MSOM? -12- ❝Özür Dilerim❞
Öncelikle hayırlı ramazanlar sevgili okurlarım. Biliyorum, bölüm yine gecikti. Ama oruçluyken çok halsiz oluyorum ve bir türlü oturup doğru düzgün bölüm yazamıyorum. Fakat ben bu defa geçte olsa, gerçekten çok uzun bir bölüm yazdım. Yazdığım en uzun bölüm bu olmalı. Çünkü yaz yaz bitiremedim yahu... Yine olaylı bir bölüm oldu ve bu bölüm çok sevilen Alper Beyin, gerçek yüzü azar azar ortaya çıkıyor gibi... Hadi bakalım, okuyalım da görelim. Ayrıca gecikme için özür dilerim, umarım bu upuzun bölüm ile telafi edebilirim.
Bu bölümü, Aymila'ya ithaf ediyorum. Sen gerçekten çok değerlisin Aymi. Sürekli bana asılan değerli insan tanesi, çok tatlısın ve bugün senin doğum günün. 25 Haziran... İyiki doğdun kuzum, iyi ki varsın. Seni çoook seviyorum ♥♥♥
@kygsay
**Multimedya'da Barlas, Ecrin ve Alper'in partideki hâlleri var!**
-Keyifli Okumalar :)
~
12. Bölüm
▪Ecrin Karayel▪
Öfke dolu bakışlarım, onun alaycı bakışları üzerinde kayıp giderken, göz bebeklerini parçalamak istercesine, gözlerimi gözlerine perçinlemiştim. Kelimelerine hâkim olan cüretkârlık, bedenime enjekte ettiğim cesaretimi, suistimal ediyordu. Elimde kalan, bir parça da olsa gururumu, yitip gitmemesi için, sıkı sıkıya sarıyordum. Katlanmam gerekiyordu. Kalbim ne kadar acıyla kıvransa da, gücümden ödün vermemem gerekiyordu.
Madem oyun oynamak istiyordu, o zaman ben de onun kitabına göre oynardım.
Bakışlarımda ki öfkeyi duvarlarımın arkasında gölgelendirirken, yüzüme takındığım maskeye, kalan bütün gücümle sığınmıştım. Hissettiğim bütün duyguları kamufle ederken, elimi usulca havalandırdım ve çıplak göğsüne doğru kaydırdım. Tenim tenine temas ettiği an, dokularıma hitap eden kasları birer birer kasılmaya başladı. Yüzünde ki ifadesizlik yavaş yavaş etkisini azaltırken, göz bebekleri, kahverengi harelerini ele geçirdi ve gözleri, iki birer zifiri karanlığa büründü.
Parmak uçlarım bütün zarafeti ile, tenini usul usul fethederken, elim göğsünden karnına doğru yol aldı. Göğsü şiddetle inip kalkarken, burnundan soluk alıp veriyordu. Kasılan çenesinden anladığım kadarıyla, dişlerini sıktığı bariz bir şekilde ortadaydı. Onun karanlık hislerini, olabildiğince insaflı bir şekilde açığa çıkartmak için çabalarken, elimden geldiğince telaşsız görünmeye çalışıyordum.
Parmak uçlarım bu defa sıkı karın kaslarının üzerinde minik bir gezintiye çıkarken, kaya gibi sert tümseklerinin üzerine hafifçe tırnaklarımı batırıyordum. Tırnağım, tenine her değdiğinde adem elması hızla yukarı tırmanıp geri aşağı iniyordu. Bu da sertçe yutkunduğunun işaretiydi. Bedeni, dokunuşlarıma tatmin edici bir talepkarlık ile karşılık veriyordu.
"Nedense, ansızın sana dokunmak istedim. Lütfen, buna izin ver, bu hissi tatmak istiyorum."
Sesimdeki baştan çıkarıcı tını, Barlas'ın bedeninden bir ürpertinin geçip gitmesine sebep olmuştu. Tam birkaç kelamın, dudakları arasından dökülebilmesi için ağzını aralamışken, tırnağımı tekrardan tenine acımasız bir şekilde batırdım ve alt dudağını dişlerinin arasına alıp, söyleyeceği bütün inkâr cümlelerinin, içine akmasına öncülük verdim. Dudağını serbest bıraktığında, hafif bir kırmızılığın dudağına bulaştığını farkettim.
En can alıcı an kapıya çattığında, içimdeki şeytan kıs kıs gülüyordu ve tüm hücrelerimi cayır cayır yakan intikam ateşi, gittikçe daha da körükleniyordu. Gururumun kırık parçaları dokularımı aşındırırken, aklımdan geçen sinsi düşüncelere gittikçe daha da aşina olmuştum.
Koltuğun üzerinde oturur pozisyondayken, bir anda elimi Barlas'ın kaslı omuzlarına yönelttim ve omuzlarına sıkıca tutunduktan sonra, dizlerimin üzerinde doğrulup dizlerimi, bacaklarım Barlas'ın vücudunun iki yanına gelecek şekilde koltuğa yerleştirdim. Bacaklarımın arasında esir kalan bedeni, zar zor normal ısısına döndürdüğüm hâlde, yavaş yavaş sıcaklığını arttırmaya başlamıştı bile. Kucağına usulca yerleştiğimde, ellerimi dağınık saçlarının arasına daldırdım ve saç diplerinin, döktüğü ecel terleriyle nemlendiğini farkettim.
"Yarım bıraktığın işi tamamlamak istiyorum."
Gözleri fal taşı gibi aralandığında, tam bir şey demek için dudaklarını kıpırdatmışken, saçlarına sıkıca asıldım ve dudaklarından titrek bir nefesin dökülmesine neden oldum. Dudakları sonsuz bir sessizliğe gömülürcesine birbirine mühürlenirken, dudaklarına arzularını pekiştiren, yavaş bir süratle yaklaştım. Soluğu bir fırtına gibi, yüzüme esip tüm dokularımı serinletirken, dudaklarımı dilimle nemlendirdim ve dudaklarımızın arasındaki mesafeyi yavaşça kapattım.
Dudaklarını dudaklarım ile örtmeme, bir milim denilebilecek kadar bir mesafe kaldığında, onun bana yaptığı gibi, ben de geri çekildim ve yüzüne bakmaya fırsat bulduğumda, Barlas'ın gözlerini sıkıca yumduğunu farkettim. Birbirine kenetlenmiş gür kirpikleri yavaşça aralandığında, karanlığa bürünmüş gözleri, tereddütle gözlerimi yakaladı. Şaşkınlığına gözlerim ile şahit olduktan sonra, tekrardan dizlerimin üzerinde doğruldum ve saçlarının arasındaki ellerimi geri omuzlarına yerleştirdim.
Barlas'ın kaskatı kesilmiş bedenine göz ucuyla baktım. Şu anda sanki, masanın kıyısında duran bir bardak gibiydi o. Her gelen masaya çarpıp gidiyordu ve o şiddetli sarsıntılara rağmen, bir türlü düşmek bilmiyordu. İşte şimdi, onun dengesini yitirecek bir darbeye ihtiyacım vardı. Onu sözlerimle yerle bir edecek, paramparça edecektim...
Başımı öne doğru eğdikten sonra, soluğumu ciğerlerime tutsak ettim ve dudaklarımı kulağına doğru yanaştırdım. Biraz sonra söyleyeceklerimi düşünmek bile hissettiğim heyecanı iki kat arttırıyordu. İçimde ki kafesi gediğine kadar açıp kelebeklere özgürlüğünü ilan etmiştim sanki. Nihayet aklımı başıma devşirip güçlü bir soluklanmanın ardından, nefesimi kulağına doğru üfledim. Dizimin yanında duran elinin yumruk hâlini aldığını farkettim. Sonunda söylemek istediğim sözleri birer birer fısıldadım.
