5. Sert Kabuklar
İlerleyen günlerde mümkün olduğunca Rüzgar'ın dahil olduğu planlara dahil olmaktan kaçındım. Fakat benim aksime Tekin, Rüzgar geldiğinden beri çok mutlu görünüyordu. Arkadaş grubumuz onun gelişiyle hareketlenmişti. Birlikte daha çok organizasyon yapılmaya başlanmıştı. Onun olduğu ortamda herkes keyifliydi. Onun da dostlarını önemsediğini görebiliyordum. Bir tek benimle anlaşamadığına göre, sorunu kendimde aramayı denedim. Ona öfkelenmemeye, söylediklerine tepki göstermemeye çabaladım. Ben ona zeytin dalıyla gittim fakat o tüm çabalarımı harcayıp, uzattığım dallarımı kırmak üzere beni bekliyordu.
O hep bekliyordu. Ola ki yanılırsam diye... geceyle gündüz yer değiştirmedikçe, yıldızlar yere inmedikçe, dağlar göğe yükselmedikçe, nehirler kurumadıkça ve güneş üşütmedikçe... bizim dost olamayacağımızı hatırlatmak için hazır bekliyordu.
Yine yılbaşı gelmişti. Yine planlar yapılıyordu.
Ben bu sene çok istesem de Tekin'in arkadaş grubuyla takılmayı düşünmüyordum. Turhan Beyin davetine de katılmayacaktım. Bir süredir içime atmaktan dolmuştum. Ruhumu sıkan ortamlardan uzak durarak yıla tertemiz bir başlangıç yapmak istiyordum. Bu yüzden Seda'larla birlikte Cahide'ye gitmeye karar verdim. Tekin'e henüz bu kararımı söylememiştim ama eğer ters tepecek olursa, İzmir'e annemlerin yanına kaçmak da planlarımın arasındaydı.
Tekin kararımı reddetmekten ziyade kafasını fena halde bana taktı ve beni bu karara iten sebepleri irdelemeye başladı.
"İş yemeğini anlayabiliyorum. Her ne kadar gelmemen Turhan Bey'e ayıp olacaksa da, sıkıcı bir ortam olduğunun farkındayım. İş yerindekilerle eskisi kadar samimi değilsin."
"Hayır hayatım, sıkıcı olduğu için değil. Tüm gece boyunca sevdiğim adamla hiçbir samimiyetim yokmuş gibi, yapmacık davranışlar içinde olup, senin Gülçin'le Eliz'le dans etmeni izlemek istemiyorum. Artık bu yapaylıktan boğuluyorum."
"Ama biliyorsun hiçbir anlamı yok o dansların. Hem istemezsen dans etmem."
"Dans et tabi ki Tekin. Bunu seni kıskandığım için söylemiyorum, sadece ortama katlanamıyorum. İşe gitmek gibi bir mecburiyet olmadığı için katılmak istemiyorum."
"Tamam aşkım tamam. Anlıyorum. Ama bizim çocuklarla toplaşmaya gelmemek ne demek oluyor onu anlamıyorum."
İşte bu soru, dedim içimden.
"Onun özel bir sebebi yok. Seda'larla Cahide'de olacağız, içkili eğlenmeli bir ortam. Oradan çıkıp mekan mekan gezmeyeyim dedim."
"Çok saçma bir gerekçe. Mekan mekan gezmeyeceğiz, yine Tarık'larda olacağız. Bizim yemekten çıkınca gelip seni alırım."
"Aşkım, sen de içmiş olacaksın. Araba kullanmana gerek yok, ayrıca birbirine çok zıt yerler. Ben Seda'larla kalayım. Çocuklar beni anlayışla karşılar."
"Sen öyle san. Valla Elif bizi mahveder."
"Orası öyle." Düşüncesiyle gülüştük.
"Aklında başka bir sorun var." dedi Tekin. "Hadi söyle." Onun içimi okuyan bu tavrı yüzünden, ne kadar saklamak istesem de daha fazla içimde tutamadım.
"Aşkım, Rüzgar'la hiç anlaşamadık biliyorsun. O çok baskın karakterli biri, hepiniz yıllardır dostsunuz ve onu çok seviyorsunuz ama ben onun olduğu yerde hiç rahat edemiyorum."
Tekin'in yüzüne bir gölge düştü cümlelerimle. Bahsettiğim kişi en yakın arkadaşıydı. Bir yanda ben bir yanda Rüzgar olarak ikiye bölünmesini hiç istememiştim fakat artık kaçınılmaz noktaya varmıştı olaylar.
"Anlaşamadığınızın farkındayım. Sadece senin için bu kadar rahatsızlık verici olduğunu bilmiyordum." Üzülmüştü besbelli.
"Sana yansıtmak istemedim."
"Ama bir yerde yansımak zorunda."
"Abartmaya gerek yok. Alt tarafı bir yılbaşı gecesi işte, her an her dakika sizinle takılamam ki."
"Benim için önemli ama. Ben yılbaşında seni yanımda istiyorum."
Ne yapsam bilemedim diye için için kıvranıyordum. Tekin de düşünüyordu,
"Rüzgar'dan kaynaklanıyor." dedi, "Sen tanıştırdığım herkesle hemen kaynaştın. O hayvan herif bir kızla doğru düzgün nasıl arkadaş olunur bilmiyor ki. Bir de, okuldayken benim bir ilişkim olduğunda Rüzgar tanışmıyordu onunla. Sana nasıl davranacağını gerçekten bilemiyor."
