MSOM? -18- ❝Baştan Çıkarılmış❞
Biten temizliğin ardından yine uzun bir bölüm yazdım. Geç oldu, umarım güç olmaz. Kaybettiğimiz mehmetçiklerin acısından, moralsiz hâlimle yazdığım bir bölüm oldu. Yaptığım düzenlemelerle biraz olsun daha edebileştirdim. İnşallah beğenirsiniz.
Bu arada, beni eleştirenlere özel olarak söylemek istediğim bir şey var. Ben bu zamana kadar hiçbir şekilde özenti bir yazar olmadım. İlk kitabım Manyak Sevgilim'de fazlasıyla yazım ve imla hataları vardı, Manyak Abim ise mizah kitabı olduğu için doğru düzgün edebiyat katamadım. Şimdi bu kitapta edebi yazıyorum diye kendini kasıyorsun diyenler var. Ben yazdığım o satırları afedersiniz kıçımı sıkıştırarak yazmıyorum. Kalbimden dökülenler sizin okuduklarınız. Ayrıca edebi yazan hiçbir yazara özenmedim de. Çok kitap okuduğum doğrudur, ama okuduğum kitabın yazarına özendiğimin göstergesi değildir bu. Benim eski yazımım yalın ve sadeydi. Şimdi sadece biraz süsleyerek yazıyorum. Evet, 17 yaşına girmek üzere olan küçük bir yazarım. Ama yaşım, edebi yazıp yazmamamı etkilemez. Siz içimdeki olgunlaşmış çocuğu tanımıyorsunuz. Sanki böyle yazmam imkansızmış gibi, ben beceremezmişim gibi davranıyorsunuz. Bu benim yazım tarzım, benim kalemim, benim kurgum, benim kitabım. Eğer özenti bir yazar olsaydım klişelerle dolu bir kitap okuyor olurdunuz. Bir kişi çıkıp bana 'Kitabın klişe' diyebilir mi bakalım? Birde eğer kasıyor olsaydım, şu an bu bölümü yazıp yayınlamış olamazdım. Aklımdaki diğer kurgulara yoğunlaşır, bu kitabı rafa kaldırırdım. Uzun bölümler yazdığım için geç kalıyor bölümler, tıkandığım için değil. Ben çok yavaş yazıyorum, elimde değil. İnanın bu notu yazmam bile rahat 45 dakika sürmüştür. Hikâye yazmak sandığınız kadar kolay değil. Çıkarın at gözlüklerinizi artık ve beni yargılamaya bir son verin. Ben buyum. Ben Aleyna'yım. Değişmeyeceğim. Ve asla özenti olmayacağım! Gerçek bir yazar olabilmek en büyük hayalim ve bu hayale layık olabilmek için kendimi daha da geliştireceğim. İsteyen özenti desin, isteyen kendini zorluyor desin. Şu andan itibaren kötü düşüncelerinizi umursayıp moralimi bozmayacağım. Benim ne olduğum belli ve beni bilen biliyor. Söyleyeceklerim bu kadar.
**Multimedya'da Ecrin, Barlas, Begüm ve Aras var!**
Bu bölümü canım okurum Nergiz'e ithaf etmek istedim. İyiki varsın kuzum benim. Barlas'a küfürleri saydırıp aynı zamanda çok seven ve hatta finalde ölsün de azıcık ağlayalım diyen garip ve bir o kadar da tatlı arkadaşım, seni çok seviyorum ♥ :D
@nergiz_b
-Keyifli Okumalar.
★☆★
18. Bölüm
▪Ecrin Karayel▪
Nihayet yoğun bir hafta, son bulmuştu ve heyecanla beklediğim haftasonu kapıya dayanmıştı. Hafta içi her gün neredeyse ödevlerle boğuştuğum için, geride bıraktığım günler tabire caizse; berbat ötesiydi. Bugün günlerden Cumartesiydi ve bu, mükemmel bir günün kapılarını araladığımın göstergesiydi. Tiyatro kursunda ilk günümü geçireceğim için fazlasıyla mutlu ve umutluydum. Hayallerime kavuşabilmek için yeniden uzun bir yola çıkacaktım ve bu defa çaba gösterip arzu ettiğim yere ulaşacaktım.
Karşısında dikildiğim aynada yansıyan görüntüme dikkatlice baktığımda, karşılaştığım görüntü gayet hoştu. Birçok renkle donatılmış mini eteğim ve üzerime geçirdiğim ince yünlü beyaz kazağım ile seksilik ve şirinlik arasında mekik dokuyordum. Elimdeki ince siyah kemeri yüksek belli eteğime geçirdiğimde, üzerimdeki kazak, modeli gereği kısa kesimli olduğu için eteğimin tüm ayrıntısını göz önünde bulunduruyordu. Bu da, kalçalarımı tam anlamıyla saran eteğimin, kıvrımlarımı arsızca sergilediğini gösteriyordu.
Bordo rujla boyadığım dudaklarımı büzüp uzaktan aynadaki yansımama minik bir öpücük yolladım ve yüzümdeki sırıtmayla birlikte arkamı dönüp koridora doğru ilerledim. Odamdan çıkar çıkmaz merdivenlere yöneldim ve özenle dalgalandırdığım saçlarımı geriye doğru savurdum. Aşağı kata indiğimde, Barlas ile karşılaşmamla yüzümdeki sırıtmayı anında dudaklarımdan silip attım. Tenimi ateşe veren keskin bakışlarıyla, öldüren bir yavaşlıkla bedenimi süzmeye başladığında, yüzünün aldığı ifadeden ötürü neredeyse dizlerimin bağı çözülecekti.
"Düğüne gidiyoruz da, haberim mi yok?" dedi gözlerini devirerek.
"Ne alâka Barlas? Üzerimde abiye bir elbise falan mı var acaba?"
"Bu kadar süslenmene gerek yoktu."
"Bugün kurstaki ilk günüm ve ben güzel görünmek istiyorum."
"Güzel görünmek için ek olarak çaba sarfetmene gerek yok." dedi ve ardından pot kırmış gibi, hemen lafı değiştirdi. "Her neyse geç kalacağız, hadi çıkalım."
Az önce kurduğu cümleden, doğal hâliminde güzel olduğunu mu çıkarmalıydım?
"Tamam o zaman." dedim konuyu uzatmayarak.
Barlas askıdan siyah ceketini alıp üzerine geçirdiğinde, koyu gri pantolonu ve açık gri bluzu ile çok hoş bir uyum yakalamıştı. Dış kapıya doğru ilerlediğinde, kapıyı usulca araladı ve geçmem için öncelik tanımadan dışarıya çıktı. Ben de beyaz topuklu ayakkabılarımdan çıkan tok sesle birlikte evi terkettim. O gün eve giren yabancıdan ötürü hâlâ içimde kötü bir his vardı ve bu hissin ardına sığınarak kapıyı iyice kilitlemeden hiçbir yere çıkamıyordum. Şu anda olduğu gibi. Kapıyı iyice kilitledikten sonra Barlas'ın araladığı asansör kapısına baktım ve gönül rahatlığıyla ona doğru ilerledim.
Birlikte asansöre bindiğimizde, etrafa derin bir sessizlik hâkim olmuştu. Barlas zemin kata inmek için tuşa bastığında, aşağı inene dek geçen süreçte tek bir kelime bile etmemişti ve bu sessizlik, bir noktadan sonra sahiden can sıkıcı olmaya başlamıştı. Asansörden inip apartmanı terk ettiğimizde ise Barlas'ın son model arabasına doğru ilerledik. Barlas uzaktan kumandayla kapıların kilidini açtığında, yaptığı her haraketi büyük bir hayranlıkla seyrediyordum.
"Atla, hadi." dedi, nihayet bir kelime de olsa konuşarak.
Söylediğine uyup arabanın kapısını açtım ve kendimi ön koltuğa bıraktım. Arabanın içi de, dışı gibi lükstü. Barlas da şoför koltuğuna geçtiğinde, ilk iş emniyet kemerini taktı ve ardından arabayı çalıştırdı. Ben de emniyet kemerini takarken diğer yandan da Barlas'ın bu sabah verdiği tepkiyi düşünüyordum. Ben sabah kalkıp Pasaklı için mama hazırlarken mutfağa gelip 'Bugün kursa beraber gideriz' demişti. O gün kurs konusunda bana karşı çok katıydı, fakat bu defa bana fazlasıyla iyimser yaklaşmıştı.
