MSOM? -11- ❝Kavurucu Ateş❞

İLK 10 BÖLÜM DÜZENLEMEYE ALINDIĞI İÇİN KALDIRILMIŞTIR. DÜZENLENDİKTEN SONRA TEKRARDAN YAYINLANACAKTIR!

Normalde kısa bir bölüm yazıp erkenden atacaktım ama ben kendimi öyle kaptırdım ki, neredeyse 6000 kelimelik bir bölüm yazdım. EcBar ile dolu bir bölüm oldu. Ben yazarken çok eğlendim ama siz okurken eğlenir misiniz bilemem...

Kitabımın yeni isminden çok memnunum. Klişe olduğunu hiç düşünmüyorum. Mayıs Sineği adında 3 kitap daha olduğunu öğrenince, şahsen bu isme bayıldım. Kitabın ismini alâkasız bulanlar var, onlara sadece şunu söylüyorum; Daha kitabın çok başındayız, henüz hiçbir şey olmadı. İleride eminim kitabımın adının ne kadar uyumlu olduğunu göreceksiniz.

Bu bölümü Özge'ye ithaf ediyorum. Benim mesajlarımı en çok umursayan yüce insan, seni çok seviyorum ♥

@ozgecivi1111

**Multimedya'da bölümle ilgili bir sahne var!**

▲▼▲▼▲

11. Bölüm

▪Ecrin Karayel▪

Ruhum, âdeta uykunun derinliklerinde kayıplara karışmıştı ve bu deliksiz huzur, bedenimde ki tüm gerilimi yok etmişti. Uykunun verdiği tatlı rahatlığın içerisinde soyutlanmak üzereyken, ansızın işittiğim telefon sesiyle, ruhumun yavaş yavaş o huzur dolu derinliklerden çekildiğini hissettim.

Lanet olası telefon!

Telefonun zil sesi, diğer odadan geliyor olmasına rağmen, yeterince duyacağım desibeldeydi. Homurdanarak çıkarttığım bir kaç inleyişin ardından, üzerine tonlarca ağırlık binmiş gibi olan göz kapaklarımı, güçlükle araladım. Gözlerimi açar açmaz, gördüğüm ilk görüntünün kaslı bir göğüs ve gergin durmasına rağmen, kusursuzluğu simgeleyen yüz hatları olmasından daha paha biçilmez bir armağan olamazdı.

İnatla çalan telefonuma en içten dileklerim ile söverken, aynı zamanda Barlas'ın o muazzam yüzünü avuçlarım arasına alıp öpücüklerimle renklendirmemek için kendi içimde büyük bir savaş veriyordum. Güç bela kolunu belimde hissettiğimde, sanki bir tüyün üzerime konulduğunu zannettim. Onun bel kıvrımıma yerleşmiş dokunuşunu, uyandığımdan bu yana nasıl da hissedememiştim ? Gerçi bu kadar yumuşak bir dokunuşu, hissedebilmem olanaksızdı.

Elimi gönülsüzce Barlas'ın koluna yerleştirdiğimde, dokunuşunu usulca belimin üzerinden uzaklaştırdım. Hüsran dolu iç geçirişlerimin ardından, yanağımı gömdüğüm yastıktan kaldırdım. Hızlıca yataktan doğrulduktan sonra, tam ayaklarımın üzerinde sağlam bir duruş sergileyecekken, ayağımın altını gıdıklayan tüylü tabaka ile başımı yere doğru eğdim ve ansızın Çapkın'ı görmemle ağzımdan ufak bir çığlığın kaçmasına engel olamadım.

Az kalsın güzelim köpeğin canına katledecektim ve Barlas'ta beni lime lime doğrulayacaktı.

Çığlığımı bastırmak için elimi ağzıma kapattığımda, uyanıp uyanmadığını kontrol etmek için bakışlarımı yatağa çiviledim. Barlas'ın hâlâ mışıl mışıl uyuyor olduğunu gördüğümde, içime su serpilmişti resmen. İçerideki telefonumun sinir bozucu melodisi kesildiğinde, fırsattan istifade biraz daha Barlas'ın muntazam fiziğini süzmeye karar verdim.

Dün gece altındaki düşük bel siyah pantolonu ile uyuduğu için, pantolonu boxerını farkettirecek kadar aşağı doğru sıyrılmıştı ve yana dönük olduğu için belinin ne kadar ince olduğunu görebilmiştim. Pürüzsüz sırtı o kadar hoş görünüyordu ki, ona dün gece sarıldığımda hissettiğim yumuşaklığı anımsadım. Aldığı her nefeste göğsü inip kalkıyordu ve gerilen karın kasları daha da belirginleşiyordu. Boxerının içine doğru uzanan adonisleri ise insanın boğazında bir şeylerin düğümlenmesine sebep oluyordu.

Gözlerim o denli detaylı inceliyordu ki onu, âdeta her zerresini teker teker aklıma kazıyordum. Bir daha görememekten korktuğum için tekrar tekrar bakıyordum kusursuzluğu simgeleyen hatlarına. Barlas ile dolu imgeler, bilinç altımdan hiç silinmesin diye, açgözlülük yapıp fazla fazla alıyordum aklıma, ona ait olan her şeyi.

Birdenbire gözüme çarpan soluk iz ile, bunun ona ilk sarıldığım zaman farkettiğim dikiş izi olduğunu anladım. İçimde garip bir kuşku filizlenirken, bu dikiş izine yol açan yaranın nasıl olduğunu merak ettim. Nedense geçmişiyle bir bağlantısı olduğuna dair çok büyük şüphelerim vardı.

Bir anda kulaklarıma dolan ses ile içten içe homurdandım. Telefonum yeniden çalmaya başlamıştı. Kimin aradığına veya neden bana ulaşmaya çalıştığına dair hiçbir fikrim yoktu. Hızlıca yere doğru uzanıp az önceki dikkatsizliğimden ötürü özür dilercesine, Çapkın'ın başını narin bir dokunuşla okşadım ve hemencecik ayaklanıp yan odaya doğru yöneldim.

Kendimi odama atar atmaz telefonumun sesini, geldiği yön doğrultusunda takip edip komodinin üzerinde yanan ekranı farkettim. Telefonumu hızla elime alıp arayana baktım. Abimdi. Tam çağrıyı cevaplamak için ekrana dokunacakken, ekranın sönmesi ve aramanın sonlanması ile içimde tuttuğum soluğumu öfkeyle dışarıya verdim.

Tam ekran kilidini açacakken gözüme çarpanlar ile ağzımı gediğine kadar araladım. 23 cevapsız arama, 8 mesaj ve üstte saatin 09:56 olduğunu gösteren rakamlar... Yuh! Ben nasıl uyanamam yahu ? Onca saat uyuyamadığım için, bunca vakit uyuyor olmam normaldi fakat, ard arda kurduğum alarmları ve hepsi abime ait olan çağrıları ve mesajları nasıl duyupta ayılmamıştım ?

Telefonum elimde tekrardan titrerken, melodisi kulaklarıma dolmadan çağrıyı yanıtladım ve telefonu kulağıma yanaştırdım.

"Ecrin, neredesin kızım sen ? Delirttin beni lan endişeden! Çıkıp eve gelecektim neredeyse."

