MSOM? -31- ❝Acı'dan Adam❞
Yeni bölüm çok gecikti. Öncelikle ülkemizde yaşanan yürek burkan olaylar yüzünden, bütün ilham perilerim tasını tarağını toplayıp beni terk etti. Üzüntümden bölüm yazamadım. Daha doğrusu, şehitlerime saygımdan. Sonrasında ise, kendi kişisel problemlerimle uğraştım. Kısacası son bir aydır her şey üst üste geliyor ve benim kalbim, tüm bunları kaldıramayacak kadar minnoş.
Size, ne ülke problemlerinden konuşacağım, ne de kişisel problemlerimden dert yakınacağım. Sadece, beni sabırla bekleyen herkese teşekkür etmek istiyorum.
Bu bölüm de, hemen hemen diğerleri kadar uzun oldu. Öncelikle, bu bölümün duygusallık bakımından yoğun olduğunu belirtmek istiyorum.
Duygulandığınız paragraflara yorum yapabilirsiniz. Ona göre, kendi yazımımı değerlendirmiş olurum.
Barlas'ın geçmişi, canımı çok derinden acıttı. Sizi bu kadar etkiler mi, bilemiyorum. Bölümü yazarken başa sararak dinlediğim şarkıyı Multimedya'ya bırakıyorum. İsterseniz dinleyerek okuyabilirsiniz. Bence bu şarkı, fazlasıyla Barlas yüklü.
Bölüm şarkısı : Cem Adrian - Bana Ne Yaptın.
**Multimedya'da bölümle alâkalı resimler var!**
Bu bölümü, hikâyemizin şu anki kapağını yapan Doğa'ya ithaf etmek istiyorum. Yaptığın her iki kapak da çok hoşuma gitti, canım. Emeklerin için çok teşekkür ederim. ❤❤
@ dogaada17
Ayrıca bu bölümü, Wattpad aracılığıyla tanıştığım ve çok çok çoook sevdiğim Gizem'ime ithaf ediyorum. Kendisini şu an raflarda olan "Mafya Sekreteri" adlı kitabıyla tanıyorsunuzdur. Kendisi Barlas Seçkiner'in de isim annesidir. 😄 Öpüyorum seni, Zem. ❤❤
@ gizemmms4
Aynı zamanda Gizem'in şu an Wattpad'de yazdığı "Ölümden Önceki 100 Mektup" hikâyesini okumanızı tavsiye ederim. Henüz çok yeni ve çok güzel bir hikâye. Tavsiye ediyorum. Pişman olmazsınız.
-Keyifli Okumalar.
~
31. Bölüm
3 HAFTA SONRA
▪Ecrin Karayel▪
Üzerime giyindiğim mavi kazağı, beyaz bir dar paça pantolon ile kombinledim. Saçımı ve makyajımi Cansu hallettiği için, tam olarak hazırdım. Cansu, yüzüme sade bir makyaj yapmıştı ve saçlarımı taç şeklinde örüp kalanını salık bırakmıştı. Çok hoş görünüyordum. Aynamdaki yansımama bakmaya bir son verdiğimde, bakışlarımı Cansu'ya yönelttim. Elindeki parfümü âdeta üzerine boşaltıp odamda kocaman bir parfüm bulutu yarattı. Elimle burnuma yelpaze yaparak ağır parfüm kokusunu savuşturmaya çalıştım.
"Sence de biraz abartmadın mı?"
"Neyi, bebeğim?"
"Parfümden bahsediyorum."
"En son İstanbul'a gelişimde, üzerimde bu parfüm vardı ve Duhan, bana kokumu çok sevdiğini söyledi. Elbetteki abartacağım. Buna hakkım var."
"Kesin sana sarıldığında, kendini parfüm dükkanında hissedecek ve söylediklerine pişman olacak."
Cansu gözlerini devirerek askılığa doğru ilerledikten sonra, üzerine kırmızı deri ceketini geçirdi. Deri ceketin altına gri bir kazak ve siyah dar paça pantolon giyinmişti. Saçlarını salaş bir at kuyruğu şeklinde toplamıştı. Yüzünü, bana yaptığı gibi hafif bir makyajla renklendirmişti. Kırmızı spor ayakkabıları ise, görüntüsüne daha fazla sportif bir hava katıyordu. Benim ayaklarımda ise siyah çizmelerim vardı ve dar paça pantolonumu çizmelerimin içine sokmuştum. Ben de askılığa doğru ilerledim ve siyah montumu elime alıp üzerime geçirdim. Cansu gözlerini üzerimde gezdirdi. Ardından dudakları gördüklerinden memnun şekilde memnuniyetle kıvrıldı.
"Çok güzel görünüyorsun."
İltifatı karşısında yanaklarım kızardı. "Teşekkür ederim. Sen daha güzelsin."
Omzuma hafifçe vurdu. "Hadi oradan."
Tam söylediğimde ne kadar ciddi olduğumu savunacakken, odada yankılanan zil sesiyle Cansu'nun ağzından heyecan dolu bir çığlık kaçtı. Hızla elini cebine atıp telefonunu cebinden çıkarttı. Duhan'ın aradığını idrak etmem fazla zamanımı almamıştı. Çünkü yüzündeki o aşık sırıtış, dudaklarından kayıp düşmemişti. Telefonu kulağına götürdüğünde, sesindeki neşeli tınıyla konuşmaya ve odayı arşınlamaya başladı. Duhan'ı uzun süre sonra göreceği için, sevinçten kendini kaybetmişti. Şu an sevgiliydiler. İnternet üzerinden konuşmaya kesintisiz devam etmişlerdi. Duhan ona çıkma teklifi ettiğinde ise, Cansu direkt teklifine olumlu yanıt vermişti.
Çünkü, kesinlikle Duhan'a sırılsıklam aşıktı.
Cansu dün gece İstanbul'a ayak basmıştı. Buraya gelmesinin nedeni, yarınki gala gecesine katılmak istemesiydi. Filmimizin ilk gösterimi yarın verilecekti. Bu yüzden, yarın için fazlasıyla heyecanlıydım. Gala gecesi için giyineceğim elbiseyi, dün terzinin elinden almıştım. Onu giyinmek için de sabırsızlanıyordum. Yarının, benim için önemi çok büyüktü. Zihnim âdeta yarın olabilecek güzel olaylarla çalkalanmıştı. Bugün ise, Cansu'nun ısrarı üzerine onlarla birlikte dışarı çıkacaktım. Abim, Duhan ile buluşmasına izin vermezdi. Duhan'ın, Cansu ile gönül eğlendirdiğini söyleyip duruyordu. Eyüp amcam da, abimi arayıp Cansu'yu ona emanet ettiğini söylemişti. Bu yüzden, Cansu İstanbul'da olduğu müddetçe, abimin onun hayatına burnunu sokma hakkı vardı ve bunu seve seve yapardı.
Uzun lafın kısası, abimi, ikimiz beraber dışarı çıkacağız diye kandırmıştık. Aynı zamanda İrem de, bu beyaz yalanımıza yardım etmek için, abimin aklını dağıtma görevini üstlenmiş ve onunla buluşmak istemişti. Sonuç, olumluydu. Abim dışarı çıkmamıza izin vermişti. Duhan ile Cansu buluşup sinemaya gideceklerdi. Ben ise, yanlarında üçüncü tekil şahıs olarak gezinecektim. Aslına bakılırsa, benim de sevgilim vardı. İstese o da benimle gelebilirdi. Fakat, Barlas'a dün gece bizimle gelmesini teklif ettiğimde, bu teklifi reddetmişti. Abimin gözleri, son zamanlarda hep bizim üzerimizdeydi. Şüpheli gözlerini üzerimize dikmiş, açık kolluyordu. Barlas, abimi iyice işkillendirmemek için, evde kalmayı tercih etmişti.
Şu son üç haftam, okul yüzünden çok yoğun geçmişti. Film çekimleri veyahut hastalıklarım yüzünden, görmediğim çok konu vardı. Bu yüzden vizelerim için çok sıkı çalışmıştım. Teslim etmem gereken ödevlerle de teker teker uğraşmıştım. Kısacası, üç hafta boyunca kendimi derslerime odaklamıştım. Barlas ile ne okulda, ne de evde yakınlaşabiliyorduk. Yaptığımız tek şey, kaçamak bakışlar ve gizli dokunuşlardı. Onu, yanımdayken dahi özlüyordum. Sarılmak, öpmek istiyordum, ama yapamıyordum. Dışarıdaki insanların dikkatli gözlerinden ve abimin şüpheli bakışlarından ürküyordum. Sanki her şey, bize karşı bir düşmandı.
"Ecrin!"
Cansu'nun sesiyle, kendime gelip bakışlarımı onun üzerine çevirdim. Odanın ortasında volta atmaya bir son vermişti. Öylece dikilip bana bakarken, elindeki cep telefonunu cebine sıkıştırdı. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Bu, içimi sıcacık yapan, sevgi ve heyecan dolu bir tebessümdü.
"Efendim?"
"Sokağın başına kadar yürüyecekmişiz. Duhan, Erkin'i şüphelendirmemek için arabasını sokağın başına park etmiş. Arabayı gördüğü an, tanıyacağını söyledi."
"Tamam. Hadi gel, çıkalım."
Cansu ile çantalarımızı alıp kolumuza astık ve odamdan çıkıp merdivenlere yöneldik. Ev sessizdi. Sabah abim Barlas'ı kahvaltıya çağırmak için odasına gittiğinde, kapısının kilitli olduğunu söylemişti. Kapısının açıldığına dair tek bir ses duymamıştım. Hatta varlığına dair tek bir kanıt bile... Hâlâ uyuyor olmalıydı. Ama neden odasının kapısını kilitlemişti ki? Aklımı kurcalayan sorulara kafa yorarak basamakları indiğimde, aşağı kata ayak bastığımı ancak fark edebildim. Kendime içsel bir tokat geçirip bütün beyin hücrelerimi dirilttim. Cansu ile evden çıktığımda, gayet kendimdeydim. Evde hiçbir kıpırtı olmadığına göre, abimin evde olmadığını idrak edebilmiştim. Barlas'ın içeride olduğunu bilmeme rağmen, kapıyı arkamdan kilitledim. Karamsar düşüncelerim, beni altüst ediyordu.
Ev ölü gibiydi ve dışarıdan gözlemleyen birisi varsa, evimize girmeye yeltenebilirdi.
Aklımı dağıtmak için, merak ettiğim soruyu sesli bir şekilde dile getirdim. "Abim nerede acaba?"
Asansör altıncı kata ulaştığında kapılar açıldı. Asansörün içine ayak bastığımızda, Cansu sorumu yanıtladı. "Sen üzerini giyerken, Erkin abi dışarı çıkıyordu. İrem ile takılacaklarını söyledi. Herhalde İrem, eşeğini sağlam kazığa bağlamak istedi. Onun sayesinde, Erkin Abi'yi kandırmak çocuk oyuncağı oldu."
