin gerildiğini belirten bir sırıtmayla karşılık verdi. "Maşallah, sizdeki bu genişliği tebrik ediyorum; fakat evlenmeden kızımla bir evde kalmana müsaade etmeyeceğim."

Barlas da aynı gülüşe ayna tuttu. "Az önce evlenmemize de müsaade etmediniz, Engin bey. Kendinizle çelişiyorsunuz."

"Müsaade etsem de, nikah hemen kıyılmayacağına göre, yine Ecrin burada kalacaktı." dedi, babam.

Meseleyi daha fazla uzatmadan araya girdim. "Barlas, daha fazla uzatmayalım. Sen bu gece bizsiz uyu, olur mu?"

Barlas şaşkınlık ve hayal kırıklığıyla gözlerimin içine baktı. "Ama... Neyse, pekâlâ."

"Son gecemiz değil ya..." diye fısıldadım ve baş parmağımla avcunun içini okşadım. "Sabah evimize gelirim. Mâlum bavulum orada..."

Barlas'ın yüzündeki somurtkanlık yavaş yavaş kayboldu. "O hâlde sabah seni ve kızımı bekliyor olacağım. Karşı dairede değil, bizim evimizde..."

"Anlaştık." dedim.

Barlas arkasında ayaklanmış olan Yavuz, Oya, Begüm ve Aras dörtlüsüne baktı. Kafasıyla salon kapısını işaret ederek artık gitme vaktinin geldiğini belirtti. Aras, Begüm'den kaçmak için hızlı hızlı ilerleyerek en önden koridora çıktı. Begüm hiç vakit kaybetmeden aynı hızda Aras'ın peşinden gitti. Yavuz ve Oya onları takip ederek salondan çıktıklarında, annem de onları yolculamak için peşlerine takıldı. Babam ise abimin tekerlekli sandalyesinin arkasına geçerek onu koridora doğru sürdü. Salonda yalnızca ben, Barlas ve İrem kaldı.

İrem ikimizi yalnız bırakmanın daha uygun olacağını düşünmüş olacak ki hemen ayaklandı. "Ben sizi baş başa bırakayım."

Gülümseyerek gözlerimi "Tamam" anlamında kırptım. İrem hiç vakit kaybetmeden odayı terk etti. Barlas ise gözleriyle etrafı kolaçan edip hiç kimsenin olmadığından emin oldu. El ele tutuşmamızdan ter tabakasıyla kaplanmasına ramak kalan elini, elimden çekip çenemi kavradı. Dudakları yangından mal kaçırırcasına dudaklarımla birleşti. Bu küçük öpücük, tüm korkularımı inine çekecek kadar cesurdu. Bütün olumsuz yanlarımı onardı.

"Seni seviyorum." dedi ve diğer eliyle de enseme uzanıp saç diplerimi okşadı. "Mayıs'ı benim yerime öp. Daha şimdiden sabah sizi görmek için sabırsızlanıyorum."

Burnumu elmacık kemiğine sürtüp sakallarını öptüm. "Git ve bir an önce uyu. Sabah olduğunda yatağında olacağım."

"Immm." dedi ve hafifçe alt dudağını dişledi. "Erken gel, düğün hazırlıklarına başlamadan evvel seninle açlığımı gidermeliyim."

"Şşh!" dedim ve kaşlarımı sahte bir kızgınlıkla çattım. "Terbiyesizlik yapma ve lütfen artık git, yoksa babam senin poponu tekmeleyecek, üstelik ben o popoyu çok seviyorum."

Ellerini ensemden çekip salon kapısını kontrol etti. Ardından kısa bir anlığına popoma çimdik attı. Bir anlık boşluğuma gelmiş olacak ki, ağzımdan ufak bir şaşkınlık nidası koparttım. Ellerimi ağzıma bastırmış bir hâlde şaşkınlıkla ona bakarken bana göz kırpıp uzaktan öpücük attı. Arkasını dönüp hiçbir şey olmamış gibi salondan çıkıp gittiğinde, ellerimin altında gizlenen ağzım aptal bir sırıtışla aralanmıştı. İçimden ise tek bir cümleyi sayıklıyordum.

Serseri... Nasıl beni kendine bu kadar aşık edebiliyorsun?

***

Mayıs minik elleriyle çelik kapının yüzeyini hafifçe yumrukladı. Yüzünde babasını görecek olmanın heyecanı saklıydı. Avcumun içinde kaybolan minik eli, heyecanla kıpırdanıyordu. Ben babayı hiç tanımamış olmanın verdiği burukluk nedir bilmezdim. Bu kavuşmanın Mayıs'ı ne kadar derinden etkilediğini hissedemesem de, anlayabiliyordum.

Dün gece Barlas'a verdiğim sözü gerçekleştirmiştim. Gerçi sabahın köründe Barlas'ın aramasına uyanmıştım. Bu bir nevi sözümü tutmam için yapılan bir baskı sayılsa da, buna fazla takılmıyordum. Uykum, Barlas'tan kıymetli değildi. Ayrıca daha geç kalkacak olursam, buraya hiç gelemeyecektim; çünkü düğün için yapılacak hazırlıklara yetişmem gerekecekti. Şimdi ise, Mayıs ile erkenden hazırlanmıştık ve Barlas ile bizim evimizin önünde dikiliyorduk.