Acaba Cem hocanın dediği gibi onun partneri olmamdan memnun muydu, yoksa bu da her zamanki dengesizliklerinden biri miydi?
***
Barlas arabasını bir köşeye park ettikten sonra, emniyet kemerimi çıkartıp ondan önce arabadan indim. Göz kamaştırıcı binayı iyice süzdüğümde, aşina olduğum sesle kendime geldim.
"Ne dikiliyorsun orada, yürüsene."
Barlas'ın ikazını işittiğimde isteğini yerine getirip, öylece dikilip binayı seyretmeye bir son verdim ve heyecanla ihtişamlı binaya doğru ilerledim. Nihayetinde binanın içine girdiğimde, Barlas'ta yanımda ilerliyordu. Giriş katta bekleyen Lale beni görür görmez gülümseyerek el salladı. Ben de ona aynı şekilde karşılık verirken, tam ona doğru ilerleyecektim ki, koluma mengene misali sarılan elle neye uğradığımı şaşırdım.
"Bütün öğrenciler Yukarıdadır. Hadi, oyalanmadan yukarı çıkalım." dedi Barlas, aceleci tavrıyla.
Bugün kursta ilk günüm olduğu için geç kalmamak adına Barlas'ın söylediğine uydum ve Lale'ye uzaktan el sallamakla yetindim. Lale bizi imâlı bakışlarıyla âdeta deşerken, biz ise merdivenlere yönelmiştik. Hızlı adımlarla merdiven basamaklarını aşan Barlas'ı takip ettiğimde, birlikte ikinci kata ulaşmıştık ve hatta şu an koskoca tiyatro salonunun önündeydik. İçeri girdiğimizde gözüm ilk olarak Cem hocayı buldu. Cem hoca bir köşede durmuş, etrafına toplanmış kalabalık ile ilgileniyordu. Daha bizi fark edememişti.
Nihayet Cem hoca etrafına bakındığında bakışları bizi bulabilmişti. Etrafına toplanan ve durmaksızın sırayla bir şeyler soran öğrencilerini susturup bedenini tamamen bizden yana çevirdiğinde, bir anda bütün gözler üzerimizde toplandı.
"Çocuklar, geldiniz demek." dedi Cem hoca, yüzündeki gülümsemeyle.
"Herkes burada olduğuna göre, gecikmiş olmalıyız." dedi Barlas, burnunu kırıştırarak.
"Çok fazla gecikmediniz, merak etme. Ben de rol dağılımını yeni yapmıştım. Sizin rolünüzde hazır." dedi Cem hoca, elindeki kağıtları göstererek.
"Neymiş o rol?" dedi Barlas, merakla.
"Bekle bakalım evlat. Önce Ecrin'i bizim çocuklarla tanıştırayım." dedi Cem hoca ve beni göstererek kalabalığa doğru döndü. "Ecrin kursumuza yeni kaydoldu çocuklar. Onunla iyi anlaşmanızı umuyorum. Bundan sonra Barlas'ın da partneri Ecrin olacak, haberiniz olsun."
Hızlı adımlarla kalabalığa doğru ilerlediğimde, yüzümdeki gülümsemeyle birlikte, teker teker herkesle tokalaşıp tanıştım. Burada birbirinden güzel birden çok arkadaşlık edineceğimi umuyordum. Zaten genellikle hemen hemen herkesle iyi anlaşırdım.
"Ecrin bütün arkadaşların ile tanıştıysan eğer, size oynayacağınız oyundan söz edeyim. Diğerleri de rollerine çalışsın artık. Hadi bakalım."
Cem hoca söyledikleriyle beni heyecanlandırırken, rollerine çalışmak için farklı yerlere dağılan kalabalığın ardından, ben de Cem hocanın yanına doğru ilerledim ve Barlas'ın hemen yanında duraksadım.
"Çocuklar, Feriha sizin için eğlenceli bir piyes yazdı." dedi ve ben anlamamış gibi kaşlarımı kaldırdığımda gülümsedi. "Feriha benim yeğenim Ecrin. Öğrencilerime eski zamanlardan kalma piyeslerden çok, modern çağa uygun piyesler oynatmak istedim. Yeğenimin hayal dünyası çok geniş olduğu için, aklımda kurduğum kurguya uygun senaryolar üretiyor ve bana gönderiyor. Sizde onun yazdığı senaryoya çalışıp bize sergiliyorsunuz."
"Anladım hocam, açıkladığınız için teşekkür ederim." dedim gülümseyerek.
"Her neyse," dedi ve konuşmasına kaldığı yerden devam etti. "Sen aşık bir kadını canlandırmakta zorluk çektiğin için aşk piyeslerini biraz daha ileriye saklıyorum. Bu yüzden size farklı bir piyes ayarladım."
"Korkmalı mıyım?" diye sordu Barlas, ciddiyetinden ödün vermeyerek.
"Korkulacak bir şey yok," dedi Cem hoca ve sırıtarak devam etti. "Alt tarafı baştan çıkarılmış adamı oynayacaksın."
Barlas'ın kaşları âdeta arşa ulaşmak istercesine yukarı tırmanmıştı ve gözleri ise dehşete düşmüşcesine aralanmıştı. "Şaka mı bu hocam? Eğer şakaysa, hiç komik değil gerçekten."
"Şaka falan değil evlat," dedi Cem hoca bir anda ciddileşerek. "Sonuçta bu bir rol, bu kadar büyütmene gerek yok."
"Siz bize oyundan bahsedin hocam." dedim rolü kabullenerek. "Ben tiyatro kursuna her şeyi göze alarak kaydoldum. Rol, roldür. Oynamaya hazırım."
Başımı çevirip bakışlarımı Barlas'ın bakışlarına perçinledim ve öfkeye bulanan kahverengi harelerinin, beni içine çekmesine izin verdim. Bu rolü kabullenmem onu yenilgiye uğratmış olmalıydı. Eğer onunla hemfikir olsaydım, Cem hoca rol değişikliği için bir şeyler yapabilirdi. Ama ne yazık ki, ben ayağıma kadar gelen şansın yitip gitmesine göz yumamazdım. İçimdeki kesif arzu, bir türlü iflah olmuyordu ve bu yüzden, rol icabı da olsa onu baştan çıkartmak için yanıp tutuşuyordum.
"Pekâlâ, zorluk çıkarmadığın için teşekkür ederim Ecrin." dedi Cem hoca.
"Rica ederim hocam." dedim.
"Oynayacağınız oyun kısa paragraflardan oluşuyor. Zaten pek uzun bir piyes sayılmaz. Ezberlemesi kolay olacaktır. Eğer ezberin iyiyse, burada kurs bitene kadar senaryoya çalış Ecrin. Ardından Barlas ile birlikte oyununuzu oynar ve evinize gidersiniz. Ama istersen yarın da sunabilirsiniz." dedi Cem hoca.
"Benim ezberim iyidir hocam. Hemen diyaloglarımı ezberlerim, sonra da Barlas ile birlikte size sunarız. Bir daha yarına bırakmayalım." dedim.
Cem hoca gülümseyerek elinde tuttuğu iki kağıttan birini bana, diğerini Barlas'a doğru uzattı. Ben kağıdı gayet kibar bir edayla Cem hocanın elinden aldığımda, Barlas ise öfkesini dört bir yana göstermek istercesine, kağıdı Cem hocanın elinden sertçe çekip aldı. Birden bire beni omzumdan sertçe ittiğinde, ben geriye doğru sendelerken, o hızla yanımdan geçip gitti. Zemini titretecek kadar güçlü adımlarla ilerlerken, ben ise öylece arkasından bakıyordum. Şu anda sertçe dokunduğu yerin sızlaması gerekiyorken, neden kalbim bu denli sızlıyordu?
Çünkü bana karşı böyle acımasız davranması, kalbimi acıtıyordu.
***
"Çocuklar hazırsanız oyununuzu sunabilirsiniz artık. Bütün gösteriler son buldu, son olarak siz kaldınız." diye seslendi Cem hoca.
Barlas'tan yana dönerek, "Hazır mısın?" diye sordum.
Yüzüme dahi bakmadan, "Evet." dedi.
Cem hocaya doğru döndüm. "Hazırız hocam."