"İrem, böyle şeyleri seve seve yapar. Sevenleri bir araya getirmek için elinden gelen kurnazlığı yapıyor. Bunu neden yapıyor bilmiyorum, fakat kendi menfaatleri için yapmadığı kesin. Çevresindeki insanların mutluluğu, ona da mutluluk veriyor olmalı."
"Çok temiz kalpli bir kız. Başta kıskançlıktan sevemesem de, şimdi ona fazlasıyla kanım ısındı."
Kıkırdadım. "Onun da başlarda seni pek sevdiği söylenemez."
Asansör zemin katta durdu. Kapılar iki yana açıldığında, bu, konunun kapanmasına neden oldu. Cansu âdeta seke seke apartman kapısına doğru ilerledi. Ona ulaşmak için, koşar adımlarla peşine takıldım. Apartman kapısını açıp dışarı adım attığımız an, Cansu koşarak merdivenleri indi. Temiz hava yüzüme çarpar çarpmaz, içime derin bir soluk çektim ve ben de, onun peşinden koşmaya başladım. Uzun süre sonra, Duhan ile görüşeceği için neredeyse çıldıracaktı. Bugünü onunla geçireceği için, tek bir saniyesini bile boşa harcamak istemiyordu.
Koşa koşa sokağın başına ulaştığımızda, ağacın altına park edilmiş beyaz son model otomobili görür görmez, olduğum yerde durup ellerimi dizlerime yasladım. Ben derin derin soluklanırken, arabanın kapısının açılma sesini işittim. Cansu'nun sevinç dolu nidası sokağı inletirken, başımı kaldırdığım anda, onu Duhan'ın kolları arasında gördüm. Cansu, bacaklarını Duhan'ın beline dolamıştı ve kollarını da boynuna sıkıca sarmıştı. Duhan da, kollarıyla onu belinden sımsıkı kavramıştı. Onların bu halleri, bir yandan duygulanmama, diğer yandan kıskançlıkla boğuşmama neden oldu.
Cansu'nun ayakları yere değdiğinde, sarılmaya nihayet bir son verdiler. Soluklarımı düzene sokup doğrulduğumda, Cansu'nun yanaklarının sırılsıklam olduğunu fark ettim. Mutluluktan ağlamıştı. Duhan elleriyle yanaklarını sildi. İşte tam da o an, kalbime tuhaf bir sancı saplandı. Bu hareketi, bana Barlas'ı hatırlatmıştı. Onun eksikliği göğsümde devasa bir kasırga yaratırken, hasretle içimin kıyıldığını hissettim. İnsanlardan gizlenmekten, ona yaklaşamıyordum bile. İstediğim zaman öpemiyordum, koklayamıyordum, dokunamıyordum, sarılamıyordum. Hemen hemen her zaman gözümün önündeydi, fakat ben ona bakmaya bile çekinir olmuştum. Bu, acı vericiydi.
Duhan, Cansu'nun dudaklarına kısa süreli bir öpücük bıraktıktan sonra, arabasının kapısını açıp onun ön koltuğa oturmasını bekledi. Cansu yerine geçtikten sonra, kapıyı kapatıp bana doğru döndü. Yavaş adımlarla bana doğru ilerlerken, yüzünde kocaman bir gülümseme vardı. Tam karşımda dikildiğinde, elini bana doğru uzattı. Elimle buz tutmuş elini kavradım ve onunla tokalaştım.
"Teşekkür ederim, Ecrin. Sen olmasaydın, onunla buluşamayacaktım."
Elimi elinden çekip güçlükle tebessüm ettim. "Rica ederim. Bunu Cansu için yaptım."
Ona karşı tepkili olduğumu anlamış olacak ki, yüzündeki ifade suçluluk duygusuna büründü. "O gün, sana kaba davrandığım için özür dilerim. Sağlıklı düşünemiyordum."
Ellerimi montumun ceplerine sokup hafifçe omuz silktim. "Unut gitsin."
Duhan hafifçe tebessüm ederken, ben de gülümsedim. Bir anda yanağımda hissettiğim sıcaklık ile korkuyla yerimden sıçradım. Ağzımdan kaçan korku dolu çığlıkla, hızla arkama doğru döndüm. Yanağıma bırakılan öpücüğün sahibiyle göz göze geldiğim an, korkuyla aralanan ağzım daha da açıldı. Şaşkınlıkla gözlerimi irileştirdim ve sevinçle adını haykırdım.
"Barlas!"
İnanamıyorum! Gelmişti.
Barlas'ın kahverengi gözleri, dışarıdaki soğuk havaya inat sıcacıktı. Yüzündeki küçük tebessüm, verdiğim tepkiyle koca bir kahkahaya dönüştü. Üzerine giydiği gri kaşe montunun yakalarını boynuna siper etmişti. Altına buz mavisi bir kot pantolon geçirmişti. Ayaklarında ise, gözlerindeki kahve tonuna yakın çizmeleri vardı. O kadar çekici görünüyordu ki, ona hayran kalmamak olanaksızdı. Kokusunu hissetme ihtiyacıyla, ellerimle montunun yakalarına yapıştım ve parmaklarımın ucunda yükselip burnumu açıkta kalan boynuna gömdüm. Kokusu burun direğimi sızlattı önce. Ardından ciğerlerime dek ulaştı. Tüm hücrelerim yavaş yavaş uyuşurken, gözlerimi sımsıkı kapatıp ruhumu onun kokusuna kurban ettim. Elleri belimi kavradığında, üzerimdeki monta rağmen dokunuşu tenime çakılıp kaldı.
"Bana bak, küçüğüm."
Onun sesi kulaklarıma ulaştığında, her ne kadar kokusundan mahrum kalmak istemesem de, sözlerine itaat ettim. Kokusunun kaynağı olan kuytudan usul usul çekildim. Göz kapaklarım aralanıp gözleriyle buluştu. Elleri belimi terk etti. Hemen ardından yüzümün iki yanına sindi dokunuşu. Beni kendine doğru çekip alnıma derin bir öpücük bıraktı. Bu öpücük, beni alaşağı edebilecek kadar anlam yüklüydü. Geri çekildiğinde ise, ellerini yanaklarımdan çekip Duhan'ın arabasını işaret etti.
"Artık gitsek iyi olacak. Erkin'in bir yere gittiğimi anlamaması için, Duhan'ın arabasıyla gezeceğiz. Fazla zaman kaybetmeyelim. Erkin uyuduğumu zannetsin diye odamın kapısını kilitledim. Fakat o eve dönmeden evde olmalıyız. Çünkü hâlâ odamın kilitli olduğunu fark ederse, bu kadar süre uyumamın imkansız olduğunu bildiği için, şüpheci tavrı körüklenecektir."
Başımı aşağı yukarı salladım. "Haklısın. Hadi gidelim."
Arkamı dönüp Duhan'ın arabasına doğru ilerlerken, Barlas da yanımda ilerliyordu. Duhan çoktan şoför koltuğuna geçmiş olmalıydı. Çünkü etrafta görünmüyordu. Son model arabanın yanında durduğumda, arabanın içine bakmaya çalıştım. Fakat arabanın camları içeriyi göstermiyordu. Elim kapının kolunu kavrayıp açtığında, bakışlarım direkt ön koltukta öpüşen çifte kaydı. Kapı sesini işitir işitmez geri çekilmişlerdi, fakat ben görmemem gereken görüntüye şahit olmuştum. Hissettiğim şokun etkisiyle, geriye doğru bir adım attım. Bedenim, hemen arkamda duran Barlas'ın bedenine yaslandı.
"Ne oldu?"
Barlas'ın sorusuna karşılık, başımı yavaşça iki yana salladım. "Y-Yok bir şey."
Arabanın içine girip arka koltuğa oturduğumda, Barlas da hemen yanıma geçip kapıyı örttü. Cansu utançtan kıpkırmızı kesilmiş yüzünü, eliyle kamufle etmeye çalışıyordu. Duhan ise, hiçbir şey olmamış gibi arabanın anahtarını çevirip arabayı çalıştırdı. Onlara daha fazla odaklanmadan, koltukta biraz yana doğru kayıp Barlas'a sokuldum. Başımı göğsüne yasladığım an,kolu omuzlarıma dolandı. Göz ucuyla yüzüne baktığımda, onun da bakışlarının yüzümü hedef aldığını fark ettim. Bakışlarımız birbirine perçinlediği an, dudaklarımızda küçük bir tebessüm peyda oldu. Huzur dolu iç çekişimin ardından, ellerimi göğsüne sarıp göz kapaklarımı gözlerimin üzerine devirdim.
Duhan, bana olan minnet borcunu fazlasıyla ödemişti.
***
Elimdeki birkaç patlamış mısırı ağzıma atıp kolamdan koca bir yudum aldım. Gözlerim, sinema salonundaki koca ekrana takılı kalmıştı. Cansu, Duhan, Barlas ve ben sinemaya gelmiştik. Bir film için bilet almadan önce AVM'de gezip bir şeyler yemiştik. Ardından romantik bir film için dört bilet almıştık. Şimdi ise, filmi neredeyse yarılamıştık. Barlas, yanıbaşımda oturuyordu. Duhan ile Cansu ise, hemen arkamızdaki koltuktaydılar. Salon tıklım tıklımdı. Film rutin bir şekilde ilerliyordu. Başlangıcı akıcı olsa da, şu an yavaş yavaş sıkılmaya başlamıştım. Barlas'tan ara sıra duyulan homurtulardan anladığım kadarıyla, filmi pek beğenmemiş olmalıydı. Fakat yine de benim için tahammül ediyordu.
Filmi öylece izlemeye devam ederken, ansızın Barlas'ın bana doğru yaklaştığını fark ettim. Onun bana yanaşmaya çalıştığını fark etmeme rağmen, hiç istifimi bozmadan, filme odaklı bir hâlde olduğum yerde kaldım. Barlas, kolunu koltuğumun arkasına yasladı. Bu ufak hareketi, tenimin altına sığınmış kasları teker teker kastı. Benliğim, tenini hissetme arzusuyla kavruldu. Sırtımı koltuğuma daha da gömdüm ve kaslı kolunun sert dokusunu, ensemde hissettim. Kolu, omuzlarımda hakimiyet kurdu. Omuzlarımı bir yılan misali kavradı. Ardından eli nazikçe koluma dokundu. Kolumu avcunun içinde hafifçe sıktığında, yıkılma eşiğinde olan dikkatimi darmadağın etmeyi başardı.