"Bilmiyorsa da öğrenmesi lazım artık." dedim, "Çünkü benim bir yere gitmeye niyetim yok."
Konuya son vermek istediğimin farkındaydı.
"Öyle tabi aşkım." dedi düşünceli bakışlarla. "Merak etme, öğrenecek."
Tekin'in ısrarları sonucu, yılbaşı gecesi Tarık'larda toplanma planına mecburen katılıyordum.
Gecenin ilk kısmı olabileceğinin en güzeliydi. Cahide ortamı insanı eğlendirmeyi gerçekten iyi biliyordu. Seda'ların arkadaş çevresi de uzun zamandır tanıdığım ve içlerinde kendimi iyi hissettiğim insanlardı. Gece yarısına Cahide'de girdik. Konfetiler, simler, çılgın gösteriler, yanıp sönen ışıklar, ışıl ışıl insanlar derken dünya etrafımda dönüyordu adeta. Seda'yla hoplayıp zıplayıp çocuklar gibi bağırıyorduk. Üzerimde hafif dökümlü, ince kumaştan simli kırmızı bir elbise vardı. Vücut hatlarımın etrafından nazikçe dökülen bu diz üstü elbiseyle kendimi muhteşem hissediyordum.
Hareketlerimizde farketmeden abartıya kaçmış olmalıyız ki, biraz sonra Sinan tarafından masada oturup sakinleşmeye yollandık. Hala birbirimizin söylediği her şeye aptal aptal gülüyorduk. Bir ara Tekin'i aradım, açmadı. Sonra bir daha, bir daha aradım. Sinirleniyordum artık. Seda'yla birer sigara yaktık. Bağımlı değildim de bir süredir stresli iş hayatım yüzünden bu keyif sigaralarına başlamıştım.
"Telefon çekmiyor mu?" diye sordu.
"Yok. Arıyorum açmıyor."
"Duymamıştır biraz sabret."
"Gece yarısından hemen sonra çıkacaktı. Hah, arıyor."
Tekin'in sesi gürültüden çok zor duyuluyordu. Bağıra bağıra konuşuyordu bu yüzden.
"Aşkım ben daha ancak çıkabiliyorum. Trafik durumuna baktım köprüler kıpkırmızı. Şarjım az."
"Aşkım ama ya!"
"Rüzgar'ı aradım, o alacak seni. Telefonunu verdim. Arar birazdan." Panik beynime sıçramıştı.
"Tekin bana sormadan neden böyle bir şey yapıyorsun?!"
"Hemen sinirlenme. Onunla konuştum. Daha düzgün davranacak artık."
"Nasıl sinirlenmem? Çocuk gibi şikayet ettiğimi mi anlattın?"
"Aşkım abartıyorsun. Telefon kapanacak bak şimdi. Ben de yoldayım. Birazdan Tarık'larda görüşürüz."
Daha fazla itiraz etmeme müsaade etmeden telefonunu kapattı.
"Neler oluyor?" diye sorma gereği duydu Seda. Daha önce ona Rüzgar'dan bahsetmiştim ama durumun detaylarını bilmiyordu.
"Çok merak ettim şu çocuğu." O tam bunu derken beni tanımadığım bir numara aradı. Rüzgar'ın sesini açar açmaz tanımıştım. İş yerindeki resmi sesiyle konuşuyordu. Zorlamasak ne olurdu sanki?
"Işık selam, neredesin?"
"Cahide'deyim. Yerini bil..." Lafı boğazıma tıkmıştı.
"Evet, biliyorum. On dakikaya orada olurum." dedi.
"Tamam."
Tam olarak dediği sürede gelmiş ve beni almak için mekanın içine kadar girmişti. Upuzun boyuyla onu farketmemek çok zordu. Seda'ya kolumla dirsek atarak ilerideki Rüzgar'ı işaret ettim. Seda'nın tek kelimeyle dibi düştü.
"Oha!"
"Gören herkes ona böyle davranıyor zaten, bari sen abartma." diye sitem ettim.
"Abartmıyorum. Oha!" dedi tekrar.
Hemen toparlanmaya başladım. Bu sırada Rüzgar da arıyordu neredesin diye.
"Seni gördüm. Dur orada geliyorum." Seda arkamdan beni uğurlamaya geliyordu. Rüzgar'la tanıştılar.
"Merhaba. Seda ben. Işık'ın kuzeniyim."
"Rüzgar."
Seda neşeli tavırlarla boş boş konuşuyordu. Ne yaptığını sarhoş kafayla önce anlayamasam da, birden Rüzgar'ın yüzündeki katı ifadenin kırıldığını farkettim. Seda bilinçli olarak aramızdaki gerilimi azaltmıştı. Rüzgar bana döndü, "Hazırsan gidelim?"
"Hazırım, hazırım." Ona doğru bir adım attım, ayağım yerdeki süslere takılarak tökezledim. Beni hemen yakaladı.
"Birileri biraz içmiş." Gülüyor muydu bana o? Hayretler olsundu. İlk defa bana güldüğünü görüyordum. Dalga geçerek değil, içten gülüyordu.