Elimdeki senaryoyu az önce oturmakta olduğum sandalyenin üzerine bıraktığımda, az önce öğrencilerin güç bela salona taşıdıkları masaya doğru ilerledim. Barlas böyle bir piyeste oynayacağı için hoşnut değildi ve hâlâ bana karşı öfkeli olmalıydı. Sabah ki tavırlarını fazlasıyla özlemiştim ve artık bu dengesiz hâlinden bana gına gelmişti. Değişken ruh hâli yüzünden duygularım allak bullak olmuştu artık.
Bütün mutluluğumu emen ve dengemi tepetaklak eden düşüncelerden arınmak istercesine silkindiğimde, nihayet gerçek hayata hızlı bir geçiş yapabildim. Birkaç adım atarak olmam gerektiği yerde duraksadığımda, Barlas hemen ardından masanın arkasında duran dönen sandalyeye oturdu ve yüzüme bakma gereksinimi duymadan başını önündeki kağıtlara doğru çevirdi. Parmakları arasına sıkıştırdığı kalemi elinde çevirmeye başladığında, yüzündeki ciddi ifadeyle birlikte şu an kesinlikle çok gerçekçi gözüküyordu. Kız öğrencilerden birisi elinde tuttuğu karton bardak ile yanımda durduğunda, dikkatimi Barlas'ın üzerinden ona doğru çevirdim.
"İçinde su var, fakat sen bunu kahve niyetine Barlas'a götürecekmişsin. Hoca öyle söyledi."
"Peki, teşekkür ederim."
Kızın elinden karton bardağı alıp avcumun içine sığdırdığımda, bakışlarımı Cem hocanın üzerine çevirdim. Baş parmağını kaldırıp başlamam için komutu verdiğinde, içime derin bir nefes çekip kendimi hazır hissedene kadar bekledim. Ezberlediğim kelimelerin bir kısmını aklımda tekrar ederken, kendime yakarırcasına 'yapabilirsin' diye fısıldıyordum. Sonunda kendimi hazır hissettiğimde, boşta kalan elimi havaya kaldırdım ve parmak boğumlarımla üç kez boşluğa vurur gibi yaptım. Sanki şu an sahiden önümde bir kapı varmış gibi hissediyordum.
"Gel."
Barlas'ın otoriter bir edayla söylediği kelime, neredeyse dizlerimi titretecekti. Fakat yüzümdeki ciddi ifadeyi hiç bozmadan elimle kapıyı aralamış gibi bir tavır sergiledim ve bir adım ileri çıktım. Şu an rol gereği seksi patronunu arzulayan bir asistanı oynuyordum ve piyeste Barlas evli bir adamdı. Bana karşı her ne kadar istekli olsa da, bunu belli etmemeye çalışacaktı. Az sonra yapacaklarımı gözümün önünden geçirdiğimde dahi aklımı kaçıracak gibi oluyordum.
"Size kahve getirdim, efendim."
Kelimeleri tane tane ve olabildiğince kısık bir sesle söylediğimde, kulağıma sahiden baştan çıkartıcı bir tınıda çalınmıştı. Yüzümdeki ciddi ifadeyi hiç bozmadan ona bakarken, birden başını usulca kağıtlardan kaldırıp gözlerini gözlerimle buluşturdu. Gözleri, kanımı alazlandıracak kadar derin bakıyordu. Yüzündeki gergin ifade onu o kadar çekici gösteriyordu ki, bir an için baştan çıkarılacak tarafın ben olacağımı hissettim.
Kalçalarımı kıvırta kıvırta Barlas'a doğru ilerlediğimde, bakışları önce bacaklarımda ardından kalçalarımda gezindi ve rolü gereği sırtını sandalyeye yaslayarak ciğerlerine gergince bir nefes çekti. Benim usulca attığım adımlar nihayet son bulduğunda, tam Barlas'ın masasının önünde durdum ve elimdeki bardağı masanın üzerine bıraktım. Ardından her buluştuğunda birbirini ateşe veren gözlerimizi birleştirdim.
"Teşekkür ederim Ecrin. Kesinlikle buna ihtiyacım vardı." dedi boğuk bir sesle.
Dudaklarım seksi bir tebessümle kıvrıldığında, bir elimi masanın üzerinde gezdirerek yavaş adımlarla ona doğru ilerledim. Ona adım adım yaklaştıkça, kalbim âdeta göğüs kafesimin içinde dövünüyordu. Her içerlerime çektiğimde, bana huzuru çağrıştıran kokusunu burun deliklerimden içeri misafir ettiğimde konsantremi kaybetmek üzereydim. Bu kokunun tek yan etkisi, aşırı dozda dikkat dağınıklığı yaratıyor oluşuydu.
"Nedense daha fazlasına ihtiyacınız olduğunu düşünüyorum." dedim, alt dudağımı dilimle ıslatırken.
"Nasıl yani?" dedi, derin bir nefes eşliğinde.
Sanki hiçbir şeyden haberi yokmuş gibi merakla bakan gözlerine sinsi bakışlarım ile eşlik ettim ve yanında dikilmeye bir son verip topuklarımdan çıkan tok sesle birlikte sandalyesinin arkasına doğru yürüdüm. Ellerimi bir tüy misali omuzlarına kondurduğumda, ceketinin üzerinden hafifçe omuzlarını okşadım.
"Masaj..." diye fısıldadım. "Sadece birazcık masaja ihtiyacınız varmış gibi."
"Evet," diye mırıldandı. "Çok gerginim, bu iyi gelebilir."
"Ama," dedim bir anda ve dudaklarımı kulağına yaklaştırarak fısıldadım. "Üzerinizdeki ceketten kurtulmamız gerek. Yoksa dokunuşlarımın bir etkisi olmayacaktır."
Söylediklerimin hemen ardından derin iç çekişini işittiğimde, hemen ellerimi ceketinin iki yakasına yerleştirdim. Bu iç çekiş, rol gereği benim için bir başlama komutuydu. Narin parmaklarımı harekete geçirerek, öldürücü bir yavaşlıkla ceketi omuzlarından sıyırdığımda, görüş alanıma giren kaslı omuzlarla alt dudağımı ısırmamak için kendimi zor dizginledim. Barlas sırtını yasladığı sandalyeden biraz öne çekildiğinde, ceketi rahatlıkla kollarından da sıyırarak çıkarttım ve üzerinden çekip aldığım ceketi yavaşça masanın üzerine bıraktım.
Ellerimi bir kez daha omuzlarına yerleştirdiğimde, üzerindeki gri kısa kollu bluz dar ve bir o kadarda ince olduğu için, omuzlarındaki bütün kıvrımları parmaklarım ile seçebiliyordum. Sanki omuzları, ellerimin altına tüm çıplaklığıyla seriliydi... Parmaklarımla omuzlarını narince sıkmaya başladığımda, tenime baskı yapan kayayı andıran kasları bir nebze de olsa gevşiyordu. Bir müddet boyunca okşarcasına dokunuşlarla omuzlarına masaj yapmaya devam ettim. Her ne kadar omuzlarına daha fazla dokunmak istesemde, artık buna son vermem gerekiyordu.
"Onca belgeyle uğraşmaktan başınız ağrıyor olmalı," diye fısıldadım, kulağına doğru nefesimi üfleyerek. "Yanılıyor muyum?"
"Yanılmıyorsun Ecrin, başım çatlamak üzere." dedi hırıltılı bir sesle.
"Bunun için de size yardımcı olabilirim." dedim, munzur bir tebessümle.
Bir yanıt vermeyeceğini bildiğim için, ellerimi başının iki yanına koyup başını sandalyenin başlığına yasladım. Bakışlarım kumral tenine bir ok misali saplanırken, ellerim omuzlarından çenesine uzandı ve tenime batan sakallarının üzerinden okşarcasına geçerek parmak uçlarımla şakaklarına uzandım. İçimde bir yandan öbür yana vuran sarsıntılar, benliğimi savaş alanına çeviriyordu. Etimi bir mızrak gibi delerek özgürlüklerine kavuşmak isteyen kelebekler, karnımın içinde dört dönüyorlardı.