"Kalbin maraton koşmuş gibi atıyor Barlas. Uzun süredir kalp atışını yavaşlatmak için nefesini tutuyorsun ve kasılan çenene bakılırsa, dişlerini sıkmaktan diş etlerine zarar vereceksin. Dudağını öyle hoyratça ısırmışsın ki, şu an alt dudağının üzerini minik bir kan topluluğu işgal etmiş. Yumruklarını sıkmaktan, parmak boğumların az sonra bembeyaz kesilecek. Nasılmış insanların zaaflarıyla oynamak ? Bu sefer kuralları sen koydun ve ben de senin kurallarına göre oynadım. Baştan çıkartmak dediğin böyle olur. Karşındaki kişi aklını başından aldığı an, baştan çıkarılmış olursun. Aynaya bakarsan eğer, bu söylediğim şeyin ete kemiğe bürünmüş hâli olduğunu farkedersin. Ayrıca şu anda filmi izleyebilecek durumda olduğunu düşünmüyorum. Başka bir zamana artık."
Ellerimi, kumsala çekilen dalga misali omuzlarından çekerken, bacaklarımı da aynı edayla kucağından uzaklaştırdım. Üzerime mıhlanmış bakışları, beni en ince ayrıntılarıma dek süzerken, ben ise ayağa kalkmış duruşumu pekiştiriyordum. Dengemi kelimenin tam anlamıyla toparlayabildiğimde, koltuğun üzerinden telefonumu alıp Barlas' a sırtımı çevirdim ve zafer sırıtışımı sergiledim.
O da ne ?!
Televizyonda gördüğüm sahne ile saniyeler içinde midemde ne var ne yoksa ortaya sermek istedim. Dexter denen uçkuruna düşkün adam, telefon görüşmesini yaptıktan sonra yatağın başlığına tutunmuş olan çırılçıplak kızı belinden yakalayıp yatağa çekmişti. Gözlerimi, sanki kirpiklerim birbirine japon yapıştırıcısı ile yapışmış gibi sımsıkı yumdum ve midemdeki garip kasılma geçene kadar bekledim. Sonunda iyi olduğuma kanaat getirdiğimde, gözlerimi tekrardan aralayıp hızlı adımlar eşliğinde salonu terkettim.
Ne olursa olsun, iyiki de onunla o filmi seyretmeye bir son vermiştim. Yoksa az önceki sahneye yanıbaşımdayken şahit olsaydım, ne tepki vereceğimi bilemez ve paniklerdim. Hem Barlas'ın yanımda olmasının verdiği utançla, hem de kızın kıçının o tiksindirici görüntüsünden ötürü kusabilirdim de... Atalarımız, her şerde bir hayır vardır diye boşuna dememiş.
Tam yukarı çıkmak için merdivenin bir basamağını tırmanmışken, kulağıma ilişen zil sesiyle kendimi düşüncelerimden soyutladım ve çıktığım basamağı geri inip kapıya doğru ilerledim. Acaba bugün abimin dersi erken mi bitmişti ? Ya da tek başına kaldığı için sıkılıp dersleri ekip eve dönmeye mi karar vermişti ? Gerçi onu arayıp, Barlas ile ilgileneceğimi ve okula gelemeyeceğimi söylediğimde, sorun etmeyip eve geç geleceğini söylemişti. Belki de gelen başka birisiydi.
Sonunda kapının kolunu kavrayıp aşağı doğru indirdiğimde, daha kendime doğru çekemeden kapı bana doğru itildi ve İrem içeriye bir hışımla giriverdi. Ah tabii ya, İrem okula gitmemişti değil mi ? Bu yüzden gelebilecek listesinde İrem birinci sırada olmalıydı.
"Ecrin, hemen hazırlan. Akşam sekizde Alper gelip seni alacaaaak!"
İrem'in koridorun ortasında avazı çıktığı kadar bağırmasıyla, salonda ufak çaplı bir gürültü kopması bir oldu. İrkilmeme sebep olan cam kırılma sesiyle, Barlas'ın, içinde ıhlamur çayı olan kulplu bardağı kırdığını anlayabilmiştim. Kapıyı kapatır kapatmaz, elimi hızla İrem'in ağzına örttüm ve ağzından çıkacak tek bir kelimenin daha, ufakta olsa bir faciaya neden olmasını engellemiş oldum.
"Sessiz ol! Barlas içeride..."
Sakin olduğuna emin olduğumda, elimi usulca ağzının üzerinden kaydırdım ve konuşması için müsaade ettim. Salona doğru ufak bir göz gezdirdikten sonra, bakışlarını üzerimde sabitledi ve sessiz bir soluklanmanın ardından konuşmasına kaldığı yerden devam etti. Fakat bu defa sesi oldukça kısıktı.
"Alper beni aradı az önce ve senin bugün okula neden gelmediğini sordu. Seni merak etmiş, dün yaşananlar yüzünden. Ben de evdedir deyip kestirip attım ama onun daha söyleyecekleri bitmemiş. Senin numaranı istedi benden. Ben de Ecrin'e sormadan veremem dedim. O'da, o zaman bu akşam ki partiye benimle gelebilir mi diye sorar mısın, dedi. Sen gelmezsen, kendisi de gitmeyecekmiş."
"Ne partisiymiş bu ?"
"Son sınıflar için yapılan bir partiymiş, son seneleri olduğu için 'Son yıla merhaba' partisi kıvamında olacakmış. Fatih Özer adında bir son sınıf öğrencisi, dayısının mekanını bir geceliğine kapattırmış. Zaten her parti onun başının altından çıkıyor. Anne tarafı paraya para demiyor tabii. Her neyse, bu partiye bütün son sınıflar davetli. Alper de son sınıflardan bir kızı değil de, seni partneri olarak yanında götürmek istiyormuş. Ve tabii ki, gidiyorsun!"
"Saçmalama yaa! Ben ne yapacağım orada bir başıma."
"Ya kızım, Erkin de davetliler arasında ve onun partneri de ben oluyorum. Bu demek oluyor ki, geliyorsun."
"Ya ne partisiymiş bu böyle, ben oldum olası parti mi gördüm kızım."
"Al işte sen de ilk kez partiye gitmiş olursun. Belki de hayatın boyunca gideceğin tek parti olur. Hadi ya gidip hazırlan, adresi verdim Alper'e, saat 20:00 olur olmaz gelip alacak seni."
"Ne yani çocuğa numaramı vermiyorsun ama adresimi veriyorsun, öyle mi ?"
"Ya hayır, yani kendi adresimi verdim. Hangi dairede oturduğunu bilmiyor. Apartmanın önünden alacak seni. Of işte uzatmasana, kalk hazırlan. Geliyorsun, o kadar!"
"Ta-"
"Hayır, gitmiyor."
Barlas'ın gür sesi koridorda yankı yaptığında, ağzımdan firar etmek için tetiğe geçen kelimeler, bir bir kayıplara karıştı. Bakışlarım salonun kapısına ulaştığında, kapının pervazına yaslanmış kaslı bedende takılı kaldı. Her bir zerrem, ateş saçan bakışları altında kül olurken, ne olursa olsun gözlerimi gözlerinden bir saniye olsun ayırmadım.
"Ne zamandan beri oradasın ?" dedim, şaşkınlığımı sesime yansıtarak.
"Bunun ne önemi var ? Konuşulanların ne kadarını duyup duymamış olmam sonucu değiştirmez. Gidemezsin!" dedi, tüyler ürperten bir ses tonuyla.
Tek kaşımı sorgularcasına kaldırdım. "Nedenmiş o ?"
İçine hırıltılı bir nefes çekti. "Gitmeni istemiyorum, çünkü sana ihtiyacım var. Ben hasta bir adamım şu anda. Ya sen gittikten sonra ateşim 40 dereceyi bulursa ? Ya havale geçirirsem ? Ya evde bir başıma ölüp gidersem ? Sen ne düşüncesiz kızsın bee! Hiç mi acımıyorsun bana ?"