Çelik kapı açıldığında, Barlas üzerinde sporcu atleti ve altında deniz şortuyla karşımızda dikiliyordu. Saçları dağınık ve gözleri uykuluydu; fakat bakışları mutlulukla donanmıştı. Mayıs saniyeler içerisinde elimi bırakıp babasına doğru atıldı. Barlas birinde fırın eldiveni, diğerinde cep telefonu olan ellerini iki yana açtı. İkisi sımsıkı kucaklaştılar. Onlar kucaklaştıkları an, huzur ve sevgi kadehlerini birbiriyle tokuşturdu.

Barlas, Mayıs'ı kucağına alıp ayağa kalktı. Mayıs, kollarıyla Barlas'ın omuzlarına tutunduğunda, Barlas sadece bir eliyle Mayıs'ı kalçasından destekledi. Diğer elini de benim belime yerleştirdi. Beni kendine doğru çekti ve içeri girdiğimizde, kapıyı ardımızdan kapattı. Dudakları çok geçmeden alnıma hoş bir bası uyguladı.

"Hoş geldiniz, hanımlar." dedi.

"Hoş bulduk." dedim ve ben de onu yanağından öptüm. "Telefonla mı konuşuyordun?"

"Evet, güzelim. Bir takım planlarım var."

Merakla kaşlarımı kaldırdım. "Neymiş o planlar?"

"Kızıma verdiğim pembe havuz sözünü kısmen gerçekleştireceğim." dedi ve Mayıs'a bakıp göz kırptı.

"Gerçekten mi, baba?" dedi Mayıs, iyice heyecanla dolan sesiyle.

"Evet, miniğim. Babalar sözlerini tutar."

Onun havuz için ne gibi bir şey yaptıracağını tahmin etmeye çalıştım. "Hmm, bu havuz nasıl olacak?"

Barlas gözlerini tavana dikip alt dudağını sarkıttı. Omuzlarını silkerken sevimliliği hat safhaya ulaştı. "Sürpriz..."

Dudaklarını öpmek vardı da... Mayıs'ın gözü önünde hoş kaçmazdı.

"Peki, öyle olsun." dedim ve bu defa da diğer elindeki eldivene dikkatimi yönelttim. "Bir başka sürprizin daha var sanırım. Kahvaltı gibi duruyor..."

"Evet..." dedi Barlas ve bizi mutfağa doğru yönlendirdi. "Yumurta bile kıramayan beceriksiz adam, bugün hayatındaki en kıymetli iki güzel hanımefendi için erkenden kalkıp kahvaltı hazırladı. Bence bu adamdan çok iyi bir koca olur. 'Çok iyi bir baba olur' demeyeceğim; çünkü çoktan olmuş bulunuyorum."

Barlas kendine övgü dolu methiyeler dizerken çoktan mutfağa adım atmıştık. Güzel kokular burnuma ulaşıp iştahımı kabarttı. Gözlerimi yemek masasının üzerinde gezdirdim. Masada peynirden reçele, her çeşit kahvaltılık vardı. Ek olarak büyük bir tabakta patates kızartması, onun yanındaki orta boy tabakta da kızarmış sosisler vardı. Masanın tam ortasına ise tavanın içinde çok lezzetli görünen menemeni yerleştirmişti.

Bu masa resmen bir şaheserdi!

Şaşkınlıktan açık kalan ağzımı güçlükle kapattım. "Bunu gerçekten sen mi hazırladın?"

"Evet, nasıl görünüyor?"

"H-Harika!" dedim ve gözlerimi onun gözleriyle etkileşime geçirdim. "Günden güne sana daha fazla hayran oluyorum."

Bakışlarımız sarmaş dolaş birbirine karışırken kendimizden geçercesine soluklandık. Dudakları bir şeyler söylemek için aralandı; fakat sonra Mayıs onu çenesinden kavrayınca kelimeler ağzındaki hapse tıkıldı. Mayıs, Barlas'ın yüzünü kendine doğru çevirdi ve babasının tüm dikkatini üzerine çekti.

"Baba, biliyor musun, ben yumurta haşlayabiliyorum."

Barlas gözlerini şaşkınlıkla aralayıp abartı bir tepki verdi. "Vay canına, gerçekten mi? Lütfen, bizim için de yumurta haşlar mısın?"

"Tabii ki!" dedi, Mayıs ve buzdolabını parmağıyla işaret etti. "Beni oraya götürür müsün?"

"Derhal." dedi, Barlas ve Mayıs'ı kucağında buzdolabına kadar taşıdı.

Mayıs buzdolabının kapağını açıp yumurtaların olduğu raftan tek tek sayarak üç tane yumurtayı aldı. Barlas da hemen sonrasında buzdolabının kapağını örttü ve Mayıs'ın yön vermelerine ayak uydurmaya devam ederken bu defa da onu tezgaha taşıdı. Mayıs'ı tezgaha oturtup ona küçük bir tencere çıkardı. Mayıs küçük tencerenin içine üç yumurtayı koyup çeşmeyi açtı ve tencerenin içini suyla doldurdu. Ardından tezgahın üzerinde poposunun üzerinde kayarak ocağa doğru ilerledi. Onun bu hâline gülerek tepki verdik. Çok komik göründüğü gibi, bir o kadar da sevimliydi.

Mayıs tencereyi ocağa yerleştirdikten sonra Barlas'a doğru döndü. "Babacığım ocağın ateşini çıkartır mısın?"

