MSOM? -26- ❝Sana İhtiyacım Var❞
Merhaba, sevgili okurlarım. Ne geç bir geri dönüş oldu, değil mi? Tabii, çoğu insan benim boş boş yattığım için bölüm yazmadığımı zannediyor... Bütün bu zaman boyunca, afedersiniz, kıçım doğru düzgün yere değmedi arkadaşlar. Ödevler, bölüm dersi için tasarlanacak çalışmalar, her dersten verilen performans ödevleri, başlamak üzere olan sınavlar, YGS hazırlıkları, çözülmesi gereken testler, bir ay içerisinde okumamız gereken kitaplar, sunum ödevleri, 19 Mayısta sunulacak dans gösterisi, seneye gideceğim staj yeri için yaptığım görüşmeler, 100 sayfalık yazı ödevi ve daha niceleriyle nasıl yatmamı bekliyorsunuz acaba? İnanın fırsat buldukça bölüm yazdım size. Son zamanlarda uyumayı bile unuttum. Gözlerimdeki halka halka morluklarla geziniyorum. Bu dönem o kadar yoğunum ki, bence hikâyeyi askıya almıyor oluşum bile bir mucize. Siz ne kadar yeni bölüm için çıldırıyorsanız, ben de o kadar yeni bölüm yazabilmek için kafayı yiyorum. Haftaya teslim edeceğim Tarih ve İnkilap ödevime daha yeni başlayacağım. Neden biliyor musunuz? Çünkü ödevleri yapmak yerine size bölüm yazdım ve şimdi bu bölümü yazdıktan sonra direkt ödeve başlayacağım.
Sabırla bekleyen herkese teşekkür ederim ve eğer beni haksız gören varsa, özür dilerim.
Bu bölümü canım sınıf arkadaşım Özlem'e ithaf ediyorum. Bu bölümü ona ithaf edeceğimi duyunca çıldırdı. Nihayet beklediğin bölüm geldi canım. Umarım hoşuna gider. Seni çok seviyorum. ♥♥♥
@OzlemmKhrmann
**Multimedya'da bölümle ilgili resimler var!**
Keyifli Okumalar.
~
26. Bölüm
▪Ecrin Karayel▪
Arabanın camından, yanından hızla geçip gittiğimiz insanları, ağaçları ve arabaları seyrediyordum. Sanki bana inat herkes daha bir neşeliydi bugün. Kaldırımda yürüyen insanlar yanındakilerle konuşup kahkahalara boğuluyor, kırmızı ışıkta yanımıza denk gelen arabanın içindeki insanlar birbirlerine bakıp gülümsüyor ve havanın soğuk olmasına rağmen tepedeki güneş bütün göz kamaştırıcılığıyla etrafı renklendiriyordu. Kuşlar ağaçların tepesinde uçuşuyordu ve ister istemez aklımda tek bir soru baloncuğu beliriyordu.
Acaba onlar da mutlu muydu?
İnsanların ve hatta havada uçan kuşların bile mutluluğu canımı acıtıyordu. Şu an yanımdaki şoför koltuğunda oturan adam, beni mutsuzlukla dolup taşan bir sandığın içine kilitlemişti ve sessiz çırpınışlarımı işitmeden, öylece duruyordu. Eve neredeyse varmak üzereydik ve yol boyunca ikimizin ağzından da tek bir kelime çıkmamıştı. Barlas, bir an olsun gardını indirmeden bakışlarını yola sabitlemişti. Aramızdaki bu soğukluk her ne kadar canımı sıksa da, hiçbir şey belli etmeden ifadesizce dışarıyı seyrediyordum. Keyifsizdim.
Dün gece dere kenarından eve girer girmez yukarı kata çıkıp sıcak bir duş almıştım. Sıkıca giyinip ıslanan kıyafetlerimizi yıkamıştım ve salondaki koltuğun üzerine dizmiştim. Sonra ise Barlas'ın getirdiği odunlarla şömineyi yakıp cesaretimi toparlayıp onun odasına çıkmıştım. Niyetim ısınması için onu aşağıya çağırmaktı. Fakat odaya girdiğimde, bir anda iki kat battaniyenin altında uyumakta olan bir adamla karşılaşmıştım. Uyurken o kadar masumdu ki, onu ne kadar süre öylece izlediğimi bilmiyordum. Sonradan onun iki tane battaniyenin altında gayet iyi olduğu kanaatine varıp aşağı inmiş ve şöminenin karşısına geçmiştim. Yumuşacık bir yer yatağının üzerinde yatmış, başım kuş tüyü yastığa gömülmüş ve beni iyice ısıtan bir battaniyenin altında, çatırdayan odunların sesini dinleyerek uykuya dalmaya çalışmıştım.
Sabah kalktığımda ise, bir yabancı ile karşılaşmıştım. Yüzü bir heykel kadar mimiksiz ve dudakları ölüm kadar sessiz bir yabancıydı bu...
Barlas her zamanki gibi, bu sabahta gardını kuşanmıştı. Fakat bu sefer ki, daha güçlü ve sarsılmazdı. Her ikimizde ağzımızı açıp tek kelime etmiyorduk. Dün yaşanan olayın karanlık yüzü üzerimize kara bulutları musallat etmişti. Dudaklarımızın ilkel bir arzuyla iç içe geçmesinin üzerinden saatler geçmesine rağmen, o an hâlâ taptazeydi ve aklımdan bir an olsun çıkmıyordu. Bu arabaya bindiğim an, içimde tuhaf bir burukluk meydana gelmişti. Araba git gide dağ evinden uzaklaştıkça, orada yaşanan her anı birer birer yok oluyordu sanki.
Şimdi ise eve varmak üzereydik ve dağ evi kilometrelerce uzağımızda kalmıştı. Elbette, o küçük gölde yaşananlar da... Gözümün önünde yaşadığım o unutulmaz anları canlandırdığımda, elim istemsizce yüzüme doğru uzandı. İşaret parmağımla hafifçe alt dudağıma dokunduğumda, onun nemli dudaklarının hoyrat dokunuşlarını hissettim âdeta. O anda kasıklarımda meydana gelen ufak kasılmadan sonra, hızla parmağımı dudağımın üzerinden çektim ve elimi kucağıma yerleştirdim. Dişlerimle alt dudağımı hafifçe dişleyip bir süre öyle durdum ve aklımdan o düşünceleri def etmek için çabaladım. Dün gece beni öylece bırakıp arkasını dönüp uzaklaştığı anı anımsadım. Hissettiğim tutkulu hislerden sıyrılıp yerini öfkenin almasını istedim. Ama olmadı. Kalbim hâlâ arzuyla ve aşkla sancılanıyordu. Dün bana yaşattığı hayal kırıklığına rağmen, ona sığınmak istiyordum. Onun kalbi, ruhu, bedeni benim olsun istiyordum. İyiliğiyle, kötülüğüyle, her şeyiyle pervasızca istiyordum onu...
Gözlerim irademin dışında hareket ederek dikiz aynasına takıldığında, onun yansımasına baktım ve o anda dikiz aynasından bana bakan bir çift kahverengi gözle karşılaştım. Gözlerimiz birbiriyle buluştuğu an, etrafıma ördüğüm duvarlar bir bir yıkılarak teker teker üzerime yığılmıştı. Gözlerimizi birbirimizden alıkoyamıyorduk. Ne o geri çekiliyordu, ne de ben. Onun gözlerinin yarattığı girdaba doğru çekilirken, saltanat kurduğu kalbimdeki bütün kulları onun önünde diz çöküyordu.
Bir anda dışarıda yankılanan korna sesini işittiğimizde, ikimizin de bakışları birbirinden koptu. Barlas, bakışlarını direkt yola çevirdi ve neredeyse çarpmak üzere olduğu arabayı fark ettiği an, hızla direksiyonu sola doğru kırdı. Hissettiğim anlık korkuyla kalp atışlarım iki katına çıktı ve gözlerim dehşetle aralandı. Barlas direksiyon hâkimiyetini sağlayıp gözünü yoldan ayırmadan düz yolda ilerliyordu. Ağzımı açıp bir şey söylemek istedim. Fakat dün olanlardan sonra, kendimde o cesareti bulamıyordum. Sadece sık nefesler alıp veriyordum. Nefes seslerim, dudaklarımdan dökülemeyen kelimeleri sükunetle kusuyordu. Ben, aciz ve yıkık döküktüm. Kendimi nereden toplamaya başlayacağımı bile bilmiyordum. Barlas, nasıl bir enkaza neden olduğunu göremiyordu, görmek istemiyordu...
Başımı tekrardan pencereye doğru çevirip dışarıyı seyretmeye başladım. Ona bakmak istemiyordum. Baktıkça kalbim kaynıyordu ona, zihnim bulanıyordu. Zihnimden onu kovabilmek için gözlerimi yumdum ve aklıma onunla ilgili olmayan düşünceleri getirmeye çalıştım. Eve gidince bakmam gereken bebeği düşündüm. Nasıl bir bebekti acaba? Adı neydi? Erkek miydi, yoksa kız mı? Sevimli miydi? Huysuz bir bebekse ne yapacaktım?... Bunun gibi düşünceler kafamın içini işgal ederken, bir anda onun sesini işitmemle tenim karıncalandı ve mideme binlerce hançer saplandı.
"Ecrin..."
Adımı telaffuz ederken kullandığı ses tonu o kadar baştan çıkarıcıydı ki, tenimin alev aldığını hissettim. Kalbim beklentiyle hızlandı. Ondan bir özür bekliyordum veya pişman olduğunu belli edecek tek bir kelime... İkisi de kabulümdü. Kalbim, onu affetmek için çırpınıyordu göğüs kafesimde. Onu affedebilmek için, tek bir kelimeye ihtiyaç duyuyordu. Sustum, ona yanıt vermedim. Sadece devam etmesini bekledim. Kalbime arzu ettiği şeyi vermesini dileyerek, göz kapaklarımı birbirine daha sıkı bastırdım.
Derin bir iç çektikten sonra, bir süre bekledi ve nihayet devam etti. "Akşam yemeğe gidelim."
