MSOM? -40- ❝Teslimiyet❞
Merhaba sevgili okurlarım. Nasılsınız? Umarım iyisinizdir. Finallerimi bitirdikten sonra nihayet bölümü tamamlayabildim.😊
Bu bölümde romantik anlara yer ayırdım. Sanırım böyle bir bölümü bekleyen fazlasıyla okurum vardı. Bölümü beğenirsiniz diye umuyorum.❤
Bu bölümü sevgili oda arkadaşım Gamze'ye ithaf ediyorum. Kendisi bir günde hikayeyi bitirdi ve benden desteğini ihmal etmedi. Bana hem duygusal açıdan destek verdi hem de boğaz açısından. Kendisi sayesinde kilo aldım, Allah'ın cezası arkadaşım sana buradan bolca sevgiler gönderiyorum. 🤣 Umarım sana özel olan bu bölümü beğenirsin.💖
**Multimedyada Ecrin, Barlas, Mayıs, Erkin, Aras ve bölümle alakalı sahneler var!**
☆Multimedyaya yüklediğim videoda bu bölüm ve gelecek bölümden sahneler var. İzlemeyi unutmayın! Videoyu açamayanlar için alt kısma da bırakacağım.(Kalite için üzgünüm...)
Herkese keyifli okumalar dilerim.😍
♧♧♧
40. Bölüm
▪Ecrin KARAYEL▪
Sevgi, yalnızca insanların kalplerinde yeşermezdi. Başka bir canlı da sizi sevebilirdi ve siz de bir başka canlıyı... Bu canlı bir çiçek olabilirdi veyahut bir hayvan. Az önce banyodan çıkar çıkmaz koridorda beni görüp bana heyecanla koşan tüy yumağı, şimdi kollarımın arasındaydı. Mutluluktan dilini çıkarmış, neşeyle havlıyordu. Yumuşak tüylerinin arasında ince parmaklarımı gezdirirken ona karşı duyduğum sevginin yoğunluğunda boğuldum. Yıllar geçmesine rağmen beni unutmamıştı, onu bu çatı altında terk edip gitmeme rağmen bana darılmamıştı.
Köpekler, insanlardan daha sadık ve sevgi doluydu.
"Pasaklı, kızım..." dedim ve tüylerini okşamayı sürdürdüm. "Beni özledin mi?"
Sanki sorumu gerçekten anlamışçasına havlayışı karşısında yüzümde kocaman bir gülümseme belirdi. "Ben de seni çok özledim."
Birden bire Barlas'ın odasından çıkan Çapkın da koşarak yanıma geldi. Parkeye oturmuş bir halde olduğum için kolayca kucağıma çıktı ve ilk olarak beni koklamaya başladı. Kokumu tanımış olacak ki Pasaklı'nın yanına kıvrıldı. Kucağımda uzanan iki sevimli köpeği, şefkatle okşadım. Keyifli hırıltıları evin içinde sevimli bir melodi yarattı.
"Demek söz konusu sen olunca bu ufaklıklarla aynı hisler içerisindeyiz."
Barlas'ın sesini tam arkamda işitir işitmez ellerim hareketsizleşti. Çapkın ve Pasaklı kucağıma yaslı başlarını kaldırıp sesin geldiği yöne baktılar. Onları okşamayı bırakmama rağmen hiç istiflerini bozmadan kucağımda uzanmaya devam ettiler. Gözlerim Barlas'ın koridorun parkesine yansıyan uzun gölgesine takıldı. Sonrasında başımı ondan yana çevirip bakışlarımı yüzüne bakmak için kaldırdım.
"Hangi hisler içerisindeymişsiniz?"
Sorum üzerine yüzüne buruk bir tebessüm yerleşti. "Hasret."
Boğazım düğümlendi. Ona verebileceğim tüm yanıtlar teker teker inlerine sindi. Bakışlarım onun hisleriyle törpülenmiş gözlerinden köşe bucak kaçtı. Oturduğum yerde hareketlendiğimde, Çapkın ve Pasaklı kalkmak istediğimi anlamış olacak ki kucağımda uzanmaya bir son verdiler. Çapkın Barlas'ın odasına doğru ilerlerken Pasaklı da onun peşinden gitti. Ayağa kalkmak için parkeden destek alacağım esnada, Barlas bana doğru elini uzattı. Onun bu hareketine bir karşılık vermek yerine olduğum yerde kalakaldım. Teniyle ufak da olsa temasa geçmek bile beni ürkütüyordu. Parmak boğumları hafifçe kıvrıldığında elini geri çekmek üzere olduğunu anladım ve anlık bir kararla elimi havaya kaldırdım. Elimi avcunun içine bıraktığımda bakışlarımız ortak noktada kesişti. Keyifli bir gülüş eşliğinde elimi nazikçe kavradı. Oturduğum yerden kalkmama yardımcı olurken bir an olsun göz temasımızı kesemeyeceğim kadar derin baktı bana.
Ayağa kalktığım hâlde ellerimizin temasını kesmedik. Kahverengi harelerinde gezinen ışıltı, beni bir mest bulutuna itmişti. Mest olmuş vaziyette bakışlarındaki sevgiye kanıyordum. Yıllar öncesindeki bakışlarını hatırlatmıştı bana. O kadar güzel bakıyordu ki, ömrümde kimse bana böyle bakmamıştı. Ruhumuzu saran sükuneti, onun kelimeleri parçaladı.
"Ecrin..."
İsmim dudaklarından usul bir meltem gibi döküldü. Sesinin tonu kalbime dokundu.
"Barlas..." dedim, kendimden geçmişliğimin üzerini örtmeye çalışarak.
"Bu akşam sana her şeyi anlatmama müsaade etmeni istiyorum senden. Bana bir saatlik bir süreni armağan eder misin?"
Onun avcunun içine sığınan elim, bu sıcak tenin verdiği huzuru kalbimde biriktiriyordu. Kalbim, çoktan onun önünde diz çökmüştü bile. Göğüs kafesimde kabulün binlerce nidası yankılanıyordu. Dudaklarım kalbimin kuklası olmanın eşiğine gelirken hafızam ve mantığım o kuklanın iplerini kesti.
Aras ile akşam için sözleşmiştim ve Barlas'ın teklifini kabul edersem Aras'a ayıp etmem yetmezmiş gibi, Barlas'a koşulsuz şartsız teslimiyetimin önüne geçemezdim.
Mantığım kafatasımın içinde geçmişe dair tüm kötü anılarımın kazılı olduğu köşeyi işaret ederek büyük kozunu oynuyordu. Kalbimden sızan tüm sevgi kırıntıları, parmak uçlarımdan başlayarak geldiği yere doğru çekildi. Ellerimden çekilen tüm sevgi kırıntılarının tenimde bıraktığı boşlukla, elimi Barlas'ın avcundan çektim. Barlas'ın yüzündeki tüm umut tek tek döküldü. Tebessümüne dair hiçbir izlenim kalmadığında, ona dürüstçe bir cevap verdim.
"Bu akşam Aras ile yemeğe çıkacağım."
Yüzündeki tüm kan çekilmişçesine teni bembeyaz kesildi. "Ö-Öyle mi?"
Boğuk sesi yutkunmamı güçleştirdi. "Evet."
Bakışlarındaki hayal kırıklığını gözlerini kırpıştırarak kamufle etmeye çalıştı. "Ne yemeğiymiş bu?"
"Bana evlenme teklifi etti. Bu konuda bir karara varacağız."
Öfkeyle yumruklarını sıkıp olduğu yerde taş kesildi. "Sana bir teklifte bulunduğuna göre, kendisi kararını vermiş zaten. Bu durumda sen bir karara varacaksın."
Yalnızca başımı aşağı yukarı salladım. Gözlerine bakmakta zorluk çekiyordum. Bakışları çivi gibi gözbebeklerime saplanıyordu. Kaskatı kesilmiş bir heykel gibi karşımda dikiliyordu. Bu heykel taştan değil de acıdan yontulmuştu sanki.
Titreyen çenesini güçlükle araladı. "Onunla evlenecek misin?"
Bu soruyu sormanın onun için ne kadar zor gerçekleştiğini bakışlarındaki çaresizlikten okuyabiliyordum.
"Bilmiyorum..." dedim ve yanağımın içindeki hassas deriyi dişledim. "Aras, beni seviyor."
Histerik bir gülüş dudaklarından firar ettiğinde kendini güçlükle topladı ve akabinde gözleri hafiften yaşardı. "Ben de seni seviyorum... A-Ama bana inanmıyorsun."
Bana ikinci kez beni sevdiğini söylemişti. İlkinde bu iki kelimeyi söylemek onun için canından can kopartılmış kadar güç bir durumdu. Şimdi ise bu kadar kolay dile getirmesi beni şaşkınlıkla sarsmıştı.
"Barlas..." dedim ve aklımdan geçen düşünceleri çekinmeden dile getirdim. "Bana hiç bu kadar kolay 'Seni seviyorum' dememiştin."
Gözünün tekinden devrilen bir damla gözyaşı yanağından süzülürken elinin tersiyle silip attı. "Çünkü... Kime onu sevdiğimi söylediysem kaybettim. Annemi, babamı, kardeşimi... Sana da seni sevdiğimi söylersem, ellerimin arasından kayıp gidersin diye deli gibi korktum. Ne zaman ki, ölümcül bir hastalığa kapıldığımı öğrendim, işte o zaman sana seni sevdiğimi söyledim. Nasıl olsa kaybediyordum seni ve buna engel olamıyordum. Sana bu iki kelimeyi söylediğimde o kadar huzurla doldum ki, bunu daha fazla söylememiş olmanın verdiği yükle küçüldüm. Keşke... Keşke sana her an seni sevdiğimi söyleyebilseydim, Ecrin. Az önce sana ikinci defa seni sevdiğimi söyledim ve ne acıdır ki, bu sefer de seni başkasının ellerine yolcu etmek üzereyim."
Kurduğu cümleleri işittiğimde dikenli bir telin üzerine saplanmış gibi hissettim. O telin üzerindeki dikenler tenimde derin yaralar bırakıyordu. O an ona sarılmak istedim; fakat bunu yapamazdım. Onu kollarımla bir kez daha sararsam bir daha katiyen dikiş tutturamazdım. Buradan çıkıp Derya ablanın evine gidemezdim, akşam için hazırlanamazdım, Aras'ın arabasına binemezdim, lüks restorantın kapısından giremezdim... Ona sarılmak, mantığımın paramparça oluncaya dek ufalanması demekti. Kalbim, bütün sistemleri alt üst edip tüm iktidarımı ele geçirirdi. Kendimi bambaşka bir bitiş noktasında bulabilirdim. Bunca kırgınlıklarımın üzerine böyle bir riski göze alamazdım.