Mayıs'ın tabiri, Barlas'ı daha fazla gülmeye teşvik etti. Mayıs'ın gittikçe sorgulayıcı bakan gözlerini yakaladığında, onu gülüşüyle incitmemek için kendini susmaya zorladı. Hızlı adımlarla Mayıs'ın yanına doğru ilerleyip onu tezgahtan aşağı indirdi ve ocağın altını açtı.

"Oldu mu, güzel kızım?" diye sordu.

"Oldu, baba. Şimdi biraz pişmesi lazım. Sonra annem onları soyacak ve yiyeceğiz." dedi, çok bilmiş gülümseyişi eşliğinde.

"Senin ağzını yerim..." dedi, Barlas. Hemen sonrasında bana doğru döndü. "Seninkini de."

Kahkaha atmamak için alt dudağımı dişleyip gözlerimi Barlas'tan kaçırdım. "Her neyse, yumurtalar pişene kadar babanın menemenini tadalım."

"Evet! Hadi bakalım, herkes sofraya..." dedi, Barlas.

Mayıs koşarak masanın yanına dizilen sandalyelerden ortada durana oturdu. Ben de onun sol tarafına geçtim. Barlas ise sağa yerleşti. Barlas ekmeği iki parçaya bölüp en büyük tarafını bana verdi. Ardından kendine aldığı parçanın birazını kopartıp menemene batırdı. Lokmayı ilk önce Mayıs'ın ağzına götürdü. Mayıs, keyifle ağzını açıp babasının onu yedirmesine müsaade etti.

"Imm..." diye mırıldandı, Mayıs. "Çok güzel olmuş, baba."

Barlas böbürlenerek gözlerini kırpıştırdı. "Tabii, meleğim. Senin baban aşçı sayılır. Gerçi beni bu evreye getiren annen, o ayrı konu."

Son kurduğu cümleyle, bana günler önce attığı mesajlardan birisine gönderme yapmıştı. Mıh gibi aklıma kazınan kelimeleri, zihnimin aydınlık köşesine manşet gibi asılıydı. O mesajı içimden bir kez daha okudum.

Günaydın, Ecrin. Bugün patates kızartmayı öğrendim. Biraz koluma yağ sıçrattım; ama sonuca bakılınca kolumu yakmama değdi. Seni kahvaltıya çağırmaya gerek duymuyorum; çünkü davete gerek olmadığını biliyorsun. Sana her zaman, bütün kapılarım açık. Ne zaman istersen, yalnızca kapıyı tıklatman yeterli. Hatta sen tıklatmasan da olur, ben senin geldiğini hissederim zaten. Her neyse... Erkin az önce neden bu aralar mutfakta bu kadar oyalandığımı sordu. O soruncaya dek fark etmemiştim. Seninle buradaki anılarım hâlâ taze. Mutfağa her girdiğimde sen gözümün önünde canlanıyorsun. Dudaklarının bıraktığı hissi atlatamadım. Seninle öpüştüğümüz yere bakarak aptal aptal sırıtıyorum. Senin dizinde uyuduğum duvar köşesi de bir başka güzel... Bu gidişle aşçı olabilirim.

Yüzümde oluşan aptal sırıtmayla elimi çeneme yaslayıp onu aşk yüküyle ağırlaşan bakışlarımla seyrettim. Beni kendisiyle konuşmaya ikna etmek için her gün upuzun mesajlar atmıştı ve beni geceleri AVM'de beklemişti; fakat ben onun aşkına kör olmuştum. Kendi inandığım gerçeklere o kadar bağlıydım ki, keçi inadımın arkasında kendimi oyalamıştım. Şimdi ise, sadece yok yere kaybettiğimiz yıllara ekstra zaman eklediğimi anlamıştım.

Keşke hiç zaman kaybetmemiş olsaydık...

"Bu da, güzeller güzeli annen için." dedi, Barlas ve menemenden aldığı bir diğer lokmayı da benim ağzıma doğru yaklaştırdı. "Geçen sefer menemenimi tadamamıştın, bakalım şimdi beğenecek misin?"

Bir kere daha gönderdiği mesajlardan bir başkasına değinmişti. O mesajında neler yazdığını hatırlamak için zihnimi yormadan önce ağzımı araladım ve menemenin tadına odaklandım. Gerçekten lezzetliydi. Barlas'tan beklemeyeceğim kadar, damak tadıma uygundu. Lokmamı bir yandan çiğneyip diğer yandan kaşlarımı yukarı kaldırdım. Başımı 'Leziz' dercesine aşağı yukarı salladım. Barlas ise yine aynı egoistliğini üzerine takınıp otuz iki diş sırıttı.

Onun bembeyaz dişlerini hayranlıkla seyrederken onun bana menemenle ilgili yazdığı mesajın iskeletini kafatasımın içinde toparladım.

Günaydın, Ecrin. Bugün kahvaltı için kendime menemen yaptım. İnsanın inanası gelmiyor; fakat gayet de güzel oldu. Az önce bunu Erkin'e söyledim, ayağa kalkamadığı için yattığı yerden doğrulup alkışladı. Bu başarımı seninle de paylaşmak istedim. Eğer canın menemen çekerse buraya gelebilirsin. Çekmese de gelebilirsin. Buraya gelsen ne de güzel olur. Biliyorum, ben varken gelmezsin. Yine de olsun, menemenin yarısını sana ayıracağım. Gelmezsen de ısıtıp öğlen yerim, sorun değil. Menemen domatessiz, ben de sensiz olamıyorum Ecrin. Romantiklik olsun diye söylemedim, sensiz yapamadığımı araya sıkıştırmak için söyledim.

