MSOM? -29- ❝Birbirine Mühürlenmiş Ruhlar❞

Merhaba, kuzularım. Sanırım en uzun ara buydu. Bir aydan fazla süredir yokum buralarda ve sizi çok özledim.

Bölümün bu kadar gecikme nedeni, ruh hâlimden kaynaklanıyor. 28. Bölümü yayınladıktan sonra, bana karşı bir muharebe alanı oluşturdular. Birçok kişi üstüme gelmeye başladı. Sözde eleştiriyorlar beni. Fakat eleştiri yapıcı olur, hakaret dolu olmaz. Sinirlerim çok yıprandı ve cidden yazma hevesimi sömürdüler. Hevesimin kaçmasına rağmen, kendimi zorlayarak yazmaya çalıştım ve sonra dönüp yazdıklarımı okuduğumda, berbattı. Gerçekten insan zorla bir şey yapamıyor. İçinden gelmesi gerekiyor. Bu nedenle, kendimi biraz toparlayınca sildim o berbat yazıları ve yeniden yazdım. Şimdikilerin, çok daha iyi olduğunu düşünüyorum.

Bu arada söylemeden edemeyeceğim. Benim hayatım Wattpad'e bağlı değil. Her dakika bölüm yazmamı isteyenler var benden. Özelden "Yeni bölüm ne zaman?" sorularına, "Bugün biraz işim var, ama tamamlamaya çalışacağım." diye yanıtladığımda, bana "Ya işini boş ver, senin bölüm yazmaktan daha önemli ne işin olabilir ki. Sorumluluğunu hiç bilmiyorsun. Bırak işini bölüm yaz." diyen okurlarım da var ve bu düşüncedeki kişiler, beni cidden kırıyor. Ben yeni bölüm yazmak için koşullandırılmış bir "YB" makinesi değilim. Motivasyonum ne kadar artarsa, o kadar iyi ve çabuk bölümler yazarım.

28. Bölümden sonra aldığım hakaretlerden sonra, özeldeki mesajların hiçbirine bakmamaya karar verdim. Çünkü benim de sabrım bir yere kadar. Artık seviyesiz insanlara tahammül edemiyorum.

Bu kadar beklettiğim için, özür dilerim. Ama yine çok uzun bir bölümle karşınızdayım. Bu bölüm, fazlasıyla duygu yüklü. İlk defa olaysız bir bölüm yazdım, şaşırtıcı. Umarım bu bölümü, en az benim kadar seversiniz.

Bu bölümü Rabia'ya ithaf etmek istiyorum. Seni çok seviyorum, kuzum. Umarım bu bölümü beğenirsin. ❤❤

@ arknrabia

**Multimedya'da bölümle ilgili bir sahne var!**

-Keyifli Okumalar.

~

29. Bölüm

▪Ecrin Karayel▪

Güneşin taze ışıkları, pencereden içeriye fevrice süzülürken, yüzümü hedef alan güneş ışınlarıyla yüzümü buruşturdum. Elimi gözlerimin üzerine siper ederken, göz kapaklarımı usulca araladım. Görüş alanıma giren, sakallı çehreyle birkaç saniye duraksadım. Dün gece yaşananlar, gözümün önünden bir film şeridi gibi geçti anında ve ben, sertçe yutkunmaktan başka bir şey yapamadım. Yanaklarımın yanmaya başladığını ve o kızarıklıkların göğüslerime dek ulaştığını hissettim. Bakışlarım, Barlas'ın birbirine kenetlenmiş kirpiklerinde gezindi. Uyurken o kadar sakin ve sevimliydi ki, uzanıp elmacık kemiğine bir öpücük kondurmamak için, zor tuttum kendimi. Onu uyandırmak istemiyordum ve bu kusursuz güzelliğini biraz daha seyretmeye ihtiyacım vardı.

Dağınık saçlarının alnına düşüşünü seyrettim önce ve ardından, düzenli nefes alışverişleriyle kıpırdanan çıplak göğsünde gezindi bakışlarım. Uyurken dudaklarını hafifçe büktüğünü fark ettim ve bu ısırılası görünüşüne karşılık, tebessüm ettim. Dün gece Barlas ile sarılır vaziyette uyuyakalmış olmamıza rağmen, şu an birbirimize temas bile etmiyorduk. Uyku anında birbirimizden uzaklaşmış olmalıydık. Fakat yine de, bedenlerimiz birbirine yakındı ve onun bedeninin yaydığı sıcaklık, benim tenimi de tutuşturuyordu. Kokusu, sürekli burun direğimi sızlatıyordu. Çünkü, kokusunun kaynağı yanıbaşımdaydı ve dün gece, kokusunu tenime mıh gibi kazımıştı.

Şu an, beyaz çarsafların arasında kaybolmuş, tapılası bir adam vardı karşımda. Kokusu huzura davetiye hazırlarken, çıplak bedeni günaha teşvik ediyordu.

Onun her zerresini seyre dalan gözlerim, ansızın odada yankılanan havlama sesiyle, odanın içinde etraflıca gezindi. Dirseklerimin üzerinde doğrulduğumda, yatağın köşesine tutunan minik patileri fark ettim. Ardından Çapkın'ın yatağa tırmanışına şahit oldum. Tüyleri iyice uzadığı için, gitgide küçük bir tüy yumağına dönüşmüştü. Küçük bacaklarıyla yatağın üzerinde yürüyerek bana doğru ilerledi ve bir anda vücudumu örten çarşafın üzerine çıkıp birkez daha havladı. O kadar sevimliydi ki, onu öpücüğe boğma isteğiyle dolup taşmama neden oluyordu.

"Şşh, babacığın uyuyor. Şimdilik sessiz olmamız gerek." diye fısıldadım ve elimle başını usul usul okşadım.

Ben başını okşarken, o da gözlerini kısarak memnuniyetle hırladı ve ardından sırt üstü karnıma uzandı. Bedenimi örten çarşafa rağmen, tüylerinin yumuşaklığını hissedebiliyordum ve bu gıdıklanmama neden oluyordu. Elimde olmadan kıkırdadığımda, onun bariz davetine karşılık verdim. Onu sevmemi istediği her hâlinden belliydi. Elimi karnına yaslayıp yavaş bir ahenkle okşadım. Bu hoşuna gitmiş olacak ki, patilerini şımarık bir çocuk gibi hareket ettirdi. Gülümsedim ve bakışlarım, odanın içinde gezintiye çıktı. Önce, yere serilmiş kıyafetler gözüme çarptı. Ardından çarşafın üzerindeki kan lekesi dikkatimi çekti. Göğsüme şiddetli bir ağırlık oturdu. Elimi Çapkın'ın tüylü karnından çekip göğüs boşluğuma bastırdım ve içimdeki tuhaf korkuyu gidermeye çalıştım.

Acı bir gerçekle karşı karşıya kalmıştım. Artık bakire değildim ve Barlas, yine eski dengesiz hâllerine bürünüp bana sürtük diyecek olursa, bu beni paramparça edecekti.

Çapkın, onunla daha fazla ilgilenemeyeceğimi hissetmiş olacak ki, kucağımdan kalkıp yatağın üzerinde küçük patileriyle ilerledi ve aşağıya sıçradı. Odanın dışına çıktığında, ben de bakışlarımı onun üzerinden çektim ve yanımdaki kusursuz adamı inceledim. Çok güzel uyuyordu. O kadar masum, o kadar zararsız ve o kadar sevilesiydi ki, her sabah kalktığımda bu görüntüyü görme isteğiyle kavruldu içim. Uyandığında, dün gecenin ve bu anın büyüsünün yok olmasından korkuyordum. Bana, yaşananların bir hata olduğunu söylemesinden ve her şeyi unutmamı istemesinden ölesiye korkuyordum. Dün gece, bu ihtimal aklımın kıyısından dahi geçmemişken, şimdi beynimi tamamıyla işgal altına almıştı.

Kendime daha fazla acı vermemek için, bakışlarımı onun kusursuz yüz hatlarından uzaklaştırdım. Zehirli sarmaşıklar gibi benliğimi saran korkuyu, def etmek istercesine tavanı seyretmeye başladım. Kendimi farklı düşüncelere adadım. Fakat olmuyordu, bu korku beni tüketmeden peşimi bırakmıyordu. Derin bir soluklanmanın ardından gözüm duvarda asılı duran saate kaydı. Saat 7'ye geliyordu. Hafta içinde olduğumuza göre, bugün okula gitmem gerekiyordu. Bu düşüncenin ardından, aklıma gelen şeyle boğazım düğümlendi. Abim! Lanet olsun, bu nasıl aklımdan çıkabilirdi? İrem, eğer geç kalırsam abime, onun evinde kalacağımı söyleyecekti. Büyük ihtimalle söylemiş olmalıydı. Fakat abim, bizi okula götürmek için İrem'in evine gidince ne olacaktı? Beni İrem'in evinde bulamazsa, kıyameti kopartacağı kaçınılmaz bir gerçekti. Ayrıca ona ne açıklama yapacaktım? Acilen buradan çıkmam ve o uyanmadan eve varmam gerekiyordu.

Aceleyle yatakta doğrulduğumda, çarşafı üzerimden çektim ve yatakta oturur pozisyona geçtim. Çırılçıplaktım ve acilen kıyafetlerimi üzerime geçirmem gerekiyordu. Siyah sütyenimi parkenin üzerinde gördüğümde, hızla ayağa kalktım ve tam sütyenime doğru ilerleyecekken, kolumu mengene gibi saran parmaklarla yatağa doğru çekildim. Ağzımdan firar eden korku dolu nidanın ardından, sırtım yatakla buluştu. Ben, daha neye uğradığımı anlayamadan, Barlas'ın çıplak bedeni bedenimi örttü. Gözlerim, onun uykudan yeni kalktığını bariz bir şekilde belli eden gözleriyle buluştu. Kahverengi harelerinde uykunun izleri vardı ve dün geceki şehvet, hâlâ bakışlarını terk etmemişti.

"Ruhum bile duymadan, evden çekip gitmeyi mi planlıyordun?" diye sordu, kaşlarını hafifçe çatarak. "Gitmeden komodine para da bıraksaydın bari, tam olurdu."

İma ettiği şeye karşılık ister istemez kıkırdadım ve şakacı tavrına eşlik ettim. "Aslında bırakmayı planlıyordum."

"Sen birde benimle dalga mı geçiyorsun?" dedi ciddiyetle ve alnını alnıma yasladı. "Seni çok fena yaparım, küçük hanım."