"Hayır canım! Sarhoş değilim ben." dedim. Seda'yla vedalaştık.
"İyi eğlenceler. Tekin'e selam söyle."
Kapıya çıktığımızda dışarıda kar soğuğu vardı. Montlarımızı giydik, çok geçmeden vale siyah Porsche'yi getirip teslim etti. Arabası gerçekten çok güzeldi. Hardal rengi deri koltuklara yayıldım. Rüzgar klimanın ısı ayarını yükseltti. Müzik çalarda yüksek tonlu bir şarkı başladığında Tekin'in arabasında uyuyakaldığım geceyi hatırladım. Birdenbire Rüzgar yerine Tekin'in yanında olmayı istedim. Yeniden kendimi bırakıp arabada uyuyakalmak çok kolaydı. Ama Rüzgar'da kendimi bırakmamı engelleyen, beni geren bir şeyler vardı. Tekin'in yanında böyle hissetmiyordum. Çalan şarkı gerçekten güzeldi. Telefonu havaya kaldırdığımı görünce,
"Napıyorsun?" diye sordu.
"Shazam'den çalan şarkının adını öğrenmeye çalışıyorum."
"Bunun için telefonu havaya kaldırmana gerek yok. Düz tuttuğunda da algılayabilir."
Sarhoşluğun etkisiyle normalde yapmayacağım aptallıkta hareketler yapıyordum. Zaten beni aşağılamak için dört gözle bekleyen adama bir koz daha vermiştim. Telefonu kapatıp, kendime kızarak çantama geri koydum. Göz ucuyla beni incelediğinin farkındaydım.
"Love is Blindness." * dedi gözünü yoldan ayırmadan. "Şarkının adı. Great Gatsby filminin müziklerini dinliyoruz."
"Güzelmiş." dedim. "Gatsby'yi sever misin?"
"Severim." dedi. Sonra konuyu değiştirerek, "Noel anne gibi olmuşsun kırmızılar içinde." dedi.
"Bu gece yılbaşı." diye yanıtladım, kurduğum cümlenin aptallığı ve elbisenin kısalığı aniden beni rahatsız etmişti. Ona çaktırmamaya çalışarak, hafifçe oturduğum yerde toparlandım. Bana dair iyi bir düşünceye sahip olma ihtimali hiç yoktu ki endişe etmeyi kesmeliydim. Hayır, tabi ki endişe etmiyordum.
Bir süre hiç konuşmadık. Maçka'dan Beşiktaş sahile kadar kısa bir mesafeye gidiyorduk ama trafik resmen adım ilerlemiyordu. İnip yürüsek daha hızlı giderdik.
"'Önümüzde çevirme var herhalde." dedi sessizliği bozup.
"Beni almaya gelmeden önce neredeydin?" diye sordum.
"Tarık'lardaydım."
"İçtiniz mi?"
"Senin kadar değil."
"Sen eminim benden çok içmişsindir." Kafasını iki yana salladı.
"Bu gece polise yakalanacak kadar aptal değilim." dedi ilgisini yitirerek. Trafik açılmaya başlamıştı. Hemen önümüzdeki trafik polislerinin yanından durdurulmadan geçtik. İçimde her daim duran ve bir kıymık gibi batan o soruyu sormadan bu arabadan inmeyecektim.
"Rüzgar." dedim. Adının sesimdeki yansımasını sevmemiştim. Çok mu dik çıkmıştı sesim? Genellikle hafif boğuk ve derinden gelen bir ses tonum olduğunu söylerlerdi. Fakat bu gece sesim bile bana yabancı geliyordu. Birkaç saniye tamamen ilgisiz davrandı, ardından ifadesiz bir yüzle bana döndü. Jack White ortamızda Love is Blindness diye bağırırken, o muhteşem soruyu sordum:
"Bir yerde baş başa konuşabilir miyiz? Kısa sürecek."
O güne dek bırak dost olmayı, deneme safhasında bile birbirimize ateş etmeden tek bir cümle kurmamıştık. Beni almaya zorla geldiği ortadaydı. Bu kadar nefret etmesinin sebebi neyse öğrenmek hakkım diye düşünüyordum.
Normalde kısık bakan siyah gözlerinin içindeki gözbebekleri irileşti sorumu duyduğunda. Kaşlarını hafifçe çatarak önüne döndü. Birkaç saniye boyunca ben kusursuz yan profiline bakarken o sadece önüne bakarak arabayı sürmeye devam etti. Artık cevap vermeye bile tenezzül etmediğini düşünüyordum ki sakin bir ses tonuyla,
"Sahile sürüyorum." dedi.
Ortaköy sahilde yol kenarına park edip, arabadan indik. Soğuk hava nefesimi kesecek kadar sertti. Kabanıma sıkıca sarılıp önden yürüdüm. Küçük bir parkta ağaçların arasından denizi gören bir banka oturduk. Yılbaşı gecesi olması sebebiyle her yer kalabalıktı. Yakınımızda içkinin dozunu kaçırmış, yüksek sesle konuşup gülüşen bir grup genç vardı ama umursamıyordum. Rüzgar da umursamıyormuş gibi görünüyordu. Zaten kısa bir konuşma olacaktı. Bekletmeden konuya girdim.