Kalbime istediğini vermedi. Çok daha fazlasını armağan etti.
Yine bir yanıt veremedim. Fakat bu defa hayal kırıklıklarım boğazıma takıldığı için değil, içinde bulunduğum şoktan sıyrılamadığım için sustum. Ansızın araba fren yaptığında, birbirine mühürlenmiş göz kapaklarımı usulca aralayıp dışarıya baktım. Eve varmıştık. Burası son duraktı. Bu kapıdan çıkmadan ona bir yanıt vermeliydim. Eğer olumsuz bir yanıt verirsem, aramızda tamir edilmesi zor kırıklıklar bırakabilirdim. Olumlu bir yanıt verecek olursam da, yine yaptığını yanına bırakmış olacaktım.
Arabaya çöken sessizliği bozan, tekrar onun sesi oldu. "Konuşmamız gerek, Ecrin... İkimiz hakkında."
Dudaklarımda umudun izlerini taşıyan bir tebessüm yer edindiğinde, yüzümün cama dönük olduğuna şükrettim. Barlas, dudaklarımın umutla bükülüşünü görmediği için, sözlerinin bana neler vaat ettiğini anlayamıyordu. Aramızda yaşanan gerginlik her ne kadar hemen unutulmayacak bir olay olsa da, unutmak için çabalayacaktım. Onunla yemeğe çıkmak için can atıyordum ve bu defa yaptığını seve seve yanına bırakacaktım.
"Nasıl bir yerde yemek yiyeceğiz? Ona göre, eve gidince akşam için giyinebileceğim bir elbise ayarlamalıyım."
Söylediğim sözle, teklifini kabul ettiğimi açıkça gözler önüne sermiştim. Başımı ona doğru çevirip içimdeki heyecanı dışarıya yansıtmamaya çalışarak gözlerinin içine baktım. Gülümsüyordu. Bu gülümseyiş içimdeki umudun daha da yükselmesine neden oldu ve hissettiğim küçük heyecan, sansasyona dönüştü.
"Elbise giyin. Mümkünse açık seçik olmasın."
Bu defa benim dudaklarımda minik bir tebessüm peyda oldu. Elbise giyinmemi söylediğine göre, lüks bir yere gidecek olmalıydık. Bunun düşüncesi bile, midemdeki kelebeklerin kanat seslerini işitmeme neden oluyordu. İkimiz hakkında, öyle bir ortamda ne konuşabilirdik ki? Eğer umut ettiğim şey doğruysa, bu gece hayallerimin gecesi olacaktı. Belki de Barlas, onun avuçlarına koşulsuzca bıraktığım kalbi sahiplenecek ve bize bir şans tanıyacaktı.
Barlas arabasını apartmanın önündeki boş alana park ederken, bir saniye olsun bakışlarımı, dikkatlice yolu seyreden yüzünden ayırmadım. Dudaklarındaki tebessüm yitip gitse bile, yüzündeki ışıltı yerli yerindeydi. Allah ona öyle bir gülümseme vermişti ki, dudakları içtenlikle büküldüğü anda, kısılan gözlerine eşsiz bir parıltı bulaşıyor ve o parıltı tüm yüzüne yayılıyordu. O gülümsediğinde, benim dünyam aydınlanıyordu. Gülüşünden öpmek istiyordum onu. O eşsiz parıltı bana da işleyene kadar öpmek... Onun gülüşü, bu zamana kadar gördüğüm en güzel şeydi.
Bu yüzden tek bir gülüşüyle, buz kütlesine dönmüş kalbime ateş parçası düşürüp buz parçalarını teker teker eritmişti.
***
Yanıbaşımda küçücük bir cennet yatıyordu. Kokusu yağmur sonrasında burnuma ilişen çam kokusundan farksızdı. Teni öylesine körpeydi ki, sanki ona dokunduğum her an elim kemiklerine gömülecekti. Melekler kadar masum görünen yüzünü seyrettim bir süre daha. Minik ellerini yumruk hâline getirip ağzının içine sokuşunu tebessüm ederek izledim. Mavi gözlerini televizyona dikmiş, ard arda çıkan reklamları pür dikkat seyrediyordu. Altın sarısı saçları, pencereden vuran güneş ışığıyla ışıldıyordu.
Emir, mükemmel bir bebekti.
İki gün önce İrem'e söz verdiğim gibi, arkadaşının bebeğine bakıyordum. İrem okuldan gelene kadar bu küçük adam bana emanetti. İrem, bebek için ihtiyacım olacak bütün eşyaları buraya bırakıp abimle birlikte okula gitmişti. İkisininde yüzünde güller açıyordu resmen. Dün gece abim neler yaptıysa artık, İrem'i fazlasıyla mutlu etmiş olmalıydı. İrem'in mutluluğu da, ona yansımıştı. Onlar artık sevgiliydiler ve birbirlerini seviyorlardı.
Elbette ki, onlara heves ediyordum.
Bir anda Barlas'ın salon kapısından içeriye girmesiyle bakışlarım onun üzerine kaydı. Üzerinde siyah uzun kollu bir bluz ve altında ise yine siyah bir eşofman vardı. İçeriye girer girmez gözleri beni bulmuştu ve her zamanki gibi, gözlerimiz bir kere buluştuğunda onları birbirinden ayırmamız olanaksızdı. Bakışlarımız birbiriyle sevişiyordu âdeta. İkisi de pes etmiyordu. Birbirine doyana kadar, alabildiğini alıyordu.
Bir anda heyecanlanıp Emir'in bacaklarını koltuğa vurmasıyla, ikimiz de dikkatimizi onun üzerine verdik. Yumruk yaptığı elini ağzından çekip iki kolunu havaya kaldırmıştı ve bacaklarını birkaç kez koltuğa vurmuştu. Yüzündeki paha biçilmez gülümsemesiyle Barlas'a bakıyordu. Onu görünce böyle bir tepki vermesi karşısında, içim sıcacık oldu ve yüzümde içten bir tebessüm belirdi.
"Seni sevdi, Barlas." dedim, bakışlarımı yüzüne çevirirken.
Barlas bakışlarını bebekten çekip gözlerimizi birbirine perçinledi. "Hayatının en büyük hatasını işliyor."
Söylediği söz karşısında, beklenmedik bir darbe almışcasına irkildim. Bakışları gözlerime mıhlanmışken, bu kadar ciddi bir edaya bürünerek bu sözleri söylemesi, afallamama neden olmuştu. Kendini böylesine değersiz görmesi, canımı acıtıyordu. Aslında en büyük sevgiyi ve değeri o hakediyordu. Bu kadar acı çektikten sonra, sevmeye ve sevilmeye ihtiyacı vardı. Kendisini bu kadar eksik ve değersiz görmesi çok yanlıştı.
"Bence bu bir hata değil. Sen de sevilmeye değer bir insansın." dedim, hafifçe tebessüm ederek.
Sanki ateşler içinde yanan tenine, buz parçası saplanmış gibi irkildi. Bu irkilme, az önce benim yaşadığımın daha şiddetlisiydi. Kahverengi gözleri, dibi karanlık iki birer kuyuya dönüşmüştü. Gözlerinin içine bakarken, duymak istediği kelimeleri dile getirmiştim. Ağzımdan firar eden her bir söz, onun iradesini derin sarsıntılarla yerle bir etmişti. Ama şu anda tekrardan doğrulmayı başarmıştı. Yüzüne siyah bir perde çekip duygularını kamufle etti ve ifadesizce karşımızda duran koltuğa doğru ilerleyip üzerine keyfince yerleşti.
Gözlerimi onun üzerinden çekip Emir'in sevimli yüzüne çevirdim. Mavi gözlerini irileştirmişti ve Barlas'a bakmaya devam ediyordu. Yine ellerinden birini ağzının içine sokmuştu. 8 aylık bir bebek olmasına rağmen, etine dolgun olduğu için olduğundan daha büyük gösteriyordu. Onu İrem'in kucağında gördüğümde, bir yaşında zannetmiştim. Fakat tahminimde yanılmıştım.
Bir anda Emir minik elini ağzından çekip küçücük ağzını gediğine kadar açtı ve bebeksi sesiyle kahkaha attı. Yine kollarını havaya kaldırmıştı ve bacaklarını heyecanla koltuğun üzerine birkaç defa vurmuştu. Bunu neden yaptığına anlam verebilmek için, mavi gözlerinin hedefi olan adama çevirdim bakışlarımı ve o anda, bana cenneti tattıran o tapılası dudaklarına yerleşmiş geniş tebessümle karşı karşıya geldim. Kısılan gözlerine ve iyice güzelleşen yüzüne hayranlıkla baktım. Bu muntazam tablo karşısında mest oldum. Fakat Barlas, ona bakmakta olduğumu fark eder etmez dudağındaki eşsiz tebessümü öldürdü. Dudakları düz bir çizgi hâlini aldığında, yüzünde o ihtişamlı gülümseme yerine, kaotik ifadesizliği hüküm sürmeye başladı.
Bakışlarım tekrardan Emir'in üzerine mühürlendiğinde, huysuzlandığını fark ettim. Az önceki neşeli hâlinden eser yoktu şimdi. Memnuniyetsiz homurtularını işittiğimde, onu yattığı yerden kaldırıp kucağıma oturttum. Başımı eğip dudaklarımı tek tük saçlarının arasına gömdüm. Altın sarısı saçlarının altındaki bembeyaz teninin yumuşak dokusunu hissettim. Bebeksi kokusunu içime çektim. O kadar enfes kokuyordu ki, soluksuz kalana kadar içime çekmek istiyordum bu kokuyu.
Emir kucağımda huysuzca kıpırdanmaya başladığında, dudaklarımı başının üzerinden çekip bakışlarımı yüzüne doğru çevirdim. Mavi gözlerini gözlerimle buluşturup dudağını büzdü. Yüzünü buruşturup ağlamak üzereyken onu dizimin üzerinde birkaç defa zıplattım. Kıpırdanmaya devam etti ve öne doğru atılmaya çalıştı. Muhtemelen koltuğun üzerinde yatmaktan ve kucağımda oturmaktan sıkılmış olmalıydı. Yüzü iyice ağlayacak raddeye geldiğinde, şefkat yüklü ses tonumla söze atıldım.