Ne gördüğünden dahi haberi olmayan gözlerimi, üzerine doğrulttum. Başımı ona çevirdiğim an, bakışlarının yakıcı etkisi yüzümü alev alev yaktı. O, gözlerimin içine ateşten gözleriyle bakarken, âdeta salondaki onlarca insan varlığını yitirmişti. Sıcak nefesi gittikçe bana doğru yaklaşırken, kalp atışlarım hızlandı. Dudakları, dudaklarıma yavaş bir süratle yaklaştı. Tam dudaklarımız birbirine dokunacakken, Barlas'ın kafasına arkadan bir şey atıldı. Barlas yine de durmadı. Dudaklarımız arasındaki boşluğu öldürüp dudaklarımızı birbirine mühürledi. Tam o anda, bu defa benim kafama da bir şey atıldı. Geri çekilmek için hamle yaptığım anda, Barlas omzumdaki elini enseme yaslayıp uzaklaşmama engel oldu.
"B-Barlas..."
Dudaklarımın üzerine bastırdığı dudakları yüzünden, adı güçlükle dudaklarımın arasından döküldü. Barlas aralanan ağzımın arasına dilini sızdırmaya çalıştığı an, hiç acımadan diline küçük bir ısırık bıraktım. Bu hareketime karşılık, Barlas'ın ağzından boğuk bir ses çıktı. Yanımızda oturan insanların bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Utançtan elmacık kemiklerimin yandığını hissettim. Ellerimi omuzlarına koyup Barlas'ı itmeye çalıştığımda, ben fazla çaba sarfetmeden kendisi geri çekildi. Eli, tenimi terk ettikten hemen sonra, başını arka tarafa doğru çevirdi. Gözlerinde harlanmış öfke dalgaları geziniyordu. Benim de bakışlarım arka tarafa kaydığında, Duhan'ın sırıtan yüzüyle karşılaştım.
"Sapık herif."
Barlas'a bakarak söylediği kelimeler, Barlas'ın öfkesini daha da körükledi. Cansu, Duhan'ın omzuna başını yaslamış, bıyık altından gülüyordu. Az önce kafamıza bir şeyler fırlatan onlardı ve büyük olasılıkla kafamıza fırlattıkları şeyler, patlamış mısırlardı.
"Sen az önce benim ve sevgilimin kafasına patlamış mısır mı attın?"
Barlas'ın sesi gereğinden fazla gür çıkarken, ön tarafta oturan insanların başları bize doğru çevrildi. Arkadaki insanlar da bizi seyrediyordu. Birde, elbette yan taraftakiler de... Utancım ikiye katlanırken, elimi Barlas'ın koluna koydum.
"Barlas, sakin olur musun? Herkes bize bakıyor." diye fısıldadım.
"Bir saniye, küçüğüm."
Söylediği kelimelerin ardından, koltuğun kenarına sıkıştırdığım patlamış mısır kutusunu eline aldı ve ayağa kalktı. İnsanları umursamadan önlerinden geçerken, ben de kol çantamı koluma geçirip onun peşine takıldım. İnsanların rahatsız homurtularını işitebiliyordum. Önünden geçtiğim her kişiden, teker teker özür diledim. Barlas, arkamızdaki koltuklarda oturan insanların da önünden geçerek, Duhan'ın önünde durdu. Duhan, sırıtarak Barlas'a bakmaya devam etti. Tam ağzını açmış bir şey söyleyecekken, Barlas elindeki patlamış mısır kutusunu ters çevirip kafasına geçirdi. Ben ağzım açık bir hâlde karşılaştığım manzaraya bakakalırken, Duhan'ın yüzündeki sırıtma kayıplara karıştı. Cansu'nun ağzından kaçan şaşkınlık dolu nida, bütün salonun dikkatini üzerimize çekti. Barlas, ellerini birbirine vurup silkeledikten sonra, sırıtarak Duhan'a baktı.
"Salak herif."
Duhan'ı taklit ederek kurduğu cümlelerin ardından, hiçbir şey olmamış gibi bana doğru ilerledi. Şaşkınlıktan irileşmiş gözlerim, Duhan ile Cansu'ya kaydığında, Cansu'yu, Duhan'ın kafasına sıkışmış patlamış mısır kutusunu çıkartmakla uğraşırken gördüm. Kutuyu güç bela Duhan'ın kafasından çıkarttığında, kutunun içindeki patlamış mısırlar Duhan'ın başından aşağı döküldü. Bu görüntüye karşılık kahkaha atmamak için kendimi zor tuttum. Ansızın kolumu mengene misali kavrayan el, irkilmeme neden oldu. Bakışlarım, Barlas'ın gözlerine odaklandı.
"Bu saatten sonra filmi izlemenin bir anlamı yok. Hemen buradan gidelim."
Kolumu sıkıca tutmaya devam ederek, beni salonun kapısına kadar peşinden sürükledi. Sinema salonundan çıkar çıkmaz, yürüyen merdivenleri kullanarak aşağı kata indik. Ardından kolumu bir an olsun bırakmadan, beni alışveriş merkezinin çıkış kapısına kadar peşinden sürüklemeye devam etti. Dışarı çıktığımız an, kolumu saran parmakları gevşedi. Olduğum yerde öylece durdum. Temiz havayı ciğerlerime çekerek derin derin soluklandım. Barlas da karşımda dikilip sık sık soluk alıp verişimi seyretti. Bakışları dudaklarıma saplanmıştı. Onun bakışlarındaki yoğunluk, damarlarımdaki kanı ısıttı. Ben nihayet nefeslerimi düzene soktuğumda, bana doğru birkaç adım attı ve tam önümde durup yüzümü avuçları arasına aldı. Bakışları hâlâ dudaklarımdaydı.
"Erkin'i ara, Ecrin. Bir şeyler uydur. Ona, eve gidemeyeceğini söyle. Otele gidelim veya başka bir yere. Seni çok özledim. Tenini, kokunu, sıcaklığını, dokunuşlarını... Her şeyini deli gibi özledim. Sana yakın olup da, her şeyinden mahrum kalmaya artık katlanamıyorum. 3 hafta, belki de daha uzun zamanımı senden mahrum geçirdim. Bu bana bir asır gibi geliyor. Sana çok ihtiyacım var, küçüğüm. Benim olduğunu bir kez daha hatırlamak ve birkez daha sana teslim olmak istiyorum. Buna izin ver."
Fısıldarcasına söylediği her kelime, tüm hücrelerime dokundu. Bedenim, sözlerinin altında yatan ateşle kavruldu. Bacaklarım heyecanla titrerken, sokağın ortasında dudaklarına yapışmamak için kendimi zor tuttum. Dışarı verdiği her solukta, sıcak nefesi yüzüme değerek tenimi ısıttı. Ansızın dudağımın kıyısına düşen yağmur damlası ile irkildim. Bir yağmur damlası da Barlas'ın burnunun ucuna düştü. Barlas, baş parmağıyla dudağımın kıyısındaki yağmur damlasını silip attı. Gözlerim, burnundan kayıp giden yağmur damlasını terk edip gözleriyle buluştu. Gözlerinin kuytu köşesine sığınan soru işaretlerini yok etmek istercesine, başımı aşağı yukarı salladım.
Ben onu, onun beni özlediğinden daha fazla özlediğime emindim. Bu özlem, o denli fazlaydı ki, onun her hücresine sarılmak ve kokusunu tüketene dek içime çekmek istiyordum.
Barlas'ın elleri yüzümü terk ettiğinde, bir adım geriledim. Kol çantamın fermuarını açıp içinden cep telefonumu çıkarttım. Telefon kilidini açar açmaz, İrem'den gelen bir mesaj olduğunu fark ettim. Hızlıca gönderdiği mesaja tıkladım. Karşıma çıkan uzun mesajı hızlıca okumaya başladım.
İrem: "Ecrin, Barlas bugün benden Erkin'i eve göndermememi istedi. Bunun nedenini anlayabiliyorum, fakat şimdi lafı uzatmayacağım. Erkin sizi evde baş başa bırakmamak için, haftalardır gece kaçamaklarını bırakmıştı. Bu yüzden, onu çok özlediğimi söyleyip bu gece otelde kalmayı teklif ettim. Fakat bunu kabul etmedi. Sebebinin ikiniz olduğunu biliyorum. Bu yüzden, birkaç küçük arsızlıkla aklını başından aldım ve şu an otel fikrine olumlu bakıyor. Normalde arsız bir kadın olmadığımı biliyorsun. Yani mecburiyetten oldum. Her neyse, şimdi lunaparka geldik. Buradan sonra restoranda yemek yiyeceğiz. Ardından otele geçeriz. Siz evde keyfinize bakın. Barlas'a, bana verdiği görevi başarıyla tamamladığımı iletirsin."
Ağzım bir karış açık vaziyette, telefonun ekranına diktiğim bakışlarımı Barlas'ın yüzüne çevirdim. "Sahiden, İrem'den abimi eve göndermemesini mi istedin?"
"Evet. Kötü mü yaptım?"
Elimdeki telefonu cebime sıkıştırdıktan sonra, soğuk ellerimi kızaran yanaklarıma bastırdım. "Sadece... Biraz utandım."
Barlas'ın kıkırdayışını işittiğimde, yanağımın üzerindeki elimi çekip omzuna küçük bir yumruk geçirdim. "Birde gülüyorsun. Allah bilir aklından neler geçiriyordur."
Ellerini montunun cebine sokup hafifçe omuz silkti. "Aklından neler geçirdiğini bilemem, fakat ben ona ricada bulunurken, duyduklarına memnun bir şekilde sırıtıyordu. Otel fikri fazlasıyla cazip gelmiş olmalı. Açıkçası bu iş, onun da işine geleceğe benziyordu."
"Her neyse... Ona verdiğin görevi başarıyla tamamladığını sana bildirmemi istedi."
Söylediğim kelimeler, dudaklarının memnuniyetle kıvrılmasına neden oldu. "O hâlde, bir an önce eve gitmemiz gerekiyor."
Tam ağzımı açıp bir şey söyleyecekken, bir anda çiseleyen yağmur damlaları şiddetini arttırdı. Saçlarımın arasına dökülen yağmur damlaları, dışarıdaki soğuk havanın daha da içime işlemesine neden oldu. Saniyeler içinde yüzüm sırılsıklam olurken, yüzümde hafif bir makyaj olduğuna dua ettim. Kirpiklerime akmayan rimelimi sürdüğüm için memnundum. Etrafımızdaki insanlar yağmurdan kaçmak istercesine koşturuyorlardı. Bazı insanlar ise hazırlıklı gelmişlerdi. Ellerinde şemsiyelerini tutarak rahat rahat dışarda yürümeye devam ediyorlardı. Bakışlarım Barlas'ın yüzüne perçinlendiğinde, yüzünü buruşturarak ellerini başının üzerine koyuşuna şahit oldum.
"Bu kötü oldu işte. Hemen taksi çağırayım. Taksi gelene kadar kapalı bir yerde bekleriz."
Başımı hızla iki yana salladım. "Taksi gelene kadar dışarda duralım. Ben yağmurun altında kalmayı çok seviyorum."
