MSOM? -17- ❝Sevgili Rolü❞

Gecikme adına çok özür dilerim! Almanyadan gelen kuzenlerimle ilgilenmekten bir türlü bölüm yazmaya vaktim olmadı. Bölümü sabırla bekleyenler, ne olur beni affedin!

Bu bölümü güzel yorumlarıyla beni havalara uçuran ve eleştirileriyle hatalarımı düzeltmemi sağlayan bir tanecik okuruma ithaf ediyorum. Selen'im bir tanesin sen, seni çok seviyorum ♥

@sleeplessyoung

**Multimedya'da bölümle ilgili bir sahne var!**

-Keyifli Okumalar.

★☆★

17. Bölüm

▪Ecrin Karayel▪

Ağzımdan çıkan her bir kelime benliğime yerleşen korkuyu kuytu kıyılara iterken, kısa bir süreliğine de olsa bedenimde hâkimiyet kuran cesaret, korkusuzluğu ruhuma empoze edip daha da cesaretlenmeme etken oluyordu. Karşımda dikilen yabancının ağzı, işittikleri üzerine bir anlığına şaşkınlıkla aralandı ve bu hareketine karşılık, dudaklarımda müstehzi bir tebessüm peyda oldu. Ardından adam, üzerine çöreklenen şaşkınlığından arınıp aralanan ağzını kapattı ve yüzüne ürkütücü ifadesini takındı. Yüzünü iyice kamufle edebilmek için burun kemerine yerleştirdiği gözlüğünü daha da ileri itti. Oysaki alnındaki dikiş izi ve dudağının sağ kıyısındaki ben ile, onu her halükarda tanıyabilirdim.

"Yoksa sen o piç kurusunun sevgilisi misin?" diye sordu adam, dudaklarına yerleşen sinsi tebessüm ile. "Eğer öyleyse, patronun işine çok yararsın."

"Hayır, bir sevgilim yok ve şu an benim kim olduğumun bir önemi de yok." dedim, yüzümdeki korkusuzluğu koruyarak. "Buraya hiç gelmemeliydin."

"Hadi yaa, yoksa beni öldürecek misin?" dedi, alaycı sırıtışıyla.

"Hayır, seni küçük kız kardeşim ve doktorum gibi öldürmeyeceğim." dedim, boğuk ve kulağa ürkütücü gelen bir sesle.

"Ne demek şimdi bu?" diye sordu adam ve eli hemen beline yerleştirdiği silaha uzandı. "Sen bir katil olduğunu mu imâ ediyorsun?"

"Hayır, ben katil değilim. Kız kardeşim bana deli olduğumu söyledi ve canımı yaktı. Onu bu yüzden balkondan aşağıya attım. O lanet olası tımarhaneden çıkabilmek için ise doktorumu öldürmem gerekiyordu." dedim ve yüzümdeki ürkütücü soğuklukla, başımı hızla iki yana sallamaya başladım. "Ben deli değilim, anlıyor musun? Ben deli değilim..."

Birden bire deli oluvermiştim ve kendime hem bir kız kardeş hem de bir doktor yaratmıştım. Vay canına...

"Pekâlâ," dedi ve elini silahının üzerinden çekip başını aşağı yukarı salladı. "Sen deli değilsin, sen uslu bir kızsın ve birazdan buradan gideceksin. Sonra ise kimseye bir şey anlatmayacaksın, zaten anlatsan bile inanacaklarını zannetmiyorum."

Son sözüyle imâ ettiğine göre, deli olduğuma kanmış olmalıydı.

"Hayır, gidemem. Kara burada kalmak istiyor." dedim, aklıma gelen ikinci bir fikirle.

"Kara mı? O'da kim?" dedi adam, merakla.

"O benim en yakın arkadaşım. Şu an bu odada bizimle birlikte. Onu görmüyor musun?" dedim, sahte bir şaşkınlıkla.

"Bu-Burada mı? Ne saçmalıyorsun sen? Bu odada ikimizden başka kimse yok." dedi adam, telaşlanarak.

Başımı tehlikeli bir yavaşlıkla sola doğru çevirdim. "Sen onu göremiyorsun ama ben görebiliyorum ve duyabiliyorum da... Ayrıca o'da seni görebiliyor."

"Ne yani beni bir hayaletin varlığına inandıracağını mı zannediyorsun?" dedi adam, o alaycı ifadesini tekrardan yüzüne takınarak.

"O bir hayalet değil." dedim ve sesimi kısarak fısıldadım. "O bir üç harfli."

Adamın yüz hatları anında kasılırken, içimdeki tedirginlik git gide daha da azalmıştı. Bu gidişle adamın, Barlas'a ailesinden kalan son fotoğrafı yoketmesine bir şekilde mani olabilirdim. Aklımda kurgulayıp oynadığım bu oyunda, muhakkak bir sonuca varılacaktı. Ya kazanacak ve fotoğrafı sağ salim ele geçirebilecektim, ya da kaybedip hem zarar görecek hem de Barlas için yapmak istediğim iyiliği boşa çıkartacaktım.

O fotoğraf için henüz yeni bir çerçeve dahi alamadan, yok edilmesine müsaade edemezdim!

"Bir dakika." dedim ansızın ve tekrardan sol tarafıma doğru dönüp bir noktaya odaklandım. Kısa bir bekleyişin ardından öfkeli bakışlarımı adama doğrulttum. "Kara, senden hoşlanmadı. Buradan derhal gitmeni istiyor. Çok öfkeli ve her an kıyameti kopartabilir. Senin art niyetli olduğunu hissediyor ve bana zarar vermek istediğini söylüyor."

"Kes artık!" diye gürledi birden. "Bu odada öyle bir varlık yok. Bunların hepsi senin kurmacaların. Aklını kaçırmışsın sen... Delinin tekisin!"

"Sen..." dedim, gözlerimi sonuna kadar açıp dişlerimi sıkarak. "Beni kızdırdın!"

Yüzümde tek bir kas dahi oynamıyordu artık. Tamamen öfkeden gözü dönmüş bir şahsiyete bürünmüştüm. Tedirginlikten kaskatı kesilmiş ayaklarımı harekete geçirdiğimde, adama doğru sert ve kan donduran yavaşlıktaki adımlarımla ilerlemeye başladım. Aramızdaki mesafeyi yavaş yavaş azaltırken, ben her adım attığımda içimdeki korku daha da tetikleniyordu. Bir anda adamın eli beline uzandığında, aramızdaki mesafeyi neredeyse tamamen kapatmıştım ve bu arada da beline uzanan elinin titrediğini gözümden kaçırmamıştım. Onu korkutuğumun düşüncesiyle yüreğime su serpilirken, ansızın alnıma doğru doğrulan silahla nefesimin kesildiğini hissettim.

"Bir adım daha atmaya kalkışırsan eğer, gözünün yaşına bakmam çekerim tetiği."

Söyledikleri üzerine olduğum yerde kaskatı kesilirken, titreyen parmaklıklarının tetiğe sarılışını içimdeki dehşetle seyrettim. Buraya kadar rol kabiliyetimi başarıyla sergilemiştim ve bundan sonrasında kendimi ele verip her şeyi elime yüzüme bulaştıramazdım. Bunca stresi şu anda bulunduğum noktaya gelene dek çekmiştim, bundan sonrasında da bir plan yürütüp bir çıkış yolu bulabilirdim. Aklımın çarkları hiç hız kesmeden harekete geçerken, bir anda aklıma gelen fikir ile içimden sevinç nidaları attım. Fakat dışımdan ise hâlâ ifadesizliğimi koruyordum.