"Şşh, ağlama bakayım küçük adam. Sıkıldın mı sen? Seni yere bırakayım da, birazcık gezin."
Onu milyon dolarlık bir porselenmiş gibi özenle kucağımda taşıyarak, yere diz çöktüm ve onu halının üzerine dikkatlice oturttum. Dengesini toparlaması için bir süre elimi sırtına koyarak dengesine destek çıktım. Oturmaya alıştıktan sonra elimi sırtından çektim ve dizlerimin üzerinde öylece durup ne tepki vereceğini seyrettim. Öne doğru eğilip küçük ellerini halının üzerine yasladı ve dizlerini kırıp halının üzerinde yavaş yavaş emeklemeye başladı. O kadar sevimli görünüyordu ki, yüzümde sevgi dolu bir tebessümün belirmesine engel olamadım.
Emir, ufak ufak yol katederek ilerlemeye devam ederken, bir anda Barlas'ın oturduğu koltuğun önünde duraksadı ve emeklemeye bir son verip oturur pozisyonu aldı. Barlas kaşlarını kaldırıp, Emir'in hareketlerine anlam vermek istercesine onun sevimli yüzüne baktı ve Emir de başını kaldırıp iri mavi gözlerini Barlas'ın yüzüne dikti. Emir, minicik ağzını olağan gücüyle açıp eşsiz kahkahasının odada yankılanmasına izin verdiğinde, bana paha biçilmez bir huzur bahşetti. Onun bu neşeli hâlleri, benim de neşelenmeme neden oluyordu. Barlas kaşlarını indirip dudaklarının kıvrılmasına izin verdiğinde, gözlerinin içinin sevgiyle ışıldadığını görmek mutluluğuma mutluluk kattı. Demek ki, o da benimle aynı fikirdeydi. Emir, bize huzur veriyordu.
Emir, küçük elleriyle Barlas'ın bacaklarını sardığında, gözlerini onun üzerinden çekmeden ağzını birkaç kez oynattı ve bir anda ağzından iki hecelik bir kelime çıktı. "A-bi!"
Barlas'ın yüzündeki sıcacık tebessüm buz keserken, gözlerindeki sevgi ve şefkat de yavaş yavaş kayıplara karıştı. Yüzüne ifadesizliğini yerleştirip gardını kuşandığında, bütün vücudunun gerildiğini gözlerimle seçebiliyordum. İnsanların çok hassas olan noktaları vardır ve siz oraya küçücük bir darbe bıraksanız bile, o küçük dokunuş insanın yıkımı olabilir. Barlas'ı yıkan şey ise, küçücük bir bebeğin iki hecelik kelimesiydi. Bu sevgi dolu sözcük, onu yıkıp geçmişti.
"Ecrin, al onu yanımdan!"
Boğuk çıkan sesi, yakarır gibiydi. Bu üstü kapalı feryadına hemen yetiştim. Ayağa kalkıp onların yanına doğru ilerledim ve eğilip Emir'i kucağıma aldım. Barlas gözlerini halıya odaklamış, hiç kıpırdamadan aynı noktaya bakıyordu. Göğsünün hızla inip kalkışından nefes alışverişlerinin sıklaştığını anlayabiliyordum. Aklından bir şeyler geçiriyor olmalıydı. Canını acıtan, onu güçsüz düşüren bir şeyler... Ona geçmişte yaşadıklarını anımsatacak en ufak şeyde, kendine acı çektiriyordu. Bir mazoşist gibi... Tek farkı ise, kendine acı çektirmekten zevk almak yerine, ölesiye kin güdüyordu. Acıya sığınıyordu. Çünkü mutluluk, onun için kurmaca bir şeydi. Gerçek değildi, sahteydi ve ulaşılmazdı.
Emir, onu Barlas'tan uzaklaştırdığım için beni cezalandırmak istercesine minik elini saçlarımın arasına daldırdı ve kendisine doğru çekiştirdi. Ağzımdan acı dolu bir inilti koptuğunda, Barlas çıkarttığım sesi işitmiş olacak ki, girdiği transtan çabucak çıkıverdi. Elimle Emir'in minik elini kavrayıp saçlarımın arasından güç bela çıkarttığımda, ansızın odayı inleten ağlamasıyla yüzümü buruşturdum. Onu nasıl susturmam gerektiğini bilmiyordum. Elimle sırtını okşayıp salonun ortasında dolanmaya başladım. Derhal İrem'in söyledikleri geldi aklıma.
"Ağlamaya başladığında, ilk önce kaka yapmış mı onu kontrol et. Eğer yapmamışsa acıkmıştır. Birde onun düzenli uyku saatleri var. O saat yaklaştığında hep huysuzlanır. Öğlen ikide onu uyutmaya çalışırsın."
Bir yandan çocuk şarkılarından herhangi birini mırıldanıp odayı arşınlarken, diğer yandan da Emir'i omzuma iyice yaslayıp yüzümü poposuna doğru yaklaştırmaya çalışıyordum. Üst üste birkaç kez koklamama rağmen, burnuma rahatsız edici bir koku gelmemişti. O zaman ilk seçeneği elediğimize göre, acıkmış olmalıydı. Gerçi bir saat önce ona mamasını yedirmiştim. Hatta yemesi gerekenden daha fazla yemişti. Bu durumda, küçük oburun karnı tok olmalıydı. 'Acaba uyku saati mi geldi?' diye düşünürken, gözlerim salondaki duvar saatine kaydı ve saniyesinde ağzım şaşkınlıkla aralandı.
14:32
Uyku saatini yaklaşık yarım saat geçirmiştim. Yani bu demek oluyordu ki, Emir'in uyku düzenini mahvetmiştim. Bir günden bir şey olmazdı, değil mi? Eğer ailesi takıntılı insanlar değillerse, bunu pekte kaale almazlardı. Fakat daha 8 aylık bebeği uyku saatiyle sınırlandırdıklarına göre, hiçte normal olduklarını düşünmüyordum. İçimdeki sıkıntı gitgide büyürken, ne yapacağımı şaşırdım. Elalemin bebeğine bakmak böyle bir şeydi işte. En ufak bir hata yapınca, beyni duruveriyordu insanın. En iyisi onu bir an önce uyutmaktı. İrem'in uyku ile ilgili söylediği cümleyi hatırlayabilmek için kendimi zorladım ve sonunda söyledikleri aklıma geldi.
"Uyumadan hemen önce süt içir ona. Süt içtikten sonra iyice mayışıyor. Sonra hiç zorlanmadan uyutursun onu."
Bir anda aklıma gelen şeyle, hızla Barlas'a doğru döndüm. "Barlas!"
Ani tepkime karşılık gözlerini televizyondan çekip kaşlarını kaldırarak bana baktı. "Ne oldu?"
"Bebeği pusetiyle birlikte yanına koysam olur mu? Ben daha önceden onun için süt kaynatmıştım. Çoktan soğumuştur. Onu biberonuna koyup hemen buraya geleceğim. Sen onu düşmemesi için korursun."
Barlas, Emir'in daha da şiddetlenen ağlama sesine kulak kesildi ve yüzünü buruşturarak kendi kendine homurdandı. Mimikleri eski konumunu aldığında, başını memnuniyetsizce aşağı yukarı sallayıp teklifimi kabul etti. Ona minnet dolu bir bakış attıktan sonra, az önce Emir'i yatırdığım koltuğun üzerinden pusetini alıp Barlas'ın oturduğu koltuğun üzerine, tam Barlas'ın yanına gelecek şekilde yerleştirdim. Emir'i yasladığım omzumdan çekip bir yerini zedelememek için dikkatlice onu pusetine yerleştirdim. Bu defa ağlaması daha da şiddetlenmişti.
"Şunu sustur da, öyle gidip ne yapıyorsan yap."
Başımı kaldırıp Barlas'ın yüzüne baktığımda, yüz ifadesinden, ağlama sesinden fazlasıyla rahatsızlık duyduğunu anlayabiliyordum. Buna daha fazla katlanabileceğini sanmıyordum. Ona cevap vermeye gerek duymadan bakışlarımı Emir'in üzerine çevirdim. Elimi yüz hizasına getirip parmaklarımı birkaç kez şıklattım, fakat bu umrunda dahi olmadı. Ağzını gediğine kadar açmış, var gücüyle bağırıyordu. Can çekişen bir kedi yavrusunu andırıyordu sesi. Tuhaf olan şey ise, bu denli şiddetli ağlamasına rağmen, gözlerinden tek damla yaşın akmamış olmasıydı.
Yüzümü yüzüne doğru yaklaştırıp mimik değiştirerek suratımı şekilden şekle sokmaya başladım. Fakat bunun da hiçbir faydası yoktu. Emir, hâlâ evi inletmeye ara vermeden devam ediyordu. Son çare olarak ellerimi beline götürdüm ve üzerindeki uzun kollu tişörtünü atletiyle birlikte yukarıya doğru sıyırdım. Tombik karnı ortaya çıktığında, yüzümü ona doğru yaklaştırdım ve ağzımı göbeğine dayayıp ağzımdaki havayı dışarıya doğru üfledim. Ağzımdan çıkan hava tenini titretip tuhaf bir sesin çıkmasına neden oldu. Emir, huylanmış olacak ki, ağlamaya bir son verip gülmeye başladı. Hem de kıkır kıkır... O kadar sevimli görünüyordu ki, bu manzarayı doyana kadar seyretmek istiyordum. Bu yüzden aynı hareketi defalarca kez tekrarladım ve Emir'in ufak kahkahalarıyla taçlandım.
Geri çekildiğimde, yüzümden silinmeyen tebessümüm ile Barlas'a baktım. "Ben gelene kadar, onu oyalarsın artık."