Barlas kaşlarını, teklifimi onaylamadığını belli edercesine çattı. "Olmaz, üşütürsün."
"Ya hayır, üşütmem. Hep sevgilimle yağmurun altında yürümeyi hayal etmişimdir. Hatta dans etmeyi falan... Tabii senin, sadece benimle yağmurda yürümen yeterli olur."
"Bu hayalini nisan yağmurlarında gerçekleştiririz. Bu soğukta yağmurun altında durmak, delilik. Bana sorarsan, çok bile durduk."
Uzanıp elini sımsıkı tuttuğumda, gözlerinin içine ısrarcı bakışlarımla baktım. "Nisan ayında var olacağımız ne malum? Şimdi bu fırsatı kaçırdığımıza pişman olmak istemiyorum."
Sanki, bu sözlerim onu beyninden vurmuştu. Bakışları donuklaştı. Bedeni kaskatı kesilirken, elimi sıkıca kavradı. Dudakları, ihtiyacı olan kelimeleri dışarı atmak istercesine titreyerek aralandı. Fakat dudakları arasından ne bir cümle, ne de kelime döküldü. Dışarıya sert bir soluk bıraktı sadece. Ardından gözlerini sıkıca yumdu ve geri araladığında, elimi tutan eli gevşedi. Bakışlarındaki buzlar teker teker eriyip tekrardan eski sıcaklığına büründü.
"Sen, bana neler yaptırıyorsun, küçüğüm?"
Sorduğu soru aklımı kurcalarken, diğer eli boşta kalan elimi kavradı. Ona anlamsız bakışlar atarken, parmaklarını parmaklarımın aralarına geçirerek, ellerimi ellerinde esir bıraktı. Parmaklarımı kıvırarak, ben de ellerini esir aldığımda, dudakları minik bir tebessümle büküldü. Bir anda beni kendine doğru çekti. Bedenim hızla bedenine çarptığında, onun bir milim dahi yerinden sarsılmasına neden olamadım. Âdeta bedenlerimiz birbirine mühürlenmişti. Bulutların gözyaşları, aramızdan sızamıyordu. Sırılsıklam olmuş yüzlerimiz birbirine bakıyordu. Barlas, göz temasımızı kesmeden ellerimizi iki yana doğru açtığında, gözlerimi şaşkınlıkla aralayıp gözlerinin içine bakmayı sürdürdüm.
"N'apıyorsun sen?"
"İyiyim, sen n'apıyorsun?"
"Benimle dalga geçme, Barlas! Titanic falan mı çekiyoruz, kollarımı neden iki yana açıyorsun?"
"Bu konuda yeterince iyi değilim. Fakat sen kaşındın."
Sözleri gittikçe karmaşık bir hâl alırken, ima ettiği gerçekleri anlamakta zorluk çekiyordum. Birden bire dirseklerini kırdığında, ben de aynısını yapmak durumunda kaldım. Gözlerimin içine uzun uzun baktıktan sonra, ellerimi sımsıkı tutarak beni geriye doğru itti. Bedenlerimizin birbirinden ani uzaklaşmasına karşılık, ağzımdan küçük bir şaşkınlık nidası firar etti. Barlas sol elini elimden çekti. Ayaklarım, sağ tarafa doğru yalpaladı. Ona şaşkınlık yüklü bakışlarımı fırlatırken, o keskin bakışlarıyla gözlerimi delik deşik etti. Şu anda olduğumuz pozisyonun farkına vardığımda, ne yapmaya çalıştığını nihayet anlayabildim. Bana hayalimi yaşatıyordu. Benimle yağmurun altında dans ediyordu...
Bu farkındalık gözlerimdeki şaşkınlığı silip süpürdü ve yerine minnettarlığı enjekte etti. Barlas, bir şeylerin farkına vardığımı anlamış olacak ki, dudakları hafifçe büküldü ve bakışlarındaki keskinlik bir nebze olsun yumuşadı. Yağmur beni daha da ıslatırken, bu dansa eşlik etmek için daha fazla beklemek istemedim. Elimi sıkıca tutan ellerini, ben de sımsıkı kavradım. Kendi etrafımda dönerek önce kendi kolumu bedenime doladım, ardından onun kolunun bedenime dolanmasına neden oldum. Vücutlarımız birbirine değdiği an, gözlerimi gözlerinden bir an olsun ayırmadan öylece durdum. Bakışlarımdaki aşk öylesine derindi ki, Barlas'ı bir girdap gibi içine çekmek istiyordu. Gözlerimdeki derin denizde, onu hapsetmek istiyordu.
Barlas'ın kahverengi hareleri ıslak kirpiklerinin altında parıldadı ve diğer kolunu da belime dolayıp beni arkaya doğru yatırdı. Belim geriye doğru bükülürken, o'da üzerime doğru eğildi. Göğüslerimiz birbirine yapışıp üzerimizdeki montlar birbirine sürtündü. Gözlerimizin mührü bir an olsun bozulmadı. Yağmur üzerimize doğru yağarken, onun saçlarından akıp benim yüzüme damlıyordu. Bu dansımıza eşlik eden bir müzik yoktu. Sadece ana yoldan geçen arabaların sesleri ve yağmur damlalarının kaldırıma çarparken çıkarttığı ses bize eşlik ediyordu.
Birden gürültülü bir şimşek çaktı. Yeryüzü kısa bir süreliğine aydınlandı. Ansızın duyulan bu sesin verdiği ürperti bedenimde gezinirken, Barlas aramızdaki büyünün bozulmasını istemezmiş gibi, beni belimden tutup dikleştirdi. Yerimde doğrulur doğrulmaz, yağmur tekrardan beni baştan ayağa ıslatmaya devam etti. Barlas bir kolunu belimden çektiğinde, elimi tutan elini birkez daha sımsıkı tuttum. Barlas kolunu öyle beklenmedik bir anda hareket ettirdi ki, bedenim hızla dönerek onun zıt yönüne doğru açıldı. Montumun üzerine yapışan yağmur damlalarının etrafa sıçrayışını hissettim. Islak saçlarım dansımıza eşlik etmek istercesine havalandı ve dönüşümün şiddetiyle yüzüme çarptı.
Barlas'tan tamamen uzaklaştığımda, çizmelerimin tabanı ıslak zeminde kaydı. Neredeyse yere düşecekken, Barlas birkez daha hızlı hareket etti. Beni hızla kendine çektikten hemen sonra, elimi bıraktı ve iki eliyle de belimi sımsıkı kavradı. Gövdelerimiz tekrardan birbirine yaslandı. Bir kolumu boynuna dolayıp dengemi tamamen toparladım. Gözlerimiz hemen birbirini bulduğunda, kendimi tutamayıp koca bir kahkaha patlattım.
"Böyle romantik bir anı bozmasam içimde kalırdı."
Sözlerime karşılık ciddiyetinden arınıp o'da kahkahama eşlik etti. "Son noktan dansımıza renk kattı."
Kahkahalarımız sokakta yankılanırken, bir anda gürültülü bir ses kahkaha seslerimizi yardı. Sesin geldiği yöne doğru döndüğümde, alışveriş merkezinin önünde yağmurdan korunmak için bekleyen kalabalığın, bizi alkışladığını fark ettim. Alışveriş merkezinin üst katlarındaki teraslarda oturan insanlar da, korkuluklara dayanmışlardı ve bize bakarak alkış tutuyorlardı. Barlas ile dans ederken kendimi o denli anın duygusuna kaptırmıştım ki, etrafımdaki insanlardan bihaber kalmıştım. Onca insanın bizim dansımıza şahit oluşu, utanmama neden olmuştu. Barlas insanların ilgisinden rahatsız olmuş olacak ki, belime sardığı kollarını geri çekti. Eliyle elimi kavrayıp parmaklarımızı birbirine kenetledi.
"Hadi, gidelim."
Sözüne itaat edip onun hızlı adımlarına ayak uydurdum. Alışveriş merkezininin önünden uzaklaştığımızda, Barlas adımlarını yavaşlattı. Nihayet gerisinde ilerlemek yerine, yanında yürümenin keyfini tadabildim. Elimi sımsıkı tutuşunda, çok derin bir sahiplenicilik vardı. Bu, beni gülümsetti. Başımı çevirip yüzüne baktığımda, bakışlarımı anında hissetti. Gözleri saniyeler sonra gözlerime çivilendi. Onun kahverengi bataklıklarına çakılıp kaldığım an, dile getirmek istediğim kelimeler dudaklarımdan döküldü.
"Teşekkür ederim."
Dudaklarına yerleşen gülümsemeyle, göz temasımızı kesip önüne döndü. "Yapmak isteyip de yapamadığım çok şey oldu. Bunu yaşamanı istemedim, küçüğüm. Belki nisan yağmurlarında, biz olamayız. Her ne kadar üşütmenden korksam da, bu korkum, kursağında hayallerini bırakma korkumdan daha büyük olamaz."
Sözleri, tuhaf bir şekilde ruhumu sarstı. Sesindeki acı, benliğimi yaktı. Elini tutan elim, sımsıkı bir kafese dönüştü. Bu tutuşum, onun bakışlarını tekrardan üzerime çekti. Gözlerindeki duvarlar şeffaflaştı. O duvarları aşıp kalbindeki aynaların karşısında durdum. Yaralar gördüm. Çok büyük yaralar. Birde hayaller gördüm. Kursağına bir bir dizilmiş, kan kokan hayaller...
"İzin ver..." dedim ansızın. "Sırlarını aç bana. Yaralarının sebebini bilmek istiyorum, Barlas. Anlat bana... Beni, güvenini kazanmaya layık gör."
Bir anda olduğu yerde durdu. İlerlemeye bir son verdi. Gözlerinin kapılarını kapattı ve beni içeride hapsetti. Yağmur damlaları bedenimize istila ederken, yüzüne gelen yağmur damlalarını hiçe sayıp, gözünü bir an olsun kırpmadan gözlerime baktı. Öylece kaldırımda dikilmiş birbirimize bakıyorduk. Kaldırımdan geçen insanların yolunu tıkasak da, hiçbir şey demeden yanımızdan geçip gidiyorlardı. Barlas, uzun uzun gözlerime odaklandı. Nihayet dudakları aralandığında, boğuk sesi kulaklarımı doldurdu.
"Duymak istediğine emin misin? Beni, yıllardan beri kemire kemire tüketen gerçekler ile yüzleşmek istiyor musun? Tenimin altına gizlenmiş ölü ruhumu açığa çıkarttığımda, çürük kokusuna katlanabilecek misin?"
Kelimeleri, iliklerime işleyecek kadar derin bir etki bıraktı üzerimde.
"Evet, duymak istiyorum... Beni, gerçekler ile yüzleştir. Ölü ruhunu, diriltmek için elimden geleni yapacağım."