Bir anda hatırladıklarım, bünyeme çok ağır geldi. Onun bu kadar samimi ve içten bir şekilde yazdığı mesajların hiçbirini kaale almamış olup onu umursamamazlığımla defalarca incitmiş olmam, çok sarsıcıydı. Yüzüm aniden asıldığında, Barlas hemen bunun farkına vardı. Uzanıp yüzümü kavradı, parmaklarıyla tenimi usul usul okşadı.

"Ne oldu, bir tanem?" diye sordu.

"Bana 10 gün boyunca attığın mesajlardan sadece iki tanesini kafamda sayıkladım ve senin hislerini kaale almamış oluşuma üzüldüm."

"Güzelim..." dedi ve içimi sıcacık bir şelaleye çevirinceye dek gülümsedi. "Ben hâlâ menemeni domatessiz yapamıyorum, sensiz de olamıyorum. Şu ana bakacak olursak, karşımda oturan kadın benim hislerimi kaale aldığı gibi, aynı şekilde karşılık sunuyor."

Başımı aşağı doğru eğip avcuna küçük bir teşekkür öpücüğü kondurdum. "Seni seviyorum."

"Ben de seni, küçüğüm." dedi, kahverengi harelerinin her bir kabuğunu aşka soyarak. "Çok seviyorum."

Aramızda aşkla volümlenen ortam, Mayıs'ın araya girmesiyle sükunete gömüldü. "Baba, ocağı kapatmalısın ve beni de sevmelisin!"

Barlas, Mayıs'ın ani tepkisiyle elini elektrik çarpmış gibi yüzümden çekti ve kahkaha atmamak için yanağının içini ısırdı. "Emredersiniz, minik otorite."

Önce ayağa kalkıp ocağın altını kapattı. Ardından hızlı adımlarla masaya doğru ilerleyip Mayıs'ın hiç beklemediği anda arkasından yaklaştı. Ellerini onun minik kollarının altına yerleştirip oturduğu sandalyeden kucaklayarak kaldırdı. Mayıs şaşkınlık ve heyecanla çığlık attı. Barlas onu bir çemberin içindeymiş gibi etrafında döndürdü. Mayıs büyük bir keyif aldığını, attığı yüksek kahkahalarla bize sergiliyordu. En sonunda Barlas duraksayıp Mayıs'ı gövdesine yasladı ve onun küçük yüzünün her köşesine öpücüklerini yığdı.

"Seni çok seviyorum, biriciğim." dedi.

Mayıs, Barlas'ın öpücüklerinden huylansa da hiç engel olmadan neşeyle kıkırdamayı sürdürdü. "Ben de seni çok seviyorum, babacığım."

Barlas Mayıs'a öpücük krizi yaşatmaya son verip onun yüzünü seyre daldı. Bakışları bana baktığı gibi hayranlıkla doluydu; fakat bakışlarındaki sevgi, ona bakarken daha saftı. Bana bakarken ise, gözleri kaosa dönüşüyordu. Aşk bir yandan kılıç kuşanırken; tutku oklarını yaylara yerleştiriyordu ve huzur mayınlarını zemine diziyordu. Bu savaş sonucunda, üç his de galip çıkıyordu.

"Sen ne güzel bir çocuksun ya!" dedi, Barlas.

Mayıs utangaç yüzünü Barlas'ın boyun girintisine gömdü ve Barlas onun bu tepkisine kahkaha atıp sarı saçlarından koklaya koklaya öptü. Onları hayranlık ve içimden taşan mutlulukla izledim. Barlas'ın da bakışları benim gözlerimi bulduğunda, huzur neredeyse tüm uzuvlarını sarmıştı. Sanki huzur onun bir parçası değil de, o huzurun kendisi oluvermişti.

"Güzelim ya... Bundan bir tane daha mı yapsak?" dedi, birden bire.

Kahkaha atıp başımı aşağı yukarı salladım. "Yapalım tabii. Bir değil, on tane."

"Ohh, tam on bir oluyorlar." dedi ve alaycı sırıtışını takındı. "Galatasaray'ın yeni milli takımını ben oluştururum artık."

"Neden olmasın." dedim ve şakacı bir kışkırtıcı ifadeye büründüm. "Bu gece denemelere başlayalım, o hâlde."

Barlas'ın adem elması yutkunuşuyla hareketlendi. Diliyle dudaklarını ıslattı. "Her an, her koşulda başlayabiliriz. Zaman, mekan ve sınır tanımam. Bana bu konuda güvenebilirsin."

Anlaşılan beyefendinin hormonları yine fazlaca aktifti. Yaptığım şakayı bile ciddiye alıyordu...

Gözlerimi şaşkınlıkla aralayıp bakışlarımla, kucağında duran minik bedene dikkat çektim.. "Babacık, biraz sakin."

Barlas dozu biraz fazla kaçırdığını anlamış olacak ki, alt dudağını dişleyip Mayıs'ın saçlarını okşadı. "Aynı anda hem babacan, hem romantik, hem de kuduruk bir herif olabiliyorum. Hepsi şu bitmek bilmeyen yeteneklerim yüzünden!"