"Abi, dün gece uyuyamadım doğru düzgün. Bu saate kadar o yüzden ayılamamışım. Özür dilerim, seni endişelendirdiğim için."

"Telefonun odanda değil miydi senin ? Nasıl dibinde çalan telefonu duymazsın kızım!"

Evet, telefonum odamdaydı fakat ben odamda değildim abiciğim...

"Sakin olur musun biraz ? Sessizde kalmış telefonum, n'apayım..."

"Of, tamam her neyse. Dersini kaçırmış olabilirsin ama bu okula gelmeyeceğin anlamına gelmez. Atla bir taksiye, hemen burada ol."

"Tamam."

Tam telefonu kapatıp onun bir türlü sönmek bilmeyen öfkesinden kurtulmak üzereyken, kulağımın dibinde bağırması ile yüzümü buruşturdum.

"Dur, kapatma! Barlas da gelmedi bugün okula. Evde mi o'da ?"

"Evet, evde. Dün gece geldi eve, bayağı sarhoştu. Hemen yattı uyudu."

"Sarhoş muydu ? Yok artık. Manyak bu adam yaa! Geçen sefer hastahanelik oldu hâlâ aklı başına gelmiyor."

"Ne ? Hastahanelik mi ?"

"Evet, alkol ona yasak. Daha doğrusu kontrolünü kaybetmediği sürece içmesinde bir tehlike söz konusu olmuyor ama sarhoş olacak kadar içerse ölümüne dahi yol açabilir."

"Ne diyorsun sen abi ? Ne hastalığı, ne ölümü ?"

"Ya işte bir hastalığı var. Öyle ölümcül bir hastalığı yok ama alkol vücut direncini altüst ettiği için, rahatsızlığını tehlikeli boyuta getirebiliyor. Bu yüzden doktorların, içmemesi için kesin talimatı var. Ama o yinede arada keyfî içer. Sadece bir keresinde kafasının tası attığında, zil sarhoş olmuştu. İçtiği günün gecesi ise acile kaldırdık. Umarım bu defa bir şey olmaz."

Bir anlık şok dalgası bedenimi sarsarken, ağzımı tekrardan gediğine kadar açmış ve gözlerimi pörtletmiş bir vaziyette öylece ayakta dikiliyordum. Ne hastalığı vardı Barlas'ın ? Eğer başından böyle bir vukuat geçmişse, neden tekrardan aynı hatayı tekrar ediyordu ? Biliyordum, besbelli benim yüzümden içmişti ve sağlığını çok büyük riske sokmuştu. Ama anlamadığım şey şuydu, bana sürtük diyen adam neden ansızın değişip kendine küfürler yağdırarak benden özür dilemiş ve kafayı bulana dek içmişti ? Hatta benimle uyumak istemesinde ki amaçta neydi ?

Evet, Barlas kesinlikle dengesizlikte çığır aşmıştı. Kısa ve net. Hatta çoğu zaman, bu adamın total karakter nakli geçirdiğini düşünüyordum!

"Canına susamış galiba, manyak. Umarım bir şey olmaz. Her neyse, sen dün gece eve gelmedin galiba, neredeydin ?" dedim.

Galibası falan yok! Bas bayağı gelmemişsin işte. Eğer gelmiş olsaydın bizi o şekilde yatakta basmış ve ortalığı velveleye vermiş olurdun...

"Gece Kerem'i nezarethanede tuttular. Sabaha kadar karakolda İrem'in yanında durdum. Sabaha karşı İrem'in avukatı işi hallettikten ve ceza parasını ödedikten sonra, Kerem'i eve bıraktık. Benim yanımda anahtar olmadığı için ve senin de çoktan okula varmış olduğunu düşündüğüm için, dünkü hâlimle okula geldim. İrem de ağlamaktan şişen gözleriyle ortalıkta görünmek istemediği için evde kaldı. Sen de geç kalmışsın. Okulda sap gibi kaldım resmen."

"Ah, kıyamam... Neyse ben hazırlanayım madem. Bir sonraki derse geç kalmayayım bari. Barlas'ı da uyandırayım bu arada."

"Ne uyandırması bee! Bırak ne hâli varsa görsün. Ne zaman kalkarsa, o zaman gelir okula. Yediği boku unutmadım!" dedi anlık bir öfkeyle.

"Abi ama özür diledi. Pişman olmuş belli, merdivenlerde kendine ettiği küfürleri duymadın mı ? Vicdan azabından içtiği de belli. Benim de suçum vardı. Ona 'kimsesiz' dememeliydim. Bu kelime onu çok yaraladı ve bir anda gözünü karanlık bürüdü. O yüzden kontrolünü kaybedip ağzına geleni saydırdı-"

"Sen onu çoktan affettin değil mi ?" dedi sözümü keserek.

"Ee... evet."

"Ondan hoşlanıyorsun!"

Yuh!

"Ne ? Hayır! Ne alâka yaa ?"

"Çünkü bu kadar aptallığı, insan hoşlandığı kişi için yapabilir. Resmen gururunu hiçe sayıyorsun!"

"Özür diledi işte. Pişman da olmuş. Ne yapsın daha ? Ayaklarıma mı kapansın ? Bu kadarını bile Barlas'tan beklemezdim ben. Beni biliyorsun abi, çabuk kırılır ve çabuk affederim. Benim Barlas'tan hoşlanmam, senin galatasaray forması giyinmen kadar imkânsız!"

"Iyyyy! Tamam, inandım. Sen öyle diyorsan, öyledir. Amma çok konuştuk ya, dakikalarımdan yiyorsun. Okula gelince devam ederiz, hadi kapatıyorum."

"Tamam, görüşürüz."

Telefonu kapattıktan hemen sonra, ciğerlerime hapsettiğim soluğu azad ettim. Sesime, titreyipte hislerimi ele vermediği için müteşekkirdim. Panik içerisinde zelzele misali titreyen ellerimi birbirine sürttüm ve hızla çarpan kalbimin ritmini yavaşlatabilmek için yatağımın üzerine uzandım.

Ondan hoşlandığımı inkâr etmekte zorlanıyordum.

Bu gerçeği kendi içimde kabullenebilirdim ama asla dışa vurmamam gerekiyordu. Yanlıştı, hem de çok yanlış. Hislerimi ne abim ne de Barlas bilmeliydi. Her ikisininde bundan bihaber olması gerekiyordu. Aksi takdirde öyle bir bataklığa saplanırdım ki, bedenimi esir alan çamurları aşmaya çalışırken bitap düşerdim.

Ben bu zamana kadar, bana kırıcı sözler söyleyen insanlara haddini vermekle kalmaz, değil özür dilemek, ayaklarıma dahi kapansa başımı çevirip yüzüne bakmazdım. Ama Barlas başkaydı. Her ne kadar kalbimin her zerresini kan ve revan içinde bıraksada, onun affıma sığınması bile, dengemi darmadağın ediyordu.