"İyi bir karşılaşmamız olmadı seninle. Şirketin girişinde küçük bir kaza yaşadık, özür diledim. Telafi etmek istediğim halde izin vermedin. Birbirimizin kim olduğunu bile bilmiyorduk o anda. Üstünden aylar geçti, tanıştık ama senin bana karşı kaba tavrın değişmedi. Nedir sebebi, anlayamıyorum. Ben senin en yakın arkadaşının sevgilisiyim. Sırf bunun hatrına biraz tahammül eder insan birbirine." dedim.
Sadece dinliyordu. Anlattıklarımı dinleyen yüzünde tek bir kas bile oynamamıştı. Söyleyecek bir şeyi olmadığını ifade edercesine elini cebine attı. Sigara ve çakmağını çıkardı. Benim içmediğimi düşündüğünden ikram etmedi. Ya da belki de düşünmüyordu, sadece ikram etmeyecek kadar umrunda değildi. Elini aleve siper ederek sigarasını yaktı. Bense ellerim kabanımın ceplerinde soğuktan donarken onu izliyordum.
"Rüzgar benden neden bu kadar nefret ediyorsun?" diye sordum.
Bir an dondu kaldı sanki. Kusursuz yüzü taşlaşmıştı adeta. Sonra sigarasından derin bir nefes çekti. Dumanını göğe üflerken dudaklarının kenarında bir gülümseme belirdi.
"Nefret mi?" dedi. Bana değil yıldızlara sormuştu sanki. Ve bana değil yıldızlara bakarken gerçekten gülüyordu soruma. "Senden nefret etmiyorum." dedi. Yüzüme baktığında bir kez daha gözlerindeki alevler gözlerimi aldı.
"Öyleyse neden dost olamıyoruz?"
"Herkes dost olacak diye bir şey yok."
"Öyleyse neden bu gece beni almaya geldin?"
"Tekin istedi. Başka şeyler de söyledi. Sana olan davranışlarım..." Dudağını alaycı bir edayla büktü. "Üzüyormuş seni."
Utançtan yerin dibine girmek tabiri tam olarak o an yaşadığım hissi tarif ediyordu.
"Ben ona öyle demedim."
"Her neyse."
"Hayır, neyse değil. Çok üsteleyince ona seninle geçinemediğimizi ve bunun çok da önemli olmadığını ama yılbaşı gecesinde seninle aynı ortamda olmak istemediğimi söyledim."
"Mantıklı." dedi. "Gerçekten böyle düşünüyorsan sana karşı ne hissettiğimi de önemsememen gerekir."
Sözlerinin keskinliği beni yine uçlara sürüklüyordu.
"Önemsemiyorum!" dedim yüksek perdeden bir tonla. Dişlerim soğuğun etkisiyle birbirine çarpmaya başlamıştı. Gözünden hiçbir şey kaçmıyordu.
"Güzel. Gidelim mi artık?" diye sordu. İtiraz edemedim. Ayağa birlikte kalktık. Arabaya doğru yürürken bir kez daha tökezledim. Anında belimden yakalayan eliyle doğruldum. Bu çok utanç verici andan kurtulmak için hafifçe sıyrıldım elinin himayesinden ve o aniden, sanki sonradan aklına gelmiş gibi ama ne söylediğinden de emin bir şekilde "Tekin'in hatrına tahammül eder insan birbirine dedin ya az önce," dedi.
"Evet?" dedim ne söyleyeceğini merak ederek.
"Ben zaten onu yapıyorum."
Aramızdaki nedenini hiç bilmediğim duvara bir sıra daha tuğla eklenirken, yolun geri kalanı boyunca sessizlik kulaklarımı sağır edecek kadar yüksekti. Ve ben işte böyle pes ettim onunla iyi geçinmeye çabalamaktan.
Tarık'ların evine girdiğimiz anda herkes ayrı bir yöne gitti. Yarım saat kadar sonra Tekin'de gelmişti.
"Aşkım bu ne güzellik! Elbisen biraz kısa mı sanki?" dedi imalı imalı. Eskiden giydiklerime müdahale etmezdi ama son zamanlarda böyle bir ima huyu ortaya çıkmıştı.
"Aşkım beğendiysen sorun yok." dedim ben de.
"Biraz kısaymış." dedi. "Eğlendiniz mi?"
"Kesinlikle. Çılgındı. Keşke sen de orada olsaydın."
"Cahide pek bana göre değil aşkım. Başka yere gideriz."
Elif'in hazırladığı müthiş mezeler ve içkiler eşliğinde sabaha kadar oturup, sohbet ettik. Rüzgar yine durgun bir gece geçiriyordu. Evdekilerin enerjik hallerine oranla bir köşede sessizce oturuyor, sürekli telefonuyla uğraşıyordu. Herkes ona neden durgun olduğunu soruyordu. Normalde enerjisiyle herkesi avucunun içine alan Rüzgar'la, o anki adam arasında çok fark vardı. Benden kaynaklı diye düşündüm. Benim olduğum yerde gerçekten keyifsiz oluyordu bu adam. Dolaylı olarak da olsa ortamı bozduğum için huzursuz hissettim. Keşke Tekin rahat bıraksaydı da, geceye hiç katılmama hakkımı kullanabilseydim.
