MSOM? -2- ❝Gıcık Adam❞
-Bu bölümü İrem'e ithaf etmek istedim. Seni çoook seviyorum İrem. Sen benim için çok özelsin, bunu sakın aklından çıkartma olur mu ? ♡
@locaxx
**Multimedya Barlas (Süpermarkette ki gıcık adam)
İyi Okumalar :)
-
2. Bölüm
*1 Hafta Sonra*
▪Ecrin Karayel▪
Elimi göğe doğru uzattığımda yüzüme sıcak bir tebessüm yayıldı. Gözlerimi yumup içime çektiğim temiz havayı, veda edercesine geri üfledim. Birbirine kenetlenmiş kirpiklerimin arasından süzülen gözyaşlarım, yanaklarımı ıslatıp hasretle can çekişen ruhumu temizliyordu.
Gözlerimi araladığımda gökyüzünü yaşlı gözlerimle süzdüm. Karanlık çökmüştü dört bir yana. Yıldızlar umut vaad edercesine, tüm ihtişamıyla içimi kabartıyordu. Yarın, başka bir balkondan izleyecektim bu tabloyu. Bu defa abimi değil, ailemi ve İzmir'i özleyecektim.
Yanaklarıma monte edilmiş yaşları, elimin tersiyle silerken içime derin bir nefes çekip İzmir'in havasının ciğerlerimi okşamasına izin verdim. Adımlarımı balkon kapısına yöneltip kendimi odama attım. Kapıyı örtmeden önce bakışlarımı, sokak lambalarıyla parıldayan sokaklarda gezdirdim.
"Elveda İzmir."
İçime tarifi imkansız bir burukluk çökerken nihayet kapıyı örtüp kendimi odama attım. Yatağımın yanında duran bavul gözüme iliştiğinde, içimi garip bir hüzün ve heyecan sarmaladı. Bu şehri terk edeceğim için pek hoşnut değildim; fakat İstanbul'da abimle kuracağım yeni hayat için heyecanlıydım.
Birden kapımın tıklatılması ile düşüncelerimden sıyrılarak bakışlarımı kapıya doğru çevirdim. Kapı usulca aralandığında, hafiften gıcırdamasıyla yüzümü buruşturdum. Cansu, kapı aralığından kafasını çıkartıp sesini en düşük volüme getirerek mırıldandı.
"Gelebilir miyim ?"
"Gel tabii ki."
Içeriye girip ardından kapıyı kapattı ve hüzünlü bakışlarını üzerimde gezdirdi. Bir anda bana doğru gelmeye başladı ve kollarını etrafıma dolayıp boğazından kopan hıçkırığa mani olamadı. Onun ağlayışına karşılık vermemek için, alt dudağımı dişlerimin arasına aldım.
"Dayanamadım geldim yine. Son kez beraber uyuruz diye düşündüm." dedi, hıçkırıkları arasından.
Bugün sabahtan beri bizdeydi ve akşamüstü, amcamı arayıp Cansu'nun burada kalması için izin almıştık. Annem, Cansu'nun rahat rahat uyuması için, ona abimin eski odasını ayarlamıştı; fakat Cansu, küçükken her korktuğumuzda yaptığı gibi, benim odama kaçamak yapmıştı. Rahatlık umrunda değildi, tek umursadığı benim varlığıma olan ihtiyacıydı.
"İyi yapmışsın. Seninle uyumayı özledim."
Bu duygusallığa bir son verip ondan bir adım uzaklaştım. Gözyaşlarımı yarın sabaha saklamalıydım. Eğer biraz daha bu ana maruz kalırsam, yarın sabaha şiş gözlerle uyanacaktım.
"Off iyice sümüklü oldun. Hadi gel artık yatalım, yarın sabah erkenden kalkacağız. Annemler muhakkak uyumuşlardır." dedim.
Cansu'nun memnun olmadığına dâir çıkarttığı iniltilere kulak asmadan, yatağıma doğru ilerledim. Yatağa girer girmez, yana doğru kaydım ve Cansu'ya yatması için yer açtım. Lambayı kapatıp o da yatağa yanaştı ve yanımdaki yerini aldı.