Yüzüm, yüzüne fazlasıyla yakın olduğu için, gözlerinin içine bakmakta zorlanıyordum. Yüzlerimizin birbirine yakınlığı, bana dün geceyi anımsatıyordu. Beni şehvetle öptüğü saniyeleri, çığlıklarımı susturuşunu, nefesini yüzüme çarptırarak kurduğu arsız cümleleri... Çıplak bedenlerimizin üst üste oluşu da, dün geceyi ilmek ilmek işliyordu beynime. Derin derin soluklanırken, tenindeki kokuyu çekiyordum içime. Kendine has kokusu ile birlikte, benim kokum karışmıştı birbirine. İkisinin bir araya gelişi, akıllara zarar bir koku açığa çıkartmıştı. Gözlerimi yumdum ve bu kokuyla soluklandım bir süre. Gözlerimi tekrardan araladığımda, Barlas alnımın üzerine yasladığı alnını çekti ve yerine dudaklarını yerleştirdi. Uzun uzun öptü alnımı ve saçlarımın arasına daldırdığı burnuyla, kokumu çekti ciğerlerine. Öpücüğünü sonlandırdığında, çenesini başımın tepesine yaslayıp öylece durdu. Şaşkınlıktan donup kalmıştım ve ne yapacağımı sahiden bilemiyordum.

"Beni aşağılamadın..."

Bir anda ağzımdan kaçan kelimelerle, alt dudağımı dişleyip öylece bekledim. Bedenimin üzerindeki bedeninin gerilişine şahit oldum. Duyduğu sözlerle, bütün kasları âdeta taş kesilmişti. Boynundaki damarların belirginleştiğini ve adem elmasının yukarı aşağı hareket edişini fark ettiğimde, dişlerini sıkmakta olduğunu ve sertçe yutkunduğunu anlayabildim. Ansızın üzerimde doğruldu ve bedenini, bedenimden tamamen uzaklaştırdı. Yanımda oturur pozisyonu aldığında, öfkeyle iç çekişini işittim.

"Sana böyle davranacağımı nereden çıkarttın?" diye sordu, öfkenin en koyu tonuna bürünmüş kahveleriyle beni hedef alarak. "Bu kadar aşağılık bir herif miyim ben?"

Dişlerimi sertçe alt dudağıma geçirdim. "Hayır... Sadece önceden bana söylediğin sözlerin içimde açtığı yaralar yerli yerinde ve ister istemez, o canımı acıtan kelimeleri tekrardan duymaktan ölesiye korkuyorum."

Parmak boğumları bembeyaz kesilene dek sıktı yumruklarını. "Dün gece seni aşağılayabileceğim hiçbir şey yaşanmadı. Yaşadıklarımız bunun yapabileceğim kadar basit değildi. Benim için kesinlikle basitlikten çok uzaktaydı, fazlasıyla özeldi."

Sözleri, kalbimi ısıttı...

Yattığım yerden doğruldum ve ellerimi gergin omuzlarının üzerine yerleştirip başımı iki kürek kemiğinin arasına yasladım. "Seni sinirlendirmek istememiştim. Şu çenemi tutmayı ne zaman öğreneceğimi bilmiyorum."

Omuzları, dokunuşumun altında usul usul gevşedi ve başı geriye doğru düşüp saçları çıplak omzumu gıdıkladı. "Sana hak veriyorum, küçüğüm. Zamanında kelimelerimle seni bu kadar yaralamasaydım, şimdi kendimi bu kadar aşağılık bir herif gibi hissetmeyecektim."

Bir elimi, kaslı omzunun üzerinden çekip omzuma yasladığı başına yerleştirdim ve ipek kadar yumuşak saçlarını, nazik dokunuşlarımla okşadım. "Yeri geldiğinde, ben de sana karşı çok ağır sözler söyledim, Barlas. Geçmişi bu kadar kafaya takmamalıyız. Dünkü arsız hallerim yüzünden, bana o gözle bakmandan korktuğumu inkâr edemem. İlk öpüşmemizden sonra bana söylediğin sözleri, tekrardan işitmekten de korktuğum bir gerçek; fakat korktuğum gibi olmadı. Şu an, yanıbaşımdasın ve benden hâlâ gitmemi istemedin. Dün gece yaşananları unutmamı da istemedin. Bu yüzden, şu an mutluyum ve sana, mümkünmüş gibi biraz daha aşık oldum."

Sözlerimi noktaladıktan sonra, başını omzumun üzerinden kaldırdı ve yüzünü bana doğru çevirip gözlerimin içine baktı. Elleri ansızın kalçalarıma uzandı ve beni yatakta havalandırdıktan sonra kucağına oturttu. Şaşkınlıkla gözlerine bakarken, hafifçe tebessüm etti ve dudaklarıma tüy kadar hafif bir öpücük kondurdu. Dudaklarının tadı, kısacık bir an için kalmıştı dudaklarımın üzerinde. Hemen geri çekilmişti ve çıplak bedenimi, güçlü kolları arasında rehin almıştı. O kadar sıkı sarılıyordu ki bana, bir an için kemiklerimin çatırdayışını işitilebileceğimi sandım. İnce bedenim, onun koca cüssesinin yanında minicik kalıyordu. Âdeta, aslanın, küçük kuşa sarılışı gibiydi bu. Onun bu sıkı kucaklayışına karşılık verdiğim anda, elini başımın arkasına yerleştirip beni boynuna doğru çekti ve o da, yüzünü boyun girintime gömdü.

"Sana o kadar çok ihtiyacım var ki, Ecrin... Sanki sen olmazsan, tekrardan eski kasvetli bulutların içinde hapsolacakmış gibi hissediyorum. Beni sevmekten hiçbir zaman vazgeçme, yalvarırım. Sinirlenip sana gitmeni söyleyecek olursam, gitme. Seni kıracak olursam, yine hayalarıma tekmeni geçir; fakat ağlama. Kâbus gördüğüm zamanlarda, annem gibi okşa yanağımı ve her fırsat bulduğunda bana, beni sevdiğini söyle. Annem beni terk ettiğinden beri, sevgiye ve şefkate muhtaç kaldım. Yıllar sonra, bunları bir tek sende buldum ben. Ellerinde, gözlerinde, sesinde buldum. Sevgiyi de, şefkati de tekrardan kaybetmeme izin verme. Sen de beni terk etme... Benim gözümde hâlâ küçük, masum bir kız çocuğusun sen. Artık bakire olmayabilirsin, fakat kızlığını kaybetmiş olman, gözlerindeki masumiyetin yitip gitmesine neden olmadı. Bedenini bana teslim ettiğin için aşağılık olmadın Ecrin, sadece bana ait oldun... Bunu asla aklından çıkartma."

Boynuna öylesine derin bastırdım ki dudaklarımı, şah damarına saplandı öpücüğüm. Kan akışına karıştım ve kalbine sızdım usulca. Bedenine sarılı kollarımı daha da sıklaştırdım ve biraz daha çaldım kokusundan. İçim de, dışım da o olmuştu bir anda. O, her şeyime sahipti artık. Bedenime, ruhuma, benliğime, kalbime... Ben, ona aittim, onundum. O'da, benimdi. Kokusu benimdi, teni benimdi, ruhu benimdi, elleri, gözleri, sakalları... Kısacası onun her şeyi bana aitti. Barlas Seçkiner, bir nevi benim mülkümdü ve onu benden almaya kimsenin yükümlülüğü yoktu.

Bir elim, birbirine dolanmış bedenlerimizin arasına girdi ve hissetmek için can attığı o çarpıntıyı buldu. Dokunuşum, sol göğsünü esir aldığında, Barlas'ın kalbi şiddetle göğsüne vuruyordu. Kalbinin, aklımı başımdan alan bir ritmi vardı ve âdeta göğsünü delip avuçlarıma düşecekmiş gibi hissettiriyordu. Bu kalp, benim olacaktı. Kaçarı yoktu. Sadece benim için atacaktı ve her atışında benim adımı sayıklayacaktı... Bir tek burası kalmıştı bana ait olmayan. Kalbini fethetmek için, surlarını yıkmam gerekiyordu. Bu surlar, onun kalbini çepeçevre saran yaralardı. O yaraları zamanla teker teker iyileştirecektim ve ardından kalbini de bana ait kılacaktım.

"Daha önceden de dile getirdiğim gibi, beni kovmadığın sürece asla yanından ayrılmam Barlas. Ben, her şeyimle sana aidim artık. Senden kolay kolay kopamam. Merak etme, bulduğum her fırsatta seni sevdiğimi dile getireceğim. Seni sevgimle bıktıracağım ve anne şefkatiyle okşayacağım yüzünü. Kâbus gördüğün gecelerde, gerekirse seninle sabahlayacağım. Yaralarına merhem olacağım... Artık, benden kurtuluşun yok."

O'da elini bedenlerimizin arasına daldırdı ve kalbinin üzerinde duran elimi sıkıca kavradı. "Tıpkı senin de, benden kurtuluşun olmadığı gibi."

Kıkırdayarak başımı boynundan uzaklaştırdım ve yüzümdeki sıcak tebessüm eşliğinde gözlerimizi birbirine mıhladım. Bir an için, gözleri yanağımda beliren gamzeme takıldı ve o'da yüzüne o muntazam tebessümünü yerleştirdi. Gözlerimiz tekrardan buluştuğunda, bir elimi sakallı yanağına yasladım. Diğer elim, hâlâ onun kalbinin üzerinde ve elinin arasında duruyordu. Yanağını şefkatle ve sevgiyle okşadığımda, elimi tutmakta olan eli biraz daha sıkılaştı ve gözleri usulca kapandı. Onun bu tepkisine karşılık, kalbim aşkla sıkıştı. Uzanıp dudaklarımı kapalı duran göz kapaklarına bastırdım ve bu anın hiç bitmemesini diledim. Bir kolu bedenime sarılıyken ve eli, elimi sıkıca kavramışken, zaman öylece durmalıydı. Benim ellerimden biri onun kalp atışlarını hissetmeye devam etmeli ve diğer elim de sakallarını okşamalıydı. Göz kapaklarını öperek, sonsuza dek kokusunu bu denli yakından hissetmeliydim. İşte gerçek mutluluk buydu.

Hiç kımıldamadan, sessizce fısıldadı. "Burada, biraz daha benimle kal. Varlığına doyamıyorum."

Bu cümle, beni güneşin altına bırakılmış bir buz kütlesi gibi eritmeye yetmişti.

Dudaklarım göz kapaklarını terk eder etmez, gözleri aralandı ve bakışlarımız birbirini esir aldı. "Gitmem gerek. Abim, beni İrem'in evinde sanıyor. Yalan söylediğimi anlamasını istemiyorum. Ona verebilecek mantıklı bir hesabım yok."

Başını duvara doğru çevirdi ve saate kısa bir bakış attıktan sonra tekrardan gözlerime odaklandı. "Onun uyanmasına bir saatten fazla bir zaman var. Seni eve yetiştireceğime söz veriyorum. Bir saat daha benimle kal."

Nasıl hayır diyebilirdim ki?

"Ya bugün erken kalkacağı tutarsa? Tehlikeli sularda yüzüyoruz, Barlas." dedim, endişeli gözlerle gözlerine bakarak.