"O zaman, benimle gel."
Bakışlarımızı birbirinden koparttı. Elimi daha da sıkı kavrayıp beni peşinden sürüklemeye başladı. Yolda hızlı adımlarla ilerlerken, bir anda ana caddeden geçen bir taksi gördüm. Taksi üç metre kadar önümüzde durdu. İçinden bir kadın indiğinde, taksinin içi boşaldı. Barlas, hemen taksiye eliyle durmasını işaret etti. Koşar adımlarla taksiye doğru ilerlediğimizde, Barlas arka kapıyı açıp arka koltuklara yerleşmemi bekledi. Ardından o'da yanıma oturup kapıyı örttü. Taksici adresi sorduğunda, Barlas mezarlığa gideceğimizi söyledi. Bu sözleri beni baştan ayağa titretti. Kış ayında olduğumuz için, hava neredeyse kararmak üzereydi. Biz oraya varana kadar, etrafa çoktan karanlık çökecekti. Akşam karanlığında mezarlıkta olma fikri tüylerimi ürpertiyordu. Fakat yanımda Barlas'ın olacağını bilmek, içimde kabaran korkuyu yerle bir etmeye yetiyordu.
***
Mezarlık bekçisinin bizi yönlendirmesine gerek kalmadan, Barlas beni peşinden sürükledi. Elini sımsıkı tutuyordum ve adım attığım yerlere dikkat ediyordum. Karanlıkta ilerlerken, mermeri olmayan mezarların üzerinden geçmekten korkuyordum. Fakat Barlas, burayı o kadar iyi biliyordu ki, geçtiğimiz yerlerde beni uyarıyordu. Sadece ay ışığının ışık tuttuğu mezarlıkta, kendinden emin bir şekilde ilerliyordu. Yağmur yüzünden yerler çamura dönüşmüştü. Şu an çizmelerim çamurdan ibaret bir hâle gelmişti. Bir anda mermer taşlarıyla zenginleştirilmiş bir mezarlığın önünde durduğumuzda, Barlas derin bir iç çekti. Şu an bakmakta olduğum mezarlık, diğerlerinden daha asil duruyordu. Çok özen gösterildiği belli oluyordu. Karanlıkta bile mezarın etrafındaki mermerler parıldıyordu. Toprağın üstü ise rengarenk çiçeklerle doluydu. Mezarlık enine genişti. Bunun nedenini, mezar taşının üstündeki yazıyla anladım.
Arel Seçkiner ve Eda Seçkiner.
Barlas'ın annesiyle babası beraber gömülmüştü.
Barlas mezarlığa doğru ilerledi. Elimi sıkıca tutuşundan, ben de peşine takılmak zorunda kaldım. Bir anda mezarlığın kenarındaki mermer taşına oturduğunda, ben de ayakta dikilerek elini tutmaya devam ettim. Barlas mezar taşına diktiği gözlerini üzerime çevirdi. Ardından elleri belimi sıkıca kavrayıp beni yanına oturmam için zorladı. Ben de onun gibi mermerin üzerine oturduktan sonra, ellerini belimden çekti. Bedenini hafifçe yana doğru çevirdi ve ellerini annesiyle babasının toprağının üzerine koydu.
"Anne, sana küçüğümü nihayet getirebildim. Onu seninle geçte olsa tanıştırabiliyorum. Bana karşı kızgın değilsindir umarım." dedi ve ardından buruk bir şekilde güldü. "Baba, Ecrin ile sevgiliyiz. Artık gay olduğumdan şüphe etmene gerek yok. Şu an bizi görüyorsan, beni tebrik ettiğine eminim. Her ne kadar esmer bir kadına gönlünü kaptırsan da, gelininin hep sarışın olmasını istemiştin. Allah, o sarışın kadını bana getirdi."
Bu sahiplenici sözleri, kalbimi titretti. Alt dudağımı ısırdım ve hislerimi dışa yansıtmamam gerektiğini düşündüm. Şu an içinde bulunduğum durum, çok duygusaldı. Beni ailesiyle tanıştırıyordu. Benim, ona ait olduğumu ailesine gösteriyordu. Onların toprağına dokunarak, hissetmeye çalışıyordu. Bizi göreceklerini ve duyacaklarını umarak konuşuyordu. Kendimi, ilk defa bu kadar değerli hissetmiştim.
Barlas'ın sözlerinin ardından, ben de bir elimi toprağın üstüne yerleştirdim. "Merhaba, efendim. Her ikinizle de tanıştığıma çok memnun oldum. Bu anı yaşadığım için çok mutluyum. Sizi gerçek hayatta göremesem bile, seviyorum. Böyle bir adamı dünyaya getirdiğiniz için, ömrümün sonuna kadar size minnettar kalacağım."
Barlas'ın bakışları, annesiyle babasının toprağına öylesine odaklanmıştı ki, sanki onlar hemen karşımızda oturuyorlardı. Sözlerimi duyduğundan dahi şüpheliydim. Fakat, birden bire bakışlarını benim gözlerime çevirdi. Bakışlarındaki hasret öylesine derindi ki, onları ne kadar özlediğini kalbimin derinlerinde hissettim. Ellerini toprağın üzerinden çekip yanaklarıma yerleştirdi. Beni kendine doğru çekti. Dudakları alnıma bir tüy gibi dokundu. Kokumu derin derin içine çekişini işittim. Dudakları hâlâ alnımın üzerindeyken, kısık sesle konuştu.
"Böyle güzel bir kalbinin olduğuna inanamıyorum."
Dudaklarım ıslak boynuna usul bir öpücük bıraktı. "Kalbimin içi seninle dolu."
Barlas aramıza biraz mesafe koydu ve gözlerimizi tekrardan birbirine perçinledi. Gözlerindeki hasret kayıplara karıştı. Yerini birden devasa bir acı kapladı. "Kalbimin içindeki yaraları dışarı atmam gerek. Yoksa seni kalbimin içine alamam. O yaralar sadece beni değil, seni de acıtır. Şimdi, o yaralara savaş açacağım. Seni, kalbimin içine alabilmek için, yapacağım bunu. Sana 17 yıl öncesini anlatacağım. İlk yaramı aldığım zamanları... Hemen burada anlatacağım. Ruhumun öldüğü bu yerde."
"Bana güvenebilirsin. Her şeyi anlat ve rahatla. Seni, sonuna kadar hiç bıkmadan dinlerim."
Ellerimi avuçlarının içine alıp sıkıca tuttu. Gözlerini bir an olsun gözlerimden çekmedi. "Sana okuman için bir kitap vermiştim, hatırlıyor musun?"
"Evet, hatırlıyorum."
"O kitap benim için çok değerliydi. Hikâyedeki başrolü kendimle özdeşleştiriyordum. Ben, kitapta kendimi buldum. Senin de beni bulabilmen için, bu kitabı sana armağan ettim. Sana anlattıklarımdan sonra, ne demek istediğimi anlayacaksın."
İçimdeki merak derin uykusundan uyanırken, yapabildiğim tek şey başımı aşağı yukarı sallamak oldu. Bir şeyleri sorgulamak yerine, anlatacaklarını sabırla bekledim. Bir an için, gözlerini kapattı. Gözlerini tekrardan araladığında, bakışlarındaki acı dozajını arttırdı. Söylemek istediği kelimelerin altında eziliyordu sanki. Geçmişinin kalbinde bıraktığı yükü, onu bitap düşürüyordu.
"Sence yaşanabilecek en kötü şey ne olabilir?"
Bir anda sorduğu soruya karşılık, ne diyecegimi şaşırdım. Aklıma bir çok kötü ihtimal geldi. Ailemi kaybettiğimi düşündüm, ardından Barlas'ın beni aldattığını... Bunların düşüncesi bile beni perişan etti. Fakat sonra, Alper'in beni tuvalette zorla alıkoyuşunu düşündüm. O an, bana zorla sahip olduğunu hayal ettim. Bu düşünce, neredeyse midemde ne var ne yoksa dışarı çıkartmama neden olacaktı. İrkilerek sorusunu cevapladım.
"Bence tecavüze uğramak."
Ellerimi tutan ellerinin kasılışını hissettim, ama yüzündeki tek bir kas dahi oynamadı. "Bence bundan daha kötü bir şey daha var."
"Nedir o?"
Sorum üzerine, yüz hatları bir heykel misali taş kesildi. "Tecavüze uğrayan bir kadının, çırpınışlarına gözlerinle şahit olmak."
Duyduklarım üzerine ağzım dehşetle aralandı. Bunu hayal dahi edemiyordum... Böyle bir şeyi dile getirirken, bu denli zorlanışı aklımı allak bullak etmişti. Sanki gerçekten böyle bir şeye şahit olmuştu. Gözlerine yerleşen ifadesizliğe rağmen, gittikçe rengi atan teninden çıkarttığım sonuç buydu. Titreyen dudaklarımı güçlükle araladığımda, korkarak da olsa merak ettiğim soruyu sordum.
"B-Böyle bir şey yaşadın mı?"
Büyük bir soğukkanlılıkla cevap verdi. "Evet."
Cevabı bedenimi titretirken, sertçe yutkundum. "K-Kimdi o kadın?"
Gözlerini gözlerimden kaçırıp ellerimize baktı. Titreyen çenesini zapt etmek için, alt dudağına dişlerini geçirdi. Şu an anılarla boğuşuyor olmalıydı. Yüzüne vuran ay ışığı sayesinde, gözlerinde parlayan yaşları fark edebilmiştim. Ellerimi mümkünmüş gibi daha sıkı tuttu. Gözleri gözlerimle tekrardan buluştuğunda, gözlerinde biriken yaşlar yanaklarından süzüldü. Bakışları hissizliğini korusa da, onun çektiği acıyı hissedebiliyordum. Sonunda sorduğum sorunun cevabını verebilmek için, dudaklarını araladı. Birkaç derin soluklanmanın ardından, titrek sesi kulaklarıma ulaştı.
"A-Annem."
Verdiği cevap kanımı dondurdu. Bedenim kaskatı kesildi. Ellerini tutan ellerim titredi. Karanlığın kara elleri boğazıma kelepçe misali yapıştı. Nefesim kesildi. Onu teselli etmek için bir şeyler söylemek geldi içimden, fakat dilim dönmedi. Onun acısı, benim kalbimi yaktı. Dediği gibi, ölü ruhunun kokusu burnuma ulaşmıştı artık. Burun direğimi yakıyordu. Ciğerlerimi yırtıyordu. Ama bekledim. Gözlerimi yakan yaşları, geldikleri yere gönderdim. Güçlü olmalıydım. Güçlü olmazsam, onun yıkılışına engel olamazdım. Ölü ruhunu diriltemezdim. Bu çürük kokusuna katlanmak zorundaydım.
"Dirençli olmaya çalış..." dedim, sesimin güçlü çıkması için çabalayarak. "Yaralarına savaş açtın. Devam et... Pes etme."