Başımı tekrardan sola doğru çevirdiğimde bir noktaya odaklandım ve bir anda bakışlarımı usulca sağa doğru kaydırdım. En sonunda adamın arkasında bir noktada bakışlarımı sabitlediğimde, yüzümü ciddiyetimi hiç kaybetmeden, korku içinde bir ifadeye bürüdüm ve hiç yüzüne dahi bakmadan fısıldadım.

"Parmağını tetikten çek!" diye bağırdım, sesimdeki ürkütücü tınıyla. "Bana zarar vereceğine emin oldu. Bana inanmıyorsun belki ama yalan söylemiyorum. İstediğin kadar kendini kandırsan da, sana musallat olacaktır."

"Sana inanmıyorum." dedi boğuklaşan sesiyle.

"Sen bilirsin. Ama lütfen arkanı dönme olur mu? Benim bir zamanlar geçirdiğim travmayı, geçirmeni inan ki istemem."

Adamın bedeni anlık bir ürpertiyle titrerken, bakışlarımı elindeki silaha yönelttim. Söylediklerime kanmış olacak ki, parmağı tetiği terketmişti ve silahın gövdesini saran parmakları gevşemişti. Adam başını yere doğru eğdiğinde, usulca başını arkasına doğru çevirmeye çalıştı ve işte o an, planın en can alıcı noktasını gerçekleştirmeme neden oldu.

Boğazımdan kopan çığlıkla odayı inlettiğimde, bir anda karşımdaki adamın bedeninin şiddetle sarsılması ve silahının elinden fırlayıp yerle buluşması bir oldu. Adam çığlığımın sebebini anlamak istercesine, arkasına dönüp baktığım yere bakarken, ben ise hızla yere eğilip silahı iki elimle sıkıca kavramıştım. Adam arkasında hiçbir şey görememenin verdiği şaşkınlıkla bana doğru döndü ve alnına doğrultulmuş silahla karşılaştığında, ağzı gediğine kadar açılmıştı.

"Herkes iyi bir oyuncu olduğumu söyler." dedim, yüzümdeki müstehzi sırıtmayla. "Ve biliyor musun, sayende bugün mükemmel bir deneyim yaşadım."

"S-Sen..." dedi adam, şaşkınlığına şaşkınlık katarak. "Senin amacın ne?!"

"Bunu asıl benim sana sormam gerek." dedim yüz ifademi ciddileştirerek. "Asıl sen Barlas'tan ne istiyorsun?"

"Önce indir o silahı. Güzellikle konuşabiliriz." dedi, sesini sakin tutmaya çalışarak.

"Seninle konuşacağımı hiç zannetmiyorum, piç kurusu." dedim tıslayarak. "Arka cebindeki fotoğrafı ver bana."

"Saçm-"

"Ver dedim sana! Eğer tetiği çekmemi istemiyorsun, dediğimi yap."

Onun beni tehdit ettiği gibi ben de onu tehdit ettiğimde, parmağımı korkusuzca tetiğe yerleştirdim ve elimin, hiç titremiyor oluşuna minnettar kaldım. Adamın yüz hatları büyük bir ihtimalle endişeyle kasıldığında, arka cebine koyduğu fotoğrafı alıp bana doğru uzattı. Silahı sağ elimle sıkıca kavradığımda, sol elimi serbest bırakıp adama doğru uzattım. Adam elinde tuttuğu fotoğrafı avcuma bıraktığında, yüzümdeki zafer gülümsemesiyle fotoğrafı elinden hızla kaptım.

"Şimdi ise, derhal bu evden defol!" diye bağırdım ve elimi tetikten çekmeden kapıyı işaret ettim.

Adam gözlerini üzerimden ayırmadan hızlı adımlarla odanın kapısından çıkarken, ben de silahı ona doğru tutarak peşinden ilerliyordum. Merdiven basamaklarını hızla indiğinde, koşar adımlarla dış kapıya doğru ulaştı ve aralık olan kapıyı açıp dışarı fırladı. Onun evden çıkışının ardından, silahı indirmeden kapının önünde dikildim ve kapıyı hızla kapatıp üstten ve alttan kilitledim.

İçimde kuytu köşeye ittiğim korku şimdi yavaş yavaş filizlenmiş ve kendini ele vermişti. Sanki bir yerlerden başka birileri de çıkıp gelecekmiş gibi hissediyordum. Bu yüzden elimden silahı indirmeye hiç tenezzül etmeden salona geçtim ve ışıkları yakıp kendimi koltuklardan birine bıraktım. Bakışlarım ellerime yöneldiğinde, sağ elimde duran silaha ve sol elimde duran fotoğrafa bakındım. Ardından yukarıda yaşadığım stresi bedenimden atmak istercesine hıçkırıklarımı özgür bıraktım.

Orada o koltukta ne kadar süre ağladığımı bilmiyordum. Sakinleşebilmek için akıttığım her göz yaşında, az önceki güçlü, cesur kadının kırıntılarını aradım ama yoktu. Ben ilk defa bu denli korkusuz hareket edebilmiştim. Tehlike bana bir nefes kadar yakınken dahi, umursamadan bildiğimi okumuştum. Barlas için yapmıştım bunu. Sırf onun üzgün görüntüsünü olanaksız sağlayabilmek için. Ufacık bir fotoğraf için, alnıma silah dayatmıştım ve aynı şekilde ben de aynısını yapmıştım. Evet, dışarıdan gören bir kişi kesinlikle çıldırmış olduğumu düşünürdü. Fakat o ufacık fotoğrafın Barlas için kocaman bir değeri olduğunu bilmiyorlardı. O fotoğrafın yok oluşu, Barlas için büyük bir hüsran olurdu ve ben onun üzülmesine katlanamazdım.

Onun üzülmemesi için resmen canımı tehlikeye atmıştım. Ama nedense yaşadığım bütün strese değmişti.

Bir anda dış kapıdan gelen kilit sesiyle olduğum yerden sıçradım. Hızla ayağa kalkıp fotoğrafı pantolonumun arka cebine koydum ve silahı tekrardan iki elimle kavrayıp gözlerimi sımsıkı yumdum ve korkuyla bekledim. O adam bir şekilde evin anahtarını bulmuş olabilirdi. Ya da şu an kilidi söküyor da olabilirdi. Sonuçta mafya tipli bir adamdı. Acaba kaçmalı mıydım? Ama nasıl? Rasgele bir yerine ateş edip onu etkisiz hâle de getirebilirdim aslında ve böylece polisi çağırıp şikayetçi olabilirdim.

Of resmen saçmalıyordum, ben asla kimseye zarar veremezdim ki...

Bir anda açılan kapıyla ayak sesleri salona doğru yaklaşmaya başladı. Gözlerimi hemencecik araladığımda, elimdeki silahı salonun kapısına karşı doğrulttum. Bir anda karşımda dikilen tanıdık cüsse ile, neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Ellerini bana doğru kaldırmıştı ve 'Sakin ol, benden sana zarar gelmez' dercesine yüzüme bakıyordu. Elim hızla sağ yanıma düştüğünde, silahta gevşeyen parmaklarımın arasından kayıp yerle buluştu.

"B-Barlas... g-geldin."

Barlas yüzündeki endişeli ifadeyle bana doğru ilerlemeye başladığında, bir an için, yüreğime yerleşen korku yerini tuhaf bir heyecana bıraktı. Barlas'ın o başımı döndüren kokusu burnumun direğini sızlatırken, içimi kavuran sıcaklığını git gide daha da hissediyordum, aramızdaki mesafeye rağmen. Barlas aramıza giren mesafeyi tamamen yok ettiğinde, ansızın bedenimi saran kollarıyla nefesimin kesildiğini hissettim. Beni kollarımın üzerinden öyle sıkı sarmıştı ki, bir an için tenine her bir zerrem ile işlemeyi diledim.