Duygu sömürüsü mü yapıyor bu adam, yoksa bana mı öyle geldi ?
"Az önce yüzüme, ağzına geleni bir bir sıralarken hiçte acınacak hâlde gözükmüyordun Barlas. Ne bu, kendini acındırma çabaları ?"
"Sen ne demeye getiriyorsun ? Ben, seni partiye göndermemek için duygu sömürüsü falan mı yapıyorum sanıyorsun ? Bunu niye yapayım ki. Umrumda dahi değilsin. İster git, ister gitme. Belki sana ihtiyacım olur diye söyledim ben. Hemen yanlış anla zaten. Neyse ya, ne hâlin varsa gör."
Öfkeye bulanan sesi, içimde bir şeyleri harekete geçirirken, tüylerimi ürperten bakışları üzerime her değişinde, tenimi karıncalandırıyordu. Onun iştah açıcı kokusu, aramızdaki mesafeye rağmen burun deliklerimden içeriye sinsice sızarken, burada kalmamı fısıldayan güdülerime avantaj sağlıyordu.
"İrem, belki de burada kalmam daha iyi olacak."
Çatık hâldeki kavisli kaşları yukarı doğru tırmanırken, düz bir çizgi hâlinde konumlanmış dudakları, kıyılarında çukurlar oluşturarak şekilde yukarı doğru büküldü. Yüzünün aldığı bu muazzam görüntü, içimde tarifi imkânsız bir hazzın doğmasına neden olmuştu.
Bir anda İrem'in sesiyle kendime geldim. "Ne demek evde kalacaksın ya ? Sen onun annesi değilsin Ecrin! Eğer çok kafana takıyorsan, bugün annem eve erken dönecek. Ona söylerim her yarım saatte bir kontrol etmeye gelir Barlas'ı."
Barlas'ın şaheseri anımsatan yüz hatları her zamanki karanlığına gömüldü. Kavisli kaşları tekrardan çatık hâline bürünürken, gür kirpikleri kaşlarını süpürüyordu. Ağzının kıyılarında oluşan iki minik çukurluk, serap misali ansızın yok olmuştu. İp gibi gerilen dudakları konuşmak için aralandığında, ağzından çıkacak kasırga kuvvetindeki kelimelere karşılık, zırhımı kuşandım.
"Sana ne kızım! Evet Ecrin benim annem değil. Fakat illa her hastalanışında sana annen bakacak diye bir gerekçe de yok. Ki eğer öyle bir şey olsaydı, bana bakacak hiç kimse olmazdı. Tamam, gitsin Ecrin. Anneni falan da göndereyim deme. Benim, ne yarım saatte bir kontrole, ne de başımda duracak bir anneye ihtiyacım var!"
Barlas'ın bir hışımla kendini mutfağa atmasıyla öylece arkasından bakmakla yetindim. Öfke anında yüzümüze sıraladığı kelimeler arasından özellikle bir cümleyi çekip çıkarmıştım. O'da, annesinin yokluğunu vurguladığı cümleydi. İrem farkında olmadan onu en hassas noktasından zedelemiş olmalıydı. Onun annesine karşı olan bu hasret dolu tutumu, yüreğimi burkuyordu.
Onun geçmişi korkunç iskeletlerle doluydu ve o iskeletleri un ufak edebilecek hiçbir güç yoktu.
"Ee, gidiyoruz o zaman ?"
İrem'in sesiyle kendime geldiğimde, mutfağın girişine sabitlenmiş bakışlarımı onun üzerine çevirdim ve kollarımı iki yana açıp yanaklarımı şişirdim.
"Abim izin verirse gelirim."
***
"Çok güzel göründüğünü, bütün gece dile getirmekten hiç bıkmayacağım, sanırım."
Alper belime sarılı ellerini biraz daha sıklaştırdı. Şu an çalan müziğin eşliğinde birlikte dans ediyorduk. Alper, benim acemiliğime ayak uydurmaya çalışıyordu. Aynı zamanda da dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırıp, tüm mekânı sarıp sarmalayan gürültülü müziği bastırmak için, sesinin voltajını yükseltip ne kadar güzel göründüğümü bir kez daha vurguluyordu. Adımlarımızı birbirine uydurmaya çalışarak dansımıza devam ederken, nedense ondan zerre etkilenmiyordum.
Dizimin bir karış üstünde biten elbisem, siyah ve dardı. Önünde hiçbir dekolte olmamasına rağmen, arka kısmına derin bir sırt dekoltesi hâkimdi. Bu nedenle Alper'in dokunuşunu çıplak tenimde hissedebiliyordum. Sırtımdaki dokunuşu, kalbimi bir kez dahi attırmamıştı. Barlas'ın dokunuşundaki yanma hissini, kimse yaşattıramazdı bana. Nedense tenime dokunan her tende, Barlas' ın hissettirdiği o garip harareti arıyordum. Fakat bu hissi, kimsede bulamayacağımı biliyordum.
"Teşekkür ederim Alper, beni utandırıyorsun."
Kulağına doğru uzanıp, sesimi duyabileceği kadar gürleştirip, bu kelimeleri dile getirebilmiştim sonunda. Barlas'ı bu geceliğine aklımdan çıkartmam gerekiyordu. Zaten onu evde o hâlde, bir başına bıraktığım için fazlasıyla vicdan azabı çekiyordum. Aklım karamsarlığa kapılıp işlevini kaybetmişti sanki. O, benim hayatımda, bu kadar kısa sürede gerçekten çok önemli bir rol almaya başlamıştı ve onun için endişelenmeden edemiyordum. Sürekli onu hatırlayıp duruyordum. Âdeta her yerde o vardı.
Bu geceyi, bu tür düşüncelerime esir düşüp mahvetmemeliydim. Onu anmaya bir son vermeliydim!
"Biraz oturmak ister misin ? Sıkılmış gibi görünüyorsun."
Alper'in sözüyle düşüncelerimle boğuşmaya bir son verdim ve bakışlarımı yüzünde sabitledim. Kaşları hafif çatılmıştı ve sarı saçları loş ışıkta ışıldıyordu. Gözlerinde ki koyu mavi ton, bakışlarında ki yoğunluğu daha da arttırıyordu. Bu adam kesinlikle çok yakışıklıydı. Yüzünün her milimi özenle ölçülüp biçilmişti sanki. Her şeyiyle farklılık yaratıyordu. Fakat nedense, ben bir çift sıradan kahverengi gözleri tercih ediyordum. Nedense onun yüzü daha tapılasıydı benim için. Olgun erkeklerden hoşlanmamak gibi bir takıntım olmasına rağmen, onu olduğundan daha da yaşlı gösteren sakallarına bile hayrandım ben.
Sahi, şu lanet herif, niye bir türlü aklımdan defolup gitmiyordu ?!
"İyi olur."
Alper benden bir adım uzaklaştıktan sonra, elini bel oyuntuma yerleştirip masamıza kadar bana eşlik etti. İkimiz için özel bir masa ayırtmıştı ve bu yüzden abimin daha da küplere binmesine sebep olmuştu. Partiye Alper ile gideceğim için zaten yeterince zıvanadan çıkmıştı ve bu zıvanadan çıkma evresinde Barlas'ın da büyük emeği vardı, sağ olsun. Durmadan abime 'Senden de haz etmiyor o şerefsiz, ya senin inadına arabayı ıssız bir köşeye çekip Ecrin'e zorla sahip olursa ?' gibisinden bir sürü laf salatası yapmıştı. Abimi, İrem ile zar zor ikna edebilmiştik ama yine de gözü hiç durmadan ikimizin üzerindeydi. Bana, kendi masalarında oturmam için ısrar etse de, Alper'in bu tatlı jestini geri çeviremedim ve abimin eve gidene kadar beni fırçalayacağını bilsem de, isteğini bir kez daha reddettim.