Ertesi gün öğle saatlerinde uyandık. Hep birlikte kahvaltı yapmak üzere Karaköy'e geçtik. Geceki elbisemle gündüz sokağa çıkılmayacağı için Elif'in giysilerinden bir şeyler aldım. Bu sayede mükemmel bir zayıflığı olan Elif'le biraz zorlanarak da olsa aynı şeyleri giyebildiğimi farkettim. Bir süredir kilo verme çabalarımın sonuç verdiğini biliyordum ama bu kadarının ben bile farkında değildim.
Yeni yılın ilk gününün sakinliği vardı şehirde. Mekanlar geceden yorgundu. Hava kar yağışı başlasa da rahatlasak dedirtecek kadar soğuktu. Masamız serpme kahvaltılıklarla dolarken, Rüzgar'ın masanın üzerinde duran telefon ekranı hiç boş durmuyordu. Bir ara özel bir telefon gelmiş olmalı ki, masadan kalkıp bir süre bizden uzakta konuştu. Masaya döndüğünde Tekin hemen kolunu Rüzgar'ın omzuna atarak sordu,
"Ne var ne yok?" Birbirlerine güldüler.
"İşler iyi panpa."
"Buradan mı?"
"Buradan, oradan. Hatunlar bırakmıyor yakamı."
"Yeni evine yerleştin mi Rüzgar?" diye sordu masanın diğer ucundan, ikiliyi izleyen Semih. Bıyık altından bir gülüş vardı yüzünde.
"Bak şimdi, soruya bak. Sonra ben fesat oluyorum." dedi Rüzgar. Pis pis gülüştüler. Aralarındaki erkek muhabbetine sinir olmaya başlamıştım.
"Evdeki kiracı geçen hafta çıktı. Ben de mobilya siparişi verdim. Yeni gelin gibi eşya aldık Tekin'le. Hepsini bu hafta getirecekler. Muhtemelen bu hafta yerleşmeyi bitiririm."
Derya,
"Şu an nerede kalıyorsun?" diye sordu. Pek istekli olmayan bir havada,
"Kardeşimde." cevabını verdi.
Aylardır hayatımızda olan bu adama dair ne kadar az şey bildiğimi düşündüm. Kardeşi olduğundan bile haberim yoktu. Belki de sebebi gerçekten yokmuş gibi davranmasıydı. Sonradan Tekin'le konuşurken,
"Kardeşi öz mü? Üvey mi?" diye sordum.
"O nereden çıktı? Öz kardeşi." diye cevap verdi.
"Hiç bahsetmiyor."
"Rüzgar genel olarak ailevi konulardan konuşmayı sevmez." dedi.
O kadarı anlaşılabiliyordu. Ama bana annesinden bahsetmişti. Gerçi bahsetti sayılmayacak kadar kısa bir cümle kurmuştu ve ardından kibirli, alaycı bir pislik gibi davranmıştı. Yine de...
"Rüzgar'ın ailesi dağınık Işık." dedi. "Babasıyla annesi çocukken ayrılmışlar. Annesi yurtdışında yaşıyor. Normalde kardeşiyle araları çok iyi değil. Babasıyla da değil."
"Bunları anlatmazsanız ben nereden bileyim?"
"Hayatım, bu konuları Rüzgar da çok konuşmaz, konuşulmasını istemez, o yüzden. Sen de sormaya kalkma. Kalkar kırıcı bir laf eder. Sonra beni aranızda bırakma."
Oraları geçtik, diye geçirdim içimden.
"Sen anlat." dedim. "Kardeşi küçük mü?"
"Hayır koca adam. Tufan, Rüzgar'dan birkaç yaş küçük. Kendi işini yapıyor. Babasıyla ortaklaşa çalışıyor. Rüzgar hep biraz kara koyun, o ak koyundur, tamam mı? Rüzgar ikisiyle de çok anlaşamıyor. Çocukluğunda annesi onları terkedip Almanya'ya döndüğünde, Rüzgar babasına karşı tavır almış ve bunu bir türlü aşamamışlar. Bence annesinin sevilecek bir tarafı yok ama Rüzgar'ın bunu anlaması çok uzun zaman aldı. Anlaması değil de, kabullenmesi diyelim. Yani bunca yıl okul bitince yurtdışına gitmesi, babasıyla anlaşamaması hep bu yüzden."
"Yurtdışında annesiyle mi yaşıyordu?"
"Hayır. Annesi Almanya'da doğmuş büyümüş biri, kendi başına yaşıyor. Çok sık olmasa da görüştüklerini biliyorum. Babasından da hiçbir zaman kopmadı. Sonuçta oradayken de babasının işlerini yürütüyordu."
"Şimdi de babasıyla çalışıyor. Tek fark artık yanıbaşında."
"Evet ve ben bunun, Rüzgar için büyük bir fark olduğunu düşünüyorum. Bence artık uzlaşmaya çalışıyorlar. Onun için çok zor bir şey bu."
"Babası nasıl biri?"
"Ben severim Necip amcayı. Bence iyi biri çünkü bana çok iyiliği dokundu. Ama oğluyla ilişkisi farklı tabi. Otoriter bir adam her şeyden önce. Rüzgar'ı içten içe çok sevdiğini biliyorum ama yansıtamıyor. Kopuk bir iletişimleri var."
"Şimdi bir çok şey yerli yerine oturdu."