"İyi geceler, canım." dedim, gülümsemeye çalışarak.
"İyi geceler kuzen." dedi, zoraki bir gülücük takınarak.
Pencereden yüzümüze vuran ay ışığı, malesef tüm sahte gülüşleri ortaya seriyordu.
Onun ne kadar üzgün olduğunun farkındaydım. Hissettiklerini ben de hissedebiliyordum. Gitmemi istemiyordu, biliyordum. Artık her başı sıkıştığında veya canı sıkıldığında kendini yanımda bulamayacaktı. Ben de ondan ayrılacağım için üzgündüm; fakat bir diğer yanım da abime kavuşacağım için mutluydu. İşte Cansu'nun sorunu da buydu... Onun bu durumda mutlu olabilecek bir yanı yoktu.
Gözlerimi yumup Cansu'ya sımsıkı sarıldım. Düşüncelerimi İzmir'i geride bırakmanın hüznüyle gölgelendirmek yerine, İstanbul ile tanışacak olmanın heyecanıyla taçlandırdım. Abimin sıcak kollarının bedenimi sarışını düşledim. Onu öyle çok özlemiştim ki...
Negatif düşüncelerden arınıp pozitif düşünceleri içimde canlandırdığımda, uykuyla savaşmak yerine tebessüm ederek uykuyu bedenime buyur ettim. Göz kapaklarım kendiliğinden kapandı ve uyku, beni yeni bir başlangıca bir adım daha yaklaştırdı.
***
Yanaklarımda hissettiğim tatlı baskı ile gözlerimi araladım. Karşımda, tüm ihtişamıyla bana gülümseyen annemi gördüğümde, yüzüme sıcak bir tebessüm yerleştirdim.
"Günaydın anne."
Sesim, uyku sersemi olduğumu bariz bir şekilde ortaya seriyordu. Uzunca esnedikten sonra, güçlükle yataktan doğruldum.
"Günaydın meleğim. Hadi kalk, gitmeden bir şeyler atıştır. Cansu'yu da uyandır. Aşağıda bekliyorum sizi." dedi ve gülümseyerek kapıya doğru ilerledi.
Annem, Cansu'yu uyandırmaktan mı söz etmişti? Eminim, ölüyü diriltmek daha kolay olurdu; çünkü kendisinin uyanmak konusunda ciddi bir problemi vardı.
"Cansu!" diyip omzundan dürtmeye başladım. "Hadi kalk, kahvaltı yapacağız."
Ne kadar dürtsem de hiçbir tepki vermiyordu. Dürtme hızımı şiddetlendirsem bile fayda yoktu. Kolunu çimdiklediğim halde kıpırdamıyordu. Tam onu ısırmayı planlarken uyanmasını sağlayacak daha etkili ve acısız bir yol buldum.
"Cansu, ben İstanbul'a gidiyorum. Sen uyumaya devam et madem." diye bağırdım.
Bir anda gözlerini dehşetle araladı ve hızla yataktan doğrulup etrafa bakındı. Gözleri beni bulduğunda korku dolu ve uykulu bakışlarını üstümde gezdirdi. Şu an kesinlikle, hortlak görmüş gibi bir hâli vardı. Saçı başı dağılmış ve göz kalemi akmıştı. Eğer gece, onu böyle görseydim şüphesiz altıma ederdim.
"Pislik! Daha pijamaların üzerinde, gitmiyorsun işte. Niye beni boş yere korkutuyorsun ?" dedi sinirle tıslayarak.
"Ee uyanmak bilmiyorsun, ne yapayım ?"
"Böyle mi uyandırılır bee ? Off!"
"Tamam, özür dilerim. Hadi şimdi kalk hazırlan, kahvaltımızı yapıp havaalanına gideceğiz."
Yüzü daha da düşerken öfleyip püfleyerek yataktan kalktı. Kıyafetlerini, bıraktığı yerden alıp kendini odamdaki banyoya attı. Ben de onun ardından kalkıp bavulumun üzerine bıraktığım kıyafetleri aldım ve üstümdekilerden aceleyle kurtulup beyaz, desensiz yarım kollu badim ile buz mavisi kot şortumu üzerime geçirdim.