Barlas'ın bir yanıt vermesini beklemeden, Emir'in ikinci bir ağlama seansını göz önünde bulundurarak koşar adımlarla mutfağa doğru ilerledim ve ikisini de arkamda bıraktım. Mutfağa adım atar atmaz, derleyip toparladığım tezgâhın üzerinden Emir'in biberonunu elime aldım ve ocağın üzerinde duran cezveye uzandım. Sütü daha önceden kaynatıp soğumaya bırakmıştım. Biberonun ağzını açıp sütü içine boşalttıktan sonra, içine biraz toz şeker katıp şeker kaşığıyla karıştırdım ve ağzını geri kapattım. Hızlı adımlarla salona geri döndüğümde, gördüğüm manzara karşısında salonun girişinde kalakaldım.
Barlas, elini Emir'in yakınında tutmuştu ve Emir de, Barlas'ın işaret parmağını minik elleriyle tutup ağzına doğru götürmeye çalışıyordu. Barlas ise elini geriye doğru çekip onu daha da hırslandırıyordu. Resmen onunla oyun oynuyordu. Dudakları muntazam bir gülümsemeyle aralanmış ve inci gibi bembeyaz dişlerini ihtişamla sergiliyordu. Emir ise, kaşlarını çatmış, Barlas'ın parmağını ağzına götürebilmek için kendince büyük bir savaş veriyordu. İkisi de o kadar göz kamaştırıcı gözüküyordu ki, bir an için nefesimin kesildiğini hissettim. Bir anda Barlas varlığımı hissetmiş gibi hızla başını benden yana çevirdi. Gözlerimiz birbiyle buluşur buluşmaz, yüzündeki gülümseme anında kayıplara karıştı ve işaret parmağını Emir'in minik ellerinden kurtarıp gardını kuşandı.
"Ne dikiliyorsun orada? Gel alsana bebeği."
Salonun girişinde öylece dikilmeye bir son verip gerçek dünyaya dönebilmek için küçük bir çaba harcadım. Ardından Barlas'ın oturduğu koltuğa oturup pusetin yanındaki boş yere yerleştim. Barlas da pusetin diğer yanında oturuyordu. Emir'i yattığı yerden kaldırıp kucağıma aldığımda, Barlas dikkatlice bizi izliyordu. Bir an için bebeği onun kucağında hayal ettim. Babalık ona yakışır mıydı? Bu düşünce bütün hücrelerime istila ederken, merak denen his irademi katletti ve hiç hesaba katmadığım o kelimeler ağzımdan tek tek döküldü.
"Emir'i kucağında tutabilir misin?"
Kaşlarını yukarıya doğru kaldırdı. "Ne gerek var buna?"
"Sütünü içirmeme yardımcı olabilirsin. Lütfen, bu senden istediğim son iyilik."
Yüz hatları gerginleşti. "Ama... Ben bilmiyorum, Ecrin. Daha önceden hiçbir bebeği kucağıma almadım. Onu incitebilirim."
Ona cesaret vermek istercesine gülümsedim. "Korkulacak bir şey yok. Onu sadece kucağına oturtacaksın ve nazikçe tutacaksın, bu kadar."
Cevap vermesine olanak tanımadan Emir'i dikkatlice kucağına yerleştirdiğimde, Barlas paniklememek için kendini olağan gücüyle sıkıyordu. Emir'i hâlâ karnından tutmaya devam ederken, nihayet Barlas kollarını yavaş hareketlerle Emir'in beline doladığında, elimi geri çekip bir süre onların bu güzel görüntüsünü hayran gözlerle seyrettim. Emir, Barlas'ın kucağında oturuyor olmaktan çok mutlu olmuş gibi memnuniyetle gülümsüyordu. Barlas ise tetikte duruyor, bebeği temkinli bir şekilde kucağında oturtuyordu. Yüzünde endişeli bir ifade vardı.
"Sakin ol, Barlas. Bak, onu ne kadar da güzel tutuyorsun. Onu düşüreceğini ve bir yerini inciteceğini hiç sanmıyorum."
Endişeli bakışlarını Emir'in üzerinden çektikten sonra, gözlerime baktı. Her daim içimi okumak istercesine keskin bakan gözleri, şimdi sakin, dingin ve yalın bakıyorlardı. Tuhaf bir utangaçlık çöktü içime. Bana daha önce hiç böyle bakmamıştı ve bu yüzden, doğal olarak yadırgıyordum. Sanki gözleriyle içimi okşuyordu, bakışları şefkatli ve tasasızdı. Gözlerimi kaçırıp bebeğe baktım ve dudaklarımda peyda olan minik tebessüme ket vuramadım. Elimdeki biberonu Emir'e doğru yaklaştırdığımda, minik ağzını aralayıp bekledi. Biberonun ağzını dudaklarının arasına aldığında, biberonu yukarıya doğru kaldırıp içindeki ılık sütün dilinin üzerinden kaymasına izin verdim. Tek solukta neredeyse yarısını içmişti. Diğer yarısını ise, yavaş yavaş, tadını çıkartarak içti ve bir biberon dolusu sütü bitirdi.
"Aferin sana, küçük adam." dedim ve biberonu dudaklarının arasından alıp yakınımda duran sehpanın üzerine bıraktım.
Emir'in üzerine doğru eğildim ve onu Barlas'ın kucağından almak için ellerimi ona doğru uzattım. Onu kucağıma alacağımı anlamış olacak ki, isteksiz bir çığlık koparttı. Bir anda duyduğum sesle irkildim ve ellerimi ondan uzaklaştırıp kaşlarımı şaşkınlıkla yukarıya doğru kaldırdım. Ellerimi ondan uzaklaştırdığımda sakinleşip Barlas'ın kucağında uslu uslu oturmaya devam etti. Gözlerimi Barlas'ın yüzüne diktiğimde, bana bakmadığını fark ettim. Bakışlarını takip ettiğimde, eğilirken açıkta kalan göğüslerime bakıyor olduğunu fark ettim. Bedenim küçükte olsa bir yanma hissiyle kasıldı. Başımı kaldırıp bakışlarımı yüzüne mıhladığımda, o'da hemen sonra bakışlarını yüzüme çevirdi. Gözlerimiz anında buluştuğunda, bakışlarım, bakışlarındaki şehvetle çarpıştı. Bu defa gizlemiyordu hislerini. Apaçık sergiliyordu. Kurumuş alt dudağının üzerinden hızla geçirdiği dilini fark ettiğimde, neredeyse şaşkınlıktan aklımı yitirecektim. Kucağında bebek yerine, benim olmamı istediğini fısıldıyordu sanki bana. Kahverengi harelerinde gizlenmiş haşin kıvılcımdan çıkarttığım mesaj buydu.
Arzu, bütün bedenimi yakıp geçerken bu hissi ona gözlerimle yansıttığıma adım kadar emindim. Göğsünün hızla inip kalkışından, onu heyecanlandırdığımı görebiliyordum. Aynı onun da beni, heyecandan aklımı kaybetme noktasına getirdiği gibi... Fakat aramızdaki çekime yenik düşmedim bu defa. Hissettiğim tutkuya karşı direndim. Bakışlarımın gözlerini terk etmesi ölüm kadar zordu, ama ben ruhumu bedenimden ayırırcasına hızla birbirine mühürlenmiş bakışlarımızın arasındaki bağı koparttım. Yerimde doğruldum ve büyük olasılıkla, az önce ona dün gölde yaşadıklarımızı çağrıştıran manzarayı ondan çaldım.
"Emir bana gelmek istemiyor." dedim, gözlerimi Emir'den ayırmadan. "Bir süre daha senin kucağında durabilir mi?"
"Peki, biraz daha dursun." dedi, boğuk çıkan sesiyle.
Koltukta yanına oturduğumda, bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum ve bakışlarına tahammül etmem imkânsızdı. Daha fazla direncim kalmamıştı. Bakışlarımı Emir'in üzerinden çekip aldım ve Barlas'ın gözlerine baktım. Algılarım doğru hissetmişti, bana bakıyordu. Keskin bakışları yeniden gözlerine siper olmuştu. Bakışlarındaki arzu, hükmünü sürdürüyordu. Bana bakan gözleri talepkâr ve davetkârdı. Dün yaşananlardan sonra, bana karşı hissettiği arzu körüklenmiş gibi görünüyordu.
Bana böyle bakmayı ne kadar daha sürdürecekti?
İlk defa hislerini açık ve net gözler önüne sermesinden nefret ettim. Çünkü, o bana böyle baktıkça iradem güçsüzleşiyordu. Arzu denilen bu histen kurtulmak istiyordum. Şu an bunları hissetmem yanlıştı. Beni tek bir bakışıyla böylesine zor bir duruma düşürmesi gülünçtü; fakat onun da hâlinin benden bir farkı yoktu. Belki de benim hissettiklerim, onunkilerin yanında masum kalıyordu.
Onunla sohbet etmeliydim ve odaya hâkim olan şehvet bulutunu dağıtmalıydım.
"Barlas, burcun ne senin?" diye sordum, sesimin normal çıkması için çaba sarfederek.
"Nereden çıktı şimdi bu soru?" diye sordu, gitgide daha çok boğuklaşan sesiyle.
Bana hâlâ aynı bakışlarla bakan gözlerini umursamadan devam ettim. "Senin hakkında hiçbir şey bilmiyorum ve biraz olsun seni tanımak istiyorum."
"Pekâlâ." dedi ve bakışlarındaki şehvetin yok olmasına izin verdi. "Aslan burcuyum."
"En sevdiğin renk ne?" diye sordum, yüzünün aldığı ifadesizliği seyrederken.
Cevabı az çok tahmin edebiliyordum.
"Beyaz." dedi, beni tahminimde yanıltmayarak.
"Ben de severim beyazı. Ama kırmızı, mor, pembe ve sarıyı da seviyorum. Hah birde mavi. Ama gökyüzü mavisi..."
Barlas tek kaşını havaya kaldırıp alayla sırıttı. "Sordum mu?"
Küstah!
Gözlerimi devirdim ve öfkeyle iç çektim. "Sadece sohbet etmeye çalışıyordum. Neyse, senin başını şişirmeyeyim."