Kalbimin sesini bastırıp ona karşı hâlâ diri olan öfkemi devreye soktum. "Beni göz göre göre kaybettin sen. Ayrıca keşkelerin bir manası yok artık, geçmiş yaşandı ve geçti gitti. Bana söyleyemediğin ne kadar 'Seni seviyorum' varsa, bırak kaldığı yerde çürüsünler. Ben çürüttüm onları. O acımasız mektubunu okurken çürüdüler içimde. Ben bunları hak etmedim, Barlas. Beni terk edişinin ardında yatan nedeni anlayabiliyorum; fakat bu bana çektiğim acıları unutturmuyor. Bana, sevgine inanmadığım için sitem ediyorsun. Senin buna hakkın yok, Barlas. Seneler boyunca beni sevmediğin gerçeğiyle yüzleştim. Beni buna inandıran sendin. İstanbul'a döndüğümden beri gerçekten benim için çaba gösteriyorsun, biliyorum. Bu çabalarına rağmen sana inanmam çok zor; çünkü yaklaşık 2 haftadır sende bir çaba görüyorum. Kaybedilen ise 6 yıl... Bunu telafi edemezsin."
"Bu 6 yılda neler yaşadığımı bilmiyorsun. Beni bir kez olsun dinlemedin. Neden direniyorsun, Ecrin. Beni dinlemen lazım. Onca yılın hiçbir saniyesini telafi edemeyecek olsam bile, beni dinlemeni istiyorum. Beni dinlemeden o adamla evlenemezsin. Bana bunu yapamazsın. Bunu kaldıramam, Ecrin. O... O bıçağı benim kalbime saplamana razı gelirim; fakat bu teklife evet deme ihtimalinin bile altında eziliyorum."
Gözlerinden süzülen yaşları silmek için iki elini yüzüne kapattı. Elleri hemen ardından saçlarının arasına dalış yaptı. Ağzından bir hıçkırık kaçırdığında yüzünü dirseklerinin arasında gizleyerek bana sırtını döndü. Merdivenlere doğru birkaç adım attığında kalbimde ufak bir sancı belirdi. Onu bu hâle düşürmüş olmak beni kahrediyordu; fakat beni sivrilten geçmişime ket vuramıyordum. Merdiven basamaklarına ulaştığında az kalsın dengesini yitirmek üzereydi. Neredeyse merdivenlerden yuvarlanacaktı. Gözlerim dehşetle aralandı ve panikle ona doğru bir adım attım. Barlas hızla korkuluklara tutunup dengesini toparladığında içime rahat bir soluk çektim.
"İyi misin?" diye sordum, paniğimi ele veren bir ses tonuyla.
Bir kez olsun yüzüme bakmadan sadece histerik bir gülüş sergiledi. "Hiç bu kadar iyi olmamıştım(!)"
Merdiven basamaklarını apar topar inerken tek yapabildiğim olduğum yerden onun gidişini seyretmekti. Aşağı kata indiğinde hızını kesmeden dış kapıya yöneldi. Dışarı çıktığında gürültüyle kapıyı ardından kapattı. O sırada annem, merdivenin başında belirdi. Öfkeli bakışları üzerimde kesikler bıraktı.
İğneleyici bir ses tonuyla konuştu. "Eski sevgilinin ardından bakmaya yıllar geçse de bir son verememişsin demek ki."
İçimdeki kargaşanın yoğunluğuyla öfkemi dizginleyemez bir hâldeydim. Bu yüzden ağzımdan çıkan kelimeleri kontrol edemedim. "En azından senin gibi kız kardeşime aşık bir adamla evlenmedim, anne."
Dudakları şaşkınlıkla aralandı. "S-Sana bunu baban mı söyledi?"
"Evet." dedim, sıkılı dişlerimi gevşeterek. "Kızına bile aşık olduğu kadının ismini vermiş. Senelerce kız kardeşine aşık bir adamla evli kalabilmişsin. Birde gelmiş benim hislerimle alay ediyorsun."
Annemin kaşları öfkeyle çatıldı. Merdiven basamaklarını hızla tırmandığında tam önümde dikildi. Eli yukarı doğru havalandığında ondan gelecek darbeye kendimi hazırladım. Bedenim kaskatı kesildi, göz kapaklarım gözlerimi örttü. Beklediğim darbenin sıcaklığı yanağımı sardı. Yüzüm yan tarafa doğru savruldu. Yumulu gözlerimin arasından birkaç damla gözyaşı firar oldu.
"Senin adını ben koydum. Ölen kız kardeşimin adını taşımanı istedim, onun yokluğunu sende dindirmek istedim. Babanın aşkından haberim vardı, evet; fakat ondan başka kurtuluşum yoktu. Onun bana sunduğu hayata sığındım. Ona aşıktım, o hiç bana aşık olmasa bile bana mükemmel bir eş oldu. Dost gibiydik, yoldaş gibiydik... Baban gibi dürüst, mert, sadık bir insanı Barlas gibi bir yalancı, korkak, şerefsiz birisiyle mi kıyaslıyorsun? Baban bana aşık olmasa bile beni sevdi. Peki ya Barlas? Yalnızca senin bedenini sevdi. Bekaretini alınca işin bitti."
Yutkundum. Boğazıma dizilen tüm cam kırıkları gırtlağımı kanattı. Boğazımdan akan kan damlalarını kana kana içtim. Her damlada biraz daha alçalıyordu benliğim. Geçmişim derin bir çukur gibi sarmıştı etrafımı ve ben kurtulmak için tırmandığım her an ayaklarım kayan toprakla birlikte dibe sürükleniyordu. Kendime yeni bir yol çizemiyordum. Geleceğimi inşa edemiyordum; çünkü alaşağı edilmiştim.
Keskin bakışlarımı gözlerine sapladım. "Aşık olduğum adamla sevişerek kirlendim, değil mi anne? Tüm mesele beni terk etmiş olması değil, bekaretimi çalmış olması. Sonuçta kalbimi ne kadar kırdığının ne önemi var ki? Mühim olan bir zar parçasını kaybetmiş olmam. Mayıs'ı doğurduğumda yalnız olmadığımı zannederdim. Ailem yanımda diyordum kendi kendime. Oysa ki yokmuşsunuz. Hatamı sindirememişsiniz, beni kendi içinizde aşağılayıp durmuşsunuz. Hislerimi kalbime gömemedim diye ne güzel de incittin beni. Sana, senin gibi karşılık verdiğimde bile anlamadın canımı nasıl yaktığını. Yine sürdürdün aynı tavrını... Tebrik ederim, beni alt etmeyi başardın."
Annemin gözleri yaşla dolarken ben kuru gözlerle onu seyrettim. Bir damla göz yaşımı bile heba etmedim. Annemin dudakları titreyerek aralandı. Söyleyeceği kelimelerin hiçbiri bir telafi barındıramazdı.
"Kızım... Özür dilerim."
Buruk bir tebessümle başımı iki yana salladım. "Özür dileme anne. Sen haklıydın.Beni kullanıp atmış bir adamı sevmeye devam ettiğim için bütün hakaretlerini hak ettim. Müsaadenle abimin odasına gideceğim. Sonrasında Aras için hazırlanmam gerek. Malum, bu akşam bana layık gördüğünüz adam ile yemek yiyeceğim."
Ona sırtımı dönüp seri adımlarla abimin odasına doğru ilerledim. Bana soracağı tüm soruları böylelikle def ettim. Beni böylesine incittikten sonra onunla daha fazla yüz yüze bakamazdım. Abimin odasının kapısını yavaşça tıklattım.
Abimin yorgun sesi kapının dışına ulaştı. "Gel!"
Kapıyı aralayıp alelacele içeri girdim. Hemen ardımdan kapıyı örttüğümde, bakışlarım abimin üzerine yol aldı. Gözlerimiz birbirine takılınca dudakları keyifle büküldü. Saçları darmadağınık bir haldeydi. Gözlerinin altında hafif morluklar oluşmuştu. Üzerindeki yeşil tişörtünün yakaları terden ıslanmıştı. Alçıda olan sol kolu yanındaki yastığın üzerine yerleşmişti ve ondan ayrı bir organizma gibi gözüküyordu. Diz kapağına kadar uzanan siyah şortunun hemen altından başlayan alçısı sağ baldırını sarmıştı. Yüzündeki yaralar iyileşmeye başlasa bile, solgun izleri tenini terk etmemişti. Şu an bu vaziyette olmasına rağmen gülümseyebilmesi şaşırtıcıydı.
Yatağına doğru ilerleyip sağ yanında duraksadım. Sağ baldırındaki alçısına dikkat ederek yatağın üst tarafına doğru oturdum. Abim sağlam olan sağ kolunu belimin kavisine doladı. Yüzündeki tebessümden zerre azaltmadan gözlerimin içine bakıyordu. Barlas ile yaşadıklarımın ve annem tarafından aşağılanmamın üzerine yüz kaslarım buz kesmişti sanki. Sahte bir tebessümün arkasına dahi sığınamıyordum. Yapabildiğim sadece elimi abimin yüzüne yerleştirip sakallı yanağını okşamaktı.
"Yaklaş." dedi, yumuşacık bir ses tonuyla.
Yüzümü ona doğru yaklaştırdığımda başını doğrultup yanağıma uzun süreli bir öpücük kondurdu. O an kalbinden taşan sevgi sızlayan yaralarımı okşadı. Sevildiğimi hissetmek, tüm kırık parçalarıma tutkal oldu. Kollarımı abimin boynuna dolayıp yüzümü yüzüne yasladım. Gözlerime dolan yaşları zaptetmeye çalışsam da başarılı olamadım. Birkaç damla gözlerimden kayıp gitti. Hıçkırıklarımı dizginlemek için dudaklarımı dişledim. Abimin eli saçlarımı okşarken bunu başarmak da pek mümkün gözükmüyordu.
Gitgide şefkatle yoğrulan sesiyle konuştu. "Neyin var güzelim?"
Titreyen sesimle yanıt verdim. "Kafam ç-çok karışık, abi."
"Ne oldu, anlat bana..."
"Annem ve babam... Aras ile evlenmemi istiyor."
"Peki ya sen, sen ne istiyorsun?"
Kollarımı gevşetip abimin üzerinden doğruldum. Gözlerimi gözlerinden kaçırmaya özen gösteriyordum. "Bilmiyorum."