Dudaklarında müstehzi bir sırıtış belirdi ve genzinden boğuk bir gülme sesi çıkarttı. "Erkin ve erken uyanmak mı? Boşuna endişelenme, onun erken uyanma olasılığı, yüzde birlik bir dilim bile değil. Sadece bir saat daha istiyorum senden. Seni, kendi ellerimle yıkayacağım ve ardından dün buraya gelirken giyindiğin kıyafetlerini, tekrardan giydireceğim sana. Sonra bir şeyler atıştırırız ve seni eve bırakırım. Bir sorun çıkmayacak, güven bana küçüğüm."

Söylediklerini bir süre düşündükten sonra, kafama yattı ve başımı usulca aşağı yukarı sallayarak talebini yanıtladım. "Tamam, o hâlde. Bir saatimi daha seve seve harcayacağım seninle."

***

İrem: Erkin, senin eve gelip gelmeyeceğini sordu bana. Saat epey geç oldu, sanırım sen şu anda Barlas ile derin mevzulara dalış yapmış olmalısın. Yani, öyle umuyorum. Her neyse, Erkin'e bizde kalacağını söyledim. "Durduk yere bu da nereden çıktı?" gibisinden bir soru sorduğunda, heyecandan ağda yapacağımızı söyledim. Rezillik! Uyuyakaldığını söylemek varken, bu saçma şeyin nereden çıktığını inan ki bilmiyorum. Neyseki Erkin'in aklı başka yerlere kaymış olacak ki, konuyu kapattık. Off ben yine amma uzatmışım. Kısacası, keyfinizee bakın. (00:15)

İrem: Ha, bu arada sabah okul vaktinde evde ol. Pot kırmayalım. (00:17)

İrem: Gece su içmeye kalktım, senden hâlâ mesaj yok. Napıyorsunuuuuzzz kızıııım siiiiiz??? (03:23)

İrem: Her neyse, ben yatıyorum. Yarın detaylı bir şekilde anlatacaksın her ne olduysa. Bye! (03:24)

İrem: Kızım, endişelenmeye başladım. Senden hâlâ yanıt yok. Yatak içine mi göçtü, arasına mı sıkıştınız? Neredesin sen ya? Telefonun nerede? Niye beni takmıyorsun? Eve gel artık, Erkin'e ne hesap vereceğim ben? Ağdaya su kaçmış, yeni ağda aldık tekrardan yapıyoruz mu diyeyim? Ecrinnnn beniii deliiii etmeeee!!! (08:11)

İrem'den gelen beş yeni mesajı okurken, kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyordum. Telefonumun şarjı bittiği için, ancak eve gelince telefonu açabilmiştim ve mesajları ancak görebiliyordum. Son mesajı yaklaşık 10 dakika önce atmıştı ve ben de, o sırada eve yeni giriş yapmış bulunuyordum. Barlas, beni söz verdiği gibi kendi elleriyle yıkamıştı ve aynısını ben de ona yapmıştım. Bu duş, gayet edepli bir şekilde son bulmuştu ve duştan çıktıktan sonra, Barlas'ın küçük bir çocukmuşum gibi beni giydirmesine müsaade etmiştim. Ardından o'da giyinmişti ve beni arabasıyla eve bırakmıştı. Yolda giderken bir pastaneden poğaça ile boyoz almıştı ve arabada birlikte sohbet ederek yemiştik. Onunla geçirdiğim her an o kadar paha biçilmezdi ki, aklım başımdan uçup gidiyordu. Fakat bunca güzel olayın yanında, ufak bir sorun vardı.

Yürüyemiyordum.

Kasıklarımın ağrısından yürümekte zorluk çekiyordum. Barlas da bunun farkına varmıştı ve eseriyle övünmek yerine, morali bozulmuştu. Buna sebep olduğu için, kendisini suçlu hissediyordu. Bu kadar hassas bir kalbi olduğu için çok şanslı olmalıydım. Bana merhametli yanını gösteriyordu ve bu fazlasıyla önem taşıyordu, benim için.

Bir anda kapımın tıklatılmasıyla, telefonuma bakakalmış bir hâlde, düşüncelere dalmaya bir son verdim. "Gelebilirsin."

Kapı usulca aralandığında, abim iri cüssesiyle içeriye girdi ve bakışlarımız anında birbirini buldu. "Ne zaman geldin sen?"

Elimi sağa sola salladım. "Aşağı yukarı 10 dakika olmuştur."

Üzerindeki kırmızı gömleğinin bir yanını, buz mavisi kotunun içine sıkıştırırken konuştu. "Hazır değilsin herhalde. Üzerinde dünkü giysilerin var. Hadi çabuk giyin, seni aşağıda beklerim."

Şimdi, ona okula gidemeyeceğimi nasıl açıklayacaktım?

"Abi, aslında... Ben okula gelmeyi düşünmüyorum." dedim ve endişeyle yanağımın içini dişledim.

"Neden gelmeyeceksin?" dedi ve tek kaşı anında havalandı.

Aklıma gelen ilk şeyi dile getirdim alelacele. "Açıklayamayacağım bir durum, abi. Kadınsal bir mevzu."

"Regl misin?" diye sordu, açık sözlülüğünü konuşturarak.

Şaşkınlıkla gözlerimi irileştirdim. "Hayır abi... Sadece yürümekte zorluk çekiyorum."

Bir anda ağzımdan kaçırdığım kelimeyle, elimi ağzıma örttüm. Ben, tam bir aptaldım.

Abim hafifçe sırıttı ve elini geçiştirircesine salladı. "Tamam tamam, anladım. Utanmana gerek yok, bir keresinde Meltem'e de olmuştu."

Meltem mi? Eski sevgilisinin konumuzla ne gibi bir alâkası vardı şimdi? Ayrıca, söylediklerimden ne anlamıştı, Allah bilir.

"Eski sevgilinden söz etmen hiç hayra alamet değil, abi. Aman, İrem duymasın, topa dizer seni. Ayrıca, söylediklerimden ne sonuç çıkarttığını da duymak istiyorum." dedim, sorgucu bir tavırla.

Kaşları hızla çatıldı ve sesine, sert bir ton yerleştirdi. "Ya kızım, sadece bir anda aklıma geldi. Artık, o kadınla işim olmaz benim. İrem'e bir şey diyecek olursan, o dilini kopartırım, haberin olsun. Ayrıca anlaşılmayacak bir şey yok. İrem dün gece ağda yapacağınızı söyledi bana. Büyük olasılıkla pişik falan olmuşsundur, ondan yürüyemiyorsundur. Yanılmıyorum, öyle değil mi?"

Pişik mi? Aman Allah'ım!

Açık sözlülüğüne karşılık, ağzım kocaman açıldı ve yanaklarım anında kıpkırmızı kesildi. "P-Pekâlâ... Doğru tahmin ettin. Artık şu konuyu kapatalım mı? Hem sen derse geç kalmıyor musun? Bir an önce gitsen iyi olur."

Bakışları kolundaki saate kaydı ve başını aşağı yukarı salladı. "Haklısın, biraz geciktim, gitsem iyi olacak. Dikkat et kendine."

Bana uzaktan gönderdiği öpücüğe karşılık, utancımı unutup gülümsedim. "Sana iyi dersler. Görüşürüz, abiciğim."

"Görüşürüz, güzelim."

Odamdan çıktıktan sonra, kapıyı ardından kapattı ve adım sesleri gittikçe uzaklaştı. Ucuz atlatmıştım fakat, bu bayağı bir utanç verici olmuştu. Abim, şu anda özel bölgemin pişik olduğunu sanıyordu ve aklına böyle bir düşüncenin yerleşmiş olması, yerin dibine girmem için geçerli bir nedendi. Sıkıntıyla iç çektim ve abimin az önceki patavatsızlığını bir kenara bıraktım. Dış kapının kapanma sesini duyar duymaz, elimde duran telefonuma verdim dikkatimi. İrem'e durumu izah edecek bir mesaj yazmam gerekiyordu.

Ben: İrem, sana ne kadar teşekkür etsem azdır. Dün gece beni idare ettiğin için, sana minnettarım. Barlas'ın evinde kaldığım için dönemedim eve. Sana cevap vermedim, çünkü sarjım olmadığı için telefonum kapalıydı. Evdeyim şimdi ve okula gelemeyeceğim. Dün gece olanları sana daha sonra detaylıca anlatacağım. Bilmen gereken tek şey şu: Yürüyemiyorum. Abim ise ağda yaparken pişik olduğum için yürüyemediğimi zannediyor. Ağzını yoklayacak olursa, pot kırma. Öpüyorum seni. (08:31)

Mesajı gönderdikten sonra, telefonu prizin yanındaki yatağıma koydum ve evi toparlamak amacıyla ayaklandım. Giysi dolabımın karşısına geçtikten sonra, kapaklarını araladım ve içinden kendime rahat bir şeyler çıkarttım. Üzerimdekilerden saniyeler içerisinde kurulduktan sonra, siyah taytımı altıma geçirdim ve uzun kollu mavi badimi tam üzerime geçirecekken, karşımda duran boy aynasına kaydı gözüm. Yansımam karşısında bir anlığına donup kalmıştım. Beyaz badi şaşkınlıktan elimden kayıp ayaklarımın dibine düştü ve ben yavaş adımlarla boy aynasına doğru ilerledim.

Vücudum küçük morluklarla kaplıydı.

Göğüslerimin üzerinden başlayan morluklar, kaburgamın üzerinden, karnıma kadar iniyordu. Bel boşluğumdaki birkaç çizik, Barlas'ın tırnaklarının izi olmalıydı. Beni yıkarken bu kadar dikkatli incelemesinin nedeni buydu demekki. Lifi gövdemdeki herhangi bir yere değdirdiğinde, her seferinde canımı acıtıp acıtmadığını soruyordu. Bu sorularının kaynağı, tenime yerleşmiş çok sayıda morluklardan kaynaklanıyordu. Başımı hafifçe eğdiğimde, boynumun gerisindeki morluk dikkatimi çekti. Küçük bir morluktu bu ve gövdemdeki morluklara kıyasla daha solgundu. Abim bu yüzden fark edememiş olmalıydı. Abimin görebileceği tek yer boynumdu ve şükürler olsun ki bu küçük morluk, kendisini fazla belli etmiyordu.

Beyaz badimi yerden alıp üzerime geçirirken, bakışlarımı boy aynasından çektim ve aklım Barlas'ın duştaki görüntüsüne kaydı. Omuzlarında, sırtında, ensesinde ve kalçalarında tırnaklarıma dair izler yer edinmişti. Yani dün gece, hasar gören tek kişi ben değildim. Her ikimizde zedelenmiştik. Ah birde, hesaba katmadığım bir şey daha vardı. Yatak başlığı... Sadece birbirimize değil, ona da zarar vermiştik. Gözümüzü bürüyen şehvete teslim olmuştuk ve birbirimizi tüketmiştik, harap etmiştik.

Bir anda telefonumdan gelen zil sesini işittiğimde, kendimi, dün gecenin hayaline kaptırmaktan son anda kurtarmıştım. Ben telefonuma doğru ilerlerken, birkez daha aynı zil sesi çaldı. Telefonumu yatağımın üzerinden alıp ekran kilidini açtım. İki tane mesaj gelmişti ve iki mesajı da, İrem göndermişti.