Loca'daki deri koltuklara yerleştiğimizde, masanın üzerinden kırmızı şarap dolu kadehimi elime aldım ve Barlas'ın, aklımın kıyılarından dahi geçmemesi için bir dikişte kadehin sonunu buldum. Dilimin üzerinden geçen acı tadı ve şarabın boğazımı yakışını umursamadan, şarap şişesini elime alıp kadehimi tekrardan doldurdum.
"Alkol için yeterince dirençli olduğunu zannetmiyorum. Bence biraz daha yavaş ilerlemelisin, bebeğim."
Alper'in karşı çıkışını umursamadan omuz silktim ve kadehimden bir yudum daha aldım. Gözlerim etrafı tararken, kim var kim yok iyice inceliyordum. Bakışlarım bir kez daha Tutku ve Helin ikilisini yakaladığında, Tutku'nun 'Kibirli kız', Helin'in de 'İyi kız' duruşuna kıçımla gülmeden edemedim. Eminim burada ki herkes, bu ikisinin ne mal olduğunu biliyordu. Ki ben, bir günde gerçek yüzlerini ayırt edebilmiştim.
Helin ile göz göze geldiğimizde bakışlarında ki nefreti kilometrelerce ötedeki insan bile sezebilirdi. O kadar kindar bakıyordu ki, dünkü yolunmuş hâlini bilmesem, korkabilirdim. Bir anda Tutku onu omzundan şiddetle sarstığında, göz temasımızı kesip Tutku'ya doğru döndü ve Tutku ona gece kulübünün giriş kapısını gösterdi. Helin'in yüzünde keyifli bir sırıtış meydana geldiğinde, merakıma yenik düşüp ben de onların baktığı yöne doğru döndüm ve gördüğüm kişi karşısında neredeyse ağzımdaki şarabı dışarı püskürtecektim.
"B-Barlas!"
Şaşkınlıkla adını kendi kendime fısıldarken, gözlerimi onun üzerinden alamıyordum. Giyindiği lacivert takım elbisesi tam üzerine oturmuştu ve göğsüyle tek kelimeyle bütünleşmiş olan beyaz gömleği, karın kaslarını arsızca ortaya seriyordu. Saçlarının önünü hafiften yukarı doğru kaldırmıştı ve yakasındaki bağlanmadan, öylece asılı duran incecik kırmızı kravat, ona aşırı derecede çekicilik katıyordu.
"Niye bu kadar şaşırdığını bir türlü çözemedim, canım."
Alper bir kez daha tüm konsantremi bozguna uğratırken, Barlas'a odaklı bakışlarımı ona yönelttim. Kaşlarını çatmış bir cevap beklercesine bana bakıyordu. Yüzüme sahtekâr bir tebessüm yerleştirip başımı iki yana salladım ve kendimi rahatlatabilmek için kadehimden bir koca yudum daha aldım.
"Sadece birazcık şaşırdım. Onun geleceğini zannetmiyordum da. Abim hasta olduğundan bahsetmişti." dedim, boğazımda ki acı tadı gidermek için sertçe yutunarak.
Yüzünde çarpık bir gülümseme yer aldı. "Yaa, Hasta mıymış ? Umarım fazla ciddidir de, geberip gider."
Söylediklerine karşılık boğazımda bir şeyler düğümlenmişti sanki. Ağzıma aldığım yudumu yutamıyordum resmen. Öylece tıkanmış kalmıştım. Alper'in, Barlas hakkında böyle çirkin kelamlarda bulunması, içimde bir şeyleri zedelemişti. Gerçekten çok garipti, ama onun ölümünden söz edilmesi bile kalbimi parçalıyordu. O çok güçlüydü. Onun can çekiştiğini hayal bile edemiyordum. İçinde hiç sevgi barındırmayan kalbinin, sonsuza dek durduğunu düşünmek bile nefesimi kesiyordu.
Sadece kan pompaladığını rivayet edip hiç durmaksızın aşağıladığın o kalbine, şimdi minnettardım. Çünkü o kalp, bu dengesiz adamı hayatta tutuyordu.
"Bu sözlerin gerçekten çok ürkütücü, Alper. Her ne kadar düşmanın olsa bile, onun ölümü hakkında böyle konuşman beni hayal kırıklığına uğrattı." dedim, öfkemi sesime aktararak.
"Üzgünüm, güzelim. Bazen içimdeki kin, haddimi aşmama sebep oluyor." dedi, mahçup bir boyun eğişle.
"Ne olursa olsun, insanların ölümünden mutluluk duymaman gerekirdi."
"Fazla korumacısın bugün. Pekâlâ, bir dahaki sefere sözlerime dikkat ederim."
"Sevinirim."
Ona bakmaya bir son verip bakışlarımı tekrardan etrafta gezdirmeye devam ettim. Tabii ki bakışlarımın hedefi Barlas'tı fakat bir türlü bakışlarım onu kestirememişti. Gözlerim fıldır fıldır etrafta gezinirken, abimlerin oturduğu masaya kaydı. Abimin karşısında Tutku'yu görmem ile kaşlarımı çatıp dikkatlice onları seyrettim. İrem bir anda abimin yanından kalkıp Tutku'nun saçına doğru bir atakta bulunduğunda, abim hızla kolundan kavrayıp onu zar zor zaptetti ve hemen ayağa kalkıp İrem'i çekiştire çekiştire bizim masaya doğru sürükledi.
"Ecrin!"
"Ne oldu abi ?"
"Biz gidiyoruz."
"Nereye ?"
"Eve kızım, nereye olacak. Eğer biraz daha durursak, yine İrem'in cazgırlığı tutacak yoksa."
"Ee ama daha geleli yarım saat ancak olmuştur. Biraz daha duramaz mıyız ?"
"Ya sen ne yaparsan yap. Zaten Barlas burada, ona söylerim sana göz kulak olur. Onunla birlikte dönersiniz eve."
"Tamam da, Barlas nerede şimdi ?"
Abim arkaya doğru dönüp bana azıcık ilerideki masayı gösterdiğinde, ağzım neredeyse yerle bir olacaktı. Barlas ile Helin... aynı masada... Barlas onun masasında oturuyor... ve Helin onun ceketinin yakasına dokunuyor... her şeyden kötüsü, Barlas onunla konuşuyor ve Helin gevşek gevşek sırıtıyor!
"Barlas, yanındaki çıtır ile kaçamak yapar bu akşam, bence. Bu yüzden Ecrin'i ben de evine bırakabilirim. İçin rahat olsun."
Alper araya girdiğinde, Helin ile Barlas'a bakmaya bir son verip bakışlarımı elimdeki kadehime diktim ve dişlerimi tüm gücümle sıkmaya başladım. Eğer Barlas ve Helin buradan beraber ayrılacak olurlarsa, sanırım kesinlikle oturur hüngür hüngür ağlardım. O ikisini bütün gece bir yatakta düşünmek, tüylerimi diken diken ediyordu. Aslına bakılırsa, o ikisinden mükemmel bir çift olurdu. Yakışıklı ve karizmatik bir adam ile güzel ve sevimli bir kız. İkiside zeki, ikiside insanlıktan nasibini almamış. Ah, ne kadarda hoş!
"Gerek yok, Barlas eve bırakır Ecrin'i. Ecrin sen de sakın içkiyi fazla kaçırayım deme, maazallah birileri seni tuvalet köşelerinde kıstırıp sarhoş oluşundan yararlanır falan, anlarsın yaa..."
Abimin alttan alttan Alper'e laf çarpıtmasına karşılık, Alper hiç bozuntuya vermedi. Ben de sadece bir kaç defa başımı aşağı yukarı sallamakla yetindim. Abim hemen İrem'i tekrardan kolundan sıkıca kavrayıp önce Barlas ve o kaşarın masasına gitti ve Barlas'a bir şeyler söyledi. Ardından ise gece kulübünün çıkış kapısına doğru ilerledi ve İrem ile birlikte gözden kayboldular.