Aynaya bakıp kendimi süzdüğümde her zamanki gibiydim. Genellikle böyle günlük ve sportif giyinirdim. Çoğunlukla açık renkler tercihimdi; çünkü gözlerimin mavisini ortaya çıkartıyorlardı.
Saçlarım arasında, parmaklarım tarak görevini görürken nihayet bir şekile sokabilmiştim. Sarı saçlarım, penceremden düşen güneş ışıklarında parıldıyordu. Bir pamuğun üzerine gül suyu damlatıp yüzümde gezdirdim. Ardından makyaj masamın üzerine bıraktığım birkaç makyaj malzemesiyle, yüzüme hafif bir renk kazandırdım. Hazırlığım tamamlandığında, Cansu hâlâ bir gözü kapalı vaziyette tuvaletten çıktı.
"Hazırsan aşağıya inelim." dedi.
Cansu'ya başımı olumlu mânâda sallayark cevap verdim ve aynadaki yansımamı süzmeyi kestim. Bavulumun yanındaki ayakkabı kutusundan, yeni aldığım beyaz spor ayakkabılarımı ayaklarıma geçirdim.
"Hazırım." diye mırıldanıp onunla birlikte odamdan çıktım.
Odama o kadar alışmıştım ki, bir daha bu konforu bulabileceğimden şüpheliydim. Sanki buradaki her şey yok olacaktı ve bütün bunları son kez görüşümdü.
Yavaş adımlarla merdivenlere yöneldiğimizde, mutfaktan gelen mis kokular burnuma dolmuştu. Bu kokuları da eminim çok özleyecektim. Annemin hamaratlığını sergilediği, o mükemmel tatları son kez tadacaktım sanki.
Neden böyle hissediyordum? Sanki üniversiteye değil de, harbe gidiyordum.
Mutfağa girdiğimizde, Cansu direk masadaki yerini aldı. Babam her zamanki gibi baş köşeye oturmuş, gazetesini okuyordu. Annem de ocağın başında ekmekleri kızartıyordu. Annemin yanına gidip yanağına minik bir öpücük kondurdum. Öpücüğüme karşılık gülümsedi. O da bana minik bir öpücük bahşetti.
Yanağımda hissettiğim dudaklarının verdiği keyifle, masanın başına doğru ilerledim ve babamın gazetenin arkasına gizlenmiş yüzüne uzandım. Onun da yanağına minik bir öpücük bıraktım.
"Günaydın baba."
"Günaydın aşkım."
Babamdan da öpücüğümü aldıktan sonra, masadaki yerimi aldım. Her sabah olduğu gibi neşeliydim; fakat bu neşenin yanında içimi burkan bir hüzün vardı. Kısa bir süre sonra, İzmir'e, evime, sevdiklerime veda edecektim. Her ne kadar abime kavuşacak olsam da...
Neden hep bir yanım eksik kalıyordu ki benim ?
***
Bavulumu ve biletimi görevlilere teslim etmiştim ve şu an uçaktaki yerime yerleşmiştim. Üçlü koltuklardan cam kenarı benimdi. Ufacık camdan gökyüzünü görecek olmak için sabırsızlanıyordum; fakat hâlâ gözlerimi gölgelendiren, yaşlardan kurtulamamıştım. Ne yaparsam yapayım kurumak bilmiyordu.
Annemin göz yaşları, Cansu'nun hıçkırıkları ve babamın acıklı bakışları aklımdan hiç çıkmıyordu. Annem bedenimi öyle bir sarmıştı ki, o an hissettiğim sıcaklık tüm hücrelerimi yakıp küle çevirmişti. Babamın alnıma bıraktığı derin öpücük, tenime doğum lekesi gibi kazınmıştı. Onları çok özleyecektim...
"Bu sizin mi hanımefendi ?"
Duyduğum erkeksi sesle gözyaşlarımı elimin tersiyle silip sesin geldiği yöne doğru döndüm. Karşımda yirmili yaşlarında bir adam duruyordu. Mavi gözleri ve yeni çıkmış sakallarıyla yakışıklı görünüyordu.
Elini gözümün önünde sallayarak "Heyy! Bu sizin mi ?" dedi.