Baş parmaklarım ile şakaklarını ovmaya başladığımda, gözlerini örten göz kapaklarını,bedenindeki gerilimi def etmek istercesine usulca araladı. Koyu kahverengi gözleri görüş alanıma girdiğinde, gözlerine bu kadar yakın bir mesafeden bakıyor olabildiğim için kendimi çok şanslı hissediyordum. Gözlerini bir örümcek ağı misali saran açık kahverengi hareler, muntazam bir görsel şölen yaratıyordu. Belki gözlerinde denizin maviliğini, yaprakların yeşilliğini taşımıyordu ama kahverenginin koyu ve açık tonlarını barındırdığı bu gözler, benim için bugüne dek bakışlarımı mıhladığım en benzersiz gözlerdi.
"Yeterli." dedi Barlas, gittikçe daha da kısıklaşan sesiyle.
Masaj sahnesinin artık bitmesi gerektiğine dair Barlas'ın ağzından çıkan kelimeyle ellerimi istemsizce şakaklarından çektim. O denli heyecanlıydım ki, nabzımın parmak uçlarımda attığını hissediyordum. Sanki parmak uçlarım, onun teninin sıcaklığına çekilmek için ısrar edercesine zonkluyorlardı. Kendimi rolün devamında olacaklara odaklayabilmek için, Barlas ile ilgili düşüncelerimden soyutlandım ve bu defa da sandalyenin arkasından çekilip Barlas'ın masasına doğru ilerledim.
Karşı karşıya geleceğimiz şekilde masanın üzerine oturduğumda, bacak bacak üzerine atarak ellerimi bacaklarımın üzerine koydum. Barlas'ın yüzüne baktığımda, keskin bakışlarıyla bedenimi süzdüğünü farkettim. Normalde bu durumda olsak asla yüzüme dahi bakmayacağını biliyordum, fakat rol icabı da olsa şu anda bacaklarımın üzerinde arsızca gezinen bakışları midemde tuhaf kasılmalara yol açıyordu. Bir anda Barlas'ın dili alt dudağının üzerinde usulca gezindiğinde, aklımda o gece ağzımın içindeki ıslak gezintisi canlandı. Dudaklarının dolgun kıvrımlarını saran ıslaklıklar iştah kabartıcıydı. İşte tam da o an yüreğimi yakıcı bir sahiplenicilik hissi kavurdu ve kalbimin diline dolanan kelimeler bir yakarış misali içimde yankılandı.
O dudaklar benim!
Barlas'ın bakışları gözlerime perçinlendiğinde, yüzüme arsız bir tebessüm kondurdum ve elimi bir nefes hızında göğsünün üzerine yerleştirdim. Tenine hükmetmek istercesine, elimi usul usul dalgalanan göğsünde gezdirdim. Kasları o denli gerilmişti ki, sanki elimin altındaki beden bir anda etten bir zırha bürünmüştü.
"Bence bu kadarı ne sizin için, ne de benim için yeterli." dedim, göğsünü okşamaya devam ederken.
"Daha fazla ne olabilir ki?"
Gırtlaktan gelen sesi öylesine gerçekçiydi ki, performansından ötürü onu ayakta alkışlamak istedim. Sesi can çekişircesine bir tınıda yükselmişti gırtlağından ve kulağıma çalındığında ise, bir an için canını yakıyor olmamdan dahi şüphelenmiştim. Elim hâlâ göğsündeki tatlı gezintisine devam ederken, âdeta sıcacık göğsüne her temas edişimde hayat buluyordum. Fakat senaryoda yazılanlar gereği bu hayat veren sıcacık göğsü terketmem gerekiyordu.
Ellerim temas ettiği her zerreyi talan edercesine önce omuzlarından, sonra boynundan, ardından da sakallarından nefes kesen dokunuşlarla geçerek en sonunda saçlarına ulaşmıştı. Parmaklarımı teker teker ipeksi saçlarının arasına daldırdığımda, kendimi pamuk tarlasında mahsur kalmış gibi hissettim. Hassas tenimi gıdıklayan saçlarını, canını yakmamaya çalışarak parmaklarımın arasına kıstırdım ve saçlarını sıkıca kavrayarak onu kendime doğru çektim. Yüzümü yüzüne yaklaştırdığımda, burun direğimi sızlatan o ağız sulandıran kokusunu ciğerlerime kadar çektim. Sanki onun kokusu bana özgü bir uyuşturucuydu. Kokusunu her içime çekişimde dengem tepetaklak oluyor, tenim karıncalanıyor ve benliğim bilmediğim diyarlarda kayıplara karışıyordu.
"Daha fazla ne olabileceğini ikimizde çok iyi biliyoruz." dedim, nefesimi yüzüne üfleyerek.
Sıkıntıyla ciğerlerine doldurduğu nefesini ılık meltem rüzgarları misali dışarıya üflediğinde, yüzüme çarpan nane kokulu nefesiyle mest olmuştum. Şu an hafifçe çatılmış kaşlarından ve buz kesmiş yüz hatlarından anladığım kadarıyla, kararsız kalmıştı. Barlas şu anda arzuyla kavrulan bedeniyle, vicdan azabıyla kıvranan kalbinin arasında kalmış bir adamı oynuyordu. Ya karısına ihanet etmemeyi seçip vicdanını rahatlatacak ve aynı zamanda arzusundan kor gibi yanacaktı. Ya da beni seçip arzusunu dindirecek fakat ihanetinin bedeli olarak vicdan azabı çekecekti. Şu an hâl ve hareketleriyle az önce bahsettiğim adamı harfiyen canlandırıyordu ve sahiden rolünün hakkını fazlasıyla veriyordu.
"Olmaz." diye fısıldadı, başını iki yana sallayarak. "Bunu yapamam... Evli olduğumu biliyorsun, yapma bana bunu!"
Saçlarını daha sıkı kavrayarak yüzümü yüzüne daha fazla yaklaştırdım. "Bana bakın, lütfen."
Gözleri gözlerimle buluştuğunda, yüzünü işkence çekercesine buruşturdu. "Yapma diyorum, yapma!"
"Size bir şey yapmıyorum şu an. Sizi bu hâle getiren bana karşı hissettiğiniz arzu, bunu farkedemiyor musunuz?" diye fısıldadım.
"Seni arzulamam yanlış," dedi ve beni belimden tutup sertçe itti. "İçinde bulunduğumuz durum çok yanlış. Git buradan!"
Beni iterek bedeninden uzaklaştırdıktan hemen sonra söylediği bu sözlerin ardından yaydan fırlayan bir ok gibi sandalyeden hızla kalktı ve bana sırtını dönüp elini öfkeyle saçlarının arasından geçirdi. Az önce benim parmaklarımın gıdıklayan saçlarının arasından...
"Ben buradan gittiğimde ne olacak peki? İşlerinizi bitirdikten sonra hiçbir şey olmamış gibi evinize dönüp karınızla akşam yemeğinizi yiyebilecek misiniz, yoksa durmaksızın burada olanları düşleyip kafayı mı yiyeceksiniz? Ne olacağını tahmin etmem, inan ki hiç zor değil." dedim, ellerimi masaya dayayarak.
"Tabii ki hiçbir şey olmamış gibi evime gideceğim," dedi sonlara doğru çatlayan sesiyle. "Burada olanların hiçbir önemi yok benim için."
"Kendinizi kandırmaktan vazgeçin artık. Beni arzuladığınızı ve karınızı sevmediğinizi biliyorum."
Hızla bana doğru döndüğünde çatılan kaşlarıyla yüzüme baktı. "Bunu da nereden çıkarttın?"
"Az önceki davranışlarıma karşılık kayıtsız kalarak beni arzuladığınızı kanıtlamış oldunuz zaten. Daha öncesinde de bana bakışlarınızdan ve aramızda oluşan çekimden bunu anlamamak zor değildi. Ayrıca karınızı sevmediğinizi nereden anladığım konusuna gelecek olursam, onunla defalarca telefonda ettiğiniz kavgalara şahit oldum ve ne telefonunuzda, ne bilgisayarınızda, ne ofisinizde tek bir fotoğrafının dahi olmadığını farkettim."
"Bu doğru değil." dedi yalan söylediğini beli etmemek için başını önüne eğerek.
"Yeter artık, inkâr etmeyin. Neden sevmediğiniz bir kadın uğruna bu kadar vicdan azabı çekiyorsunuz ki? Bir kereliğine mantığınızı dinlemeseniz ve dokunsanız bana, ne olur?"