İrem: YÜRÜYEMİYOR MUSUN? (08: 36)

İrem: KESİN SEVİŞTİNİZ. BİLİYORDUM!!! (08:36)

Onun şaşkınlığını ve merakını, mesajları okurken bile hissedebilmiştim. Yakın arkadaşımın, özel hayatımla gereğinden fazla alakadar oluşu şaşırtıcıydı. Fakat, buna alışmaya başlamıştım. Mesajına ne cevap vermem gerektiğini düşünürken, bir anda telefonum avcumun içinde titreşerek çalmaya başladı. Ah, arayan kim olabilirdi acaba? Bunu tahmin etmesi zor olmamalıydı. Tabii ki de, İrem'di.

Çağrıyı hemen yanıtladım ve telefonu kulağıma götürdüm. "Efendim kuzum?"

İrem kulağımı çınlatan bir sesle bağırdı. "Bana derhal dün gece ne olduğunu anlat!"

Telefonu kulağımdan hızla uzaklaştırdıktan sonra, olası ses tehlikesi için, telefonu hoparlöre alıp öyle konuşmaya başladım. "Sana da günaydın, canım benim."

"Ecrin, beni meraktan öldürme!" dedi, daha yüksek bir sesle bağırarak. "Dün gece ne oldu diyorum sana!"

Derin iç çekişimin ardından, gözlerimi devirdim. "Tamam, sakin ol, anlatacağım. Ama önce abimin nerede olduğunu söyle bana."

"Az önce ona günaydın öpücüğünü verdim ve okula gitti. Merak etme, onunla birlikte değilim. Bugün dersim geç başlayacak, bu yüzden evdeyim." dedi ve tekrardan merakla bağırdı. "Haydi anlat, noldu?!"

İrem'in yakamdan düşmeyeceğini fark ettim ve direnmeye bir son verdim. "Tamam, tamam... Anlatacağım. Fakat mümkünse tepkilerini biraz daha sessiz göstermeye çalış, olur mu?"

"Tamam, söz veriyorum, sakin olacağım."

İrem'in sözüne güvenerek, dün gece bir rüya gibi geçen dakikaları üstünkörü aktardım ona ve o, beni hiç şaşırtmadı. Ona anlattığım her ana bağırarak tepki gösterdi ve verdiği söze harfiyen uymadı. Son olarak, Barlas'ın bakir olduğunu söylediğim anda ise, şoka girerek telefonu yüzüme kapattı. Bu kız, kesinlikle delinin tekiydi, ama onu çok seviyordum.

***

Yorgun ve uykusuz olduğum için, İrem ile görüşmemizin ardından kendimi yumuşak çarsaflarımın arasına atmış ve derin bir uyku çekmiştim. Rüyalar, aklımın içinde birbirini kovalayarak devam etmiş ve beni uykunun içine daha da hapsetmişti. Uyanmama neden olan şey ise, duyduğum kapı sesi olmuştu. Kapının açıldığını ve birkaç kişinin konuştuğunu işitmiştim. Bu sesler, kadın sesleriydi. Bilincim tamamıyla yerine gelir gelmez, uyku gözlüğümü gözümden çıkarıp attım ve yatakta doğrulup yatağımın köşesine oturdum. Birkaç saniye gözlerimi kırpıştırdıktan sonra, iyice kendime gelip ayaklandım. Dengemi toparlayarak ilerlemeye başladım, fakat adım attıkça kasıklarımın sızısı çoğalıyordu. Acıyı umursamamaya çalışarak, yüzümü buruşturup yürümeye devam ettim. Odamdan çıkıp merdiven başına ulaştığımda, korkuluklara dayanıp aşağıya baktım. Üç tane kadın, ellerindeki kolilerle basamakları tırmanıyordu.

Bu da neydi böyle?

Üst kata ayak basan ilk kadın bana küçük bir baş selamı verdikten sonra arkasındaki kadınlara doğru döndü. "Koridorun sonundaki odaydı, değil mi?"

Arkasındaki kadın başıyla onaylandıktan sonra, üçü birden elindeki kolilerle Barlas'ın odasına doğru ilerledi. Ben ne olduğunu algılayamadan kızların ardından bakarken, dört tane daha kadının merdivenleri tırmandığının farkına varamadım. Bakışlarım merdivenlere kaydığında, onları gördüm ve kaşlarım yukarı doğru tırmandı. Kadınlar bana yine ufak bir baş selamı verdiler ve yanımdan geçip kapısı açık olan, Barlas'ın odasına doğru ilerlediler. Şoku üzerimden attıktan sonra, kasıklarımdaki sızıyı umursamadan ışık hızında Barlas'ın odasına daldım.

"Birisi, bana burada ne olduğunu açıklayabilir mi?" diye sordum, kollarımı göğsümde kavuşturarak.

Anında bütün kadınların odak noktası olduğumda, bana doğru dönen yüzleri inceledim. Yedi kadının üçünün doğal bir güzelliği vardı, geriye kalan dördü ise çekici bir güzelliğe sahipti. Diğer üçünü unutup, dört çekici kadına takılı kaldım. Bu dört kadının, ikisi kumral, diğer iksi de esmerdi. Kumral olanların her ikisinin de gözü renkliydi. Esmer olanların da gözleri kahverenkliydi. En kötüsü de, yedi kadının yedisinin de düzgün ve yapılı fizikleri vardı. Hepsi üzerine kırmızı bir Lacoste tişört ve siyah yoga pantolonu giyinmişti. Ayaklarında ise düz taban spor ayakkabıları vardı, fakat buna rağmen uzun duruyorlardı.

Kumral, renkli gözlü olan iki kadın arasından, ötekine kıyasla daha kısa olanı söze atıldı. "Biz Fatin Bey'in çalışanlarıyız. Barlas Bey'in isteği üzerine buradayız."

Fatin kimdi? Bu kadının çalışandan kastı, fahişelik miydi yoksa? Aman Allah'ım! Barlas bu kadınları neden bu eve getirmişti?

"Derhal evimden gitmenizi istiyorum!" diye bağırdım, bir anlık sinirle.

Ben bunların hepsinin saçını başını yolardım. Ayrıca, Barlas hangi hakla eve getirebiliyordu bunları?

"Sakin ol, küçüğüm."

Ansızın yanıbaşımda Barlas'ın sesini işitmemle, yerimden sıçradım. Elimi derhal kalbimin üzerine götürdüm ve sertçe göğsüme bastırdım. Başımı ondan yana çevirdiğimde, elinde iki büyük valizini taşıdığını fark ettim. Yoksa, eve geri mi dönüyordu? Kalbim, elimin altında mutlulukla çarparken, tepkisiz kalmaya özen gösterdim. Gözlerimiz birbiriyle buluşur buluşmaz, Barlas'ın yüzünde anlam veremediğim bir tebessüm peyda oldu. Elindeki valizleri kapının girişine bıraktıktan sonra, boşta kalan ellerini yanaklarıma yerleştirdi ve beni kendine doğru çekip sağ elmacık kemiğime minik bir öpücük bıraktı. Bu büyülü öpücükle, karnımdaki kelebekler anında canlandı ve oradan oraya uçuşmaya başladı.

"Anlaşılan, birileri kıskançlık krizine girmiş." dedi, alayla sırıtarak.

Etkisi altına girmemeye çalışarak, omzuna küçük bir yumruk geçirdim ve benden uzaklaşmasını sağladım. "Evimizde neden 'yedi' tane kadın var?"

Bir saniye olsun, bakışlarını yüzümden ayırıp kadınlara bakmadı ve gülümsemeye devam etti. "Ne için olacak, eşyalarımı evimize taşımama yardımcı oluyorlar."

Evimiz... Bizim evimiz.

Elimde olmadan gülümsemeye başladım. "Geri mi döndün?"

Başını aşağı yukarı salladı ve yanaklarımın üzerindeki ellerini hareket ettirerek tenimi okşadı. "Ben buraya aidim. Senin yanıbaşına."

Söyledikleriyle içim sıcacık oldu ve daha fazla dayanamayıp yelkenleri suya indirdim. Uzanıp sakallı çenesine ıslak bir öpücük bıraktım. "Hoş geldin."

Şu an gerçek birer sevgili gibiydik ve bu defa, ortada bir rol söz konusu değildi.

Geri çekildiğimde, Barlas'ın gülümseyerek gözlerini yumduğunu fark ettim ve bu sevimli görüntüsüne karşılık, kalbim hayranlıkla dolup taştı. Kızlardan birisinin öksürük sesi odada yankı yaptığında, Barlas gözlerini araladı ve bakışları ilk olarak yüzümde gezindi. Ardından, başlarımızı aynı anda odanın içine doğru çevirdik. Dikkat çekme çabasına giren kişi, esmer kadınlardan en alımlısıydı. Bakışlarımızın hedefi olduğunu anladığı anda, elini hafifçe ağzına dokundurdu ve ardından öksürüğünü kesip bakışlarını Barlas'ın yüzüne dikti. Eli ağzının üzerinden kaydı ve dudaklarında kışkırtıcı bir tebessüm belirdi.

Bu kadın, Barlas'a cilve mi yapıyordu?

Barlas'a doğru döndüğümde, ifadesizce kadına baktığını fark ettim. Ben ona döner dönmez, o'da bakışlarını yüzüme çevirdi ve az önce kadına karşı göstermediği tebessümü, bana sundu. Bu hareketi, içimdeki kıskançlık ateşini bir nebze de olsa azaltmaya yetmişti. Yüzümde hafif bir tebessüm belirdi, fakat bu tebessüm, üzerimde hissettiğim bakışların verdiği rahatsızlıkla, hemen kayıplara karıştı. Gözlerim Barlas'ın iki yana kıvrılmış dudaklarını terk edip, esmer ve alımlı olan kadının üzerine mıhlandı. Kadının gözlerindeki haseti, aramızdaki mesafeye rağmen gayet net seçebiliyordum. O, öylece durmuş bizi izlerken, arkasındaki kadınlar ise, kolileri açmaya ve içindeki eşyaları boşaltmaya başlamışlardı. Diğer esmer kadın ise, kolilerin içinden çıkan kitapları kütüphanenin raflarına diziyordu.

Birden bire Barlas'ın gür sesi odayı inlettiğinde, hafif bir ürperti bedenimde turladı. "Ben sadece eşyaları taşımanızı istedim sizden. Daha fazlasına gerek yok. Artık gidebilirsiniz."