" 'Bitmek bilmeyen egom' diyecektin herhalde?" dedim ve gülümseyerek çenemle az önce oturduğu sandalyeyi işaret ettim. "Hadi kahvaltıya devam edelim. Bu kadar eğlence yeter!"

***

"Sizler şahit misiniz?"

Nikah memurunun bize sorduğu soru üzerine, Barlas ile göz göze gelip birbirimize tebessüm ettik. İkimiz de aynı anda hareket ederek mikrofona doğru eğildik. Yanaklarımızın birbirine değişini hissettim. Hemen ardından ağızlarımızdan aynı kelime döküldü.

"Evet!"

Barlas gözlerini bir an olsun gözlerimden ayırmadı. Bakışlarını göz bebeklerime ok gibi saplamıştı; ama göz bebeklerim kanamak yerine çiçek açmıştı. Ona beslediğim aşk, onun bakışlarıyla doymuştu. Nikah memurunun hareketlenmesi üzerine dikkatimi çevreme vermek durumunda kaldım. Memur ayağa kalkmıştı ve Cansu ile Duhan da ayaklanmışlardı. Barlas onlara eşlik etmek için oturduğu yerden kalkarken elimi tutmayı ihmal etmedi. Onun peşisıra harekete geçtim. Yan yana dikildiğimizde, nikah memuru elindeki mikrofonu dudaklarına yaklaştırdı.

"Belediyenin bana verdiği yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum."

Cansu nüfus cüzdanını eline alıp havada sallayarak kahkaha attı. Kır düğün salonundaki kalabalık, alkış sesleriyle kulaklarımızı inletti. Duhan, yüzünde kocaman gülümsemesiyle Cansu'yu omuzlarından kavradı. Duhan'ın elleri parlak ışıkların altında parlıyordu. Heyecandan ellerinin terlediği barizdi. Cansu'nun duvağını geriye doğru itip yüzlerini birbirine doğru yaklaştırdı. Dudakları, Cansu'nun dudaklarına yaklaşırken Barlas alkış seslerini biraz da olsun bastıracak bir ses tonuyla Duhan'a seslendi.

"Alnını öp!"

Duhan bunu işitmiş olacak ki, kavşaktan dönüş yaparmış gibi dudaklarını yukarı yönlendirdi. Cansu'nun alnına uzun süreli bir öpücük kondurdu. O sırada Barlas'ın sıcak nefesini ensemde hissettim. Dudakları bana bir şeyler fısıldamak için yerini alıyordu.

"Darısı başımıza, küçüğüm."

Başımı omzuna dayayıp hayran gözlerle Cansu ve Duhan'ın mutluluğunu seyrettim. "Darısı başımıza..."

Duhan'ın siyah damatlık takımı üzerine tam oturmuştu ve yüz hatları, yeni traş olmasından ötürü daha belirgindi. Cansu ise, tam bir kuğu gibiydi. Straplez göğüs detaylı gelinliği, geniş omuzlarını sergiliyordu. Gelinlik, gövdesini tam olarak sarıyordu. Belinden itibaren ise katman katman genişliyordu. Üstündeki Fransız güpür detayları göz alıcıydı. Sarı saçlarındaki gösterişli topuzundan yüzündeki makyaja kadar her şeyiyle kusursuzdu. İkisi birbirini hiçbir pürüz olmaksızın tamamlıyordu.

Arka fonda çalmaya başlayan romantik bir dans müziği vücutlarımızı sarıp sarmaladı. Duhan, Cansu'yu elinden kavrayıp yan tarafımızda duran büyük piste doğru götürdü. İkisi müziğin yavaş ritmine ayak uydurarak iki yana salınmaya başladı. Barlas hâlâ elimi tutuyordu. Başımı ondan yana çevirip gözlerimizi ortak paydada buluşturdum.

"Bu dansı bana lütfeder misiniz, güzel kadın?" dedi Barlas, gözlerinde hiçbir alay barındırmıyordu ve sesi oldukça ciddiydi.

"Seve seve." dedim.

Beni piste doğru götürürken attığı her adımında bir gurur taşıyordu. Benimle olmak onu yalnızca mutlu etmekten öte, gururlandırıyordu da. Benim de hislerim ondan farksızdı. Siyah topuklu ayakkabılarımın üzerinde yürürken güçlük çeksem de, Barlas'ın tutuşu bunu kolaylaştırıyordu. Şu anda bakışların büyük bir kısmını üzerimizde hissediyordum; fakat bu beni germiyordu. Çünkü görünüşümden çok memnundum ve bu durum, özgüvenimi zirveye taşıyordu.

Üzerimde kalın askılı siyah bir elbise vardı. Elbisenin yakası, göğsümün birkaç santim aşağısında bitiyordu. Dekolte aralığında ise iki ip çarpı şeklinde göğüslerimin arasında yer alıyordu. Elbisenin yan kısımlarında pencereler vardı. Bu pencereler tam bel oyuğuma denk geliyordu. O pencerelerin açıklığında da, çarpı şeklinde ipler vardı. Etek kısmı ise dümdüz bir şekilde, kalçalarımı sımsıkı sararak iniyordu. Saçlarım kalın dalgalarla hacimli gözükerek yüzümü çevreliyordu. Koyu tonlardaki makyajım, yüzümü daha çarpıcı bir şekilde ortaya çıkarmıştı.