Gittikçe daha da kışkırtıcı bir tonda çıkan sesimle dudaklarımdan dökülen kelimeler, bu piyeste dile getirdiğim son repliğimdi. Bir elimi masanın üzerinden çekip eteğimin açıkta bıraktığı çıplak bacağımın üzerine koyduğumda, çıldırtan yavaşlıktaki dokunuşlarımla bacağımı usul usul okşamaya başladım. Avuç içim çıplak tenimin üzerinde her gezindiğinde, kendimi arsız bir kedi gibi hissediyordum. Barlas önüne eğdiği başını yavaş yavaş yukarıya kaldırdığında bakışları ilk önce bacaklarımın üzerinde gezinen elime ardından da sütun bacaklarıma kaydı.
"Kahretsin." diye tıslarcasına bağırdı.
Başını güçlükle yukarıya kaldırdığında, gözlerini gözlerime kenetledi ve içindeki hırçın çocuğun zincirlerini kırarak bir anlık cesaretle üzerime doğru atıldı. Bacaklarını iki yana açarak bacaklarımı bacaklarının arasında kıstırdı ve kaslı kollarından birini belime dolayıp beni kendine doğru çekti. Göğsünü göğsüme mühürlediğinde, şiddetle çarpan kalbim âdeta onun göğsünde gümbürdüyordu. Elimi sol yanına usulca yerleştirdiğimde aynı şiddetli çarpıntıları hissettim ve midemde dönüp duran kelebekleri kusacak gibi oldum.
Bu çarpıntı öyle paha biçilmezdi ki, âdeta eşi benzeri olmayan bir şarkıyı göğüs kafesinin içinde notalara döküyordu ve her bir vuruşu tenime çarparken, beni defalarca kez mest ediyordu. Her şeyden önemlisi bu parça bana özeldi, bizim içindi.
Parmaklarının yumuşak dokunuşu çenemin üzerinde hissettiğimde, göğsüne mıhlanmış bakışlarımı gözlerine çevirdim ve bakışlarındaki sahte de olsa, şehvet barındıran parıltıyı yakalamamla bir kez daha aklımı onun sıcaklığında yitirdim. Baş parmağı dudaklarımın üzerine kapandığında, diğer parmakları ise yüzümü sarıp sarmalamıştı. Kulağa vahşice gelen hırıltılı bir nefes eşliğinde, hararetle yüzünü yüzüme yaklaştırdığında, dudaklarını dudaklarımın üzerindeki parmağının üzerine sertçe bastırdı ve bedenimdeki her zerrenin zelzele misali sarsılmasına neden oldu.
Arkamızdan duyulan alkış sesleri bir fırtına gibi esip gürlerken, ben o an sadece yüzümü yalayan ılık nefese odaklı kalmıştım. Göğüslerimiz arasında sıkışıp kalmış elimin altında, hâlâ o eşi benzeri olmayan parça çalıyordu ve tenime çarpan bu melodi, hiç bitmesin istiyordum. Fakat maalesef her güzel şeyin bir sonu vardı. Tenimi karıncalandıran ılık nefesi yüzümü terkettiğinde, yüzünü yüzümden uzaklaştırdığını idrak edebilmiştim. Parmağı dudaklarımı terkettikten hemen sonra, bacaklarımın etrafını saran bacakları da izini kaybettirdi ve o eşsiz melodi bir anda elimin altından yitip gitti.
Ne eşi benzeri olmayan kalp atışı kalmıştı geriye, ne tenimi fetheden nefesi, ne içimi kaynatan sıcaklığı, ne de huzuru misafir ettiren kokusu... Hepsi çölde görülen serap timsali, göçüp gitmişti benliğimden.
Yumduğumun dahi farkında olmadığım gözlerimi usul usul araladığımda, karşımda beni bu denli yıkık viran eden adamı görmemle hızla masanın üzerinden indim. Topuklu ayakkabılarımın üzerinde durmakta zorlansamda, nitekim dengemi toparlayıp Cem hocaya doğru dönebilmiştim. Cem hoca alkışlarına son veren öğrencilerin aksine hâlâ alkışlamaya devam ediyordu ve diğer yandan da bize doğru ilerliyordu.
"Mükemmeldi." dedi memnuniyetle gülümseyerek.
"Teşekkür ederiz hocam." dedim.
"Kendimi Holywood'ta gibi hissettim. O kadar profosyonel ve gerçekçi oynadınız ki, kusursuzdunuz." dedi ve Barlas'a doğru döndü. "Yeni partnerin fazlasıyla yetenekli çıktı Barlas. Geçen gün ona; 'Senden figüran dahi olmaz' dediğin için, özür dilemelisin bence."
Barlas gözlerini devirerek omuz silkti. "Hocam, eğer övgülerin bittiyse, ben gidiyorum."
"Kaç yine kaç, hayta." dedi imâlı imâlı gülerek. "Seni iyi tanıyorum, aklından geçen düşünceleri tehmin etmem hiç zor değil."
Barlas derin bir iç çekerek arkasını döndü ve çıkışa doğru ilerlemeye başladı. "Yarın görüşürüz hocam."
Acaba Barlas'ın aklından geçen düşünceler neydi?
Barlas hızlı ve sert adımlarla çıkışa doğru ilerlerken, attığı her adımda dar bluzundan belli olan kasları kasılıp genişliyorlardı. Koca adımlarıyla saniyeler içerisinde salonu terk ettiğinde, ben ise hâlâ az önce olanların etkisi altından çıkamamış bir vaziyette öylece ardından bakakalmıştım.
"Sen sormadan söyleyeyim," dedi bir anda, Cem hoca. "Oyunculuğuna hayran kaldı. Büyük ihtimalle bu kadar iyi olabileceğini tahmin edemiyordu."
İşittiklerim üzerine, karnımın içerisinde yeni inzivaya çekilen kelebekler, tekrardan karnımı aşındırmak istercesine kanatlarını durmaksızın çarparak oradan oraya uçuşmaya başladılar. Rol kabiliyetimden Barlas'ın etkilenmiş olma ihtimali dahi, bedenime mutluluk hormonunu enjekte ediyordu. Sırf onun beğenisini kazanmak için bile, yıllarca tiyatro eğitimi alabilirdim. Onun görüşleri benim için çok değerliydi.
"Onu nasıl bu kadar iyi tanıyabiliyorsunuz?" diye sordum, bakışlarımı yüzünde sabitlerken.
"Ona, duygularını nasıl kamufle edebileceğini ben öğrettim." dedi gülümseyerek. "Onu ben tanımayacağımda, kim tanıyacak?"
Bu yanıt, fazlasıyla tatmin ediciydi.
"Teşekkür ederim hocam, her şey için." dedim, minnet dolu tebessümümle.
"Rica ederim güzel kızım. Hadi sen de git iyice dinlen. Yarın da böyle başarılı bir performans bekliyorum, ona göre!" dedi, yapmacık bir ciddiyetle.
"Merak etmeyin hocam. İyi günler."
Söylediğim son sözün ardından, çantamı nereye koyduğumu hatırlayabilmek için etrafta göz gezdirirken, bir anda masanın üzerinde Barlas'ın ceketini görmemle istemsizce dudaklarımda minik bir tebessüm peyda olmuştu. Birkaç adım atıp masanın yanına ulaştığımda, buram buram cennet kokan ceketi ellerimle sıkıca kavradım. Sanki ellerimin arasından düşecek olsa, üzerine damga gibi kazınan o kışkırtıcı koku ansızın yitip gidecekti. Onun kokusu beni öyle bir bağımlısı yapmıştı ki, bir kez içime çekecek olsam bin kez daha çekmek istiyordum.
Ceketi kolumun altında, mengene misali kıstırdığımda, rolümü sergilemeden önce oturup ezber yaptığım sandalye gözüme çarptı. Çantam o sandalyenin üzerinde duruyordu. Seri adımlar atarak sandalyenin yanına vardığımda, hemencecik çantamı koluma astığım gibi çıkışa doğru ilerlemeye başladım. Temkinli adımlarla salonu terkettiğimde, merdivenlere doğru yöneldim. Merdivenlerden de bir an önce indiğimde, bakışlarım aşağı katta gezindi ama görünürde kimsecikler yoktu. Lale bile... Bu nedenle kendimi derhal binayı terk etme gereksiniminde hissettim.