Barlas'ın sözlerine karşılık, kadınlar yaptığı işe bir son verdiler ve başlarını Barlas'tan yana çevirdiler. Anında hepsinin odak noktası Barlas olmuştu. Bu durum beni huzursuz etse de, sessiz kaldım ve herbir kadının elindeki işi bırakıp ayaklanışını seyrettim. Şu an burada olan bütün kadınlardan nefret ediyordum. Neden mi? Çünkü Barlas'ın odasına ayak basmışlardı ve bu da yetmezmiş gibi, onun eşyalarına dokunmuşlardı. Fakat, şu esmer ve alımlı olan kadından daha fazla nefret ediyordum. Hem yedi kadının arasında en güzeli oydu, hem de Barlas'a yiyecekmiş gibi bakıyordu. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, birde onu kışkırtmaya çalışıyordu.

Düşüncelerim, içimdeki kini bir kademe daha arttırırken, bakışlarım o kadının üzerine kaydı. Bana arkasını döndüğünü ve kendince bir şeyler yaptığını fark ettim. Bütün kadınlar sırayla, hızlı adımlarla yanımızdan geçip odadan dışarıya çıktılar ve merdivenleri teker teker indiler. O sırada esmer kadın yüzünü bize doğru çevirdi ve elinde bir tükenmez kalem olduğunu fark ettim. Kalemle birlikte, ne olduğunu tam kestiremediğim bir şeyi daha arka cebine sıkıştırıp Barlas'a doğru ilerledi. Barlas da o sırada cebinden çıkarttığı cüzdanının içinden bir miktar para çıkarttı.

Kadın Barlas'ın önünde durduğunda, Barlas da göz ucuyla ona baktı ve elindeki parayı ona doğru uzattı. "Fatin ile anlaştığımız miktarın hepsi burada. Al bunu ve arkadaşlarına mı paylaştırıyorsun, Fatin'e mi ulaştırıyorsun, yoksa kendi zimmetine mi geçiriyorsun, ne yaparsan yap."

Kadın, Barlas'ın kaba sözlerine aldırış etmeden uzanıp parayı eline aldı ve parayı alırken, eli Barlas'ın elinin üzerinde olması gerekenden uzun süre oyalandı. "Teşekkürler, efendim. Fatin Bey, size kartını vermemi istemişti."

Kadının sesindeki boğuk tını, bariz bir şekilde ortadaydı ve bu sinirlerimi hoplatmaya yetmişti. Gözümün önünde, Barlas ile flört ediyordu. Buna nasıl cüret edebilirdi? Öfkem, kızgın yağ kadar yakıcı bir hâle gelirken, kendimi zar zor zaptediyordum. Kadın, arka cebine uzandı ve cebinden bir kart çıkarttı. O an, kalemle birlikte cebine sıkıştırdığı şeyin, bu kart olduğunu fark ettim. Ne yaptığını gayet net idrak edebiliyordum. Fatin denilen adamın iş yeri kartının arkasına, kendi numarasını yazmış olmalıydı.

Barlas, Fatin Bey'i arayıp bu kadınları çağırdığına göre, adamın numarası Barlas'ta vardır zaten. Resmen numarasını Barlas'a verebilmek için, bahaneler tüketiyordu.

Elini Barlas'a doğru uzattığı an, hızla elindeki kartı kapıp elime aldım. Kadının yüzünde peyda olan şaşkınlığı hiçe sayıp kartın arkasını çevirdim ve tahmin ettiğim gibi, numarasını yazdığını fark ettim. Numaranın altına iliştirmiş Jale yazısını gördüğüm anda, kelimelerimi zapt etmeye bir son verdim ve dişlerimi sıkarak yapmacık bir tebessüm sergileyip kadının yüzüne baktım.

"Jale'ciğim, sana söylemek istediğim bir şey var." dedim ve yüzüme yerleşen yapmacık tebessümü silip tıslarcasına konuştum. "S*ktir git!"

Jale'nin kaşları hızla çatıldığında, yüzsüzlüğünü konuşturarak, bana karşı diklendi. "Neden seni dinleyecekmişim? Bu ev senin mi?"

Sabır Allah'ım, sabır!

Öfkemden bir nebze de olsa kurtulabilmek için, elimdeki kartı hızla parçalamaya ve sesimi daha da yükselterek konuşmaya başladım. "Evet, bu ev benim. Az önce ağzının suyunu akıtarak baktığın adam da benim. Neden mi beni dinleyeceksin? Çünkü bu evden hemen s*ktirip gitmezsen, her an saçını başını yolup ağzına tıkabilirim!"

Ellerimin arasında unufak olmuş kağıt parçalarını yere fırlatıp attığımda, kadının üzerine doğru atılmak için bir harekette bulundum. Fakat anında kendimi Barlas'ın kollarının arasında buldum. Barlas kollarımı hızla yakalamış ve bedenimi kollarıyla sarıp beni vücuduna yaslamıştı. Kadının beti benzi korkuyla attığında, bana kafa tutmak gibi bir aptallığa düşmeyip, hızlı adımlarla odayı terk etti. Onun koridorda ilerleyişini ve merdiven basamaklarını teker teker inişini dinledim. Dış kapının sertçe kapatıldığını işittiğim anda, sinirlerim az da olsa yatıştı.

Birden bire Barlas'ın bedenime yaslı bedeninin titreştiğini hissettiğimde, kaşlarımı çatarak buna neden olan şeyin ne olduğunu algılamaya çalıştım. Ardından ağzından kaçan kıkırtıları işittiğimde, kaşlarım istemsizce şaşkınlıkla havalandı. Bedenimi bedeninden uzaklaştırdıktan sonra, bakışlarımı Barlas'ın yüzüne çevirdim ve kusursuz yüz hatlarını germiş bir hâlde, alt dudağını dişlediğini fark ettim. Bakışlarını gözlerimden kaçırıp zemine dikmişti.

"Sen, az önce gülüyor muydun?"

Sorduğum soruya karşılık, Barlas gözlerini yerden bir an olsun çekmeden öylece durdu ve sorumu yanıtsız bıraktı. Bir süre, bir tepki vermesi için bekledim ve o'da daha fazla dayanamadan bakışlarını gözlerime dikti. Gözlerimiz birbiriyle buluşur buluşmaz, ördüğü sükunet duvarı temelinden sarsılarak yıkıldı ve genzinden bir kahkaha sesi koptu. Boğuk kahkahasını işittiğim anda, bütün gerginliğim yitip gitti. İnci gibi dişleri, bir hazine gibi önüme serilmişti ve onun kahkalara boğulduğu şu büyülü dakikalar, hayatım boyunca yaşadığım en kutsal anlardan biriydi. Barlas, elini ağzına kapatıp gülüşünü bastırmaya çalıştıkça, kalbimde tuhaf bir burukluk oluşuyordu. Bu an hiç bitmesin istiyordum. O hep böyle kahkalarla gülsün ve ben de karşısında şuurumu yitirmişcesine onu seyredeyim...

Kahkaha atmaya bir son verdiğinde, hayran hayran onu seyreden gözlerime perçinledi gözlerini. "O hırçın hallerin, gözüme o kadar komik geldi ki, daha fazla tutamadım kendimi."

Sözlerine karşılık ona hâlâ hayranlıkla bakan gözlerim, bir anda öfkeye büründü. "Benim sinirlenişim hoşuna mı gidiyor?"

Soruma karşılık, yanıma yaklaştı ve hafifçe çatılan kaşlarımdan birisinin üzerine, küçük bir öpücük kondurdu. "Evet, hoşuma gidiyor. O kadar sevimli görünüyorsun ki, o hırçınlığını hiç yitirme istiyorum. Beni sahiplenişini ve kimseye kaptırmamak için verdiğin mücadeleyi gördükçe, seni tüketene dek öpmekten başka bir şey düşünemiyorum."

Duyduğum kelimeler, benliğimde yatıştırıcı bir etki bırakmıştı. Onun sağ kaşımın üstüne kondurduğu öpücük, bedenimdeki bütün negatif enerjinin dışarı atılmasına neden olmuştu. Bütün bedenim, onun ses tonundaki dinginlik ve öpücüğünün verdiği mutlulukla gevşerken, ona diyebilecek tek bir kelime dahi bulamıyordum. Yaptığım tek şey, gülümsemekti. Dudaklarının aklımı başımdan alan dokunuşu kaşımın üzerini terk ettiğinde, bakışlarımı gözlerine diktim ve gözlerime çakılan kahverengi gözlerin eşsiz tonunu kana kana içtim. Barlas usulca elimi kavradı ve geri geri yürüyerek, adımlarına ayak uydurmam için beni mecbur bıraktı. Yatağının önüne geldiğimizde, beyaz çarsafların üzerine oturdu ve boşta kalan eliyle yatağın üzerine vurup, kelimelere ihtiyaç duymadan yanına oturmamı istedi benden. Onun isteğini geri çevirmeden yanına oturdum ve elimi, elinden bir an olsun kurtarmaya çalışmadım.

"Aklını meşgul eden sorular var, farkındayım. Şimdi sor bana ve ben de yanıtlayayım."

Gözlerime odaklanmış gözleri, ifadesini kapalı kapılar ardına itiyordu ve benim gözlerimdeki açık kapıyı bulup, o kapıdan içeriye giriyordu. Âdeta içimi okuyordu, hislerimi hissediyordu ve benliğimi saran karmaşaya bir çözüm yolu getiriyordu. Onun, bu yanına da aşıktım.

Direkt aklıma takılan soruyu sordum ona. "O kadınlardan neden eşyalarını taşımalarını istedin? Benim bildiğim, bu işi genellikle erkekler yapar."

Hafifçe kaşlarını yukarı doğru kaldırdı. "Burada sen varken, eve elin adamlarını sokar mıyım zannettin? Zaten bu işi erkekler yapıyor, küçüğüm. Fakat, ben gidipte taşımacılık şirketinden getirtmedim bu kadınları. Dün geldiğin evi, her hafta sonu temizlik şirketinden birkaç kadın gelip temizliyor. Ben de temizlik şirketinin başındaki adamı, yani Fatin Bey'i arayıp, birkaç tane küçük koliyi taşımama yardımcı olması için, kadın çalışanlarından göndermesini ve bahşişi dolgun vereceğimi söyledim. O da, az önce gördüğün kadınları gönderdi."

Kıskançlık, saklandığı kuytu köşeden kafasını çıkarttı ve öfkemi tetikledi. "Ne yani, kıskançlığından eve adam getirtmiyorsun ama, 7 tane kadın sokmayı biliyorsun, öyle mi? Ayrıca temizlik şirketinde böyle güzel kadınların ne işi var ve neden şu Fatin denen adam, yaşını başını almış kadınlardan göndermek yerine, gençlerini tercih etmiş?"

Barlas hafifçe omzunu silkti. "Nereden bileyim ben Ecrin? Adam evimin büyük ve gösterişli olduğunu bildiğinden, beni gösteriş düşkünü bir adam sanıyor herhalde. O yüzden bu kadınları göndermiştir. Ayrıca ben, onların hiçbirinin güzel olduğunu düşünmüyorum. Belirli bir sayı da vermedim Fatin'e, o yedi tane kadın ayarlamış."