Barlas ise, tarifi olmayacak şekilde yakışıklıydı. Saçları geriye doğru güzel bir şekilde yatırılmıştı. Yeni tıraş olmuş yüzünde, kirli sakalları çok hoş duruyordu. Siyah kumaş pantolonunun içine sıkıştırdığı beyaz gömleği, gövdesindeki kasları en olması gerektiği derecede sarmıştı. Gömleğinin üzerine giyindiği gri ceketi, ten ve saç rengini iyice ön plana taşımıştı. Oldukça karizmatik ve yakışıklı görünüyordu.

Piste ayak basan ikinci çift olarak neredeyse gelin ve damat kadar dikkat çekmiştik. Barlas hiç vakit kaybetmeden beni kendine doğru çekti. Gözleri, etraftaki tüm bakışların etkisini kıracak kadar yıkıcıydı. Bir eli bel oyuğuma yerleşti. Sıcak parmak uçları, elbisenin penceresinden içeri kaçıp tenimde kıvrıldı. Diğer eli de elime kenetlendi. Hiç bırakmayacakmış gibi...

Ben de öteki elimi ensesine yasladım. Dokunuşum bakışlarındaki yoğunluğu arttırdı. Müziğin ritmine uygun iki yana sallanırken bakışları ara sıra dudaklarıma değiyordu. Kırmızı rujla boyanmış dudaklarım, onun gözlerinden taşan tutkuya karşılık usulca titredi. Baş parmağımı, teninin üstünde kaydırdım ve kulağının altına doğru bastırdım. Bunun bir uyarı olduğunu anlamış olacak ki, tepki olarak tebessüm etti. Bakışları, rotasını yalnızca gözlerimden yana kullandı. Göz bebeklerime demir atan gözleri, tutkudan arınmıştı. Bu defa da, kalbimi titretecek bir aşkla bakıyorlardı.

Yüzü yüzüme doğru yaklaşırken etrafımızdaki dans eden insanlar varlığını yitirdi. Koskoca pistte yalnızca ikimiz kalmışçasına, tek odağım aramızdaki çekimdi. Barlas burnunu burnuma sürtüp dudaklarını yanağıma bastırdı. Öpücüğü beni, alıp verdiğim soluktan daha çok ayakta tutabilecek güçteydi. Dudaklarını bu defa da yanağıma sürterek kulağıma doğru yaklaştı. Sıcak nefesi saçlarıma çarptı.

"Çok güzelsin, küçüğüm. Sana baktığımda, içimde birden fazla duyguyla başa çıkmak zorunda kalıyorum."

Huzurla gözlerimi yumup hissettiğim mutluluğu dışarı salan bir tebessüme sığındım. "Seni o kadar çok seviyorum ki, sana her dokunduğumda kaybetmekten deli gibi korkuyorum."

"Korkma..." dedi ve kulak mememi öptü. "Kalplerimiz bir olduğu sürece, biz birbirimizi yitiremeyiz."

Çenemi omzuna yaslayıp tebessümümü yüzümde asılı bıraktım. Yan tarafımızda dans eden çifte gözüm takıldığında, o çiftin abim ve İrem olduğunu fark ettim. Abim tekerlekli sandalyesindeydi ve İrem de onun sağlam olan bacağının üzerine oturmuştu. Abim oturduğu yerde iki yana yavaşça sallanıyordu. İrem de kollarını onun boynuna dolamış bir hâlde başını abimin göğsüne yaslamıştı. İkisi, aralarındaki aşka hiçbir şeyin engel olmasına izin vermemişti.

Bakışlarım abimlerin yanında dans eden Oya ve Yavuz'a çarptı. Sarmaşdolaş dans ederken çaprazlarında duran çifte bakıp kendi aralarında fısıldaşıyorlardı. İstemsizce gözlerim onların baktığı çifte kaydı. Baktığım an, ağzım şaşkınlıkla aralandı. Bunlar, Begüm ve Aras'tı. Begüm kollarını Aras'ın boynuna dolamıştı, Aras da Begüm'ün belini hafifçe tutuyordu. Begüm, Aras'a bir şeyler söylüyordu. Aras ise belli belirsiz gülümsüyordu. Sanırım gerçekten mutluydu; fakat bunun bu kadar ani gerçekleşmesini kabullenemediği bariz belliydi.

Aras, uzun zaman sonra hak ettiği değeri görüyordu...

Gözlerim, bu defa insanların oturduğu masaların gerisinde yer alan balonlarla süslenmiş alana kaydı. Mayıs'ın, yüzüne palyaço makyajı yapmış kızla el ele tutuşup etrafa kahkaha atışını seyrettim. İçim anında sıcacık kesildi. Düğün salonuna giriş yaptığımız andan itibaren, oradaki çocuklarla kaynaşmıştı ve palyaço maskesi takan genç adam ile yüzüne palyaço makyajı yapan genç kızın kurduğu oyunları hep birlikte oynuyorlardı. Şu anda Barlas ile dans ettiğimin farkında olamayacak kadar oyuna dalmıştı. Eğer farkında olsaydı, muhtemelen piste çıkıp kendini babasının kollarına atardı.

Barlas'ı çok seviyordu ve benden bile kıskanacak kadar onu paylaşamıyordu.