Bu zamana dek, sayamadığım kadar çok erkekten hoşlanmıştım. Yakışıklı ve esprili olan çoğu erkeği göz hapsine alır ve ondan daha iyisini tanıyana kadar, hayallerimi onunla süslerdim. Zaten etrafımda ki birsürü erkeği büyülüyor ve peşimde pervane ediyordum. İzmir'deyken, neredeyse her gün bir erkekten çıkma teklifi alırdım. Bu kişiler arasında hoşlandığım çocuk bile yer alsa, yine de teklifini reddederdim. Çünkü ilk çıktığım kişi özel olacaktı. Bana bütün ilklerimi yaşatacaktı ve her şeyden önemlisi bana gerçek aşkı tattıracaktı.

Ama Barlas farklıydı.

Kriterlerimde ki 'Hayallerimdeki adam' profilini çizmiyordu ama ne olursa olsun ona ait olan her şeyden kendimi alıkoyamıyordum. Onda, beni kendine çeken bir şeyler vardı. Ne kadar dengesiz ve kırıcı olsa dahi, ona karşı hissettiğim kahrolası arzu, gün geçtikçe birkaç kırıntı daha büyüyordu. Bu kırılgan kalbimi her gün daha fazla incitse de, ona karşı koyamıyordum. İlk defa bu kadar kısa sürede, bir adamdan bu denli hoşlanıyordum.

Gece onunla aynı yatakta yatarak yapabileceğim en büyük gurursuzluğu yapmıştım belki, ama yine de hâlimden gayet memnundum. Onun o perişan hâline şahit olmak ciddi anlamda ruhsal çöküş yaşamama neden olmuştu, fakat ne olursa olsun onun sevgi dolu kalbini hissedebilmiştim. Onun bir kalbi vardı. Hem de devasa büyük ve sıcacık.

Korkuyordu. O birisini kalbine alıp tekrardan canının yanmasından deli gibi korkuyordu. Onun kalbi savaş alanı gibiydi. Kanlar içinde ve darmadağın. Ben bunu gırtlağından kopan her boğuk hıçkırıkta görmüştüm. Kalbini küflenmiş ağlar bürümüştü ve Barlas'ın gücü o kadar tükenmişti ki, o ağları söküp atıp kendi yarattığı cehennemden sıyrılamıyordu.

Keşke onu o cehennemden kurtaracak kadın ben olabilseydim. Onun tükenen gücüne destek çıkabilseydim...

Derin düşünceler içerisinde boğuşurken, ansızın kulaklarıma Çapkın'ın havlamaları iliştiğinde gerçek dünyayla yüzleştim. Normalde bu hayvanın havladığı zamanlar çok nadirdi. Ya sevilmek istediğinde, ya da her hangi bir ihtiyacı olduğunda havlardı. Genellikle tembellik yapıyordu. Her zaman Barlas'ın odasında kendisine ait sepette uyuyordu. Tabii odaya giremediğim için, önceden gördüklerimden yola çıkarak tahmin yürütüyordum.

Çapkın eğer biraz daha havlarsa Barlas'ı uyandıracağı için, hemen ayağa kalkıp yan odaya doğru yol aldım. Seri adımlarımın ardından odanın önünde bittiğimde, Çapkın'ı patilerini Barlas'ın üzerine dayamış durmaksızın havlarken buldum. Barlas gözlerini hafiften aralamıştı ve kirpiklerinin arasından köpeğine bakıyordu. Hiçbir tepki vermiyor oluşu şaşkınlık uyandırıcıydı.

"Uyandın mı ?" dedim.

Anında başını benden yana çevirip bakışlarını üzerime mıhladı. Okuldaki o muktedir adamdan eser yoktu şimdi. Gece yatağında ter içinde kıvranan adam, hâlâ karşımda duruyordu sanki. Çaresizlik, ruhunun her yanına bürünmüştü. O kadar bayık bakıyordu ki, bakışlarındaki hükmedici havayı hasretle andım.

"E-Evet... Ecrin, üstüme bir şey getirir misin ? Ç-Çok soğuk..."

Bedeninde gezinen anlık ürpertinin ardından hafif bir titremeye tutulmasına karşılık gözlerimi kırpıştırarak yüzüne baktım. Şu an her ne kadar üst kısmı çıplak olsa bile, odasına hâkim olan sıcaklık gayet yerindeydi ve bu nedenle üşümesi çok enterasandı.

"Üşüyor musun ?"

"E-Evet... ç-çok soğuk!"

Onun hayranlık uyandıran yüzündeki, o hoyratlıktan eser yoktu şimdi. Yüzünün her zerresine naif bir kırılganlık sinmişti. Koyu kavisli kaşları her zamanki gibi çatıktı, fakat bu defa bakışlarında ki hükmedici kıvılcım yerini buruk bir sızıya bırakmıştı. Duruşu, sanki benliğini yitirmiş gibi bir varsayımda bulunuyordu. Hiç iyi gözükmüyordu. Bu benim tanıdığım adam değildi. Gür kirpiklerinin altındaki karanlık gözler, bu denli zayiat içerisinde bakmazdı bana.

Endişe dolu adımlarla Barlas'ın yanına yanaştığımda, gözlerimin içine sorgularcasına bakıyordu. İşkence çekermiş gibi pürüzlü bakışları, içimi karıncalandırıyordu. Her ne kadar durumu vahim gibi gözüksede, etrafa yaydığı meşhur gücünden taviz vermiyordu. O, ruhuna çelikten zırh kuşatmıştı. Şu an titreyen bedenine rağmen, keşmekeş hâlini kamufle edip her şeyiyle 'Ben güçlüyüm' diye hararetle haykırıyordu.

"Hasta gibi görünüyorsun." dedim.

İşte tam da o an, abimin telefonda söyledikleri kulaklarımda uğultu hâlinde tekrar tekrar çınladı. Bilumum tuhaflıklar teker teker sonuç denen kapının eşiğinden sıyrılmışlardı. Kalbim vicdanımın mustarip eden azabında can çekişirken, onun bedeni gibi titreyen elimi alnına uzattım. Dokularım, onun kavurucu teniyle temas ettiğinde aklım şuurunu kaybetmişti sanki.

"Barlas, sen cayır cayır yanıyorsun!"

Bedenini ele geçiren ısıyı def etmek istercesine, elimi yelpaze misali Barlas'ın yüzüne doğru sallıyordum. Algılarımı işgal eden yakıcı sıcaklığına rağmen, onun o ağız sulandıran kokusu burun deliklerimden içeriye gizlice sızdığında, mest olmamam elde değildi. Onun o kalbimi fetheden kokusu kayıtsızlığıma çare bulmuştu ve ilham perilerimi başıma musallat etmeyi başarmıştı.

"Duş! Ilık duş alman gerek."

"G-Gerek yok."

Güçlükle kıpırdanan kıvrımlı dudaklarının ardından ne dediğini umursamadan, Çapkın'ı üzerinden çektim. Demek bu tüy yumağı, tehlike kokusu aldığındada havlamaya başlıyordu. Bunu aklımın bir köşesine not düşüp, Barlas'ı sıkı omuzlarından kavrayıp yatakta doğrulmasına neden oldum. Barlas'ın boğazından kopan inilti o denli acı doluydu ki, içimden bir parçanın kopup hassas dokularımda derin sıyrıklar bıraktığını hissettim.

"Seni biraz zorlayabilirim. Banyoya gidene dek dişini sık."