Kaşını aşağı indirdi ve yüzündeki sırıtmayı daha da genişletti. "Sinirlenince çok tatlı oluyorsun."
Söylediği sözler üzerine ne tepki vereceğimi şaşırmıştım. Yine dengesizleşmişti ve onun dengesizliği benim de tökezleyip dengemi yitirmeme sebep oluyordu. Az önceki ukala tavrıyla beni ne kadar sinirlendirdiyse, şimdi ise ettiği iltifatla içimde beni sarhoş eden bir mutluluğu filizlendirmişti. Yanaklarımın yanmaya başladığını hissettim. İltifatının ardından utanmıştım. Yanaklarımın kıpkırmızı kesileceğine ve ardından o kızarıklıkların göğüslerime doğru yol alacağına emindim. Onun dudaklarından tek bir güzel söz dökülmüştü ve dünyalar benim olmuştu. Onun için, beni mutlu etmek bu kadar basitti işte. Ama o, bunun farkında bile değildi.
"Şu an ne yapmak istediğim konusunda dürüst olmamı ister misin?" diye sordu bir anda ve yüzü ciddiyete büründü.
Kaşlarım şaşkınlık ve merakla havalandı. "Ne yapmak istiyorsun?"
Gözleri köprücük kemiğimde ve göğüslerimde gezindi. "Yanaklarından göğüslerine dek kızaran her zerreni, teker teker öpmek istiyorum."
Yanaklarım alevler içinde kaybolan bir ateş topu gibi cayır cayır yanıyordu. Barlas'ın pervasızca dile getirdiği bu kelimeler, utancımı ikiye katlamıştı. Bir kez daha onun etkisi altına girip irademin sarsılmaz duvarlarını yerle bir etmek istemiyordum. Onun şehvetle kararan gözlerine baktığımda, neredeyse aklım başımdan yitip gidecekti. Gözlerimi ondan kaçırıp başımı önüme eğdim ve bakışlarımı kazağımın desenlerinde gezdirdim. Ardından bakışlarım, kazağımın yakasının izin verdiği kadarıyla gözüken göğüslerime kaydı. Tahmin ettiğim gibi beyaz tenim kıpkırmızı kesilmişti. Gözlerimi sımsıkı yumup göz kapaklarımı birbirine kenetledim ve Barlas'ın söylediklerini gerçekleştirdiğini hayal ettim. Boynumda yol alan dudaklarının ıslaklığını hisseder gibi oldum. Dudaklarının etli dokusunun tenimde gezindiğini ve ruhumu talan ederek beni yıkıma uğratışını gözümün önünde canlandırdım.
"En sevdiğin çiçek türü ne?"
Bir anda Barlas'ın sesiyle gözlerimi hızla araladım ve hayalimde canlanan o müstehcen anlardan sıyrıldım. Başımı kaldırıp bakışlarımı güçlükle yüzüne çevirdiğimde, kendini dizginleyerek sakin gözlerle beni süzdüğünü fark ettim. Beni ne kadar zor bir duruma düşürdüğünü fark etmiş olacak ki, konuyu değiştirmek için çabalıyor olmalıydı.
"Gül... Gülleri severim." dedim, sesimin boğuk çıkmaması için olağan gücümle direnerek.
"Ben de." dedi ve bakışlarını varlığını unuttuğum Emir'e çevirerek konuyu değiştirdi. "Çok sessiz. Yüzünü göremiyorum. Bir baksana, nesi var."
"Tamam."
Gözlerim kucağında oturan Emir'e kaydığında, başını önüne eğdiğini fark ettim. Başımı aşağı doğru eğip yüzünü görmeye çalıştım. Sevimli yüzü görüş alanıma girdiğinde, gözüme çarpan ilk şey, tombik yanakları oldu. Ellerinden birisini ağzına götürmüş ve baş parmağını dudaklarının arasına almıştı. Bakışlarım gözlerini bulduğunda, mavi gözleriyle karşılaşmayı beklerken göz kapakları ile yüzleştim ve hayretler içinde ona bakmayı sürdürdüm.
"Uyuyor." diye fısıldadım, onu ürkütmemeye çalışarak.
"Ciddi misin?" dedi Barlas, şaşkınlığını sesine yansıtarak.
Başımı aşağı yukarı salladım. "Onu yukarıya çıkartmam lazım."
Ayağa kalkıp Barlas'ın elleri arasında sıkıca tuttuğu küçük bedene uzandım. Ellerim narin dokunuşlarla koltuk altlarına yerleşti. Barlas ellerini onun bedeninden uzaklaştırıp tamamıyla bana teslim etti. Onu usulca havaya kaldırıp göğsüme yasladım ve başını omzuma gelecek şekilde yerleştirdim. Uyanmaması için kısık sesle birkaç ninni mırıldanıyordum. Yavaş ve temkinli adımlarla salonu terk ettiğimde merdivenleri dikkatlice tırmandım ve yukarı kata ulaştığımda, odama doğru ilerledim. Nihayet odama vardığımda, yatağımın üzerindeki yorganı kaldırdım ve Emir'in başını omzumdan kaldırıp bedenini, yasladığım göğsümden çektim. Onu ellerimle yatar pozisyonda tutarak yavaşça yatağın üzerine yatırdım. Birkaç kez kıpırdandıktan sonra, parmağını ağzından çekmeden uyumaya devam etti. Yatakta dönüp aşağı düşmesinden korktuğum için, bir yanını yastıklarla besledim ve bende diğer yanına uzandım.
Üstümüzü yorganla örttükten sonra bir süre onun masum yüzünü hayranlıkla izledim. O kadar sevimliydi ki, böyle bir bebeğimin olması için duacıydım. Onun kendine has bebeksi kokusu burnuma ulaştığında gülümsedim ve gözlerimi yumup uzun uzun soluklandım. Onun huzur veren kokusu eşliğinde saatlerce uyumak istiyordum.
Uykuya dalana kadar gözlerimi kapalı tutuyordum ve sanırım aradan 15-20 dakika geçmişti. Bu kadar vakittir uyuyamamın nedeni ise, beynimi işgal eden adam yüzündendi. Aklım allak bullaktı ve sürekli bana Barlas'ın kışkırtıcı tavırlarını ve pervasız sözlerini hatırlatıyordu. Bu gidişle bütün gece uyuyabileceğimi de zannetmiyordum. Bir anda koridordan gelen ayak seslerini işittiğimde, gelen sese kulak kesildim. Ayak sesleri gittikçe yaklaşıyordu. Odamın aralık olan kapısının açıldığını işitir işitmez içimde tuhaf bir heyecan meydana geldi ve nefes alışverişlerim sıklaştı. Emir'in bebeksi kokusunun yerini, aşina olduğum o huzur veren koku aldığında, tüm hücrelerimin yavaş yavaş uyuşmaya başladığını hissettim. Bu muntazam kokunun burun deliklerimi terk etmesini istemiyordum. Uyanık olduğumu anladığında arkasını dönüp gideceğine adım kadar emindim ve bu nedenle, beni uyanık sanıp gitmemesi için, nefes alışverişlerimi düzene sokup kalp atışlarımı dizginledim.
Yatağın diğer tarafının çöktüğünü hissettiğimde, Barlas'ın bebeğin düşmemesi için koyduğum yastıkları kaldırıp yatağa uzandığını anlayabilmiştim. Bir anda üzerimdeki yorganın hareket ettiğini hissettim. Havaya doğru kaldırılmıştı ve sağ tarafa doğru çekiştirilmişti. Muhtemelen Barlas yorganın altına girmiş olmalıydı. Yatakta meydana gelen çöküntünün bana doğru gitgide yaklaştığını hissettim. Heyecanımı dizginleyebilmek için içimde büyük bir savaş veriyordum. Bir anda Barlas'ın elinin nazik dokunuşu yanağımı okşadığında, gözlerimi kıpırdatmamak için kendimi zor tuttum.
"Uyurken bile güzelsin... Geleceğin en mükemmel annesi olacağına adım kadar eminim... Neden bu kadar büyüleyicisin, ki? Aklımı bu kadar başımdan almak zorunda mısın?"
Fısıltıyla söylediği sözler karşısında tepkisiz kalabilmek için irademe meydan okudum. Hiç kıpırdamadan, düzenli nefes alışverişime devam ederek kalp atışlarımı kontrol altında tutuyordum. Bu defa rol yaptığımı anlamaması gerekiyordu. Uyanık olduğumu bilseydi asla bu sözleri duymama izin vermezdi, fakat şimdi uyuduğumu zannederek, duymayacağıma emin bir hâlde bana içini döküyordu. Birden sıcak nefesinin yüzüme değdiğini hissettiğimde, yüzünü yüzüme yaklaştırdığını anlamıştım. Ansızın nemli dudakları sağ kaşımın üzerine değdi ve burnunu alnıma sürterek kokumu derin derin içine çekti. Geri çekildiğinde ise, boğuk çıkan sesi doldurdu kulaklarımı.
"İçimde kötü bir his var, Ecrin. Sanki seni kaybedecekmişim gibi... Farkında olmadan bağladın beni kendine. Hiç ummayacağım bir şekilde alıştım sana. Sakın kaybolma yanımdan ve beni yanından gidebileceğim kadar yaralama. Sana ihtiyacım var."
Duyduğum sözler, kalbimin en hassas noktasından burkulmasına neden olmuştu. Sesindeki hüzün dolu tınıyı işittiğimde, içimden bir şeyler koparak yitip gitmişti. Sözlerinde birden fazla anlam barınıyordu ve bunlardan birisi beni önemsiyor oluşuydu. Buna sevinmem gerekirken, mutluluğa dair hiçbir kıvılcım yoktu içimde. Çünkü onun karamsar düşünceleri, benim de içimi karartmıştı. Ben onun yanından asla kaybolmazdım ve onu yanımdan uzaklaştıracak kadar yaralamazdım da. İçimden kopan inkâr dolu haykırışa rağmen, hareketsizce durdum ve uyuyormuş gibi davranmaya devam ettim. Ansızın elinin bel oyuntuma yerleştiğini hissettiğimde, kolunun altında beni hapsettiği gibi, Emir'i de esir almış olmalıydı.