***
Bunun kaçıncı kadehim olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu ama iki saatten fazla süredir durmadan içtiğimi biliyordum. Alper ile türlü türlü konulardan konuşuyorduk ama ben onunla konuşurken yüzüne dahi bakmıyordum. Çünkü şimdi de olduğu gibi, gözüm hep Barlas'ın üzerindeydi. Onun gözleri ise Helin'in. Bir kez olsun başını benden tarafa çevirmemişti. Ben hariç her yere göz atıyordu ama bu tarafa hiç dönmüyordu bile. Ve bu fazlasıyla sinir bozucuydu.
Kıskançlık damarlarıma öyle bir işlemişti ki, bu hissi bastırabilmek için durmaksızın içiyordum. Kadehimden, azar azar ve yavaş yudumlar alıyor olabilirdim ama bu, durmaksızın içtiğim gerçeğini değiştirmezdi. Şu an onun bir kızın yanında oturuyor oluşu sinirlerimi bozuyordu. Benden başka bir kızın! Bana kadınlardan pek haz etmediğini söylemişti ve abim de onun kadınları hep hor gördüğünü dile getirmişti, ama o şu an Helin ile aynı masada oturuyordu ve onun gevezeliğine rağmen hâlâ yanında durabiliyordu. Hatta arada onunla konuşuyordu. Hiç gülümsemese bile, onu kaale alıyordu.
Onu bu kadar umursamamalıydım. Yoksa her an alkol komasına girebilirdim.
"Somurttuğuna göre canın sıkılıyor olmalı. Saat 23:30 oldu ama biz bu zamana kadar bir tek oturup sohbet ettik ve içtik. Biraz daha dans etmeye ne dersin ?" dedi Alper.
"Olur." dedim.
Ayağa kalkıp bana elini uzattığında elimi usulca avcunun içine kaydırdım ve ayaklarımın üzerinde doğrulmaya çalıştım. Sonunda ayağa kalktığımda gözlerimin kararması geçene dek bekledim ve başım dönüyor olsa bile, güçlükle adım atarak Alper'in yanında dikildim. Elini yine sahiplenircesine bel oyuntuma yerleştirdi ve pistte dans eden topluluğun yanına gidene kadar dengeme destek çıktı. Piste çıktığımızda DJ'ye bir el işareti yaptı ve bir anda çalan hareketli müzik yerini, slow müziğe devretti.
"Başın dönüyor anladığım kadarıyla. Dans ederken başını göğsüme yaslayabilirsin. Senin için daha rahat olur."
Parmaklarını bir kez daha çıplak tenimde hissettiğimde, yine hissizdim. Boşta kalan elini de belime koymadan önce, başımın gerisine dokundu ve başımı göğsüne doğru çekti. Başım göğsünün üzerinde yer aldığında, ağır erkek parfümü kokusunu ciğerlerime kadar çektim. Bu koku, hoşuma gitmemişti. Başımın gerisinde, kafama baskı uygulayan eli de belime yerleştiğinde, müziğin yumuşak tınısına ayak uydurmaya çalışarak birlikte bir sağa bir sola salınmaya başladık.
Alper'in kolları arasında, garip bir şekilde huzursuz hissediyordum kendimi. Belki de şu an başka bir adamın kolları arasında olmayı arzuladığım içindi bu ön yargım. Veya beni kolları arasında tutan bu adam, huzur değilde lüks koktuğu içindi. Gözlerinde ki soğuk bakış içimi donduruyordu. Şu an gözlerine bakmasam bile, biliyordum. Orada, o koyu mavi harelerde devasa büyük buz kütleleri saklıydı. Oysa ki Barlas huzurun merkeziydi sanki. Buram buram huzur kokuyordu, cennet kokuyordu. Ne kadar ölümcül, ne kadar sert bakarsa baksın, gözlerinde hep bir sıcaklık vardı. İçimi ısıtan, cayır cayır yakan bir sıcaklık. O, başkaydı. O, bambaşkaydı.
Alper'in ellerinin belimden hafif aşağı doğru kayışına şahit olduğumda başım hâlâ göğsüne gömülüydü. Dokunuşunu kalçalarımda hissettiğimde, kanımda gezinen yoğun alkolün beynime sıçradığını hissettim ve yanan bir çakmak eşliğinde, Alper'e karşı hissettiğim bütün iyi niyetimin kül oluşunu seyrettim. Başımı güçlükle kaldırdığımda, gözlerimi gözlerine mühürledim ve bakışlarında ki şehvete karşılık tiksinerek baktım. Tam ondan bir adım uzaklaşacakken, kalçalarımı daha sıkı kavradı ve beni kendine doğru çekmeye başladı. Şoktan öylece kasılıp kalmıştım. Geri çekilmek istiyordum ama sanki alkol bedenime hükmetmişti ve bana donakalmamı emrediyordu.
"Çek lan elini onun üzerinden!"
Önce sesi ilişti kulaklarıma, sonra kokusu sarıp sarmaladı dört bir yanımı, ardından koca cüssesi durdu karşımda. Kalçalarımın üzerindeki tiksinç elleri çekti üzerimden, sonra da o yabancısı olduğum kokuyu uzaklaştırdı benden ve sanki dengemi kaybedip yere çakılacağımı sezmiş gibi, yumuşak dokunuşuyla kavradı belimi. Sonra başımı göğsüne yaslamam müsaade etti ve o cennetin kapılarını araladı bana. O huzurun kokusunu armağan etti ciğerlerime.
"Ö-Özür dilerim Barlas. Bu kadar içmemeliydim. O-Onunla bu kadar yakınlaşmamalıydım..." dedim, alkolün verdiği esrik bir ses tonuyla.
"Sus. Konuşma. Abine, sana göz kulak olacağıma söz verdiğim için buradayım. Bu işi daha da zorlaştırma!" dedi, öfkesini sesine yansıtarak.
"N-Ne o ? Helin'in yanından ayrılmana sebep olduğum için mi bu kadar tepkilisin bana ?" dedim, sesimdeki öfkeye rağmen başımı göğsünden kaldırmadan.
"Sus dedim sana! Ayak uydur hareketlerime. Olay çıkartıp saçma sapan dedikodulara malzeme olmayalım diye, seni Alper'in ellerinden alıp dansa kaldırmış gibi gözükmek için dans ediyorum seninle. Bu, bu geceki son dansın olacak. Sonra hemen eve gidiyoruz. Yoksa, elimden bir kaza çıkacak!"
Emrine amade olup susmaktan yana seçtim tercihimi ve kaslı omuzlarına ellerimi koyup hareketlerine ayak uydurmaya çalıştım. Başımı kaldırıp yüzüne bakmaya cesaretim yoktu. Sanki bir kez olsun göz göze gelsek, kıyamet kopacaktı. Bir anda Barlas'ın ellerini eteğimde hissettiğimde, ne yaptığını algılamaya çalıştım. Eteğimi aşağı doğru çekiştirdi. O an elbisemin yukarı doğru sıyrıldığı fark ettim. Tam başımı kaldıracakken Barlas'ın dudaklarını kulağıma yaklaştırıp öfkeyle soluğunu bırakmasıyla öylece kalakaldım.
"O adamın dikkatini çekmek için giyindiğin kıyafete, sürdüğün makyaja bak! Eteğini bile ben topluyorum burada. Herkese öyle çabuk güvenecek kadar aptalsın. Ben hasta ve yalnız başımayken onun kollarına koştun. Onun göğsüne de böyle yaslanıyordun değil mi? Bak nasıl da ucuz bir kadın muamelesi yaptı sana. Şimdi memnun musun düştüğün durumdan? Bence kendinden tiksinmelisin!"