Tüm sevdiklerimin mutlu bir şekilde etrafımda oluşu, sabahtan beri koşuşturmaktan ağrıyan tüm kaslarımı uyuşturdu. Gözlerimi yumdum ve kendimi yalnızca Barlas'ın kollarından yayılan sıcaklığa teslim ettim. Dansın ritmine ayak uyduran bedenim, benden kopuk bir uzuva dönüşmüştü. Barlas'a bağlı bir tuğla taşıydım sanki. Bizi birbirimize bağlayan çimento değil, huzur ve aşktı.

Dans beklediğimden daha uzun bir zaman dilimi boyunca devam etti. Hoparlörlerden taşan slow müzik, yerini hareketli bir parçaya bıraktığında yumduğum gözlerimi araladım. Başımı kaldırıp Barlas ile göz göze geldim. Gözlerinde sersemlemiş bir aşığın sarhoş bakışları gizliydi. Ensesindeki elimi yanağına yaslayıp güzel yüzünü okşadım.

"Hadi, biraz oturalım. Şu anda hareketli müziğe ayak uydurmaya hazır değilim." dedim.

"Tamam güzelim, nasıl istersen."

Birbirine kenetlenmiş ellerimizi yerleştikleri yuvadan çekti; fakat bel oyuntumdaki eli, dokunduğu yere mıhlı kaldı. Temkinli adımlarla kalabalığın arasında ilerlemeye başladık. Işıklar altında parıldayan büyük pisti tam terk edeceğimiz sırada, birisi Barlas'ı kolundan tuttu ve bu ikimizin de duraksamasına neden oldu. Arkamı dönüp bu kişinin kim olduğuna baktım ve karşılaştığım yüz, kaşlarımın yukarı kalkmasına neden oldu. Bu kişi, Barlas'ın korumalarından birisiydi. Üzerine giyindiği siyah takım elbise, siyah gömlek ve kırmızı kravattan onu kolayca ayırt edebiliyordum. Bir de uzun ve iri vücudu da buna dahildi. Adamın yüzündeki tedirgin ifade ise, bir şeylerin yolunda gitmediğini apaçık belli ediyordu.

Adamın sesi etraftaki müziğin etkisini kıracak tona yükseldi. "Barlas bey, bir sorun var."

"Ne oldu, Tayfun?" dedi, Barlas.

Adının Tayfun olduğunu öğrendiğim adam mahçup bir yüz ifadesine büründü. "Korumalardan birisi kayıp. Üzerindeki çipten sinyal alamıyoruz ve telefonuna da ulaşamıyoruz. Birisi ona bir şey yapmış olabilir ya da o, bir işler peşinde olabilir."

"Kim kayıp ve etrafa iyice baktınız mı?"

"Agâh kayıp, efendim. Diğer korumaları etrafı gözden geçirmesi için yolladım, ben de burayı kolaçan ediyorum."

"Tamam." dedi, Barlas. "Muhtemelen birisiyle kavgaya karışmıştır. Mühim olan burada bir sıkıntı yaşanmaması. Sen buradan ayrılma ve hatta iki üç kişiyi de yanına al. O kadar adam bir kişinin peşine düşmenizin mânâsı yok."

"Tamam, Barlas bey. Ben Agâh'ı bulmamız gerektiğini düşünmüştüm. Sanki bir işler peşinde gibi hissediyorum."

Barlas elini Tayfun'un omzuna atıp hafifçe sıktı. "Dert etme. Agâh ateş olsa, anca cürmü kadar yer yakar. Dediğim gibi, siz buranın gözetimine önem verin. Burası daha önemli, özellikle de kızımın güvenliği..."

Mayıs'ın bahsi geçtiğinde, içimde tuhaf bir sızı hissettim. Kalbime giden damarlara, kan sığmadı. Sanki bedenim, yakın zamanda yaşanacak bir spazma kendini hazırlıyordu. Hislerimin bana verdiği mesaj çok açıktı. Yolunda gitmeyen bir durum vardı ve bu durumu çözmeye çalışan adamlar...  Barlas'ın korumaları etrafı arıyordu, burayı gözetleyen tek kişi vardı. O tek kişi de, bize durumu bildirmekle meşguldü. Mayıs ise, şu anda hiç kimsenin gözetiminde değildi. Hiç kimsenin...

Başımı hızla çevirip balonlarla süslenmiş alana baktım. Yüzüne palyaço makyajı yapmış genç kız, elinde bir top tutarak tüm çocukları etrafına toplamıştı. O çocuklar arasında pembe tüllü elbise giyinmiş, saçları babası tarafından tek tek bugudiyle sarılarak dalgalandırılmış küçük kızı aradım. Yoktu... Benim küçük, güzel kızım oradan birden bire yok olmuştu.

"Barlas!" diye bağırdım, telaşla. "Mayıs yok!"

Barlas sesimi işitir işitmez, endişeyle aralanmış gözleriyle az önce baktığım yere baktı ve anında öne doğru atıldı. Elimi sımsıkı tutup beni de peşinden sürükledi. Düğün salonuna yerleştirilmiş masaların arasından hızlı adımlarla geçerken gözlerimle iki yanımı taradım; fakat gözlerim, arzu ettiği görüntüye kavuşamadı. Rengarenk balonlarla donatılmış yere vardığımızda, zihnim balonların aksine zifiri karanlık bir boşlukta tıkılı kalmıştı.