Resmen adama bakakalmıştım. Bu durum beni biraz utandırıyordu.
Eliyle işaret ettiği yere baktım. Yanımdaki koltuğa bıraktığım çantamı gösteriyordu. Muhtemelen yanıma oturacaktı.
Ben neden çantamı kucağıma koymak yerine, adamın yerine bıraktıysam sanki? Aklımın başımda olmadığı bir günde olduğum çok belliydi.
"Ahh pardon beyefendi." Çantamı kucağıma aldım. "Buyrun oturun lütfen. Kusuruma bakmayın."
"Önemi yok." diyip yanımdaki yerini aldı. Ardından gövdesini bana doğru çevirdi ve elini bana doğru uzattı.
"Bu arada ben Eren."
Adama boş gözlerle bakmayı kesip elini sıktım. "Ben de Ecrin."
"Memnun oldum." diyip elini elimden nazikçe çekti.
"Ben de Eren Bey."
Biraz fazla mı resmiydim?
"Lütfen, sadece Eren diye hitap et."
"Peki, Eren." dedim.
"Ee merak ettim de, yaşın kaç Ecrin ?"
"18 yaşındayım." dedim.
Her ne kadar on dokuzuncu yal günüme ramak kalmış olsa da...
"Hımm anladım. Daha olgun gösteriyorsun."
"Genelde hep öyle derler." dedim, olgun gözükmeyi umursamadığımı belli eden bakışlarla. "Peki ya sen kaç yaşındasın?"
"24 yaşındayım."
Benden neredeyse 6 yaş büyüktü ve hiç göstermiyordu.
"Sen de daha genç gösteriyorsun." dedim, şaşkınlıkla aralanan ağzımı kapatarak.
"Ciddi misin ? Bunu duymak iyi hissettirdi." Dedi, yüzüne samimi bir gülücük yerleştirerek.
Kolunu yüz hizasında kaldırıp bileğindeki son derece klas saatine bakındı. "Uçak birazdan kalkışa geçer."
Kol çantamın içinden telefonumu çıkartıp şifreyi tuşladım ve telefonumu uçuş moduna aldım. Ardından çantamın içinden kulaklığımı bulup telefonuma taktım.
"Sanırım biraz şarkı dinleyip İstanbul'a iniş yapana kadar uyuyacağım."
Ona neden hesap verme gerekliliği duyduğumu gerçekten bilmiyordum. Tavrımdan ötürü yüzünde sıcak bir tebessüm oluştu. Bu adam sahiden çok sıcak gülümsüyordu. Nedensizce bana iyi bir izlenim vermişti.
"Gece geç yatmış olmalısın." dedi.
Yanıldığını ima edercesine başımı iki yana salladım. "22:30 pek geç sayılmaz bence. Hatta erken bile."
"O zaman erken kalkmış olmalısın." dedi.
"Evet." dedim.
"O zaman sana iyi uykular." dedi.
"Teşekkür ederim."
Telefonumdaki müzik listesinden, en sevdiğim şarkıyı açıp başımı geriye doğru yasladım. Şarkının sözleri eşliğinde gözlerim yavaş yavaş kapanıyordu. Uçakta yapılan anonsları duyar gibiydim; fakat şu an uçağın kalkışta olması bile uykumu dağıtamadı.
***
İzmir'de abimi aradığımda telefonuna ulaşılamıyordu. Bunun yalnızca hatla ilgili bir problem olabileceğini düşünmüştüm; fakat yanılmıştım. Abimin telefonunun şarjı bitmişti ve dün geceden beri şarj etmek aklına gelmemişti. Üstelik beni havaalanından almak için alarm kurmaya bile zahmet etmemişti.
Abimin bu sorumsuzluğu beni deli ediyordu!
Beni havaalanında bir saat bekleterek İstanbul'a ayak bastığım ilk saati berbat bir şekilde geçirmeme sebep olmuştu. Bir saatin sonunda beni başka bir numaradan arayıp telefonunun şarjının bittiğini ve birazdan beni almaya geleceğini söylemişti. Üstelik geceyi kendi evinde değil, arkadaşının evinde geçirdiğini ve arkadaşının evinin, havaalanına uzak olduğunu da eklemişti. Bütün bu bekleyişimi biraz daha uzatmasına müsaade etmeyip buraya gelme girişimini sert bir dille geri çevirmiştim. Derhal taksiye atlayıp yola koyulmuştum.