Çenemi kavrayıp göz göze gelmemiz için yüzümü yüzünün hizasına getirdi. "Bilmiyorsan istemiyorsun demektir."
Göz temasımızı kesmemeye çalıştım. "Ama Aras beni seviyor ve her hâlimle beni kabullenebilir."
Kaşları hafifçe çatıldı. "Ne varmış senin hâlinde? Seni kabullenip kabullenmemek kimin haddine!"
Bir kızım olduğunu bilseydi, bu kadar hiddetlenir miydi kim bilir?
Bağırışı üzerine alt dudağımı dişledim. "Bir şey yok abi; ama olursa diye söyledim ben..."
Abim gözlerini yumdu ve göz kapakları arlandığında bakışlarına kendinden emin bir ifade yerleşmişti. "Barlas burada mı?"
"Hayır, az önce gitti."
Diliyle dudaklarını ıslattı. "Ecrin... Mayıs'tan haberim var."
Duyduklarım üzerine elimi dudaklarımın üzerine örttüm. Gözlerim bir buz kalıbının üzerine serildi. Bakışlarım derece derece ısısını kaybediyordu. Parmaklarım kontrolsüzce titremeli bir döngüye kapıldı. Abim ağzımın üzerine örttüğüm elime doğru uzandı. Eliyle titreyen parmaklarımı sardı. Elimi dudaklarımdan kopartıp kendi dudaklarına götürdü. Üzerine minik bir öpücük kondurup yaşla dolan gözlerime baktı.
"Sakin ol, bir tanem. Dört senedir biliyorum ve senin isteklerine göre hareket ettim. Ne yeğenimi görmek için direttim ne de Barlas'a bir şey söyledim..."
İçim biraz olsun rahatlasa da yüreğimden sızan hüzünü durduramadım. "Nereden öğrendin?"
"Yurtdışı yalanına inanmadım, Ecrin. Babamın aniden Ankara'ya taşınmasından orada olabileceğini tahmin ediyordum. İki sene boyunca bu durumu kurcalamadım; fakat en sonunda bu belirsizlik canıma tak etti. Ankara'daki eve geldiğimde biraz ortalığı kurcalamaya başladım. Banyodaki taraklardan birinde senin saçını buldum. Annemin saçı o kadar sarı değildi, senin olduğunu anlamam zor olmadı. Ayrıca banyo dolabında kişisel bakım ürünlerini gördüm. Anneme ait olacak hâli yoktu, biliyordum. Çöp kutusunda bebek bezini görünce daha fazla merak etmeye başladım. Bilmediğim bir şeylerin olduğunu sezdim. Birkaç ay sonra tekrar Ankara'ya geldim. Size haber verdiğim günden bir gün önce apartmanın önünde bekledim. Sonra seni, Aras'ı, İrem'i ve Mayıs'ı apartmandan çıkarken gördüm."
Kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. Abimin bu kadar dikkatli oluşundan öte, bunca senedir sessiz sedasız kalışına şaşırdım. Bir yeğeninin olduğunu gözleriyle gördükten sonra, nasıl oluyordu da onunla tanışmak için çabalamıyordu? Benim ve İrem'in nerede yaşadığımızı biliyordu. O zamandan itibaren gelecek bir kapısı vardı. Buna rağmen neden hiç bizim için gelmemişti?
"Neden gelip benimle yüzleşmedin? Mayıs ile tanışmayı bir kez dahi istemedin mi? İrem'i de mi özlemedin abi?"
Elimi saran elinin kasıldığını hissettim. "Sizin karşınıza çıkmak istedim. Babamla bu konuyu sizi gördüğüm günün ertesinde konuştum; fakat okkalı bir dayak yedim. Babam, Barlas'ın yanında kaldığım için hiçbirinizle görüşmeme izin vermedi. Senin psikolojik sorunlarının olduğunu ve senden gizli Mayıs'ı bana gösteremeyeceğini söyledi. Senin de buna izin vermeyeceğine beni ikna etti. İrem ile Ankara'dan İstanbul'a dönerken yolda karşılaştım. Onunla bir kafede oturup sohbet ettik. Her şeyi bildiğimi söyledim. O da, babam gibi bana susmam gerektiğini söyledi. Ben onu ve seni ne kadar özlediğimi ifade ettim; fakat bana sizin için bir şey ifade etmediğimi ve def olup gitmemi söyledi. O gün Ankara'yı ayağa kaldırmak istedim. Seninle yüzleşmek, yeğenime sahip çıkmak, İrem'i yeniden aşka inandırmak... Ben kolayı seçip İstanbul'a geri döndüm. Tek yaptığım her sene haber verdiğim günden bir gün evvel gelip apartman önünde beklemek ve kapıdan çıkışınızı seyretmek oldu."
Babam yıllarca beni hiçbir şeye dahil etmemişti. Beni, yalnızca kendi içime terk etmişti. Abimin her şeyden haberi varken benim bu durumdan haberim dahi yoktu. İrem'i susturan da babamdı, biliyordum. Yoksa İrem'in benden bir şey gizleyebilme ihtimali yoktu. Abimin çaresiz bakışları beni bir kıskacın içerisinde hapsederken elimi, elinin üzerine koydum. O benim elimi sarıyordu, ben de onunkini... Aramızda tensel bir bağ oluşmuştu. Avuç içlerimiz bir süzgeç gibi sevgimizi tenimize süzüyordu.
"Eğer Mayıs'tan haberin olduğunu bilseydim..." dedim ve kuruyan boğazımı yutkunarak yumuşattım. "Seninle görüşürdüm. Mayıs'ı da görmene izin verirdim. Benim tek korkum, Mayıs'ı Barlas'a söylemendi. Bu yüzden senelerce kendimi bir kutuya hapsettim. Mayıs olmasaydı, inadına yüzleşirdim sizinle. Gözlerinizin içine baka baka hayatımı yaşardım. Belki okuluma devam ederdim, iyi bir oyuncu olurdum, sinemalarda oynardım... Şu an Barlas'ın olduğu yerde ben olurdum ve kariyerimin arkasına sığınarak kendimi mutlu gösterirdim. Kızım varken bu mümkün değildi. Göz önünde olamadım. Elimden geldiğince kaçtım, başka seçeneğim yoktu."
"Kaçmak zorunda değildin, Ecrin. Mayıs'ı bizden gizlemeden de hayatını sürdürebilirdin."
"Yaa, tabii..." dedim ve alayla karışık gülümsedim. "Barlas'ın karşısına çıkıp senden bir kızım var diyecektim ve o da bana, ona hamile olduğumu söylemediğim için mutlu olduğunu söyleyecekti, hatta beni dava etmeyecekti, üstüne üstlük kızını görmeye gelmeyecekti bile(!)"
Tek kaşını kaldırıp sorgulayıcı bakışlarıyla gözlerimi karıncalandırdı. "Senin korkun Barlas'ın seni dava edip Mayıs'ın velayetini alması mıydı, yoksa kızını görmek için her gelişinde onunla yüzleşmek miydi?"
Yüzümdeki tüm ifadeler cımbızla çekildi. "Her ikisi de."
"Peki ya bu bencillik değil midir? O adamın çocuğunu öğrenmeye hakkı yok muydu? Sırf sen Barlas'ı görünce acı çekeceksin diye, Barlas kızını görmemeli miydi? Ayrıca dava açıp kızının velayetini alacağını da nereden çıkardın?"
Onu savunması üzerine gerginliğim gitgide artış gösterdi. "Beni terk ettikten sonra ona hangi yüzle hamile olduğumu söyleyebilirdim? Sanki dönmesi için bebeğimi bahane eder gibi, acizce onun kapısına mı sığınsaydım? Kendisine benden daha fazla değer verdiğini söyleyen Barlas'tı, beni bir heves olarak gördüğünü yazmıştı mektubunda... Asıl bencillik onunkiydi. Benim bebeğimi büyütmek için bir an olsun ona ihtiyacım olmadı, şükürler olsun. Beni istemeyen bir adam, benim karnımdaki bebeği de istemezdi. İstese dahi onu hak etmedi. Babam bana arka çıkmasaydı, ben Mayıs'a karnımdayken kıyabilirdim. Şu an o babasına göstermediğimden dert yandığın Mayıs, ciğerlerine tek bir nefes alamadan ölmüş olabilirdi..."
Kurduğum son cümle o kadar ağır geldi ki, dudaklarımdan çıkıp gitmesine rağmen bıraktığı his eksilmedi. Mayıs benim için çok kıymetliydi. Onun yokluğunun hayali katlanılamazdı. O benim canımdan bir parçaydı. Karnıma düştüğü günden beri, ruhumla bedenim arasına kalın halatlar örmüştü. Beni hayatta tutmuştu. Dünyaya geldiğinde ise, minik eliyle parmağımı sardığı her an âdeta tüm benliğimi kucaklamıştı. Şimdi ben onsuz bir gün dahi geçiremez haldeyken nasıl onsuz bir ömür kurabilmeyi hayal edebilirdim ki...
"Haklısın." dedi abim ve çözümleyemediğim bir pişmanlık buğusu gözlerini kapladı. "O mektup yüzünden onun seni istemediğini düşünüyordun ve bu yüzden hamile olduğunu söylersen kendini acındırmış olacağına inandın. Üstüne üstlük Barlas bir kızınız olduğunu öğrenirse kızını görmeye gelebilirdi, sen onu unutamadığın için buna katlanamazdın. Bir de Barlas kızına alışırsa onu almak isterdi. Ünlü bir oyuncu olduğu için arkasının sağlam olduğunu biliyordun, kızının velayetini alma olasılığının yüksekliği seni korkuttu. Doğru mu anlamışım?"
Tüm hislerimi bu kadar iyi ifade etmesi üzerine şaşkınlıkla gözlerinin içine bakakaldım. İlk defa beni bu kadar iyi anlıyordu. Başımı yavaşça aşağı yukarı salladım. Elinin altında duran elimi sıktı. Dudaklarında tatlı bir tebessüm peyda oldu. Ardından o tatlı tebessüme bürünen dudaklarından mantığımı zedeleyen kelimeler döküldü.
"Barlas'ı seviyorsun ve gururun ona her adım atmak istediğinde ayaklarını prangalıyor. Onu sevmekten bu kadar korkma. Bir daha incinmek istemiyorsun, biliyorum. Ne yazık ki, bu incinişinde benim bile payım var... Babamı dinleme, Ecrin. O yeterince burnunu soktu ikinizin arasına... Beni değil, çevreni değil, kalbini dinle. Kendinle inatlaşmayı kes. Barlas ile konuş. Bunu, inkar ettiğin sevdan için yapmıyorsan, kızın için yap. Zaten yeterince geç kaldınız birbirinize..."