Sözleri kulaklarımda uğuldarken, hissettiğim anlık öfkeyle başımın daha fazla döndüğünü hissettim ve bir adım geri çekilip bana öfke dolu bakışlarını atan Barlas'a mıhladım bakışlarımı. Ellerimi, belimde duran ellerine saplayıp tenimden söküp aldım. Ayakta zar zor duruyordum; fakat yere yığılacağımı bilsem bile, gururumu ayaklar altından toplamadan şuradan şuraya adımımı atmazdım.
Bir anlık kuvvetle elimi yukarı doğru kaldırdım ve tüm gücümle sol yanağına indirdim. Attığım tokatın etkisiyle başı sağ tarafa doğru savrulurken, yanağından çıkan ses gürültülü müziğe rağmen kulaklarımda çınlamıştı. Yanağına, beş parmağımın izi damga gibi kazınmıştı ve pistteki birkaç kişinin bakışları bizi bulmuştu. Müzik anında kesildiğinde bütün herkesin bize baktığına emindim fakat kimin ne düşüneceğini umursamadan ağzıma geleni saydırdım.
"Sen ne şerefsiz, ne haddini bilmez bir adamsın ya! Sen nasıl bana böyle ithamlarda bulunabiliyorsun? Bu ne cürret! Ayakta duramayacak kadar sarhoş olduğumu görmüyor musun ? Senin yüzünden içtim ben ve sarhoşluğum yüzünden bu duruma düştüm. Sözde beni onun art niyetinden sakınıp kollarına çektin. Bunu, beni sözlerinle daha fazla yerden yere vurmak için mi yaptın? Senden nefret ediyorum Barlas Seçkiner. Sen d-düşüncesiz, d-dengesiz bir hayvanın tekisin!"
Kelimeleri ağzımda yuvarlayarak ve kekeleyerek de olsa dile getirebildiğim için, kendimi az da olsa rahatlamış hissediyordum. Bana çevrilen karanlığa bürünmüş gözlerde, bir nebze olsun öfke yoktu artık. Yerini her zamanki, esip gürleyişinden sonra açığa çıkan pişmanlığına bırakmıştı. Fakat bu defa ona merhamet etmeyecektim. Onun az önce söylediği, o çirkin ithamları asla ve asla unutmayacaktım ve onu affetmeye bir daha tenezzül etmeyecektim. Dengemi toparlamaya çalışarak ona sırtımı döndüğümde, yalpa vurarak kalabalığı yarıp çıkışa doğru ilerlemeye çalıştım ve bu sırada da gözlerimden süzülen yaşları umursayamayacak kadar kendimden geçmiştim.
"Ecrin!"
Adımı, az önce o çirkin kelimelerin firar ettiği ağzıyla dile getirişi ağzımdan boğuk bir inlemenin kaçmasına sebep olmuştu. Nedense az önceki cümleleri bir araya getiren dudaklarından tiksinemiyordum bile. Ne kadar da acizdim ben. Hâlâ o dudakların öpmek istediğim dudaklar olarak kalması saçmalıktan başka bir şey değildi. Sarhoşluğun verdiği harabeye dönmüş hâlimle, elimi havaya kaldırdım ve yüzüne dahi bakmadan konuştum.
"Sus, konuşma! Y-Yüzüne bakmak bile istemiyorum artık. O pis ağzına bir daha adımı dahi alma ve sakın peşimden gelmeye kalkışma!"
Sarsıla sarsıla adım atmaya devam ettiğimde, herkesin gözü üzerimdeydi ve onları ezip geçeceğimi anlamışlar gibi, çıkışa varana kadar yoluma çıkan herkes, geçmem için kenara çekiliyorlardı. Dışarıya adım atar atmaz, topuklu ayakkabılarımın üzerinde duramayacağımın sinyalini ufak bir burkulma ile aldım. Son anda dengemi toparlamamla yere düşmeden yoluma devam edebilmiştim.
Gece kulübünden iyice uzaklaştığımda, büyük bir kamyonun arkasındaki kaldırım taşının üzerine çöktüm ve ağrıyan bileklerimi narin olmaya çalışarak ovdum. Elimin tersiyle göz yaşlarımı silip attığımda, temiz havayı derin derin içerlerime çektim. Şu sarhoşluğumu üzerimden atıp bir taksi çağırmam gerekiyordu. Tekrardan ayaklarımın üzerinde doğrulduğumda, yanlarımı kontrol etmeye koyuldum ve o sırada çantamı, telefonumu ve ceketimi içeride unuttuğumu farkettim. Lanet olsun!
Hava iyice serinlemeye başlamıştı ve elbisem uzun kollu olmasına rağmen, kumaşı ince olduğu için, elimde olmadan üşüyordum. Hele ki, bacaklarım ve sırtım açıkta kaldıkları için, resmen donuyorlardı. Ellerimi bedenime sarıp hızlı adımlarla, geri gece kulübüne doğru ilerlemeye başladım. Eşyalarımı alıp eve dönecektim. Yüzüme çarpan sert rüzgârlar beni azda olsa kendime getiriyordu. Tam gece kulübüne varmam için neredeyse yolu yarılamışken, bir anda önüme çıkan koca cüsse ile hızımı alamayıp adama çarpıp geriye doğru sendeledim. Adamdan af dilemek için başımı yukarıya doğru kaldırdığımda, karşılaştığım pis sırıtış ile ne yapacağımı şaşırdım.
"Bu ne acele fıstık ? Bir yere mi yetişmeye çalışıyorsun ? İstersen, gideceğin yere kadar bırakayım seni."
Kirli sakalını eliyle sıvazladığında, o çirkin sarı dişlerini gözüme sokmaya bir son verip ağzını kapattı ve başını üzerime doğru eğmek için bir hamlede bulundu. Direk olarak, geriye doğru hızla bir adım attım ve bana doğru uzanacağını bildiğim için, sarhoş oluşumu ve ayaklarımda topuklu ayakkabı oluşunu umursamadan gerisin geriye koşmaya başladım. Kalbim korku ve panikle deli gibi çarpıyordu. Soğuktan uyuşmuş bedenim, hareket etmemem için bana yalvarıyordu fakat eğer koşmaya devam etmezsem bu adam bana her şeyi yapabilirdi.
"Kaçma yavrum, sadece birazcık eğleniriz olur biter."
Karşımda olsaydın kesinlikle yüzüne tükürürdüm, diye geçirdim içimden. Gözlerimden def ettiğim yaşlar tekrardan eski yerlerini almışlardı. Koşmaya elimden geldiğince devam ederken, o adamın nefes ve adım sesleri kulaklarımda uğulduyordu. Kalbim son sürat atmayı sürdürürken, ansızın ayağımın burkulması ile sanki yer ayaklarımın altından kaydı ve kendimi saniyeler içinde dizlerimin üzerinde buldum. Bir anda dizime saplanan keskin acı ile boğazım yırtılırcasına çığlık attım ve ayağa kalkmak için doğrulmaya çalışırken, bacağımdan oluk oluk akan kana şahit oldum.
"Yakalandın, küçük kız."
Bir anda o adamın nefes nefese arkamdan bağırması ile koca eliyle saçlarıma asılması bir oldu. Ellerini saçlarımın arasına daldırıp çekiştirerek başımı geriye doğru yatırdı ve arkamda diz çökerek, o iğrenç yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Az önce korkuyla ve acıyla attığım çığlığın ardından boğazım öyle bir sızlıyordu ki, tekrardan bağırmaya mecalim kalmamıştı. Göz yaşlarım gözlerimden durmaksızın akıp giderken, boğazımdan kopan acı hıçkırıklar rüzgârlara karışıp kayboluyordu.
"Ya-Yalvarırım bı-bırak beni!"