Başını yavaşça aşağı yukarı salladı. Duruşunu dikleştirdi ve uzun uzun etraftaki mezarları seyretti. Aldığı sık soluklarla inip kalkan göğsünü seyrediyordum. Kendini hazır hissetmesi için bekledim. Soluklarını dizginledi. Ellerimi sıkıca tutmaya devam etti. Uzaklara dalan bakışlarını üzerime çevirmedi. Fakat dudakları aralandığında, ağzından çıkan kelimeler benim duymam içindi.
"Daha altı yaşındaydım. İki katlı, küçük bir evimiz vardı. Bazı güzel anılarımı hatırlar gibiyim. Fakat, hepsi silik... Sadece tek bir an, lanet olası tek bir an, aklımdan bir an olsun silinmiyor. Geceleri kabuslarımı terk etmiyor. En ufak boşluğumda, beni gafil avlıyor... O an, beni tüketiyor. Kulaklarımda hep bir çığlık sesleri ve küçük bir çocuğun korku dolu hıçkırıklarını işitiyorum. Dudaklarım kan donduran bir sessizliğe bürünse de, kalbim feryat figan yakarıyor içimde. Kimse duymuyor... Kimse beni yiyip bitiren geçmişimi bilmiyor. Aynaya baktığımda kendimden korkuyorum ben... Çünkü en büyük düşmanlığı kendime yapıyorum. İçimde beni yiyip bitiren bir çocuk var. O çocuk henüz 6 yaşında, fakat beni alaşağı ediyor. O çocuk, Barlas Seçkiner... O çocuk, acıyla lanetlenmiş ve beni bir an olsun terk etmiyor."
Acı, içimde gitgide daha fazla büyüdü. Neler yaşadığını bilmek istiyordum. Kalbini dağlayan yaranın temelini öğrenmem gerekiyordu. Onun dile getirmekten korktuğu kelimeleri duymaya ihtiyacım vardı. Anlatırken canının yanacağını biliyordum, fakat kalbindeki yaraların yavaş yavaş yok olması için bu gerekliydi.
"O anı anlat bana."
Uzaklara bakmaya devam etti. Başını yavaş yavaş aşağı yukarı salladı. Anılarının gözünün önünde canlandığını hissettim. Kaşları çatıldı. Ardından sertçe yutkundu ve gözlerini uzun bir süre yumduktan sonra, geri araladı. Uzaklara bakmaya devam etti. Karanlığın içine gömülü mezarları seyretti. Sonra ciğerlerine derin bir soluk çekti. Dudakları aralandığında, acıları parça parça döküldü yaralarından.
"17 yıl önceydi. Sevimli bir yazlığımız vardı. Ailemle her yaz yazlığımıza giderdik. Oradayken zaman eğlenceli geçerdi. Annem komşularıyla samimi dostluklar kurardı. Babam ise, karşı yazlıkta oturan adamla her gece tavla oynardı. Ben de evimizin önündeki parkta, o adamın oğluyla oynardım. Bu anıları az çok gözümün önünde canlandırabiliyorum. Daha dünyadaki pislikten haberim yoktu. İnsanların kalplerinin tertemiz olduğunu sanıyordum. Bu yüzden, yere düşüp dizlerimi yaraladığım zamanlar haricinde hep gülerdim. En ufak şeyden mutluluk çıkarırdım. Sonra, bir gün bir adam kahkalarımı çaldı benden. Yerlerine gözyaşı koydu. Bana dünyanın pisliğini gösterdi. İnsanların kalplerinin sandığım kadar temiz olmadığını öğretti..."
Sesi gitgide daha da boğuklaştı. "Karşı yazlıktaki adam, yani babamın her akşam tavla oynadığı arkadaşı, benim parkta oyun oynadığım arkadaşımın babası... Kısacası Kemal denen it herif! Karısına ve oğluna fazla ilgi gösterirdi. Sürekli onlara hediyeler alırdı. Arada bir bana da ufak tefek hediyeler getirirdi. Çocuk aklı işte, o it herifi seviyordum. Sonra bir gün, o adam elinde hediye paketiyle kapımıza geldi. Öğlen vaktiydi, babam iş yerindeydi. Kapıyı tıklattı. Annem bu defa kapıyı kilitlememişti, çünkü salonda uyuyakalmıştı. Kapıyı açtım ve karşımda o adamı gördüm. Bana kocaman gülümsedi. Elime küçük bir hediye paketi tutuşturdu. Sevinçle paketi açtım. İçinden bir kum arabası çıktı. Ona teşekkür ettim. O ise bana, parka gitmemi söyledi. Oğlunun benimle oynamak istediğini söyledi. Anneme sormam gerektiğini söylediğimde ise, kendisinin anneme soracağını söyledi. İçeri girmesine izin verdim. Çocuk aklı işte. Aldım arabayı ve koşa koşa parka gittim. Üzerime kapanan kapıyı duymadım. Üst üste çevrilen kilidi de duyamadım."
Nefesim tıkandı. Ellerimi tutan ellerinin titreyişini hissettim. Yüzü daha da gerildi. Aklına gelen düşüncelerin, damarlarında akan kanı dondurduğunu hissedebiliyordum. Onu sakinleştirebilmek için ellerinin üstünü baş parmağımla okşadım. Kısa süreli sessizliğinin ardından, uzaklara dalan bakışları eşliğinde kaldığı yerden devam etti.
"Parkta kimse yoktu. Bana oğlunun orada olduğunu söylemişti, ama yoktu. Belki evine gitmiştir diye onların kapısını çaldım. Açan olmadı. Parkta bir süre kendi kendime oyalandım. Sonra canım sıkıldı. Eve gitmek geldi içimden. Kapımızın önüne gittim. Kapıyı defalarca kez tıklattım. Babamın benim için kapının önüne koyduğu tabureye çıkıp zile bastım. Kapıyı açan olmadı. Korkmaya başladım. Sonra içeriden annemin sesini duydum. Çığlık çığlığa bağırıyordu. Korkum daha da büyüdü. Balkonumuz boydan boya camla kaplıydı. Babam, salonla balkonu birleştirmişti. Annem ise, içerisi gözükmesin diye camları perdeyle örtmüştü. Koşarak oraya gittim. Camlara ellerimle küçük yumruklar atarak 'Anne' diye bağırdım. Sonra annemin hışımla perdeyi açısını gördüm. Cam kapıyı açmaya çalıştı ve tam o anda, o adam onu yakaladı. Annemi bacağından tutup yerde sürükledi. Annem perdeye tutundu, ama perde bile ona yardımcı olamadı. Kornişten sökülüp yere paçavra gibi yığıldı."
Bir anda gözleri gözlerimle buluştu. Sonra kelimeleri tükendi. Gözlerine biriken yaşlar boncuk gibi yuvarlandı yanaklarından. Bakışlarındaki acı o kadar yoğundu ki, beni de kasıp kavurdu. Omuzları sarsılmaya başladı. Ellerimi sımsıkı tutmaya devam etti. Ardından başını eğip göğsüme yasladı. Kesik kesik aldığı nefesler montumda boğuldu. Perişan haldeydi.
"K-Kurtaramadım. O adam annemin ağzını bir bez parçasıyla bağlayıp susturdu... K-Korkum devasa bir boyuta ulaştı. Dilim tutuldu. Bağıramadım b-bile. Sonra annemin üstündeki kıyafetleri parçaladı. Gözlerimin önünde ona dokundu. Annem çırpınıyordu. Bağıramıyordu... Ben ise, ellerimi cama yaslamış öylece bakıyordum. Donup kalmıştım. G-Gözlerimin önünde anneme tecavüz etti. Or*spu çocuğu, annemin çırpınmalarını umursamadan, onu defalarca kez kirletti. Şok içerisinde izledim onları. Ne olduğunu bile bilmiyordum. Bildiğim tek şey, annemin canının yandığıydı. O adamın, ona zorla dokunduğuydu. K-Korkuyla hıçkırarak ağladım. Yapabildiğim tek şey buydu. A-Annemi kurtaramadım. Elimden bir şeyler gelebilirdi. Fakat yapamadım, Ecrin... Y-Yapamadım. Çok küçüktüm... Akıl edemedim."
Hıçkırıklarını bastırarak söylediği kelimelerin ardından, ellerimi bıraktı. Kolları belimi çepeçevre sarıp bana sıkıca sarıldı. Kucağımda duran ellerimi kaldırıp saçlarına götürdüm. Saçlarını usul usul okşarken hıçkırıklarıyla sarsılan omuzları şiddetini arttırdı. Kendisini tamamıyla bana teslim etti. Onun bu çaresiz hâli ve az önce duyduğum kelimeler, daha fazla güçlü kalmama izin vermedi. Göz yaşlarım gözlerimden akıp giderken, sessiz olmaya çalışarak ağladım. Ellerim saçlarını okşamaya devam ederken, omuzlarındaki sarsıntılar gitgide azalıyordu. Şefkatli dokunuşlarım, acısını hafifletiyordu. Hıçkırıkları, yerini sessiz iç çekişlere bıraktığında, tamamen sakinleşene kadar saçlarını okşamaya devam ettim. Yanaklarımdan süzülen yaşlar saçlarının arasına düşüyordu. Barlas'ın, bunun farkında olduğuna dahi emin değildim.
Sonunda sessizleşti. Ağzından acıya dair tek bir ses dahi çıkmadı. Ağlamaya son verdiğini anlamakta zorluk çekmedim. Ağlama krizi son bulsa da, başını göğsümden çekmedi. Derin derin soluklanışını işittim. İçinde yaşadığı karmaşaya rağmen, o kanlı savaştan sağ salim kurtuldu ve geçmişini anlatmaya devam etti.
"Babam, içine doğmuş gibi, eve erken gelmişti o gün. Ama ne kadar erken gelirse gelsin, annem kirlenmişti. Annemi ikimiz de kurtaramamıştık. Babam yetişememişti, benim ise gücüm yetmemişti. Babam kendini düşünmeden camı kırıp içeriye girdi. Her yeri kesik içinde olmasına rağmen, o şerefsizi annemin üstünden aldı. Onu, ölesiye dövdü. Sonra bu gürültüye komşular yetişti. Annemin üstünü örttüler, çıplaklığını kapatmak için. Ağzındaki bezi aldılar. Annem yarı baygın yerde yatıyordu. Babamı ayırmaya çalıştılar, ama başaramadılar. Babamı ilk defa o kadar gözü dönmüş hâlde gördüm. Birkaç dakika sonra polisler geldi. Sonra ambulans... Evimizin üstüne kara bulutlar çöktü. Babamı zorla polis arabasına bindirdiler, o iti de sedyeyle ambulansa götürdüler."
Ağladığımı anlamaması için, sesimin normal çıkabilmesi için çabaladım. "Sana ne oldu?"