***
Aynadaki yansımamı seyrederken gözlerimin içindeki ışıklar sönüyordu. Üzerimdeki elbise ve yüzüme sürdüğüm makyajın izleri o kadar sahteydi ki, kendimi bana ait değilmişim gibi hissediyordum. Ellerimi saçlarımdaki dalgalarda gezdirdim. Kendimi güzelleştirmek için harcadığım çabanın hepsi öylesineydi, hiç heyecan vermiyordu bana. Çünkü biraz sonra çıkıp gideceğim restoranta isteyerek gitmiyordum. Sırf verdiğim sözü yerine getirmek için böyle bir karar almıştım.
Nihal'den ödünç aldığım gümüş küpeleri kulağıma takarken onun burada olmadığına şükrettim. Şu anda barda çalışıyordu. Eğer burada olsaydı, beni Barlas ile alakalı yeni bir soru bombardımanına tutardı. Barlas bardayken onun telefonunda resmimi gördüğünden beri yakamdan düşmüyordu. Eski sevgilimin onun hayallerini süsleyen adam olması, onda büyük bir şok etkisi yaratmıştı.
Son olarak masanın üzerindeki parfümü de sıktıktan sonra ayağa kalkıp üzerimdeki kıyafetlere son bir bakış attım. Bej rengi ince askılı elbisem diz kapağımın üstünde bitiyordu. Göğüs kısmı iki kumaşın birbirine çaprazlanmasıyla şekillendirilmişti. Elbisenin karın kısmında açık bir penceresi vardı. V yaka dekoltemden ve elbisenin penceresinden gözüken tenime baktım. Tenim, bej rengiyle uyum yakalamıştı. Elbisenin etek kısmı kalem olarak indiği için kalçalarımı tam anlamıyla sarmıştı. Uzun zaman sonra kendimi bu kadar güzel görmek hoşuma gitmişti.
"Anne..."
Mayıs'ın sesini duyar duymaz bakışlarımı aynadan uzaklaştırdım. Gözlerim ona takıldığında keyifli bir tebessüm dudaklarımda can buldu. Derya abla Hilal ile Mayıs'ın saçlarını balık sırtı örmüştü. Örgülü saçlarıyla Mayıs'ın tombik yanakları iyice ortaya çıkmıştı. Mavi gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Üstünde ise en az onun kadar şeker pembesi bir elbise vardı.
"İnanmıyorum!" dedi ve minik elini şaşkınlıkla aralanan ağzına kapattı. "Prenses gibi olmuşsun."
Hayatım boyunca duyduğum en güzel iltifatlardan birisini alınca yüzümdeki tebessüm daha fazla derinleşti. "Bir prensesin annesi olduğum için prenses gibi olmam mümkün."
Benim de ona söylediğim güzel iltifat üzerine ellerini iki yana açarak bana doğru koştu. Kolları bacaklarıma sarıldığında makyaj masasının önünde duran sandalyeye oturdum ve kollarının boynuma tırmanışını hissettim. Minik kolları arasına sığdırdı beni. O an o kadar küçüldüm ki, âdeta çocuktum. Burnumu boynuna gömüp kokusuyla soluklandım. Sanki doğduğu ilk günden bu yana kokusu hiç değişmemişti.
Süt kokuyordu, evlat kokuyordu, cennet kokuyordu...
"Nereye gideceksin anneciğim? Prenseslerin olduğu baloya mı?"
Mayıs'ın sorusu üzerine kıkırdayarak yanağına bir buse kondurdum. "Aras abinle yemeğe gideceğim. Eğer bir gün baloya gidecek olursam, seni de götüreceğim, söz."
Omzuma yaslı kafasını çekip gözlerime baktı. Bu defa dudaklarındaki gülümsemede alaycı bir dalga geziniyordu. "Yemeğe böyle mi gideceksin? Sen iyice şaşırdın, anne."
Onun tatlı tatlı beni tiye alışına kahkaha ile karşılık verdim. "Evet, biraz şaşırdım bebeğim."
Benim kahkaham onda da aynı şekilde tesir etti. Bana eşlik eden kahkahası o kadar sevimliydi ki, kendimi kahkaha döngüsünün içinde buluverdim. Onun yanında ruhum rengarenk bir boya fıçısına takılıp içine devrilmişti sanki. Tüm negatif enerjim havaya karışıp uzaklara sürüklenmişti. Bir süre devam eden neşe dolu kahkahalarımızı bölen şey, Hilal'in kapı ardından seslenişi oldu.
"Mayıs!"
Mayıs gülüşünü zoraki bastırıp Hilal'in kapıdan giren bedenine baktı. Hilal elinde Mayıs'ın resim defterini tutuyordu.
"Efendim Hilal?"
"Benim resim defterim bitti, seninkinden bir sayfa alabilir miyim?"
Mayıs bir süre kararsız bir hâlde Hilal'in elindeki resim defterine bakakaldı. Onun bu tavrı beni şaşırttı. Mayıs, normalde en kıymetli oyuncaklarını bile hiç düşünmeden paylaşacak kadar cömert bir çocuktu.
Mayıs bir anda ellerini boynumdan çekip Hilal'e doğru ilerledi. Hilal'in elindeki resim defterini nazikçe alıp benim yanıma geldi. Resim defterini makyaj masasının üzerine bıraktı. Defterin en son sayfasını açtı. Bir tek o sayfası boş kalmıştı. Tam kağıdı defterden koparacakken eli kağıdın üzerinde donakaldı. Hüznün sindiği bakışlarıyla göz bebeklerime ufak hançerler sapladı.
"Anne, sana bir şey sorabilir miyim?" dedi, ses tonu buğuluydu.
"Tabii ki, meleğim." dedim ve onu dokunuşumla cesaretlendirmek adına elimi yanağına yasladım.
"Cennete gidenlerin hiç dönme ihtimali yok mu?"
Sorduğu soruda kimi kastettiğini biliyordum. Bu sorusu o kadar ağırdı ki, her bir harfi külçe külçe üzerime dökülüyordu. Barlas'tan bahsediyordu; çünkü ona babasının öldüğünü ve cennete gittiğini söylemiştim.
"B-Bu nereden çıktı?" diye sordum, güçleşen sesimle.
"Defterdeki son sayfayı babam için ayırdım. Geri dönerse onu çizip bu defteri bitireceğim. Eğer dönmeyecekse şimdi bu sayfayı koparıp Hilal'e vereceğim. Lütfen doğru söyle, anne. Babam bir gün cennetten kaçıp bize gelebilir mi?"
Sözleri beni mümkünmüş gibi daha fazla yaraladı. Gözlerindeki umut âdeta "Bana babamın geri geleceğini söyle!" dercesine yakarıyordu. Alt dudağımı dişleyip gözlerimin yaşarmasına mani olmayı denedim. Dudağıma dayanan dişlerim gözlerimin yaşarmaması konusunda işe yaramıştı; fakat kalbime tesiri yoktu. Göğüs kafesimin içini sular seller götürüyordu.
Yanağında duran elimi usul usul kıpırdadıp yumuşak tenini okşadım. Onca senedir babasından mahrum kalmıştı. Bunun suçlusu ben değildim. Yalnızca şu an için, kavuşmalarının önünde engel oluyordum. Gerçeklerden kaçtığım her gün kendimi yalanların içine hapsetmiştim. Sırf beni tüketen korkularım ve içimde biriken kinim yüzünden kızımı sahte masallarla uyutmuştum. Bu uyku onun için bir rüya değil, kâbus olmuştu. Uykusundan uyanma vakti gelmişti. Artık gerçekleri öğrenmeliydi.
"O sayfayı baban için sakla." dedim ve gülümseyerek gözlerinin derinliklerine baktım. "Baban yakında cennetten kaçıp bize gelecek."
Söylediklerime bembeyaz dişlerini tamamen ortaya seren bir gülümsemeyle karşılık verdi. "Gerçekten mi?"
Başımı aşağı yukarı salladım. "Gerçekten."
Sevinçle kollarını boynuma doladı. "Yaşasın! Babam cennetten bizim için gelecek."
Onun sarılmasına karşılık verdim. "Evet, meleğim."
Mayıs heyecandan yerinde duramaz bir vaziyette kollarını boynumdan çekip Hilal'e doğru döndü. "Duydun mu Hilal? Benim de babam olacak artık. Onun yüzünün nasıl olduğunu bileceğim ve resimlerimde yüzünü çizebileceğim. Üzgünüm ama bu sayfayı sana veremem, babam için saklamalıyım."
Onun yüzünün nasıl olduğunu bileceğim ve resimlerimde yüzünü çizebileceğim...
Bu cümlesi tekrar ve tekrar kafamın içinde döndü durdu. Her bir kelimesi döngü içerisinde dolaşırken gözlerimin önünde bu eve ilk geldiğim gün Mayıs'ın bana verdiği resim geldi. Beni, kendisini ve yüzü olmayan bir adamı çizmişti. Onun kim olduğunu sorduğumda, Aras olduğunu söylemişti. Yoksa... O, Barlas olabilir miydi?
Mayıs'ın belindeki ellerimi çekip makyaj masasının üzerindeki resim defterine uzandım. Defterin sayfalarını son sayfasından geriye doğru çevirmeye başladım. Gördüklerim karşısında şaşkınlığım gitgide arttı. Her sayfada yüzü olmayan bir adam vardı. O adamın elini tutan küçük bir kız ve sarışın bir kadın... Yalnızca ortamlar, nesneler ve etraftaki canlılar değişiyordu. O üç kişi hep aynıydı, el eleydi. Mayıs her sayfaya bizi sığdırmıştı. Kendisini, beni ve babasını...
"Mayıs..." dedim ve bana doğru döndüğünde parmağımla yüzü olmayan adamı işaret ettim. "Bu Aras abin değildi, babandı değil mi?"
Alt dudağını dişleyip boynunu büktü. Gözlerini yukarı kaldırarak melül melül yüzüme bakındı. "Evet."
"Neden bana doğruyu söylemedin?"
"Babamdan ne zaman bahsetsem üzülüyorsun, anne."