Karnımdan gelen gurultu sesiyle dikkatimi öfkeden kızışmış zihnimden uzaklaştırdım. Abimin eve yemek malzemesi alıp almadığını sorguladım. Muhtemelen almamıştı; çünkü o yemek yapmakla uğraşacak birisi değildi. Muhtemelen evde makarnadan başka bir şey yoktu. Hatta belki de, makarna bilr yoktu... İlk geldiğim günden dışardan yemek söylemek istemiyordum; çünkü nasıl alışırsam öyle devam ederdim. Rahatlığa bünyemi alıştırmaktan kaçınarak eve gider gitmez yemek yapma kararı aldım. Bunun için de alışveriş yapmam gerekiyordu.
"Beni bırakacağınız adrese, en yakın markette durun lütfen."
Adam dikiz aynasından kısa süreliğine bana baktı ve gülümsedi. "Peki hanımefendi."
Geçtiğimiz yolları seyrederken içimdeki garip heyecan su yüzüne çıkıyordu. Daha önce hiç adımımı dahi atmadığım bu şehir, artık yaşayacağım yer olacaktı. Kim bilir, buralarda ne kadar güzel anılar bırakacaktım. Abimle beraber okula gidip beraber dönecektik. Aynı evi paylaşıp birlikte eğlenecektik... Hayali bile çok güzeldi.
Beni bu şehire geldiğime pişman edebilmeye, hiç kimsenin gücü yetmezdi.
Elimin altında kalan, bölmeye basıp taksinin penceresini sonuna kadar açtım. Eylül ayının ferah rüzgarı yüzümü yalarken gülümsedim. Yüzüme çarpan havanın, her zerresini ciğerlerime hapsettim. Huzurla dolup taşmıştım. Olmak istediğim yerdeydim ve ciğerlerimin aşerdiği havayı soluyordum. Bundan daha güzel ne olabilirdi ki?
Yol kenarlarında çeşitli oyunlar oynayarak, çevreye renk katan çocuklar ve ağaçların etrafında cıvıldayan kuşlar dudaklarımı büküyorlardı. Ellerinde ekmekleri ile sabah yürüyüşü yapan yaşlı çiftler aşklarını etrafa saçarken onlara hayranlıkla baktım.
Yoldan geçerken bu defa, bankta sarılarak oturan iki genç çifte gözüm kaydı. Uzaktan bile, birbirlerine nasıl da aşkla baktıkları apaçık anlaşılıyordu. Taksiyle yanlarından geçip giderken gözden kayboluncaya dek, onları imrenerek seyrettim.
Aşk nasıl bir histi ? Bunu bir gün ben de hissedebilecek miydim ?
Yüzümdeki gülümseme buharlaşırken taksinin penceresini kapattım ve önüme dönüp tırnaklarımla oyalanmaya başladım. Yine aklıma sertifikamı alamama nedenim gelmişti. O saçma bakışı becerememiştim işte.
Aşk ile bakmak nasıldı kim bilir ? Bunu hissetmeyi ve hissettirmeyi ne kadar çok isterdim oysaki...
"Hanımefendi adrese en yakın süpermarket burası. İsterseniz sizi burada bekleyip evinizin önüne kadar bırakırım. Fakat sizin de gidebileceğiniz kadar yakın, emin olabilirsiniz."
Taksicinin sesiyle kendime gelip kol çantamı koluma taktım ve taksimetreden ücrete baktım. Cüzdanımdan paramı çıkartıp adama uzattım.
"Ben kendim gitsem daha iyi olur."
Taksinin kapısını açıp kendimi dışarı attım. Alışverişimi yapıp kendim evin yolunu tutabilirdim. Hem buraları iyice görmüş olurdum. Hem de taksimetre çok yazmış olmazdı. Zaten ben alışverişten hayatta erkenden çıkamazdım.
Benimle birlikte arabadan inen taksici, bagajı açıp bavulumu aşağı indirdi. Adamın elinden bavulumu alıp minnetle gülümsedim.