Sonunda fikrime sadık kaldığında, nihayetinde uzlaşmış olduğumuz kanısına karşılık tebessüm ettim. Çelimsiz kolumu, pazılı koluna doladıktan hemen sonra ayağa kalkmasına yardımcı oldum. Birkaç saniye içerisinde kendini toparladığında, dengesine destek çıkıp ona banyoya kadar eşlik ettim.

Banyoya girer girmez işaret parmağı ile klozeti işaret ettiğinde, ne demek istediğini kavrayıp klozetin kapağını indirdim ve Barlas'ı üzerine oturttum. Titrek bacaklarını iki yana açtığında, diz kapaklarının üzerine dirseklerini dayadı ve başını avuçlarının arasına alıp derin derin soluklandı.

"E-Ecrin, her tarafım dökülüyor sanki."

Onun bu dermansız hâline şahit olmak öyle içler acısıydı ki, ağlamak istedim. Tüm vicdan azabımı, acıma hissimi, korkularımı, endişelerimi, hepsini teker teker döküp ortaya, göz yaşlarım tükenene dek ağlamak... Eğer ben ona 'Kimsesiz' deyip zıvanadan çıkmasına sebep olmasaydım, ne sürtük damgası yiyecektim, ne de Barlas dün gece o kadar alkolü tüketmiş olacaktı. Hastalığı her ne ise, iradesini kamçılıyordu. Alkole karşı, çoktan vücut direnci tepki göstermeye başlamıştı bile.

"Ateşinin düşmesi için, ılık duş aldıracağım sana. Ardından akşama kadar yatar dinlenirsin. Tamam mı ?"

"T-Tamam."

Duşakabinin kapaklarını iki yana sürdükten sonra, musluğa uzanıp suyun duş başlığından akmasını sağladım. Musluk kolunu yukarı iter itmez tepedeki duş başlığından fışkıran sular, buz kristalleri gibi tenime değdi ve anlık bir ürpertinin vücuduma yayılmasına sebep oldu. Anında parmak uçlarımda yükselip duş başlığını ele geçirdim ve su ılıklaşana kadar parmağım ile yokladım.

Sonunda su istediğim ısıya ulaştığında, musluk kolunu aşağı indirip suyun akmasına mani oldum. Duş başlığını küvetin içine bıraktıktan sonra Barlas'a doğru döndüm ve ondan yana dönmemle, yüzündeki hayranlık uyandıran tebessüm ile kutsandım. Mavi ve kahverenginin buluştuğu o noktada, sanki ansızın bir elektrik akımına uğramış gibi göz iletişimimizi noktalandırdı ve yüzündeki tebessümü kendi karanlığında idam tahtasına uğurladı.

Âdeta mutsuzlukla lanetlenmiş bir adamdı o. Bir kaç saniyelik tebessüm etse, dudakları kuruyup çatlayacaktı sanki. Kendini hüznün içinde boğduğu yetmezmiş gibi, bizi de o paha biçilmez büyülü anlardan mahrum bırakıyordu.

"Ayağa kalakabilir misin ? Pantolonunu çıkartman gerek."

Söylediklerimin ardından, hâlâ yüzüme bakmamaya ısrar ederek, beyaza boyalı duvarlara tutundu ve ayağa kalkmak için çabaladı. Benden yardım istememesine karşın gocunsam da, içimdeki saçma beklentileri bir paçavra gibi buruşturup kalbimin atık deposuna gönderdim. Her ne kadar benden yardım istemese bile, şu an yardıma ihtiyacı vardı. Onun dediği gibi küçük bir kız çocuğu gibi davranmayıp, hayal kırıklığına uğramış kalbimin yanılgısına uymayacaktım. Benim yardımımı umursamıyor olsa da, vicdanımın sesini dinleyip ona yardımcı olacaktım.

"Bana tutunmaya ne dersin ? Kendi başına başaracağını sanmıyorum. Gel şöyle."

Yanına yanaşıp elimi ona doğru uzattığımda, bayık gözlerle elime kısa bir bakış attı ve içine çektiği soluğu zorlukla dışarı verdi. Saniyeler içerisinde elime dolanan parmaklar ile tebessümümü dizginleyemedim. Dengesini toparladığında boşta kalan elini pantolonunun dügmesine götürdü. Düğmesini ve fermuarını açmayı başardığında, pantolonu belinden ayaklarına düştü.

Bir anda görüş alanıma giren kaslı baldırlar ve daha da kırmızılaşmama sebep olan boxerı ile boğazımda oluşan düğüm, daha da can sıkıcı raddeye ulaşmıştı. Onu klozetin yanından uzaklaştırıp duvara doğru çektim. Duvara yaslanmasına sebep olduğumda, sırtını duvara yasladığı için ellerini bıraksam bile ayakta durabiliyordu.

"A-Ayaklarını kaldırır mısın?"

Az önce kekelediğim için, başımı duvara sürtüp kıvılcım çıkartmak isterken, Barlas'ın sağ ayağını kaldırması ile kendime ettiğim küfürlere ara verdim. Utanmamaya çalışarak önünde diz çöktüm ve ellerimi pantolonuna doğru uzattım. Ayaklarına dolanan pantolonun paçasını dikkatlice çıkarttım. Sol bacağında da aynı işlemi gerçekleştirdim. Şu an göğüslerime dek kızardığıma adım gibi emindim ve bu yüzden Barlas'ın yüzüne bakmamak, yapacağım en mantıklı şey olacaktı.

Ayağa kalkıp pantolonunu kirli sepetine bıraktığımda, Barlas ile göz göze gelmemeye özen göstererek koluna girdim ve onu küvete doğru sürükledim.

"Neden bu kadar kızardın?"

Boğuk sesiyle sorduğu soru üzerine, ister istemez bakışlarımı yüzüne diktim. Yüzündeki alaycı ifadeyi farkettiğimde yerin dibine girmek istedim. Akılsız kafa, akılsız kafa, akılsız kafa!!!

"Şey... Burası biraz havasız. Sanırım biraz bunaldım."

"Bunun utanç ile alakalı olduğunu biliyorum. Şu hâline bak, kıpkırmızı olmuşsun. Aklından neler geçiyordu, kim bilir..."

Yakınlarda bir yerlerde uçurum falan var mı ? Ben bir kendimi şöyle güzelce atsam diyorum...

"Şey... Yani şey derken, şey değil... Ah! Hiçbir şey, evet, hiçbir şey geçmiyordu aklımdan!"

Uçuruma gerek kalmadı artık, kafamı klozetin içine sokup kendimi boğmayı düşünüyorum! Nasıl fikir ?

Barlas'ın kıkırdamaları kulağıma iliştiğinde, içimde garip bir ağlama arzusu birikti. Şu şans ne boktan şeydi böyle. Herkese kur yaparken, bana adam akıllı bir kez olsun bile gülmüyordu. Barlas'ı küvetin içine doğru yönlendirirken dahi yüzüne bakacak yüzüm yoktu. Bakışlarım ayakları ve bacakları arasında mekik dokurken, bu hâlde onu nasıl yıkayacağıma dair yeni yeni fikirler türetiyordum.

Aklımı dağıtırsam belki şu aptal kızarıklıkların önüne geçebilirdim, fakat aklımı dağıtmak için bir neden bulmakta zorluk çekiyordum. Bakışlarım bacaklarında takılı kaldığında, kendime güzel bir neden bulabilmenin verdiği kıvancı yaşıyordum.