"Cevaplarımla sizi tatmin edebildiysem memnun oldum hanımefendi. Belki sen de artık Rüzgar'a karşı biraz anlayışlı olursun."
"Anlattıkların yine de onun tüm hareketlerini kabul edilebilir kılmıyor Tekin."
"Haklısın, " dedi. Burnuma bir öpücük kondurdu, "Bizimki hep biraz çocuk ruhludur. Ama olgunlaşıyor, bize yeniden alışmaya çalışıyor, ona zaman tanımak lazım."
Kış tüm soğukluğu ve yıpratıcılığıyla geçerken, Tekin'le tatsız bir olay yaşadık.
İş yerinde zamana direnen bir şekilde Eliz'in Tekin'le ilgilendiğinin farkındaydım. Bu, zaman zaman hayali hikayeler anlatmaya kadar varsa da, gerçek olabileceğine hiç ihtimal vermediğim için önemsemiyordum. Tüm akşam yanı başımda uyuklamış sevgilim için, "Dün akşam Tekin beyle konuştuğumuzda..." gibi bir cümle kuruyordu mesela. Bir keresinde Tekin,
"Evet, bazen akşamları mesaj attığı oluyor ama işle ilgili cevap verip konuyu kapatıyorum." demişti.
"Öyle mi?"
"Evet, uzatmıyorum aşkım. İşte telefonum sürekli önünde duruyor, sen de görüyorsun." demişti.
Bu kadarını sorgulamak bile bana yanlış geldiği için, Tekin'e bir daha bu tarz sorular sormadım. Eliz'i tanıyordum ve Tekin'e güveniyordum.
Mart ayında babam boyun fıtığı ameliyatı olduğu için bir haftalığına ailemin yanına gittim. Ameliyat başarılı geçmişti. İşten tamamen uzaklaşıp onlarla geçirdiğim bir hafta bana da iyi gelmişti. Huzurlu bir ruh haliyle işe döndüğüm ilk gündü. Öğle arasında Eliz tarafından arkadaşlığımıza güvenerek bahçede kenara çekildim.
"Sen yokken neler oldu anlatmam lazım." dedi heyecanla. "Kızlarla konuşuyoruz, bir tek senin haberin yok."
"Ne oldu?"
"Tekin'le dışarı çıktık." Beynimden vurulmuştum. İnanma dedim, kendime.
"Yaa. Nasıl?"
"Bir akşam iş çıkışı bir şeyler içmeyi teklif ettim, o da kabul etti. Cadde'de bir mekanda bütün akşam oturduk. Çok güzeldi." Doğru olamaz, diye kendimi yatıştırmaya çalışsam da, bu sefer doğru olabileceğine dair içimde kıymık gibi batan bir his vardı.
"Hangi gün oldu bu?" diye sordum.
"Bir düşüneyim, " dedi.
Benim aklımdan geçen bir gün vardı. Önceki çarşamba gecesi Tekin'le konuştuğumuzda telefona karışan gürültüler yüzünden dışarıda olduğunu anlamıştım. Sorduğumda ise isteksiz bir şekilde "Bizim çocuklarla çıktık. Birer bira içip kalkıyoruz." demişti. O zaman ona inanmıştım. Eliz sorumu,
"Çarşamba akşamıydı." diye yanıtladığında midemin boşluğa düştüğünü hissettim.
Güveniyorum dediğim adam...
"O günden beri görüşüyor musunuz?" diye sordum.
"Tabi." dedi Eliz ışıl ışıl. "Aramız gayet iyi."
"Hafta sonu da buluşsaydınız." dedim hastalıklı bir ses tonuyla. "Neden buluşmadınız ki?" Eliz hiçbir şeyin farkında değildi.
"Ağırdan alıyoruz." dedi. "İşleri varmış." Hafta sonu ben döndüğüme göre, işleri ben olmalıydım. Sinirden titreyen ellerimi gizleyerek,
"Mutluluklar." dedim Eliz'e. Başka da bir şey söyleyemeden arkamı dönerek oradan uzaklaştım.
Ayaklarım beni doğruca lavaboya götürmüştü. Aynada yüzüme baktım. Acınası bir haldeydim. At kuyruğu topladığım saçlarım çok özensizdi. Gözlerimde yaşlar titriyordu. Kimse bu halimi görmesin diye kendimi bir tuvalete kilitledim. Oturdum ve bozulmuş sinirlerim yüzünden zaptedemediğim yaşları koyverdim. Bu kadar güçsüz olmamalıydım. Böylesine aciz olmamalıydım. Derin derin nefesler aldım. Bir erkek için... hayır bir erkek için değil, sadakatsiz bir erkek için yaş dökmeye değer miydi? Ama o benim sevdiğim adamdı. İlklerimi yaşadığım, güvendiğim adamdı. Üzerimden dozerle geçilmiş gibi hissediyordum, bu büyük bir yıkımdı. Ne düşünmüştü bunu yaparken? Duyulmayacağını mı? Tıpkı benimle olan ilişkisini sakladığı gibi bunu da mı saklayacaktı? Ah, ben ne aptaldım! Ne aptaldım... Geçen günlere yazık. Ayrılığımız Rüzgar'ı çok sevindirecekti. Bu hınçla toparlandım ve gözümün yaşını sildim.