Şu an bir aile gibiydik. Ben bir anne gibi Emir'e sokulmuştum ve Barlas'ta bir baba gibi ikimizi de kanatlarının altında tutuyordu.
Dakikalardır gözlerimi yummuş bir vaziyette, kıpırdamadan öylece yatıyordum ve bunun için kendimi fazlasıyla kasmıştım. Fakat az önce duyduğum sözler ve bel oyuntuma değen tüy kadar hafif dokunuş için, her şeye değerdi. Teninin sıcaklığı, üzerimdeki kumaş parçalarına rağmen tenime kadar işliyordu ve onun akıllara zarar kokusu, hissettiğim huzuru bir doz daha arttırıyordu. Onun bana yaşattığı bu paha biçilmez anın verdiği esrik heyecanla birlikte, yavaş yavaş beni içine çeken uyku girdabına teslim oldum ve yanıbaşımdaki huzurun varlığını bir an olsun unutmadım.
***
Üzerimdeki siyah straplez elbiseyi inceledim. Açık tenli olduğum için, siyah rengi üzerimde hoş bir görünüm sağlıyordu. Elbisenin göğüs kısmı kalp şeklinde kesilmişti ve sütyen takmamama rağmen, göğüslerimi sıkıca sardığı için, göğüslerimin olduğundan daha dolgun gözükmesine neden olmuştu. Elbisenin etek kısmı ise, diz kapağıma kadar uzanıyordu ve dar kesimi sayesinde iri kalçalarımı ve düzgün bacaklarımı ortaya seriyordu. Arkasında ise küçük bir yırtmaç vardı. Ayaklarıma geçirdiğim siyah stilettolarım ve elimde tuttuğum siyah deri çantamla baştan aşağı siyahlar içerisindeydim. Göz makyajımda siyah ağırlıklı olmuştu ve dudaklarıma ruj yerine parlatıcı sürmekle yetinmiştim. Bu kombinde renkli olan tek şey, mavi gözlerimdi.
Barlas üzerine günlük kıyafetlerinden birisini geçirip evden çıkıp giderken, bir saat sonra hazır olmamı söylemişti. O gideli bir saat olmuştu ve muhtemelen az sonra beni almaya gelecekti. Yalnız, kafama takılan ufak bir husus vardı. Ben akşam yemeğini ciddiye alıp böylesine süslenirken, o üzerini değiştirmek için hiç eve bile uğramamıştı. Acaba ben mi bu yemeği fazlasıyla abartmıştım?
Akşam üzeri İrem okuldan dönüp bebeği almaya geldiğinde, Emir ile birlikte uyanmıştık. Uyanır uyanmaz gözlerim Barlas'ı aramıştı, ama bulamamıştım ve yatağın diğer tarafının üzerinde yastıkların olduğunu görmüştüm. Sonrasında ise İrem, Emir'i alıp evine götürürken abimde müstakbel sevgilisi olarak peşine takılmıştı. Tam evden çıkacaklarken, Barlas'ın abime uydurduğu yalanı işitmiştim. Abime, Cüneyt'in, film vizyona girmeden önce son kez bir arada olmamızı istediğini ve bu gece için bir yemek daveti düzenlediğini söylemişti. Abim ise ona duyduğu sonsuz güvenle sorgulamadan kabul etmişti. Barlas ilk defa abime yalan söylemişti. Hem de benimle vakit geçirebilmek için...
Bu yüzden, bu yemeği o'da önemsiyor olmalıydı.
Barlas'ın abime söylediği yalandan sonra, Cüneyt'in kulakları çınlamış olacak ki, aradan kısa bir süre geçtikten sonra ikimizi de arayıp filmin ikinci fragmanının yarın yayına gireceğini ve bazı aksaklıklardan ötürü filmin üç hafta sonra vizyona gireceğini söylemişti. Normalde iki hafta sonra girmesi gerekiyordu, ama bunu o kadar sorun etmiyordum. Er ya da geç olacak bir şeydi ve önemli olan kusursuz bir eser ortaya çıkartmaktı.
Bir anda çantamın içindeki telefonumun titreştiğini hissettiğimde, kendimi düşüncelerimin arasından çekip çıkardım ve çantamın içinden telefonu alıp arayan numaraya baktım. Barlas'tı. Yüzüme sıcak bir tebessüm yerleştirdim ve yeşil halkayı yana doğru kaydırarak çağrıyı yanıtladım.
"Efendim?"
"Birkaç dakikaya oradayım. Sen aşağıya in ve beni bekle."
"Tamam o zaman, şimdi iniyorum."
Hiçbir cevap vermeden çağrıyı sonlandırdığında, telefonu kulağımdan çekip çantamın içine koydum ve heyecandan hızlanan kalp atışlarıma kulak asmamaya çalışarak koridora doğru ilerledim. Bir anda Çapkın ve Pasaklıyı koridorda birbirlerininin yüzlerini yalarken gördüğümde, içimdeki yoğun kahkaha atma isteğini güçlükle bastırmaya çalıştım ve topuklarımın tok sesini azaltmaya çalışarak yanlarından geçip gittim. Köpeklerimiz bile bize benziyordu. Dudaklarımda beliren sırıtmayla merdiven basamaklarını teker teker indim ve aşağı kata vardığımda askılıktan siyah kabanımı alıp üzerime geçirdim. Anahtarlıktan da anahtarımı aldıktan sonra dışarıya çıkıp kapıyı arkamdan kapattım ve abim hâlâ İrem'de olduğu için, ne olur ne olmaz diye üstünden bir defa kilitledim.
Asansöre binip hemencecik zemin kata indiğimde, asansörün açılan kapılarının arasından geçip dış kapıdan çıktım ve dışarıdaki sert rüzgârla karşı karşıya kaldım. Kabanıma iyice sarılıp yola doğru ilerlediğimde, gözüm etrafı tarıyordu. Barlas'ın gelmesini sabırsızlıkla bekliyordum. Bir anda araba kapısının aceleyle çarpıldığına dair sesi işittiğimde, başımı sesin geldiği yöne doğru çevirdim ve park hâlinde duran arabanın içinden çıkan adamı dikkatlice süzdüm. Anında o kişinin kim olduğunu anlayabilmiştim. Bu adam, Aras'tı. Sanki zamanla yarışıyormuşçasına aceleci adımlarla bana doğru ilerliyordu. Elinde ise bir demet kırmızı karanfil tutuyordu.
Saniyeler içerisinde tam karşımda dikildiğinde, gözlerimin içine bakıp nefes nefese konuştu. "Ecrin... Hemen konuşmamız lazım."
"Aras, birazdan-"
Cümlemi yarıda kesti. "Olmaz, Ecrin. Bir saniye bile bekleyemem."
"Ama Aras-"
Birkez daha cümlemi tamamlamama izin vermedi ve gözlerini sıkıca yumup gür sesiyle bağırdı. "Seni seviyorum!"
Kalbime inen sert darbe karşısında savunmasız yakalanmıştım. Bu darbe, hiç hazır olmadığım bir zamanda ve hiç ummadığım kişi tarafından kalbimin orta yerine inmiş ve beni darmadağın etmişti. Aklımın, kafatasımı terk etmesine izin verdim ve şaşkınlıktan kuruyan boğazımı ıslatabilmek için sertçe yutkundum. Boğazım kurak çöller misali kupkuru kesilmişti ve ağzımı gürül gürül akan şelaleye dayasam bu kuraklığın dineceğini zannetmiyordum. Söylediği iki kelime dünyanın en güçlü silahına bürünmüş ve kalbimin en hassas noktasını hedef almıştı.
"Aras... B-Bu ne demek oluyor şimdi?"
Dile getirdiğim kelimeler, iradem dışında ağzımdan dökülmüştü ve yüzümdeki dehşet dolu ifadeyle karşımdaki adama bakıyordum. Benim tepkimle yüzleşmekten korktuğu için gözlerini sıkıca yummuştu. Göz kapakları usulca aralandığında, mavi gözleri sokak lambasının altında parıldadı ve yüzümdeki ifadeyi görür görmez o ışık sönüverdi.
"Özür dilerim, Ecrin. Seni sevmemem gerekiyordu, biliyorum. Çok üzgünüm, ama buna engel olmam imkânsızdı. Bunu daha fazla içimde tutmaya tahammülüm kalmadı benim. İnan ki, seni unutmak için çok çabaladım, fakat olmadı. Gözlerim seni ilk gördüğü andan beri, kalbim tutuldu sana. Doğru duydun işte, seviyorum seni ve ne yazık ki, bundan kurtuluşum yok."
Aras'ın dile getirdiği her bir kelime kalbime pençelerini batırıp kanatana kadar sıkıyordu sanki. Dostum dediğim adamın bunca zamandır bana karşı gizlice böyle hisler hissediyor olması, göz pınarlarıma dolan yaşları akmaları için tetikliyordu. Ben ona karşı hiç bu tür bir his beslememiştim ve kalbimi Barlas'a kaptırdıktan sonra, Barlas'tan başkasını sevmek haramdı bana.
"Aras... N-Ne diyebileceğimi b-bilmiyorum..." dedim, yaşlı gözlerimle gözlerinin içine bakarak.
Başını yavaşça iki yana salladı. "Bir şey söyleme. Şimdi sadece ben konuşacağım. Sen sadece bunları kabul et."
Elindeki kırmızı karanfilleri bana doğru uzattığında, onu kırmamak için titreyen ellerimle usulca karanfil buketine uzandım ve onun cebine uzanan eline kaydı gözlerim. Bir anda cebinden kırmızı bir yüzük kutusu çıkarttığında, ne yapmaya çalıştığına anlam vermeye çalışarak hareketlerini seyrettim. Yüzük kutusunu bir eline yerleştirip diğer eliyle kutunun kapağını araladı ve kutunun içindeki tek taş yüzük ortaya çıkar çıkmaz üzerindeki pırlanta ay ışığında parıldadı. Aklım iyice karmakarışık bir hâl alırken, bakışlarımı yüzükten çekip şaşkın gözlerle Aras'ın gözlerinin içine baktım. Aras bir dizinin üzerine çöktüğünde, şaşkınlıktan bayılmak üzereydim.