Adam o tiksinç sarı dişlerini sergileyerek, tüylerimi ürperten kahkahasını attığında, midemin ağzıma geldiğini hissettim. Saçlarımın arasındaki elini geri çekmeden, dizlerinin üzerinde önüme doğru geçti ve başımı dikleştirip ona bakmamı sağladı. Yüzündeki iğrenç sırıtış kaybolduğunda dudaklarını diliyle ıslattı ve dudaklarıma doğru yaklaştı. Çığlık atmak istiyordum, bağırıp yardım çağırmak ama sesimi kimsenin duymayacağını biliyordum. Zaten ne kadar çığlık atmak istesem de boğazımdaki sızı buna izin vermiyordu. Gözlerimi sımsıkı yumdum ve göz yaşlarımın yanaklarımdan bardaktan boşalırcasına akmasına izin vermekten başka bir şey yapamadım. Bir de Allah'a yalvarmaktan...
"ECRİİN!"
Şükürler olsun, Allah'ım... Alper!
Adamın saçlarım arasındaki elleri hemen gevşedi ve saç tellerimi azad etti. Saç diplerim deli gibi sızlarken, yaşlı gözlerim arasından o korkunç adamı seyrettim. Hızla dizlerinin üzerinde doğrulup ayaklarının üzerinde dikildi ve tam kaçmak için bir atakta bulunacakken, Alper iyice yanımıza yaklaştığı için hızla olduğu yerde sıçradı ve saniyeler içerisinde adamın üzerindeydi. Adama doğru sayısız yumruklarını sıralarken, sırtı bana dönük olduğu için neresine vurduğunu göremiyordum. Nihayet kalçalarımın üzerine oturduğumda, düştüğüm an dizimi sıyıran taş yüzünden, yarılan derime baktım. Yarıktan öyle bir kan süzülüyordu ki, bacağım resmen kan kırmızısına bürünmüştü.
Parmak ucumu yaranın etrafına değdirdiğimde, ağzımdan acı dolu bir inlemenin kaçması bir oldu. Dizimin acısının geçmesi için üzerine kesik kesik nefesimle üflesemde fayda etmiyordu. Canım çok yanıyordu. Alper hâlâ adamı yere yatırmış, bir güzel benzetmekle meşguldü. Bir anda kulaklarıma hızlı adım sesleri ve hararetli nefes alışverişleri ilişti. Başımı sesin geldiği yöne doğru çevirdiğimde, Barlas'ın elinde çantam ve ceketim ile koşarak yanıma doğru geldiğini fark ettim. Gece kulübünün önünde bir sürü insan topluluğu bizi seyrediyordu. Sanırım herkes kavganın haberini almıştı ve merak edip seyretmek için dışarı çıkmışlardı. Müzik sesi dahi kesilmişti.
"Ecrin..."
Barlas elindekileri bir hışımla yere fırlatıp hızla yanımda diz çöktü ve önce dizime sonra da üstüme başıma göz attı. Ardından bakışlarını gözlerimde perçinleyip elini usulca yanağıma bastırdı. Normalde olsa yüzümü avcuna doğru daha çok yaklaştırırdım fakat ona olan öfkem hâlâ fazlasıyla tazeydi. Zaten bütün olanlar onun yüzünden olmuştu. Eğer ona sinirlenip dışarı çıkmasaydım, şimdi bu hâlde olmayacaktım. Hızla başımı diğer yana doğru çevirdim ve yüzümü avcunun içinden kurtardım.
"Dokunma bana!" diye bağırdım, kalan son kuvvetimle.
"İyi misin ?" diye sordu, sert çıkışımı umursamadan.
"Değilim! Bütün bunlar senin suçun." dedim, boğuk bir hıçkırık eşliğinde.
"Burada dur. Geleceğim birazdan ve hastahaneye gideceğiz." dedi ve ayağa kalktı.
Yere doğru eğilip ceketimi ve çantamı fırlattığı yerden aldı ve çantamı kucağıma koyduktan sonra, ceketimi omuzlarımın üzerine bıraktı. Ceketim ince olduğu için yeterince sıcak tutmasa da, azda olsa ısınmama yarar sağlamıştı. Barlas, hâlâ bedenimin titrediğini farketmiş olmalı ki, üzerindeki ceketi omuzlarından sıyırıp alelacele çıkarttı ve ceketimin üzerinden bedenime sardı. Beni sıcak tutmak için elinden geleni yaptıktan sonra, hızlı ve sert adımlarla Alper'in yanına doğru ilerledi.
Alper adamın başında dikilmiş derin derin soluklanıyordu ve ellerini iki yanında sabitlemişti. Adam ise yan dönmüştü ve cenin pozisyonu almıştı, başını önüne eğdiği için yüzünün ne hâle geldiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Barlas adamın önünde durduğunda, onu yukarıdan dikkatlice süzdü ve bir anda ayağını sertçe adamın karın boşluğuna geçirmesi ile adam acıyla haykırıp iki büklüm oldu.
"Yüzüme bak, or*spu çocuğu!"
Kelimeleri tükürürcesine dışarı saçarken, adam hâlâ başını önüne eğmiş öylece duruyordu. Barlas'ın boğazından çıkan hayvansı hırıltının ardından, sözünü dinletemediği için sinirlenmiş olmalı ki yumruklarını sıktı ve bir anda adamın suratının ortasına, ayağıyla sert bir tekme geçirdi. Adamın burnundan gelen kırılma sesiyle soluğumun kesildiğini hissettim. Adam aldığı darbeden ötürü mecburen başını yukarı doğru kaldırdığında, Barlas'ın omuzları, attığı korkunç kahkahası ile şiddetle sarsıldı.
"Bakın da burada kim varmış. Ahmet Karaca. Sen Alper'in bir numaralı adamı değil misin, ha ? Seni tanımayacağımı mı zannettin lan! Ben bugüne kadar canımı yakan hangi insan evladını unuttum ki, seni unutayım or*spu evladı! Ne o, bu sefer elinde bir sopan da yok bakıyorum. Bu da demek oluyor ki, seni güçlü kılan hiçbir şey yok şu anda. Bu yüzden, bunu sana büyük bir zevkle takdim edeceğim."
Barlas tüm hırsıyla, adamın suratının ortasına bir kez daha sert bir tekme geçirdiğinde, adam yattığı yerden sıçrayıp feryat figan bağırdı ve yüzü gözü kan içinde yere yığıldı. Barlas'a, arkasından ürkerek bakıyordum resmen. Şu an burada, neler döndüğü hakkında hiçbir fikrim yoktu. Fakat Alper'in tedirgin duruşundan bir pislik kokusu seziyordum.
"Bakıyorum da babanın yolundan ilerliyorsun, Kozan. Baban gibi sahtekâr, baban gibi şerefsiz olmakta üstüne yok." dedi Barlas, Alpere doğru bir adım atarak.
"Sözlerine dikkat et Seçkiner. Burada kirli çamaşırlarımızın ortaya serilmesini istemeyiz, değil mi ?" dedi Alper, Barlas'a doğru tıslayarak.
"Merak etme Kozan, burada görmesi gereken kişi çoktan gördü, gerçekte ne mal olduğunu. İçeride ellerini kalçalarına koyuşunu hoş karşılar zannediyordun, değil mi ? Ecrin'i, o zannettiğin kızlar gibi yatağına atabileceğini planlamıştın, değil mi ? Onun, kendini senin kollarından kurtaramayacak kadar sarhoş ve savunmasız olduğunu çok iyi biliyordun. Fakat bakışlarında aradığın şehvet yerine, o tiksintiyi bulmayı beklememiştin. Onu partiye beraber gitmeye ikna edene kadar, onu elde etme planın tıkırında işliyordu. Fakat onun gözünde beş paralık olana kadar. Sözde onu baştan çıkartıp sarhoş oluşundan yararlanacaktın. Ama o, senden tiksindi. Onu tamamen elinden kaçırmaktan korktuğun için, biz dans ederken ufak bir plan yaptın ve bir numaralı adamına başvurdun. Her götün sıkıştığında yaptığın gibi..."