Tekin'in bir süredir bizden ayrı, camlı bölmeli bir ofisi olduğundan günün geri kalanında hiç görüşmeden günü tamamlamayı başardım. O gün okula gitmek için erken çıktığım günlerden biriydi. Vakit gelir gelmez kendimi arabama attım. Tekin'le akşam da konuşmadık. Aradığında açmamayı başardım. Bunun yerine Seda'yla dertleşmeyi seçtim. Seda inanamıyordu.
"Kesinlikle yapmaz diyemiyorum. İnsanoğlu, başımıza her şey gelebilir. Ama hani bu yapmaz diyebileceğim biri varsa o da Tekin'dir Işık. Tekin sana çok bağlı. Bence işin aslını öğrenmenin tek yolu onunla konuşman. Eliz denen kızın daha önce de uydurduğu oldu."
"Bu sefer çok gerçekçi ama."
"Mutlaka bir açıklaması vardır."
Ertesi gün de iş yerinde ondan uzak durmayı başardım. Kasıtlı olarak ondan uzak durduğumu anladıktan sonra hemen mesaj attı,
"Neler oluyor?"
"Hiç." yazıp cevapladım.
"Yüzüme baktırmayan bir hiç?"
"Sonra konuşalım."
Bu mesajımla ne kadar gerileceğini biliyordum. Umrumda değildi. Cevabı gecikmedi.
"Çıkışta beni bekle."
Herkes işten çıkıp, arabasına binene kadar tek kelime konuşmadık. Tekin böyle konularda endişeden dolayı çok gergin olurdu.
"Neler oluyor Işık?" diye sordu yola çıkar çıkmaz. Daha fazla içimde tutamadım.
"Eliz dün bir şeyler anlattı." Yola bakan yüzünde çenesinin kasıldığını farkettim. Bu normal değildi. Bir şeyler olmuştu gerçekten.
"Ne anlattı?" diye sordu. Kanım donuyordu. İşin aslını öğrenmek istemesem bile konu açıldığı için artık geri dönüş yoktu.
"Geçen çarşamba günü iş çıkışı onunla berabermişsin." dedim.
"Bunu mu söyledi?"
"Tekin beni öldürme burada. Doğru mu? Değil mi?"
"Doğru." dedi zorlukla, "Ama sana anlattığı şekilde bir çıkma değildi."
"Neyse ne Tekin. Detayını bilmek istemiyorum." dedim. Çünkü bana yalan söylemişti. Çocuklarla bira içiyoruz demişti. "Kenara çeker misin? İnmek istiyorum."
"Hayır tabi ki."
"Arabayı durdur Tekin. Atarım kendimi."
"Saçmalama Işık! Duracağım bekle. Ama önce konuşacağız."
"Neyi konuşacağız? Yalan söyledin bana! Eliz'le aldattın beni, Eliz'le! Bu kadar mı klişe bir adamsın sen? Kabul de ettin üstelik, daha neyi konuşacağım ben seninle?"
"Öyle olmadı, inan bana. Ben seni aldatmadım."
"Çıktık diyorsun! Doğru diyorsun!"
"Anlatayım, ondan sonra karar ver, olur mu?"
Arabayı Caddebostan sahilinde durdurdu. Baktı kendimi dışarı atmadan bekliyorum, anlatmaya başladı.
"Eliz bana bir süredir sıklıkla mesaj atıyor. Hiçbir zaman kırıcı olmak istemedim, ilgi de göstermedim. Ama katılıkla bir kerede kesip atmadığım için sanırım onu cesaretlendirdim. En son geçen hafta iş çıkışı buluşmayı teklif etti. Ben de bir kerede her şeyi konuşup, konuyu kapatmak üzere kabul ettim." Her kelimesiyle canım acıyordu. Onu Eliz'le gülüşüp sohbet ederken hayal ettikçe yüreğim sıkışıyordu. "Gittik oturduk. Açıkça aramızda bir şey olamayacağını anlattım. Sakince dinledi. Başkası mı var diye sordu, ben de evet dedim."
"Dedin mi gerçekten?"
"Işık, ne diyorsun sen? Dedim tabi ki. Ama o belki zamanla olur, diye diretti. Ben de hiçbir zaman olamayacağını, aklından çıkarması gerektiğini söyledim. Sana bütün bunları nasıl anlattığını çok merak ediyorum."
"Buluştuğunuzu söyledi. Hala görüşüyor musunuz, diye sordum. Evet, aramız iyi dedi, hafta sonu niye buluşmadınız dedim, ağırdan alıyoruz, dedi."
"Kızın psikolojik sorunları var bence." dedi kafasını iki yana sallayarak. "Gerçek, sana anlattığım gibi."
"Ama yalan söyledin Tekin. Bana çocuklarlayım derken sen onunlaymışsın. Şimdi sana nasıl inanayım?"
"Haklısın o konuda. Ama sadece o konuda. Sen babanın sağlığıyla ilgileniyordun. Böyle bir şeyi telefonda anlatsam hoşuna gider miydi?"
"Hiç anlatmamayı mı seçtin?"
"Özür dilerim. Gerçekten hatalıyım. Nasıl anlatacağımı bilemedim. Onu bugüne kadar cesaretlendirdiğimi farkettiğimde kendimi kötü hissettim."
"Ben de şu an kendimi çok kötü hissediyorum."