Kaslı bacaklarının üzerine serpiştirilmiş sarımsı ve sık tüyler her ne kadar kendini açığa vermese de dikkat edildiğinde belli oluyordu. Normalde erkeklerin bacakları kıllı olurdu fakat Barlas'ın ki tüy kategorisindeydi. Acaba daha önce hiç jiletlememiş miydi ? Ya da sir ağda falan mı yaptırıp köklerini zayıflatmıştı. Barlas ve ağda. Ahahahah!

Ansızın attığım kahkaha ile sesim banyoda yankılanırken, kahkahamı bastırıp yanağımın içini ısırdım. Başımı nihayet yukarı kaldırdığımda, gözlerim direkt olarak gözleriyle buluştu. Barlas, hayret dolu bakışlarını üzerime dikmiş bana bakıyordu. Muhakkak şu anda deliriyor olduğumu düşünüyordu. Çünkü birkaç dakika önce utançtan saçma sapan konuşan kız, şimdi kahkahalarını zaptetmeye çalışıyordu.

"Komik olan ne ? Ben burada ateşler içinde yanarken, senin karşımda kahkaha atıyor olman gerçekten şüphe uyandırıcı." dedi.

"Aklıma bir anda bir şey geldi de, kendimi tutamadım. Kusura bakma, şimdi seninle ilgileneceğim ve ateşin düşene kadar elimden geleni yapacağım."

Cümlemi tamamlar tamamlamaz küvetin içinden duş başlığını alıp musluğun kolunu yukarıya kaldırdım. Duş başlığından ansızın fışkıran su ile irkilsem de, bozuntuya vermeyip suyu son kez kontrol ettim ve ılık olduğundan emin olduğumda Barlas'a doğru döndüm.

Ateşler içinde yanıyor olmasına rağmen, iliklerine dek titreyen bedeni beni ürkütüyordu. Hastalığı nedeniyle, şu an ona sıtma tutuyor olmalıydı. Bana, dokunsam alev alacakmışım gibi hissettiren bedeni, ona bir buz kalıbının içine tutsak edilmiş gibi hissettiriyor olmalıydı. Alkol tüketmenin sonucunda, bedeninin bu kadar reaksiyon göstermesi hastalığının ciddi boyutlara taşındığının simgesiydi.

Duş başlığını büyük bir dikkatle titrek bedenine tuttuğumda, Barlas bir anda tiksinerek musluğun olduğu tarafa doğru atıldı ve bedenini saran kusursuz kaslar birer birer kasıldı. Duş başlığından fışkıran suyun etkisini azaltmak için elim ile, vücudunda suyun değdiği her köşeyi ovaladım. Barlas'ın gevşemesi gereken kasları mümkünmüş gibi daha da kasıldı ve neredeyse bir kaya kadar sert boyuta geçti.

"SICAAAK!"

Ansızın Barlas'ın hiddetle haykırışı banyoyu inlettiğinde, elimi yakan su ile ne olduğuna anlam verebildim. Duş başlığını telaşla Barlas'ın olmadığı tarafa doğru tuttuğumda, elim ayağıma dolaşmış bir vaziyette Barlas'a baktım.

"İ-İyi misin ?"

"Yaktın beni bee! Senin yapacağın iş ancak bu kadar olur!"

Söylediği söze az da olsa kırılsam da, bozuntuya vermemeye çalışarak bakışlarımı musluğa doğru diktim. Musluk kolunun sıcak akması gereken tarafa doğru kaydığını gördüğümde derin bir nefes aldım.

"Farkında olmadan musluğun koluna çarpmış olmalısın. Bu yüzden sıcak su akmış."

"O zaman gel küvetin içine ayarla, onu da mı ben söyleyeyim!"

Ben bu adamı boğazlarım!

"Dua et hastasın Barlas! Çekil kenara."

Hiçbir cevap vermeden hafifçe kenara kaydığında, hemencecik suyu kapattım ve onu biraz daha kenara itip küvetin içinde ki yerimi aldım. Musluk kolunu tekrardan ayarladıktan sonra, suyu açıp ılık su gelene kadar elimle ayarladım. Ilık su aktıktan hemen sonra, Barlas'a doğru döndüm ve duş başlığını tekrardan üzerine doğrulttum. Suya karşı hissettiği anlık ürperti yok olduğunda, duş başlığını, suyun her köşesine denk gelebilmesi için, vücudunun çevresinde gezdirdim.

Vücuduna değen her damla, kaslarının üzerinden akıp giderken kusursuz hatlarını da yalayıp yutuyordu. Su taneciklerinin, hafif yanık teninde aldığı her yolu aklıma kazımak istercesine, teker teker ezberledim. O kadar çekici bir adamdı ki, şu an ıslak olması ise ona daha bir fazla çekicilik katıyordu. Onun vücudunu seyrederek kadınsal arzularımı tatmin ederken, bir anda Barlas'ın tekrardan hiddetle bağırışı ile resmen yerimden sıçradım.

"Manyak! Senin ayarlayacağın suya ben..."

"Ne oldu yine ?"

Ben soruma cevap vermesini beklerken, bir anda üzerine doğrulttuğum duş başlığını ellerimin arasından alıp bana doğru tuttu. Ansızın yüzüme çarpan buz gibi su ile gözlerimi sımsıkı yumdum ve çığlık atmak için ağzımı araladığımda, ağız içimin bir avuç dolusu suyla dolması bir oldu. O an kendimi, tenime değen soğuk sudan kurtarmak için geriye doğru atacakken, ayağımın küvetin kaygan zemininden kaymasıyla neye uğradığımı şaşırdım. Tam kendimi tepetaklak yerde bulacağımı sanarken, üzerime akan soğuk su etkisini kaybetti ve belim iki güçlü kol tarafından sımsıkı sarıldı.

Omurga kavisime dolanmış iki güçlü kol ile yukarı doğru çekilirken, nihayet gözlerimi aralamayı başarabilmiştim. Gözlerimi açar açmaz karşılaştığım iki tatlı kahverengi gözler  burnuma yaslanmış bir burunla ne tepki vereceğimi şaşırdım. Nefesimi tutmuş bir vaziyette, birbirine bu kadar yakın olan yüzlerimiz hakkında türlü düşüncelere dalarken, Barlas'ın içimdeki ateşi körükleyen sıcak nefesi yüzümü okşadığında, kendimi yaz rüzgârlarının odak noktası gibi hissettim.

Barlas hâlâ istifini bozmadan öylece durup gözlerimin içine kof bakışları ile bakarken, ben çoktan, yüzümü delik deşik eden nefesiyle kafayı bulmuştum. Belime kenetlenmiş elleri, midemde ki kelebeklerin büyük bir kasırga gibi oradan oraya uçuşmasına sebep oluyordu. Bir anda Barlas'ın tenimi kavuran nefesini dudaklarımda hissettiğimde, aklımın başımdan uçup gittiğini farkettim. Gözlerim istem dışı kapanırken, beni öpmesi için can atıyordum. Eğer irademi tutmasam, şüphesiz şu an ben çoktan onun dudaklarına gömülmüş olurdum.