"Özür dilerim Ecrin," diye fısıldadı, hüsran dolu sesiyle. "Mesajını alır almaz yola çıktım. Elimden geleni yapmama rağmen, zamanında yetişemedim. Aptal kafam, bir anlık öfkeyle karar vermemeliydim, seni yalnız başına eve göndermemeliydim... Allah kahretsin! Çok özür dilerim."

Beni saran kaslı kollarının arasında kendimi huzurun merkezinde hissederken, başımı göğsüne yaslayıp göz yaşlarımı tutmaya bir son verip elmacık kemiklerimden süzülmelerine müsaade ettim. Omuzlarımı sarsan hıçkırıklarım gittikçe şiddetini arttırırken, Barlas'ın kasılan bedenimi gevşetmek istercesine eliyle sırtımı okşamasıyla, kalbimde taşıdığım yükün biraz olsun hafiflediğini hissettim. Nihayet hıçkırıklarıma bir son verdiğimde, aklıma gelen ilk kelimeleri dile getirdim.

"Gitme... Ne olur bir daha asla gitme!"

"Ben bir yere gitmiyorum Ecrin. Bundan sonra, bir daha seni yalnız bırakmayacağım."

Söyledikleriyle yüzümde minik bir tebessüm oluştu ve başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Söz ver."

"Söz."

Ağzından çıkan kısacık bir kelime dahi, bedenime hâkim olan negatif enerjiyi bir anda artıya çevirmişti. Dudaklarım daha yükseklere tırmanmak istercesine, daha fazla kıvrıldı ve yüzüme yerleşen tebessüm daha da genişledi. Kollarımın üzerinden beni sımsıkı saran kollardan, kolumu kıpırdatamıyordum ve bu yüzden ona teşekkür etmek istercesine sarılamıyordum da. Bunu bir bahane olarak görüp parmaklarımın üzerinde yükseldim ve ilk defa yanağına minik bir öpücük kondurdum. Yanaklarındaki sakalların dudağıma batması, nedense beni hiç rahatsız etmemişti. Tam aksine, hoşuma dahi gitmişti.

Ona bahşettiğim bu minik öpücüğün ardından, Barlas gözlerini şaşkınlıkla aralayıp yüzüme baktı. Afallamış gibi görünüyordu. Onun bu sevimli görüntüsüne karşılık ister istemez kıkırdarken, Barlas'ın bedenime sarılı kolları yavaş yavaş gevşemeye başlamıştı. Sanırım şu anki yakınlaşmamız onun için fazlasıyla münasebetsizdi. Bedenini bedenimden olabildiğince uzaklaştırdığında, canımdan can eksilmiş gibi hissettim. Fakat ardından yüzümün iki yanını kavrayan eller ile, bu eksiklik bir nebze olsun giderilmişti.

"Bir şeyin yok değil mi?" diye sordu, endişeli gözlerle yüzümü incelerken.

"İyiyim, hiçbir şeyim yok."

"Peki ya o silah neydi? Hani bana doğrulttuğun..."

"Eve giren adamın silahıydı o. Onu paniklettim ve elinden silahını düşürmesini sağladım."

Bir anda gözlerinde dehşet dolu bir ifade belirdi. "O orospu çocuğu, sana silah mı doğrulttu?"

"Şey," dedim, bir müddet ne söylemem gerektiğine karar vermek için kendime zaman tanırken. "E-Evet... Yani kısmen. Zaten hemen ardından silah benim elime geçti."

"Olsun ama sana silah doğrulttu!" diye bağırdı birden ve bedenimin kasılmasına neden oldu. "O şerefsizi bir elime geçirirsem gözünün yaşına bakmayacağım ulan!"

"Benim hiçbir şeyim yok Barlas," dedim sakin kalmaya çalışarak. "Sadece çok korktum. Bir anlık deli cesaretiyle, yalnız başıma o adamla yüzleştim çünkü."

Gözlerini sımsıkı yumup içine derin bir nefes çekti. "Bunu neden yaptın? Sen kafayı mı yedin, ya sana bir şey yapsaydı!"

"Senin için yaptım." dedim gözlerinin derinlerine perçinlenirken. "Eğer ona engel olmasaydım, o fotoğrafı yok edecekti."

"Ne fotoğrafından söz ediyorsun sen?" diye sordu şaşkınlıkla. "Hırsız fotoğrafı ne yapsın, bu çok saçma."

"Eve giren adam hırsız değildi. Sözünü ettiğim fotoğraf ise, sana ailenden kalan son fotoğraftı." dediğimde gözlerinde beliren dehşete düşmüş ifade tüylerimi ürpertmişti. "Senin canını yakmak istiyordu muhtemelen ve telefon görüşmesiyle bir adam tarafından yönlendiriliyordu. Herhangi bir yüzükten söz ediyorlardı. Ardından adam, karşı hattaki adama 'Fotoğrafı yakayım mı, yoksa parçalayayım mı?' gibi bir soru sordu. O fotoğraf, sana ailenden kalan son fotoğraf olduğu için, sende ki yeri bambaşkaydı ve onu yok etseydiler, çok üzülürdün. Ben de fotoğraf için elimden geleni yaptım. Ve tabii ki... senin için."

Yanaklarımı saran parmakları yüzümden aşağı usulca kayıp giderken, iki yanına düşüvermişti. Gözlerime mıhlanmış gözlerini yaşlar kuşatırken, konuşmak için her ağzını aralayışında dudakları tekrardan birbirine mühürleniyordu. Elim arka cebime uzandığında, cebimden kenarları yanık fotoğrafı çıkarttım ve usulca Barlas'a doğru uzattım. Barlas'ın yaşlı gözleri elimdeki fotoğrafa kaydığında, göz pınarlarına istila etmiş göz yaşlarından sadece bir tanesi özgürlüğünü ilân edip elmacık kemiklerinden aşağı süzüldü ve yüzünü terkedip parkeyle buluştu.

Yumruklarını sıkmaktan bembeyaz kesilmiş parmak boğumlarına işkence etmeye bir son verip yumruklarını serbest bıraktı ve yavaşça titreyen ellerini bana doğru uzattı. Parmaklıklarımın arasında tuttuğum fotoğrafı hemencecik ellerinin arasına aldı. Fotoğrafı kısa bir süreliğine inceledikten sonra, alt dudağını dişlerinin arasına alıp titreyen çenesini zaptetmeye çalıştı. Fotoğrafı yüz hizasına getirdiğinde, tahminimce annesiyle babasının olduğu kareye dudaklarını değdirdi ve ardından, kalbimi ısıtan bir şefkatle, fotoğrafı göğsünün üzerine bastırdı. Bakışlarını üzerime diktiğinde, karanlık gözlerini nemlendiren göz yaşları tekrardan gözlerini terketti. Fakat bu defa dudaklarında, anlam veremediğim bir tebessüm vardı.

"Teşekkür ederim, Ecrin." dedi boğuk ve titrek çıkan sesiyle. "Bu yaptığının anlamı, ben de çok büyük."

"Kendini mahçup hissetme sakın." dedim ve yüzüme sahte de olsa, sinsice bir tebessüm yerleştirdim. "Bunun karşılığı olarak bu evden asla gidemeyeceksin. Geceleri ise beni evde yalnız bırakamayacaksın. Bu bir emirdir."

Onu güldürebileceğimi sanırken, yüzüne ciddi bir ifade takınması beni şaşkınlığa uğratmıştı. "Bundan sonra seni asla yalnız bırakmayacağım Ecrin. Bundan sonra seni korumakla yükümlüyüm."

"Beni korumak mı? Bu da ne demek şimdi?"

"O adam seni gördü. Muhakkak kendisini yönlendiren o ite haber uçuracaktır. Senin yüzük hakkında bir şeyler bilme ihtimaline kapılıp etrafında dolanabilirler."