Cem hocadan duyduklarım sayesinde, yorucu dakikalar geçirdiğim binayı huşu içinde terketmiştim. Dışarı çıkar çıkmaz, yüzüme çarpan sert rüzgârla bir nebze olsun kendime gelebilmiştim. Temiz havayı içime çekerek ciğerlerimi ferahlattığımda, Barlas'ın çoktan gitmiş olduğunu düşünerek elimi çantama uzattım. Taksi çağırmalıydım... Birkaç gündür dilime dolanan şarkıyı mırıldana mırıldana elimle çantanın içini yokladığımda telefonumun bir türlü elime denk gelmemesi sinirimi bozmuştu. Şarkı mırıldanmaya bir son verip kaldırımın üzerine çıktım ve bakışlarımı çantanın içine diktim. Makyaj malzemelerimin altını ve cüzdanımın etrafını iyice yokladıktan sonra, hâlâ telefonumu bulamamanın verdiği öfkeyle bir ayağımı sertçe yere vurdum.
"Nerede bu lanet olası telefon?!" diye bağırdım bir anlık sinirle.
"Bunu mu arıyorsun?"
Birden beni iliklerime dek titreten o ses kulaklarıma ilişip tüm tüylerimi diken diken ettiğinde, alelacele bakışlarımı çantamdan çekip sesin geldiği yöne doğru çevirdim. Barlas sırtını arabasının yan tarafına yaslamış ve bir eli cebindeyken diğer elinde ise telefonumu sallıyordu.
"Onun sende ne işi var?" diye sordum şaşkınlıkla.
"Arabamda düşürmüş olabilir misin acaba?"
Ahh, çok büyük bir ihtimalle!
"Muhtemelen. Sen bana telefonumu vermek için mi geri döndün?" diye sordum, merakla gözlerimi kırpıştırarak.
Lütfen 'evet' de!
"Manyak mıyım ki ben, bunun için geri döneyim? Tabii ki ceketim için yarı yoldan geri döndüm."
Bozulduğumu belli etmemeye çalışarak yalandan gülümsedim ve elimdeki ceketi kaldırıp salladım. "Bunu mu arıyorsun?"
"Repliklerimi çalmaya çok meraklısın galiba." dedi ve bana doğru ilerleyip ceketini elimden aldı. Ardından boşalan elime telefonumu sıkıştırdı. "Hadi atla, bu seferlik dönüşün de benden olsun."
"Bana, rolü kabullendiğim için kızgın olduğunu sanıyordum. Beni eve bırakmak konusunda ciddi misin?" diye sordum kaşlarımı yukarı kaldırarak.
"Biraz daha konuşarak fikrimi değiştirmemi istiyorsan, sen bilirsin." dedi, şoför koltuğuna otururken.
"Aman tamam, bir şey demedim." dedim ve hemen arabanın etrafında dönerek ön kapıyı açıp koltuğa yerleştim.
Eve gidene dek sessizlik dolu bir yolculuk geçirecektim, biliyordum. Ama olsun, ben onun, inine çekilen bir kurt gibi sessizliğine gömülmesine katlanırdım. Beni yanında istediği sürece, bütün seslere sağır olmaya bile razıydım.
***
Yarım saatlik bir yolculuğun ardından, nihayet evime kavuşmanın mutluluğunu yaşıyordum. Şu an, kursta yaptığım ezberden ötürü neredeyse başım çatlamak üzereydi. Bir an önce içeriye girip odama çıkmak ve saatlerce kesintisiz uyumak istiyordum. Barlas cebinden çıkarttığı anahtarı kapının deliğine soktuğunda, tam o anda karşı dairenin kapısı açıldı ve bir haftadır evin tadilatıyla uğraşan usta daireden dışarıya çıktı.
"İyi günler usta." dedim, karşımdaki yaşlı adama.
"Sana da kızım. Nihayet bitirebildik tadilatı. Artık başınız matkap sesinden ağrımayacak." dedi, derin bir nefes eşliğinde.
"Ben asıl sizin adınıza sevindim. Zorlu bir işi de atlattınız." dedim, sıcak bir tebessümle.
"Sağ olasın evladım. Neyse, birazdan evin yeni sahibi burada olur. Eşyalar falan taşınacak. Ben bizim çocukları da alayım, ayak altında dolaşmayalım. Kendine iyi bak kızım." dedi, gülümseyişime karşılık vererek.
"Hoşça kalın usta." dedim ve Barlas'ın koluma dokunmasıyla hızla ona doğru döndüm.
"Artık eve girsen de, kapı daha fazla açık kalmasa diyorum."
Söylediğini iki etmeden hemen içeriye doğru süzüldüm. Eve girer girmez ilk işim ayaklarımı topuklu ayakkabılarımdan kurtarmak olmuştu. Ayıcıklı ev terliklerimi ayaklarıma geçirdiğimde, o yüksek ve daracık ortamdan sıyrılmış ayaklarım düz tabanlı, geniş ve yumuşacık terliklerimin içinde âdeta feraha ermişti. Kendimi daha fazla yormamak için ayaklarımı yere süre süre, yavaş adımlarla salona doğru ilerlemeye başladım.
"Az önce dışarıdaki adamla şen şakrak sohbet eden kız mı bu?" dedi Barlas, alaycı bir ses tonuyla.
"Barlas, şu an sana laf yetiştiremeyecek kadar halsizim." dedim, bıkkınlıkla.
Tam adımımı salona attığım anda karşılaştığım yabancı yüz ile, bir anlık boşluğuma gelmiş olacak ki, evi inletebilecek şiddette bir çığlık koptu boğazımdan. Zaten o gün yaşadıklarım yüzünden, evde yabancı biriyle karşılaşmaktan ölesiye korkuyordum. Barlas arkamdan telaşla bir şeyler söylerken, ne söylediğini anlayamayacak kadar şok olmuştum. Karşımda duran esmer, ince yapılı, güzel kadın kaşlarını yukarı kaldırmış, ne olduğunu anlamak istercesine yüzüme bakıyordu.
Barlas'ın sımsıcak dokunuşunu kolumda hissettiğimde, girdiğim kısa süreli şoktan ansızın sıyrılıverdim. "Ecrin, iyi misin sen?"
Barlas'ın sorusuna karşılık başımı aşağı yukarı sallayarak karşılık verdim. Fakat hâlâ aklıma tek bir soru takılmıştı. Bu kadın kimdi ve burada ne işi vardı? Acaba abimin tek geceliklerinden miydi? Yoksa karşı daireye taşınacak olan yeni komşu falan mıydı? Hayır, ikiside mantıksızdı. Sonuçta abim evde değildi, bu yüzden tek gecelik ilişkiye girdiği kızda evde olamazdı. Ayrıca karşı komşunun bizim evde ne işi vardı? Ah, kesinlikle kafayı yiyecektim.
"Bu eve nasıl girdin?" diye sordum bir anda, karşımda duran kızı dikkatlice süzerek.
Kız bakışlarını üzerimden çekmeden elindeki anahtarı yukarı doğru kaldırdı. "Barlas anahtarını evimde unuttuğu için olabilir mi acaba?"
Duyduğum kelimeler âdeta içimi kan ve revan içinde bırakmıştı. Sanki kalbimin ortasına bir sürü domino taşı dizilmişti ve her bir taşın arkasına mayın yerleştirilmişti. Kızın ağzından çıkan kelimeleri idrak ettiğimde ise, en baştaki domino taşı acımasızca itilmiş ve bir biri ardına bütün domino taşları mayınların üzerine devrilip kalbimi etkisiz hâle getirmişti.
"Ne için geldin bakalım?" diye sordu Barlas.
Bir itirazda bulunmadığına göre, kız doğru söylüyordu. Çok büyük ihtimalle, bu kız Barlas'ın sevgilisi olmalıydı. Anahtarını kızın evinde unuttuğuna göre, Barlas onun evine girip çıkıyor olmalıydı. Belki de o ev birçok kirli anılara şahit olmuştu. Benim özgürce dokunabilmek için yüzlerce engeli aşmamı gerektiren teni, her gece bu kadının bedenine mi karışıyordu? Benim doya doya içime çekmek istediğim o cennetten gelen koku, bu kadının tenine mi kazınıyordu her defasında.