"Teşekkür ederim."
"Rica ederim. Gösterdiğiniz adrese göre, marketten çıktığınızda karşıdaki apartmanlara doğru dümdüz ilerleyin. Sanırım sizin gideceğiniz ev, ikinci apartmanda..."
Adamın işaret ettiği apartmanlara baktım. Markete yakın sayılırdı ve adamın tarif edişi sayesinde, apartmanı kolayca bulabilirdim.
"Peki, tekrardan teşekkür ederim."
Bavulumu sürerek süpermarketin kapısına doğru ilerlediğimde, adam taksiye atlayıp gitmişti. Otomatik kapı beni görür görmez açıldığında, kendimi bavulumla birlikte içeri attım. Çalışanlar ve müşteriler bana şaşkınca bakarken bunu hiç umursamayarak bavulumu sürerek ilerledim.
Bavulumla etrafta gezinirken sonunda yiyecek reyonunu buldum. Eğilip bir paket bulgur, şehriye ve salçayı kolumun altına sıkıştırdım. Tam ayağa kalkacağım esnada, arkamda bir yerlerden tanıdık gelen bir ses duydum.
"Çeksene şu bavulunu yolun ortasından."
Bu, geçen hafta abimin telefonuna yanıt veren adamın sesiydi. Aynı umursamaz tını, sesinde hakimiyet kurmuştu. Hızla aldıklarımı kucaklayıp ona doğru döndüm.
Sanki bir anlık dalgınlığıma gelmişti de, anayola adım atıp bana çarpmasına ramak kalmış arabanın korna sesine maruz kalmıştım. Şu an yaşadığım şaşkınlık, tam olarak böyle hissettiriyordu. Bakmakta olduğum adam, hiç beklemediğim kadar uzun boylu ve yakışıklıydı.
Giyindiği lacivert, kolsuz ve salaş tişörtü kol kaslarını sergiliyordu. Altındaki daha açık tondaki lacivert kot pantolonu, kaslı bacaklarını hafiften sarıyordu ve onu daha çekici kılıyordu. Boyu ise, reyonları aşıyordu. Bu adam, kesinlikle vücut çalışmış olmalıydı veya sporla uğraşıyordu; çünkü vücudu kesinlikle nefes kesiciydi.
Yüzü şaheser gibiydi. Sanki bir heykeltıraşın en özel eseriydi. Yüzünün her hattı kusursuzluğu simgeliyordu. Kavisli kaşlarının altında gizlenmiş kahverengi gözleri ve onları kuşatan kirpikleri özenle yaratılmıştı. Burnu ve dudakları yüzündeki ciddiyeti az da olsa sevimli kılıyordu. Kesinlikle sakal bir insana bu kadar yakışabilirdi.
"Neyi bekliyorsun? Bavulunun kendi kendine yürüyerek kenara çekilmesini mi?"
Söyledikleriyle, yüzüme sert bir tokat yemişcesine gerçek dünyaya geri döndüm. Ona bakarken aklımdan geçen hayranlığı bir duvarın ardında sakladım. Çok sert ve umursamaz bir edayla bakan gözlerine aynı umarsızlıkla karşılık verdim.
"Duyan da bavulumu yolun ortasında sanar. Orada geçmen için yeterince yer var. Niye bir daha beni uğraştırıyorsun ki ?"
Tüylerimi ürperten sesi, tekrardan kulaklarıma doldu. "Neden kendimi kasacakmışım? Ben rahat rahat geçmek istiyorum belki."
Kesinlikle bu, telefondaki çocuktu. Gıcıklığından belliydi.
"Ben de neden bavulumu kenara çekeyim ? Rahat rahat alışverişimi yapmak istiyorum belki."
Tek kaşını kaldırıp yüzüme 'Öyle mi?' dercesine baktı. Şu an ciddi anlamda çok tehlikeli görünüyordu.
"Sen bilirsin." dedi.
Tam pes ettiğini sanıp içime rahat bir soluk çekecekken bavuluma ayağıyla bir tekme savurup yerle bir etti. Ağzım koca bir "O" şeklini alırken öfkeyle soluyarak yanımdan geçip gidişini seyrettim.