"Ecrin, çıkalım artık şuradan. Ya ben ısısı değişen su yüzünden cinnet geçireceğim, ya da sen kayıp bir taraflarını kıracaksın."

Hiçbir şey olmamış gibi, belimi saran parmakları bedenimi terkettiğinde, kendimi boşluğa itilmiş gibi hissettim. Yüzüme değen nefesi yok olduğunda, sanki bütün nefesim ciğerlerimden sökülüp alınmıştı. Gözlerimi yavaş yavaş araladığımda, Barlas'ı yüzüme dikkatlice bakarken yakaladım. Bu defa bakışlarındaki ateşi farkedebilmiştim. Bakışlarında bir nebze şehvet vardı sanki. Fakat bakışlarında ki o ateş, o kadar çabuk söndü ki, bir anlık yanılgıya düştüğümü zannettim.

Hızla kendimi onun etkisi altından çekip alırken, bir an önce beni içine çektiği girdaptan sıyrıldım ve küvetin içinden çıkıp askılıklara doğru ilerledim. Bir bornoz ve büyük havlu ile Barlas'ın yanına geri döndüğümde, ona siyah bornozunu uzattım ve ben de onun eseri olan ıslaklığımı önlemek için, büyük havluyu kıyafetlerimin üzerinden bedenime sardım. Barlas da bornozunu giyinir giyinmez, hemen banyodan çıktık ve kendimizi onun odasında bulduk.

"Her ne kadar sorunlu bir duş olsa da, yardımın için teşekkür ederim. Kendimi biraz daha iyi hissediyorum. Sadece bana giyinmem için bir şeyler çıkartsan yeterli olur. Ben, kendim giyinirim."

Söylediklerine karşılık başımla onayladıktan sonra, ondan izin kopartmanın verdiği özgürlükle koskoca dolabına doğru ilerledim ve içinden bir boxer birde Adidas markalı gri şortunu çıkarttım. Çıkarttıklarımı yatağının üzerine bıraktıktan sonra başımı Barlas'tan yana çevirdim.

"Ateşli olduğun için üzerine tişört çıkartmadım. Bunları giymen yeterli olur."

Halsiz görüntüsüne rağmen, dudaklarına yerleşen çarpık gülümsemeyle şaşkınca ona baktım. Baygın bakan gözleri, dudaklarının kısa süreli bükülüşüyle, anlık bir ışıkla ışıldadı ve ben yine onu hayran hayran seyrettim.

"Ateşli olduğumu bu kadar yüzüme vurmasaydın keşke."

Boğuk sesiyle ağzından çıkan cümleleri en başta kavrayamasam da, sonunda köşeli jetonum yeni düştü ve yüzümü tiksintiyle buruşturdum.

"Bu neydi şimdi ? Lafı işine geldiği gibi algıladın ve egonu mu tatmin ediyorsun ? İnan bana Barlas, bu hasta hâlinle bile gıcıksın. Neyse sen üstünü değiş, ben de o arada odama geçip üzerime bir şeyler geçireceğim."

Cevap vermesine müsaade etmeden onu arkamda bırakıp odadan dışarıya çıktım ve kapısını örtüp hızla kendimi odama attım. Kendi kapımı da örttükten sonra, Barlas'ın asla girmeyeceğine emin olduğum için, kapıyı kilitleme gereği duymadan dolabıma doğru ilerledim ve bugün yaşanan bütün yakınlaşmalarımızın hatıramda canlanmasını hazmetmeye çalışarak, kendime rahat bir kaç parça kıyafet çıkarttım.

***

Barlas, kalkalı kahvaltısını yapmadığı için, onun için yaptığım tost ekmeğini bir çırpıda silip süpürmüştü ve şimdi de onun için hazırladığım ıhlamur çayını yudumluyordu. Kulplu bardağın sapını tek eliyle kavramıştı ve bardağı yüzüne her yakınlaştırışında, çayın üzerinde tüten buhar bulutu yüzünü okşuyordu. Yüzüne değen buhardan huylanıp, aldığı her yudumda gözlerini kısışını büyük bir keyifle seyrediyordum. Barlas'ın bu tatlı mimiklerini seyretmekten, önümde duran koca ekranda ki yarışmayı takip etmeyi kesmiştim.

"Kitap okur musun ?"

Onu seyretmeye bu denli odaklanmışken, bir anda sorduğu soru ile irkilsemde tepkimi kamufle etmekte başarılı oldum ve bana doğrulan bakışlarına karşın hafifçe tebessüm ettim.

"Evet, okurum. Sen de okuyorsun, bildiğim kadarıyla."

"Evet, kitaplar en değerli varlıklarım. Hangi tür okuyorsun peki ?"

Bu konuya nereden gelmiştik birden bire ? Yarışmada kitap kelimesi falan mı geçti de duymadım acaba ?

"Genellikle aşk romanlarını tercih ederim."

"Neden ? Aşka inanıyor musun yoksa ?"

"Elbette inanıyorum. Yıllardır gerçek aşkı bulabilmek için çabalıyorum ve bu yüzden aşk hakkında türlü türlü kitaplar bitirdim."

"Hımmm..."

"Peki ya sen, sen inanmıyor musun aşka ?"

"Yani, yüzyıllardır en sık işlenen temalardan birisi aşk, muhakkak birileri yaşamış olmalı ki, her yerde bize yansıtılıyor. Evet, aşka inanıyorum, fakat beni bulabileceğine inanmıyorum."

Benimle, ilk defa bir konu hakkında düşüncelerini paylaşıyordu ve kesinlikle bu çok hoşuma gitmişti.

"Bence bir gün seni de bulacaktır. Herkesin yaşadığı müddetçe, muhakkak aşkı tadacağına inanıyorum ben. 7'sinde veya 70'inde, elbet bir gün herkesin kalbi tek bir kişi için atacaktır."

"Çok saf ve temiz düşüncelerin var Ecrin, fakat gerçekler senin sandığından daha kirli ve acımasız."

Söylediği kelimeler, kalbimde anlam veremediğim bir sızıya yol açmıştı. Bu konuya, hangi sebepten ötürü geldiğimiz hakkında hiçbir fikrim yoktu, fakat anladığım kadarıyla bir kadın, Barlas'ın canını çok fazla yakmıştı. Büyük ihtimalle dün gece kâbuslarında bile onu rahat bırakmayan kişi de oydu. Yürüttüğüm tahminlerin ardından, Barlas'ın dün gece ki perişan hâlini anımsadım ve acı hıçkırıkları kulaklarımda çınladı. En iyisi bu konuyu kapatmaktı.

"Biz, bu konuya birden bire nasıl gelebildik Barlas ?"

"Aslına bakarsan, sana bir kitabı okuyup okumadığını soracaktım."

"Hangi kitabı ?"

"Kitabın adı 'Bir Gün' ve yazarı 'David Nicholls'. Biliyor musun ?"

"Ah! Bilmez olur muyum ? Kitabı 3 kere baştan sona okudum ve bütün olayları su gibi ezberledim artık. Beni ilk defa bu denli derinden sarsan ilk kitaptı. Dexter Mayhew hayallerimin aşkıydı resmen. Çapkın ve seksi piç..."