"Senden aldığım kitapların hepsini bitirdim Barlas. Sana geri vermek için buraya geldim. İyiki de anahtarını da getirmişim. Yoksa kapıda kalacaktım." dedi ve gülümseyerek elindeki poşeti ve anahtarı Barlas'a doğru uzattı. "Aldığım kitapların hepsi burada. Her birini okurken ayrı ayrı keyif aldım. Fakat senden ufak bir ricam var... Ben yine senin kütüphanenden kitap ödünç almak istiyorum. Eğer sana zahmet olmazsa, diyorum ki iki dakikalığına yukarı çıkıp yine böyle güzel kitaplarından bir kaç tane daha poşete doldurup bana getirsen. Olmaz mı?"
Barlas gözlerini devirerek derin bir iç çekti ve ardından kızın elindekileri alıp merdivenlere yöneldi. "Bekle burada başımın tatlı belası, bekle!"
Başımın tatlı belası...
Barlas'ın söylediği cümlenin arasından, sadece kıza hitap edişini cımbızla seçip almıştım ve ağzından çıkan o kelime, âdeta beni orta yerimden çatlatıp parçalara ayırmıştı. Bana karşı hâlâ hüküm sürmekte olan kininin, sadece bana özel değil bütün kadınlara karşı olduğunu düşünerek avutmuştum kendimi. Fakat karşımda duran kadın, gerçekleri bir tokat gibi yüzüme çarpmıştı.
Belki de bu kadın Barlas'ın, öpüşmemizden önceki uzun konuşmasında benimle kıyasladığı kadındı. Ah ama hayır, Barlas'ın betimlemelerinden anladığım kadarıyla, o sözünü ettiği kadının, İrem'in attığı fotoğraftaki kadın olduğuna neredeyse emindim. Şu an karşımda duran kadın ise, kesinlikle fotoğraftaki kadın değildi. Yoksa bu kadın, Nesrin miydi? Ama niyeyse Nesrin'in fotoğraftaki kadın olduğuna da adım gibi emindim. Ayrıca abim, Barlas kahvaltı masasını yerle bir ettiğinde 'Bütün kadınları Nesrin gibi zannetme' gibi bir cümle kurmuştu. Onun, bütün kadınlardan nefret etmesine neden olan Nesrin'di ve bu da o kadının Barlas'ı çok kırdığının göstergesiydi. Eğer karşımdaki kadın Nesrin olsaydı, Barlas ona böyle sıcak davranmak yerine kapı dışarı ederdi.
Peki ya, bu kadın kimdi?
"Sen Ecrin olmalısın." dedi bir anda kız ve beni düşüncelerimin arasından çekip aldı.
"Evet," dedim şaşkınlıkla açılan ağzımı kapatarak. "Sen beni nereden tanıyorsun?"
"Duhan senden bahsetmişti. Erkin'in kız kardeşiymişsin ve tabii ki Barlas'ın da ev arkadaşı." dedi ve beni daha da şaşkına çevirdi.
"Duhan mı? Sen Duhan'ı tanıyor musun?"
Demek kızı ailesiyle dahi tanıştırmıştı.
Kız bir anda öyle gür kahkaha atmıştı ki, Barlas'ın yukarıdan işittiğine emindim. Neye uğradığımı şaşırmış hâlde kıza bakrken, kız kahkahasını zar zor dizginleyip lafa atıldı. "Duhan diye hitap ettiğime bakma, ben kimseye kolay kolay abi diyemiyorum da. Uzun lafın kısası, ben Duhan'ın kız kardeşiyim. Begüm... Begüm Seçkiner."
Bu kız, Barlas'ın kuzeni miydi yani?
Kalbim şaşkınlık ve mutluluk hissinin yarattığı kargaşayla sancırken, istem dışı yüzümde aptal bir sırıtma peyda olmuştu. Yüreğimi kasıp kavuran kıskançlık hissi, serin sularda boğulup kalbimdeki yangının sönmesine neden olmuştu. Aklımı kurcalayan soru işaretleri bir bir yok olurken, bir anlığına hissettiğim boşluğun yeri, yemyeşil umut tohumlarıyla dolup taşmıştı.
"Ah, öyle mi? Duhan'ın bir kız kardeşi olduğunu bilmiyordum. Ayrıca, çok memnun oldum Begüm." dedim, hissettiğim sevinci kamufle etmeye çalışarak.
"Ben de memnun oldum Ecrin. Bu arada, eğer Duhan'ın bir kız kardeşi olduğunu bilseydin bile, eminim ki benim Duhan'ın kız kardeşi olduğum aklının ucundan dahi geçmezdi." dedi imâlı imâlı.
"Neden ki?" diye sordum. İmâ ettiği şeyi anlamamıştım.
"Hadi ama, hiç benzemiyoruz bile. Sadece simalarımızda çok hafif bir benzerlik var. O babam gibi sarışın ve mavi gözlü, ben de annem gibi esmer ve kahverengi gözlüyüm. Nasıl kardeşiz biz yahu!" dedi yüzünü buruşturarak.
"Ah, doğru ya! Ben hiç olaya bu yönden bakmadım. Gerçekten hiç alakanız yok." dedim, gözlerimin önünde ikisini canlandırarak.
"Barlas ne güzel her iki taraftan da almış bütün özelliklerini. Biz ise tek bir tarafa çekmişiz." dediği an, hızla söze atıldım.
"Barlas hangi özelliklerini annesinden ya da babasından almış ki?" diye sordum merakla.
Ne olur ailesinden söz et biraz...
"Mesela ten rengi olarak Arel amcama çekmiş. Aynı onun gibi kumral tenli. Göz rengi de annesi gibi. Eda yengemin de gözleri kahverengiydi," dedi ve merdivenlerden gelen ayak sesleriyle ansızın susup kısık sesle fısıldadı. "Barlas geliyor, bu konuyu hiç konuşmadık var say. Ailesi hakkında konuşmamızdan hiç hoşlanmaz. Onları kaybettiğinden beri fazlasıyla hassas."
"Tamam, merak etme." dedim hüzünle başımı aşağı yukarı sallayarak.
Barlas'ın koca cüssesi görüş alanıma girdiğinde, hızlı adımlarla basamakları indiğini farkettim. Aşağı kata ayak basar basmaz, ilk olarak gözlerini gözlerime dikti. Öyle derin bakıyordu ki, bakışlarıyla beni kana kana içiyordu âdeta. Bakışlarını gözlerimden çektiğinde ise, sonsuz bir boşluğa düşmüştüm sanki. Barlas elindeki poşeti Begüm'e doğru uzattığında, Begüm hemen poşeti ele geçirdi ve minnetle gülümsedi.
"Teşekkür ederim Barlas, kitapları hemen okuyup sana geri getireceğim." dedi Begüm.
"Acelesi yok, keyfine bak." dedi Barlas ve ardından bana doğru döndü. "Mesela Ecrin, ona verdiğim kitabı hâlâ bitirememiş gibi gözüküyor."
Ah doğru ya, ben o kitabı bitirmiştim ama hiç Barlas'a bundan söz etmemiştim.
"Hayır, bitirdim. Kusra bakma yaa, ben onu sana geri vermeyi unuttum. Bekle, hemen yukarı çıkıp getireyim." dedim ve tam merdivenlere yönelmişken Barlas'ın kolumu sıkıca kavramasıyla durduruldum.
"Sen de kalsın, sorun değil. Ben sadece 'Kolay' hakkındaki düşüncelerini duymak istiyorum." dedi, yakınlığımıza rağmen ciddiyetini zerre aksatmayarak.
"Ç-Çok güzel bir kitaptı. Her sayfasında ayrı bir keyif aldım. Jacqueline ve Lucas'ın aşkı beni büyüledi. Onların yakınlaştığı zamanlar istem dışı gülümsedim ve Lucas'ın geçmişinde çok ağladım. Bana böylesine güzel bir kitabı okuma fırsatı verdiğin için teşekkür ederim." dedim, onun tenime temas edişine karşın sakin kalmaya çalışarak.
"Beğenmene sevindim." dedi sadece ve kolumu bırakıp benden bir adım uzaklaştı.
"Benim çıkmam gerek," dedi Begüm bir anda. Ona doğru döndüğümde imâlı imâlı bize baktığını farkettim. "Hadi beni yolculayın."