"Yüzük mü? Ben hiçbir şey bilmiyorum ki..."

"Ama onlar bilmediğini bilmiyorlar. Yüzüğü ele geçirebilmek için, ellerinden geleni ardına koymaz o şerefsizler. Yüzüğün yerini öğrenebilmek için her imkânı deniyorlar ve senin bilme ihtimalini değerlendirebilirler."

"Belki de, beni kaçırıp yüzüğü getirmezsen eğer beni öldüreceklerini falan söylemeye kalkışırlarsa? Eyvah!"

"Bunu yapabilmeleri için, sana karşı bir zaafım olması gerek. Yani, boşu boşuna aklından senaryolar yaratma."

Beni umursamadığını bu kadar yüzüme vurmasan keşke!

"Anladım. Peki ya, o yüzük kime ait ve neden onu istiyorlar."

"Kime ait olduğunu bilmiyorum. Sadece bir adama ait olduğunu biliyorum ve bu adamın bir mafya olduğunu da. Zaten o adamları başıma saran it, o yüzüğün sahibi. Yüzüğü neden istediklerini ise öğrenmemen daha iyi. Çünkü kabuslarıma konu olan o gerçekler, senin kaldıramayacağın kadar ağır."

"Barlas lütfen, öğrenmek istiyorum..." dedim yalvarırcasına bir edayla. "Artık ben de bu olayın bir parçası sayılırım. Ne olur beni merak içinde bırakma!"

"Asıl öğrendiğin an, bu olayın bir parçası olacaksın." dedi ürkmeme sebep olan bir ses tonuyla. "Benim geçmişim o kadar karanlık ki, o karanlığa bir kere şahit olursan bir daha aydınlığa ulaşamazsın, Ecrin. Ben pimi çekilmiş bir bomba gibiyim, benimle olduğun her an tehlikedesin aslında. En başından buraya taşınmaman gerekliydi. Ama artık gitsen de bir şey fark etmeyecek. Maalesef, benden tamamen kurtulabilmek için geç kaldın küçük."

Haklıydı, geç kalmıştım. O yüzüğün sahibi her kimse, artık nereye gitsem izimi bulurdu. Fakat her ihtimale rağmen korkmuyordum. Barlas beni korurdu.

"Senden kurtulmak istediğimi kim söyledi Barlas? Asıl sen artık benden kurtulamayacaksın, maalesef!"

"Bir fotoğraf uğruna ikimizi de yaktın."

"Öyle oldu biraz. Ama değdi."

"Nasıl yani?"

"İlk defa senin için fedakarlık yaptım ve ilk defa bana teşekkür etmeni sağladım. Ayrıca mutluluktan ağladın bile. İnan, yaşadığım korkunun her saniyesine değdi."

"Peki ya, bundan sonra yaşayacağın tedirginliğe değecek mi?"

"Tedirginlik yaşamayacağım Barlas. O adamın kafasına silah doğrultup bu evden kaçırmış bir kızım ben. Beni düşündüğün kadar hafife alamazlar. Zaten bana karşı bir zaafın yok ve olmayacakta. Bu yüzden endişelenmeme gerek yok. En fazla ağzımdan laf alabilmek için çabalarlar, alamayınca da bırakırlar."

"Haklısın. Olaya bu denli cesurca bakman, cidden takdire şayan."

"O zaman, bu konuyu artık kapatabilir miyiz?" dedim bıkkınlıkla.

Madem hiçbir şey anlatmayacaktı, neden konuyu değiştirmek yerine, içimi bayıyordu ki?

"Pekâlâ, son bir şey," dedi derin bir nefes alarak. "Bu olaydan kimsenin haberi olmayacak, tamam mı? Aramızda kalacak ve Erkin dahi bilmeyecek."

"Abimin, geçmişin hakkında her şeyi bildiğini zannediyordum."

"Evet, biliyor zaten. Sadece bugün yaşananları öğrenip her gün içi içini kemirsin istemiyorum. Erkin de dahil, kimse bilmesin, olur mu?"

"Tamam, ama bir şartla." dedim, aklıma girmeye çalışan şeytana uyarak.

"Neymiş o şart?" dedi, tek kaşını kaldırarak.

"Yüzüğü neden ele geçirmeye çalıştıklarını söyle. Sadece bunu bilmek istiyorum, geçmişte neler yaşandığını değil."

Derin bir iç çekişinin ardından gözlerini devirdi. "Bu kadar merak, bünyene fazla değil mi senin?"

"Lafı dolandırma da söyle işte. Küçükte olsa bir şeyler bilsem ne olur?"

"Söylersem yakamdan düşecek misin?"

"Evet, evet! Yemin ederim ki başka soru yok..."

"O yüzüğü ele geçirmeye çalışıyorlar, çünkü o yüzük bir cinayet delili."

Söylediği cümle ile gözlerim dehşetle aralanırken, kalp hızımın doruklarda gezindiğine kalıbımı basabilirdim. Bu olay sahiden ciddi derecede tehlike kokuyordu ve bu olayın içine karışmanın hayali dahi kasılmama neden oluyordu. Şu an dile gelmek için sabırsızlanan tonlarca sözcük vardı ama hiçbiri dudaklarımın arasından sıyrılamıyordu. Oysaki, Barlas bu olayın nedenini söylediğinde merakımın azalacağını zannetmiştim. Fakat şimdi nedenini öğrenmek, beni tonlarca büyük bir korku ve merakın altında eziyordu.

"B-Ben... Uyusam iyi olacak." dedim ve hızla arkamı dönüp merdivenlere yürüdüm.

Bu olanların üstesinden gelebilmek için, uyumalıydım ve uzun bir süre uyanmamalı...

***

"Kerem, bence sadede gel artık. Çünkü biraz sonra evden çıkmam gerekiyor."

Âdeta yalvarırcasına kelimeleri bir araya getirirken, Kerem ise o saçma sırıtışıyla yüzüme bakmaya devam ediyordu. Sözde bana bir şey söylemek için buraya gelmişti ama o söyleyeceği şey hariç her konudan konuşmuştu.

Sabah okula gitmeden önce, abimin verdiği tatlı haberden ötürü vakit bir türlü geçmez olmuştu. Abim iki gün önce -yani doğum günümde- beni tiyatro kursuna yazdırmıştı ve ben bu sabah haberdar olmuştum. Bana kurs yerinin adresini yazmıştı ve bugün dersim erken biteceği için, okul çıkışı kurs yerine gitmemi söylemişti. Ben ise daha güzel bir şeyler giyinmek ve bir şeyler atıştırmak için eve uğramıştım. Tam hazırlanmış, karnımı doyurmuş, Pasaklı'nın mamasını hazırlamış evden çıkacakken, Kerem'in bana bir şey söylemek için bize geleceği tutmuştu.

"Ya yavruş, ben şey diyecektim... Hani ben tam hormonlarımın dıptıs dıptıs olduğu çağdayım ya," dedi ve gözlerini sıkıca yumdu. "Ya hani ergenlikte şipşak şey yapıyor insan... Yani şey, karşı cinsten hoşlaşıyor..."

"Evet Kerem, bunun konumuz ile ne alâkası var acaba?"

"Ya anlasana kızım, ben senden çok hoşlaşıyorum. Çıksak mı ki?" dedi, bir anda.

Yok artık! Şaka mı bu?

"K-Kerem sen ciddi misin?"

"Oyy hemen de sahiplenirmiş sevgilisini. Tabii ki ciddiyim bebişim, yani evlenebiliriz de..."

Allah'ım neden ben, neden?

"Kerem ben o anlamda demedim, 'Sen benden hoşlandığına emin misin?' demeye getirdim."