Bir süre sessiz kaldıktan sonra, sorumu yanıtladı. "Ben bir köşede, öylece dikiliyordum. Korkuyla titrerken, olup biteni izliyordum. Komşularımız, beni oradan uzaklaştırmaya çalıştılar. Ağlayarak anneme gitmek istedim, izin vermediler. Sonra annem sesimi duyup bana baktı. Yaşlı gözleri, gözlerimle buluştu ve her şeye rağmen gülümsedi. Dudaklarını oynatarak bana bir mesaj verdi. 'Ben iyiyim.' Benimle her zaman dudak okuma oyunu oynardı. Bu oyunu o zamana dek çok severdim. Ama o günden sonra, bu oyundan nefret ettim. Sonra beni oradan uzaklaştırdılar, ama ruhum yıllarca o pencerenin önünde, ellerim cama yaslı bir şekilde kaldı."
Sözleri, kalbimin en hassas noktasını paramparça etti. Göz yaşlarım tekrardan yanaklarımdan süzüldü. Yine onun saçlarının arasına sığındı. Aldığım her solukta, onun acısıyla soluklandım. Ciğerlerim alev alev yandı. Bedenimin titremesine engel olamadım. Titreyen dudaklarımı zor da olsa kıpırdattım.
"A-Annene ne oldu? Peki ya babana? O şerefsize ne oldu? En önemlisi, sana ne oldu Barlas?"
"Babamın ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı. Darp cezası almadı, çünkü meşru müdafaaydı. O şerefsiz herif ise, adalet karşısında yargılandı. Tecavüz ettiğini kabullendi ve bundan pişman olmadığını söyledi. Bu cezasının ağırlaştırılmasına neden oldu. Avukatımız ve hakim sayesinde ağırlaştırılmış 22 yıl hapis cezası aldı. Annem o şerefsizden hamile kaldı. Sonra, bebeği aldırmasına gerek kalmadan düşürdü. Doktorlar bir daha hamile kalamayacağını söylediler. Annem yaşanan bunca şeyi tek başına kaldıramadı. Toparlanması uzun zaman aldı, ama babam onu aşkıyla tekrardan ayaklandırdı. Ben ise, küçük yaşta psikolojik destek almaya başladım. Bu sadece kâbuslarımı azalttı, o olayı unutturamadı. Antalya'dan İstabula taşındık. Kendimize yeni bir ev aldık. Yıllar acılarımızı hafifletti, zamanla daha da iyileştik. Sonra evimizde bir yangın çıktı. Annem ve babam o yangında can verdi. Sonra ben tekrardan başa döndüm. Önce çocukluğumu çaldılar benden, sonra da ailemi..."
Sesi gittikçe boğuklaştığında, daha fazla devam edemedi. Kelimelerinin devamını getiremeden sustu. Ağlamamak için çabaladığını anlayabiliyordum. Vücudundaki anlık kasılmalardan çıkarttığım sonuç buydu. Sonra suskunluğuna son verdi. Uzun zamandır merak ettiğim konuya değindi.
"Yangın günü, etrafımdaki insanları umursamadan eve girdim. Yangını söndürmüşlerdi. Evimizin üstünden dumanlar çıkıyordu. Olay yeri incelemenin çektiği şeritleri parçalayarak girdim içeriye. Kimsenin beni durdurmaya gücü yetmedi. Gözüm dönmüştü. Kapının önünde gördüğüm cesetlerin ardından, o bedenlerin nerede ölü bulunduğunu bilmeye ihtiyacım vardı. Annemin cesedinin ana hatları salonun ortasına çizilmişti. Babamın cesedinin ana hatları ise, çalışma odasındaydı. Çalışma odasının ortasında dizlerimin üzerine düşüp sarsıla sarsıla ağlamaya başladım. Polisler beni götürmeye çalıştılar. Sonra o sırada, kalorifer peteğinin altında duran bir yüzük çarptı gözüme. Beni o odadan sürükleyerek çıkartmadan önce, o yüzüğü gizlice oradan aldım."
Anlattıkları merakımı arttırırken, sessizliģinden faydalanarak merak ettiğim soruyu sordum. "Bu yüzük, cinayet delili olduğunu söylediğin yüzük mü?"
Başını göğsümden çekti. Montuma yaslanmaktan kızarmış yüzüyle yüzleştiğimde, gözüme çarpan ilk şey şişmiş göz altları oldu. Gözlerinin akındaki kırmızı damarlar açığa çıkmıştı. O kadar çok ağlamıştı ki, kendini harap etmişti. Bakışlarımız buluştuğu an, gözlerindeki acı daha da harlandı. Az önce sorduğum soruyu, başını aşağı yukarı sallayarak onayladı.
"Yüzüğün içinde yazan tarihten ve yüzüğün şeklinden, onun ne babama ne de anneme ait olmadığını anlayabildim. Babam çalışma odasına bizden başka kimseyi sokmazdı. O an içime bir kurt düştü. Ardından annemin otopsi sonuçlarında, başına darbe aldığı açığa çıktı. Bayıltıldığı düşünüldü, ama sonradan cinayete dair hiçbir kanıt bulunamayınca yangın esnasında yere düşüp başını vurmuş olduğunu düşündüler. Babamın otopsi sonucunda ise, yangından önce darp edildiği ortaya çıkmıştı. Sonrasında ise, yangın esnasında çalışma odasının kapılarının kilitli olduğu ortaya çıktı. Olay Yeri İnceleme'nin söylediğine göre, anahtar kapının üzerindeydi ve kapı içeriden değil, dışardan kilitlenmişti."
Çenesi öfkeyle kasıldı. "Bunun neden olduğunu bulamadılar. Bu yangının kaza olduğunun kanısına varıp kestirip attılar. Fakat ben gerçeği biliyordum. Evimize birisi girip kasıtlı olarak yangın çıkartmıştı ve kendiliğinden çıkmış süsü vermişti. Amacı annemi ve babamı öldürmekti. Annemin kaçamaması için, büyük olasılıkla onu salonda bayıltmıştı. Babamı etkisiz hâle getirmek istediğinde ise, bunu başaramamış olmalıydı. Muhtemelen babamla dövüşmüşlerdi. O sırada ise, o adam yüzüğünü düşürmüştü. Babamı etkisiz hâle getiremeyince, kaçamaması için kapıyı üstüne kilitlemişti. Sonra da yangını çıkartmış ve ortadan kaybolmuştu."
Anlattıkları kanımı dondururken, şaşkınlıkla irileşen gözlerimle, öfkeyle bezenen gözlerine baktım. "Neden o yüzüğü polise vermedin?"
Yüzünde acımasız bir tebessüm belirdi. "Bu yüzük, o haini ayaklarıma getirecek. Üç yıldır yüzüğün peşinde. Mafya olduğu her hâlinden belli. Adamlarını peşime takarak, yüzük için beni tehdit ediyor. Benimle yüzleşecek kadar cesur değil. Fakat yüzüğü aramaktan da vazgeçmiyor. Ama ona yüzüğü vermem için, benimle yüzleşmesi gerekiyor. Niyetim onu hapislerde çürütmek değil, kendi ellerimle öldürmek."
Son söyledikleri tüylerimi ürpertti. "Bence katili adalete teslim etmelisin."
Başını soğukkanlılıkla iki yana salladı. "O benim ailemi yok etmişken, canını alacak eller ben olmalıyım."
Beni ürkütüyor olmasına rağmen, bu laflarını duymazdan gelip sorguma devam ettim. "Bu adam, yüzüğün sende olduğunu nereden biliyor?"
"Bu cinayeti işleyecek birisi varsa, o da Kemal denen heriften başkası değildir. İçeriden bağlantılarını kullanarak, dışarıdan bir adam tutmuştur ve ailemi öldürmüştür. Bunu düşünerek, o şerefsiz herifin oğluyla konuştum. Yangını babasının yaptırdığını bildiğimi, olay yerinde bir yüzük bulduğumu ve bu yüzüğü polise vereceğimi söyledim. Birkaç gün sonra peşime adamlar takılmaya başlayıp beni tehdit etmeye başladıklarında, bunun gerçekten Kemal şerefsizinin başının altından çıktığına emin oldum."
"Ya yüzük sende diye, seni öldürürlerse?"
"Kemal itinin oğluna, ölümüm doğrultusunda, birisinin yüzüğü polise teslim edeceğini söyledim. Yüzüğün yerini bilen bir diğer kişinin kim olduğunu dahi bilmiyorlar. Bu yüzden, beni öldürmeye yeltenemiyorlar."
"Madem ki, o adamın oğlunun katille bir bağlantısı var, neden katilin karşısına çıkmasını bekliyorsun? Direkt o çocuğa soramaz mısın?"
"Birkaç defa onu zorladım. Fakat ağzından tek bir kelime dahi çıkmadı. Eğer yüzüğü polise teslim edersem, onu da ihbar edeceğimi söyledim. Korkmasına rağmen, sustu. Ailemin katili her kimse, onun gözünü korkutuyor olmalı."
"Peki ya o adamın oğlunu nereden tanıyorsun? Altı yaşından beri görüşüyor musunuz?"
"Antalya'yı terk ettiğimiz günden beri, onunla yüzleşmemiştim. 3 yıl önce ise, onunla aynı okulda yüzleştim. Bana, kendisini tanıyıp tanımadığımı sordu. Doğrusunu söylemek gerekirse, tanımamıştım. Sonra, bana kontrolümü kaybetmeme neden olan kelimeleri söyledi ve onu anında tanıdım. 'Sürtük annenin, babamı baştan çıkarttığı günden sonra bibirimizi görememiştik.' Bu sözlerin ardından, neredeyse yüzünü paramparça edecektim. Babasının yaptığı şerefsizliği, anneme çamur atarak kapatmaya çalışıyordu."
Onun gözlerinde beliren öfke, benim de öfkelenmeme neden oldu.
"Peki, bu kişi kim? Hâlâ bizim okulda mı?"
"Evet bizim okulda. Sen de tanıyorsun onu. Kemal Kozan'ın oğlu, Alper... Alper Kozan."
Şok içerisinde duyduklarıma odaklanırken, ağzım bir karış açılmıştı. Alper'in adını işittiğim an, bedenim kaskatı kesildi. Tekrardan, bana tuvalette dokunduğu anlar aklıma geldi. Midem kasıldı. 'Babasının oğlu' diye geçirdim içimden. Babasının karaktersizliği, onun da genlerine işlemişti. Barlas, öfkesini dindirebilmek için ayağa kalktı. Göz temasımız kesilir kesilmez, bakışlarım üzerinde gezindi. Barlas, mezarlığın etrafında dolandı. Babası ve annesinin adının yazılı olduğu mezar taşının yanında durdu. Eğildi ve ıslak mezar taşına derin bir öpücük kondurdu. Bu hareketi, kurumak üzere olan göz pınarlarımı yeniden ıslattı.