Bir insanın görünüşü bu kadar kusursuzken gıcık ve umursamaz olması gayet normaldi. Adamın defosu karakterinden çıkmıştı demek ki!
"Şu küçücük markette, bir kadına nasıl davranacağını öğrenememiş bir hödüğe nasıl denk geldiysem!"
Arkasından sinirle gürlememe rağmen umursamadan ilerlemeye devam etti ve kısa bir süre sonra gözden kayboldu. Sakinleşmem gerekiyordu. Bir anlığına da olsa, az önce yaşadığım tatsız anıyı unutmam gerekiyordu.
Derin bir nefes alıp kendime geldiğimde, elimde marketten aldıklarımı taşıyıp bavulumu sürerek kasaya doğru ilerledim. Kasaya vardığımda, bavulumu hızla çekiştirip hemen yaşlı teyzenin arkasınada durdum. Buradan bir an önce çıkıp gitmek istiyordum. O adam ile tekrardan karşılaşmak isteyeceğim en son şeydi.
Kasanın önünde duran küçük reyonları farkettiğimde içine koyulmuş çikolatalara hayran hayran baktım. Şu anda resmen zaafım ile sınanıyordum. Daha fazla nefsime söz geçiremeyip bavulumu teyzenin arkasında bırakıp küçük reyonlara doğru yöneldim.
Üç kalıp antep fıstıklı çikolatayla 2 kalıp da bitter aldım. İşte şimdi, içim rahat bir şekilde sırama dönebilirdim. Ciddi anlamda tüm gerginliğim elimdekiler sayesinde uçup gitmişti.
Sırama geri döndüğümde, teyzenin arkasına birisinin geçtiğini fark ettim. Maalesef, bu az önceki adamdı. Arkasından bile tanırdım ben bu adamı... Buram buram dağ kokuyordu, dağ adamı!
Yerime geçmiş olmasına bir tepki vermedim; çünkü sıradan çıktığım için bir nebze de olsa haklıydı. Ayrıca onunla tekrar bir tartışma yaşayamayacak kadar yorgundum. Elimdekileri, onun yumurtaları ve ekmeğinin arkasına koydum. Ardından ellerimin boşalmasını fırsat bilip yanında duran bavulumu aldım. Adam geriye doğru kaçamak bir bakış attı ve yüzünde hoşnutsuz bir ifade oluştu.
Ben sanki ona bayılıyordum.
Aldıklarını kasiyere gösterip ücretini ödedikten sonra sıradan çıktı. Ardından kasiyer benim aldıklarımı da cihaza okutup borcumu söyledi. Kol çantamın içinden cüzdanımı çıkartıp ücreti ödedim ve aldıklarımı poşetleyip bavulumu sürerek süpermarketi terkettim.
Tüm iliklerime işleyen ılık rüzgarı hissettiğimde gülümsedim. Yüzüme her değdiğinde ferahlamış hissediyordum. Taksicinin tarif ettiği gibi dümdüz ilerlemeye başladım. Bu sokaklara alışmam gerekiyordu. Gözlerim etrafı taramaya başladığında, gözüme yine o herif çarptı. Köşede durmuş, ağzına yerleştirdiği sigarayı ateşliyordu. Ardından içine derin bir nefes çekip benimle birlikte ilerlemeye başladı. Hâlâ beni farketmemiş olmalıydı.
İçine çektiği dumanı dışarı üflediğinde, ağzından çıkan duman havada ahenkle dans etmeye başladı. Ardından sigarayı tekrardan ağzına götürüp aralanmış dudaklarının arasına yerleştirdi ve içine derin bir nefes daha çekti.
Birden başını yan tarafa doğru çevirdiğinde gözlerimizin çakışmaması için bakışlarımı önüme çevirdim. Sonra sanki rastgele gözüm ona çarpmış gibi bir hâle büründüm. Bana anlamsız birkaç bakış attıktan sonra önüne döndü ve adımlarını biraz daha hızlandırarak birkaç adım daha önüme geçti. O da benim gibi dümdüz ilerliyordu. Muhtemelen o da karşıdaki apartmanlardan birinde oturuyor olmalıydı.