Onun bu düşünceli tavrı kalbimi sızlattı. O an daha fazla diyecek bir şey bulamadım. İçimdeki sessiz bir köşeye çekilip düşüncelerimi hür bıraktım. Yüzü olmayan adamın Aras olduğunu zannederken Mayıs'ın, Aras'ı baba olarak görmekten mutluluk duyacağını düşünmüştüm. Bu evlilik teklifinde aklımı en çok kurcalayan detaylardan birisi buydu. Aras'ın bana karşı olan sevgisi bir yana, Mayıs'a karşı ilgisi paha biçilemezdi. Mayıs'a öz babası yerine başka birisi babalık yapacaksa, bunu Aras'tan başkası üstlenemezdi.
Birden bire Mayıs, küçük eliyle çenemi kavrayıp bakışlarımı üzerine odaklamamı sağladı ve hüzünlü bakışlarıyla gözlerime baktı. "Anne, bana çok mu kızdın?"
Mayıs'ın içli bir şekilde sorduğu sorusuyla çekildiğim sessiz kuytudan ayaklandım. "Hayır, bebeğim. Yalnızca biraz kafam karışık."
"Sana yardım edebilir miyim, anne?"
Tebessüm ettim. Üzerimdeki gerginlik bir nebze olsun azalmıştı. "Olabilir aslında..."
"Ne yapayım ki?"
"Yalnızca sana soracağım bir soruyu dürüstçe cevaplaman yeterli, bebeğim."
Başını aşağı yukarı salladı. "Tamam, sor anne."
Derya ablanın söylediklerimi duymaması için, sesimi olabildiğince azalttım. "Aras ile evlenmemi ister misin?"
Anlamsız bakışlarına hedef oldum. "Evlenirseniz ne olur ki?"
"Eğer evlenirsek anneannen, deden ve İrem Ablan ile birlikte değil de Aras abin ile aynı evde yaşarız."
Alt dudağını sarkıttı. "Anneannemi, dedemi ve İrem ablamı istediğim zaman göremez miyim?"
"Hayır, görebilirsin elbette."
"Hımm... Bir düşüneyim." dedi ve kısa bir süre sonra sırıtarak yüzüme baktı. "Aras abim bana bir sürü abur cubur alıyor. Onunla oyun da oynayabiliyoruz. Bence çok eğlenceli olur, anne."
Cevabı beni tatmin etmek için yeterli olmamıştı. Asıl öğrenmek istediğim bu evliliğin "Eğlenceli" ilerleyip ilerlemeyeceği değildi. Aras ile "Aile" olmayı başarıp başaramayacağımızdı.
"Peki ya, Aras abine 'Baba' diyebilir misin?"
Dudakları dişlerini örttü ve yüzünde donuk bir şaşkınlık peyda oldu. "O benim abim, anne. Ona neden baba diyeyim ki?"
"Bebeğim, eğer evlenirsek Aras abin, ona 'Baba' demeni isteyebilir."
Başını iki yana salladı. "Olmaz. Benim zaten bir babam var anne. Hem başka birisine 'Baba' dersem, babam duyar ve çok üzülür. Onu üzemem ki ben. Hem onu üzersem cennetten kaçıp bize gelmekten vazgeçebilir."
Duyduklarım bu defa fazlasıyla hassas bir yanımın derinliklerine saplandı. Onun saf kalbinden kopan her kelime, acı yüklüydü. Küçücük bedeni ne büyük acıları göğüslemişti. Öylesine büyük hasrete siper olmuştu ki, yıllardır kendi canımın acısından onu kanatan yaraları fark edememiştim. Benim kızım her geçen gün gözlerimin önünde eriyip gitmişti. Onun bir günahı yoktu oysa ki... Bir günahtan meydana gelmişti yalnızca. Bu kirli dünyanın içine, acınası bir annenin karnına düşmüştü. Terk edilmişliğini yavrusuna ödeten bir annenin karnına...
Onu biz mahvetmiştik. Kızımızı bu hâle getiren, beni uçurumdan aşağı sürükleyen Barlas Seçkiner'di ve zemine çakılan bedeninin aldığı yaraları kızına da pay biçen Ecrin Karayel'di. Mayıs'ın sesi olma vaktim gelmişti. Onun annesi üzülmesin diye sustuğu ne varsa, artık ben duyacaktım. Ona, hayalini kurduğu rüyayı yaşatacaktım.
Mayıs'a sahte bir baba vermek yerine, onu gerçek babasıyla tanıştıracaktım.
***
Aras'ı nasıl reddedeceğime dair hazırladığım konuşmanın bilmem kaçıncı provasındaydım.
Yemek için sözleştiğimiz saati yarım saat geçmişti. Aras normalde çok dakik birisiyken böyle bir günde beni bekletmesi inanılması güçtü. Onu birkaç kez aramama rağmen hiçbirine yanıt vermemişti. Endişe, bir kurtçuk gibi içimi kemiriyordu.
Elimdeki telefonum titremeye başladığında alt dudağımı dişlemeye bir son verip gözlerimi telefonun ekranına indirdim. Aras'ın ismini görmeyi beklerken babamın isminin gözbebeklerimde parlaması, endişemi ikiye katladı. Hemen çağrıya cevap verip telefonu kulağıma götürdüm.
"Efendim baba?"
Babamın sesi karşı hatta yankılandı. "Kızım... Nasılsın?"
"İyiyim baba, sen?"
"İyi olduğuna emin misin?"
Babamın sorusu üzerine endişeli yanım kamçılandı. İçimden bu sorunun altından Aras ile ilgili bir durum çıkmaması için yalvarıyordum. Muhtemelen abimle aramızda geçen muhabbetten haberdar olmuş olabilirdi. Belki de benden habersiz yaptıklarına içerlediğimi anlayıp ona kızgın olduğumu düşündüğü için bu soruyu yöneltmişti. Şu an bu kulağa daha mantıklı geliyordu.
"Bundan 4 yıl öncesinde arkamdan çevirdiğin işleri düşünmezsem, evet iyiyim baba."
Karşı hatta bir durgunluk oldu. "B-Barlas ile mi konuştun?"
Ben kurduğum cümlede babamın abim ile gizlice görüşüp Mayıs'tan bahsedişinden haberdar olduğumu imâ etmiştim. Arkamdan iş çevirmesiyle Barlas'ın ne ilgisi vardı? Bundan 4 yıl önce Barlas ile ilgili arkamdan ne iş çevirmişti? Ne dolaplar dönüyordu böyle? Artık zihnim hiçbir şeyi algılayamıyordu.
Verdiği cevabı sorgulamak istiyordum; fakat şaşkınlıktan dilim tutulmuştu sanki. Yaşadığım tutukluğun yarattığı birkaç saniyelik sükûnetin ardından babam bana bir soru daha yöneltti.
"Barlas ile konuştuğun için mi Aras'ın evlenme teklifini reddettin?"
Şaşkınlığımın istikameti başka yöne çevrildi. Kaşlarım istemsizce çatılırken üst üste gelen gerginliğimin dehlizlerini ani bir yükselmeyle azalttım. "Baba sen ne saçmalıyorsun şu anda? Ben hâlâ Derya ablanın evindeyim, Aras'ın gelmesini bekliyorum."
"Nasıl yani?" diye sordu babam, şaşkın bir çıkışla. "Siz yemeğe gitmediniz mi?"
"Gitmedik. Ben Aras'tan bir teklif almadım ki reddedeyim. Şu anda neler olduğu hakkında hiçbir fikrim yok."
Karşı hattan babamın derin iç çekişini işittim. "Aras sana aldığı yüzüğü kutusuyla birlikte kapının önüne bırakmış. Üzerine de not yazmış."
Üst üste şaşkınlık hissiyle boğuşuyordum. Ardı ardına dizilen beklenmedik olaylar üzerine, ne tepki vereceğimi şaşırmıştım. Aralanan ağzımı güçlükle kapatmayı başardığımda, nihayet konuşabildim. "Teklifini reddedersem sana yüzüğü göndermesini söylemiştim. Durduk yere neden sana yüzüğü göndermiş ki? Peki ya o notta ne yazıyor, baba?"
Bir kağıt hışırtısının ardından babam Aras'ın notunda yazdıklarını okumaya başladı. " 'Ne demiş Mevlana: Seni seveni zehir olsa yut, seni sevmeyeni bal olsa da unut. Bu evliliğin gerçekleşmesi için her şeyimi verirdim; fakat Ecrin'in istemediğini bile bile bu bencilliği ona yapamam Engin Amca. Bu yüzüğü ister at, ister sakla.' yazıyor. Ne demek oluyor bu şimdi?"
Aras yine neyin peşindeydi böyle? Gerçekten bütün bu olanlara kafa yoramayacak kadar bitap düşmüştüm.
Elimi alnıma yaslayıp Nihal'in yatağının üzerine çöktüm. "Baba inan ki şu anda en az senin kadar bu olaya Fransız kalmış durumdayım. Kafam hiçbir şeyi idrak edemiyor. Bir şeyler açığa kavuşunca yüz yüze konuşuruz. Barlas meselesinde de konuşacaklarımız var... O yüzden şimdilik kapatmam gerek."
***
Gözlerimin önünde yıllar öncesinden kalma bir kare vardı. Çiseleyen yağmurun altında aşık olduğum adamın kollarındaydım. Yağmurun asfalt yola sessiz vuruşları eşliğinde dans ediyordum. Barlas'ın tenimin üzerinde kayan tenini hissederken eşsiz kokusuyla soluklanıyordum.
Çöl fırtınasının ortasındaymışçasına bu anı, zihnimde bir serap gibi belirmişti. Bunun nedeni, tam da şu anda hatırladığım anın yaşandığı yerde olmamdan kaynaklanabilirdi. Aras'ın arabasının ön koltuğunda oturuyordum. Şoför koltuğunda Aras, Arka koltukta da Mayıs vardı. Ve biz, 6 yıl önce Barlas ile önünde dans ettiğimiz AVM'nin otoparkındaydık.
Aras bir saatlik gecikmesinin üzerine; bozulmuş kravatı, ilk üç düğmesi çözülmüş gömleği ve ağlamaktan kızarmış gözleriyle beni Derya ablanın evinde karşılamıştı. Apar topar evden çıkarken yanımızda Mayıs'ı da götürmemizi istemişti. Bana hiçbir açıklama yapmadan geçen boğucu bir yolculuğun ardından, AVM'nin otoparkında arabayı durdurmuştu.
Camdan dışarısını seyredip beni hayallere sürükleyen o köşeye bakakalırken bütün bu olanları kısa süreliğine unutmuştum. Zihnimin içinde aşkla dans eden o çiftin pabuçlarına taş attım. Gözlerimi sımsıkı yumup hayal dünyasından kendimi yaka paça çekiştirip gerçek dünyaya monteledim. Başımı Aras'tan yana çevirip yumulu gözlerimi araladım. Gözlerimiz birbiriyle çarpıştığında, tüm öfkemi kusmaya hazır vaziyetteydim.