"Tabii ki eminim aşkım. Yani çıkmamız için hiçbir engel yok. Biliyorum, sen de benim için yanıp tutuşuyorsun, hiç boşuna nazlanma."

Bir engel uydur Ecrin, bir şeyler bul...

"Yok valla Kerem, sen benim kardeşim gibisin. Ben sana karşı, düşündüğün gibi hisler besleyemem. Üzgünüm..." dedim yapmacık bir üzüntüyle.

"Ya sanki aynı yerden çıktıkta, kardeş oluyorum! Eğer yaşı sorun ediyorsan da, sadece iki yaş büyüksün benden yaa! Ne olacak kızım iki yaştan? Ya yemin ederim ki beni yatakta görsen, yirmi yaşından büyük zannedersin." dedi, seksi olduğunu zannettiği bakışlarının arasından.

Ya sabır!

"Kerem, ben başkasına aşığım amaa..." dedim, öfkemi dizginleyerek.

"Ya olsun, platonik takılmak yakışmaz sana. Gel ben sana aşkın kralını yaşatayım."

Ağlamak istiyorum... Çıldıracağım yaa!

"Platonik değilim ki ben. Aşık olduğum adam, aynı zamanda sevgilim de."

Birazcık yalandan ne zarar gelir ki?

"Ne? Ne dedin sen? Ben senin hayalinle her gece elime yüklenirken, sen kendine sevgili mi yaptın Ecrin? Ayıp ettin bee gülüm, çok ayıp ettin şu an yani!" dedi, ağlamaklı ifadesiyle.

"Ne yapayım Kerem, çok aşık oldum... Senin adına üzgünüm."

"Kim o şanslı şerro, söyle bana? Benden hızlı nasıl davranabilmiş ya, onun var ya ben... anasını ağlatırım ben! Hem, benim gibi yakışıklı olamaz ki. Değil de bana, ne olur?"

"Kerem, o kişi şey... Yani hani... Yok yaa, sen tanımazsın. Boş ver kim olduğunu. Ayrıca... Çok yakışıklıdır kendisi."

"Adını ver bari, kızım. Bak birde yakışıklı, belki adı benim adım kadar çekici değildir. En azından bununla sevindirik olayım."

Bir isim uydur Ecrin, bir isim uydur...

"Aşkım."

Bir anda Barlas'ın kaslı bedeni salon kapısının önünde belirdiğinde, direkt olarak bakışlarımı üzerine diktim. Az önceki kelimeyi dile getirenin o olup olmadığı konusunda, gaipten sesler duyduğumu düşünüyordum. Zaten Kerem sağ olsun, beni öyle bir zıvanadan çıkartmıştı ki, salonda oturmama rağmen, Barlas'ın geldiğini dahi işitememiştim. Bir anda Barlas'ın salona adımını atar atmaz gülümseyerek bana doğru ilerlemesiyle, hemencecik düşüncelerimden kurtuldum. Barlas birden salonda Kerem'i farkettiğinde, ağzında birkaç küfür geveleyip olduğu yerde kalakaldı.

"Senin ne işin var lan burada?" dedi, sertleşen ses tonuyla.

"Barlas abi, selam. Bizde tam, yengemle senden konuşuyorduk. Ecrin yengeciğim, gerçekten boku yedim galiba." dedi Kerem, resmen oturduğu yerde kıvranarak.

"Nasıl lan, hani kimseye sevgili olduğumuzdan söz etmeyecektik Ecrin? Hemen bu lavuğa mı yetiştirdin ulan?" dedi, sinirli ifadesini sürdürerek.

Ciddi ciddi, şu an Barlas benimle sevgili rolü yapıyordu!

"Ya aşkım aslında biz sevgilimden söz ediyorduk ama ben sevgilimin sen olduğunu söylememiştim. Sen birden 'Aşkım' diyerek içeri girdiğinde, Kerem sevgilimin sen olduğunu anladı."

"Hımm, şimdi anladım. Peki o zaman, artık bu lavuk evine bir gitse de, odama geçsek diyorum bebeğim..." dedi, yarım ağız gülümseyerek.

"Yuh, ben gidince siz... Ya ama olan var olmayan var Barlas abi. Birde şimdi işin ucunda günahta var. Zina yani, zina... Yapmayın bence!"

"Sana ne lan, mikroskobik yaratık. Bak lan sen işine! Günlük rutinimizi, senin bir lafınla mı yapmaktan vazgeçeceğiz sanıyorsun. Hadi koçum, ufaktan uza sen."

"Günlük rutin mi? Ne yani siz her Allah'ın günü sevişiyor musunuz?" diye sordu Kerem, şaşkınlıkla.

"Tabii ufaklık, ne sandın. Yeni nesil sevişme nesli oldu artık. 7-24 sevişiyoruz biz. Değil mi, aşkım?"

Ben şok olmuş bir şekilde Barlas'a bakarken, o'da beni dehşete düşüren sözlerini noktaladı ve kolumdan tutup beni koltuktan kaldırdı. Ardından beni yanına doğru çekip kolunu omzuma doladı ve ben sahte sırıtışımı sergilerken, Barlas dudaklarını yanağıma bastırdı ve nefesimin kesilmesine neden oldu. O an âdeta, kalbim göğüs kafesimi delip odanın ortasına fırlayacaktı sanki. Barlas için bu ufak oyunun pek bir anlamı yoktu belki ama benim için çok şey ifade ediyordu artık. Çünkü beni ilk defa yanağımdan öpmüştü. Dünkü öpücüğün karşılığını vermek istercesine...

"Sana diyorum bebeğim, az önce sorduğum soruyu yanıtlasan artık? Biz diyorum, sevişiyoruz değil mi diyorum?" dedi Barlas, dişlerinin arasından ve koluma hafif bir çimdik attı.

"Ah!" dedim, bir anlık boşluğuma gelerek. "Evet, tabii ki. Yani, niye sevişmeyelim ki? Bütün sevgililer sevişiyor artık. Kimsede ar haya kalmamış ki. Bizim onlardan ne eksiğimiz var. Sorman hata, bir tanem!"

Rol icabı söylediklerimin ardından âdeta pancara dönerken, hem bana söylettirdiklerinin hem de az önceki çimdiğin intikamını almak için, dirseğimi Barlas'ın karın boşluğuna geçirdim ve olduğu yerde iki büklüm olmasına neden oldum. Yüzündeki acı dolu ifadeyi silip tekrardan hiçbir şey olmamış gibi gülerken, omzuma sardığı kolundaki kasların taş gibi olduğunu hissettim. Bu sinirlendiğine işaretti.

"Neyse sevgilim, biz en iyisi bu konuyu kapatalım. Seni çok özledim, bir an önce şu iti göndermemiz gerek. Hadi ulan gitsene, sen burada mısın hâlâ!"

"Tamam abi, Kero kaçar. Mutluluklar dilerim size... Öpüyorum sizi, hoşça kalın..."

"Bence de kaç, Baro çakacak sana yoksa. Ayrıca öpüyorum sizi falan ne öyle, kadınımı öptürtmem lan sana! Uzak duracaksın sevgilimden, duydun mu beni? Ayrıca bu ilişkiden birisine bahsettiğini işitirsem, dalağını deşerim!"

Bana KADINIM demişti!

"T-Tamam abiciğim. Sözünden çıkmam, hiç şüphen olmasın. İyi günler, iyi eğlenceler size. Hürmetler."

Neredeyse önümüzde eğilmediği kalmıştı resmen.