"Baba, anne biz gidiyoruz. Siz derin uykunuza geri dönün. Bir gün, size yapılan bu haksızlığın bedelini ödettiğimde, yattığınız yerde rahat edeceksiniz. Az kaldı, bekleyin. Sizi huzura erdireceğim."
Sözleri, beni duygulandırmakla kalmadı. Aynı zamanda ürküttü de. Alacağı intikam için, kan dökmesi gerekecekti. Bu, bir cinayetti. Sonrasında sevdiğim adam, parmaklıklar ardına düşecekti. Aklıma gelen şeyler, irkilmeme neden oldu. Bir anlık akıl dağınıklığımın ardından, Barlas ellerimi sıkıca kavradı. Beni oturduğum yerden kaldırırken, gözlerimiz birbiriyle buluştu. Yüzünün perişan hâline rağmen, hafifçe gülümsedi. Tebessümüne zorlukla karşılık verdiğimde, bir elimi bırakıp beni peşinden sürüklemeye başladı. Karanlık mezarlıkta ilerlerken, onun elini sıkıca tuttum. Onun varlığı ve elinin sıkı tutuşu, başıma üşüşen kötü düşünceleri kovdu.
Beni buradan götürdüğüne göre, geçmişe açılan kapıdan çıkma zamanı gelmişti.
Mezarlıktan çıktığımızda, bizi mezarlığın önünde bekleyen taksiye doğru ilerledik. Barlas'ın eli taksinin kapısının koluna dokunduğu an, öylece donup kaldı. Elimi tutan eli kasıldı. Başını çevirip gözlerime baktığında, bakışlarında bir kez daha beliren acı kırıntısını gördüm. Dudakları hafifçe titredi ve çatallaşan sesiyle konuştu.
"Geçmişimle alâkalı ufak bir ayrıntıyı söylemeyi unuttum, Ecrin. Belki senin için önemsiz bir detay olabilir, ama benim için yaşanan diğer olaylar kadar acı bir detay... Annem, aldığı tedaviler sayesinde, yangından beş ay önce hamile kaldı. Bir kız kardeşim olacaktı... Sonra o harlı alevler, o minik bebeği de beraberinde götürdü. Annemin karnında, minik ciğerlerine tek bir nefes alamadan göçtü gitti."
Sonlara doğru incelen sesi, bir fısıltıya dönüştü. Dudakları arasından dökülen sert soluğu, kalbindeki hüznü dışarı kustu. Kaşları çatıldı, çenesi kasıldı. Ağlamamak için gözlerini birkaç defa kırpıştırdı. Ardından elimi bıraktı. Gözlerini benden kaçırıp taksinin kapısını açtı. Onun bu hâli, içimi daha fazla acıttı. O taksiye yerleştiğinde, yağmurun ardında bıraktığı ıslak asfalta değdi bakışlarım. Yaşadıklarının hayali bile, kalbimdeki sızıyı ikiye katladı. Bütün acılarının yükü o an üzerime devrildi. Güçlü olmak için gösterdiğim direnç, kayıplara karıştı. Ruhumun sarsılışını ondan gizlemek istercesine, yüzümün üzerine hissiz bir örtü serdim. Dişlerimi sertçe alt dudağıma geçirdim ve taksinin açık kapısından içeri girdim. Barlas'ın yanına oturur oturmaz, kapıyı örttüm.
Barlas, taksiciye evimizin adresini söyledikten sonra bana doğru döndü. Onun bakışlarının yüzüme dokunuşunu hissettiğim an, yüzümün üstüne serdiğim hissizlik örtüsü, fırtınaya kapılıp gitti. Gözlerim yaşardı ve kollarım anında boynuna dolandı. Şoförün ne düşüneceğini umursamadan, ona sımsıkı sarıldım. Başımı üşümüş boynuna gömdüm. Kokusunu derin derin içime çeke çeke soluklandım. Sessizce göz yaşlarım süzüldü gözlerimden. Boğazıma takılan kelimeler, bir türlü dudaklarımın arasından çıkamadı. Barlas sarılışıma karşılık verdiğinde, beni biraz daha kendine çekip vücutlarımızı birbirine yasladı.
Söylemek istediğim kelimeler ağzımdan firar ettiğinde, sesim fısıltı gibi çıktı. "Sen bunların hiçbirini hak etmedin, Barlas. Çocukluk çağında, çocukluğunu çaldılar senden. O iğrenç insanlardan nefret ediyorum. Nesrin'den, Kemal denen adamdan, ailenin ölümüne neden olan katilden... Hepsine kin kusuyorum. Bütün bunları unutman çok zor, ama ben unutman için elimden geleni yapacağım. Söz veriyorum, seni hiç yalnız bırakmayacağım..."
Elleri bedenimi sarmaya son verdi. Elleri yüzümü avuçladı. Beni boynundan çekip alırken, ıslak kirpiklerimin arasındaki gözlerime baktı. Bakışlarındaki şefkatin kıyılarına serpilmiş sevgi, içimdeki buzları eritti. Kalbimi sıcacık yaptı. Parmakları ıslak yanaklarımı okşadı. Göz yaşlarımı tenimden def etti. Ardından işaret parmağıyla kızarmış burnuma hafifçe vurdu. Bu hareketiyle gözlerimi kırpıştırırken, gülümseyerek beni seyretti. Üzüntümü yok etmek için çabalıyordu. Beni güldürmeye çalışıyordu. Hafifçe iç çektikten sonra, ona istediğini verdim. Dudaklarımı, küçük bir tebessümle büktüm.
Birden bire bana verdiği kitap geldi aklıma. O an, kitabın onun için neden değerli olduğunu anlayabildim. O kitapta, kendini nasıl bulduğunu idrak edebildim. Hikâyedeki baş karakterin annesi de tecavüze uğramıştı. Annesi bu olayı yaşadığında, baş karakter de küçük bir çocuktu. Birbirlerinden tek farkları, kitaptaki çocuğun annesine tecavüz eden adam, zorla eve girmiş ve küçük çocuğun bileklerini yatağın demirlerine bağlamıştı. Annesine de içerde tecavüz etmişti. Adam, sonra da annesinin boğazını keserek öldürmüştü. Ardından da kendi canına kıymıştı. Bence Barlas'ın hikâyesi daha içler acısıydı. Annesinin tecavüze uğrayışına gözleriyle şahit olmuştu. Tecavüz eden adamın evine girmesine izin vermişti. Annesini kurtarmak için şoktan yardım bile çağıramamıştı. Onun durumu daha çaresizdi... Barlas'ın yaşadığı daha büyük bir travmaydı. Birde Kemal denen herif yüzünden, yıllar sonra ailesini yanıklar içinde toprağa defnetmişti.
Yüzümdeki gülümsemeyi soldurmamaya çalışarak konuştum. "O kitabın baş karakteriyle, kendini nasıl özdeştirdiğini anlayabiliyorum. Senin o kitapta kendini bulduğun gibi, ben de seni buldum. Bana kalbini açtığın için teşekkür ederim. Yaralarını sarabilmek için elimden geleni yapacağım."
Söylediklerime tepki olarak, elleri tekrardan sıkıca yüzümü avuçladı. Yüzümü kendine doğru yaklaştırıp dudaklarını şakağıma bastırdı. Uzun ve derin öpücüğü tenime kazındı. Gözlerimi huzurla kapattım. Hâlâ belinde duran kollarımı sıkılaştırıp başımı omzuna yasladım. Barlas'ın elleri yüzümü bıraktı. Dudakları şakağımı terk edip saçlarıma uzandı. Saçlarımı öptü usulca. Ben onun kokusu eşliğinde içimdeki karanlığa ışık tutarken, o da kokumla derin derin soluklandı. Ardından başımın tepesine dayadığı dudakları kımıldadı.
"İyiki hayatımdasın, Ecrin... İyiki benim küçüğümsün."
Duyduğum kelimeler, ruhumu mutlulukla sarıp sarmaladı. Kollarımı sıklaştırıp onu sımsıkı kucakladım. Gözlerimi aralama gereksinimi duymadan, çenesine uzandım. Dudaklarımı gıdıklayan sakallarına rağmen, onu uzun uzun öptüm. Ağzından çıkan keyifli mırıltı beni mest etmeye yetti. Onun kolları da bedenimi sardığında, hissettiğim aşk kalbimden dolup taştı. İçimdeki en ücra köşelere dağıldı. Her zerreme bulaştı. Onunlayken huzurluydum. Yaşadığı acılarla sarsılmama rağmen, en ufak hareketiyle mutlu olabiliyordum.
O, benim için bambaşkaydı. O, tarifi olmayan şiddetli bir kalp çarpıntısıydı. O, benim hayatımın merkeziydi. O, benim her şeyimdi.
"Seni seviyorum." dedim, içimden dolup taşan sevgiyle.
Ellerinden birisi başıma uzandı. Saçlarımı şefkatle okşadı. Burnunu saçlarımın arasına daldırıp kokumdan biraz çaldı. Ardından dudakları, tekrardan saçlarımın üzerine yumuşak öpücüğünü bıraktı. Kalp atışlarım, hissettiğim yoğun hislerle hızlandı.
O, aşk'tan adamdı.
Gözlerim hâlâ kapalıyken, bir elimi belinden çekip sol göğsüne yönlendirdim. Elim, olması gereken noktayı buldu. Kalp atışlarının hızını avcumun içinde hissettim. Kalbindeki yaraların kabuk bağlayışını hissettim. Yaraları tenime battı.
O, acı'dan adamdı.
Sonra kalbinin üzerindeki elim aşağı kaydı. Kollarım tekrardan beline dolandı. Ona öylesine sıkı sarıldım ki, bir an için kaburgalarını kırmaktan korktum. Yine de sesini çıkartmadı. O da bana sımsıkı sarılmaya devam etti ve benim her zerreme bulanan aşk, onun da üzerine sıçradı.
Her şeyden önemlisi... O, benim adamımdı.
~
Eğer bölümü beğendiyseniz, oy verirseniz çok sevinirim. Yorumlarınızla bölüm hakkındaki düşüncelerinizi belirtebilirsiniz. 😀
Sizden ufak bir ricam olacak. Eğer hikâyemi beğeniyorsanız, okuma listenize ekleyebilir misiniz? Böylelikle keşfedilme oranımız artar. 😊
Buradan, yeni bölüm ne zaman diye yorum yapan veya mesaj atan okurlarıma sesleniyorum. Canlarım, eğer beni buradan takip ederseniz, yeni bölümün ne zaman geleceğini panomda mesaj olarak paylaşıyorum ve takipçilerime bildiriyorum. 😁
Sizi çok seviyorum ve kocaman öpüyorum. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere. Sağlıcakla kalın. 😙❤💕💓
Şahsi Instagram Hesabım: aleynafetvac
MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top