"Ne halt yediğini zannediyorsun sen? Bana babam aracılığıyla evlenmek istediğini duyuruyorsun. Bu isteğine yönelik bir karar almamız için seninle yemeğe çıkmayı teklif ettiğimde, teklifimi hevesle kabul ediyorsun. Bütün bunların üstüne beni alman gereken saatte yüzük kutusunu babama gönderiyorsun, randevuya bir saat geç ve perişan hâlde geliyorsun, baş başa buluşup bir restoranta gitmemiz gerekirken yanımızda Mayıs ile birlikte bizi AVM'nin otoparkına getiriyorsun... Sen kafayı mı yedin?!"
Bakışlarımla örtüşen bakışları hüznün dozunu arttırdı. Kızarmış gözleri hafifçe yaşardı. "B-Ben... Her şeyi yeterince batırmışken daha fazla mahvedemezdim. Şu an her şeyi telafi etmeliyim."
Öfkeme eklenen merakla birlikte sinirlerim daha fazla gerginleşti. "Neyi telafi edeceksin, Aras? Üstü kapalı konuşmalarını bir kenara bırak artık!"
Aras gittikçe yükselen sesime karşılık gözlerini benden kaçırıp göz ucuyla Mayıs'a baktı. Onun bakışlarını takip edip ben de dikkatimi Mayıs'a çevirdim. Şaşkın gözlerle bana bakıyordu. Masum bakışlarının altında ufak bir korku da saf almıştı.
Onu rahatlatmak için yüzüme zoraki bir tebessüm takınıp elimi yüzüne doğru uzattım. Nazikçe yanağını okşarken mırıldandım. "Özür dilerim, bebeğim. Bir anda Aras abine sinirlendim; fakat bir sorun yok. Sana telefonumu vermemi ister misin? Kulaklığımı takıp istediğin çizgifilmi seyredebilirsin."
Başını aşağı yukarı salladı. "Tamam, anne."
Elimi yanağından çekip çantamın içine daldırdım. Telefonumu ve kulaklığımı çıkarttıktan sonra Mayıs'a doğru uzattım. O tahmin ettiğim gibi hemen kulaklığı kulaklarına takıp telefonda oyalanmaya başladı. Onun dikkatini başka bir şeye yöneltmenin ferahlığıyla gözlerimi yeniden Aras'ın üzerine diktim. Sesimi olabildiğince düşürmeye çalışarak birkaç kelimeyi bir araya getirecekken o benden önce söze atıldı.
"Beni sevmediğini biliyorum, Ecrin. Evlilik teklifimi kabul edersen ya ailen için ya da benim için kabul edecektin. Beni sevdiğin ve benimle olmayı istediğin için değil... Reddersen de ben bunu hazmedemezdim. Bu yüzden randevuyu gerçekleştirmeme kararı aldım."
"Madem böyle bir karar alacaktın, o hâlde bu mevzuyu ne babama ne de bana hiç açmayacaktın. Kafana estiği gibi davranman hiç hoş değil."
"Ecrin..." dedi ve alt dudağını dişlerinin arasında rehin aldı. "Seni elde edebilmek uğrunda hep bencilce hareket ettim. Benimle olabilmen için elimden ne gelirse yaptım. Bu yalnızca güzel şeyler değildi, çirkin şeyler de vardı aralarında... O çirkin şeyleri keşke yapmasaydım, keşke zamanı geri sarıp dürüstçe hareket edebilseydim; fakat bir kere bataklıkta çırpındığında bunun devamı gelir. Ta ki, o çamurlar seni öldürünceye kadar. Yalan, yalanı doğurdu ve ben bu döngünün içinden çıkamadım. Beni yaptığım bencilliklerle değil de, fedakârlıkla hatırlaman için seni buraya getirdim."
Göz pınarlarından düşen gözyaşları yüzünden süzüldü gitti. O gözyaşlarının her birinde pişmanlıklar gizliydi. Uzanıp yaşlı yanaklarını silmek istedim; fakat bir yanım daha onun itiraflarını duymamış olmama rağmen buz kesmişti. Sanki uzun zamandır tanıdığım Aras, onun sahte bir yansımasıymış gibi hissediyordum. Bana bakan gözleri, bundan öncesinde hep yalancı hisler taşımıştı sanki...
"Ne yaptın, Aras? Lütfen, söyle bana."
"Ben değil," dedi ve dudaklarında buruk bir gülümseme belirdi. "O sana her şeyi anlatacak."
"Kim?"
"Terasta oturup hâlâ senin ona gitmeni bekleyen adam."
Kurduğu cümlenin içerisinde gizlenen ismi bulmam zor olmadı. Cevap, onca beyaz taşın arasına iliştirilmiş siyah taş tanesi gibi barizdi. Gözlerim ilk önce o siyah taşa takıldı, ardından dudaklarım o taşın altında yazan ismin her harfini öpücüğe boğdu. Sadece birkaç saattir görmemiş olmama rağmen, öylesine özlemiştim ki onu. Bu özlemin hissiyatı beni şaşırtıyordu. Bu kadar kısa zamanda hasrete kapılıp onun için sürüklendiysem, altı yıl boyunca nasıl ayakta kalabilmiştim?
Bu kişi, elbette Barlas'tı. Peki ya, Aras onun orada beni beklediğini nereden biliyordu?
"Hadi, git." dedi Aras, çenesiyle dışarıyı işaret ederek. "Onu dinlemekten korkma, seni kandırmayacak. Sen de ona kızınızdan bahset. Gerçekleri işitmek için yeterince geciktiniz zaten. Gerçi... Bunda benim de payım var."
Aras'ın mimikleri o kadar donuktu ki, yüz ifadesini stabil tutmak için güçlük çektiği her halinden belliydi. Dudakları arasından dökülenler bana "Git!" derken, içi "Gitme!" diye haykırıyordu sanki. Şu kapıdan dışarı çıktığım an, sarsıla sarsıla çökecek bir enkaza benziyordu. Bana aşıktı ve bilmediğim hatalar yapmıştı. Şimdi ise o hataları telafi etmek için, beni aşık olduğum adamın kollarına yolcu ediyordu. Bu fedakarlığı iyi bir dost olarak hatrımda kalabilmek için yapıyordu.
Nasıl bir hata yaptığı hakkında hiçbir fikrim olmayışını fırsat bilerek kollarımı ona doğru uzattım. Her zamanki gibi dostça bir kucaklamayla onu sarıp sarmaladım. Başımı göğsüne yaslayıp feryat eden kalbinin fısıltısını işittim. Başıma yaslanan çenesinin titreyişini hiç hissetmemiş gibi ona biraz daha sıkı sarıldım.
"Hataların ne kadar büyük olursa olsun, seni fedakâr bir dost olarak hatırlayacağım, Aras Soykan."
Güç bir titreyişle dudaklarından çıkan kelimeler arabanın içinde kuru bir gürültü gibi yankılandı. "Ben hep kalbimin sesini dinledim, şimdi sıra sende. Seni h-hakiki bir dost olarak hatırlayacağım, Ecrin Karayel."
Göğsüne yaslı başımı hafifçe aşağı yukarı kıpırdattım. "Barlas ile konuştuktan sonra Mayıs'ı almaya gelirim."
"Merak etme, ben onu oyalarım... Git artık."
Başımı göğsünden çektikten sonra onun gözyaşlarıyla nemlenen yüzüne son bir bakış attım. Hâlâ onun için sıcak kalan yanımın desteğiyle ellerimi yüzüne doğru uzattım. Parmaklarımla yaşlarını sildikten sonra ona içtenlikle gülümsedim. Ellerimi yüzünden uzaklaştırdıktan sonra Mayıs'a baktım. Dikkatlice çizgifilm seyreden gözleri bir kez olsun beni bulmadı. Onun farkına varmamış olmayı fırsat bilerek bir açıklama yapmadan arabanın kapısını sessizce açtım.
Topuklu ayakkabım asfalt yola dokunduğu an tüm tüylerim şahlandı. Bu zamana dek Barlas'ı dinlemekten ürkmemin nedeni, bana yalanlar söylese bile ona inanacak olmamdı. Şimdi ise, ondan duyacaklarımın hakikatleri gün yüzüne çıkaracağına inanıyordum. Aras bile Barlas'ı dinlemem gerektiğini söylerken bu korkuyla başa çıkmaktan başka çıkış yolum yoktu. Çantamı arabanın içinde bırakıp diğer adımımın da bir öncekini takip etmesine müsaade ettim. Dışarı çıkar çıkmaz ciğerlerimi temiz havayla doldurdum. İçime çektiğim soluklarla birlikte yalnızca ciğerlerimi değil, cesaretimi de şişirmeyi denedim. Arabanın kapısını ardımdan kapattıktan hemen sonra etrafımdaki insanları süzdüm. Ardından düşüncelerim zihnimin içine çakıl taşları gibi döküldü.
Geçen on gün boyunca Barlas'ın bana attığı her mesajı, ayaklarıma kapanışını tekmelercesine görmezden gelmiştim. O sabırla beni beklerken, ben inadım ve gururuma yenik düşmüştüm. Kalbim her defasında ona gitmem için diretmişti. Mantığım ise onu, çamur ata ata kirletmişti. Meğer ona gidebilmem için, bir güç tarafından itilmem gerekiyordu. Aras'ın desteği kalbimin sesini güçlendirmişti. Aynı zamanda kalbimin sesine, Mayıs'ın baba hasretiyle tutuşan nidaları da karışmıştı. Artık mantığımın sesini işitemez hâle gelmiştim. Barlas'a gitmekten başka bir yol bana mübah değildi.
Barlas'a teslimiyetimi daha fazla geciktirmemek adına bakışlarımı yukarı kaldırdım. Gözlerim AVM'nin terasında gezinirken adımlarım da AVM'nin girişine doğru ilerliyordu. Demirle sarılı bir etten meydana gelmiştim ve mıknatıs tarafından çekiliyordum. Kalbim, özgürlüğe koşuyordu sanki. O kadar hızlı çarpıyordu ki, göğüs kafesimdeki bu şiddetli çarpıntının adımları olsa, çok uzak diyarlara sürüklenirdi.
Gözlerim terastaki birkaç siyah takım elbiseli adamı buldu. Sonra onların ortasında oturan adam değdi gözbebeklerime. Adımlarım durdu, nefesim de adımlarımın peşinden sürüklendi. Kalp atışlarım ise, daha da güçlendi. Ellerimi göğüs kafesime bastırdım.