Kerem alelacele salondan çıkarken, koridorda âdeta depar atarak dış kapıya ulaştı ve hızla kapıyı çarpıp gitti. Benim ise, kapı sesini duyar duymaz, istemsizce kahkahalara boğulmam bir olmuştu. Kahkahalarımın ardı arkası kesilmezken, Kerem'in yüz ifadesini aklıma getirerek, daha bir hayli işin içinden çıkamaz hâle geliyordum. Bir müddet sonra sakinleşebildiğimde, başımı Barlas'ın olduğu yana doğru çevirdim ve gözlerimizin birbirini bulmasına sebep oldum. En başından beri gözleri üzerimdeydi. Muhakkak gülüşümü seyrediyor olmalıydı ve dudaklarında minik bir tebessüm vardı. Fakat göz göze geldiğimiz an, yüzündeki o minik tebessüm sonsuz bir uçurumdan aşağıya yuvarlanmıştı.

"Komik olan ne? Senin için düştüğüm aşağılık duruma mı gülüyorsun şimdi de?" dedi, birden öfkeyle dolan sesiyle.

Dengesizliğinden gına gelmişti artık.

"Komik olan, Kerem'in korkaklığıydı. Ayrıca ben mi dedim sana gel benimle sevgili rolü yap diye? Hayır, madem öyle bir rol yapacaksın, niye azgın bir çiftmişiz gibi gösteriyorsun ki bizi?!" dedim ben de, sinirle çıkışarak.

"Nereden bileyim kızım ben? Sanki çok sevgilim oldu da... Çevremde tanıdığım bütün sevgililer düzenli öyle. Ben de gerçekçi olsun diye öyle bir yalan uydurdum işte! Alt tarafı rol, uzatma artık!" dedi, biraz olsun öfkesini dizginleyerek.

"Rol olduğunun ben farkındayım; fakat Kerem değil. Ya gidip arkadaşlarına bizden bahsederse ve adımı arsız bir kız olarak çıkartırsa ne olacak?!" dedim, sinirle iç geçirerek.

"Eğer senin hakkında tek bir kelime edecek olursa, bir daha konuşabilecek bir dili olamaz, merak etme. Ben sadece senin için bir şeyler yapabilmek istemiştim. Ama yine her şeyi elime yüzüme bulaştırdım. Kahretsin!" dedi ve elini saçlarının arasından geçirdi.

"Neden, benim için bir şeyler yapmak istedin ki?" diye sordum, az önceki hâlime kıyasla fazlasıyla sakin bir vaziyette.

"Eve gelir gelmez, Kerem'le konuşmanıza kulak misafiri oldum ve ses tonundan ötürü, bir yardım eline ihtiyacın olduğunu farkettim. O ergeni başından atabilmen için, sana ufak bir yardımda bulunmak istedim. Dün yaptığın fedakarlığı, bir nebze olsun böyle ödemeye çalıştım." dedi, sesini ifadesiz tutmaya çalışarak.

"Dün yaptığım fedakarlığın, ödenmesi gereken bir bedeli yok Barlas. Bu iyiliği, bedel ödemek için değil, tamamıyla yardım etmek amaçlı yaptığını var sayıyorum. Bu yüzden teşekkür ederim." dedim, ciddiyetimi hiç bozmadan.

"Nasıl var sayıyorsan, say. Boş hayallere kapılma da... Neyse, ben çantamı almak için gelmiştim, şimdi ise gitmem gerek. Akşam görüşürüz, dikkatli ol." dedi ve arkasını dönüp kapıya doğru ilerledi.

Elinde tuttuğu çanta çalışma çantasına benziyordu. Acaba nereye gidiyordu?

O kapıyı kapatır kapatmaz, kendimi onunla ilgili düşüncelerimin yarattığı girdaptan kurtarıp başımı iki yana salladım. Zaten dün geceden beri Barlas'ın geçmişini düşünmekten, neredeyse beynim yanmıştı. Ortada bir cinayetin olduğunu bildiğim için, aklımda öldürmediğim adam kalmamıştı ve ne olursa olsun bir sonuca varamamıştım. Hah birde gece duyduğum her tıkırtıda, yastığımın altına koyduğum bıçağa uzanışımın nedeni de, hayalimdeki mafyaların beni kaçırmaya çalışacaklarıydı.

Anlaşılan o ki, bütün gece aklımdan yarattığım senaryolardan uyumaya fırsat bulamamıştım.

Artık kendime gelme vaktim geldi, diye geçirdim içimden ve aklımdaki senaryoları evin bir köşesine bırakıp kapıya doğru ilerledim. Barlas'ın kapattığı kapıyı tekrardan açtığımda, hemen kendimi dışarıya atıp kapıyı anahtarla üstten ve alttan iyice kilitledim. Zaten bütün pencereleri de kapatmıştım. Yani, yabancı birinin eve girmesi neredeyse olanaksızdı.

Asansöre doğru ilerlerken, gözlerim durmaksızın etrafta geziniyordu. Her ne kadar kendimi boş yere telaşlandırmak istemesem de, ister istemez kendimi telaşla etrafa bakınırken buluyordum.

Allah'ım, sen aklıma mukayyet ol!

***

Taksiye binip kurs yerine vardığımda, ihtişamlı bir binayla karşılaşmak heyecanımı daha da arttırmıştı. Binanın içine girdiğimde ise, beni kahverengi saçlı, mavi gözlü, tatlı dilli bir kız karşılamıştı ve ayak üstü tanışmıştık. Adının Lale olduğunu ve 18 yaşında olduğunu biliyordum sadece. Lale adının Cem olduğunu öğrendiğim hocanın odasına getirmişti beni. Bana, Cem hocanın çok sıcak kanlı ve esprili bir adam olduğundan söz etmişti ve bu yüzden içimdeki karamsarlığı biraz olsun dizginlemiştim.

İlk kurs deneyimimi sertifika alamadan sonlandırmış olmam, Cem hocanın benim hakkımdaki görüşünü muhakkak aşağıya çekerdi.

"İyi şanslar Ecrin." dedi Lale ve el sallayarak merdivenlere yöneldi.

Artık Cem hocayla yüzleşmenin zamanı gelip çatmıştı bile. Bunun farkındaydım ve derin derin soluklanmaktan neredeyse bitap düşecektim. Bir an önce kapıyı tıklatıp içeriye girmeliydim ve görüşmemizden olumlu veya olumsuz bir sonuç alıp eve dönmeliydim. Nihayet cesaretimi toplayıp kapıyı tıklattığımda, karşılaştığım hayat dolu ses ile biraz olsun ferahladım.

"Gelebilirsin." dedi adam kapının ardından.

Kapıyı hafifçe aralayıp nazikçe içeriye süzüldüğümde, adam bakışlarını masasının üzerindeki kağıtlardan kaldırıp bana doğru çevirdi ve beni gördüğünde, misafirperver olduğunu bariz şekilde belli eden bir tebessüm yerleştirdi dudaklarına. Karşımda duran adam tahminimce 45-50 yaş aralığındaydı. Kır saçları özenle geriye doğru taranmıştı ve giyindiği beyaz gömlek ile kot pantolonu onu olduğundan genç gösteriyordu. Fakat ne kadar genç gözükürse gözüksün, yüzündeki karışıklıklar yaşını aldığını ifşa ediyordu. Nedense adamın ela gözlerindeki enerji, kaç yaşına gelirse gelsin dinmeyecek gibiydi.

"Sen, Ecrin olmalısın." dedi Cem hoca ve yerinden kalkıp elini bana doğru uzattı.

"Evet, nereden anladınız?" dedim şaşkınca ve ona doğru iyice yaklaşıp elini sıktım.

"Abine çok benziyorsun ve Erkin yetenekli olduğun kadar güzel olduğundan da söz etmişti." dedi ve yanaklarımın al al olmasına neden oldu.