Uzun ilerleyişten sonra aradığım apartmana varmıştım. O gıcık adam hâlâ önümde ilerliyordu. Anlaşılan tahminim doğru çıkmıştı. Birden ilerlemeyi kesip ikinci apartmanın girişine doğru ilerlediğinde, gözüm ona ve apartmana kaydı. Açelya apartmanı mı? Bir saniye, biz şimdi bu adamla komşu mu olmuştuk?
Ben de mecburen onun ardından apartmanın girişine doğru ilerledim. Apartman kapısının önüne geldiğimde, o da anahtarı ile kapıyı açmıştı. İçeri girdiğinde, ben de onun ardından apartmana girdim. Birden bire arkasını dönüp bana dik dik bakmaya başlamasıyla neye uğradığımı şaşırdım.
"Ne var?" dedim, ters bir ses tonuyla.
Sorum üzerine benimle aynı boya ulaşmak istercesine bana doğru eğildi ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Soluğum sekteye uğradı ve gözlerim korkuyla aralandı. Ne yapıyordu bu çocuk böyle?
"Neden beni takip ediyorsun, küçük? Yoksa bana takık falan mısın? Yalnız ben kadınlardan pek haz almam, boşuna peşimde dolanma. Hadi, şimdi yoluna git."
Yok artık, daha neler! Takıkmışım. Hah! İşim gücüm yok, böyle boş işlerle uğraşayım.
"Ben de bu apartmanda oturuyorum ve seni takip ettiğim falan yok! Ayrıca, ben de hadsizlerden pek haz almıyorum."
Tek kaşımı kaldırıp onu öfkeyle süzdükten sonra, elimi omzuna koyup onu hafifçe ittim ve kendimden uzaklaştırdım. Ardından bavulumu sürerek asansöre doğru ilerledim. Asansörü altıncı kattan zemin kata çağırdığımda cebimden adresi yazdığım kağıdı çıkarttım.
6. Kat, Daire 12
Asansörün geldiğine dair çıkarttığı sesle kağıdı cebime sıkıştırıp kendimi asansörün içine attım. O da benimle birlikte asansöre bindiğinde yan yana duruyorduk; fakat sanki birbirimize kilometrelerce uzaktık.
Asansörün kapıları kapandığında elimi altı rakamının üstüne götürdüm. Tam o anda, ellerimizin çarpışması bir oldu. Elektrik çarpmışçasına elimi hemen geri çektim. O da, benim yerime altı rakamına basmıştı. Bir saniye... Altı mı?
Altı rakamına mı bastı bu adam? Bir de aynı katta mıydık? Anlaşılan her kapıyı açtığımda bu herifi görmemek için, öncesinde gözetleme deliğinden onun orada olup olmadığını kontrol etmek zorunda kalacaktım.
Ben düşüncelerimle boğuşurken çoktan asansörün kapıları açıldı ve onun ardından, ben de kendimi dışarı attım. Yine bana doğru dönüp dik dik baktığında, bakışlarını umursamadan kapıları teker teker süzdüm. On bir ve on iki... Adam on ikinci dairenin kapısını anahtarıyla açtığında, şaşkınlıkla ona bakakaldım.
Muhakkak ben daireyi yanlış hatırlıyorumdur.
Cebimdeki kağıdı çıkartıp adresi dikkatlice okuduğumda, içimde git gide büyüyen şaşkınlıktan ötürü dilim tutulmuştu. Evet, doğru hatırlıyordum. Kağıtta altıncı kat, on ikinci daire yazıyordu.
Peki ya, bu adamda abimin evinin anahtarı ne arıyordu?
-
Uzun bir bölüm oldu sanırım. Ben çok eğlenerek yazdım, umarım sizde beğenirsiniz. Manyak Abim ile bu kitabı birlikte yürüttüğüm için, biraz gecikti galiba, ama en kısa zamanda bölümlere belirli bir gün koyup düzene sokacağım.
Oylamayı es geçmeyin lütfen ve yorum yaparsanız çok mutlu olurum :)
Sizi çok seviyorum ♡♡♡
-Şahsi Instagram Hesabım: aleynafetvac
-MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top