"Seni bunca zamandır beklemişken, başkasına kaptıramam. Bana ister bencil de, ister aşık... Ben seni çok seviyorum Ecrin ve hayatım boyunca seninle olmak istiyorum. Flört edebileceğimiz bir durum da yok ortada. Sonuçta flört çiftlerin birbirini tanımasıyla geçen bir süreç. Her ikimizde birbirimizi yeterince iyi tanıyoruz zaten... Ben seni tamamen bana ait kılmak istiyorum. Benimle evlenir misin, güzelim?"
Gözlerime dolan yaşlar, duyduğum sözlerin ağırlığına daha fazla direnemeyip teker teker süzüldü elmacık kemiklerimden. Ağladım ve ağladıkça içimdeki sıkıntı külçe külçe eksilmek yerine biraz daha ağırlaştı. İçim kıyılıyordu sanki. Aras'ı sevmiyordum, fakat onu reddedecek gücü de kendimde bulamıyordum. Ona bir şekilde, onu kırmamaya özen göstererek olmayacağını söylemeliydim. Ama bunu yapabilecek kadar kendimde değildim. Hüzün, şaşkınlık, pişmanlık ve daha nice hisler kuşatmıştı dört bir yanımı ve bu ufak bedenim her birinin altında ayrı ayrı eziliyordu. Kendimi o kadar tükenmiş hissediyordum ki, iki kelimeyi bir araya getirebilecek kadar bile kendimde değildim.
Bir anda Aras'ın buz tutmuş elleri, tir tir titreyen sağ elimi kavradığında, kendimi daldığım kuytu köşelerden çekip çıkarttım. Soğuk metal halkanın yüzük parmağıma değdiğini hissettiğimde irkildim ve bakışlarımı hızla elime çevirdim. Aras yüzük kutusundan çıkarttığı yüzüğü parmağıma takarken, ne yapmam gerektiğini kestiremiyordum. Eğer elimi çekersem onu paramparça edecektim, fakat onu kırmamak için yüzüğü takmasına izin verirsem de ona yok yere umut verecektim.
Yalancı umutlarla yaşayacağına, gerçeklerle yüzleşmeliydi.
Aras yüzüğü parmağıma geçirmeden hemen önce, elimi hızla geri çektim. Bu ani tepkim onu şaşkına çevirirken, bakışlarındaki hüznü gördüm. Hayal kırıklıkları mavi irislerinde parlıyordu. Onu üzmüş olmak vicdanımı sızlatmıştı. Ne olursa olsun bu en doğru seçenekti.
Bir süre sessizce ona baktım. Bir tepki vermesini bekledim. Aras inanılmaz bir hızla kendini toparladı ve yüzündeki kırgınlığı bir kenara bırakıp elimi tekrardan kavradı. Bu defa parmağıma yüzüğü takmak yerine, elimi dudağına yaklaştırıp ufak bir öpücük kondurdu. Bunu neden yaptığına anlam veremesem de, tepkisizce yüzüne bakmaktan başka bir şey yapamadım.
"Sanırım bunca zaman kendi kendime gelin güvey olmuşum. Anladığım kadarıyla bu teklifi kabul etmeyeceksin. Kalbinde yerim olmadığı için üzgünüm. Yine de sana karşı olan hislerime rağmen eskisi gibi devam edebilir miyiz? Aşkına sahip olmayarak bunca zaman yaşayabildim, ama dostluğun olmadan yasayabileceğimi zannetmiyorum."
Bir daha çoğu şeyin eskisi gibi kalmayacağından emin olsam da, onu daha fazla incitmemek için yavaşça başımı salladım. "Elbette, ekisi gibi dost kalabiliriz."
Elimi bırakmadan ayağa kalktı. Ben yüzümdeki donuk ifadeyle ona bakarken, o kocaman gülümsedi. Bu gülümsemenin altında masumiyetten öte, daha başka bir hava sezdim. Elimi tutmaya son verdikten sonra, ellerini başımın arkasına koyup beni kendine doğru çekti. Başımı göğsüne yaslayıp bana sıkıca sarıldı. Bu sarılma bana eskisi gibi güven vermiyordu, tam tersine rahatsız ediyordu. Ona sarılmak konusunda isteksiz olduğum için, geri çekilmek istedim. Ben geri çekilmek istedikçe, onun kolları bedenimi daha güçlü sarıyordu.
"Söz veriyorum eskisi gibi aşkımı içimde yaşayacağım ve senin sırlarını paylaştığın bir dost olarak kalacağım."
Onu dinlerken ona karşı o kadar hissizdim ki, duygularımın varlığını unutmaktan korktum. Bir anda kalbimde tuhaf bir burukluk hissettim. Midem yanıyordu. Ellerimdeki titremeler bütün vücuduma yayıldı. Göz pınarlarım tekrardan göz yaşlarımla doldu ve güçlükle tuttuğum karanfil demeti bir anda elimden kayıp yere düştü. Bu Aras ile alakalı bir tepki değildi. Bu tamamıyla bambaşka bir şeydi. Başımı güç de olsa Aras'ın göğsünden kaldırdığımda, onu var gücümle ittim. Onun kollarından kurtulduğum an bir adım geriledim ve gözlerinin içindeki sinsiliği gördüğümde bir şeyden emin oldum.
O, buradaydı.
Bu farkındalık, benliğimin sarsılmasına neden olurken, hiç düşünmeden arkamı döndüm ve gözlerim direkt onu buldu. Sesimizi işitemeyecek kadar uzak ve her hareketimizi ayırt edebilecek kadar yakındı bize. Ay ışığının altında gözlerimi kamaştırıyordu heybetli bedeni. Fakat duruşunda bir yıkım sezdim. O eski muktedir hâli yoktu üzerinde... Yıkık döküktü. Yaşlı gözlerim görüşümü bulanıklaştırsa da, üzerinde takım elbise olduğunu ve elinde bir demek tuttuğunu seçebiliyordu gözlerim. Onun hislerine sızabiliyordum sanki. Her şeyi yanlış anladığını görebiliyordum duruşundan ve hissettiği hayal kırıklığının yoğunluğuyla kavruluyordu içim.
Aras'ın hisleri gerçek olabilirdi, fakat az önceki tepkileri sahteydi. Bütün bunları kasıtlı olarak yapmıştı...
Ayağımdaki stilettolara rağmen hızlı adımlarla Barlas'a doğru ilerledim. Sanki bir anda yok olacakmış gibi, bir süre sonra ona doğru koşmaya başladım. Düşmeyi dert etmiyordum. Sonuçta düşersem, Barlas kaldırırdı beni. Gitgide ona yaklaştıkça bedeni sert bir duvara dönüşüyordu sanki. Hissizleşiyordu ve merhametini yitiriyordu. Esen sert rüzgârlar saçlarını geriye doğru yatırıyor ve kaskatı kesilmiş bedenini âdeta dövüyordu. Sendeleye sendeleye onun yanına varmayı başardığımda, tam karşısında dikildim ve hiçbir his barındırmayan gözlerine baktım. Ona dokunma ihtiyacıyla sol koluna doğru uzandım, fakat daha elim koluna değmeden Barlas kolunu benden uzaklaştırdı. Bu ani hareketi, ket vurmaya çalıştığım göz yaşlarıma özgürlüğünü ilan etti.
"B-Barlas..."
Diğer elinde tuttuğu buket gevşeyen parmaklarının arasından kayıp yerle buluştuğunda, sanki yere düşen o buket değil de, benim kalbimmiş gibi hissettim. Bir anda gözlerinde yer edinen tiksinti, yanaklarımı ıslatan göz yaşlarını iki katına çıkarttı. Bu derin sükûneti, kafamın içinde durmaksızın yankılanan çığlıkların boğazına kalın ipler doluyordu sanki. Bana böyle bakmasına katlanamıyordum. O sustukça, benim içim kanıyordu.
Her şeyi yanlış anlamıştı. Oysa ki parmağımda yüzük olmadığını fark etse, bir sorun kalmayacaktı...
"Yalvarırım bana böyle bakma! Aklından neler geçiyor senin? Bir şeyler söyle, susma!"
Kalan son takatimle, olağan gücümle bağırarak söylemiştim bu kelimeleri. Söylediğim her kelimede, boğazıma dizilen cam kırıklıklarını kusmuştum. Barlas ise kıpırdamadan öylece duruyordu. Dudaklarına sahte bir gülümseme yerleştirdi, fakat gözlerindeki hayal kırıklığı hâlâ yerli yerindeydi.
"Tebrikler. Mutluluklar dilerim." dedi, hırıltılı çıkan sesiyle. "Duymak istediklerini duydun mu şimdi?"
Söylediği sözler içimdeki acıyı külçe külçe arttırmaya yetmişti. Biz farkında olmadan, birbirimizin ruhları arasında kuvvetli bir bağ oluşmuştu. Bu yüzden, hislerini hissedebiliyordum. Aramızda oluşan bağa ihanet ettiğimi düşünüyordu ve kendimi ona ispatlayamadan geçen her saniye, bana karşı daha fazla kırılıyordu. İnandığı bu gerçek, canını yakıyordu. Ona kendimi nasıl ispatlayacağımı bilmiyordum. Sanki ne söylersem söyleyeyim, bana inanmayacakmış gibi bakıyordu gözleri. Kendini az önce gördüklerine o kadar kaptırmıştı ki, şu an ona acıyla bakan gözlerimin temeline yerleşmiş aşkı fark edemiyordu. Ağlıyordum sadece. Bu kadar çaresiz kaldığım için gözyaşlarım isyan ediyordu. Birden bire Barlas arkasını döndüğünde, ağzımdan ard arda dökülen hıçkırıklar eşliğinde telaşla koluna yapıştım ve iki kelimeyi güçlükle bir araya getirerek konuşmayı başardım.
"Barlas, dur! Dinle beni... Sandığın gibi değil!"