"Teşekkür ederim." dedim, utangaç bir tebessümle. "Kesin kaydolmam için, bugün geldim buraya. Sizinle tanışabildiğim için çok mutluyum. Rol performansımı istediğiniz zaman size sergileyebilirim hocam."

"Gerek yok." dedi ve elini elimin arasından kurtardı. "Kaydın tamam, Ecrin. Erkin'i uzun zamandır tanırım ve eğer o birisini bu kadar methettiyse, muhakkak bir bildiği vardır."

"Ben şimdi, burada kurs görecek miyim?" dedim şaşkınlık ve sevincin arasında gidip gelerek.

"Evet öyle güzel kızım. Seni seve seve eğiteceğime emin olabilirsin." dedi, sevgi dolu bir sesle.

"Ama hocam, benim sahne provasından kalıp sertifika alamadığım gibi bir hususta var..." dedim, hâlâ canımı yakan gerçeği ortaya sererek.

"Biliyorum canım, abin bahsetti. Benim de başımdan öyle bir olay geçtiği için, seni çok iyi anlıyorum ve sana ikinci bir şansı, başaracağına emin olarak vereceğim."

"Çok teşekkür ederim hocam." dedim, gözlerime dek ulaşan sevincimle. "İnanın elimden geleni yapacağım ve başarabilmek için çabalayacağım."

"Bunu duyduğuma sevindim." dedi, dudakları memnuniyetle kıvrılırken. "İstersen her şeyi başarırsın güzel kızım. Ben de senin zamanında sahne provasında kalmıştım. O zamanlar korkak herifin tekiydim ama bunu hep insanlardan gizleyip kendimi cesur gösterirdim. Sanırım gerçek yüzümün ortaya çıkacağından korktuğum için, korkak rolünü bir türlü beceremedim. İkinci yılımda ise inadımı yenip hırslandım ve daha büyük bir başarıyla sertifikamı aldım. Sen de başarabilirsin, buna inanıyorum."

Bir hoca ancak bu kadar sıcak kanlı olabilir, diye geçirdim içimden. Kesinlikle buraya geldiğim için şimdiden çok mutlu olmuştum. Bir zamanlar 'Bir daha asla tiyatro kursuna gitmeyeceğim' diyerek kendimi tiyatroya küstürmeye çalışmıştım. Fakat iyiki tiyatrodan vazgeçmemiştim ve iyiki şimdi buradaydım. Yeniden kendime bir şans tanıyarak, verebileceğim en mantıklı kararı vermiştim. Şimdi ihtişamlı bir binanın içinde, başarılı öğrenciler arasında, sevecen bir hoca eşliğinde mükemmel bir deneyim yaşayacaktım.

"Geçmişte olanlar adına üzüldüm, ama şu an olduğunuz yere baktıkça, içten içe umutlanmadan edemiyorum. Başarabilmek için hırslanacağım hocam ve bana karşı olan güveninizi boşa çıkartmayacağım."

"Pekâlâ, anlaştık güzellik. Şimdi istersen seni partnerin ile tanıştırayım. Sonrasında ise evine gidebilirsin. Tiyatro çalışmaları genellikle haftasonları oluyor. Cumartesi günü ise partnerinle ilk rolünü çalışırsın ve Pazar günü de sergilersin. Hem, diğer arkadaşlarının da gösterilerini izleyerek daha çok hırs yapmış olursun. Ne diyorsun?"

"Çok iyi olur hocam. Burada çok eğleneceğime ve kendime çok şey katacağıma inanıyorum. Partnerim şu an burada mı ki? Hani haftasonları çalışmalar olduğunu söylediniz ya, ondan sordum."

"Evet, burada. Geçen hafta ona çalışması için bir senaryo vermiştim, fakat eski partneri birkaç gün önce kaydını aldırınca, onun bir partneri olmadığı için, oynayacağı piyesi başka bir çifte verecektim. O'da dün rahatsız olduğu için kursa gelemeyip bana senaryoyu geri veremedi ve bugün ise senaryoyu getirmek için uğradı, hem de geleli beş dakika bile olmamıştır. Muhakkak her seferinde olduğu gibi, Fahriye teyze yine onu çay içirmeye zorlamıştır ve o'da çardakta çayını içiyordur. Dur arayayım onu, bir koşu gelsin yanımıza."

Şansıma partnerim buradaydı ve onunla tanışabilecektim. Acaba nasıl biriydi? Cem hoca telefon görüşmesini yaptıktan sonra, hemen ona partnerim hakkında sorular sormalıydım.

Cem hoca cebinden telefonunu çıkartıp bir şeylere tıkladığında, telefonu kulağına götürüp bir süre bekledi. Kısa süre sonra, karşı taraf çağrıyı yanıtlamış olacak ki, Cem hocanın yüzünde minik bir tebessüm oluştu ve sesini yükselterek söze atıldı. Karşı tarafın ne dediğini duyamasamda, konuşmalarını anlamaya çalıştım.

"Evlat, neredesin sen?" dedi ve karşı taraftan gelecek yanıtı bekledi. Ardından konuşmasına devam etti. "Tahmin etmiştim. Çayını içer içmez hemen odama gel. Seni biriyle tanıştıracağım. Bekliyoruz seni."

Cem hoca söylediklerine karşılık, aldığı yanıttan memnun olmuş olacak ki, gülümseyerek telefonu kapattı ve bana bakıp olumlu anlamda başını aşağı yukarı salladı. Bu partnerimin biraz sonra burada olacağına işaret olmalıydı. Onunla tanışacağım için şimdiden heyecanlanmıştım. Aras gibi yetenekli miydi acaba? Ya da onun gibi sevimli ve karizmatik miydi? Her şeyden önemlisi bana Aras gibi yakın olabilecek miydi?

"Hocam, bana biraz partnerimden söz eder misiniz acaba?" diye sordum, meraklı bakışlarımla.

"Bu zamana kadar eğittiğim en yetenekli öğrencim olur kendisi. Onda gerçekten büyük bir sanatçı ruhu vardır. Rolüne çok iyi adapte olur ve o kadar muazzam oynar ki, birden canlandırdığı karaktere dönüştüğünü zannedersin. O sertifikasını çoktan aldı ama kursu hâlâ bırakmadı. Kendini daha da geliştirmeyi hedefliyor. Ayrıca çok yakışıklıdır kerata. Zaten karizmasından ve yeteneğinden ötürü, birden çok dizi ve film teklifi aldı ama hiçbirini kabul etmedi."

Manyak mıydı bu adam? Resmen benim yıllardır hayalini kurduğum teklif ayağına kadar gelmişti, hem de birden fazla kez. Fakat o, her defasında reddetmişti... Bu resmen haksızlıktı!

"Anladım. Partnerimin en yetenekli öğrenciniz olması, beni daha iyi noktalara taşıyacaktır. Bu vakitten sonra tek dileğim, onunla iyi anlaşmak."

"O konuda pek bir şey diyemem, fakat fazlasıyla uyumsuzdur. Genellikle burada benim haricimde kimseyle muhatap olmaz. Ama merak etme, birlikte rol çalıştığınız ve sergilediğiniz anlarda seninle gerektiğinde konuşur da, ilgilendir de. Ama öbür türlü anlaşmanız biraz zor. Seni korkutmak gibi olmasın ama, bir önceki partneri anlaşamadıkları için kursu bıraktı."

Gözlerim şaşkınlıkla aralanırken ne diyeceğimi şaşırmıştım. Adam resmen uyumsuzun daniskasıydı. Bir önceki partneriyle anlaşamadıysa eğer, benimle hiç anlaşamazdı. Ben bu inandımla ona karşı diş bilemeden duramazdım. Resmen burada kedi köpek gibi birbirimizi yer dururduk. Anlaşılan boşu boşuna o kadar umutlanmıştım. O herif değil beni daha iyi noktalara taşımak, bir baltaya dahi sap olamazdı. Şimdiden kendime nefreti aşılamaya başlamıştım. Sanırım sertifikamı alana kadar o adam beni hayattan bezdirirdi.