Bizim hızlı adımlarla gelişimizi fark eden genç kız, şaşkınlıkla ikimize baktı. "Barlas bey, bir sıkıntı mı var?"

Barlas, genç kızın sorusunu es geçip çocukları süzdü. "Mayıs nerede?"

"Sizin dans ettiğinizi fark edince yanınıza gelmek istedi. Yanımdaki arkadaşım da onu size getirecekti. Getirmedi mi?" dedi.

"Getirmedi." dedi, Barlas gergin bir iç çekiş eşliğinde. "Bu arkadaşını arayıp nerede olduğunu öğrenir misin? Çabuk!"

Genç kız, endişeyle bize baktı. "O adam benim organizasyon şirketimden değil. Bugün gelecek olan arkadaşım rahatsızlandığı için, o başka bir şirketten gelmişti. Kendisiyle daha bugün tanıştım, bu yüzden telefon numarasını alamadım."

Parmaklarımın arasında, Barlas'ın kaskatı kesilen parmaklarını hissettim. Diğer elini de alnına yaslayıp gergin alnını ovuşturdu. Ortada tedbiri alınmamış bir durum vardı. Yüzü palyaço maskesiyle örtülmüş adamın kim olduğu belirsizdi ve az önce kızımla buradan ayrılmıştı. Alıp verdiğim her nefeste, tehlikenin saf kokusunu soluyordum.

"Adamın adını verebilir misin?" diye sordu, Barlas.

Sesinin derinlerine indiğimde, orada çok tiz bir korku barındırdığını işitebiliyordum. Sorduğu sorunun cevabını almaktan korkuyordu. Onu korkutan cevabın ne olduğunu çok iyi biliyordum ve aynı korku, ruhumun derinliklerine ilmek ilmek işlenmişti.

Genç kız dudaklarını araladı ve duymaktan korktuğumuz isim, o aralıktan dışarı sızdı. "Adı, Alper."

Kulağımda bir cızırtı işitir gibi oldum. Etraftaki tüm sesler boğuklaştı ve yalnızca o cızırtı sesi volümünü arttırdı. Boğazım düğümlendi; fakat o düğümün ardına kuru çığlıklar döşenmişti. Dehşete düşmüştüm. Benim kızım, canımın parçası babasının düşmanına rehin mi gitmişti?

Hayır, hayır, hayır...

Mayıs'a hiçbir şey olmayacaktı. Onu bulacaktım ve her gece üstünü örttüğüm pembe battaniyesine saracaktım. Onu kollarımda uyutup saçlarından öpecektim. Koklaya koklaya... Ellerini sevecektim, en çok da parmak boğumlarını. Yavrumdu o benim, biricik evladımdı. Onun kılına zarar gelemezdi, izin vermezdim. Anneler evlatlarını korurdu. Korurdu değil mi? Ama ben... Ben koruyamamıştım.

Ben, Mayıs'ı koruyamamıştım!

Babamın anlattıklarını hatırladım. Alper'in bıraktığı tehdit mesajını... "Genleri seçemiyor olmak ne acı." Kanım buz kesti. Tir tir titredim; fakat soğuyan kanımdan değil, eksilen yanımdandı bu. Ben kızımı istiyordum, onu güvenle sarmak ve bütün tehlikelerden sakınmak istiyordum. Elimi Barlas'ın elinden çektiğimde, aklımdaki tek düşünce Mayıs'tı. Hayatımda ilk defa, Barlas varlığını bu kadar yitirmişti. Sanki o yoktu, onunla birlikte herkes yok olmuştu ve ben koca bir boşluğun içinde kızıma tutunmaya çalışıyordum.

Gözümün önünde silikleşen kalabalığın ipini yakaladım ve zihnimden yok olmasına müsaade etmedim. Onlara ihtiyacım vardı. Kalabalığı yarmalı ve herkesten yardım dilenmeliydim. Kızımı bulmak için ihtiyaç duyduğum desteği sağlamak maksadıyla insanlara doğru yöneleceğim esnada, arkamda hiç duymayı beklemediğim bir ses duydum. Duyduğum an nefesimi kesen, korkularımı arşa iten, tüm uzuvlarımı titreten bir sesti bu...

Silah sesi...

O silah patladı ve kurşun bana isabet etmeden, beni kan kusa kusa parçaladı.

♧♧♧

Bölüm nasıldı? Oy verip yorum yapmayı unutmayın, lütfen.

Bölüm sonunda Ecrin'in evladı için hissettiği acıyı ve korkuyu okudunuz. Bir ananın, evladının canı mevzu bahis olduğunda nasıl hissettiğini yansıtabilmişimdir umarım...

Finalin ikinci partı var, bu son değil arkadaşlar. Biliyorum, en olmadık yerde bitirdim; fakat inanın ileride olacaklar daha can alıcıydı. Yani bu kısım bile az kalır diyebilirim. Burada bitirmekten başka seçeneğim yoktu.

Önümde vizelerim var. Bir sonraki part ne zaman gelir kestiremiyorum açıkçası. Sadece bilin ki, sizi son bekletişim bu...

Son olarak sizden bir ricam var. İdlip'te şehit olan askerlerimizin ruhuna Fatiha okur musunuz? Herbirimiz okusa, birçok dua ruhlarını ferahlatmış olur.

Sevgilerimle... Allaha emanet olun.❤

-Şahsi Instagram Hesabım: aleynajk_

-MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top