Barlas olduğu yerde durduğunda, başını bana doğru çevirdi. Gözlerimin içine bakarak yüzünü buruşturdu ve ardından gözlerini sıkıca yumup dişlerini olağan gücüyle birbirine bastırdı. Bir anda diğer eli boynundaki kravata uzandı ve kravatı hızla çekiştirip boynundan çıkarttı. Gözlerini araladıktan sonra, kravatı, daha önceden yere düşürdüğü buketin yanına fırlattı. Bakışları tekrardan yüzüme çevrildiğinde, öfkesini zaptetmeye çalışarak, biraz önce kravatı tutan elini bileğime sarıp elimi kolunun üzerinden çekti. Bir kez olsun yüzüme bakmadan bana sırtını döndü ve tehditkâr bir tona bürünen sesiyle konuştu.
"Tek kelime daha etme, Ecrin. Ne sesini duymaya, ne de yüzünü görmeye tahammülüm var. Az önce sığındığın kollara geri dön. İki kişiye birden sahip olamazsın, bu yüzden def ol hayatımdan. Bundan sonra etrafımda dolanmaya kalkışma ve giderken peşimden geleyim deme. Beni ne kadar yaraladığının bir önemi yok. Önemli olan, senin artık o adama ait oluşun."
Söylediği sözler, devasa bir kılıca dönüştü ve kalbimin derinliklerine en sert darbelerini indirdi.
Arkasına bile bakmadan sert adımlarla ilerlemeye başladığında, gidişini izlemekten başka hiçbir şey yapamadım. İstediği gibi onu durduracak tek bir hamlede dahi bulunmadım. Sustum, tek bir ses bile çıkmadı dudaklarımın arasından. Sadece onu izledim. Öfkesini, kırgınlığını, kinini ve merhametsizliğini... Kokusunu da peşine katarak gidiyordu. Ruhum yanıyordu sanki. Külleri ise onun yoluna seriliyordu tane tane... O ise her zerresini ayaklarının altında ezerek gidiyordu. Göz yaşlarım, soğuğun hissizleştirdiği yanaklarımdan akıyorlardı. Hissedemiyordum, ama var olduklarını biliyordum.
Barlas, yol kenarına park ettiği arabasına binerken, bir an olsun başını kaldırıp gözlerini yüzüme çevirmedi. Sadece bir ara, siyah takım elbisesinin koluyla, gözlerinden birisini sildiğini görmüştüm. Ağlıyordu. Her canı yandığında yaptığı gibi, göz yaşlarına engel olamıyordu. O ne kadar sert görünürse görünsün, fazlasıyla hassastı. Onun canını yaktığım gerçeğiyle bir kez daha yüzleştiğimde, sükûnet benliğimi terk etti. Barlas arabanın şoför koltuğuna yerleşip kapıyı kapatırken, boğazlarımı acıtacak bir yakarış döküldü dudaklarımın arasından.
"GİTME!"
Sesim boş sokakta yankı yaparken, Barlas akabinde arabayı çalıştırdı ve hızlı bir dönüş yaparak gaza yüklendi. Arabanın gürültülü motor sesi sokağı inletirken, Barlas saniyeler içerisinde arabasıyla son sürat ilerleyerek hızla uzaklaştı. Onun gidişinin ardından, çığlık atmamak için dudaklarımı kanatırcasına ısırdım. Barlas, giderken beraberinde her şeyi de yanında götürmüştü. Güçlükle arkamı döndüğümde, Aras'ın benden sadece birkaç adım uzakta durduğunu fark ettim. O an sadece acı vardı. Merhamet çoktan ruhumu terk etmişti. Bu yüzden, Aras'ın ne hissedeceğini umursamadan, öfkeyle bağırdım.
"Senin yüzünden... Böyle olacağını biliyordun. Beni aşık olduğum adamdan kopardın. Senden nefret ediyorum!"
Boğazımda düğümlenen kelimeleri nihayet dile getirebildiğimde, Barlas'a olan aşkımı itiraf ederek kalbime oturan yükün biraz olsun hafiflemesini sağlamıştım. Aras duydukları ile sarsılmış gibi görünüyordu. Yüz kasları gerilmişti ve gözleri hüzünle gölgelenmişti. Hâlâ elinde tuttuğu yüzük kutusunu sinirini atmak istercesine sıkıyordu.
"O herif aşağılığın teki!" diye tısladı, öfkeyle. "Seni seven benim, ama sen onu seviyorsun! Bu gerçekten haksızlık..."
Söyledikleri, canımı sıkmaktan başka bir halta yaramamıştı.
"Aras, git, yalnız kalmaya ihtiyacım var." dedim, buz gibi bir ifadeyle ona bakarak.
Hızla arkasını döndü ve öfkeden gözü dönmüş bir vaziyette apartmana doğru ilerledi. Barlas'a karşı hissettiği hırs, gözünü karartmıştı resmen. Az önce ona itiraf ettiğim gerçekleri, kendine yediremiyordu ve o da arkasını dönüp gidiyordu. Sevdiğim adam da, beni seven adam da terk etmişti beni. Ben ise bir başıma sokak ortasında kalakalmıştım. Göz yaşlarım akmaya yorulmuştu ve başım ağrıyordu. Kendimi o kadar çok kasmıştım ki, herbir kasım sızlıyordu. Nemli gözlerim, sönük bir ışık gibi etrafta gezindiğinde, bir anda yol kenarında Barlas'tan geriye kalan çiçek demetine ve kravata takıldı.
Ayaklarıma vuran stilettoların verdiği acıyı umursamadan, onlara doğru ilerledim ve kaldırımın üzerine oturup kravata doğru uzandım. Kravatın saten kumaşı ay ışığının altında ışıldadı ve rengi dikkatimi çektiği an, kalbimde tuhaf bir sızı meydana geldi. Kravat, maviydi... Benim deyimimle, gökyüzü mavisi. En sevdiğim renkler arasında yer alan, mavinin en güzel tonundaydı. Boşta kalan elimle yüzüstü yere düşmüş buketi elime aldım ve buketin içindeki çiçekleri inceleyebilmek için kendime doğru çektim. Gördüklerim karşısında nutkum tutulmuştu. Buketin içi güllerle doluydu. Güllerin renkleri ise; kırmızı, mor, pembe, sarı ve beyazdı.
En sevdiğim çiçeğin, en sevdiğim renklerini getirmişti bana ve mavinin en beğendiğim tonundaki kravatı takmıştı boynuna...
Bunca şeyi, sırf beni mutlu edebilmek için yapmıştı. Sevdiğim şeyleri bir araya getirerek, kalbimi kazanmayı başaracağını anlayabiliyordu. Oysa ki o çoktan kalbimi feth etmiş ve kendi imparatorluğunu yaratmıştı bile, fakat bundan haberi dahi yoktu. Elimdeki güllere ve kravata baktığımda, kalbim hüsranla boğuldu ve acı dolu hıçkırıklarım boğazımı yırtıp dudaklarımın arasından firar etti. O, yoktu ve geride bıraktığı onca anlamlı armağanın hiçbir anlamı kalmıyordu. Keşke, bu gülleri yerden almak yerine, onun ellerinden alabilseydim ve keşke, bu saten kravatı avcumun içinde tutmak yerine, onun boynundaki duruşunu seyredebilseydim.
Bu gece belki de ikimiz için de yepyeni bir başlangıç olacakken, Barlas'ın gidişi, benim yalnızlığım ve ikimizin sonu olmuştu.
Hıçkırıklarım göz yaşlarım eşliğinde gecenin koyu karanlığında kayıplara karışıyordu sanki. Beynim, takılı kalmış bir kaset gibi aynı sahneyi oynatıyordu kafatasımın içinde. Onun gidişinin her saniyesini izliyordum ve sonra başa sarıyordu aynı sahne. Bir kâbusu aralıksız görmek gibiydi âdeta. Sadece kan ter içinde uyanmak yerine, hıçkırıklarımla savrulan omuzlarıma eşlik ediyordu bedenim. Elimde tuttuğum buketi yüzüme yaklaştırıp burnumu güllere dayadım ve kendilerine has kokularını içerlerime çektim. Ardından gülleri burnumdan uzaklaştırıp burnumu kravatın saten kumaşına gömdüm ve onun kokusunu solur solumaz, paralize oldum. O an kalbime iflah olmaz bir hasret saplandı ve bana ne kadar büyük bir zayiata uğradığımı hatırlattı. Acının dehlizlerinde gezinen kalbim, can çekişerek yalpa vuruyordu. Artık kaotik bir yalnızlığa sürgün edilmiştim ve buradan kurtuluşum yoktu.
Ben onun yanından kaybolmamıştım. Farkında olmadan onu, yanımdan gidebileceği kadar yaralamıştım ve o, artık yoktu. Barlas olmadığı müddetçe ise, ruhum, onun kalbimde bıraktığı boşlukta kayıplara karışacaktı.
~
Bölüm Nasıldı? Umarım, benim sevdiğim kadar sevmişsinizdir.
Bölümün sonunda en çok kimin için üzüldünüz? Bence en üzülecek durumda olan, Barlas'tı.
Bölümü beğendiyseniz eğer oy vermeyi unutmayın lütfen. Düşüncelerinizi de ufak bir yorumla ifade ederseniz, çok mutlu olurum. İnsanın emeğinin karşılığını alması kadar güzel bir şey yok, gerçekten.
Bölüm yine gecikecektir muhakkak. Fakat umarım arayı bu kadar açmam. Okul beni çok yoruyor, inanın. Kendime bile zaman ayırmakta zorluk çekiyorum. Beni anlamanızı umarak, vicdanınıza sığınıyorum canlarım.
Ayrıca Instagram hesabına gösterdiğiniz ilgi için çok mutlu oldum. Teşekkürler. ♥
Sizi seviyorum ve kocaman öpüyorum. Sağlıcakla kalın. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere! ♥♥
MSOM? Instagram Hesabı: https://www.instagram.com/wattpad.mayissinegimolurmusun/
Kişisel Hesabım: https://www.instagram.com/aleynafetvac
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top