En sevdiğim kitaptan söz ettiği için kendimi öyle bir kaptırmıştım ki, nihayetinde karşımda normal bir kişinin olmadığını kendime hatırlatabildim. Barlas gibi soğuk bir adamla böyle konuşmamam gerekirdi. Fakat yüzünde oluşan sıcak tebessüm de neyin nesiydi ? Ben mi hayal görüyordum acaba...

"Anlıyorum. Umarım o kitabın filme uyarlanışını seyretmemişsindir."

"Hayır, seyretmedim. Normalde kitabını okuduktan sonra seyretmeyi planlamıştım, fakat filmdeki karakterleri canlandıran kişilerin, benim hayal dünyamdaki Dex ve Em kadar donanımlı olmadığını görünce, büyük bir hayal kırıklığına uğrayıp seyretmekten vazgeçmiştim."

"Hımmm... Biliyorsun Erkin aşk romanları okumayı sevmez ama ben her tür kitap okumayı sevdiğim için, o tür de ilgimi çekiyor. Geçen gün, canım sıkıldığında film izlediğim için, kendime bir kaç film CD'si almaya gittim. Kasiyer kız aldıklarımın yanında bir film CD'si daha hediye etti. Bu filmin adının 'Bir Gün' olduğunu farkettiğimde, kitabını okumuş birisi ile izlemenin kısmet olmasını dilemiştim. Hasta olduğum için evden dışarı çıkamıyorum ve canım aşırı derecede sıkılıyor. Çevremde bu kitabı okuyan bir kişi daha bulmam kolay değil, seninle film izlemeye o kadar meraklı değilim ama, bu filmi, kitabını da okumuş birisinin bakış açısıyla izlemek istiyorum. Eğer anladıysan, gidip en üst çekmeceden film CD'sini çıkart ve DVD'ye tak."

İmâlı imâlı 'Benimle film izler misin?' diye sormuştu resmen. Fakat burada moralimi bozan bir husus vardı. Bu filmi benimle izlemek istemesi, bana özgü bir şey değildi. Kitabı okumuş olmamdan kaynaklanıyordu. Bu kadar uzun bir açıklama yapmasındaki amaç ise, resmen teklifinin bana özgü olmadığını üstüne basa basa göstermek içindi. Ayrıca o flörtöz kasiyer kıza ne demeli ? Sürtük!

Normalde tavır koyup teklifini reddetmem gerekiyordu, fakat ben yine onun üzerimde bıraktığı etkiye karşı koyamayıp çoktan ayaklanmış ve televizyon ünitesinin, en üst çekmecesinden film CD'sini çıkartıp DVD'ye takmıştım. Barlas kumandayla gerekli ayarlamayı yaptığında, ben de yanındaki yerimi almıştım.

"Kitabını okumuş birisinin bakış açısıyla bu filmi izlemek istediğine göre, sen bu kitabı okumamış olmalısın."

"Evet, okumadım."

"Peki ya, neden ?"

"Bir kitabı almadan önce, iyice araştırırım ben. O kitabın sonunun mutsuz olduğunu anlamakta zorluk çekmedim ve ben asla mutsuz sonla biten kitapları okumam."

"Neden ki, çok mu etkileniyorsun ?"

"Hayır. Sadece kendi sonumun mutsuz olacağını bildiğim için başka insanların mutlu sonlara layık olduğuna inanmak istiyorum."

Bu cevabı neden tüylerimi diken diken etmişti ?

"Her neyse... Bu filmin sonunda, sana kitap ile film arasında ki farkları mı sıralamamı isteyeceksin ? Yani bu yüzden mi kitabı okuyan birisiyle bu filmi izlemek istedin ?"

"Evet. Bu zamana kadar filmi çekilen kitapların, hiç birinde bir kişinin çıkıpta 'Kitap gerçekten mükemmeldi ama filminde o hazzı alamadım' dışında bir şey söylediğini duymadım. Genellikle herkesin düşüncesi buna benzer. Şahsen, bu filmi nasıl bulacağını merak ediyorum. Büyük ihtimalle ben beğenirim fakat sen beğenmezsin."

"Bakalım, belki de tam tersi olur."

Film başladığında konuşmamız son buldu ve altta 15 Haziran 1988 yazdığında, kitap hakkında ki çoğu replik aklımda canlandı ve yüzümde buruk bir tebessümle filmi seyretmeye devam ettim. Filmin başlangıcı mezuniyet sonrası Dexter ve Emma'nın ilk defa tanışması ile başlıyordu. Aslında ikiside birbirini okul zamanında birkaç kere görmüştü fakat bu ilk konuşmalarıydı. Kitapta Emma'nın okul zamanında Dexter'dan hoşlandığından söz ediyordu fakat filmlerde oyuncuların düşüncelerine yer verilmediği için, izleyici bunu bilmiyordu.

"Aslında Emma uzun süredir Dexter'dan hoşlanıyordu. Dexter ise etrafındaki kızlardan hiç Emma'yı farkedememişti. Filmde bunlardan söz edilmediği için, belirtmek istedim."

Söylediklerimin ardından Barlas'ın yüzünde belli belirsiz bir gülümseme oluştu ve ardından kayıplara karıştı. Ben de yüzüne bakmaya bir son verip filme odaklandım. Filmde Dexter Emma'ya, onu evine bırakma konusunda bir teklifte bulunmuştu ve şimdi birlikte Emma'nın evine gidiyorlardı. Devamında ne olduğunu bildiğim için yanaklarım yavaştan kızarmaya başlamıştı.

Kız evine geldiğinde kapıyı açtı ve arkasından eve Dexter da girdi. Hovarda işte ne olacak! Bir anda kızı sıkıca belinden kavrayıp aşağı doğru eğdi ve Barlas ile aramızdaki, elle tutulur gerginlik o andan itibaren başladı. Dexter Emma'nın dudaklarına yumulduğunda, öyle ateşli öpüşüyorlardı ki nefesimi tutmaktan başka bir şey yapamadım.

İçimde doğan yoğun arzuyla, elimde olmadan gözlerimi sımsıkı yumdum ve televizyondan gelen seslere rağmen gözlerimi aralamadım. Şu an konuştuklarına göre öpüşmeyi kesmiş olmalıydılar ama ben hâlâ aklımdaki arsız düşünceleri silip atamamıştım. Kanım âdeta damarlarımda gürlüyordu ve hissettiğim yoğun ateş bir türlü sönmek bilmiyordu. Onu öpmek istiyordum. Amansız bir susuzlukla hemde...

Onu susturmak için parmağımı dudaklarına bastırdığımda, ne kadar da yumuşaktılar... Kim bilir onları öpmek nasıl hissettirirdi...

"Bu hissi asla bilmeyeceksin."

Bir anda Barlas'ın kendinden emin sesi kulaklarıma dolduğunda, ne dediğine anlam veremesemde gözlerimi sonunda aralamayı akıl ettim ve Barlas'ın dehşet dolu bakışlarıyla karşı karşıya kaldım. İşte tam da o an, az önce içimden düşündüğüm şeyi, aslında dışımdan düşündüğümü farkettim.

S*ktir!