Onun için gelmiştim; fakat şu anda onun için ölecekmiş gibi hissetmem hiç normal değildi.
Tenimde kalbimin atışını hissederken gözbebeklerime dokunan yansımasında mimiklerini yokladım. Ona birkaç kat uzaktım; fakat yüzünü net bir şekilde algılayabiliyordum. Durgun bir şekilde elindeki bardağa bakıyordu. Beni kendiliğinden fark etmesi için kalpten bir talepte bulundum. Kalbimden geçenleri haykırmışçasına, duydu talebimi. Gözlerini bardaktan uzaklaştırdı önce. Göz kapaklarıyla gözlerini örttü. Elini alnına yaslayıp bir süre öyle bekledi. Ardından gözlerindeki örtüyü kaldırdı. Bakışları aşağıya süzüldü. Gözleri beni bulduğunda yüzü şaşkınlıkla gerildi. Eli, alnını terk etti. Oturduğu yerden derhal ayağa kalktı. Terastaki korkuluklara yaslanıp yüzümden bir saniye olsun gözlerini ayırmadı.
Aramızda yıllar öncesinden kalan bağ, zedelendiği yerinden birbirine tutundu. O bağ, onu gergin bir halata tutunmuş gibi bana doğru çekiyordu. Bu çekimi hissetmememin mümkünatı yoktu. Bir anda bana arkasını döndü ve terastan içeri girdi. Takım elbiseli adamlar da hızla peşine takıldı. Bana geliyordu, biliyordum. Merdiven basamaklarından inişini görmesem bile, her adımı gözümün önünde beliriyordu. Elimi kalbimin üzerinden bir an olsun ayırmadan gözlerimi yumdum. O an yalnızca kalbimin hızla çarpışındaki şiddete ve kulaklarımda bıraktığı sese odaklandım. Bunca zamandır korkularımla cebelleşmekten dinleyemediğim o sesi, doya doya dinledim. Elime dokunan her kalp atışımda, mantığımı göğüs kafesime çarpa çarpa katlettim.
Geçen her saniyede aşka teslim oluyordum.
Etrafımda ufak bir hareketlilik hissettim. Buna rağmen göz kapaklarımın mührünü çözmedim. O mührü çözebilecek tek bir güç vardı ve o güç, henüz ruhumu ele geçirmemişti. O gücün adım seslerini duyumsadım. Hızla bana doğru geliyordu. Birazdan bana şiddetli bir yıldırım gibi çarpacak ve irademi ortadan ikiye bölecekti. O yıldırımın altında kül oluncaya dek eriyecektim. İlk defa yanıp tutuşmak bu denli cazip geliyordu.
Onun kokusu beni ana kucağı gibi sımsıkı kucakladığında, teninin tenime dokunması için sabırsızlanır vaziyete düştüm. Kokusunu derin soluklarla içime işlerken tenini ezberleyemediğim her saniye içim kıyılıyordu.
"Ecrin..."
Sesinin naif tınısı dudaklarımın hoşnut bir tebessümle bükülmesine neden oldu.
"Barlas..."
Soluklanmaktan gitgide kesikleşen nefesi yüzüme çarptı. Heyecanın ilmek ilmek dokuduğu sesi sokakta yankılandı. "Buradasın. Gerçek olduğuna inanamıyorum!"
Alt dudağımı hafifçe dişledim. "Ben de inanamıyorum, Barlas. İnandır bizi."
"Gözlerini aralayıp bakışlarımızı buluşturmama müsaade et." dedi, içimi ısıtan usul bir ses tonuyla.
"Mührü bozman gerek. Ruhumu uyuşturman gerek, Barlas. Mantığımı tamamıyla etkisiz hâle getir." dedim ve yıllar önce ilk öpücüğümüzü yaşamadan önce onun bana kurduğu cümleye benzer bir cümle kurdum. "Öp beni... Ben kalbimin sesine sağır olmadan öp ki, dinsin bu susuzluk."
Nefes sesinin kesintisiyle soluğunu tuttuğunu fark ettim. Bana doğru bir adım yaklaştığını, bedeninin yaydığı sıcaklıktan anlıyordum. Elleri ensemi nazikçe kavradı. Baş parmakları çenemin köşelerine yerleşti. Onun dokunuşu kalbimin üzerindeki elimi yumruk haline getirmeme neden oldu. Sıcak dudakları dudaklarımın üzerine değdiği an ayaklarımın bağı çözülecekmiş gibi hissettim. Ellerim, hızla onun omuzlarına sarıldı. Dudaklarımız birbirini örtmekle yetinmemiş, ruhlarımızı birbirine kenetlemişti.
Barlas dudaklarını kıpırdatmaya başladığı saniye, gözlerimi daha sıkı yumarak yalnızca onun bana armağan edeceği öpücüklere yoğunlaştım. Öpücükleri acelesizdi. Sanki dudağımın yüzeyindeki her bir çizgiyi tekrardan çizer gibi... Bu öylesine dayanılmazdı ki, onu kana kana içmek isterken damla damla yudumlar gibi hissediyordum. Yüzümü yana doğru eğerek öpücüklerimizi derinleştirmek için onu teşvik ettim. Bir kez daha talebimi boşa çıkarmadı. Öpücüklerinin yoğunluğu arttı. Bir eli saçlarımın arasına daldığında, dalgaların arasında dokunuşuyla yüzdü. Dudaklarım, onun dudaklarındaki tüm nemi istercesine iştahla onu öperken tek düşünebildiğim sonsuza dek onunla öpüşmekti.
Onun öpücükleri beni yeniden doğmuş gibi hissettiriyordu. Ölüm meleği beni kanatları arasına sıkıştırıp kül edinceye dek yakmıştı ve ardından küllerimi etrafa saçmıştı. Etrafa saçılan her bir zerrem Barlas'ın avuçları içinde birikmişti ve onun için yeniden birleşip bir bütün oluşturmuştu. Ruhum bedenimden çekiliyordu. Onsuz geçen her gün kendimden kaybettiğim her bir parçayı, şimdi benliğimde birleştiriyordum.
Kafatasımın içine enjekte olan uyuşukluğun, mantığımı devredışı bıraktığından emin olduğumda gözlerimi yavaşça araladım. Dudaklarım, dudaklarımı öpmekten kendini alıkoyamayan dudaklardan uzaklaştı. Barlas kısılmış göz kapaklarının arasından önce şişkinleşen dudaklarıma, ardından gözlerime baktı. Ensemde ve saçlarımın arasında duran ellerini yanaklarıma değdirdi. Parmak uçlarını elmacık kemiklerimde gezdirdi. Avuç içleri şakaklarımı okşadı.
Hayranlık dolu bakışlarına eşlik eden ses tonuyla dudaklarıma doğru fısıldadı. "O kadar güzelsin ki..."
Elleri yüzümden aşağı doğru düştü. Omuzlarımdan kollarıma, kollarımdan bel oyuntuma okşarcasına dokunuşlarla geçiş yaptı. Belime yerleşen ellerinin ardından uzanıp dudaklarıma ufak bir buse kondurdu.
"Ellerini boynuma dolar mısın?"
Ricasını ikiletmeden ellerimi ensesinde kenetledim. "Başımı da göğsüne yaslayabilir miyim?"
"Bunu sorman bile hata." dedi ve alnımdan öptü.
Başımı göğsüne yasladığımda, o da dudaklarını saçlarıma yerleştirdi. Aşkla tenlerimize dokunurken bana daha önce duyulmamış, sadece bize özel bir melodiyi mırıldanmaya başladı. Bedeni, sağa ve sola doğru yavaş yavaş salındı. Başım göğsüne yaslı bir şekilde ona ayak uydurmaya çalıştım. Onun sesine uyum sağlayan ahenkli hareketlerimiz, başımı döndürecek kadar yoğun bir huzurla dolmama neden oldu. Daha öncesinde tam burada, yağmurun altında gerçekleştirdiğimiz dansı; şimdi aynı yerde, yıldızların eşliğinde yâd ediyorduk. Bu dans, aşırı derecede duygu yüklüydü. Kalplerimizi baştan aşağı titretecek kadar, sevgiyi hissettiriyordu.
Barlas'ın belimi kavrayan sol eli havalandı. Onun ensesinde kenetlediğim sağ elime doğru uzandı. Elimi bir an olsun çekinmeden avcunun içine teslim ettim, tıpkı ruhum gibi... Saçlarımın arasına sızan dudakları başımın yüzeyini derin bir öpücük ile kutsadı. Damarlarımdaki kan daha da ısındı, kalbimi sıcacık yaptı. Başımı göğsünden çekip bakışlarımı bakışlarına perçinledim. Avcunun içinde esir ettiği elimi duygularının merkezine dokundurdu. Sol yanına bası uygulayan elim, kalbinin hızlı atışlarını huşuyla hissetti. Dudaklarımda beliren tebessümüm onun da dudaklarında can buldu. Birbirimizin gözlerinin içine baka baka, benim elim onun sol yanında, onun dudaklarında bizim için yaratılmış bir melodi ile birlikte yavaş bir ahenkle dans ettik.
Diğer elini de belimden çektiğinde ben de ensesini tutmakta olan elimi bıraktım. Barlas kalbinin ritmine dokunan elimi havalandırdı. Benden birkaç adım geriye gidişiyle ne yapmak istediğini anlayabilmiştim. Dansın son etabına gelmiştik. Ona doğru kendi etrafımda dönerek yaklaştım. Önce kendi kolumu, ardından onun kolunu belime doladım. Bedenlerimiz birbirine çarptığında Barlas diğer eliyle belimi destekleyip bedenimi aşağı doğru büktü. Saçlarımın neredeyse yere değeceğini zannetmiştim. Bedenimi doğrulttuktan sonra zıt yöne doğru dönerek birbirimize olan düğümü bozdum. Eskiden bu hareketi yaparken ayağımın kaymasıyla dansı mahvetmenin eşiğine gelmiştim; fakat bu sefer dimdik ayakta durarak dansı noktalayabilmiştim.
Bu defa da kalbim tökezleyip Barlas'ın ayak ucuna düşüvermişti.