"Sıçıp batırdım, biliyorum. Çok üzgünüm Işık. Ben seni çok seviyorum. Kaybetmek istemiyorum." Ellerimi ellerinin arasına alıp ikisini de öptü. "Lütfen-"
Elimi çektim.
"Beni evime bırakabilir misin? Biraz dinlenip düşünmeye ihtiyacım var. Kendimi hiç iyi hissetmiyorum." dedim.
"Bizden vazgeçme Işık, lütfen."
"Tamam Tekin, tamam. Anladım seni." dedim. "Sadece şu an kafam daha fazla konuşmayı kaldırmıyor. Bana biraz zaman ver."
"Peki aşkım." dedi çaresiz.
Ertesi gün işin yoğun olduğu, hiç beklemediğim bir anda masama bembeyaz gonca güllerden bir buket geldi. Üzerindeki kartta: "Sen benim hayatımdaki saf ve güzel olan tek şeysin. Özür dilerim. Seni çok seviyorum." yazıyordu. Güllerin mis gibi kokusunu içime çektim. Herkes imalı imalı kimdenmiş diye sorarken Tekin'e sade bir mesaj attım, "Teşekkür ederim." Anında cevap geldi, "Beni affet."
Maviş affedilmeyi bekliyordu ama ilişkimiz gizli kalmaya devam ettikçe, sorunlar da devam edecekti. Fakat bunu ona tabi ki söylemeyecektim.
O gece iş çıkışı Tekin kendiliğinden bana geldi.
"Aşkım, "dedi, "ben bugün bir şey yaptım. Beni içeri alırsan anlatacağım."
"Gir içeri. O nasıl söz?"
Salonda koltuğa yan yana oturduk.
"Ben bugün Turhan Bey'e seninle birlikte olduğumuzu anlattım." dedi. Bunu hiç beklemiyordum. Turhan Bey, Tekin için ciddi bir kriterdi. Turhan Bey'e açıklayabildiğine göre her şeyi göze almış demekti. Bu önemli bir adımdı.
"Çok şaşırttın beni."
"İkimizi de çok sever. Düşündüm, taşındım. Ne derse desin, dedim. Beklediğimden iyi karşıladı."
"Ne söyledi?"
"Böyle şeyleri şirketimde hoş karşılamıyorum ama siz genç insanlarsınız. Bir yerde olması da normal. İlla şirketten biri olacaksa en doğru kişiyi bulmuşsun dedi."
"Çok sevindim." diyebildim hala şaşkınlıkla.
"Sevindin mi? Öyleyse beni affettiğini umabilir miyim?"
Evet, demek istemedim.
"Ben sana çok güvendim Tekin. Bu güveni bir daha sarsma lütfen. Bu kez toparlayamayız. Biter. Geri dönüşü de olmaz."
"Tamam sevgilim. Bir kez daha özür dilerim senden. Büyük bir hataydı yaptığım. Şimdi ise ibreti alem olsun diye senin elini tutarak girmek istiyorum o binadan içeri. Ne senin aklında soru işareti kalsın, ne de başkalarına koz verelim bir daha."
"Olmaz öyle şey. Ayıp Tekin. Ben istemem böyle bir şeyi, nispet yapar gibi. Hem herkes neler söyler hakkımızda..."
"Ne söyleyeceklermiş? Yalanların yerini doğrularla değiştirmiş olacağız. Bizim utanacağımız bir şey yok, ilişkimiz utanılacak bir şey değil. İlk duyulduğunda biraz konuşurlar, alışınca susarlar. Turhan Bey onay verdikten sonra mesele bitmiştir bana göre."
O kadar kararlı bir hali vardı ki, kalbim yeniden ısınıyordu bu kararlılıktan.
Ertesi sabah ilk kez işe onun arabasıyla gittik. Asansörden el ele indik. Bu bile bakışları üzerimizde toplamak için yeterliydi. Akşam servis saatinde herkes servise doluşurken biz tüm gözlerin önünde el ele tutuşarak yine Tekin'in arabasına bindik. Telefonuma kızlardan mesajlar yağıyordu.
"Doğru mu gördüm?"
"Birlikte misiniz?"
"Ne zamandır birliktesiniz?"
"Çok sevindim, hayırlı olsun..." vesaire vesaire...
Tekin'in dediği gibi birkaç gün gündeme oturduk. Sonra üzerimizdeki ilgi azaldı. Bu konuda yorum yapmayan kişilerden biri Gülçin'di. Hiç hoşlanmadığı gün gibi ortadaydı ama son zamanlarda gözünü Rüzgar'a diktiğinden şüpheleniyordum. Bu yüzden bizi umursamıyordu. Eliz ise, ilk günlerde bizim kata hiç uğramadı. Öğle yemeklerinde de benim olduğum yere gelmeyerek tepkisini gösterdi. Arkamızdan konuştuğunu duyuyordum ama artık hiç umrumda değildi. Saklanmanın, gizlenmenin yükü üzerimizden kalktığı için çok hafiflemiş hissediyordum.
Onlar ilişkimize ömür biçip, ne kadar süreceğini, Tekin'in beni gerçekten sevip sevmediğini tartışırlarken, bir yılı çoktan geride bırakmış olan ilişkimde, soruların cevaplarını bilen ben her şeye ve herkese gülüp geçiyordum.
Bạn đang đọc truyện trên: AzTruyen.Top