"B-Ben-"

"Kes! Hasta olduğum için benimle ilgileniyorsun ve ben de bu iyiliğine karşılık, sana hoşgörülü davrandığım için, saçma sapan hayallere mi kapıldın ha ? Sana o gün ne dedim ben Ecrin ? Dizlerinde uyuduğum gecenin sabahında dediğim şeyi nasıl da çabuk unutmuşsun! Seni sadece işim düştüğünde varsayarım ben, ertesi gün yine yok olursun. Anlatabildim mi ? Benim hakkımda abuk sabuk hayallere kapılma küçük, ben senin hayallerinde ki 'Beyaz atlı prens' mertebesine yakışmam! Duydun mu beni ? Şimdi o ıstırap dolu bakışlarını üzerimden çek ve şu lanet film bitene kadar gözlerini televizyondan ayırma!"

Söylediği kelimeler o gün açtığı yarayı tekrardan deşerken, içimde kopan kasırgayı ona hissettirmemek için elimden geleni yaptım. Sabah ki adamdan tek bir kırıntı bile kalmamıştı geriye. Benimle sohbet eden, umut vaadedici ağzı, şimdi siyah mürekkep yutmuş gibi kapkaraydı gözümde. İçimi burkan baygın gözlerindeki çaresizlik, şimdi yerini çıplak bir nefrete bırakmıştı. Bu adamın dengesizliklerine daha ne kadar katlanabilirdim, bilmiyordum. Ama beni işi düştüğü sürece umursuyor oluşu, kalbimin göğüs kafesimde can çekişmesine neden oluyordu. Beni normalde umursamadığını yeterince açık bir dille izah etmişti. Ona ne kadar sinirlensem de, ertesi gün yine bana işi düştüğünde yanıbaşında olacaktım. Bu kahrolası his her neyse, beni bu denli gurursuz hâle getiriyordu.

Barlas, kendi dengesini kaybettiği gibi, benim de dengemi altüst ediyordu.

"Biliyorum. Beni umursamadığını her zaman anımsıyorum, merak etme. İşin düştüğünde beni insan yerine koyduğunu da biliyorum. Ama ben o kadar vicdanlı bir insanım ki, karşımdaki kişi her ne kadar insanlıktan nasibini almamış olsa da, ona yardım eli açmaktan hiç çekinmiyorum. O öpmek istediğim kişinin sen olduğu ne malûm ? Ben bir isim falan mı kaçırdım ağzımdan ? Eğer öyle bir şey olsaydı, o kişinin Alper olduğunu çoktan idrak etmiş olurdun zaten. Hah ayrıca, malesef Barlas, sen hiçbir zaman benim hayallerimdeki 'Beyaz atlı prens' mertebesine ulaşabilecek seviyede olamayacaksın. Şimdi eğer filmi geri alırsan, kaldığım yerden takip etmek istiyorum!"

Barlas'ın gözlerinde sezdiğim öfke o kadar şiddetliydi ki, kendimi derin okyanuslarda tutsak edilmiş gibi hissettim. En büyük düşmanının adının dudaklarımdan dökülmesi, canını yakıyor ve öfkesini tetikliyor olmalıydı. Çatılan kavisli ve gür kaşları, kusursuz yüz hatlarıyla mükemmel bir ahenk yakalamıştı. İşte tam da o an, bu adamın öfkeli hâlinin bile tapılası olduğunu farkettim.

Bir anda, Barlas'ın sinirden kasılmış parmakları boynuma sarıldığında, nefesimi ciğerlerimde mahkûm ettim ve bir an için beni boğacağını sezdiğim ellerinin arasında, donakaldım. Şah damarıma baskı uygulayan parmakları, nabzımı yoklarcasına temkinliydi ve ansızın parmaklarının baskısı gittikçe azaldı. Ateş saçan gözleri bana bir ejderhayı anımsatsa da, bir anda boynumda ki bir elini tenimden uzaklaştırıp baş parmağını dudaklarıma bastırdığında, hissettiğim korku bedenimi terketti.

Tuttuğum nefesime özgürlüğünü ilân ettiğimde, Barlas'ın yüzü yüzüme gitgide yanaştığı için nefesim bir esintiyle saçlarını savurmuştu. Bakışlarım öfkesini bir ayna gibi yansıtan gözlerinden, o dolgun ve kuru dudaklara kaydı. Dilim o kuruluğu ıslatmak istercesine kayganlaşırken, kalp atışlarımın hızı nefes alışverişimi fazlasıyla hızlandırmıştı. Burunlarımız birbirine değecek kadar yakınlaştığımızda, bedenim heyecanla titremeye başlamıştı bile. Barlas başını hafifçe yana eğdiğinde, beni öpmesi için sabırla bekledim. Bir anda konuşmak için aralanan dudakları dudaklarıma sürtündü ve o an ki heyecanla başımın döndüğüne yemin edebilirdim.

"Kalp atışlarını işitebiliyorum. Çok hızlılar."

Bir anda elini göğüs kafesime bastırdı.

"Hissedebiliyorum. Kemiklerini titretebilecek kadar şiddetli."

Aramıza kilometreleri sıkıştırırcasına geri çekildi ve aramızda ki yakınlığı yok etti.

"Nefes alışverişin çok sık. Yüzümü karıncalandırıyorsun."

Böyle şeylerden söz etmesi sinirlerimi bozmaya başlamıştı. Ne demeye çalıştığını kavrayamıyordum ve bu fazlasıyla sinirlerimi bozuyordu. Bu karmaşaya artık bir son vermeliydim ve geri çekildiği için yaşadığım hayal kırıklığını ona yansıtmamalıydım.

"Ne demek istediğini anlamıyorum. Ne yapmak istediğini de."

Kurduğum cümle komiğine gitmiş olmalı ki, kızgın ifadesini yüzünden kazıyıp dudaklarına alaycı bir tebessüm yerleştirdi. Dudağının sola doğru kıvrılmasıyla ortaya çıkan minik kıvrımlı çukur, nefesimi düzene sokmak için harcadığım çabamı boşa çıkartıyordu. Fakat ansızın, usulca aralanan dudaklarının arasından dökülen kelimeler, beni falakaya yatırmıştı.

"Hakikati gördüm. Teninde, gözlerinde, nefesinde, kalp atışında. Öpmek istediğin kişinin ben olduğumu, teninde hissettim. Gözlerine baktığımda, bakışlarında ki yoğun arzuyu görebildim. Dışarı verdiğin her solukta, içindeki kavurucu ateşe şahit oldum. Kulaklarıma ilişen kalp atışlarında, seni öpmem için yakarışlarını işittim. O şerefsizi değil de, beni öpmek istediğini, sen fısıldadın bana Ecrin. O herifin dudaklarına, bana dokunduğun gibi dokunmadığını sen söyledin. Benim bir suçum yok. Ben sadece bedeninin çağrısına kulak verdim. Cevabımı aldığıma göre, şimdi filmi geriye sarabilirim ve kaldığımız yerden devam edebiliriz."

▲▼▲▼▲

Artık öpüşmeleri gerekiyor bence, yoksa Ecrin kafayı yiyecek ve sanırım sizde öpüşmelerini istiyorsunuz :D Ama ben çok gıcık bir yazar olduğum için, daha çok beklersiniz ajsjfjkj

Oy ve Yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. Seviyorum sizi ♥

-Şahsi Instagram Hesabım: aleynafetvac

-MSOM? Instagram Hesabı: wattpad.mayissinegimolurmusun

Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top