Alper öfkeyle bağırdı. "Kes sesini!"
Barlas, Alper'in sinirini bozmak için alaycı bir kahkaha attı ve konuşmaya devam etti. "Köpeğinle ufak bir kurtarmaca oyunu oynadınız. O, Ecrin'i yol kenarında taciz etti ve sende, sana bir anda vahiy gelmiş gibi mekandan fırlayarak Ecrin'i adamının elinden kurtardın. Güya Ecrin'in kahramanı oldun ve içeride yaptığın şerefsizliğini ona unutturdun. Çok iyi iş çıkarttın, sahiden. Tebrik ederim seni. Yalnız şunu da belirteyim; Ellerini her ne kadar gizlemeye çalışsanda, yaralarla bezeli olmadığını çoktan farkettim. Adamına bir fiske dahi vurmadığını, ben onu tekmelemeden önce, yüzünde hiçbir iz olmayışından anlamıştım zaten. Adamında yüzünü her ne kadar gizlese de, başarılı olamadı."
Alper bir kez daha öfkeyle bağırdı. "Sus artık!"
Barlas bir kez daha kahkaha attığında, susmaya hiç niyeti yoktu. "Bak yine maskeni yüzünden indirdim. Ben, senin gerçek yüzünü ortaya sermek için varım Alper Kozan. Benim olduğum yerde, senin zaferin asla olmayacak. Bu rekabette esas güç bende, bunu ne zaman farkedecek ve boşa kürek çekmekten ne zaman vazgeçeceksin, merak ediyorum doğrusu!"
Barlas'ın ard arda sıraladığı cümlelerin her birinde çok derin mânâlar saklıydı. Mesela 'rekabet' adını verdiği şey, aralarındaki düşmanlığın simgesiydi. Aralarında her ne geçtiyse, birbirlerine karşı ölesiye bir nefret yaratmışlardı ve Barlas bu düşmanlıkta üstünlüğünü ele alan taraftı. Fazlasıyla iddialı, muhafazakâr ve zekiydi. Hele ki az önce Alper'in foyasını ortaya çıkarışı, kesinlikle takdire şayandı. Fakat cümleleri arasında imâ ettiği şey, fazlasıyla ilgimi çekmişti. Resmen Alper'in barda beni baştan çıkartmaya çalıştığını ama benim onun zannettiği kızlardan olmadığımı söylemişti ve ilk defa şerefimi yerle bir etmek yerine, yüceltmeyi tercih etmişti.
Bir anda Alper'in öfkeyle gürlemesini işittiğimde, düşüncelerimden sıyrıldım. "Bu oyunda esas oğlan kazanan olacak, Seçkiner. Biz daha yolun başındayız. Oyunun sonunda galip gelen kişi, ben olacağım. Mağlup gelen kişi ise, sen olacaksın. Sabret, canını yakmama çok az kaldı. Sahip olduğun her şeye bir bir el koyacağım. Senin bana yaptığın gibi, hayatını mahvetmeme az kaldı. Bu düşmanlık kan dökülmeden bitmeyecek, Barlas Seçkiner. Bitmeyecek! Hiç kimse olmana az kaldı, hiç kimsen olmadığı gibi. Sabret, sadece sabret."
"Sabırla bekleyeceğim, merak etme. Beni yakmak için tutuşturduğun ateşte kül oluşunu seyredeceğim günleri sabırla bekleyeceğim. Benim kaybedecek hiçbir şeyim yok, elinden geleni ardına koyma Alper Kozan." dedi Barlas, ciddiyetini hiç bozmadan.
Alper nefret dolu bakışlarıyla son kez Barlas'a baktıktan sonra yumruklarını sıka sıka arkasını döndü ve sokak lambalarıyla aydınlanan sokakta sert adımlarla ilerlemeye başladı. O kadar hızlı ilerleyip gitti ki, göz açıp kapayıncaya dek gözden kaybolması bir oldu. Adamı da zar zor ayağa kalktı ve Alper'in peşinden iki büklüm bir hâlde, sendeleyerek ilerledi. Barlas nihayet bana doğru gelmeye başladığında, arkamızda yarım çember oluşturan insan fazlalığını umursamadan, önümde tekrardan diz çöktü ve çantamı boynuma astı. Ben daha ne olup bittiğine anlam veremeden, bir anda ellerini boynumdan ve bacaklarımdan geçirip beni kucağına aldı. Ona biraz karşı çıksam da Barlas hiç umursamadan beni kolları arasında sabit tuttu. Ellerimi onun omuzlarına koymak yerine karnımın üzerinde tuttum. Sıcacık vücudu ne kadar cazip görünürse görünsün, ellerimi ondan uzak tutmaktan caymadım. Kokusu beni sersemletirken etkisini hiçe sayıp başımı onun tersi yönüne çevirdim.
"Canın çok yanıyor mu ?" diye sordu, boğuk bir sesle.
"Evet." dedim, yüzümü ona doğru çevirmeden.
"Geçecek, sabırlı ol, bitecek... Üzgünüm!" dedi, sesinin titremesine engel olamayarak.
"Benim için üzülmene gerek yok, üzme yeter."
Söylediklerimin ardından, yüzündeki ifadeyi görebilmek için başımı ona doğru çevirdim. Gözlerini yoldan çekip ilk iş gözlerimle buluşturdu ve işte tam da o an, orada gördüm. Merhameti, pişmanlığı, hüznü. Ve tam da o an, bana söylediği bütün kirli kelimeler aklımın en ücra köşelerinde sızladı. Sisler bulvarında izini kaybettirmek istedim; fakat hazmedemeyişime ket vuramadım. Gözlerimi gözlerinden bir an olsun ayırmadım. Bakışlarımda soğuk bir hissizlik vardı. Yüzünü yüzüme yaklaştırdığında dahi gözümü bir kez olsun kırpmadım. Onun sıcak nefesi kulağımı okşadı. Bir anda fiziksel acı, karıncalanarak uçtu gitti. Ruhsal acı ise, daha da yoğunlaştı. Çenesinin yanağıma uyguladığı baskıyı hissettiğimde, fısıldayışını kulağımın yakınında işittim.
"O an aklımdan geçen kelimeler, onlar değildi. O an sadece, o şerefsizin sana öyle dokunması kanıma dokunmuştu ve öfkeden gözüm döndüğü için, ne diyeceğimi şaşırmıştım. En başından o arabaya bindiğinde, o masada onunla birlikte oturduğunda ve onunla dansa kalktığında canımı yakmıştın. Ben de kelimelerimle canını yakmak istedim. Öfke gözümü bürüdüğünde kendimi kaybediyorum. Evet, kesinlikle hayvanın tekiyim; ama inan ki sinirime hâkim olamıyorum. Sanki öfke anında, irademi maganda bir adam ele geçiriyor ve ben, bana hiç yakışmayacak o çirkin kelimeleri dile getirebiliyorum. Sen tiksinti duyulacak bir kadın değilsin Ecrin. Sen, en güzel şeyleri hak ediyorsun. Belki de beni sana karşı bu denli öfkeli hâle dönüştüren, hak ettiğin gibi biri olamayacak kadar çirkin oluşum. Sana yaptığım bu kaçıncı hayvanlık bilmiyorum; fakat tekrarı olmayacağını da temenni edemiyorum.. Yine de, senden af diliyorum Ecrin. Özür dilerim."
~
Kısa da olsa bölüm hakkındaki düşüncelerinizi yorumlarınızla bildirirseniz, çok sevinirim. Oy vermeyi de unutmayın lütfen. Sizi seviyorum ♥ Bir sonraki bölümde görüşmek üzereee...
-Şahsi Instagram Hesabım: aleynafetvac
-MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top