Bir anda bana doğru ilerleyip koluma girdiğinde, beni kolumdan hızla dış kapıya doğru sürüklemeye başladı. Barlas'a baktığımda bizden bayağı geride kalmış olsa da, peşimizden ilerliyordu. Begüm ansızın dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırdığında, kısık bir sesle fısıldadı.
"Sizin aranızda ne var böyle?"
Bir anlık şaşkınlıkla ne diyeceğimi şaşırdım. "Hiçbir şey."
"Hadi oradan, aranızdaki çekim o kadar yoğundu ki, bir an için birbirinizi bakışlarınızla ateşe vereceğinizi falan zannettim."
Sahiden mi? Aramızda yoğun bir çekim mi vardı? Benim Barlas'a baktığım gibi, o da bana mı öylesine arzuyla bakıyordu? Yok canım, daha neler!
"Yok öyle bir şey Begüm, sana öyle gelmiştir." dedim, itiraz dolu bir sesle.
"Beni kandırman imkânsız canım. Ayrıca, Barlas kütüphanesinden tek bir kitabın dahi eksilmesine asla müsaade etmez. Nasıl oluyor da, kitabının sen de kalmasına müsaade edebiliyor. Bu kıyağı bana bile yapmadı. Eminim, sizin aranızda bir şeyler var da, neyse."
İnanmıyorum! Barlas için kitapları bu kadar değerliyse, niye bana ayrıcalık tanıyıp kitabının ben de kalmasını istemişti? Boşa umutlanmamalıydım, belki de o kitabı önemsemiyordu.
"Ne fısıldaşıyorsunuz siz?"
Barlas'ın arkamızdan seslenmesinin üzerine, Begüm kolumu bırakıp yanaklarımdan öptü. Nihayet dış kapının önüne geldiğimizi farkedebildiğimde, beni neden öptüğünü de idrak edebilmiştim. Barlas yanımıza yanaştığında, Begüm onun da yanağına doğru uzanıp hızlı bir öpücük bıraktı ve kapının kolunu aşağı çekip kapıyı yavaşça araladı. Kapının önünden gelen sesleri umursamadan, konuştu.
"Benim hemen babamın yanına uğramam gerek. Bir daha ki sefere benden kurtuluşunuz yok ona göre. Ayrıca Barlas, babam durmadan 'Ne zaman gelecek bu hayırsız' diye söylenip duruyor, haberin olsun."
Barlas derin iç çekişinin ardından başını zoraki bir edayla aşağı yukarı salladı. "Uğrarım bir ara. Arda amcama selam söylersin."
Begüm başını aşağı yukarı sallayıp insanın içini kaynatan gülümsemesiyle dudaklarını büktü ve dış kapıyı aşıp dışarı çıktı. Tam arkasından kapıyı örtmek için bir adım ilerleyecekken, Barlas'ın koca eli kolumu sıkıca sardı ve beni buram buram huzur kokan göğsüne doğru çekti. Sırtım, kaslı gövdesine çarptığında, kendimi sert bir kayaya vurmuş dalga gibi hissettim. Barlas şu an içerisinde bulunduğumuz yakınlığı umursamadan, sıcak nefesiyle kulağımı ısıtarak fısıldadı.
"Bugüm'ün kim olduğunu öğrenmeden önceki bakışlarını asla unutmayacağım Ecrin. Gözlerindeki alev hep aklımın bir köşesinde kalacak. Kıskanç küçük bir kız, bu hoşuma gitti."
Söylediği her kelimede bedenime yayılan titreşimi iliklerime kadar hissediyordum. Sözleri âdeta kulaklarımdan göğsüme sızıp beni nefes nefese bırakacak kadar hızlı attırıyordu kalbimi. Bu adamın her şeyi beni heyecanlandırıyordu. Bir anda arsız bir kediye dönüşüveriyordum. Onun tabiriyle, arsız küçük bir kediye...
"Senin kıskançlıklarında, benim hep aklımın bir köşesinde duruyor, Barlas." dedim, kısık ve kendinden emin bir ses tonuyla.
"Ben mi seni kıskanıyormuşum?" dedi alaycı bir kahkaha eşliğinde. Ardından hızla kolumu bırakıp bedenini bedenimden uzaklaştırdı. "Bu sadece senin kuruntuların Ecrin. Seni kıskandığım falan yok!"
Keşke sarhoş olduğu gece söylediklerini hatırlatacak cesareti kendimde bulabilseydim.
Arkamı dönüp ona kısa bir bakış attıktan sonra söylediklerini umursamadan, kapıyı kapatmak için kapıya doğru ilerledim. Kapının önüne geldiğimde, bir adamın sırtına yüklendiği tekli koltuğu karşı daireye taşıdığını farkettim. Adam daireye girdiğinde, ardından evin içinde duran beyaz tişörtlü, siyah pantolonlu ve güneş gözlüklü adamın ona talimatlar verdiğini fark ettim. Yüzünü pek seçemesem de, giyiminden anladığım kadarıyla bu adam evin yeni sahibiydi.
"Ne duruyorsun orada, örtsene kapıyı."
Barlas'ın sesini çok yakınımdan işittiğimde ona doğru döndüm ve dönmemle birlikte neredeyse burun buruna gelecektik. Bana doğru başını eğdiği için, boyu boyuma yakındı. Ansızın içine düştüğümüz durumdan rahatsız olarak, hemen başımı tekrardan önüme çevirdim ve söylediğini umursamadan kalp atışlarımı dizginlemeye çalışarak karşı dairenin içinde ayakta dikilen adama bakmaya devam ettim. Koltuğu taşıyan adam, tahminimce yeni komşumun önünden çekilmişti ve şimdi yüzü tamamıyla görüş alanıma girmişti. Bir anda bana fazlasıyla tanıdık gelen yüz hatları ile gözlerimi kısarak yüzünü bana doğru dönen adamı daha dikkatli süzdüm ve nihayet kim olduğunu çıkartabildim.
"Yok artık! Aras..."
Çığlığım tüm apartmanı inletirken, Aras burun kemerinde duran güneş gözlüğünü çıkartıp bana, içime sevgiyi aşılayan bakışlarıyla baktı. Ona doğru koşarak ilerlediğimde ise yüzündeki koca tebessüm daha da büyümeye başlamıştı. Saniyeler içerisinde kendimi kollarının arasında bulduğumda ellerimi boynuna dolayıp onu sıkıca kucakladım. Ağır erkek parfümünden rahatsız olsam bile, sevincimden ondan ayrılmaya niyetim yoktu. Kollarının arasındayken kendimi sadece iyi hissediyordum. Bana Barlas'ın kolları arasındayken hissettiğim huzuru, sıcaklığı ve heyecanı veremiyordu. Zaten kokusu da, Barlas'ın kokusu gibi baş döndürücü değildi...
Neden herkesi Barlas ile kıyaslıyordum ki?
"Bundan sonra yeni komşunum güzellik. Sürprizimi beğendin mi?" diye sordu Aras.
"Bayıldım." dedim, nitekim düşünceli hâlimden arınarak.
Aras bir anda ayaklarımı yerden kesip beni etrafında bir tur döndürdüğünde, işte o zaman tamamen düşüncelerimden soyutlanabilmiştim. Şu an Aras'ın sırtı dışarıya dönük olduğu için, başımı kaldırdığım an karşı daireyi görebilirdim. Aras'ın omzunun üzerinden bakışlarımı bizim daireye yönelttiğimde, bakışlarım anında Barlas'ın ateş saçan gözleriyle karşılaştı. Kaşlarını çatmış, yumruklarını sıkmış bir vaziyette bize bakıyordu. Bakışlarımız kesiştiğinde ise, kendini ele vermek istemediği için hızla dış kapının koluna uzandı ve kapıyı gürültüyle kapattı.
Bu hareketine karşılık kahkaha atmamak için dudaklarımı ısırırken, içimdeki mutluluk bir çığ gibi gitgide büyüyordu ve sevinç çığlıklarım içimde ciğerlerimi parçalamak istercesine yankılanıyordu.
Sen beni kıskanmazdın değil mi, koca oğlan?
★☆★
Bölüm nasıldı? Umarım beğenmişsinizdir. Oy verip, yorum yapmayı unutmayın lütfen :)
Sizi çok seviyorum. Sağlıcakla kalın :* ♥
-Şahsi Instagram Hesabım: aleynafetvac
-MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top