Elimi, elinden çektim ve kollarımı göğsümde çaprazladım. "Neden yardımcılara ihtiyaç duydun ki? Sonuçta buradan giderken, o kolileri tek başına arabana yüklemedin mi? Sabahın köründe sana yardımcı olacak birilerini bulabileceğini zannetmiyorum. Geri dönerken de, tek başına başının çaresine baksaydın keşke. Böylelikle benim de, o Jale denilen kadın yüzünden sinirlerim tepeme çıkmazdı."

Barlas, öfkeyle kasılan yüzüme baktı ve gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıp, ellerini havaya kaldırdı. "Ben suçsuzum, acı bana! Bunların olacağını hesaba katmadım ve evden giderken yaklaşık bir saatimi koli taşımakla geçirdiğim için, dönüşüm daha rahat olsun istedim."

Bu tatlı hâline istemsizce gülümserken, Barlas ellerini indirip yüzüme doğru yaklaştırdı ve yüzümü avuçlarının içine alıp konuşmaya devam etti. "Ayrıca biliyor musun, bu zamana kadar hiç kıskanılmadım ve bu his, gerçekten güzelmiş. Yalnız, konunun üzerinde fazla duruyoruz, küçüğüm. Hadi, biraz gevşe."

Ellerimi ellerinin üzerine koyup gülümsememi dudaklarımdan silmeden, başımı hafifçe yana doğru eğdim. "Konuyu kapatmadan, son bir soru daha sorsam olur mu?"

Barlas derin bir iç çekti ve ardından kalbimi darmadağın eden o sırıtışını takındı. "Hadi, sor madem."

Aklıma o kadının telefon numarasını yazdığı kart geldi ve dişlerimi sinirle gıcırdattım. "Ben eğer o kartı yırtmasaydım ve kartı sen alsaydın, Jale denilen kadını arar mıydın? Doğru söyle."

Barlas bu defa gözlerini yumdu ve daha derin bir iç çekti. Gözlerini araladığında ise, bıkkınlıkla sorumu yanıtladı. "Birincisi, o kadını arayabilecek bir telefonum bile yok. Hatırlarsan dün duvara fırlattım ve şu anda işlev görmüyor. İkincisi, kadın zerre ilgimi çekmedi. Üçüncüsü, kadınlar hakkındaki görüşüm hâlâ stabil. Yani, senin dışındaki bütün kadınlardan nefret ediyorum. Artık için rahat edecek mi? Yoksa seni rahatlatmak için, bir yatak başlığı daha mı kırayım?"

Yanaklarım sonda dile getirdiği ahlaksız teklifle al al olurken, alt dudağımı dişledim ve utancımı dizginlemeye çalıştım. "Tamam, içim rahat artık. Konuyu kapatabiliriz."

"Sevindim." dedi ve baş parmağını dudağımın üzerine bastırarak, alt dudağımı dişlerimin arasından kurtarmama neden oldu. "Dudağını ısırmaya bir son vermen gerek. Bu hareketin, yüzüme takınmam gereken bütün maskeleri paramparça ediyor ve ben, pervasızca sana karışma isteğiyle aklımı yitiriyorum."

Söylediği sözlerle tenim karıncalandı ve tutku, damarıma enjekte edilen bir uyuşturucu gibi karıştı kanıma. Bakışlarımı, bakışlarıyla buluşturduğumda, kesif bir arzuyla karanlığa bürünmüş gözleriyle karşılaştı gözlerim. Onun her zerresine hasret duyuyordu hücrelerim. Elleri, acelesizce kavradı ensemi ve yüzü kaplumbağa hızında yaklaştı yüzüme. Yavaş yavaş, sürüne sürüne. Göz kapakları, gözlerindeki karanlığı yuttu ve nefesi, nefesimi kucakladı. Dudakları, narin bir dokunuşla okşadı dudağımı.

Öpücüğüne karşılık vermek için dudaklarımı usulca araladığımda, Barlas, bu talebi kabul edip ağzımın içinde ıslak bir yolculuğa başlamak yerine, dudaklarımı kımıldattığım an, dudaklarını geri çekti. Güneşin dünyayı terk edişi gibiydi bu. Öylesine umulmadık bir anda ve ansızın... Fakat bu kısa öpücük bile, benim için yeterliydi. Onun dudaklarının zehrini tatmış, vücudunun cehenneminde yanmış ve kokusuna sarılıp huzura bulanmıştım.

"Sabahtan beri, birbirimize çok yakındık. Hem de, duygusal bir yakınlıktı bu." dedim, boğuk çıkan sesimle ve bakışlarımı kucağımda duran elime diktim. "Yoksa, her geri çekilişindeki gibi, yine rüyadan uyanma vakti geldi mi?"

Soruma bir yanıt vermesi için bekledim, fakat o dudaklarını aralayıp tek bir kelime dahi söylemedi. Bir anda yanımdan kalkmasıyla, ne olduğunu anlamadan bakışlarımı onun üzerine mıhladım. Sert adımları, kütüphanesini hedef almıştı. Kütüphanenin rafları bomboştu. Çünkü hemen hemen bütün kitaplar yerdeki kolilerin içerisindeydi. Kütüphanesinin, sadece tek bir rafına kitaplar diziliydi. O kitapları da, az önce Barlas'ın odasını işgal eden kadınlardan birisi dizmişti raflara. Barlas, kütüphanesine vardığında, eli kitapların dizili durduğu tek rafa uzandı. Parmak uçlarını kitapların sırtlarında gezdirerek, ilerledi eli ve aradığı kitabı bulana kadar durmadı.

Eli, ansızın hareket etmeyi kesti. Son durağa gelinmişti demek ki. Bir kitabın üzerinde öylece durdu eli ve ardından kitabın sırtında yazan yazıda parmağını gezdirdi usulca. Elinin değdiği harfleri bir araya getirerek, okudum kitabın ismini. Soğuk Kahve. Bu kitabın ismini daha önce duymuştum, fakat okumamıştım hiç. Barlas, kitabı raftan çekip aldığında, önünü bana doğru döndü ve yanıma doğru ilerlemeye başladı. Kısa süre sonra tekrardan yanıma oturduğunda, kitabı araladı ve ezbere bildiği bir sayfayı açtı. Dokunuşunu, sayfanın her zerresine bulaştırdı. Sanki sayfadaki her satırı, satırlardaki her cümleyi ve cümlelerdeki her kelimeyi, tek bir dokunuşuyla hissedercesine buruk bir tebessüm vardı dudaklarında. Dudaklarının kıyılarına yerleşen iki çukur, herbir satırın, onda farklı bir iz bıraktığını simgeliyordu sanki.

Açtığı sayfada yazanları, baştan sona okudu, o ilahi sesiyle. "Hayat her şeye benzetilebilir. Güzel bir kız olabilir ya da olgun bir kadın. Bazen bir fahişe ve çok fahişe... Bazı kızlar kendine değer verir, bazıları sadece verir. Ve verirken ona buna, aslında hiç mutlu değildir. Mayıs sineği var mesela, onlara bir gün sineği de denir. Onların eşlerini aldatmak gibi bir lüksü yok. Çünkü, ilk sevişmelerinde ölürler. Buna sevişmek için, ya da neslini devam ettirmek için ölmek denilebilir. Her kızın mayıs sineği gibi bir adama ve her adamın da mayıs sineği gibi bir kadına ihtiyacı var. Çok seven ve aldatmak nedir bilmeyen..."

Bir anda duraksadı. Nefesi tükendi sanki ve gözleri kendiliğinden kapandı. Dudakları titriyordu. İlk defa yüzündeki maskeleri indirmişti ve hislerini tüm çıplaklığıyla gözümün önüne seriyordu. Okuduklarının sonunu getirmek istiyordu, anlayabiliyordum. Fakat bunu yapmakta zorluk çekiyordu. Ellerinin arasında tuttuğu kitabı öyle sıkı kavramıştı ki, parmak boğumları bembeyaz kesilmişti. Derin derin soluklandı, sanki ciğerlerinde tek zerre nefes kalmamışcasına... Dudaklarındaki titreme son bulduğunda, parmak boğumları eski hâline geri döndü. Son olarak göz kapakları aralandı yavaşça. Gözyaşlarıyla yaşaran gözleri, gözlerimi buldu ve bakışlarına yerleşen çaresizlik içimi sızlattı.

"Ecrin..." dedi ve adım dudaklarından dökülür dökülmez, elmacık kemiğinden bir damla yaş süzüldü. "Mayıs sineğim olur musun?"

Ağzından çıkan kelimeler, kalbime bir bıçak gibi saplandı ve o bıçak defalarca kalbimin içinde döndü durdu. Boğazıma koca bir yumru oturdu ve göz pınarlarıma bulutlar toplandı. Dudaklarının arasından firar eden kelimeler, sadece kitabın son paragrafında yazanları dile getirmemişti. Aynı zamanda bana, yaralı ruhunu sunmuştu. Ona her daim sadık kalmamı, her zaman onunla olmamı ve nefes aldığım her an onu sevmemi istemişti benden. Bu kelimelerin altında, aldatılmış bir adamın feryatları gizliydi. Bu kelimeler, kirletilmiş bir geçmişin, pak bir geleceğe duyduğu hasret çığlıklarıydı.

Onun çaresizliğinde yitirdim benliğimi ve gözlerime toplanan bulutlardan, yağmur damlalarının dökülmesine izin verdim. Başımı hafifçe eğdim ve çektiği acılara ayna tutan gözlerine daha fazla bakamadım. Sessizce hıçkırdım ve hızla inip kalkan göğsümü dizginleyebilmek için, nefesimi düzene sokmaya çalıştım. Göz yaşlarım altımdaki taytın üzerine damlıyordu ve yaşların, ardı arkası kesilmiyordu. Gözlerim, sağanak yağışlıydı. Bir anda Barlas, elindeki kitabın kapağını kapatıp yanına bıraktı ve büyük elleri, yüzümün iki yanını çepeçevre sardı. Bu dokunuşuyla, gözlerine bakmamı emretti bana ve ben de emrine amade oldum.

Başımı kaldırdım ve gözlerimiz aniden birbiriyle buluştu. Bu bakışma, 300 kilometre hızla ilerleyen iki aracın, birbirine çarpış etkisi yarattı. Yine paramparça ve yıkık döküktü ruhum. Gözlerindeki girdap gittikçe büyüyor ve çekim gücü gitgide şiddetleniyordu. Beni gözlerinin içine emiyordu, o kahverengi parmaklıklar ardında esir düşürüyordu. Parmakları nazikçe ıslak yanaklarımı okşadığında, nefesim sıklaştı ve kalbim, göğüs kafesimin duvarlarına, bitap düşünceye dek çarptı, çarptı, çarptı. Dokunuşunda, sevgiyi hissediyordum. Şefkat dolu bir sevgiydi bu. Hislerim beni yanıltıyor muydu, bilmiyordum. Fakat bu dokunuş, kağıdın üstüne damlayan bir su damlası gibi, yayılmıştı bütün benliğime.