Gözlerimi çit gibi çevreleyen sevgi, onun hayranlıkla yoğrulmuş bakışları altında çatırdadı. Alkış, ıslık ve tezahürat sesleri yükselerek dikkatimi çektiğinde, Barlas dışında çevremde olup bitenleri nihai olarak fark edebilmiştim. Alıcı gözüyle etrafa bakındığımda Barlas ile etrafımızı saran siyah takım elbiseli adamları fark ettim. Dört yanımızda da üçer tane koruma vardı. Onların haricinde ellerinde kameralar tutarak bizi seyreden kalabalığı gördüm. Hepsi heyecan ve hayranlıkla bize bakıyordu. Bu kadar fazla ilgi odağı olmak beni rahatsız etti. Geçirdiğim o büyülü anların hepsinin seyredilmiş olmasından öte, görüntülenmiş olması beni daha fazla irite etmişti.
Barlas hâlâ tutmakta olduğu elimi kendine doğru çekti ve çevremdeki kargaşayı bir yana bırakıp gözlerimin üzerine yapışıp kalmasına neden oldu. Bedenim ona doğru yaklaştıkça dudaklarındaki tebessüm derinleşti. Tam ayak ucunda durduğumda elleriyle yüzümü feth etti. Kahverengi gözleri kürek vura vura mavi harelerimin derinliklerine indi.
"Her şeyin bir rüya olmasından korkuyorum, Ecrin."
"Her şey bir rüya olsaydı eğer kokunu duyumsayamazdım, ellerimi göğsüne koyduğumda avuç içimde kalbinin atışlarını hissedemezdim ve dudaklarının dudaklarımda bıraktığı ıslaklığı hâlâ hissediyor olamazdım. Her şey gerçek, Barlas. Ben sana geldim. Seni dinlemeye, sana bir şans vermeye... Aşka teslim olmaya geldim."
Dudaklarındaki tebessüm o kadar derinleşti ki, tüm yüzüne ışık gibi yayıldı. "Sana söz verdiğim gibi her ayın 29'unda ve son 10 gündür hep burada bekledim seni. Bekleyişlerle geçen her saniyeye değdi, Ecrin. Geleceğine dair hiç umudum yoktu; ama olur da gelirsin diye beklemekten hiç gocunmadım. Sonunda geldin bana ve şu an hissetiğim duyguların herhangi bir tarifi yok."
Kurduğu cümleler arasında aklıma takılan bir kısım vardı. Barlas, bana daha önce beni her ayın 29'unda burada bekleyeceğine dair bir söz vermemişti. Böyle bir şeyi kesinlikle hatırlamıyordum. Ona bu düşüncelerimi aktarmayı düşündüm; fakat onca kalabalığın odak noktasıyken bu konu hakkında konuşmak istemiyordum. Daha tenha bir yerde aklımızda biriken tüm soruları teker teker süpürmemiz gerekiyordu.
Yüzümü kavrayan ellerinin üzerine ellerimi yerleştirdim. Ellerini yüzümden aşağı doğru çekip bir elimi onun eline kenetledim. Parmaklarımız iç içe geçecek şekilde el ele tutuştuğumuzda, başımı hafifçe yana doğru eğip ona mahzun bakışlarla baktım.
"Barlas... Lütfen gidelim buradan. Sakin bir yerde seninle konuşmak istiyorum."
"Tabii, gidelim. Nereye istersen oraya gidelim."
Barlas yanımızdaki korumalara arabasını işaret ettiğinde korumalar bizim adımlarımıza eşlik ederek Barlas'ın arabasına doğru ilerlemeye başladı. Barlas'ın elinden güç alarak heyecanımı bastırmaya çalışıyordum. Bu heyecan arkamızdaki kalabalıktan değil, biraz sonra Barlas ile Mayıs'ı karşı karşıya getirecek olmamdan kaynaklanıyordu. Barlas'ın vereceği tepkiyi kafamın içinde ölçmek bile beni endişelendiriyordu. Barlas'ın siyah spor arabasının yanına vardığımızda Barlas ön koltuğa oturmam için kapıyı açacakken tutmakta olduğum elini durmasını ima edercesine sıktım.
"Barlas, sen şoför koltuğuna geç. Ben birazdan geleceğim."
Barlas'ın yüzünde şaşkın bir ifade oluştu. "Nereye gideceksin?"
"Buraya Aras'ın arabasıyla geldim. Çantamı onun arabasında unuttum, almam gerekiyor."
Aras'ın ismi ağzımdan çıkar çıkmaz kaşları çatıldı. "Korumalardan birisine söylerim, arabası neredeyse gitsin alsınlar."
Barlas tam korumalardan birisine seslenecekken lafa atıldım. "Hayır, Barlas. Bir şey daha var..."
Barlas'ın kıskançlıktan koyulaşan kahverengi gözleri gözlerime pençelerini geçirircesine keskindi.
Ses tonu hafif bir kızgınlığın ışığında gölgelenmişti. "Başka ne varsa onu da hallederler."
"Kızım..." dedim ve bu kelime dudaklarımdan çıkar çıkmaz Barlas'ın çatılan kaşları havalandı. "Onu da arabadan alacağım. Benden başka birisiyle gelmez."
Barlas'ın sesi ansızın titrer bir hâle dönüştü. "T-Tamam o hâlde. Onu da getirmene sevindim. Onunla tanışmak için sabırsızlanıyorum."
Nasıl olmuştu da bu kadar sakin tepki verebilmişti?
Bu defa benim kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. "Bir kızım olduğundan haberdar mısın?"
Başını aşağı yukarı salladı. "Evet, kızından haberim var. Bu konuyu da gittiğimiz yerde konuşuruz. Yalnızca şunu bilmeni istiyorum ki, eğer sana kendimi tamamen affettirirsem, seni yanımdan ayırmak istemiyorum. Kızının babası başkası olabilir, bu benim için önemli değil. Benim için yalnızca sen önemlisin. Ben kızına babalık da yapabilirim. Gerçi babası hâlâ hayattayken bunu söylemem ne kadar doğru bilmiyorum; fakat söylemek istediğim şey belli... Sen hayatımda olduktan sonra, ben senin mutluluğun için her şeyi layığıyla yapmaya hazırım."
Onun bir kızım olduğundan haberdar olması yetmezmiş gibi babasının kendisinden başkası olduğunu sanması beni şok etmişti. Mayıs'ın babasının kendisinden başka kim olabileceğini zannediyordu? Yoksa Aras'ın bahsettiği çirkin gerçeklerden birisi bu olabilir miydi? Merak ve şaşkınlıkla kendimi harap etmenin eşiğindeydim. Sanki kafamdan aşağı kızgın lavlar dökülmüş gibi yanık kokusuyla kalakalmıştım. Tüm bu duyduklarım ile bir kez daha farkına vardığım gerçek beni altüst etti. Dünya yalnızca benim etrafımda dönmüyordu. Yalnızca ben yanlış bildiğim gerçeklerle yaşamak zorunda kalmamıştım. Çektiğim acılar bir tek benim yüreğimi paramparça etmemişti.
Sözlerine bir cevap vermek yerine hissettiklerimi belirsizliğe iten bir maskenin arkasına sığınıp müteşekkir bir tebessümle Barlas'ın gözlerine baktım. Onun gözlerinden ufak kırıntılar halinde dökülen hüznü eteklerimde topladım. O hüzün, yıllarca çektiği acıların yansımasıydı. Kim bilir, başkasından bir kızım olduğunu zannederek bunu hazmedebilmek için kendini nasıl da hırpalamıştı. O hırpalanışının izlerini dudaklarına yerleşen buruk tebessümden sezebiliyordum.
Bu akşamın sonunda birbirimize yanlış bildiğimiz ne kadar gerçek varsa hepsini tek tek anlatmayı umuyordum. İşte o zaman birbirimizin omzunda ağlaya ağlaya silecektik kalbimizin yaralarından sızan kirli kanları.
Birbirine kenetlenen ellerimizi ayırıp göz temasımızı kestim. Sırtımı ona doğru döndükten sonra otoparkın ilerisinde bekleyen araca doğru ilerledim. Attığım her adımda yıllardır bekleye bekleye rutubet kokan hakikatleri nasıl açığa kavuşturacağımı zihnimde tarttım. Açlık iç güdüsüyle yavrusunu yiyip ardından gözyaşı döken timsah gibi hissediyordum. Sırf korkularım yüzünden kızıma babasının öldüğünü empoze etmiştim. Şimdi ise bunu telafi edemeyecek olmanın endişesiyle parsel parsel eksiliyordum. İçimde kopan fırtınalara Mayıs'ı mesken etmiştim. Şimdi ise o mesken kırılacaktı ve içimdeki fırtınanın beni nereye savuracağına dair hiçbir fikrim yoktu.
Peki ya Barlas? Bir kızı olduğundan seneler boyunca habersiz olmasını kaldırabilecek miydi? Bütün bunların sorumlusu beni terk edişiyken kendisini affedebilecek miydi? Yoksa tüm suçu benim sırtıma yükleyip bana arkasını mı dönecekti?
Bütün bu soru işaretleri karnıma şarapnel parçası gibi saplandı. Bana kan kusturan bir döngünün içerisinde kapana kısılmış vaziyetteydim. Hem Barlas, hem Mayıs hem de kendi akıbetim için kuşku duyuyordum. Benim itiraf edeceklerim ve Barlas'ın anlatacakları, üçümüzü nasıl bir durumun içerisine düşürecekti kestiremiyordum. Ya her şeye rağmen ortak bir gelecekte buluşacaktık ya da bir daha buluşamayacağımız bir gelecekte parçalanacaktık.
♧♧♧
Emeğime bir karşılık olarak oy verip bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yorum atarsanız çok mutlu olurum. Şimdiden teşekkür ederim.💕
Sizce bölüm nasıldı? Gelecek bölümde her şey açığa çıkacak mı dersiniz, yoksa yine bir aksilik çıkıp gerçekler saklı mı kalacak?
Bildiğiniz üzere finale çok az kaldı. Gelecek bölümler şimdiden sizi heyecanlandırıyor mu?
Bir sonraki bölümü kısa süre içinde yazmaya başlarım ve tamamlamadan önce Instagramda spoiler paylaşırım. Kendi Wattpad sayfamda da yeni bölüm hakkında duyuru yayımlarım. İrtibatta kalmaya özen göstereceğim.💗
Herkese iyi geceler dilerim. Bir sonraki bölümde görüşünceye kadar kendinize iyi bakın. Size kocaman sevgiler ve öpücükler gönderiyorum. 💋❤🎈
☆Multimedyaya yüklediğim videoda bu bölüm ve gelecek bölümden sahneler var. İzlemeyi unutmayın! Videoyu açamayanlar için alt kısma da bırakacağım. (Kalite için üzgünüm...)
-Şahsi Instagram Hesabım: aleynaaaf_
-MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top