"Sorun değil hocam. Ben üstesinden gelirim." dedim sakin gözükmeye çalışarak.

Tam Cem hoca bir şey söylemek için söze atılmışken, kapının tıklatılması ile söyleceklerini dudaklarının ardında bıraktı. Cem hoca, kapıyı tıklatan kişinin içeriye gelmesi için seslendikten sonra, kapının yavaşça aralandığına dair ses kulaklarıma ilişti. O uyumsuz herifle yüzleşmeyi istemediğim için, bir süre ondan yana dönmedim. Fakat elbette onunla tanışacaktım ve hatta, sertifikamı alana kadar onunla baş edecektim de...

"Hah evladım, bizde Ecrin ile seni bekliyorduk." dedi ve eliyle beni gösterdi. "Bak oğlum, bu yeni partnerin Ecrin. Ecrin, bak sana bahsettiğim huysuz da bu."

Nezaketten ötürü hızla yana doğru döndüm ve gülümseyerek karşımdaki adama baktım. Bakışlarım, şaşkınlıktan koyulaşmış gözlerle karşılaştığında, neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Karşılaştığım tanıdık yüz hatları ve hayranı olduğum o aklımı uyuşturan koku ile, âdeta aklımı yitirecektim.

"B-Barlas..." dedim şaşkınlıktan kelimeyi dile getirmekte zorlanarak.

"Erkin'den ötürü, tanışma ihtimalinizin yüksek olabileceğini tahmin etmiştim." dedi Cem hoca.

Demek Cem hoca, Barlas sayesinde abimle tanışmıştı. Yoksa abimin tiyatroyla işi olmazdı ki.

"Hocam, şaka mı bu?" dedi Barlas, kaşlarını çatıp beni süzerken.

"Hayır evlat, bundan sonra rollerinize Ecrin ile çalışacaksınız." dedi Cem hoca, Barlas'ın memnuniyetsizliğini kaale almadan.

"Ecrin'in rol kabiliyeti olduğunu zannetmiyorum. Mümkünse bana yetenekli bir partner bulun hocam. Ben gitsem iyi olacak." dedi ve tam arkasını dönüp gidecekken öfkeyle bağırdım.

"Asıl sensin yeteneksiz, huysuz keçi. Sanki ben sana çok meraklıydım ya. Ben de azıcık zekasını kullanan bir partner isterdim ama, şansıma sen çıktın ne yapayım?!"

"Sen, az önce bana geri zekâlı olduğumu mu imâ ettin?!" diye çıkıştı, bana doğru dönerken.

"Evet, tam da üstüne bastın! Hangi insan dizi ve film teklifi alıp reddeder ki? Egon boyunu aşmış senin! Sen bu egoyla yakında dünyanın en aptal ve gıcık adamı olarak tarihe kazınırsın bee!" dedim, bir anlığına Cem hocanın odada olduğunu unutarak.

"Şan şöhret bana göre değil kızım! Hem bak, ben en azından film teklifi alıyorum, demek ki yetenekliyim. Fakat eminim ki sana figüranlık teklifi dahi gelemez. Kıskançlığından nasıl da kuduruyorsun ama, bir anda çemkirmenden belli!" dedi, yarım ağız sırıtarak.

"Hah, ben mi kıskanmışım seni? Ben senin neyini kıskanayım ha? İlerde beni bir dizide veya filmde görürsen, bu söylediklerini hatırlarsın umarım! Ben sertifikamı bir alayım, teklif almaya başlarım elbet. Sonuçta okuduğum bölümde buna avantaj sağlar. Sinema ve Televizyonculuk bölümü öğrencisiyim ben, elbette iyi yerlere geleceğim!" dedim, sesimi alçak tutmaya çalışarak.

"Farkında mısın bilmiyorum ama, ben de o bölümün öğrencisiyim. Yani bölümünle hava atarak beni de övgülerinle şereflendirdin." dedi, pişkin pişkin sırıtarak.

Yok artık! Demek ki Barlas ile aynı bölümü okuyormuşuz da, haberim yokmuş... Demek ki, duygularını kamufle etmekte bu kadar başarılı olma nedeni, hem okuduğu bölümden, hem de tiyatro kursuna gidiyor oluşundan kaynaklanıyormuş.

"Neyse çocuklar," diye araya girdi Cem hoca. "Tartışmanıza haftasonu devam edersiniz. Barlas ne kadar karşı çıkarsan çık, Ecrin senin yeni partnerin dediysem konu kapanmıştır. Cumartesi günü saat onbirden geç gelmeyin buraya. Size yeni bir rol vereceğim çalışmanız için. Haydi, sağlıcakla kalın."

Cem hoca bir nebze bizi kovarken, Barlas ise kaşlarını çatmış Cem hocaya öfkeli bakışlar atıyordu. Bir anda Barlas'ın bakışları üzerime kaydığında, âdeta daha bir tehlikeyle yüklendi ve ürkmeme neden oldu.

"Her yerde sen, yahu! Kurtuluş yok mu senden? Bir düş yakamdan bee kadın!" diye bağırdı ve fırtına misali odadan fırladı.

Dün sarılırken iyiydi değil mi? Dengesiz herif!

"Böyle tepki gösterdiğine bakma." dedi Cem hoca, yüzündeki gülümsemeyle. "Onu iyi tanırım. Eğer gerçekten seni istemese, burnumdan öyle bir getirirdi ki, sana da ona da başka bir partner bulmaktan başka çarem kalmazdı. Belli ki onun partneri olmanı istiyor ama bunu belli etmemeye çalışıyor. İyi bir oyuncu olduğunu söylemiştim."

"Ne yani, bu tepkisi iyiye mi işaret?"

"Evet, sadece başta karşı çıktı farkındaysan. Sonradan kendini öfkelenmiş gibi gösterse de, hemencecik kabullendi. Eğer seni umursamıyor olsaydı da, partnerin olmasını hiç sorun etmez ve kaale dahi almadan çekip giderdi. Sergilediği tavırlarından anladığım kadarıyla, Barlas seni önemsiyor."

Aman Allah'ım! Sahiden mi?

"Açıklamanız için çok teşekkür ederim hocam." dedim, yüzümdeki aptal sırıtmaya engel olamayarak. "Ben artık gitsem iyi olacak. Haftasonu görüşürüz, iyi günler."

"Görüşürüz, güzel kızım."

Yüzümden silip atamadığım o geniş gülümseme gittikçe daha da derinleşirken, Cem hocanın söylediği umut vaadeden sözler bir türlü kulaklarımdan silinmiyordu. Binayı terk etmek için attığım her adımda, sanki umut biraz daha bedenimi sarıp sarmalıyordu. Şu an dünden bu yana aklımı körelten korkudan da eser kalmamıştı. Duyduğum her tıkırtıda arkama dönüp bakmıyordum artık. Çünkü şu an kulaklarım hiçbir sesi işitemeyecek kadar, az önce duyduğum kelimelerin uğultusuyla sağır olmuştu.

Sahiden, Barlas beni önemsiyor muydu?

★☆★

Uzun bir bölümün ardından yazmaktan elleri kopmuş ve kafası davul gibi olmuş bu yazarınızı, oy ve yorumlarınız ile şereflendirseniz, ne güzel olur! Oy ve yorumlarınızı sabırsızlıkla bekliyorum. Sizi çok seviyor ve bol bol öpüyorum ♥♥♥ :*:*:*

-Şahsi Instagram Hesabım: aleynafetvac

-MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top