Ellerimi yanaklarına yasladım ve baş parmağımı, gözünden akan bir damla göz yaşının, yanağında bıraktığı izde gezdirdim. "Olurum... Mayıs sineğin olurum, Barlas. Her daim sana sadık kalırım, sen beni yanında istediğin sürece yanından asla ayrılmam ve ömrümün yettiği kadar severim seni. Nefesim tükenene dek, sevdiğim ve seviştiğim tek adam sen olursun."

Göz kapaklarını öyle sıkı yumdu ki, kirpikleri bir daha kopmamak üzere birbirine sarıldı sanki. İçine çektiği nefesi, usul usul esen bir meltem rüzgârı gibi üfledi yüzüme doğru. Eli yanağımı bir an olsun terk etmedi ve ellerinin arasındaki yüzümü kendine doğru çekti. Yumduğu gözlerini aralamadan, dudaklarımın yolunu buldu. Nefesimin, bu konuda ona yardımcı olduğuna emindim. Bana doğru yaklaştıkça daha çok şiddetleniyordu nefesim ve onun teninde can buluyordu. Dudaklarını, dudaklarıma hafifçe dokundurdu ve anında benim gözlerim de, onun gibi kapandı. İkimizde hiç kımıldamadan öylece duruyorduk. Sadece dudaklarımız birbirine dokunuyordu, varlığını hissediyordu ve ruhlarımızı birbirine mühürlüyordu.

Saniyeler geçti. Sonra saniyeler, dakikalara karıştı. Burnumuzdan alıp verdiğimiz nefesler, birbiriyle sevişti. Ellerimiz yüzlerimizi, şefkatle okşadı. Fakat, dudaklarımız bir an olsun kıpırdamadı bile. Birbirine mıhlanan göz kapaklarım, bir an olsun açılıp karşımdaki kusursuz adama bakmadı bile. Çünkü biliyordum, onun da göz kapaklarının altına gömülüydü gözleri. Bakışlarının varlığını hissetmiyordum tenimde. Sadece dudaklarıma temas eden dudaklarını ve yanağımda varla yok arasında gezinen elini hissediyordum.

Bir anda dudakları, içtiği andı bozdu ve dudaklarımın üzerinde kıpırdandı. Bir şey söylemeye çalışıyordu, fakat ağzında canlanamıyordu kelimeleri, ölü kalıyordu. "S-Seni..."

Bir anda kekeleyerek ağzından firar eden tek kelimeyle, gözlerim hızla aralandı ve onun ellerimin arasında kaskatı kesilen yüz hatlarında gezindi. Gözlerini daha sıkı yummuştu ve gözlerinin çevresinde oluşan çizgiler, daha da derinleşmişti. Sertçe yukarı aşağı inen adem elmasından, güçlükle yutkunduğunu anlayabiliyordum. Kelimenin devamını getiremiyordu. Söyleyemiyordu. Sanki o kelime dudaklarından dökülecek olursa, geçmişindeki korkunç hayaletler, kalbindeki yaralara tuza bulanmış tırnaklarını geçirecekti. O derin yaraları daha çok kanatacak ve sızım sızım sızlatacaktı. Onu anlayabiliyordum. Birisine değer vermekten, birisine onu sevdiğini söylemekten korkuyordu.

Çünkü, değer verdiği insanlar ellerinden birer birer kayıp gitmişti. Bu yüzden, beni diğerleri gibi kaybetmek istemiyordu.

Elimi kaskatı kesilmiş yanağından çekip işaret parmağımı dudaklarının üzerine bastırdım. "Şşh! Devamını getirmek zorunda değilsin. O kelimeyi şu anda duymak zorunda değilim. Doğru zaman geldiğinde, söyle bunu bana. Ben, beklerim seni."

Barlas'ın kirpikleri yavaş yavaş aralandı ve gözlerini örten duvar tamamen gözlerini azad etti. Kahverengi gözleri gözlerimi bulduğunda, parmağımın altındaki dudakları minik tebessümüyle gerildi. Bu gülümseme, kalbindeki minnettarlığın göstergesiydi. Dudakları, parmağıma okşarcasına bir öpücük kondurdu ve yanağımı birkez daha narin dokunuşlarla okşadı. Ardından elleri, yüzümü terk etti. O, ellerini yüzümden çeker çekmez, ben de parmağımı dudağının üzerinden çektim.

Barlas, aramıza biraz mesafe koyduktan sonra ayağa kalktı ve eli kot pantolonunun cebine uzandı. Meraklı gözlerle onu seyrederken, cebinden beyaz bir kutu çıkarttı. Bu, bir takı kutusuna benziyordu. Benimle göz teması kurmadan, arkama doğru ilerledi. Onun varlığını arkamda hissettiğimde, eli kısa bir süre için omzuma dokundu. Bu dokunuşuyla, bana kımıldamadan durmamı emrediyordu sanki ve benim de ona itaat etmekten başka seçeneğim yoktu. Beyaz kutuyu açtığına dair bir ses işittim ve ardından, saçlarımı tek bir omzumda toplamasını gülümseyerek karşıladım. Kısa bir süre sonra boynuma bir metalin değişini hissettim.

Bu, bir kolye olmalıydı.

Elimi boynuma götürüp ne olduğunu anlamak için elimle yokladım ve kolyenin ucunu elime aldım. Başımı eğip ne olduğuna baktığımda, boynumda gümüş bir kolye taşıdığımı fark ettim. Kolyenin ucu, kelebeği veyahut sineği simgeliyordu. Gövdesi kelebek gibi ince ve uzundu, fakat kanatları sinek kanatları gibiydi. Büyük olasılıkla, mayıs sineğini simgeliyor olmalıydı. Bakışlarımı kolyeden çekip başımı kaldırdığımda, Barlas'ı tam karşımda dikilirken buldum. Yatakta tekrardan yanıma oturdu ve bakışlarımızı birbirine perçinleyip, gözlerimdeki denizin derinliklerine yüzdü.

"Kolyeye baktığında ne görüyorsun?" dedi, ciddi bir tavır takınarak.

"Bir sinek... Kelebeğe benziyor. Sanırım, bu bir mayıs sineği." dedim ve söylediklerimin ardından, dudaklarına yerleşen alaycı gülümsemeyi seyrettim.

"Evet, doğru. Bu bir mayıs sineği. Kolyeye baktığında, sadece bunu mu görüyorsun?" dedi ve cevap olarak başımı aşağı yukarı salladığımda, o'da başını iki yana salladı. "Bu durumda kolyeye sadece bakıyorsun, göremiyorsun."

Bakışlarımı yüzünden uzaklaştırıp boynumdaki kolyeye diktim ve kolyeyi incelemeye koyuldum. Mayıs sineğinin gövde kısmı sade bir şekilde işlenmişti. Kanatları ise, daha gösterişliydi. Kanatların orta kısmı, gövdesi gibi gümüştendi, fakat gövdesi gibi sade değildi. Gerçek bir sinek kanadı gibi işlenmişti ve bu, kolyeye çok estetik bir görünüm kazandırıyordu. Kanadın kenar kısımları beyaz pırlantalarla işlenmişti ve dikkatli baktığımda, kanatlar sonsuzluk işareti şeklindeydi.

"Mayıs sineğinin kanatları, sonsuzluk işareti şeklinde." dedim, dikkatlice kolyeye bakmaya devam ederek.

"Evet, doğru. Şimdi de kanatların içindeki çizgilere dikkat et."

Kanatların içindeki detaylar küçük olduğu için, dikkatlice bakarak ne olduğunu çözmeye çalıştım. İşaret parmağımı usulca kanatların üzerindeki işlemelerde gezdirdim. Bir anda sağ taraftaki kanatta, kanat çizgilerinin 'B' harfini oluşturduğunu fark ettim. Sol taraftaki kanatta ise, kanat çizgileri 'E' harfini oluşturuyordu. Ağzım şaşkınlıkla açılırken, bakışlarımı güçlükle kolyeden kopartıp Barlas'ın gözlerindeki bataklığa kurban ettim.

Gözlerimiz buluşur buluşmaz, şaşkınlıkla fısıldadım. "Baş harfler... Bizim baş harflerimiz, kanatların içinde."

Barlas gülümseyerek kollarını ince belime doladı ve kendini yatağa bırakır bırakmaz, beni de beraberinde sürükledi. Bedenim, bedenini örtüyordu ve başım göğsüne gömülüydü. Derin derin soluklanarak kokusunu doyumsuzca içime çektim. Bedenim kaslı bedeninin üzerindeyken, ellerimi sıkıca beline sardım ve aramızdaki yakınlığı mümkünmüş gibi daha fazla arttırdım.

"O kolyedeki mayıs sineği, sensin. Kanadının birinde, çizgiler benim ismimin baş harfini oluşturuyor. Diğerinde ise, kendi baş harfinin... Kanatlarına kendi benliğini ve beni sığdırıyorsun, bizi sığdırıyorsun. İki kanadın birleşimi sonsuzluk işaretini oluşturuyor. Kanatlarında sonsuzluğu taşıyorsun sen. Bu yüzden iki kanadının birleşimi, sonsuzluğu temsil ediyor. Bizim sonumuz, diğer mayıs sinekleri gibi ölüm değil. Biz, kendi hayatlarımız içinde bir sonsuzluk yarattık. Birbirimizden vazgeçene dek, bu sonsuzluk son bulmayacak. Bu kolyeyi boynunda taşıdığın müddetçe, bu bizim birbirimize bağlı olduğumuzu simgeleyecek ve sonsuzluğumuzun süregeldiğini..."

Söylediği kelimeler kulaklarımdan içeriye girip, bir yılan gibi sürünerek kalbime doğru yol aldı ve kalbimin en can alıcı noktasına dişlerini geçirip aşk zehrini akıttı. Onu öyle çok seviyordum ki, bu aşkın gün geçtikçe daha devasa bir hâl alıyor oluşu korkutucuydu. Ruhum, mutlulukla katlanıyordu. Söylediği sözlerin altında yatan mânâlar, damarlarımda akan kanı alazlandırıyordu. Ben, ona aittim ve o'da, bana aitti. Bu düşünce, baş döndürücüydü. İçime dolan heyecan ve sevinçle başımı kaslı göğsünden kaldırdım ve bana yukarıdan bakan gözlerine baktım. Dudaklarımda, bir türlü silemediğim bir tebessüm vardı. Barlas da, bu gülüşüme karşılık tebessüm etti ve onun gülüşüyle, kalbim göğüs kafesimin içinde taklalar attı. İçimdeki dürtüye daha fazla karşı koyamayıp kıvrılan dudaklarının üzerine minik bir öpücük bıraktım.

Dudaklarımız hâlâ birbirlerine temas ederken, fısıldarcasına konuştum. "Seni öyle çok seviyorum ki... Bu kadar küçük bir kalbe, böylesine büyük bir aşkın nasıl sığabildiğini aklım almıyor."

Söylediğim kelimelerin ardından, bedenindeki kasların gerilişini hissettim. Söylediklerim onu etkisi altına almış olmalıydı. Dudaklarım, dudaklarına temas ederken gülümsedim ve beline doladığım bir elimi geri çekip sol göğsüne yasladım. Kalp atışlarının şiddetini, avcumun içinde hissedebiliyordum. Hafifçe aralık olan dudaklarının arasından çıkan nefesi, hızlanmıştı ve dudaklarıma çarpıyordu. Bir eli hâlâ bel oyuntumdayken, diğer eli enseme uzandı ve başımı kendine doğru çekip dudaklarımızı yavaşça birleştirdi. Nazikçe ve acelesizce öpüyordu beni. Bu anı daha fazla uzun ve değerli kılmak istercesine, tadıma doya doya öpüşüyordu benimle.

Ne kadar süre beni böyle öptüğü hakkında hiçbir fikrim yoktu. Çünkü aklım, kısmen yerindeydi ve kayıtta tuttuğu tek şey, bu nazenin öpüşmenin üzerimde bıraktığı etkiydi. Geri çekildiğinde ise, bir süre kendime gelemeyip derin derin soluklandım. Barlas, ensemdeki parmaklarıyla tenimi okşarken, kalp atışlarımı dinginleştiren bir sesle konuştu.

"Bu kolyeyi, ailemizin kuyumcusuna yapması için sipariş ettiğimde, 21 Ekim'di. Doğum gününden iki gün sonra."

Şaşkınlıkla ağzımı araladım ve inanmaz gözlerle gözlerine baktım. "Sen, ciddi misin? Ama o zamanlar, bizi birbirimize bağlayan bir bağ yoktu."

Başını yavaşça iki yana salladı ve anıların arasında kaybolmuşcasına tebessüm etti. "Aslında, aramızdaki bağın temellerini yeni attığımız zamanlardı. Seni ilk defa doğum gününde öptüm ve ilk öpücüğümü hiç düşünmeden sana verdim. Bundan zerre pişmanlık duymadım bile. Tadın, kokun, tenin... O kadar güzeldi ki, ömrümü seni öpmekle bile geçirebilirdim ve bundan hiç sıkılacağımı zannetmiyordum. Aynı zamanda, o gün ilk defa kıskandım seni. İlk kez birisini kaybetmekten bu kadar korktum ve benden başka hiç kimsenin olmamanı istedim."

Bir süre susup soluklandı ve yüzüme gelen saç telini kulağımın arkasına itip devam etti. "Doğum gününden sonraki gün, Aras'ı yolcularken delirttin beni. Onu seviyor olduğunu düşündüm ve sana bu yüzden bağlanmamam gerektiği gerçeğiyle yüzleştim.Bu farkındalık beni kahretti. Evden gitmek istedim ve gittim de... Seni ardımda bırakıp giderken, senden daha çok acı çektim. O an, sana çok alıştığımı fark ettim. Ailemden kalan tek fotoğraf için savaştığında ise, benim için böylesine büyük bir fedakarlık yapan tek insan sendin ve senden hiç gitmemem gerektiğini idrak ettim. Sana güvenebileceğimi düşündüm. Her şeyden önemlisi, diğer kadınlar gibi olmadığına emin oldum. Sen, başkaydın ve güvenilirdin... Sana gitgide bağlanacağımı biliyordum. Senden kurtuluşum yoktu ve şu an aramızda oluşan bu güçlü bağın temellerini, ilk o zamanlarda attım."

Kalbimi eriten bu kelimelerin döküldüğü dudaklara, daha fazla dayanamadan bir öpücük daha kondurdum ve bir süre suskunlaşmasına neden oldum. Buna karşılık gülümsedim ve elimi yanağına yasladım. Sakalları avcumun içini gıdıklarken gülüşüm derinleşti. Baş parmağımı dudağının kıyısına yerleştirdim ve usul usul okşadım. Gözleri kendiliğinden kapandı ve içine sakin bir nefes çekip sükunet içinde geri üfledi. Göz kapakları, kahverengi gözlerini açığa çıkarttığında, bakışlarımızı birbirine kavuşturdu ve kaldığı yerden konuşmasına devam etti.

"Havaalanında Aras ile Cansu'yu yolculamıştın. Her ikisine de fazlasıyla samimi davranmıştın ve bu yüzden sana karşı sinirliydim. Erkin dönüşte seni eve bırakmamı istediğinde, bu yüzden bırakmamak için direttim ve arkamı dönüp gittim. Sonra Duhan, seni eve bırakmayı teklif ettiğinde, kan beynime sıçradı. Onun ne mal olduğunu iyi bildiğimden, buna izin vermedim ve seni kolundan tutup bindirdim arabama. Her zamanki gibi sinirimi senden çıkarırken, Duhan ile öpüşmek istediğine dair birkaç söz söylemiştim ve sen de, ilk öpücüğünü ona vermek istemediğini söylemiştin bana. Hatırlıyor musun?" dedi ve başımı aşağı yukarı salladıktan sonra devam etti. "O an, doğum gününde yaşadığımız öpüşmenin senin için de ilk olduğunu anladım. Dedim ki, doğru olan kişi bu. Hayatımda olması gereken kız bu. Beni aldatmayacak, ilklerini benimle yaşayacak, beni kalbine alacak kişi, Ecrin Karayel... İşte bu düşüncemden sonra, kuyumcuyu aradım ve bu kolyeyi yaptırdım, senin için. Bunu, geç de olsa doğum günü hediyen varsay, küçüğüm."

Söylediği sözlerin etkisinden çıkabilmek için birkaç saniye bekledim ve ardından merak ettiğim soruyu dile getirdim. "Ben... teşekkür ederim. Bu kolye için ve bunu bana layık gördüğün için. Fakat, anlayamadığım bir şey var. Madem beni, doğru kişi olarak görüyordum. O hâlde neden benden uzak durdun? Neden bizi bu kadar beklettin?"

Hâlâ dudağının kıyısında duran parmağımı, öpmek için başını yana doğru çevirdi ve usulca öptü. "Hazır değildim. Geçmişimde yaşadıklarımdan sonra, sana gelmeye cesaret edemedim. İncinmekten korktum. Her şeyden önemlisi, seni incitmekten. Bu yüzden doğru zamanı bekledim. Normalde, o gece yemeğe çıksaydık, bu kolyeyi yemekten sonra takacaktım boynuna. Fakat, kısmet değilmiş. Ben de, doğru zamanı bekledim ve o zaman, bu zamanmış demek ki."

Kalbim, göğüs kafesimin içinde titreşirken, onun ruhuma dokunan sözlerine daha fazla katlanamayıp, iliklerime dek dolan aşkla, kucakladım onu. Kollarımı öyle sıkı doladım ki sırtına, teninin içine kadar işledi dokunuşum. Onun kolları da sardı bedenimi sıkıca ve burnu saçlarımın arasına dalış yaptı. Kokumu doyasıya çekti içine ve bana karşı bu ilgili tavrı, ona daha sıkı sarılmama neden oldu. Ben de, onu kokladım doyumsuzca. O, benimdi ve ben ona istediğim gibi sarılabilirdim, istediğim gibi koklayabilirdim de. Hatta sarılırken kemiklerini bile kırabilirdim. Ona, bunları yapabilme hakkını, o vermişti bana. Her ne kadar aramızdaki bağın, bir adı olmasa da...

"Barlas..." diye fısıldadım, boğuk bir sesle ve az önceki konuyu rafa kaldırarak, merak ettiğim bir diğer soruyu sordum. "Aramızdaki bu şey... Tam olarak ne? Yani, biz artık neyiz?"

Sorduğum soruya karşılık, sessiz bir kahkahayla titreşti göğsü. "Aramızdaki ilişkiye istediğin adı koyabilirsin, küçüğüm."

Yüzümü sıcak göğsüne gömdüm ve sebebini bilmediğim bir şekilde utanarak konuştum. "Şey... Sevgili diyebilir miyim?"

Bu sefer sesli bir kahkaha firar etti dudaklarının arasından ve uzanıp boynumdaki silik morluğa küçük bir öpücük bıraktı. O iz, ona aitti. "Elbette diyebilirsin, sevgilim."

Sevgilim... Bu kelimeyi Barlas'ın ağzından duymak, beni mest etmişti.

Başımı yukarı doğru kaldırdım ve gözlerimi kusursuz yüz hatlarında gezdirdim. Bakışlarımız, bir mıknatısın iki zıt kutbu gibi birbirini çekti ve birbirlerine mıhlanması hiç uzun sürmedi. Gözlerimiz, cinayet işlemek istercesine, hedefini kurban seçiyordu. Benim gözlerim onu denizin derin sularında boğarken, onun gözleri beni bataklığın derinlerine çekiyordu. Ellerim sırtını terk edip tekrardan yanaklarına yerleştiğinde, biçimli sakallarının üzerinde gezintiye çıktı. Ellerim tenine temas ettikçe, teni dokunuşum altında alevleniyordu sanki. Sakallarının diplerine kadar alev alıyordu âdeta. Yüzüne yayılan sıcaklık, kalbimi kaynatıyor ve buz tutmuş ruhumu ısıtarak çözüyordu. Barlas'ın elleri kollarımın altına yerleşti ve beni kendine doğru çekti. Anında ıslak talebini istekle yanıtladım ve dudaklarımız, kaybettiği eksik parçalarını bulup birbirine karıştı. Yine narin dokunuşlarıyla kutsuyordu dudaklarımı ve bu his, inanılmazdı.

Saniyeler, dakikaları kovaladı ve biz, nefes almak için dudaklarımızı birbirinden ayırdığımız süre dışında, tembel tembel öpüşmekten kendimizi alıkoyamadık. Nefeslerimiz birbirine karışırken, kalp atışlarımızı birbirimizin bedenlerinde dirilttik ve dudaklarımızın nazik dokunuşları birbirine karışarak, ruhlarımıza sızdı. Aramızdaki bağlar gitgide güçlenerek, bir sarmaşık gibi bedenlerimizi sardı sıkıca ve bize birbirimizden başka sığınacak liman bırakmadı.

~

Bölüm nasıldı? Umarım beğenmişsinizdir. Oy verip yorum yapmayı unutmayın. Sizi çok seviyorum. ❤

NOT: Wattpad'de bir sorun var sanırım. Normalde bölümü 18 Haziran'da yayınlayacaktım. Fakat bölümü yayınlamaya çalıştıkça, hata verip durdu. Defalarca kez denedim, bir türlü yayınlamayı başaramadım. Hesabımdan çıkış yapmayı denedim. Sonra şifremi unuttum. Allahtan ajandama yazmayı akıl etmişim. Şükürler olsun ki, hesabıma eriştim. Şimdi tekrardan yayınlamayı deneyeceğim. Eğer şu an bölümü okuduysanız, ben bölümü yayınlayabilmişim demektir. Eğer hâlâ okuyamadıysanız da, ben kafayı yiyorum demektir...

Kendinize iyi bakın, canlarım. 😙❤💕

Şahsi Instagram Hesabım: aleynafetvac

MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top